Arama

Paragraf yazısı örnekleri verir misiniz?

Güncelleme: 13 Şubat 2020 Gösterim: 18.695 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mayıs 2012       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Paragraf yazısı örnekleri verir misiniz?
Son düzenleyen Safi; 13 Şubat 2020 16:34
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
13 Haziran 2012       Mesaj #2
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

Paragraf Yazısı Örnekleri

(Olay paragrafı)
- Bizimkiler! Bizimkiler!
Sponsorlu Bağlantılar
diye bağırarak uyandı. Doğruldu. Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar. Limana baktı. Hakikaten, kalenin karşısına bir donanma gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı. Gözlerini açtı. Kalbi hızla çarpmağa başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi. Kenara yanaşıyorlardı. Gözlerine inanamadı. "Acaba rüyam devam mı ediyor?" şüphesine düştü. Fakat, uyanıkken rüya görülür müydü? Kanaat getirmek için elini ısırdı. Yerden sivri bir taş parçası aldı. Alnına vurdu. Evet, işte hissediyordu. Uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyurken, donanma, burnun arkasından birdenbire ortaya çıkmış olacaktı. Sevinçten, hayretten dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Kenara çıkan bölükler, elle­rinde al bayrak, kalenin etrafına doğru ilerliyorlardı. Birden kemikleri çatır-dadı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kenara doğru koştu, koştu... Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendile­rine doğru koştuğunu görünce:
- Dur!
diye bağırdılar, İhtiyar durmadı; bağırdı: -Ben Türk'üm, oğullar, ben Türk'üm!
(Ömer Seyfettin, Forsa)
(Fikir Paragrafı)
Eskiden dağlara işe yaramaz yerler olarak bakılırmış. Türkiye'nin büyük bir kısmı dağlarla kaplıdır. Fakat dağlar da, bakılırsa bir gıda ve servet deposu hâline getirilebilir. Tabiat kendiliğinden dağları, ormanlar ve hayvanlarla süslemiştir. Dağlarda yaşayan vatandaşlarımız, kendi bildikle­rine göre orman ve hayvancılıktan geçimlerini sağlamaktadırlar. İlim, bitki ve hayvanların da verimlerini arttırmanın yolunu bulmuştur. Türkiye'nin dağları bilgi ve kültür yoluyla, milyonlarca insanın çalışacağı ve mesut olacağı yerler hâline getirilebilir.
(Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil)
(Tahlil Paragrafı)
Selim birdenbire durdu. Boşuna konuştuğu kanaatına varmış ve her zaman olduğu gibi melankolisine gömülmüştü. Artık konuşmuyor, baktığını görmüyor, söylenenleri işitmiyordu. Beyni iki nokta arasında gidip geliyor­du. Leylâ ve Güntülü... Leylâ'yı niçin düşündüğünü bilmiyordu. Güntülü'nün gözlerini, bu gözleri nerede gördüğünü düşünüyordu. Bu gözler Selim Pusat'a bir şeyler söylüyor, bir şeyler hatırlatıyordu. Üzücü olan şey bu söyleyiş ve hatırlansın açık ve aydınlık değil de sisli ve dumanlı olmasıydı. Bir ara, acaba kızın güzelliğinin tesiri altında mı kaldım diye düşündü ve üçünü de dikkatle süzdü. Hayır, hayır!... Öyle olsa ilk önce Aydolu'nun tesi­rinde kalması icâb ederdi. Çünkü bu kızın o kadar çarpıcı güzelliği, yüzünün o kadar düzgün çizgileri vardı ki, onu beğenmeyecek, tesirinde kalamayacak erkek düşünülemezdi. Ya Nurkan? Onda çarpıcı değil, işleyici bir güzellik gözleri kamaştırıyor, insan ona baktıkça daha güzel buluyor, güzel buldukça tesiri altında kalıyordu.
(Nihal Atsız, Ruh Adam)
(Tasvir Paragrafı)
Kış, Haliç etrafında, İstanbul'dakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erken­den işe gidenler, mektep hocaları, celepler ve kasaplar ve bazen fakir mektep talebeleri, kocaman fabrika duvarına sırtını verirler; üstüne rüyala­rının mabadi serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi.
(Sait Faik Abasıyanık, Semaver).
Işıklı, aydınlık bir bahar günü, bir su kenarında daha yeni göğermiş çimleri iştahla yiyen keçiler gördüm. Dişlerinin arasında ot, sanki yeniden diriliyormuşçasına yiyordu . Suya eğilince suyun güzelliğini gördüm. Hayvanlar ihtiyaçlarını gideriyorlar bununla; ama üzerine ben bir şiir yazdım. Tabiatın şiirini; oysa, mutlu keçi hiçbir zaman şiir yazamayacak. Beni ondan ayıran, onun iştahla yediği çim yahut suya dudaklarını değdirişi değil, yazdığım şiir.
Televizyon izliyorum. Sunucu telefondaki seyirciye soruyor: Bugün neyi kutluyoruz? Seyirci cevap veriyor: Atatürk’ü kaybedişimizin 64. Yıldönümünü… Şaşırıp kalıyorum. Bunların ağzından çıkanı kulağı duymuyor galiba. Ne zamandır bir kişinin ölümü kutlanıyor? Hele bu kişi Atatürk’se… Biz ölüm yıldönümlerinde Atatürk’ü anarız, kutlamayı düşmanları yapar. Görüyorsunuz dili bilmemek insanı ne duruma düşürüyor.
Dilimiz, konuşma dilimizden çok yazı dilimiz, yıllardan beri, durmadan değişiyor. Değişmesini bir dileyen oldu, bir buyuran oldu diye değil, değişmesi gerektiği için, değiştirmek zorunda olduğumuzdan, içimizden duyduğumuz için değişiyor. Elimizdeki dille, dünden kalan dille, isteğimizi söyleyemediğimiz için değişiyor.
Pablo Picasso okulda kötü bir öğrenciymiş; en çok da matematik dersi ile başı beladaymış. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu küçük çocuk, 4 sayısını gördüğü zaman bunu bir buruna benzetiyor ve o burunun ait olduğu yüzün geri kalan bölümünü çizmek için dayanılmaz bir istek duyuyormuş. Diğer çocuklara 4, tam da öğretildiği görünürken, bu dahi ressam; 4’ü öne fırlamış bir burun olarak görmekten hiç kurtulamamış.
Kendisinden söz etmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur; çünkü kendinden söz etmek her zaman kendini övmek gibi görünür. Kendini övmek ise herkesin zıddına gider; ama kendinden söz etmeyi yasak etmek, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur. Bu tedbirde insan kardan çok zarar görür.
Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir diyeceğim. Şiirde nefes ve ses iki temel ögedir. Mısranın ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister gül olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa gerçek şiir değildir
Sanat insanları birbirine yaklaştıran en kuvvetli araçlardan biridir. Aynı kitabı okuyup sevenler arasında kendiliğinden bir yakınlık başlar. Bir tiyatro eserinin temsilinde, birlikte gülenler veya gözleri yaşaranlar arasında bir kaynaşma olmaz mı? Zevklerdeki birliği, ruhlardaki birlik izler.
Krallar hiçbir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar; hiçbir kötülük etmezlerse yeterince iyilik etmiş olurlar. Bütün istediğim budur onlardan; ama nasıl teşekkür ediyorum Allah’a, beni yalnız kendine borçlu etmiş. Nasıl yalvarıyorum O’na beni kimseye karşı minnet altına sokmasın diye! Ne mutlu bana, özgürce bunca zaman yaşadım. Bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamak.
On dokuzuncu asrın ruhanilerinden biri Wayland (Veyland) hiç hata yapmayan bir adam gördüğünü söylemiş. Bu harikulade insanın kim olduğunu sorunca cevaben: “İngiliz müzesinin Mısırlılar galerisinde bir mumya.” demiş. Eğer bir mumya değil de normal bir insansanız, kendi kendinize itiraf etmek istemeseniz bile, girişeceğiniz her teşebbüste birtakım hatalar yapmanız muhtemeldir.
Şimdi ben gençlere bakıyorum; aralarında şüphesiz çok iyi olanlar var; ama öyleleri de var ki, kendilerinin bir şeyler öğrenmelerine yarayacak en kıymetli zamanlarını, tıpkı mirasyedinin paralarını düşüncesizce sağa sola savurması gibi harcayıp duruyorlar. Gerçi harcanan para tekrar kazanılıp yerine konabilir. Zamansa öyle değildir. Bir kere gitti mi bir daha geri dönmesine imkân yoktur.
Öğrenimden amacımız daha iyi olmak ve düşüncemizi geliştirmektir. Akkaş der ki: “İnsan düşünce ile görür ve duyar; her şeyden faydalanan, her şeyi düzene sokan, başına geçip yöneten, düşüncedir. Geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır.”

Son düzenleyen Safi; 13 Şubat 2020 16:35
In science we trust.

Benzer Konular

12 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış
18 Nisan 2015 / Misafir Cevaplanmış
22 Aralık 2013 / a-135 Soru-Cevap
9 Mart 2015 / Misafir Soru-Cevap
23 Nisan 2015 / Misafir Soru-Cevap