Arama

Nasrettin Hoca'nın fiziksel özellikleri nasıldır?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 23 Nisan 2018 Gösterim: 9.436 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mayıs 2010       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nasrettin Hoca'nın fiziksel özellikleri nasıldır?
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Alıntıdaki Ek 66536
Türk esprisinin büyük zekâsı, tanınmış halk filozofumuz Nasreddin Hocayı, yalnız Türk toplumu değil, doğudan batıya her millet sever. Herkes, bu büyük halk filozofunun her devirde aktüalitesini koruyan, güzel fıkralarına hayrandır. Tarihî kaynakların verdiği bilgilere göre, Nasreddin Hoca, Anadolu Selçukluları devrinde, 1206 yılında, bugün Eskişehire bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğmuştur. İlk öğrenimini Hortuda bir süre babası Abdullah Hocanın medresesinde yapmış, çocukluk yıllarını Hortu da geçirmiştir. Söylentilere ve onun gerçek fıkralarından çıkarılan sonuçlara göre, Hortuda çıkan kıtlık yüzünden ailesi ile birlikte Sivrihisara yerleşmiş, öğrenimini burada sürdürmüştür. Sivrihisar, o zamanlar Selçuklu devrinin küçük, fakat şirin bir kasabasıdır. Küçük Nasreddin, minareyi ilk kez burada görmüş, arkadaşlarıyla hamama gitmiş, bahçelerden çağla yolmuştu. Onun, hamamdayken yumurtladıklarını söyleyen çocuklara karşı horoz taklidi yapması, ağaçtan meyve çalarken bahçe sahibinin yakalaması, (Ağaçta ne yapıyorsun?) sorusuna (Ben bülbülüm) diyerek bülbül gibi ötmesi, sonra da bahçe sahibine (kusura bakma, acemi bülbül bu kadar öter) cevabını vermesi, Sivrihisardaki çocukluk anıları arasındadır. Nasreddin Hoca bir zaman sonra, öğrenimini ilerletmek amacıyla, başşehir Konyaya yolcu olmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar
Nasreddin Hoca, Konyada bir medreseye yerleşmiş ve öğrenimine başlamıştır. O günlerde başından bir olay geçer. Şehirde bıçak taşıma yasağı vardır. Bir gece şehrin Subaşısı, Nasreddin Hocanın üzerinde koca bir kasatura bulunca, Nasreddin: (Kusura bakmayın!. Ben medrese öğrencisiyim. Bu kasatura ile de kitaplardaki yanlışları kazırım.) diye özür diler. Subaşının: (Bir yanlış için bu kadar uzun kasaturaya ne lüzum var?) demesi üzerine en güzel cevabı verir: (Kitaplarda bazen öyle yanlışlar var ki, bu kasatura bile az gelir!). Nasreddin Hocanın Konyada medrese öğrenimini tamamladıktan sonra, bir ara gölge kadılığı yaptığını görüyoruz. Gölge kadıları, tecrübeli hâkimlerin yanında çalışan ve bazı küçük davalara bakan kadı adaylarıdır. Odun kıran bir adamın karşısında (hınk) diyen birinin oduncudan hak istemesi, vermeyince mahkemeye baş vurması, Nasreddinin bu davayı görürken, bir kese parayı şıngırdatarak: (Hadi sen de paraların sesini al) diye hüküm vermesi, onun kadılık günlerindeki anılarından biridir. Bir süre sonra kadılıktan ayrılan, üstadı, büyük bilgin Seyid Mahmud Hayranînin Akşehire yerleşmesiyle Konyayı terk eden ve Akşehire göçen Nasreddin Hoca, artık kişiliğini bulmaya ve usta bir sosyolog gözüyle olaylara neşter vurmaya başlar. Nasreddin Hocayı bundan sonra, Akşehirde gösterişsiz yaşantısı içinde, dert çeken, uman, isteyen, efkârlanan, sonunda efkârını bir nüktede boğan bir halk adamı olarak görüyoruz.

Bir ziyafete yeni kürküyle gitmiş. gördüğü itibar üzerine (Ye kürküm ye!.) deyişinde insanı yalnızca dış görünüşü ile değerlendiren toplumun, doğuran kazan hikâyesinde aç gözlülüğün, Akşehir Gölüne yoğurt çalarken: (Göl yoğurt tutar mı?) diyenlere karşı: (Ya bir tutarsa!.) cevabındaki gerçek yönleri...
Bir gün kürsüye çıkıp ta: (Ey ahali ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?) diye sorduğunda, çevresindekilerden bazılarının "biliyoruz" bazılarının da "bilmiyoruz" cevabını vermeleri üzerine: (O halde bilenler bilmeyenlere öğretsin!.) diyerek kürsüden inmesi, az ders mi insanoğluna? Eğitimin temel yapısı, bilenin bilmeyene öğretmesi demek değil midir? Akşehirdeyken Moğol şehzadesi Keygatu ile aralarında geçen, sonraları yanlışlıkla Timura mal edilen olaylar, pek iyi bilinen fil hikâyeleri, Akşehirde medrese hocalığı yaptığı günlerde tanınmış mollası İmad ve yanından hiç ayırmadığı sevgili eşeği Bozoğlan, Nasreddin Hocanın yaşantısında önemini her zaman korumuştur.

Eşeğinden düştüğü zaman gülenlere: (Ne gülüyorsunuz yahu, düşmeseydim zaten inecektim) deyişi, yitirdiği eşeğini türkü söyleye söyleye ararken, bunun nedenini soranlara: (Bir umudum şu dağın ardında, orada da bulamazsam, o zaman seyredin bendeki ağıtı...) cevabını vermesi, onun renkli ve çok yönlü yaşantısının anekdotları arasında yer alır.

Nasreddin Hoca, Akşehirde evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Onun iki kızından Fatma Hatun ile Dürr-ü Melekin mezar taşları, son yıllarda bulunmuş ve Akşehir Müzesine kaldırılmıştır. Hani bir fıkrası vardır. Nasreddin Hoca bir gün, çeşmeden su doldurması için kızlarından birinin eline bir testi verir, sonra da testiyi kırmaması için sıkı sıkı tembih ederek yanağına bir tokat indirir. Bunu görenler Hocaya çıkışırlar (Kızın ne suçu vardı da tokatladın?) Hocanın cevabı ibret vericidir: (Testiyi kırmaması için... Kırdıktan sonra, tokat atmışım, atmamışım ne önemi var? Önceden vurursam, dikkat eder, kırmaz...) Mezar taşlarının birinin üzerinde Dürr-ü Melekin resmi de bulunmaktadır. Nasreddin Hoca, yaşının seksene yaklaştığı bir sırada, 1284 yılında Akşehirde ölmüş, mezarı üzerine altı sütuna oturan kubbeli bir türbe yaptırılmıştır. Kubbenin altında, Nasreddin Hocaya ait mermer bir sanduka görülür. Bu sandukanın baş tarafındaki kitabede, Hocanın ölüm tarihi olan 683 Hicri yılı, tuhaflık olsun diye ters yazılmıştır. Burada, her yönü açık olan Türbeyi kilitleyen Selçuklu devri kilidi, bir sembol olarak yer alır. Nasreddin Hocanın ölümü, onun yeniden doğumu olmuştur. Onun, toplumun temeline oturan sağlam fikir yapısı, her geçen yılla geçerli olmuş, yüzyıllar onu daha dinç, daha diri yapmış, şöhreti, Türkiye sınırlarını da aşarak dünyayı sarmıştır. Nasreddin Hoca bugün tüm insanlığın malıdır.

BAKINIZ Nasreddin Hoca
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2018 15:21
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
5 Mayıs 2010       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Ad:  hoca.JPG
Gösterim: 1165
Boyut:  147.8 KB
Türk esprisinin büyük zekâsı, tanınmış halk filozofumuz Nasreddin Hocayı, yalnız Türk toplumu değil, doğudan batıya her millet sever. Herkes, bu büyük halk filozofunun her devirde aktüalitesini koruyan, güzel fıkralarına hayrandır. Tarihî kaynakların verdiği bilgilere göre, Nasreddin Hoca, Anadolu Selçukluları devrinde, 1206 yılında, bugün Eskişehire bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğmuştur. İlk öğrenimini Hortuda bir süre babası Abdullah Hocanın medresesinde yapmış, çocukluk yıllarını Hortu da geçirmiştir. Söylentilere ve onun gerçek fıkralarından çıkarılan sonuçlara göre, Hortuda çıkan kıtlık yüzünden ailesi ile birlikte Sivrihisara yerleşmiş, öğrenimini burada sürdürmüştür. Sivrihisar, o zamanlar Selçuklu devrinin küçük, fakat şirin bir kasabasıdır. Küçük Nasreddin, minareyi ilk kez burada görmüş, arkadaşlarıyla hamama gitmiş, bahçelerden çağla yolmuştu. Onun, hamamdayken yumurtladıklarını söyleyen çocuklara karşı horoz taklidi yapması, ağaçtan meyve çalarken bahçe sahibinin yakalaması, (Ağaçta ne yapıyorsun?) sorusuna (Ben bülbülüm) diyerek bülbül gibi ötmesi, sonra da bahçe sahibine (kusura bakma, acemi bülbül bu kadar öter) cevabını vermesi, Sivrihisardaki çocukluk anıları arasındadır. Nasreddin Hoca bir zaman sonra, öğrenimini ilerletmek amacıyla, başşehir Konyaya yolcu olmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar
Nasreddin Hoca, Konyada bir medreseye yerleşmiş ve öğrenimine başlamıştır. O günlerde başından bir olay geçer. Şehirde bıçak taşıma yasağı vardır. Bir gece şehrin Subaşısı, Nasreddin Hocanın üzerinde koca bir kasatura bulunca, Nasreddin: (Kusura bakmayın!. Ben medrese öğrencisiyim. Bu kasatura ile de kitaplardaki yanlışları kazırım.) diye özür diler. Subaşının: (Bir yanlış için bu kadar uzun kasaturaya ne lüzum var?) demesi üzerine en güzel cevabı verir: (Kitaplarda bazen öyle yanlışlar var ki, bu kasatura bile az gelir!). Nasreddin Hocanın Konyada medrese öğrenimini tamamladıktan sonra, bir ara gölge kadılığı yaptığını görüyoruz. Gölge kadıları, tecrübeli hâkimlerin yanında çalışan ve bazı küçük davalara bakan kadı adaylarıdır. Odun kıran bir adamın karşısında (hınk) diyen birinin oduncudan hak istemesi, vermeyince mahkemeye baş vurması, Nasreddinin bu davayı görürken, bir kese parayı şıngırdatarak: (Hadi sen de paraların sesini al) diye hüküm vermesi, onun kadılık günlerindeki anılarından biridir. Bir süre sonra kadılıktan ayrılan, üstadı, büyük bilgin Seyid Mahmud Hayranînin Akşehire yerleşmesiyle Konyayı terk eden ve Akşehire göçen Nasreddin Hoca, artık kişiliğini bulmaya ve usta bir sosyolog gözüyle olaylara neşter vurmaya başlar. Nasreddin Hocayı bundan sonra, Akşehirde gösterişsiz yaşantısı içinde, dert çeken, uman, isteyen, efkârlanan, sonunda efkârını bir nüktede boğan bir halk adamı olarak görüyoruz.

Bir ziyafete yeni kürküyle gitmiş. gördüğü itibar üzerine (Ye kürküm ye!.) deyişinde insanı yalnızca dış görünüşü ile değerlendiren toplumun, doğuran kazan hikâyesinde aç gözlülüğün, Akşehir Gölüne yoğurt çalarken: (Göl yoğurt tutar mı?) diyenlere karşı: (Ya bir tutarsa!.) cevabındaki gerçek yönleri...
Bir gün kürsüye çıkıp ta: (Ey ahali ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?) diye sorduğunda, çevresindekilerden bazılarının "biliyoruz" bazılarının da "bilmiyoruz" cevabını vermeleri üzerine: (O halde bilenler bilmeyenlere öğretsin!.) diyerek kürsüden inmesi, az ders mi insanoğluna? Eğitimin temel yapısı, bilenin bilmeyene öğretmesi demek değil midir? Akşehirdeyken Moğol şehzadesi Keygatu ile aralarında geçen, sonraları yanlışlıkla Timura mal edilen olaylar, pek iyi bilinen fil hikâyeleri, Akşehirde medrese hocalığı yaptığı günlerde tanınmış mollası İmad ve yanından hiç ayırmadığı sevgili eşeği Bozoğlan, Nasreddin Hocanın yaşantısında önemini her zaman korumuştur.

Eşeğinden düştüğü zaman gülenlere: (Ne gülüyorsunuz yahu, düşmeseydim zaten inecektim) deyişi, yitirdiği eşeğini türkü söyleye söyleye ararken, bunun nedenini soranlara: (Bir umudum şu dağın ardında, orada da bulamazsam, o zaman seyredin bendeki ağıtı...) cevabını vermesi, onun renkli ve çok yönlü yaşantısının anekdotları arasında yer alır.

Nasreddin Hoca, Akşehirde evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Onun iki kızından Fatma Hatun ile Dürr-ü Melekin mezar taşları, son yıllarda bulunmuş ve Akşehir Müzesine kaldırılmıştır. Hani bir fıkrası vardır. Nasreddin Hoca bir gün, çeşmeden su doldurması için kızlarından birinin eline bir testi verir, sonra da testiyi kırmaması için sıkı sıkı tembih ederek yanağına bir tokat indirir. Bunu görenler Hocaya çıkışırlar (Kızın ne suçu vardı da tokatladın?) Hocanın cevabı ibret vericidir: (Testiyi kırmaması için... Kırdıktan sonra, tokat atmışım, atmamışım ne önemi var? Önceden vurursam, dikkat eder, kırmaz...) Mezar taşlarının birinin üzerinde Dürr-ü Melekin resmi de bulunmaktadır. Nasreddin Hoca, yaşının seksene yaklaştığı bir sırada, 1284 yılında Akşehirde ölmüş, mezarı üzerine altı sütuna oturan kubbeli bir türbe yaptırılmıştır. Kubbenin altında, Nasreddin Hocaya ait mermer bir sanduka görülür. Bu sandukanın baş tarafındaki kitabede, Hocanın ölüm tarihi olan 683 Hicri yılı, tuhaflık olsun diye ters yazılmıştır. Burada, her yönü açık olan Türbeyi kilitleyen Selçuklu devri kilidi, bir sembol olarak yer alır. Nasreddin Hocanın ölümü, onun yeniden doğumu olmuştur. Onun, toplumun temeline oturan sağlam fikir yapısı, her geçen yılla geçerli olmuş, yüzyıllar onu daha dinç, daha diri yapmış, şöhreti, Türkiye sınırlarını da aşarak dünyayı sarmıştır. Nasreddin Hoca bugün tüm insanlığın malıdır.

BAKINIZ Nasreddin Hoca
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2018 15:22

Benzer Konular

30 Kasım 2016 / babu123 Cevaplanmış
1 Aralık 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
30 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
23 Aralık 2009 / lazımmıydı? Cevaplanmış
11 Ekim 2012 / Misafir Cevaplanmış