Arama

Roma İmparatorluğu - Tek Mesaj #9

H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
12 Kasım 2007       Mesaj #9
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi

Eski Roma

Ad:  Roma_İmparatorluğu2.JPG
Gösterim: 1696
Boyut:  16.3 KB

Roma, Tiber Irmağı kıyısında “Yedi Tepe” olarak bilinen bir yörede kurulmuştur. Tepelerin adları sırasıyla şunlardır:
  • Palatium
  • Capitolium
  • Aventinus
  • Caelius
  • Viminalis
  • Quirinalis
Kent Akdeniz’den 24 km kadar uzaklıktaydı. Tiber’in hızlı akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu., bu yüzden yer olarak pek elverişli sayılmazdı. Ayrıca Tiber Irmağı boyunca uzanan bataklıklar sağlıksız bir ortam yaratıyordu. Etrükslü mühendisler bu bataklıkları kurutmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar Kent kurulduktan sonra zaman içinde gelişti. Roma’nın ilk sahiplerinin evleri, çatıları samandan yapılmış olan küçük kulübelerdi. Tanrılar için yaptıkları tapınaklar yakınlardaki yanardağlardan kopan kayalardan yontulmuştu. Kentin çevresinde dışardan gelecek tehlikelere ve saldırılara karşı bir sur vardı.

MÖ I. yüzyılın başlarında, Roma’da Cumhuriyet döneminin son yılları yaşanıyordu. Bu yıllarda Tiber’den yukarı doğru tırmanan kimse ilk olarak iki tepeyle karşılaşırdı: bunlardan soldaki Janiculum, sağdaki ise Aventinus idi. Janiculum’un tepesinde eski bir kale vardı. Tepeler, kuzeyden gelecek saldırıları gözetlemekte yararlı oluyordu. Tepenin eteklerinde zengin Romalılar’ın evleri bulunuyordu. Tekneyle Aventinus’un kuzeybatısına yanaşılacak olunursa, Roma’nın hayvan pazarı olan Forum Boarium görülebilirdi. Dokların tam üzerinde güzel villaların ve bahçelerin bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturmak için özlemini çektiği bir yerdi. Çünkü alçaklardaki aşırı sıcağa buralarda rastlanmıyordu.

Palatium’da ayrıca doğunun bolluk ve bereket tanrıçası Kibele adına bir tapınak yapılmıştı. Aventinus ve Palatium tepeleri arasındaki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap bir stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı yaklaşık 640 metre uzunluğundaki bu stadyum 150000 kişilikti. İki yanında dükkanlarve sıcaktan bunalanlar için buz gibi içecekler satan satıcılar sıralanırdı. Vadinin öteki yakasında bulunan Caelius Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jupiter Tapınağı’na (Eski Yunan’da Zeus) giden bir yol vardı. Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte, mermer sütunlarıyla ve heykelleriyle Roma Forumu görünürdü. Forum her zaman hararetli tartışmaların, kıyasıya pazarlıkların yapıldığı bir yerdi. Forumun biraz ötesinde, sıradan insanların buluşma yeri olan Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi yerde ise konuşmalar yapılırdı. Forumun arkasında senatonun toplantı yeri olan Curia bulunuyordu. Foruma giden başlıca yollardan birinin üzerinde iki başlı tanrı Janus’un tapınağı vardı. Savaş sırasında tapınağın kapıları hep açık olurdu. Capitolium Tepesi çift dorukluydu. Kuzeydekinde bir kale, güneydekinde ise Tiber Irmağı’ndan görülen Jupiter Tapınağı bulunurdu.

Eski Roma’da bulunan çeşitli tanrılara adanmış tapınaklar, sunaklar, heykeller arasında Jupiter ayrıbir öneme sahipti. Jupiter Tapınağı’na savaşlarda kazanılan ganimetler sunulur, tanrının heykeli kente tepeden bakardı. Irmak kıyısında kurulu olmasına karşın, kent halkı içmek için Tiber suyunu kullanmazdı. İçme suyu kanallarla ve toprak altına döşenmiş suyollarıyla yakındaki pınarlardan kente ulaştırılırdı. Bunlardan ilki MÖ IV. yüzyılda yapılmıştı. MÖ 144’te Capitolium Tepesi’ne su götürecek olan Aqua Marcia yapıldı. Daha öncekiler toprağın altındayken, bu kemer toprağın üstündeydi. Roma’nın kanalizasyon şebekesi de çok iyi planlanmıştı.

İmparatorluk döneminde Roma’nın görünümünde çok büyük değişiklikler oldu. İmparatorlar kendi adlarını taşıyan görkemli binalar yaptırdılar. Roma Forumu daha sonra Augustus, Vespasianus ve Traianus’un yaptırdığı forumların yanında çok küçük kaldı. Yıkanmaktan çok hoşlanan Romalılar, büyük hamamlar yaptırmışlardı. Bunların zemini mozaik işlemeliydi; kubbeleri ise mermer sütunlarla destekleniyordu. Zafer kazanan generaller için yapılan zafer takları geniş caddeleri süslerdi. Özellikle, 70’te Titus’un Kudüs’ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı çok görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları kalan , Palatium Tepesi yakınlarında yapılmış olan çok kemerli, görkemlibi yapı olan “Collesium”da çeşitli gösteriler düzenlenirdi. Zaman içinde binaların çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi’nin batısına, ordunun eğitim alanı olan Campus Martius’a doğru yayıldı.

Roma Ordusu


Roma artık Akdeniz çevresindeki ülkelerin hepsinden üstün bir konumdaydı. Başarısını büyük ölçüde ordusuna borçluydu. Kuruluşundan MS III. yüzyıla kadar Roma ordusunun belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir lejyon 4000-6000 askerden oluşuyordu. Lejyonun onda birine kohort (tabur) deniyordu. Eyalet ya davali yardımcılarına eşdeğerde olan komutanlara legatus denirdi. Komutanın emrindeki subaylara tribunus, astsubaydan aşağı rütbedekilere ise centurion denirdi. Lejyon, Roma yurttaşı olan seçkin askerlerden oluşuyordu. Yedeklerden, yani orduda hizmet gören yabancılardan her zaman daha fazla ücret alınırdı.

Lejyon askerleri zırhlı piyadelerdi. Disiplinli ve iyi eğitilmiş olan Roma piyadeleri tüm ülkelerin korkulu rüyasıydı. Her birinin iki ciriti (pila) ve bir kısa kılıcı (gladius) vardı. Piyadeler yedeklerle desteklenir, genellikle 500’er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi. Seferberlik durumunda, orduya bazı uzmanlar da katılırdı.

Bunlardan biri kamp komutanıydı. Ordu konakladığı zaman konaklanan yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli güvenlik önlemlerini almadan geceyi geçirmezlerdi. Askerlerin her birinin, kamp kurarken ve bir sonraki gün kampı toplarken yükümlüoldukları görevler vardı. Quaestor ordunun para işlerinden sorumluydu.

Mühendisler, usta ve zanaatkârlar da orduya eşliik ederlerdi. Kuşatma eyleminden ve oldukça ilkel olan topların kullanılışından ve bakımından onlar sorumluydu. Mancınık ve arbaletlerden oluşan “toplar” , genellikle saldırılarda ağır taş gülleleri ya da kayaları fırlatmak için kullanılırdı. Mühendisker kuşatmalarda kolayca kurulabilen , hareketli kulelerin yapımını denetlerdi. Askerler bunlarla düşman kalesinin içini görme olanağı sağlarlardı. Taş ve ok yağdırmakta böylece zorluk çekilmezdi. Roma askerlerinin başarısında yiğitliklerinin yanı sıra dirençlerinin de büyük payı vardır. Çok güçlü ve sağlıklı olan askerler, silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar yiyeceği ve kamp kurmak için gerekli araç gereci yanlarında taşımak zorundaydı. Askerler, savaş hattına girdikleri zaman ayrı, kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldırı altında kalırlarsa, bir araya gelerek bir blok oluştururlardı. Lejyonun simgesi tunç ya da gümüşten yapılan “kartal” idi. Kanatları iki yana açık olurdu. Romalılar için kartalın düşmanın eline geçmesi onur kırıcı bir olaydı. Roma’nın yükseliş döneminde ordu yenilmezliği ile ün salmıştı. Bunun üç temel nedeni vardı:
  • Disiplin
  • Sıkı ve yetkin bir eğitim
  • Askerlik konusundaki yeniliklerin çabuk benimsenmesi

Romalı Zenginlerin Yaşamı

Ad:  Roma_İmparatorluğu9.JPG
Gösterim: 1221
Boyut:  32.8 KB

Eski Roma’nın zengin ve güçlü sınıfı senato üyesi olan patriciler ve mülk sahipleriydi. Tüm toplumsal ve siyasal güç birkaç soylu ailenin elindeydi. İmparatorluk düneminde senato gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de, senatörlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendirmede etkilerini sürdürdüler. Patricilerin çoğunun Roma’da evi, kırsal kesimde çiftliği ve Orta ya da Güney İtalya’da birkaç tane villası olurdu. Kent evine bir verandadan girilirdi. Birincil öneme sahip olan oda “atrium”du. Evi ve ocağı koruyan tanrıça Vesta için bu odada bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılardan Lar ve Penate için de ayrılmış yerler vardı. Lar’ın heykelievin girişinde durur, eve uğur getirirdi. Penate ise evin ocağının bereketiydi. Lar’a da, penate’ye de özel günlerde hediyeler sunulur, çiçekler getirilirdi. Atrium dikdörtgen biçimindeydi ve tavanında, gökyüzüne açık bir yer vardı.

Atriumun çatısı bu deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca yağmursuyu toplanırdı. Evin öbür odaları atriuma açılırdı. Girişin tam karşısında yemek odası bulunur, buradan bahçeye çıkılırdı. Ev, yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır, bazı evlerdehamam da olurdu. Villalarda ise mutlaka hamam bulunurdu, çünkü kırsal kesimde genel hamamlar yoktu. Villalar kent evlerine göre daha büyük olurdu. Atrium gene vardı, ama evin asıl merkezi bir dizi kolonla çevrili olan bahçeydi. Bahçenin ötesinde odalar bulunurdu. Varlıklı ailelerin oğulları genellikle okula gönderilirdi, özel öğretmenlerce eğitilenler de vardı.

Roma dünyasında Eski Yunan kültürü egemen olduğu için öğretmenler Yunanlılar’dan seçilirdi. Yunanca okuma yazma öğrenmekle başlardı. Oğlan çocuklarbüyüdükleri zaman eyaletlerde para işleriyle ilgilenmeleri ya da ticaretle uğraşabilmeleri için iyi matematik bilmeleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden sonra güzel konuşmayı ve yazmayı becerebilmek için konuşma sanatı dersleri alırlardı. Bu dersler ya Roma’da ya Atina’da ya da Yunanca konuşulan herhangi bir yerde verilirdi. Kızlara ev işleri ve edebiyat dersleri verilirdi. Eğitim kısa sürer, 15’ine gelen kızlar evlendirilirdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeşleri gibi çocukken giydiği bir tür pelerin olan “toga”yı çıkartır, gelinliğini giyerdi. Yüzü kırmızı bir peçeyle örtülürdü. Oyuncak bebeklerini tanrı Lar’a armağan ederdi. Babasının evinde evlendikten sonra, törenle kocasının evine gider, atriuma kocasının kucağında girerdi. Erkek çocuklar mor kenarlı togalarını 16 yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi beyaz toga giyerdi. Baba oğlunu alarak foruma götürür, onu Roma yurttaşı olarak kütüğe yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte askere gitmek için hazır olurdu.

Romalılar oğularının iyibir asker olmasından övünç duyarlardı. Askerden dönen bir patricinin ya da mülk sahibinin oğlu mutlaka siyasete atılırdı. Genç bir adam önce kent meclisine seçilir, görevi mısır stoklarının yeterliolup olmadığını saptamak, halkın eğlence programıyla ilgilenmek olurdu. Bir üst görevi muhasebecilkti. Daha sonra yargıçlık gelirdi. Bundan sonra, şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilitrdi. Bir başka olasılık ise konsüllüğe seçilebilmekti. Cumhuriyet döneminde konsüller aynı zamanda yargıçtı ve yetkileriçok genişti. Romalı ailede babanın çocukları üzerinde büyük bir otoritesi vardı. Kadın, evin tüm sorumluluğunu yüklenir, ona saygı gösterilirdi. Romalılar aile yaşamına büyük önem verirlerdi. Ev tanrılarının varlığı bunun kanıtıydı.

Köle Ayaklanmaları, Sınıf Savaşları, Diktatörlük Romalı aristokratların İtalya’da ve öteki ülkelerde çok sayıda köleyi biraraya toplayıp çalıştırarak yürüttükleri latifundia üretimi, Yunan’dan farklı kölelik koşulları doğurdu. Büyük çiftliklerde ve madenlerde kalabalık kitleler halinde çalışa köleler, kendilerinde Roma Devletine baş kaldırma gücünü görebildiler. I.Ö. 2 yüzyılda Sicilya’daki ve Makedonya’daki önemli köle ayaklanmalarını, I.Ö. 73’te, tarihinin en büyük köle ayaklanması olan Spartaküs ayaklanması izledi. Ayaklanma, kölelerin Roma ordularını yenmesiyle, Roma’yı yıkabilecek çaplara ulaştı. Ama sonunda I.Ö. 71’de, Spartaküs’ün kazandıkları bir savaşta yağmaaya daıp dağılan ordusu, askerlerini toplayıp yeniden saldıran Roma komutanı tarafından yenildi. Esir alınan 6000 köle Roma’ya giren yol boyunca çarmıhlara gerilerek öldürüldü. Sınıf kavgalarıvatandaşlar sınıfı içinde de sürmştü. I.Ö.85’te populares sınıfı, iktidarı kuvvete baş vurarak ele geçirir. Populares ile optimates arasında iç savaş başlar. Iç savaşı bastıran optimates partisi önderi Sulla, I.Ö. 84’te belirsiz bir süre için, diktatör seçilir. (Diktatörlük, Roma’da, bir kimseye altı ayı aşmamak üzere Senato tarafından tam yetki verilmesi biçiminde anayasal bir kurumdu.) Böylece sürekli diktatörlük yolu açılmış olur. Bu kez populares partisine dayanan Sezar I.Ö. 46’da kendisini on yıl için, I.Ö. 45’te ise ölünceye kadar diktatör seçtirir ve imparator adını alır. Diktatörlük kurumu sıkıyönetim kavramı insanlığa Roma’nın armağanlarıdır. Yoksul Halk Romalı patriciler köleleri sayesinde rahat bir yaşam sürerlerdi. Plebler de denden Romalı yoksullar ise karanlık izbelerde üst üste yaşarlardı. Ne ocakları ne de evlerine bereket getirecek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemeklerini devletin sağladığı aşevlerinde yerlerdi.

Ünlü Romalı yazarlar hor gördükleri bu insanlardan yapıtlarında oek söz etmemişlerdir. MS I. yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuvenalis, Roma halkının ekmekten ve sirke gitmekten başkabir şey bilmediğini yazmıştı. Sirkler, halkı oyalayarak ekmek derdini unutturmayı amaçlardı. Araba yarışları, yabanıl hayvanlarla boğuşturulan köleler, sonu ölümle biten kankı gladyatör dövüşleri bazen günlerce sürerdi. Roma halkının yaklaşık %80’i işsiz ve yoksuldu. Erkekler orduya katılmaya can atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olurdu. Zengin Romalılar’ın köle sahibi olmaları iş alanlarıın tıkanmasına yol açıyor, plebler özgür doğmuş olsalar da iş güç sahibi olamıyordu. Köleler imparatorluğun işgali altındaki eyaletlerden getirilirdi. Villalarda hizmetçi veuşak, tarlalarda işçi olarak çalıştırılırlardı. Bazen de kahyalık yaparlardı.hiçbir hakkı olmayan kölelerin yalnızca görevleri vardı ve efendiler kölelere diledikleri gidi davranabilirdi.

Roma Portreciliği


Bireysel portreciliğin gelişmesi, genellikle Roma sanatının başlıca başarılarından biri sayılır. Bu görüş belki de bir mantığa aykırıdır;çünkü günümüze dek kalan portrelerin çoğunluğunu yapan sanatçılar Yunanlıydı. Ama bunlar varlıklı Romalıların koruyuculuğu altında çalışıyorlardı.Yapıtları, Roma gereksinimlerine bir yanıt ve Roma zevklerinin yansımasıydı. Bu portrecilik üslubunun özelliği konumunun çirkin ve çekici olamayan özelliklerinin özellikle vurgulandığı aşırı bir gerçekçiliktir. Bu ”gerçekçi” üslubun kökenlerini saptamak güçtür; ama kendilerini dürüst,saçamalık sevmeyen gibi görmekten hoşlanan Romalıları çok etkilediğine kuşku yoktur.

Genç Cumhuriyet ve erken imparatorluk dönemlerinde pleb sanatının en karakteristik anlatımları arasında yeralan sayısal gömütsel portre kabartmalarında görülebileği gibi, gerçekçi portre üslubu, zanaaçılar, tüccarlar dahil, toplumun bütün sınıflarınca benimsenmiştir. Kamusal portrecilikte, klasikleştirilmiş bir stize üslubtan yana olan Augustus ve Iulio-Claudianus’lar zamanında belirgin bir değişiklik vardı. Ama gerçekçilik, Flavianus’lar zamanında sonra bir kez daha 3. yüzyılda Hadrianus’dan beri egemen olan yeniden canlandırılmış klasisizme karşı çıkarak , yeni,karı bir gerçekçiliği başlatmış olan Caracalla zamanında ortaya çıkmıştı.3. yüzyıl bunalım döneminde, imparatorluk portreleri imparatorluğu yöneten doğallıktan uzaklaşmış askerlerin dirimini, gücünü ve canlılığını dikkat çekecek bir açıklıkla iletilmektedir. Ama Diocletianus ve ardıllarının saltanatında portreler, incelikli bir saray töresiyle uyruklarından ayrılmış imparatorların görkemini dile getiren dural ve soyut bir nitelik kazanmıştır; daha sonraki imparatorluk portreciliğnde; artık yaşayan insanların gerçek çizgilerini yansıtma çabası hiç görülmez.

Roma Mimarisi


Roma mimarisi kemerli, tonozlu ve kubbeli yapım tekniğini büyük ölçüde geliştiren, iç mekana önem kazandıran ve anıtsal bir yapı düzenini bunun üzerine kuran bir üslup yaratmıştır. Romalıların geliştirdikleri mimari biçimler, modern çağa gelene kadar, Batı mimarlığının olduğu kadar, bir ölçüde İslam Mimarlığının da ana bileşenlerini teşkil etmiştir. Romalıların hafif ahşap çatı örtüsü yerine büyük açıklıkların üzerini örten kargır tonoz ve kubbeleri tercih etmeleri, taş sütunu esas taşıyıcı olarak kullanmak olanağını kısıtlamış, ağır taşıyıcı duvarların rolünü arttırmıştır. Böylece Roma Çapır mimarisi daha masif, dolu görünüşlü olmuş, sütunlar bu mimaride daha çok dekoratif amaçlarla kullanılmıştır. Romalılar harçlı duvarın kullanışını genelleştirmişler, dışı taş veya tuğla kaplama, fakat orta kısmı yığma, moloz duvar tipleri geliştirmişler, yapıları örten tonoz ve kubbeleri de, bugünkü betona benzer bir teknikle, kalıplar üzerine dökülen bir çeşit harçla meydaba getirmişlerdir. Bu yeni teknikler büyük ve süratli inşaatlarin gerçekleştirilmesine imkan vermiş ve Roma dünyasının ekonomik olanakları, o dönemde hayal edilemiyecek büyüklükte ve karışıklıkta yapıların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bununla beraber Yunan ve Etrüks mimarilerinin etkisi mimari nizamlarının, tapınak , mezar gibi yapı yapı tiplerinin devamlılığını sağlamıştır.
  • Tapınak (Templum) – Romalılar Yunan tapınaklarına benzeyen tapınakların yanısıra, tek cephesi revaklı ve büyük bir merdivenle çıkılan bir yüksek kaide(podium) üzerine oturan tapınaklar yapmışlardır.
  • Tiyatro (Theatrum) - Yunan tiyatrosu Diyonisos ayinleriyle ilgili olarak ortaya çıkan ve sonradan gelişen bir yapı tipiydi. Yunan tiyatrosunda seyircilerin oturdukları basamaklar(Theatron), dairesel bir alan (orkestra) ve basit bir sahne binası bulunuyordu. İlk önceleri oyun sahnede değil orkestrada oynanırdı. Roma tiyatrosu bu basit şemayı geliştirmiştir: Arazinin imkanlarından yararlanarak inşa edilen Yunan tiyatrosunun yerini, büyük boyutlu , cesur bir taş yapı almış, yapının en ilginç öğesi olan sahne gelişerek anıtsal, niş ve heykellerle süslü bir cephe ile tiyatro çevrelemiş, oyun sahnede oynandığı için orkestra küçülmüştür. Birçok hallerde seyircilerin oturdukları kısım (Cavea) revaklarla sonlanıyordu. Antalya yöresindeki Aspendos tiyatrosu ünlü bir örnektir.
  • Hamam (Termea) – Hamam, Yunanlılarda gelişmemiş bir yapıydı. Romalılar hamamları, halkın ortak olarak kullandığı Gymnasium, kütüphane gibi diğer yapılarla birleştirerek çok büyük mimari kompozisyonlar meydana getirmişlerdir. İslam dünyasına hamam Hıristiyanların aracılığı ile Roma geleneğinden gelmiştir.Roma hamamlarının fonksiyon bakımından belirli özel hacimleri vardır: (Apodyterium) soyunma yerleri, (Tepidairum) soyunduktan sonra ilk girilen ılık hacim, (Caldarium) sıcak hamam kısmı , (Firigidarium) yıkandıktan sonra soğuk suyle yıkamılan yer idi. Frigidariumda bazen bir havuz bulunurdu. Hamamla beraber jimnastik egzersisleri yapılabilecek bölüm (Palestra) da çok kere düşünülürdü.Roma hamamlarının döşeme altındaki boşluklarda ve duvar içlerinde borularda dolaşan sıcak hava ile ısıtılması tekniği sonradan Bizans’ta ve Türklerde aynı şekilde kullanılmıştır.
  • Anfiteatr – Büyük gladyatör oyunları, yarışlar, hayvan ve insan mücadeleleri için kullanılan, bir alanın etrafını çevreleyen basamaklı oturma bölümlerinden meydana gelmiş, büyük boyutlu tiyatrolardır. Bergama’da henüz kazılmamış, fakat oldukça belirli bir anfiteatr vardır. Türkiye dışında en ünlü örnek Roma’daki Colesseum’dur Roma Resim Sanatı Roma sanatında Freks’ler önemli bir yer tutar. İ.Ö. 2 yy. ortalarına doğru resim sanatında birbirini izleyen 4 üslup görülür.
1. Pompei’de İ.Ö. 2 yy. evlerinin duvarlarında ortaya çıkarılan Frekslerde mimari öğeler taklit edilmiş, sıva üzerine boyayla renkli mermer levha görünümü yansıtılmıştır.
2. İ.Ö. 1 yy’da başlayan yeni bir akımla duvarlar odaya derinlik kazandıran zengin manzaralar, perspektife önem verilerek çizilmiş mimari parçalar, bunların arasına yerleştirilmiş insan figürleri, ışık ve gölge oyunlarıyla göz alıcı bir biçimde bezenmiştir. Bu ikinci üslubun belirgin özelliği, manzaraların duvardaki bir pencereden dışarıya bakılıyormuşçasına resimlendirilmiş olmasıdır.
3. Üçüncü üslubta ise sahneler ve manzaralar duvara asılmış bir resim ya da halı izlenimi verecek biçimde yapılmıştır.
4. Dördüncü üslupta, duvarın bütünü beyaz fonla kaplanır ve yüzeyin mimarlık öğeleri, küçük öğeler ya da resim panolarıyla bezendiği görülür.

Roma El Sanatları


Augustus döneminde, seramik üretiminde ve değerli maden işlemeciliğinde en üsütn düzeye gelinmiştir. Metal kapları taklit eden ve onlara kıyasla çok daha ucuza yapılabilen pişmiş toprak örnekler, kabartma figürlerle bezenmiş ve madene daha da çok benzetilebilmek için Batbutin takniği uygulanmıştır. Kabartma figürlü ya da bitkisel bezekli gümüş kap türlerinin en güzelleri Pempei kentinde ortaya çıkmıştır. Küçük el sanatları arasında değerli taş oynacılığı Roma’da yaygındır.

Roma Dünyasında Ulaşım


Roma İmparatorluğunun dolambaçsız, titizlikle planlanıp yapılmış yolları, en kalıcı anıtları arasındadır.İskoçya’dan Suriye çölüne dek bu yolların belirgin izlerine her yerde rastlanmaktadır. Bunlar başlangıçta çok kez askeri amaçlarla yapılmışlardır. Yerkili memurlarun yararlanacakları imparatorluk kurye hizmetlerini de bu yollar taşıyordu. Genel yolcular için, kasabaların birbirlerine bir günlük uzak oldukları yerlerde konaklama yerleri vardı. Yollar çabucak ekonomik kullanımlar kazandı ve büyük bir ticari gidiş geliş oylumu taşımaya başladı. Eyelat sınırlarında giriş vergileri alınıyordu; geç imparatorluk dönemimde aşırı yüklemenin önlenmesi için araçları denetlemek üzere memurlar ayrıldı.Yolların bakım giderleri, bir ölçüde, içinden geçtikleri ve yararlarını paylaşan topluluklara düşüyordu. Yolların ekonomik önemi, özellikle oylumlu malların kara yoluyla taşınmasının yavaşlığı ve yüksek giderleriyle sınırlanmıştı.: Roma’ya hububatın Mısır ve Afrika’dan gemiyle getirilmesi, güney İtalya’dan kara yoluyla getirilmesinden daha ucuzdu. İmparatorluğun yollarındaki ticari trafiğinçoğu yerel nitelikteydi. Yönetim etkinliği de , haberlerin gidebileği hızla kısıtlanmıştı. Gene de Roma imparatorluğu ulaşım etkinliği bakımından, kendinden öncekileri geride bırakıyor, uzun mesafe ulaşımı,modern çağlara değin, daha sonraki herhangi bir zaman oranla daha iyi sağlanıyordu.

Teknoloji


Roma toplumu hiç bir zaman bir sanayi ekonomisi geliştirmemiş, genel bir ekonomik ilerleme kuramı da oluşturmamıştır.Sanayi yatırımı içim gerekli mali olanaklardan yoksundu; verimlilik ve tüketici talebi gibi kavramlara da sahip değildi. Bu Romalıların teknik yaratıcılık bakımından yetersiz oldukları ya da özel bir gereksinimin bilincine varıldığı zaman bu teknik buluşu uygulamayı başaramadıkları anlamına gelmez. Örneğin askeri teknolojide, gülle atma ve kuşatma savaşı yüksek bir etkinlik düzeyine ulaşmıştır. Romalılar şaşırtıcı tiyatro efektleri sağlıyabiliyorlardı; yapım ve suyun yönlendirişmesindeki başarıları için söz söylemek gereksizdir. Bununla birlikte, imalat, küçük ölçütte, sanayiden çok zanaat düzeyinde sürdürülüyordu. Sanayi teknolojisi geliştirmekteki bu başarısızlık, kimi zaman, makineleşme yoluyla emek maliyetlerini düşürmek için itici gücü ortadan öne sürülen köleliğin varlığına yorulmaktadır. Bundan başka şeylerin de sözkonusu olduğu açıktır. Birçok toplumlarda kölelik yoktu; ama sanayileşememişlerdir.Bundan Başka Roma İmparatorluğunda, üzellikle büyük kentlerde, çok kez bir artı işgücü vardı. Daha az nüfuslu bölgelerde olduğu gibi, gerek duyulduğunda , işgücünden ekonomi yapma güdüsü vardı. Bazı pratik sınırlamalar vardı. Eski toplum ileri bir metalurji tekniğinden yoksundu. Mekanik araç-gerçleri tahtadan yapılmış olup enerjiyle çalışan makinelerin dayandığı baskıları taşıyacak biçimde donatılmamıştı.

Roma’da Siyasal Düşünüş


a. Polybios

Polybios, karma anayasa ile ilgili görüşlerini, bir devletin içten dıştan gelecek yıkımlarla iki yoldan çökebileceğini söyleyerek başlatır. Bunlardan, dıştan gelecek yıkımların bir yasası yoktu, içten gelebilecek yıkımların bir yasası vardır; yönetimlerin dolaşımı yasasını bilirsek olacakları önceden kestirebiliriz. Demirin doğal bir biçimde pasa döüşmesi gibi, her anayasanın içinde doğal olarak onu içten içe kemirecek bir kötülük mutlaka vardır. Genel olarak söylenirse, bozulmanın nedeni, artan refah sonucunda, vatandaşların devlet görevlerine geçtiklerinde kendilerini doğru ölçüyü aşan tutkulara kaptırmalarıdır. Özel olarak açıklamak gerekirse, bozulmaların nedeni monarşinin özünde mutlakçılığın, aristokrasinin özünde oligarşinin, demokrasinin özünde de yasa tanımayan bir vahşet ve şiddet eğiliminin bulunmasıdır. Polybios’a göre bozulma, evrensel ve kesin bir yasadır. Dolayısıyla hiç bir devlet yönetim biçimi kendini ondan tümüyle kurtaramaz. Ama bir yönetim biçimi vardır ki, bozulmayı önleyemese bile, çöküşü geciktirebilir. Bu karma anayasa, karma yönetim biçimidir. Bozulma yöneticilerin kendilerini ölçüyü aşan tutkulara kaptırmalarından doğuyorsa, siyasal güç birbirlerine bu fırsaı vermeyecek, birbirlerini denetleyecek biçimde çeşitli kurumlara ya da kişilere dağıtılırsa, bozulma azaltılabilir. Polybios bu sonucu kafasından değil, tarihten çıkarmıştır. Tarihin en kararlı yönetimi olan Sparta yönetiminin kurumlarını incelemiştir. Ona göre Spartalılar, anayasayı hazırlarken, siyasal gücü çift kral, yaşlılar meclisi ve halk arasında bölüştürmüştür. Romalılar ise bunu, akıl yoluyla değil, tarihlerinde uzun savaşımlar sonucunda gerçekleştirerek Sparta anayasasına benzer bir anayasaya sahip olmuşlardır. Roma anayasasında da egemenlik, siyasal güç, konsüller, Senato ve halk arasında paylaştırılmıştır. Bu karma anayasa monarşik öğeyi konsüller, aristokratik öğeyi Senato, demokratik öğeyi halk temsil eder. Polybios Roma’nın karma anayasasının bozulmaya en az elverişli bir anayasa olmakla birlikte, onun da genel bozulma yasasından kurtulamıyacağını söyler. Bozulmanın başlamasına yola açana etmenlerle ilgili olarak Polybios, halkın ağır basması eğilimine karşı duyduğu tasaları dile getirir. Karma anayasanın bozulması eğillimlerinin yavaşlatılması için, bütün kötülüklerin kaynağı olan “halkı kışkırtma” tutumundan kaçınılmasını ve Roma’nın fetihlerini sürdürmesini öğütler. Polybios’un önemli siyasal düşüncelerinden birisi de, siyasal ideoloji olarak dinin işlevi konusundadır. Roma devletini birarada tutan başlıca öğenin tanrılara karşı duyulan korku olduğunu söyleyen Polybios sıradan halkın bu yolla denetlenbileceğini söyleyerek, tanrılara inanaların değil, asıl buna inanmanın aptallık olacağını söyleyenlerin aptalca düşündüklerini belirtip, dinin işlevini açıklamış olur.

b. Cicero
Ad:  Roma_İmparatorluğu10.JPG
Gösterim: 1275
Boyut:  42.2 KB

Cicero yönetim biçimlerinin özürlerini sayarken, demokrasinin özürünün, sıradan her vatandaşa siyasal haklar tanındığı için, bu yönetimin eşitlik anlayışınının, siyasal hakların herkesin yeteneğine göre dağıtılması gerektiği doğru eşitlik anlayığına uymayışı olduğunu söyler. Demokrasilerde bireyin yaşamanın ve servetinin halkın elinde olduğunu belirtir. Sonra “en engin denizin, en kudretli alevin bile küstah halk yığınından dah kolay zaptedilebileceğini” söyler. Giderek tüm iktidar kitlede olursa, o topluma devlet bile denemeyeğini söylemekten kendini alamaz. Demokrasinin bozulmuş biçiminin ise yığının tiranlığı olacağını öne sürer. Karma olmayan yönetimlerin hem iyi , hem kötü yanlarının bulunduğu söyleyip, hiçbirinin yetkin bir yönetim biçimi olarak görmeyen Cicero, bunların iyi yanlarını bir araya toplayacak yetkin bir yönetimi araştırmaya kalkışır. “Böylece ben, monarkların uyruklarına karşı duydukları sevgiden dolayı krallığı, akıl vermedeki bilgelikten dolayı aristokrasiyi, özgürlüünden dolayı demokrasi yeğliyorum...Bir kez, bir kamu devletinde, egemen ve monark niteliğinde bir öğre olmamalıdır. İkincisi, bazı yetkiler aristokrasiye ayrılmalıdır. Üçüncüsü, belli bir takım konular kara ver yargılama için halka bırakılmalıdır.” “Emperyalizm” sözcüğünü kullanmamakla birlikte, Cicero Roma emperyalizmi kuramının temellerini atmıştır. Roma’nın eyaletlerinin Roma tarafından yönetilmelerinin buralarda yaşayanlar için yararlı olabileciğini, yararlı ise bu yönetimin adalete uygun sayılacağını ileri sürmüştür. Rına yönetimi bu eyaletlerde yasaları çiğneyenleri önleyip, yasaların çiğnenmesine olanak vermediği için, yasaları egemen kılarak barışı ve düzeni sağlamaktadır. Roma yönetimi altına girmeyen ülkelerde ise durum gittikçe kötüleşmektedir. Bunlar Roma’nın yönetimi altına giseler kendileri için ne iyi olur. Bu düşünce yolunda ileride, Roma yönetiminin barış ve düzen getireceği görüşüyle “Pax Roma” (Roma Barışı ) kavramına ulaşacaktır.

Roma’nın Kara Lekeleri


1. Kölelik

Romalılar köle yakalarlardı.İmparatorluktaki tüm zor işler köleler aracılığı ile görülürdü. Tarlalarda çalışırlar, lağımları temizler, varlıklı evlerde birer hizmetkar görevi görürlerdi. Tamamen bağlı oldukları sahiplerinin mallarıydı. Birer hayvan gibi serbestçe alınıp satılabiliyor, cezalandırılabiliyorlardı.

2. Şiddet İçerikli Oyunlar
Romalılar, Collesium’a ölümcül oyunları izlemek için gidiyorlardı.Chaiot yarışları en az şiddet içeren oyun olmasına karşın sürücülerin bir çoğu yarışların sırasında yaralanmaktaydılar. Daha korkunç eğlence için gladyatörin kendileriyle ya da vahşi hayvanlarla ölümcül dövüşlerini tercih ediyorlardı.

3. Deli ve Acımasız İmparatorlar
Bazı Roma imparatorları deli idi. En ünlüsü ise Nero’dur.Nero dışında birçok imparator daha delidir.Bazen iyi imparatorlar bile gücü ve otoriteyi sağlamak için acımasız kararlar vermek zorunda kalmıştır. Örneğin deli imparator Caligula denizi fethettiğini kanıtlamak için lejyonlardan sahildeki tüm deniz kabuklarını toplatmıştır.Nero ise anne ve babasını öldürtmüştür.

Ünlü İmparatorlar


1. Marius

Gauis Marius, Roma ordusunu düzenleyen ve dünyadaki en etkili ordu haline getiren kişiydi. O dönemde hiç bir güç lejyonlar karşısında duramıyordu. Diğer illerden birçok insan Roma orudusuna hizmet ederek Roma vatandaşı olma hakkı kazandılar. Marius deneyimli lejyonlara toprak bahşetmiştir. Marius ayrıca bir çok askeri başarı sağlamıştır. Böylece Roma ve İtalya kuzeyden gelen barbarların istilalarından korunmuştur.

2. Ceaser Julius
Caeser hiç kuşkusuz Roma imparatorları arasında en ünlüsüdür. Dehası sayesinde Gaulu işgal etmiştir. Bu işgalin planları bugün bile generallerin eğitiminde kullanılmaktadır.Ayrıca İngiltere ve Almanya’ya seferler düzenlemiştir. Fakat Caeser’ın politik düşmanları onun bu gücünü elinden almak hiç bir zaman duraksamamışlardır. Mısır kraliçesi Kleopatra’ya aşkından sonra takvimde de değişikliklerde bulunmuştur. Bazı küçük değişikliklerle hala onun hazırlattığı takvimi kullanmaktayız. Temmuz ayı (ingilizcede “July”) onun onuruna adanmıştır.

3. Augustus
Augustus Roma’nın ilk imparatoru idi. Gerçek adı, Octavian’dı fakat Senato büyük başarıları nedeniyle ona Augustus ismini bahşetmişti. Yeni bir anayasa hazırlıyarak İmparatorluk makamına yerleşti. Yollar, binalar ve su kemerleri yaptırdı. Augustus sadece ilk değil belki de en iyi Roma İmparator idi.

4. Nero
Nero Roma tarihinin, en kötü şöhretli Roma impatorudur. Nero’nun deli olduğu hiç su götürmez bir gerçektir. Annesi, üvey babası olan imparator Claudius tarafından öldürülünce tahta geçti. Hükümdarlığı süresince Roma’nın büyük bir kısmı Büyük Roma Yangını sonucunda yandı. Yangından arta kalanları temizledikten sonra çok ihtişamlı bir saray yaptırdı. Yangını kendi çıkardığına yönelik dedikoduları önlemek için kendini yaktı ve Hristiyanları suçlayarak onları aslanlara attı.

5. Trajan
Trajan Roma imparatorları arasında en göze çarpan imparator diyebiliriz. Onu hüküm sürdüğü dönemde imparatorluk en geniş sınırlarına kavuştu. İmparatorlar arasında en savaşçı yönü ağır basan kişiydi. Buna karşın senatoyla olan ilişkisi sırasında bilgeliği, saygısı ve alçakgönüllülüğü de yatsınamayacak özellikleriydi. Trajan dönemimde yollar, limanlar inşaa edildi. Ayrıca imparatorluk hazinesinden fakir ve çocuklara bir ödenek hazırlandı.

Roma Dini
Roma İmparatorluğunun dini, diğer dinlerden bağımsız, fakat değişik dinlerin tören, tabu, batıl inanç ve törelerinin toparlanmasıyla oluşmuşur. Romalılara göre din ruhsal bir olgudan çok, insanoğlu ile tanrı adını verdikleri çeşitli güçler arasında bir sözleşmeydi. Bu dini bakış açısı, politik ve askeri bakımdan devlette önemli bir etki yaratırken diğer bir yandan da ailevi yaşamı da şekillendirmede önemi yatsınamayacak düzeydeydi. Romalı tanrı ve tanrıçalar, birkaç dini etkinin karışımı idi. Birçoğu, Güney İtalya’daki Yunan kolonileri ile ortaya çıkarken , bir diğer kısmı ise Etrüks ve Latin kabileleri kanalı ile Roma dinine aktarıldı. M.Ö. 1yy’da Romalılar öyle bir duruma geldiler ki, bazen Romalılar taptıkları tanrı veya tanrıçanın neyi simgelediğini hatırlamaz oldular. Örnek olarak tanrıça Furrina adına her yıl 25 Temmuz’da festival düzenlemelerine karşın, Furrina’nın ne tanrısı olduğunu hatırlayacak kimse kalmamıştı.
Son düzenleyen Baturalp; 4 Ocak 2017 22:40