Arama

Medya Haber - Tek Mesaj

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006   
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kaderin cilvesine bakın ki, kişi başına düşen milli gelir 5 bin dolara yükselmişken, Türkiye’de terör bir kez daha tırmandırılıyor.
2001 krizinde milli gelir 2 bin dolara kadar düşmüştü. Sadece milli gelir meselesi değil; bu ülkenin büyüme rakamları da umut vaat ediyor. Dört yıldır aralıksız büyüyen Türkiye’nin 2005’teki büyüme göstergesi 7,6’yı gösteriyor. Sebep? Tek bir açıklaması var: İstikrar!
Dünyanın hiçbir yerinde ekonomik istikrar bu denli siyasi istikrara bağlı değildir. En temel sebebi şu: Türkiye’nin inanılmaz bir işgücü, üretim zekâsı, rekabet heyecanı var; ancak siyasi istikrarsızlık nedeniyle bu ülkenin ekonomisi bir türlü kanatlanamıyor. Bir başka deyişle, karar mekanizmalarındaki boşluk ve çatışma kültürü ekonominin önünü tıkıyor, ülkenin büyümesini engelliyor. Yabancı sermayenin ürktüğü nokta da bu. Ülkede meydana gelebilecek ani bir gelişme ya da tutarsız bir kararla her şeyin altüst olacağına, bürokratik hegemonyanın yatırımları akim bırakacağına dair endişe, yabancı sermayeyi de kaçırıyor. Yıllardır yaşanan olaylardan ders çıkarmak gerekirse rahatlıkla şöyle denebilir: Bu ülke ne zaman toparlanacak olsa, istikrarı baltalayacak olaylar ardı ardına sahneye sürülür. Sokaklar hareketlenir, bombalar patlar, insanlar öldürülür ve en önemlisi; toplum cephelere bölünür, kamplaşmanın nefret dolu, şiddet dolu yüzü ortaya çıkmaya başlar. Değişen tek şey taşeron örgütlerin isimleri ve söylemleridir...
Büyüyen Türkiye korkusu...
Son bir haftadır Güneydoğu’da yaşananlar “provokasyonun” ta kendisidir. Maksat belli: Türk-Kürt düşmanlığı oluşturmak. Bu hain planı tezgâhlayanların korkusu büyüyen Türkiye’dir. O Türkiye ki, hem bir yandan Avrupa Birliği projesi için önemli adımlar atarak demokrasi yolunda mesafeler almıştır; hem de bulunduğu coğrafyanın şuuraltı müktesebatındaki kültürel mirasın devamını sağlayacak avantajlara sahiptir.
Çok açık söylüyorum; Güneydoğu’dan başlayacak bir kıvılcımla bütün Türkiye’yi ateşin içine atmak isteyen, birliğimize ve dirliğimize kasteden güçlerin yol haritasında medyaya biçilmiş önemli bir rol var. Bir başka tabirle söylemek gerekirse: Medya olmadan PKK’nın ya da başka taşeron örgütün ve dahi onların perde arkasındaki bağlantılarının kirli emellerine ulaşması mümkün değil. Karanlık mahfillerde hazırlanan bütün senaryolarda kamera ve fotoğraf makineleri için hazırlanmış fotojenik eylemler var.
Diyarbakır’da yaşanan gerginliğin üzerine; olayı yakından izleyen meslektaşlarıma sordum: Kaç kişi katıldı bu gösterilere? Toplam eylemci sayısı 2 bin-3 bini aşmıyor. Cenaze töreninin yapıldığı gün sayı 4 bine kadar yükselmiş; tören sonrası o rakam da azalmış. Zaten görüntüler şöyle bir gerçeği ortaya çıkarıyor: Eylemin ön saflarına çok küçük yaşta çocuklar diziliyor; arkadan yüzünü poşularla gizlemiş bir grup geliyor. Yapılan bütün eylemlerin özünde ekrana yansıtılmak üzere yapılan medyatik bir mizansen görülüyor. Olayın aslı şudur: PKK aylardır vatandaşı eyleme zorluyor, kepenk kapatmayanı tehdit ediyor. Her şeye rağmen nüfusu bir milyonu aşan Diyarbakır’da üç-beş bin insan eyleme iştirak ediyor. Sade vatandaş, yaşananları tasvip etmiyor, “kardeş kavgası”nı körükleyenlere sıcak bakmıyor. Çünkü biliyor ki, bu eylemler hem çözülme sürecine giren terör örgütünün toparlanmasını hedefliyor hem de bu işin arkasında başka güçler de bulunuyor. Diyarbakır, Bingöl ve Muş’ta yapılan son operasyonlarda 14 terörist ölü ele geçiriliyor ve bunların 6’sı yabancı uyruklu. Cebinde İran, Irak ve Suriye pasaportu taşıyan insanların ne işi var Bingöl’de, Muş’ta, Diyarbakır’da?
Medya kritik bir noktada. Bir yandan “Neden şimdi?” sorusuna cevap aramak zorunda; diğer yandan da “büyük planda bana biçilen bir rol var da, farkına varmadan o rolü oynama durumuna düşüyor muyum?” diye kendini hesaba çekmek mecburiyetinde. Bir milyonu aşmış bir şehirde üç-beş bin insanın katıldığı eylem, genel bir “kalkışma” şeklinde veriliyor mu acaba? Büyük şehirlerdeki patlamalara canlı yayın telaşıyla yaklaşılıyor, halk arasında korku ve dehşet saçmak isteyen örgütlerin işine gelecek bir yayıncılık yapılıyor mu acaba? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce havayı bulandırmak, güvenlik sendromu oluşturmak isteyen derin bağlantıların isteğine uygun bir ülke manzarası çiziliyor mu acaba?
Medya, terörün oyununa gelmemeli
Bir yerde bir hadise yaşanıyorsa, elbette medya oraya en kısa sürede yetişir, elde ettiği bilgileri muhatabına ulaştırır. Bu hem gazeteciliğin gereğidir; hem de halkın bilgi edinme hakkıdır. Bu gerçeğe kimse itiraz edemez; ancak, medyanın olaylar karşısında tamamen edilgen hale gelmesi, terörist eylemlerin pasif bir aktörü haline düşmesi ve terör örgütlerinin oluşturmak istediği tedhiş havasını halka yansıtması, medya için de ülke için de doğru sonuçlar vermez. Nitekim PKK eylemlerini gazeteler genellikle birinci sayfalarına taşımıyor; biliyor ki birinci sayfada yer alan her büyük haber örgütlerin ekmeğine yağ sürecek. Bu konuda televizyon ve haber ajanslarının da dikkatli ve duyarlı yayınlar yapması gerekiyor; zira terörün hedefi Türkiye’nin son yıllarda yakaladığı istikrardır. Yönetimlerden, hükümetlerden memnun olmayanlar da istikrar gerçeğine saygı duymalıdır; çünkü yönetiminden memnun olmadığınız bir hükümeti sandık başında değiştirmek mümkün. Demokrasi içinde kalındığı müddetçe her değişim istikrarlı bir ortamdan bir başka istikrarlı ortama geçiş anlamı taşır. Antidemokratik her gelişme önce istikrarı vurur; sonra Türkiye’nin rakiplerine ve dahi düşmanlarına yeni fırsatlar sunar.

Fişleme çizelgesi Türkiye’ye yakışmıyor
Cuma günkü Sabah gazetesinin birinci sayfası neredeyse tek habere ayrılmıştı. Tam sayfalık manşette, “Jandarma, valiyle hâkimi bile fişledi” deniyordu. Habere göre Diyarbakır’da vali, hâkim, savcı ve müdürler, Jandarma’nın talimatıyla fişlenmişti. Diyarbakır Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğü görevinde bulunan Kurmay Binbaşı A.D’nin imzası ile yapılan fişleme için “Bir nüsha yazın, her şeyi yok edin” talimatı veriliyordu. Sabah, hem fişleme örneklerini neşrediyordu birinci sayfada; hem de Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri’nin fotoğrafını basarak yapılan uygulamanın adresini gösteriyordu. “Genelkurmay’ın emri” ara başlığıyla açılan bir haber kutusunun ana başlığı da aynen şöyleydi: “Bütün fişler güncellensin.”
Sabah’ın “özel haber” işaretiyle sunduğu haber gerçekten de tüyler ürpertici bilgilerle doluydu. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı kendileri tarafından bir “fişleme talimatı” verilmediğini açıkladı. Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, Zaman’a yaptığı açıklamada “Haberin arkasındayız, haberi devam ettireceğiz. Genelkurmay’ın açıklamasından belgelerin sahte olduğu manası çıkmaz.” dedi.
Asıl ilginç olan şu: Sabah’ın “özel haber”i bazı gazeteler tarafından ilk gün neredeyse hiç görülmedi; bazıları ise haberi iç sayfaların ara sütunlarına sıkıştırdı. Konu, köşe yazarlarının da dikkatini pek çekmemişti. Bu durumu izah etmek çok zor. Şu anki manzaraya bakanlar yanlış bir yoruma da tevessül edebilir. Çünkü ilginç sessizlik, “Galiba koruyorlar” demeye de müsait, “gazetelerdeki rekabetten dolayı görmezden geliniyor” demeye de.
Sabah, fişleme haberlerine ikinci gün manşetten devam etti. Gazetenin iddiasına göre Jandarma sadece Diyarbakır’da fişleme yapmamış. İnsanları; “eşi kapalı”, “AKP tarafından il valisi yapıldı”, “nurcu”, “dul olup ahlaken güçlü değil” gibi hükümlerle fişleyen uygulama Şanlıurfa’da da yapılmış.
Sabah’ın haberi, ortada vahim bir durum olduğuna işaret ediyor. “Fişleme çizelgesi”nin diğer şehirlerde de ne kadar yapıldığı bilinmiyor. İsmini fişte gören devlet yetkilileri daha şimdiden dava açacaklarını beyan ettiler. Basındaki sessizliğin yanlış anlamalara sebep olabileceği de aşikâr. “Hürriyet’in “sosyetik fişleme” haberi Türkiye’yi ayağa kaldırmış sadece demokratik kitle örgütleri ya da sivil toplum kuruluşları değil: Genelkurmay da olayı ayıplamıştı. Son günlerde yaşanan tuhaf olaylar zincirine “fişleme çizelgesi”ni de eklemek gerekiyor. Ve maalesef manzara AB kapısına dayanmış Türkiye’ye yakışmıyor...
TMK yeniden gündeme gelmişken...
Güneydoğu’da yaşanan olaylar, Terörle Mücadele Kanunu’nu tekrar gündeme getirdi. Gazetelere yansıdığı kadarıyla AK Parti’nin MKYK toplantısında terörle mücadele tartışılmış. Bugün gazetesinde (1 Nisan) yer alan habere göre “sert tedbirler” geliyor. Gazeteye göre “İngiliz modeli TMK” düşünülüyormuş. Malum TMK’ya göre flama taşıyan, slogan atan, gösterilere katılanlara da üç yıla kadar hapis cezası getiriliyor.
Basına kapalı toplantıyı haberleştiren Yeni Şafak Gazetesi’ne göre “terörle mücadele ederken demokrasi ve özgürlüklerden geri adım atmama ilkesi vurgulandı”. İşte bu nokta önemli! Başbakan da Sudan gezisinin dönüşünde uçaktaki gazetecilere bunu söylemişti. Elbette devlet, teröre karşı mücadele verirken zaafa uğramamalı; ancak unutulmamalı ki, terörle mücadele hassas bir konudur, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına bahane edilemez. Başka bir konu daha var: PKK eylemleri ve o eylemleri destekleyen parti yetkilileri “TMK’nın “sertleştirilmesi”ne sebep oldu. Acaba demokratikleşme adına bu kadar adım atılırken, kışkırtıcılık yapan örgütlerin ve onların bağlantılı oldukları odakların asıl amacı da bu yasa mıydı? Bu, çıkacak kanunun ne kadar özgürlükçü olduğuna bağlı...