Arama

Yetenek mi yoksa zeka mı önemlidir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 14 Ekim 2017 Gösterim: 15.741 Cevap: 5
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
30 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Yetenek mi yoksa zeka mı önemlidir?
EN İYİ CEVABI _EKSELANS_ verdi
ZEKA MI YETENEK Mİ?
Bahçelerde dolaşmaktan hoşlanıyorsunuz. Boş vakitlerinizde bulmaca çözersiniz. Müzik dinlemeden bir gününüz geçmez. Spor yaptığınızda yaşadığınızı hissediyorsunuz. Dini konular ilginizi çekiyor. Boş bir sayfayı rahatlıkla çeşitli resimlerle doldurabilirsiniz. Gittiğiniz kurlarla hemen İngilizceyi öğreniverdiniz. Değişik bir ortama girdiğinizde insanlarla rahatlıkla konuşup sohbet edebilirsiniz. Yazarak düşüncelerinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz. Bütün bu sıralanan işler insanın tercihleridir. Tercihlerinin şekil almasını da yetenekleri, becerileri, doğuştan getirdiği özellikleri belirler. Peki zeka bu işlerin neresinde? Hiçbir yerinde eğitim verenler hiçbir yerinde. Peki biz bunları yani becerilerimizi, yeteneklerimizi, tercihlerimizi "ZEKÂ" olarak ifade edersek ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama gerçekten hiçbir şey olmaz. Çünkü bütün herkes bilir ki zekâ 12 yaşına kadar son sürat gelişir. 20 yaşına kadar gelişmeye devam eder. 20 yaşından sonra gelişmesi çok zordur. Yaşlandıkça zeka düzeyimiz düşer hatta yaşlandıkça çocuklaşır, geriye dönmeye her yönden küçülmeye başlarız. Bu yüzden becerilerimize, yeteneklerimize "ZEKÂ" demek bence çok büyük bir hakarettir. Çünkü yeteneğimiz olan bir iş, yıllarla çabalarımızın sonucunda meyvesini verir. Bir ressam yeteneğini yıllar boyunca tuvallerin ardında çalışarak ortaya çıkarır. Bir müzisyen belki de 70'li yaşlarında en önemli bestesini yapar.
Sponsorlu Bağlantılar

Terlemeden, üretmeden, zaman harcamadan hiçbir yetenek insanlığın yararına bir şey sunamaz. Yetenek yaşlanmaz, aksine yaşlandıkça parıldar, zekâ gibi sönmez, hatta yokolmaz. Picasso, 90'ında nefis eserler veriyordu. Goethe "Dr. Faustus'u 80'inden sonra kaleme aldı. Verdi, "Otello" 'yu 73 yaşında, "Falstaff" 'ı 80 yaşında bitirdi. Mikelanj, 80'li yaşlarında hâlâ yaratıyordu. İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'ını geçtikten sonra bile yazdı. Türk yetenek dehalarının yıllanmış yaşlarının ürünlerine hepimiz tanığız. Peki bu sanatçıları "ZEKÂ" ile nasıl sınırlandırıp ifade edeceğiz. İşte çoklu zekâ kuramı burada çürütülmüş oluyor.

Peki gelişmekte olan ülkeler için böyle albenili, cafcaflı sözlerle süslenmiş zekâ çeşitlerinin zararı ne olabilir? İşte bu cevap inanın ki insan aklını durduracak cinsten bir yoruma dayanıyor. Biz çocuklarımızı eğitirken, yönlendirirken, olumlu yönde gelişmelerini isterken hep gelişimi hedefleriz. Eğer çocuklarımızı zekâ kategorilerine göre sınıflandırırsak, Ahmet adlı öğrencinin müzik zekâsı yoksa ne yapalım yokmuş, deyip kabul etmemiz istenmektedir. Ya da Ayşe'nin resim zekâsı, beden-spor zekâsı yok, ne yapalım o da spor yapmayıversin, diyebilmenin önünü açıyor. Yıllarca "TAM ÖĞRENME" modeli ile insanlara süslü süslü cümleler kuran eğitim kuramcıları bu kuramın ne denli yanlış olduğunu irdeleyip ifade etmek yerine bu kuramın tam tersi bir teori ile günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim eğitim camiasının da çok hoşuna giden ÇOKLU ZEKÂ TEORİSİ zaten kitaplara bile yansıyamayacak kadar havada bir teori olduğu için Allah'tan okul kitaplarına giremedi. Hâlâ bazı özel okullar çoklu zeka teorisini çığırtkanlığını yaparak ebeveynlerin gözünü boyamaya çalışıyor. Tabi ki aklın yolu bir olduğu için, teorinin pratiğinin olmadığı, gelişime dayalı bir öğrenme modeli olmadığı er geç anlaşılacaktır.

Zekânın yeteneğe göre tek bir üstün yanı var. O da kimilerince hata payları olduğu kabul edilse bile yine de uluslararası boyutta ölçülebilir olmasıdır. Anlattığımız yetenekleri ölçme ihtimalimiz sıfır olduğuna göre subjektif olarak yetenek ve becerilerimizi "zekâ" kelimesi ile birlikte anmamızda gerçekten anlamsızdır. Zekâ, her türlü problem çözme sürecinde bireyin ortaya koyduğu performansın ölçümünün sonucudur. Bir sonuç olarak karşımızda durur. İster kabul ederiz, ister etmeyiz. Ama bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, zaman ve emek harcadığımızda bizi ölümsüzleştiren yeteneklerimiz eğitim alanlarda mutlaka geliştirilmelidir.
Alınterinin kutsallığıyla eğitim alanlar tanıştırılmalı, yaşı büyük ama heyecanı çocuk Fikret OTYAMLARLA, 65'inden sonra yazmaya başlayan eski mimar Aydın BOYSANLARLA, 90'ına merdiven dayamış Haldun DORMENLERLE yeteneğin yüceliği, eğitimin yaşamak kadar uzun soluklu olduğu yaşan örneklerle tekrar tekrar anlatılmalıdır.
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:19
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aslında ikiside diyebilirim bu konuda çünkü zekamız olmadan yeteneğimiz olsa ble bunu kullanamayız
Sponsorlu Bağlantılar
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:22
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
30 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Çoklu Zeka mı, Kabiliyet mi?
*insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, 'eğitim ve öğretim' anlayışında hangi köklü değişikliklerin meydana gelmesine zemin teşkil etmiştir?
* 'Başarısız öğrenci' anlayışı, yerini artık ne tür bir anlayışa bırakmaktadır?
* 'Çoklu zekâ' teorisini kendi kültürümüz açısından tek eğitim ve öğretim modeli olarak görmek, neden eksik ve yanlıştır?
* 'Çoklu kabiliyetler, mizaç ve kişilikler teorisi' insan eğitim ve öğretimine yaklaşmada hangi hususlarda 'çoklu zekâ' teorisinden ay almaktadır?
* Farklı potansiyel ve kabiliyetlere sahip öğrencilerin eğitim ve öğretimi hususunda ileri sürülen bazı teoriler ve bunların uygulamaları...
* 'Çoklu kabiliyetler teorisi'nde kullanılan bazı temel kavramlar ve tarifleri...

Bugün 'insan' araştırmalarından elde edilen bilgiler, çocukların eğitiminde kullanılan model ve yaklaşımların değiştirilmesini mecburî hâle getirmiştir. Okullarda toplu hâlde tek tip eğitim ve öğretim yerine, öğrenci merkezli çoklu eğitim ve öğretim usûlleri kullanılmaya ve öğrenciye yönelik ferdî psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetleri önem kazanmaya başlamıştır. Tıpta binlerce yıldır temel bir hakikat olan 'Hastalık yoktur, hasta vardır.' anlayışı, eğitim ve öğretime de adapte edilmiştir. Böylece, 'öğrenciye mutlaka verilmesi ve öğretilmesi gereken bilgi kümeleri ve öğrenemeyen, başarısız olan öğrenci' anlayışı yerine, 'öğrencinin kabiliyetleri, istekleri ve eğilimlerine göre hususileştirilmiş bilgi kümeleri ve eğitim-öğretim' anlayışı giderek hâkim olmaktadır.

İnsanın, dünyaya geldikten sonra hayata hazırlanması, eğitim ve öğretimle gerçekleşir. Eğitim ve öğretim, tarif edilmiş kavramlar ve modeller üzerinden gerçekleştirilir. Eğitim, çocuğun mizaç motifleri üzerinden onda sağlıklı bir karakter ve kişilik geliştirme veya istenilen tutum ve davranışları ona kazandırma süreci olarak tarif edilir. Öğretim ise, öğrenciye öğrenme usûlleri vasıtasıyla bilgi ve maharet kazandırarak, onun hayata uyum kapasitesinin aktifleştirilmesi olarak tarif edilir. Eğitim ve öğretim usûlleri tek tip mi olmalı, yoksa kişinin hususiyetlerini dikkate alan bazı farklılıkları da taşımalı mı? Sınıftaki öğrenciler aynı olmadığına göre, farklı potansiyel kabiliyetlere sahip öğrencileri nasıl ve neye göre eğiteceğiz ve bu farklılıkları hangi kavramlar üzerinden hayata taşıyacağız? Ders anlatırken veya bir şeyi öğretirken onların algılama ve öğrenme tarzları arasındaki farklılıkları dikkate alacak mıyız?

İnsanda kabiliyetler iki şekilde bulunur. Birincisi, yaratılıştan gelen ve genetik yapımızda izdüşümleri ve işaretleri olan fıtrî-potansiyel kabiliyetlerdir; bu, kültürümüzde 'istidat' olarak da adlandırılır. Bu fıtrî kabiliyet ve meyiller, insanın mahiyetine yerleştirilmiş, reseptörler (alıcılar) olarak da görülebilir. İkincisi, bilgi ve tecrübelerle geliştirilip kullanıma sokulmuş aktif kabiliyetler veya maharetlerdir. İnsandaki kabiliyetlerin açığa çıkması fıtrî temayül ve tecrübe yoluyla olur.

Çocukların kabiliyetleri, iki merkez etrafında örgülenerek hayata taşınır. Bu merkezlerden biri, dimağ olarak tarif edilen, zihin-beyin sistemi; diğeri de kalb ve vicdan sistemi olarak tarif edilen gönül dünyasıdır. İnsanda bu iki merkezi bir arada tutan üçüncü unsur ise, 'benlik'tir. İnsan benliği, mahiyetinde mevcut cihazları bir arada tutan ve anlamlı hâle getiren bir dürbündür. Bir kıyas fonksiyonu gören insan benliği, hem tohum hem de meyve özelliklerine sahip olduğundan, bütün donanımların ve cihazların temsilcisi konumundadır. İçinde yaşadığımız tabiatın küçük bir numunesi hükmünde olan ve bu yüzden bir ekosistem olarak değerlendirebileceğimiz insanda var olan elemanlar içinde, benlik, kalb, akıl, zekâ, vicdan, kabiliyet, meleke, beşduyu, sezgi, iç istekler, faziletler ilk sıralarda yer alır. İnsanın yapısına ait bu elemanlar modellendiğinde, onun çok boyutlu, çok tabakalı, kompleks bir sistem olduğu görülecektir. Böyle bir varlığın eğitiminde ve öğretiminde takip edilecek yol ve stratejiler, onun sahip olduğu bu cihazlardan biri veya birkaçı esas alınarak belirlenir. Göz önüne alınan cihaz ve donanımlardan yola çıkılarak, eğitimin hedefleri ve beklentileri ortaya konur. İnsanı parçalı ve kısmî ele alan eğitim modelleri var olduğu gibi, bütüncül olanlar da vardır. Örnek verirsek, sadece insanın aklını, zekâ çeşitlerini veya kalbini öne çıkaran eğitim modelleri olduğu gibi, onun bütün donanımlarını ve iç eğilimlerini hesaba katan yaklaşımlar da söz konusudur. Okullardaki eğitim ve öğretimi incelediğimizde, farklılıkları ve çeşitliliği dikkate alan ve almayanlar şeklinde gruplayabiliriz. Öğrencilerin (mizaç, kabiliyet, maharet, zekâ, kültür ve davranışlar açısından) çeşitli seviyelerde farklılıklar gösterdiğini kabul eden okullarda, bu farklılıklar çeşitli model kavramlarla açıklanır. Bazı okullar, fabrika merkezli eğitim yerine, zihin-beyin sistemindeki farklılıkları dikkate alarak, beyin-merkezli eğitim modellerini kullanır. Bazı okullar, algılama ve öğrenme tarzlarındaki, bazıları mizaç ve kişiliklerdeki, diğer bir kısmı da kabiliyetlerdeki farklılıkları ön plâna çıkararak eğitim ve öğretimi zenginleştirir. Neticede öğrencilerin ferdî farklılığı bir şekilde dikkate alınarak, onların hepsini tek tip bir eğitim ve öğretime tâbi tutma yanlışlığından kısmen kaçınılabilir. Öğrenci farklılıklarını eğitim ve öğretime yansıtmada zekâyı mı, aklı mı, kabiliyetleri mi, melekeleri mi, duyguları mı, davranışları mı, algı ve idraktaki seçiciliği mi, mizaç ve kişilik motiflerini mi tercih edeceğimiz veya bunların özel bir sentezini mi kullanacağımız sorusunun cevabı, okul yönetiminin dünya görüşüne veya benimsediği eğitim modeline göre değişir.

Eğitim dünyasında farklılıkları hesaba katarak ve bunlara saygı göstererek eğitim ve öğretimi gerçekleştirmede çok sayıda model, yaklaşım ve teori vardır. Ülkemizde giderek popülaritesi artan yaklaşım, 'çoklu zekâ teorisi' olup, öğrenciler arası farklılıklar çoklu zekâ kavramı üzerinden modellenip, eğitim ve öğretime taşınmaktadır. Bu model ve yaklaşım, öğrenciler arasındaki farklılıkları anlamada, onlarca yaklaşımdan sadece biridir. Batı dünyasında en az çoklu zekâ teorisi kadar popüler olan ve uygulamaya girmeye başlayan 'çoklu mizaç ve kişilik' teorisi de, eğitim ve öğretimde zenginleştirici bir yaklaşım olarak kullanılmaktadır. Her bir yaklaşımın kendi içinde rekabet eden çok sayıda teoriye sahip olduğu da unutulmamalıdır. Meselâ zekâ ve akıl konusunda çok sayıda zihin-beyin teorileri ortaya atılmıştır. Çünkü insanın eğitim ve öğretimi sadece zekâ kavramıyla veya zekâ çeşitlerinin çokluğuyla açıklanamayacak kadar komplekstir. 'Çoklu zekâ' ve 'üçlü zekâ' teorileri bunlardan biridir. Her bir teori, bütüncül olmaktan uzak olup, sadece kısmî doğrular ihtiva etmektedir. İnsanda sadece zekâ değil; akıl, kalb, hisler, lâtifeler, vicdan, iç istekler, ruh, sır gibi yüzlerce donanım ve fakülte de bulunmaktadır. Öğrencilerde gözlenen bütün problemleri, bir tür zekâ çeşidinin azlığı veya çokluğu ile açıklamaya çalışmak veya insanlara çekici gelsin diye her şeyi sadece zekâ ile izah etmek, hem Allah'ın kudretine, hem de insanın çok boyutlu yapısına saygısızlık olur. Bununla beraber öğrencilerin öğrenmelerindeki farklılıkları ve ilgi alanlarındaki çeşitliliği hesaba katmada, çoklu zekâ teorisi yaklaşımı önemli bir yoldur, ama her şey değildir. Eğitimde kullanılan her türlü kategorize edici yaklaşımın, bazı şeyleri çok iyi açıklarken, bazı şeyleri de yok ettiğini veya maskelediğini unutmamak gerekir.

İnsanın bütüncül, kompleks ve çok boyutlu dinamik bir sistem olduğunu dikkate aldığımızda, çoğulcu yaklaşım ve metodolojileri kullanarak daha sağlıklı bir eğitim ve öğretim yapmak daha kolay hâle gelir. İnsanlar farklı olduğundan terbiye, eğitim, öğretim usûlleri de farklı olmak zorundadır. Farklı mizaçlara ve farklı kabiliyetlere sahip çocukların eğitim ve öğretiminde tek tip yaklaşımları ve sınırlı metotları kullanmak, sahip olduğumuz potansiyelin farkına varmamak mânâsına gelir. Bu açıdan, eğitim ve öğretim tarzlarının çeşitliliği bir hak olduğu gibi, insanın farklılıklarını anlama ve modellemede, çok sayıda farklı kavram ve yaklaşımları kullanmak da haktır ve doğrudur.

Bu bakımdan, 'çoklu zekâ' teorisini kendi kültürümüz açısından bir eğitim ve öğretim modeli olarak görmek yanlış olacaktır. İnançlarımız ve mânevî dünyamızla muhtemel bir tezat yaşamama noktasında çoklu zekâ teorisinden daha doğru bir yaklaşım 'Çoklu kabiliyetler (melekeler), mizaç ve kişilikler teorisi'dir. Bu model, çok boyutlu, çok tabakalı, dinamik ve uyum sağlayıcı, öğrenen bir sistem olan insanda, tabiî olarak çok sayıda potansiyel kabiliyet, eğilim, his (duygu), lâtife ve bunları işleten çok sayıda donanım (cihaz) bulunduğunu kabul eden bir yaklaşıma dayanır. İnsanın maddî-mânevî bütün kabiliyetleriyle bütünlüğünün korunması ve sağlıklı, sürdürülebilir bir hayat seviyesini tutturabilmesi, onun çoklu kabiliyetlerinin fark edilip, eğitim ve öğretim sürecinde bu farklı kabiliyetlere göre, hayata hazırlanmasına ve bunun millî bir eğitim politikasına dönüştürülmesine bağlıdır. Bu model, sağlıklı ‘ben’ler (fertler ) olmadan sağlıklı bir toplum olamayacağı paradigmasını da destekleyen bir yaklaşımdır. 'Çoklu kabiliyet modeli' yaklaşımı, eğitimin mümkün olduğunca hızlı bir şekilde, ferdî farklılıklara ve çoklu kabiliyetlere saygı göstererek, küçük gruplar hâlinde veya kişiye has eğitim-öğretim yol haritaları çizilerek yapılması gerektiği anlayışını da temel bir vizyon olarak beraberinde getirir.

Bu modelde kullanılan temel kavramlardan birkaçının mânâsını görelim:
İnsan: İnsan, biyolojik, psikolojik, zihnî, sosyo-kültürel, tarihî, ahlâkî ve ruhî varlık boyutlarını içinde barındıran kompleks bir ekosistemdir. Her bir insanın, kendine has ihtiyaçları, hakları, sağlıklı, sağlıksız durumları vardır. Sağlıklı insan, bu yedi tabakalı yapısını birlikte denge içinde geliştirebilen ve bu boyutlar arasında uyumlu bir birlik ve bütünlük oluşturabilen insandır. İnsanın bu farklı yönlerini bir arada tutan yapı ise, ondaki benlik duygusu veya egodur.

Mizaç: Kişinin doğuştan genetik yapısı ve ruhî potansiyelleriyle getirmiş olduğu meyiller ve kabiliyetler olup, çocukta zihnî, hissî ve psiko-motor aktivitelerin farklı ifade ve kullanılma tarzları olarak kendini gösterir. Mizaç, doğuştan gelen, algı temelli, nörogenetik, nöro-anatomik ve biyolojik özelliklerdir.

Karakter:
Doğuştan çocuğun mizaç potansiyelinde var olan eğilimler, kabiliyetler, insanî ve ahlâkî değerler ile, anne-baba ve yakın çevresinin ona öğrettiği ve kazandırdığı alışkanlıkların karşılıklı münasebeti neticesinde, onda şekillenen alışkanlık, tutum, davranışlar ve nesneleri kullanma tarzlarıdır. Karakterin bir kısmı mizaçla birlikte doğuştan gelirken, büyük bir kısmı, sonradan eğitim, öğretim ve terbiye yoluyla çocuğa kazandırılır. Bu açıdan her çocuğun yaratılışından gelen ve korunması gereken insanî değerleri, güzel ahlâk ve karakterleri vardır.

Kişilik: Mizaç ve karakterin karışımından doğan, buluğ çağından itibaren insanda belirgin olmaya başlayan ve kişinin zihnî, hissî ve psiko-motor tutum ve davranışlarıyla kendini gösteren, o kişiyi hem nev'i şahsına münhasır yapan, hem de onu bazı insanlarla ortak ve benzer kılan ayırt edici ve gruplayıcı özelliklerdir.

Zihin-beyin sistemi (dimağ): İnsanın biyolojik varlığındaki temel düzenleyici ve organize edici fonksiyonların merkezidir. Bu fonksiyonlar insanın merkezî sinir sistemiyle alâkalı olduğundan "dimağ" olarak da tarif edilir. İnsanda beynin anatomik farklılıkları ve bölümleri, aynı zamanda farklı fonksiyonlara da karşılık gelir. Bu açıdan beyin, yapı ve fonksiyon bakımından mükemmel bir birlik ve bütünlük sergiler. Bu yapı günümüzdeki, triune (üç merkezli) beyin teorisinin de ilhâm kaynağını teşkil eder. Ruhumuzun icraatı için sadece bir sebep olarak bağlantı kurduğu beynimizdeki zihnî faaliyetler, ağırlıklı olarak beynin farklı bölümlerinde yoğunlaştırılmıştır. Neokorteks bölümünde mücerret (soyut) zihnî işlemler, limbik sistemde duygular ve bunlarla bağlantılı işlemler; arka beyin sisteminde ise yeme, içme, hareket gibi işlemler daha ağırlıklı ve baskındır.

Kabiliyet (meleke, istidat): İnsanın doğuştan getirmiş olduğu potansiyeller olup, bunlar kültürümüzde "meleke", "istidat", "kuvve" ve "lâtife" olarak da tarif edilir. İnsan bunlara doğuştan çok farklı seviyelerde sahip olarak doğar. İnsandaki potansiyel kabiliyetlerin açığa çıkması, kullanıma sokulması ve geliştirilmesi, onun zihnindeki üç yönlü zekâsını değişik kombinasyonlarda kullanmasıyla mümkün olur.

Zekâ: İnsanın zihin-beyin sisteminde işleyen, çabuk anlayıp, hızlı ve yerinde cevap verme, problem çözme ve uyum sağlama kapasitesidir. Zekâ, akıl yürütme, anlama ve kavrama kabiliyetidir. Bu kabiliyetin ölçülmesinde, istidadın kapasitesi, gücü ve onu kullanabilme zamanı iki kritik parametredir. Zekâ katsayısı (IQ) olarak tarif edilen kavram, performansı ölçer. Yani kişinin karşılaştığı sorulara ve stresli şartlara, kendini koruyacak ve başarılı olmasını sağlayacak şekilde cevap vermesi veya uyum sağlaması için harcadığı zaman, onun zekâ kapasitesini verimli kullanabilme seviyesiyle doğru orantılıdır. Aklın temel motoru ve mekanizması olan zekâ, üç yönlü bir bütündür. Bunlar, analitik zekâ, tasarım, yenilik ve çeşitlilik üreten zekâ ve pratik-uygulayıcı zekâ olarak da tarif edilir. Bu şekilde üç dereceli bölünme, zihnin üç bölümlü bir düzen ve mimarisine işaret eder. Her insanda bulunan herhangi bir kabiliyet ortaya çıkarken, bu zekânın üç bölümünün de rol oynadığı görülür.

Akıl: İnsanın doğruyu, iyiyi ve güzeli bir arada düşünebilmesi ve tercih edebilmesidir. Akıl, insanın düşünme, anlama, muhakeme ve ayırt etme kuvveti veya melekesidir. "Akıl" denilen cihazın çalıştırılmasında onlarca his, lâtife ve kabiliyet iş görür. Değişik insan modellerinde aklın merkezi dimağ (zihin-beyin sistemi) veya kalb olarak kabul edilir. Aklın merkezinin kalb kabul edildiği modellerde, akıl, hak ile bâtılı, iyi ile kötüyü ayırt edebilen bir "nur" ve "cevher" olarak tarif edilir. Her insanda doğuştan var olan akıl potansiyeline fıtrî akıl denirken, sonradan öğrenilerek bilgi ve tecrübelerle gelişen akla ise, tecrübî veya pratik akıl denir. Akıl ayrıca kullanıldığı alana bağlı olarak dünyevî akıl (seküler) ve uhrevî akıl (irfan ve ilimle, Allah sevgisi ve marifetiyle terbiye olmuş) olmak üzere de ikiye ayrılır. Modern bilimde ise akıl, düşünen ve muhakeme eden akıl, duygulanan ve hisseden akıl ve yapan-uygulayan anlamında, pratik akıl olmak üzere üç boyuttan oluşur.

İnsan hakkında yüzlerce teori ve yaklaşımın ortaya atıldığı ve her birinin değişik derecelerde doğrular ihtiva ettiği bir dünyada, sağlıklı bir eğitim ve öğretim yapmak, çoğulcu, bütüncül ve sistemci yaklaşımları benimsemeyi mecburî hâle getirmiştir. Her okulun, gücü ve kapasitesi nispetinde çeşitli eğitim ve öğretim modellerini ve terbiye usûllerini kullanması, çağın gereğidir. Bir okulun böyle bir sentezi gerçekleştirebilmesi için ise, eğitimde çok sık kullanılan temel kavramların tariflerini ve kavramların birbiriyle münasebetlerini ortak akıl ve mutabakat içinde kendi öğretmen ve yöneticilerinin zihninde yeniden inşa etmesi ön şarttır. Temel kavramlar ve prensiplerin muhteva ve sınırlamaları konusunda mutabakat sağlandıktan sonra, okul eğitim sektöründe kendisi için belirlediği vizyon ve misyonu gerçekleştirmek için, mümkün olduğunca farklı yaklaşım ve usûlü, kendi eğitim ve öğretim metotları arasına dahil etmelidir. Böyle bir çoğulcu yaklaşımın benimsenmesinde kilit nokta, "İnsan nedir?" sorusunun cevabını doğruya en yakın şekilde vermektir. Onun mâhiyeti, özne ve nesne olma seviyeleri, hür iradesi, şuuru, benliği (ego), aklı, zekâsı, idrakı, öğrenme, düşünme ve anlama melekeleri, kalb, vicdan, istidat ve kabiliyetleri, lâtifeleri, hisleri, sezgi ve iç istekleri, nefsi, tutku ve ihtirasları daha başlangıçta çözüme kavuşturulması gereken donanımlarıdır. Bunlarda sağlanabilecek mânâ ve muhteva konusundaki mutabakat, o okulun eğitim ve öğretiminin sağlık ve verimlilik derecesini belirleyecektir.
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:22
Quo vadis?
mustakar - avatarı
mustakar
VIP VIP Üye
14 Mart 2010       Mesaj #4
mustakar - avatarı
VIP VIP Üye
Yetenek Nedir
1 . Bir kimsenin bir şeyi anlama veya yapabilme niteliği, kabiliyeti:
"Gençleri yeteneklerine göre işe yöneltmeli."- .
2 . Bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve doğuştan gelen güç, kapasite.
3 . eğitim bilimi Kişinin kalıtıma dayanan ve öğrenmesini çerçeveleyen sınır.
4 . eğitim bilimi Dışarıdan gelen etkiyi alabilme gücü.

Zekâ:

İnsanın zihin-beyin sisteminde işleyen, çabuk anlayıp, hızlı ve yerinde cevap verme, problem çözme ve uyum sağlama kapasitesidir. Zekâ, akıl yürütme, anlama ve kavrama kabiliyetidir. Bu kabiliyetin ölçülmesinde, istidadın kapasitesi, gücü ve onu kullanabilme zamanı iki kritik parametredir. Zekâ katsayısı (IQ) olarak tarif edilen kavram, performansı ölçer. Yani kişinin karşılaştığı sorulara ve stresli şartlara, kendini koruyacak ve başarılı olmasını sağlayacak şekilde cevap vermesi veya uyum sağlaması için harcadığı zaman, onun zekâ kapasitesini verimli kullanabilme seviyesiyle doğru orantılıdır. Aklın temel motoru ve mekanizması olan zekâ, üç yönlü bir bütündür. Bunlar, analitik zekâ, tasarım, yenilik ve çeşitlilik üreten zekâ ve pratik-uygulayıcı zekâ olarak da tarif edilir. Bu şekilde üç dereceli bölünme, zihnin üç bölümlü bir düzen ve mimarisine işaret eder. Her insanda bulunan herhangi bir kabiliyet ortaya çıkarken, bu zekânın üç bölümünün de rol oynadığı görülür.
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:22
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
17 Şubat 2013       Mesaj #5
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
ZEKA MI YETENEK Mİ?
Bahçelerde dolaşmaktan hoşlanıyorsunuz. Boş vakitlerinizde bulmaca çözersiniz. Müzik dinlemeden bir gününüz geçmez. Spor yaptığınızda yaşadığınızı hissediyorsunuz. Dini konular ilginizi çekiyor. Boş bir sayfayı rahatlıkla çeşitli resimlerle doldurabilirsiniz. Gittiğiniz kurlarla hemen İngilizceyi öğreniverdiniz. Değişik bir ortama girdiğinizde insanlarla rahatlıkla konuşup sohbet edebilirsiniz. Yazarak düşüncelerinizi daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz. Bütün bu sıralanan işler insanın tercihleridir. Tercihlerinin şekil almasını da yetenekleri, becerileri, doğuştan getirdiği özellikleri belirler. Peki zeka bu işlerin neresinde? Hiçbir yerinde eğitim verenler hiçbir yerinde. Peki biz bunları yani becerilerimizi, yeteneklerimizi, tercihlerimizi "ZEKÂ" olarak ifade edersek ne olur? Hiçbir şey olmaz. Ama gerçekten hiçbir şey olmaz. Çünkü bütün herkes bilir ki zekâ 12 yaşına kadar son sürat gelişir. 20 yaşına kadar gelişmeye devam eder. 20 yaşından sonra gelişmesi çok zordur. Yaşlandıkça zeka düzeyimiz düşer hatta yaşlandıkça çocuklaşır, geriye dönmeye her yönden küçülmeye başlarız. Bu yüzden becerilerimize, yeteneklerimize "ZEKÂ" demek bence çok büyük bir hakarettir. Çünkü yeteneğimiz olan bir iş, yıllarla çabalarımızın sonucunda meyvesini verir. Bir ressam yeteneğini yıllar boyunca tuvallerin ardında çalışarak ortaya çıkarır. Bir müzisyen belki de 70'li yaşlarında en önemli bestesini yapar.

Terlemeden, üretmeden, zaman harcamadan hiçbir yetenek insanlığın yararına bir şey sunamaz. Yetenek yaşlanmaz, aksine yaşlandıkça parıldar, zekâ gibi sönmez, hatta yokolmaz. Picasso, 90'ında nefis eserler veriyordu. Goethe "Dr. Faustus'u 80'inden sonra kaleme aldı. Verdi, "Otello" 'yu 73 yaşında, "Falstaff" 'ı 80 yaşında bitirdi. Mikelanj, 80'li yaşlarında hâlâ yaratıyordu. İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90'ını geçtikten sonra bile yazdı. Türk yetenek dehalarının yıllanmış yaşlarının ürünlerine hepimiz tanığız. Peki bu sanatçıları "ZEKÂ" ile nasıl sınırlandırıp ifade edeceğiz. İşte çoklu zekâ kuramı burada çürütülmüş oluyor.

Peki gelişmekte olan ülkeler için böyle albenili, cafcaflı sözlerle süslenmiş zekâ çeşitlerinin zararı ne olabilir? İşte bu cevap inanın ki insan aklını durduracak cinsten bir yoruma dayanıyor. Biz çocuklarımızı eğitirken, yönlendirirken, olumlu yönde gelişmelerini isterken hep gelişimi hedefleriz. Eğer çocuklarımızı zekâ kategorilerine göre sınıflandırırsak, Ahmet adlı öğrencinin müzik zekâsı yoksa ne yapalım yokmuş, deyip kabul etmemiz istenmektedir. Ya da Ayşe'nin resim zekâsı, beden-spor zekâsı yok, ne yapalım o da spor yapmayıversin, diyebilmenin önünü açıyor. Yıllarca "TAM ÖĞRENME" modeli ile insanlara süslü süslü cümleler kuran eğitim kuramcıları bu kuramın ne denli yanlış olduğunu irdeleyip ifade etmek yerine bu kuramın tam tersi bir teori ile günü kurtarmaya çalışıyor. Bizim eğitim camiasının da çok hoşuna giden ÇOKLU ZEKÂ TEORİSİ zaten kitaplara bile yansıyamayacak kadar havada bir teori olduğu için Allah'tan okul kitaplarına giremedi. Hâlâ bazı özel okullar çoklu zeka teorisini çığırtkanlığını yaparak ebeveynlerin gözünü boyamaya çalışıyor. Tabi ki aklın yolu bir olduğu için, teorinin pratiğinin olmadığı, gelişime dayalı bir öğrenme modeli olmadığı er geç anlaşılacaktır.

Zekânın yeteneğe göre tek bir üstün yanı var. O da kimilerince hata payları olduğu kabul edilse bile yine de uluslararası boyutta ölçülebilir olmasıdır. Anlattığımız yetenekleri ölçme ihtimalimiz sıfır olduğuna göre subjektif olarak yetenek ve becerilerimizi "zekâ" kelimesi ile birlikte anmamızda gerçekten anlamsızdır. Zekâ, her türlü problem çözme sürecinde bireyin ortaya koyduğu performansın ölçümünün sonucudur. Bir sonuç olarak karşımızda durur. İster kabul ederiz, ister etmeyiz. Ama bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, zaman ve emek harcadığımızda bizi ölümsüzleştiren yeteneklerimiz eğitim alanlarda mutlaka geliştirilmelidir.
Alınterinin kutsallığıyla eğitim alanlar tanıştırılmalı, yaşı büyük ama heyecanı çocuk Fikret OTYAMLARLA, 65'inden sonra yazmaya başlayan eski mimar Aydın BOYSANLARLA, 90'ına merdiven dayamış Haldun DORMENLERLE yeteneğin yüceliği, eğitimin yaşamak kadar uzun soluklu olduğu yaşan örneklerle tekrar tekrar anlatılmalıdır.
Son düzenleyen Safi; 14 Ekim 2017 00:23
NAGİHAN - avatarı
NAGİHAN
Ziyaretçi
28 Mayıs 2015       Mesaj #6
NAGİHAN - avatarı
Ziyaretçi
Tabi çalışmayla bazı yetenekleri geliştirebilirsiniz.Ancak doğuştan kabiliyetli insanlar vardır.topa vurmasını öğrenebilirsin,orta yapmasını da fakat kabiliyetli oyuncular gıbı asla çalım atamazsın,oyunu yönlendiremezsin.
saha da lider olamazsın.İşte bunlar sonradan kazanılan yetenekler olamıyor.Allah vergisi yetenek lazım.

Benzer Konular

19 Nisan 2017 / BÜŞRA KAYA Cevaplanmış
4 Kasım 2011 / Misafir Cevaplanmış
21 Ekim 2011 / Misafir Cevaplanmış
9 Nisan 2014 / ysravc Soru-Cevap
23 Şubat 2013 / Misafir Soru-Cevap