Arama

Halk edebiyatını yaşatan unsurlar nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 8 Kasım 2018 Gösterim: 7.008 Cevap: 2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
31 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Halk edebiyatını yaşatan unsurlar nelerdir?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
Anadolu Halk Edebiyatı doğası gereği başlangıcı bilinmeyen, ama varlığını bugün de sürdüren bir sözlü geleneğin içinde oluşmuştur. Sözlü geleneğin temelinde şiir vardır. Şiir, ölçülü ve kafiyeli örneklerin dışında, şiirsel özelliklerini değişik oranlarda kaybetmiş olan masal, efsane, halk hikâyesi gibi anlatılarla da varlığı hissettirir...
Halk Edebiyatı sözlü gelenekte yaşatılan (yaratıcısı belli olan ya da olmayan) bütün ürünleri kapsar. Adı bilinsin ya da bilinmesin halk şâiri beslendiği kaynakların (din, gelenek, günlük yaşam) yönlendirmesiyle ya mutlak güzelliğe (Allah) ulaşma çabasına ya da günlük yaşamın güzelliklerini, zevklerini anlatır, arzularına dramatik bir dille vurgular ve çarpıklıkları yergiyle gözler önüne serer. Bu bakımdan ele aldığımızda Halk Edebiyatı ürünlerinin özünde örnek değerler ve ahlâk anlayışı yattığını düşünebiliriz.
Sponsorlu Bağlantılar

Yaratıcısı belli olmayan sözlü gelenek ürünlerini kapsayan Anonim Halk Edebiyatı, hem biçim hem de içerik yönünden halk şâirlerinin esin kaynağıdır. Bireysel yaşamın toplumsallaşmış örnekleri olan anonim ürünler, 'çeşitli düzeylerde iletişim sağlamak'la işlevini yerine getirdiğini kanıtlar. Anadolu halkının dünya görüşü yanında, estetik modeller de bu Anonim Halk Edebiyatı'nın içinde var olur. Uzun süreli bir toplumsal yaşayışla birlikte şekil almaya başlayan Halk Edebiyatı, bir milletin ayrıntısı ve kabası olarak ilerler. Ayrıntılar da, önemli olaylar da edebiyatın içinde yuva yapar kendine. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Divan Edebiyatı'na tepkiler yoğunlaşırken, halk edebiyatından nasıl yararlanılabileceği de tartışılmaya başlanmıştı. 20. yüzyılın basımda edebiyatı ulusallaştırması ve çağdaşlaştırması çalışmaları sırasında Halk Edebiyatı'ndan biçim, tür ve dil konusunda edebi geleneği, diğer yönlerden ise sosyal değerlendirebilmek adına yararlanılmıştır.

Oluşumu Nasıldır?

Halk Edebiyatı, İslamiyet Öncesi Sözlü Türk Edebiyatı'nın Müslüman Türk halkı arasındaki devamıdır asıl olarak. İslamiyet'ten sonraki Türk Halk Edebiyatı dil ve kültür, meydana geldiği çevre ve ideoloji bakımdan İslamiyet Öncesi Edebiyatı'ndan büyük farklılıklar gösterse de şekil, duyuş, düşünüş ve anlatış bakımdan büyük ölçüde geçmişe bağlıdır. Halk Edebiyatı'nın dili Türk halkı arasında yaşayan konuşma dilidir. Bu dile Divan Edebiyatı'nda olduğu gibi Arapça, Farsça sözcükler ve terkipler (tamlamamalar) karışmıştır. İslamiyet'i kabul ettikten sonra Türkler'in yaşamında yer olan dini kelime ve kavramların yerine, İslam Medeniyeti'ne ait terimler almaya başlamıştır. Bu terimler dilin bünyesine türlü şekillerde girmişler ve öylesine benimsenmişlerdir ki neredeyse Türkçeleşmeye başlamışlardır. Esas olarak Türk Halk Edebiyatı'nda İslamiyet Öncesi olan pek çok unsur da İslamiyet'in düşünüş şekliyle ve yaşattığı değerlerle kaynaştırılarak yeniden ele alınmıştır. İşlenen, değiştirilen, şekillendirilen ve toplumun inanç sistemine uygun hale getirilen bu eserlerin yüzyıllarca yaşamasında toplumsallaştırılma büyük rol oynamıştır.

Hece Ölçüsü Nedir?

Halk Edebiyatı'nın nazım birimi İslamiyet Öncesi Türk Şiiri'nde olduğu gibi dörtlüktür. Kafiyesi ise Türk şiirinin âdeta tabii uyağı olan hece ölçüsüdür. Halk Edebiyatı çevresinde yazılmış şiirlerde 7'li 8'li ve 11'li hece ölçüsü kalıpları kullanılmıştır.

Türk şiirinin bilinen en eski örneklerinden beri var olduğu onaylanmış olan hece ölçüsü, dizedeki hece sayısını belirler. İlk dizede kaç hece varsa, sonraki dizeler de aynı sayıda heceden olmak, oluşmak ya da oluşturulmak zorundadır. Belirli sayıda heceden oluşan ve kelime sonuna rastlatılan 'durak'lar özellikle çok heceli kalıplarda sıkça görülür. Türk şiirinde tarih boyunca 5 (duraksız), 6 (duraklı), 7 (4+3 duraksız), 8 (4+4 duraksız), 11 (6+5, 4+4+3) heceli kalıplar kullanılmıştır. Divan şâirlerince parmak hesabı (vezn-i benan) denerek küçümsenen hece ölçüsü 20. yüzyılın başında Mehmet Emin Yurdakul ve Rıza Tevfik Bölükbaşı önderliğinde, Türkçülük akımının da etkisiyle milli edebiyat ve cumhuriyet dönemlerinde tercih edilir oldu. Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dranas durakları bir yana bırakarak, hecenin ahenk olanağını ya da olanaklarını aradılar.

Şiir Tekniği Nedir?
Halk şiirinin tekniğiyse iki tür belirler: Biri anonim nitelikteki 'mani', diğeri her tür konun anlatımına elverişli olan 'koşma'. Maniler genellikle, bahar bayramlarında, kış sohbetlerinde, imece usulü çalışmalarda, bir mal satarken söylenirdi. İstanbul âşık kahveleriyse, mâni düzme yarışma alanlarının başlıcalarındandı. Kimi halk hikâyelerinde âşık, hikâyesi arasına maniler sıkıştırırdı. Manicilerin ezberlerindeki manilerin yanı-sıra, yeni ve özgün maniler de türettikleri olurdu. Bir nevi doğaçlama sahnesi yaratılırdı, 'atışma' diyebileceğimiz ortam sayesinde.
Maniler dört dizeden oluşur ve hece ölçüsünün 7'li kalıbına uygundur. Kendine özgür bir ezgiyle söylenir ve kafiye yapısı genellikle "aa x a" şeklinde düzenlenir. Maniler biçim özelliklerine göre; düz mani (7 heceli), kesik mani (ilk dize yerine anlamlı ya da anlamsız bir kelime vardır), cinaslı mani (dize sonlarında yer alır) türlerine ayrılır. Bir düz mani örneği verelim;

Bura Yemen'dir
Gülü çemendir
Giden gelmeyor
Acep nedendir

Koşma, halk şiirinde genel olarak şiir anlamında kullanılmıştır. Halk şâiri lirizmini ve hazcı coşkusunu, tutkulu duyarlığını yansıtan koşmalarda belli başlı bazı temaları işler; sevgilinin güzelliği, karşısındakine duyulan hayranlık, ondan ayrı oluşun verdiği acı ya da ona kavuşmanın coşkusu, yiğitlerin düşman karşısında gösterdiği kahramanlıklardan duyulan gurur, maddi zevklerden sıyrılıp Tanrı'yla özdeş olma isteği, bireysel ve toplumsal çarpıklıkları hoş görü sınırları içinde iğneleme yoluyla anlatmak...

Şâirin son dörtlükte mahlasını her zaman vererek bireysel bir eserin söz konusu olduğunu vurguladığı koşma, bir yandan halkın somut yaşamına ışık tutarken, bir yandan da yaşamın yeniden örgütlenmesinin ipuçlarını verir. Koşmalar genellikle 3 - 8 dörtlükten oluşur ve hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla düzenlenir. Kafiye yapılarında da belirli düzen vardır (aaba veya abcb - cccb - dddb).

Koşma biçimsel özelliklerine göre de ayrılır; düz koşma (klasik koşma), musamma koşma (dize ortalarında kafiye), ayaklı koşma (ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü, diğer dörtlüklerin son dizesinden sonra eklenen kısa dize), zincirleme koşma (dörtlüğün son kelimesinin, diğer dörtlüğün başında tekrarlanması).

Koşmalar işledikleri konuya göre; koçaklama ya da yiğitleme, güzelleme, taşlama, ağıt gibi adlar alır. Din ve tasavvuf konusunu işleyen ve özel bir ezgiyle söylenen koşmalara genel olarak 'ilahi' denir. 'Genel olarak' yazmış olmamın sebebi kimi tarikatların bu türe ayrı isim veriyor olmasıdır.

Bir koşma parçası örneği, Karac'oğlan der ki...

İlk akşamdan vardım kavil yerine
Önce gördüm kömür gözlüm gelmedi
Bilmem gaflet bastı yattı uyudu
Bilmem o yâr bize küstü gelmedi

Benim yârim gide gide donandı
İkrar verdi cahil gönlüm inandı
Ay da geldi orta yeri dolandı
Seherin yelleri esti gelmedi

Unuttu mu ahdı amanı netti
Başın alıp gayri diyara gitti
Benim mecbur olduğumu farketti
Zalım garaz itti kaçtı gelmedi

Karaca'oğlan der ki devranın döndü
Gönlüm yücedeydi engine indi
Seherin yelleri şafağın bendi
Hanı usul boylu sunam gelmedi

Ne Tür Eserler Verilmiştir?
Halk Edebiyatı'nın başlıca ürünleri halk hikâyeleri, masallar, fıkralar, destanlar, ağıtlar, efsaneler, türküler ve bilmecelerdir. Başlıca olan bu ürünlerin dışında, başlıca olmayan birçok ürün daha vardır. Ancak hem bu ürünler, hem de Halk Edebiyatı'nın geri kalan kısmındaki ürünleri ayrı ayrı mercek altına alarak incelemek gerekmektedir.

Halk Edebiyatı'nın dallarından biri olan anonim edebiyat; sözlü edebiyat geleneğine bağlı destan, halk hikâyesi, masal, fıkra, efsane, atasözü, alkış, kargış, tekerleme, türkü, mani, karagöz, ortaoyunu gibi ürünleri kapsar. Bunların anonim olarak değerlendirilmesi, ya yaratıcılarının bilinememesinden ya da ortaklaşa bir çaba ürünü olarak kabul edilmesinden ileri gelmektedir.

Masal
Klasik masallar olağanüstü ve gerçeküstü olayların, doğaüstü varlıkların dünyasını yansıtan anlatılardır. Masallarda, göreli bir evrensellik kazandırmak için, olaylar çoğu zaman belirli olmayan bir yerde ve zamanda geçmişçesine gösterilir. Masallara eklenen tekerlemeler, bir yönüyle bu durumu vurgulamak için söylenmiştir. Masallar daha çok saray ve çevresini konu alır; bu, halkın ulaşılamaz beklenti isteklerini yansıttığı gibi, kimi anıştırmalarla da bu çevreye yönelttiği eleştirileri içerir. Masallarda zaman zaman halktan kişilerin de yer alması (Keloğlan masallarında olduğu gibi), saray-halk karşıtlığındaki tercihin hangi yönde olduğuna açıklık getirir. Kahramanları insan gibi davranan ve konuşan hayvan olan alegorik (yerinel) masallar; insanın bilinçsizliklerini, çeşitli zaaflarını, hatalarını belirli bir ahlâk dersi eşliğinde gözler önüne serer. Hemen her masal, pratik bir ahlâk dersine uygun düşecek bir kurgu içerir.
Masallar karşıtlıklar, çatışmalar üzerine kurulur, ama bu kurgunun sonu genellikle mutlulukla gerçekleşir: kötüler cezasını görüp iyiler isteklerine kavuşur -iyilerin isteklerinin başında çoğu zaman sevgili gelir.
Masalların derlemesi ve yeniden üretilmesi konusunda Türk masal dinleyicileri farklı yollar izlemişlerdir. Pertev Naili Boratav, Umay Güney ve Saim Sakaoğlu gibi kimi derleyiciler masalda özgün anlatımı korurken, kimileri de derledikleri masalları edebi kaygıyla kendi anlatım tekniklerine uygun biçimde yeniden yazmışlardır, Eflâtun Cem Güney, Nâki Tezel ve Tahir Alangu gibi.

Gençlikte mi Yoksa Kocalıkta mı?
Zamanın birinde Erzurum'un köylerinde çok zengin bir adam varmış, çok kuvvetli zenginmiş. Bu adamın iki oğlu ile itikatlı bir karısı varmış. Bu adam bir gece rüyasında bir ses işitir.

"Mehmet Ağa, sana üç belâ gelecek, gençlikte mi istersin, ihtiyarlıkta mı?"
Bir gece görmüş, bir şey değil. Adam... bir rüya... Ertesi gece gelmiş, yine aynı şeyleri söylemiş:
"Mehmet Ağa, sana üç belâ gelecek, gençlikte mi istersin, ihtiyarlıkta mı?"
Uzatmayalım kâmeti, kopartırız kıyâmeti, üçüncü gece karısına der ki:
"Ben üç gecedir böyle görüyorum, sen ne dersin?
"İhtiyarlıkta ne olur, bize ne gelirse gençlikte gelsin."

Fıkra
Fıkra, dozu iyi ayarlanmış bir güldürü ekseni çerçevesinde oluşmuştur. Kısa olmasına rağmen yoğun bir anlatımın yakalanması sadece ama sadece nüktenin vurgusuna ve değerine bağlıdır. Anlatıcıdan canlı, kıvrak bir dilin yanında, nükteyi çarpıcı biçimde aktarma ustalığı da beklenir. Ancak dinleyicilerin de nükteyi anlayıp değerini verebilecek zekâ ve olgunluk düzeyine erişmiş olması gerekir.
Fıkralar genellikle kimi özellikleriyle sivrilmiş halk tipleri (Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş), topluluk ya da bölge temsilcileri (Bektâşi, Laz, Kayserili), toplumsal konumlarıyla anılan kişiler (öğrenci, karı-koca, öğretmen) etrafında oluşmuştur. 13. yüzyıl Halk bilgesi Nasreddin Hoca'nın (1208 - 1284) kişiliği çevresinde oluşan fıkralar Türk toplumunun eleştiri-yergi gücünü, hazır cevaplılığını, nüktedanlığını ve sağduyusunu simgeler. 17. yüzyılda yaşamış olan İncili Mustafa Çavuş adı çevresinde oluşan fıkralar, padişahı bile çekinmeden alaya alır. Yine 17. yüzyılda ayyaşlığıyla ün salmış olan Bekri Mustafa fıkralarının çoğu 4. Murad'ın koyduğu içki yasağına duyulan tepkiyi yansıtır. Kahramanı her zaman bir Bektâşi olan fıkralar, bir yandan dinin biçimsel kural ve yasaklarıyla alay eder, öte yandan ise kalenderce bir yaşamın savunuculuğunu yapar. Bunlardan başka, kimi ünlü tarihi kişilerin komik serüvenlerini ve hazırcevaplıkları da fıkralaşmıştır. Bu isimler arasında akla ilk gelen Koca Ragıp Paşa'dır.

Destan
Destanlar, İslamiyet'ten önce ve İslamiyet'ten sonra olmak üzere iki bölüme ayrılır. Genel olarak bakıldığında Halk Edebiyatı'nda olay anlatımına en elverişli türün destan olduğu görülür. Bunları ulusların eski kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı destanlardan, yani 'epope'lerden ayırmak gerekir. Destanlar her şeyden önce toplumsal tepkiyi dile getirir. Önceleri toplumu yakından ilgilendiren ya da derinden etkileyen savaş, ayaklanma, kıtlık, deprem, yangın gibi trajik ve dramatik olaylar konu edilmiş olsa da (Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı) zamanla cimrilik, korkaklık, züğürtlük, mirasyedilik (Selimi'nin Mirasyedi Destanı), çapkınlık gibi üzücü ya da gülünç durumlar ve hattâ hattâ pire, sivrisinek, tahtakurusu, uyuz gibi mizahi formlar üzerine de destan söylenir olmuştur. Koşma biçimiyle ve hece ölçüsüyle (11'li ya da 8'li) düzenlenen destanlarda kendilerine özgü bir ezgiyle söylenmektedir.

Alp Er Tonga
Bu Türk deglerinde atı belgülüg
Tonga Alp Er erdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglik ukuşlug budun kördümi

Ne ödrüm ne ködrüm ne ersig eren
Ajunda tetig er yidi bu cihan
Tejikler ayur anı Efrâsiyâb
Bu Efrâsiyâb tuttı iller talab

"Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbâli ayân-beyan olan Tonga Alper Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi; bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zâten âlemde ferâsetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Efrâsiyâb derler, bu Efrâsiyâb akınlar salıp ülkeler zaptetmiştir"

Ağıt
Ağıt yakma geleneği, Orta Asya Türkleri'nde ölüm nedeniyle düzenlenen ve 'yuğ' olarak isimlendirilen törenlerinde söylenen 'sagu'lara kadar uzanır. Bugün, özellikle Orta ve Güney Anadolu'da, Afşarlar ve Türkmenler'de, ağıtçılar (bunlar çoğu zaman kadındır) ölen kimseler için, belirli geleneksel davranışlar eşliğinde ağıt yakarlar. Genellikle 8'li ya da 11'li hece ölçüsüyle dörtlükler hâlinde düzenlenip özel bir ezgiyle söylenen ağıtlarda, acı toplumsallaştırılır ve kişioğlu yüceltilir. Ölenin kişinin ağzından söylenen ağıt ya da ağıt kısımları da vardır. Ağıtçılar dışında âşıklar da önemli bir kimsenin ölümü ya da savaş, kıtlık, yıkım gibi olaylara tanıklık etmek üzere ağıt düzmüşlerdir.

Hasan Öldü Zannı ile Aldı Köroğlu
Keşki gelmeyeydin Çin'in iline
Bir oğlumun ölüşüne ne dersin
Kara bayrak dikilir Çamlıbel'ime
Koç Hasan'ın ölüşüne ne dersin

Ufak ufak kar serpeler başıma
Kara kuru şeyler girdi düşüme
Hayıf oldu koç yiğidin başına
Bir oğlumun ölüşüne ne dersin

Gökte melek dayanamaz zarıma
Felek nasıl kıydın ömrüm varına
Gülüzar'ı aldım bir evlâdıma
Aldım amma ölüşüne ne dersin

Gözlerimden kan yaş döküp ağladım
Ciğerciğim pâre pâre doğradım
Koç Hasan'ı Çin'de şehid eyledim
Öz evlâdım ölüşüne ne dersin

Köroğlu'yum geldim Çin'in iline
El uzattım has bağçanın gülüne
Çin Maçin Şahınun kızın oğluma
Aldım amma ölüşüne ne dersin

Türkü
Türkü, Türkî (Türksel, Türk insanına özgü,) sözcüğünün halksallaştırılmış biçimidir. Halk Edebiyatı'nda bireysel ve toplumsal bir sevinci ya da üzüntüyü ezgili biçimde anlatmak için hece ölçüsüyle oluşturulan bir şiir türüdür Türkü. Anadolu türkülerinin en eski örnekleri 16. yüzyıla kadar gider.

Türküler mani ve koşmalardan ezgileriyle ayrılır, ne var ki türküye özgür bir ezgiyle söylenince bir mani ya da koşma da türkü sayılır.
Türkünün belirgin özelliklerinden biri anonim oluşudur. Bununla birlikte âşıkların söyledikleri türküler de vardır. Yaşamın her evresinde insanoğlunun yaşadığı ya da tanık olduğu her türlü iyi (aşk, düğün, doğa sevgisi, zafer...) ve kötü olay, olgu, durum (ölüm, hicran, felaketler, salgın hastalıklar) Anadolu insanının duyarlığından süzülüp türküleşmiştir.

Burçak Tarlası
Şu dağın ardında silâh sesi var
Silâh sesi değil gelin yası var
Varın sorun güveye kaç tarlası var

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Elimi saldırdım değdi dikene
Ben ileniyorum burçak ekene
İlâhi kaynana ömrün tükene

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Sabah erken kalktım sütü pişirdim
Sütün kaymağını yere taşırdım
Burçak tarlasında aklım şaşırdım

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Elimin kınasın hamur ettiler
Gözümün sürmesini çamur ettiler
Bir günlük gelindim zehir ettiler

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Efsane
Efsane ile masalı, hattâ bazen halk hikâyesini birbirinden ayırmak oldukça zordur. Ancak bu durumda kimi belirleyici ayrımlardan söz edilebilir. Efsanelerde anlatılanların masalların aksine genellikle gerçek olaylara dayandığı kabul edilir. Ayrıca efsaneler, her türlü üslup kaygısından uzak ve sadece bilgi aktarıp bilinç uyandırmak amacıyla anlatılmıştır. Efsaneler mitolojik, yaratılış, tarihi gerçek, dinsel içerikte olabilir.
Kimi olağanüstü varlıklar ve durumları konu edinen efsaneler de vardır, "Boş Beşik" bu efsanelerden biridir. Türk efsanelerinde en belirgin doğaüstü varlık 'tepegöz' ya da 'camgöz' olarak anılan mitoloji karakteridir. Kimi eski efsanelerin çağdaş bakış açısıyla yeniden yazanlar olmuştur, bunların arasında günümüzde hâlen yazmayı sürdüren Yaşar Kemal de vardır. Yaşar Kemal'in "Binboğalar Efsanesi" yeniden yazıma iyi bir örnektir.

Yerding Pütkeni (Altay Efsanesine Göre Yerin Yaradılışı)
Evvelce ancak su vardı; yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir 'kişi' vardı. Bunlar kara kaz şekline girip su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. 'Kişi' rüzgâr çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su serpti. Bu 'kişi' kendisinin Tanrı'dan büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu; "Tanrı, bana yardım et" diye bağırmaya başladı. Tanrı "yukarı çık!" dedi, o da sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle buyurdu: "Sağlam bir taş olsun!" suyun dibinden bir taş çıktı. Tanrı ile 'kişi taşın üzerine oturdular. Tanrı 'kişi'ye: "Suya dal, oradan toprak çıkar!" dedi. Kişi suyun dibinden toprak çıkarıp Tanrı'ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun üzerine atarak "yer olsun (yer bütsün)!" dedi...

Bilmeceler
Bilmeceler halk arasında, oyun, şaka gibi bir eğlence olmanın ötesinde bir tür zekâ ve bilgi ölçme aracıydı. Anadolu Aleviliği'nde topluluğa girmeyi hedefleyen adaylara bilmeceli şiirler okunur ve onlardan cevapları bilmeleri istenirdi. (Fütüvvet örgütünde de buna benzer bir gelenek olduğu bilinmektedir.)

Bilmeceler, her yerde her zaman rastlanan varlıklar ve kavramlar üzerine kurulur. Bu varlıkların ve kavramların somut ya da soyut özelleri çeşitli mecaz ve istiarelerle anlatılır. Pek çok bilmece kulağa hoş gelmesi ve kolayca ezberlenebilmesi için manzume biçimde düzenlenmiştir. Ölçü (genellikle 4lü ve 8'li gece kalıbı) ve kafiye gibi ilkelerin uygulandığı bilmeceler gerçekte kalıplaşmış sorulardır. Ayrıca birçok bilmecede mani biçimi kullanılmıştır, ama beyit yapısında oluşturulan bilmeceler de vardır.

Yakın zaman kadar Anadolu'nun çeşitli yörelerinde uzun kış geceleri eğlencelerinde ya da imece usulü yapılan işler arasında hoşça vakit geçirmek amacıyla değişik bilmeceler sorulur, gerektiğinde birkaç ipucu verilerek karşı taraftan bilmecenin cevabı bulması istenirdi.

Günümüzde eğlence araç ve yöntemlerinin çoğalması bilmecelerin işlevini daraltmıştır. Ancak öğretimde bugün de zihin çalıştırma aracı olarak bilmeceden yararlanılmaktadır.

Kuyu
Kuyunun içinde suyu
Suyun içinde yılan
Yılanın ağzında mercan
...
Kaş ile gözden yakın
Söylenen sözden yakın

Halk Hikâyeleri
Anadolu'da 16. yüzyıldan sonra hikâyeci âşıklar köy odalarında, düğünlerdeki erkek meclislerinde ve kasabaların ya da kentlerin kahvehanelerinde (âşık kahveleri) saz eşliğinde hikâyeler anlatmaya başladılar. Geçen zaman içinde söz konusu hikâyelerde destanların oluşumundaki tarihsel olaylar ve koşullar, yerini giderek yaşanılan dönemin gerçeklerine bıraktı.

Âşık geleneğinin neredeyse bütün özelliklerini yansıtan sevgi hikâyeleri; âşıkların biyografileri (Âşık Garip, Ercişli ile Selvihan, Kerem ile Aslı) ve halkın belleğinde yer etmiş toplumsal, tarihsel bir olay ya da sevilerek okunan masal, efsane, menkıbe türü kitaplardan seçilmiş kimi bölümler (Tahir ile Zühre, Asuman ile Zeycan, Arslan Bey, Elif ile Mahmud) üzerine temellendirilir. Kahramanlık hikâyelerinin ekseni ulaşılamayan bir sevgiliyi elde etmek için girişilen mücadeleyi anlatır; Köroğlu ve Kulları, Celali Bey ile Mehmed Bey ya da Kirmanşah örneklerinde olduğu gibi. Bu hikâyelerin dramatik kurgusu, aynı zamanda hikâyenin sonunu da belirler: Sevgililer ya engelleri aşarak birbirlerine kavuşurlar ya da ancak ölüm onları vuslata ulaştırır.

Halk hikâyelerinde olayların düzyazı biçiminde anlatılması, hem anlatıcıya hem de dinleyiciye büyük kolaylık sağlar. Araya serpiştirilen türkülerse âşığa sazı ve sözüyle sanatını gösterme olanağını bahşeder.
Hikâyeci âşıklar özellikle Doğu Anadolu ve Güney Anadolu (Erzurum, Kars, Artvin, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep...) yöre düğünlerinde, ramazan ayı boyunca kahvelerde, uzun kış gecelerinde köy odalarında kimi ekleme ve çıkarmalarla klasikleşmiş halk hikâyelerini anlatmayı bugün de sürdürmektedir.

Kerem'le Aslı'nın Kayseri'de Karşılaşmaları
(Aldı Aslı)
İşte kırdım putum ile haçımı
Yedi yılda duydum senin acını
Şimdi nûş eyledim Hak din ilâcını
Aman Kerem beni rüsvay eyleme

(Aldı Kerem)
Yedi yıldır ne getürdün başıma
Genç yaşımda ağu katın aşıma
Sâil oldum düştüm senin peşine
Zâlim seni nice rüsvay etmeyim

BAKINIZ Halk Edebiyatı
Son düzenleyen Safi; 8 Kasım 2018 15:08
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
31 Ocak 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Anadolu Halk Edebiyatı doğası gereği başlangıcı bilinmeyen, ama varlığını bugün de sürdüren bir sözlü geleneğin içinde oluşmuştur. Sözlü geleneğin temelinde şiir vardır. Şiir, ölçülü ve kafiyeli örneklerin dışında, şiirsel özelliklerini değişik oranlarda kaybetmiş olan masal, efsane, halk hikâyesi gibi anlatılarla da varlığı hissettirir...
Halk Edebiyatı sözlü gelenekte yaşatılan (yaratıcısı belli olan ya da olmayan) bütün ürünleri kapsar. Adı bilinsin ya da bilinmesin halk şâiri beslendiği kaynakların (din, gelenek, günlük yaşam) yönlendirmesiyle ya mutlak güzelliğe (Allah) ulaşma çabasına ya da günlük yaşamın güzelliklerini, zevklerini anlatır, arzularına dramatik bir dille vurgular ve çarpıklıkları yergiyle gözler önüne serer. Bu bakımdan ele aldığımızda Halk Edebiyatı ürünlerinin özünde örnek değerler ve ahlâk anlayışı yattığını düşünebiliriz.
Sponsorlu Bağlantılar

Yaratıcısı belli olmayan sözlü gelenek ürünlerini kapsayan Anonim Halk Edebiyatı, hem biçim hem de içerik yönünden halk şâirlerinin esin kaynağıdır. Bireysel yaşamın toplumsallaşmış örnekleri olan anonim ürünler, 'çeşitli düzeylerde iletişim sağlamak'la işlevini yerine getirdiğini kanıtlar. Anadolu halkının dünya görüşü yanında, estetik modeller de bu Anonim Halk Edebiyatı'nın içinde var olur. Uzun süreli bir toplumsal yaşayışla birlikte şekil almaya başlayan Halk Edebiyatı, bir milletin ayrıntısı ve kabası olarak ilerler. Ayrıntılar da, önemli olaylar da edebiyatın içinde yuva yapar kendine. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Divan Edebiyatı'na tepkiler yoğunlaşırken, halk edebiyatından nasıl yararlanılabileceği de tartışılmaya başlanmıştı. 20. yüzyılın basımda edebiyatı ulusallaştırması ve çağdaşlaştırması çalışmaları sırasında Halk Edebiyatı'ndan biçim, tür ve dil konusunda edebi geleneği, diğer yönlerden ise sosyal değerlendirebilmek adına yararlanılmıştır.

Oluşumu Nasıldır?

Halk Edebiyatı, İslamiyet Öncesi Sözlü Türk Edebiyatı'nın Müslüman Türk halkı arasındaki devamıdır asıl olarak. İslamiyet'ten sonraki Türk Halk Edebiyatı dil ve kültür, meydana geldiği çevre ve ideoloji bakımdan İslamiyet Öncesi Edebiyatı'ndan büyük farklılıklar gösterse de şekil, duyuş, düşünüş ve anlatış bakımdan büyük ölçüde geçmişe bağlıdır. Halk Edebiyatı'nın dili Türk halkı arasında yaşayan konuşma dilidir. Bu dile Divan Edebiyatı'nda olduğu gibi Arapça, Farsça sözcükler ve terkipler (tamlamamalar) karışmıştır. İslamiyet'i kabul ettikten sonra Türkler'in yaşamında yer olan dini kelime ve kavramların yerine, İslam Medeniyeti'ne ait terimler almaya başlamıştır. Bu terimler dilin bünyesine türlü şekillerde girmişler ve öylesine benimsenmişlerdir ki neredeyse Türkçeleşmeye başlamışlardır. Esas olarak Türk Halk Edebiyatı'nda İslamiyet Öncesi olan pek çok unsur da İslamiyet'in düşünüş şekliyle ve yaşattığı değerlerle kaynaştırılarak yeniden ele alınmıştır. İşlenen, değiştirilen, şekillendirilen ve toplumun inanç sistemine uygun hale getirilen bu eserlerin yüzyıllarca yaşamasında toplumsallaştırılma büyük rol oynamıştır.

Hece Ölçüsü Nedir?

Halk Edebiyatı'nın nazım birimi İslamiyet Öncesi Türk Şiiri'nde olduğu gibi dörtlüktür. Kafiyesi ise Türk şiirinin âdeta tabii uyağı olan hece ölçüsüdür. Halk Edebiyatı çevresinde yazılmış şiirlerde 7'li 8'li ve 11'li hece ölçüsü kalıpları kullanılmıştır.

Türk şiirinin bilinen en eski örneklerinden beri var olduğu onaylanmış olan hece ölçüsü, dizedeki hece sayısını belirler. İlk dizede kaç hece varsa, sonraki dizeler de aynı sayıda heceden olmak, oluşmak ya da oluşturulmak zorundadır. Belirli sayıda heceden oluşan ve kelime sonuna rastlatılan 'durak'lar özellikle çok heceli kalıplarda sıkça görülür. Türk şiirinde tarih boyunca 5 (duraksız), 6 (duraklı), 7 (4+3 duraksız), 8 (4+4 duraksız), 11 (6+5, 4+4+3) heceli kalıplar kullanılmıştır. Divan şâirlerince parmak hesabı (vezn-i benan) denerek küçümsenen hece ölçüsü 20. yüzyılın başında Mehmet Emin Yurdakul ve Rıza Tevfik Bölükbaşı önderliğinde, Türkçülük akımının da etkisiyle milli edebiyat ve cumhuriyet dönemlerinde tercih edilir oldu. Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Muhip Dranas durakları bir yana bırakarak, hecenin ahenk olanağını ya da olanaklarını aradılar.

Şiir Tekniği Nedir?
Halk şiirinin tekniğiyse iki tür belirler: Biri anonim nitelikteki 'mani', diğeri her tür konun anlatımına elverişli olan 'koşma'. Maniler genellikle, bahar bayramlarında, kış sohbetlerinde, imece usulü çalışmalarda, bir mal satarken söylenirdi. İstanbul âşık kahveleriyse, mâni düzme yarışma alanlarının başlıcalarındandı. Kimi halk hikâyelerinde âşık, hikâyesi arasına maniler sıkıştırırdı. Manicilerin ezberlerindeki manilerin yanı-sıra, yeni ve özgün maniler de türettikleri olurdu. Bir nevi doğaçlama sahnesi yaratılırdı, 'atışma' diyebileceğimiz ortam sayesinde.
Maniler dört dizeden oluşur ve hece ölçüsünün 7'li kalıbına uygundur. Kendine özgür bir ezgiyle söylenir ve kafiye yapısı genellikle "aa x a" şeklinde düzenlenir. Maniler biçim özelliklerine göre; düz mani (7 heceli), kesik mani (ilk dize yerine anlamlı ya da anlamsız bir kelime vardır), cinaslı mani (dize sonlarında yer alır) türlerine ayrılır. Bir düz mani örneği verelim;

Bura Yemen'dir
Gülü çemendir
Giden gelmeyor
Acep nedendir

Koşma, halk şiirinde genel olarak şiir anlamında kullanılmıştır. Halk şâiri lirizmini ve hazcı coşkusunu, tutkulu duyarlığını yansıtan koşmalarda belli başlı bazı temaları işler; sevgilinin güzelliği, karşısındakine duyulan hayranlık, ondan ayrı oluşun verdiği acı ya da ona kavuşmanın coşkusu, yiğitlerin düşman karşısında gösterdiği kahramanlıklardan duyulan gurur, maddi zevklerden sıyrılıp Tanrı'yla özdeş olma isteği, bireysel ve toplumsal çarpıklıkları hoş görü sınırları içinde iğneleme yoluyla anlatmak...

Şâirin son dörtlükte mahlasını her zaman vererek bireysel bir eserin söz konusu olduğunu vurguladığı koşma, bir yandan halkın somut yaşamına ışık tutarken, bir yandan da yaşamın yeniden örgütlenmesinin ipuçlarını verir. Koşmalar genellikle 3 - 8 dörtlükten oluşur ve hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla düzenlenir. Kafiye yapılarında da belirli düzen vardır (aaba veya abcb - cccb - dddb).

Koşma biçimsel özelliklerine göre de ayrılır; düz koşma (klasik koşma), musamma koşma (dize ortalarında kafiye), ayaklı koşma (ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü, diğer dörtlüklerin son dizesinden sonra eklenen kısa dize), zincirleme koşma (dörtlüğün son kelimesinin, diğer dörtlüğün başında tekrarlanması).

Koşmalar işledikleri konuya göre; koçaklama ya da yiğitleme, güzelleme, taşlama, ağıt gibi adlar alır. Din ve tasavvuf konusunu işleyen ve özel bir ezgiyle söylenen koşmalara genel olarak 'ilahi' denir. 'Genel olarak' yazmış olmamın sebebi kimi tarikatların bu türe ayrı isim veriyor olmasıdır.

Bir koşma parçası örneği, Karac'oğlan der ki...

İlk akşamdan vardım kavil yerine
Önce gördüm kömür gözlüm gelmedi
Bilmem gaflet bastı yattı uyudu
Bilmem o yâr bize küstü gelmedi

Benim yârim gide gide donandı
İkrar verdi cahil gönlüm inandı
Ay da geldi orta yeri dolandı
Seherin yelleri esti gelmedi

Unuttu mu ahdı amanı netti
Başın alıp gayri diyara gitti
Benim mecbur olduğumu farketti
Zalım garaz itti kaçtı gelmedi

Karaca'oğlan der ki devranın döndü
Gönlüm yücedeydi engine indi
Seherin yelleri şafağın bendi
Hanı usul boylu sunam gelmedi

Ne Tür Eserler Verilmiştir?
Halk Edebiyatı'nın başlıca ürünleri halk hikâyeleri, masallar, fıkralar, destanlar, ağıtlar, efsaneler, türküler ve bilmecelerdir. Başlıca olan bu ürünlerin dışında, başlıca olmayan birçok ürün daha vardır. Ancak hem bu ürünler, hem de Halk Edebiyatı'nın geri kalan kısmındaki ürünleri ayrı ayrı mercek altına alarak incelemek gerekmektedir.

Halk Edebiyatı'nın dallarından biri olan anonim edebiyat; sözlü edebiyat geleneğine bağlı destan, halk hikâyesi, masal, fıkra, efsane, atasözü, alkış, kargış, tekerleme, türkü, mani, karagöz, ortaoyunu gibi ürünleri kapsar. Bunların anonim olarak değerlendirilmesi, ya yaratıcılarının bilinememesinden ya da ortaklaşa bir çaba ürünü olarak kabul edilmesinden ileri gelmektedir.

Masal
Klasik masallar olağanüstü ve gerçeküstü olayların, doğaüstü varlıkların dünyasını yansıtan anlatılardır. Masallarda, göreli bir evrensellik kazandırmak için, olaylar çoğu zaman belirli olmayan bir yerde ve zamanda geçmişçesine gösterilir. Masallara eklenen tekerlemeler, bir yönüyle bu durumu vurgulamak için söylenmiştir. Masallar daha çok saray ve çevresini konu alır; bu, halkın ulaşılamaz beklenti isteklerini yansıttığı gibi, kimi anıştırmalarla da bu çevreye yönelttiği eleştirileri içerir. Masallarda zaman zaman halktan kişilerin de yer alması (Keloğlan masallarında olduğu gibi), saray-halk karşıtlığındaki tercihin hangi yönde olduğuna açıklık getirir. Kahramanları insan gibi davranan ve konuşan hayvan olan alegorik (yerinel) masallar; insanın bilinçsizliklerini, çeşitli zaaflarını, hatalarını belirli bir ahlâk dersi eşliğinde gözler önüne serer. Hemen her masal, pratik bir ahlâk dersine uygun düşecek bir kurgu içerir.
Masallar karşıtlıklar, çatışmalar üzerine kurulur, ama bu kurgunun sonu genellikle mutlulukla gerçekleşir: kötüler cezasını görüp iyiler isteklerine kavuşur -iyilerin isteklerinin başında çoğu zaman sevgili gelir.
Masalların derlemesi ve yeniden üretilmesi konusunda Türk masal dinleyicileri farklı yollar izlemişlerdir. Pertev Naili Boratav, Umay Güney ve Saim Sakaoğlu gibi kimi derleyiciler masalda özgün anlatımı korurken, kimileri de derledikleri masalları edebi kaygıyla kendi anlatım tekniklerine uygun biçimde yeniden yazmışlardır, Eflâtun Cem Güney, Nâki Tezel ve Tahir Alangu gibi.

Gençlikte mi Yoksa Kocalıkta mı?
Zamanın birinde Erzurum'un köylerinde çok zengin bir adam varmış, çok kuvvetli zenginmiş. Bu adamın iki oğlu ile itikatlı bir karısı varmış. Bu adam bir gece rüyasında bir ses işitir.

"Mehmet Ağa, sana üç belâ gelecek, gençlikte mi istersin, ihtiyarlıkta mı?"
Bir gece görmüş, bir şey değil. Adam... bir rüya... Ertesi gece gelmiş, yine aynı şeyleri söylemiş:
"Mehmet Ağa, sana üç belâ gelecek, gençlikte mi istersin, ihtiyarlıkta mı?"
Uzatmayalım kâmeti, kopartırız kıyâmeti, üçüncü gece karısına der ki:
"Ben üç gecedir böyle görüyorum, sen ne dersin?
"İhtiyarlıkta ne olur, bize ne gelirse gençlikte gelsin."

Fıkra
Fıkra, dozu iyi ayarlanmış bir güldürü ekseni çerçevesinde oluşmuştur. Kısa olmasına rağmen yoğun bir anlatımın yakalanması sadece ama sadece nüktenin vurgusuna ve değerine bağlıdır. Anlatıcıdan canlı, kıvrak bir dilin yanında, nükteyi çarpıcı biçimde aktarma ustalığı da beklenir. Ancak dinleyicilerin de nükteyi anlayıp değerini verebilecek zekâ ve olgunluk düzeyine erişmiş olması gerekir.
Fıkralar genellikle kimi özellikleriyle sivrilmiş halk tipleri (Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş), topluluk ya da bölge temsilcileri (Bektâşi, Laz, Kayserili), toplumsal konumlarıyla anılan kişiler (öğrenci, karı-koca, öğretmen) etrafında oluşmuştur. 13. yüzyıl Halk bilgesi Nasreddin Hoca'nın (1208 - 1284) kişiliği çevresinde oluşan fıkralar Türk toplumunun eleştiri-yergi gücünü, hazır cevaplılığını, nüktedanlığını ve sağduyusunu simgeler. 17. yüzyılda yaşamış olan İncili Mustafa Çavuş adı çevresinde oluşan fıkralar, padişahı bile çekinmeden alaya alır. Yine 17. yüzyılda ayyaşlığıyla ün salmış olan Bekri Mustafa fıkralarının çoğu 4. Murad'ın koyduğu içki yasağına duyulan tepkiyi yansıtır. Kahramanı her zaman bir Bektâşi olan fıkralar, bir yandan dinin biçimsel kural ve yasaklarıyla alay eder, öte yandan ise kalenderce bir yaşamın savunuculuğunu yapar. Bunlardan başka, kimi ünlü tarihi kişilerin komik serüvenlerini ve hazırcevaplıkları da fıkralaşmıştır. Bu isimler arasında akla ilk gelen Koca Ragıp Paşa'dır.

Destan
Destanlar, İslamiyet'ten önce ve İslamiyet'ten sonra olmak üzere iki bölüme ayrılır. Genel olarak bakıldığında Halk Edebiyatı'nda olay anlatımına en elverişli türün destan olduğu görülür. Bunları ulusların eski kahramanlık hikâyelerinin anlatıldığı destanlardan, yani 'epope'lerden ayırmak gerekir. Destanlar her şeyden önce toplumsal tepkiyi dile getirir. Önceleri toplumu yakından ilgilendiren ya da derinden etkileyen savaş, ayaklanma, kıtlık, deprem, yangın gibi trajik ve dramatik olaylar konu edilmiş olsa da (Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı) zamanla cimrilik, korkaklık, züğürtlük, mirasyedilik (Selimi'nin Mirasyedi Destanı), çapkınlık gibi üzücü ya da gülünç durumlar ve hattâ hattâ pire, sivrisinek, tahtakurusu, uyuz gibi mizahi formlar üzerine de destan söylenir olmuştur. Koşma biçimiyle ve hece ölçüsüyle (11'li ya da 8'li) düzenlenen destanlarda kendilerine özgü bir ezgiyle söylenmektedir.

Alp Er Tonga
Bu Türk deglerinde atı belgülüg
Tonga Alp Er erdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglik ukuşlug budun kördümi

Ne ödrüm ne ködrüm ne ersig eren
Ajunda tetig er yidi bu cihan
Tejikler ayur anı Efrâsiyâb
Bu Efrâsiyâb tuttı iller talab

"Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbâli ayân-beyan olan Tonga Alper Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi; bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zâten âlemde ferâsetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Efrâsiyâb derler, bu Efrâsiyâb akınlar salıp ülkeler zaptetmiştir"

Ağıt
Ağıt yakma geleneği, Orta Asya Türkleri'nde ölüm nedeniyle düzenlenen ve 'yuğ' olarak isimlendirilen törenlerinde söylenen 'sagu'lara kadar uzanır. Bugün, özellikle Orta ve Güney Anadolu'da, Afşarlar ve Türkmenler'de, ağıtçılar (bunlar çoğu zaman kadındır) ölen kimseler için, belirli geleneksel davranışlar eşliğinde ağıt yakarlar. Genellikle 8'li ya da 11'li hece ölçüsüyle dörtlükler hâlinde düzenlenip özel bir ezgiyle söylenen ağıtlarda, acı toplumsallaştırılır ve kişioğlu yüceltilir. Ölenin kişinin ağzından söylenen ağıt ya da ağıt kısımları da vardır. Ağıtçılar dışında âşıklar da önemli bir kimsenin ölümü ya da savaş, kıtlık, yıkım gibi olaylara tanıklık etmek üzere ağıt düzmüşlerdir.

Hasan Öldü Zannı ile Aldı Köroğlu
Keşki gelmeyeydin Çin'in iline
Bir oğlumun ölüşüne ne dersin
Kara bayrak dikilir Çamlıbel'ime
Koç Hasan'ın ölüşüne ne dersin

Ufak ufak kar serpeler başıma
Kara kuru şeyler girdi düşüme
Hayıf oldu koç yiğidin başına
Bir oğlumun ölüşüne ne dersin

Gökte melek dayanamaz zarıma
Felek nasıl kıydın ömrüm varına
Gülüzar'ı aldım bir evlâdıma
Aldım amma ölüşüne ne dersin

Gözlerimden kan yaş döküp ağladım
Ciğerciğim pâre pâre doğradım
Koç Hasan'ı Çin'de şehid eyledim
Öz evlâdım ölüşüne ne dersin

Köroğlu'yum geldim Çin'in iline
El uzattım has bağçanın gülüne
Çin Maçin Şahınun kızın oğluma
Aldım amma ölüşüne ne dersin

Türkü
Türkü, Türkî (Türksel, Türk insanına özgü,) sözcüğünün halksallaştırılmış biçimidir. Halk Edebiyatı'nda bireysel ve toplumsal bir sevinci ya da üzüntüyü ezgili biçimde anlatmak için hece ölçüsüyle oluşturulan bir şiir türüdür Türkü. Anadolu türkülerinin en eski örnekleri 16. yüzyıla kadar gider.

Türküler mani ve koşmalardan ezgileriyle ayrılır, ne var ki türküye özgür bir ezgiyle söylenince bir mani ya da koşma da türkü sayılır.
Türkünün belirgin özelliklerinden biri anonim oluşudur. Bununla birlikte âşıkların söyledikleri türküler de vardır. Yaşamın her evresinde insanoğlunun yaşadığı ya da tanık olduğu her türlü iyi (aşk, düğün, doğa sevgisi, zafer...) ve kötü olay, olgu, durum (ölüm, hicran, felaketler, salgın hastalıklar) Anadolu insanının duyarlığından süzülüp türküleşmiştir.

Burçak Tarlası
Şu dağın ardında silâh sesi var
Silâh sesi değil gelin yası var
Varın sorun güveye kaç tarlası var

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Elimi saldırdım değdi dikene
Ben ileniyorum burçak ekene
İlâhi kaynana ömrün tükene

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Sabah erken kalktım sütü pişirdim
Sütün kaymağını yere taşırdım
Burçak tarlasında aklım şaşırdım

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Elimin kınasın hamur ettiler
Gözümün sürmesini çamur ettiler
Bir günlük gelindim zehir ettiler

Ah ne yaman zormuş burçak yolması
Burçak tarlasında gelin olması

Efsane
Efsane ile masalı, hattâ bazen halk hikâyesini birbirinden ayırmak oldukça zordur. Ancak bu durumda kimi belirleyici ayrımlardan söz edilebilir. Efsanelerde anlatılanların masalların aksine genellikle gerçek olaylara dayandığı kabul edilir. Ayrıca efsaneler, her türlü üslup kaygısından uzak ve sadece bilgi aktarıp bilinç uyandırmak amacıyla anlatılmıştır. Efsaneler mitolojik, yaratılış, tarihi gerçek, dinsel içerikte olabilir.
Kimi olağanüstü varlıklar ve durumları konu edinen efsaneler de vardır, "Boş Beşik" bu efsanelerden biridir. Türk efsanelerinde en belirgin doğaüstü varlık 'tepegöz' ya da 'camgöz' olarak anılan mitoloji karakteridir. Kimi eski efsanelerin çağdaş bakış açısıyla yeniden yazanlar olmuştur, bunların arasında günümüzde hâlen yazmayı sürdüren Yaşar Kemal de vardır. Yaşar Kemal'in "Binboğalar Efsanesi" yeniden yazıma iyi bir örnektir.

Yerding Pütkeni (Altay Efsanesine Göre Yerin Yaradılışı)
Evvelce ancak su vardı; yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir 'kişi' vardı. Bunlar kara kaz şekline girip su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. 'Kişi' rüzgâr çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su serpti. Bu 'kişi' kendisinin Tanrı'dan büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu; "Tanrı, bana yardım et" diye bağırmaya başladı. Tanrı "yukarı çık!" dedi, o da sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle buyurdu: "Sağlam bir taş olsun!" suyun dibinden bir taş çıktı. Tanrı ile 'kişi taşın üzerine oturdular. Tanrı 'kişi'ye: "Suya dal, oradan toprak çıkar!" dedi. Kişi suyun dibinden toprak çıkarıp Tanrı'ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun üzerine atarak "yer olsun (yer bütsün)!" dedi...

Bilmeceler
Bilmeceler halk arasında, oyun, şaka gibi bir eğlence olmanın ötesinde bir tür zekâ ve bilgi ölçme aracıydı. Anadolu Aleviliği'nde topluluğa girmeyi hedefleyen adaylara bilmeceli şiirler okunur ve onlardan cevapları bilmeleri istenirdi. (Fütüvvet örgütünde de buna benzer bir gelenek olduğu bilinmektedir.)

Bilmeceler, her yerde her zaman rastlanan varlıklar ve kavramlar üzerine kurulur. Bu varlıkların ve kavramların somut ya da soyut özelleri çeşitli mecaz ve istiarelerle anlatılır. Pek çok bilmece kulağa hoş gelmesi ve kolayca ezberlenebilmesi için manzume biçimde düzenlenmiştir. Ölçü (genellikle 4lü ve 8'li gece kalıbı) ve kafiye gibi ilkelerin uygulandığı bilmeceler gerçekte kalıplaşmış sorulardır. Ayrıca birçok bilmecede mani biçimi kullanılmıştır, ama beyit yapısında oluşturulan bilmeceler de vardır.

Yakın zaman kadar Anadolu'nun çeşitli yörelerinde uzun kış geceleri eğlencelerinde ya da imece usulü yapılan işler arasında hoşça vakit geçirmek amacıyla değişik bilmeceler sorulur, gerektiğinde birkaç ipucu verilerek karşı taraftan bilmecenin cevabı bulması istenirdi.

Günümüzde eğlence araç ve yöntemlerinin çoğalması bilmecelerin işlevini daraltmıştır. Ancak öğretimde bugün de zihin çalıştırma aracı olarak bilmeceden yararlanılmaktadır.

Kuyu
Kuyunun içinde suyu
Suyun içinde yılan
Yılanın ağzında mercan
...
Kaş ile gözden yakın
Söylenen sözden yakın

Halk Hikâyeleri
Anadolu'da 16. yüzyıldan sonra hikâyeci âşıklar köy odalarında, düğünlerdeki erkek meclislerinde ve kasabaların ya da kentlerin kahvehanelerinde (âşık kahveleri) saz eşliğinde hikâyeler anlatmaya başladılar. Geçen zaman içinde söz konusu hikâyelerde destanların oluşumundaki tarihsel olaylar ve koşullar, yerini giderek yaşanılan dönemin gerçeklerine bıraktı.

Âşık geleneğinin neredeyse bütün özelliklerini yansıtan sevgi hikâyeleri; âşıkların biyografileri (Âşık Garip, Ercişli ile Selvihan, Kerem ile Aslı) ve halkın belleğinde yer etmiş toplumsal, tarihsel bir olay ya da sevilerek okunan masal, efsane, menkıbe türü kitaplardan seçilmiş kimi bölümler (Tahir ile Zühre, Asuman ile Zeycan, Arslan Bey, Elif ile Mahmud) üzerine temellendirilir. Kahramanlık hikâyelerinin ekseni ulaşılamayan bir sevgiliyi elde etmek için girişilen mücadeleyi anlatır; Köroğlu ve Kulları, Celali Bey ile Mehmed Bey ya da Kirmanşah örneklerinde olduğu gibi. Bu hikâyelerin dramatik kurgusu, aynı zamanda hikâyenin sonunu da belirler: Sevgililer ya engelleri aşarak birbirlerine kavuşurlar ya da ancak ölüm onları vuslata ulaştırır.

Halk hikâyelerinde olayların düzyazı biçiminde anlatılması, hem anlatıcıya hem de dinleyiciye büyük kolaylık sağlar. Araya serpiştirilen türkülerse âşığa sazı ve sözüyle sanatını gösterme olanağını bahşeder.
Hikâyeci âşıklar özellikle Doğu Anadolu ve Güney Anadolu (Erzurum, Kars, Artvin, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep...) yöre düğünlerinde, ramazan ayı boyunca kahvelerde, uzun kış gecelerinde köy odalarında kimi ekleme ve çıkarmalarla klasikleşmiş halk hikâyelerini anlatmayı bugün de sürdürmektedir.

Kerem'le Aslı'nın Kayseri'de Karşılaşmaları
(Aldı Aslı)
İşte kırdım putum ile haçımı
Yedi yılda duydum senin acını
Şimdi nûş eyledim Hak din ilâcını
Aman Kerem beni rüsvay eyleme

(Aldı Kerem)
Yedi yıldır ne getürdün başıma
Genç yaşımda ağu katın aşıma
Sâil oldum düştüm senin peşine
Zâlim seni nice rüsvay etmeyim

BAKINIZ Halk Edebiyatı
Son düzenleyen Safi; 8 Kasım 2018 15:13
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Aralık 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

turkulerin olusumundaki unsurlar

Halk müziğimizi meydana getiren türkülerimiz toplumumuzun aynası­dır. Bu aynaya baktığımızda, toplumumuzun acısı, sevinci, kederi, aşkı, gurbeti vb. unsurları rahatlıkla görülebilir. Hasılı toplumumuzun duygu ve düşüncesinin dile gelme aracıdır türküler.

Türkülerimiz; kaynağından çıktığı gibi kalmamış, halkın dilinde ve telinde nakış işlenerek, özümlenerek, yorumlanarak yeni boyutlar kazan­mış, çeşitli değişikliklere uğrayarak ferdiliklerini kaybetmişler, derleyiciler aracılığıyla da... (read more)

Benzer Konular

3 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap
16 Ekim 2011 / Ziyaretçi Cevaplanmış
22 Ekim 2015 / Misafir Soru-Cevap
29 Aralık 2012 / Misafir Cevaplanmış
6 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap