Arama

Mimari Eser Resimleri - Sayfa 2

Güncelleme: 27 Temmuz 2017 Gösterim: 426.292 Cevap: 140
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2005       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mimari Eser Resimleri
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2005       Mesaj #12
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mausoleion
Antik cağlarda dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Kral Mausolos’un mezarından günümüze fazla bir şey ulaşmamasına rağmen Bodrumda görmeniz gereken yerlerden birisi. Yat limanındaki Tepecik Cami'nden yukarı doğru çıkan bir yol sizi Mausoleion Müze'sine götürür. Kral Mausolos’un ölümünden sonra karisi Artemisia tarafından yaptırılan bu anıtsal mezar hakkında bilgileri Plinyus gibi antik çağ yazarlarından alıyoruz. Yaklaşık 41mtre yüksekliğindeki anıt üç ana kısımdan oluşmakta idi. En alta yükselen bir podyum, onun üzerinde 24 sütunlu ve bir İyon tapınağını andıran bölüm, en üste ise 24 basamaklı bir piramit yer almakta idi. Anıtsal mezarın en tepesinde ise bir atlı arabanın içerisinde duran Kral Mausolos ve Artemisia’nin heykelleri bulunmakta idi. Mimar Pytheos tarafından yapılan anıt dönemin ünlü heykeltıraşları tarafından kabartmalarla süslendi. Yaklaşık 1500 yıl ayakta duran anıtın 1304 yılındaki büyük Anadolu depreminde zarar gördüğü bilinir. Bodrumu ele geçiren Rodos Şövalyeleri kale inşası sırasında Mausoleion’dan taslar, sütunlar alarak Kale inşasında kullandılar. Daha sonra balistik silahların gelişmesi neticesinde tekrar kale duvarlarını yükseltmek ihtiyacını duyan Rodos Şövalyeleri Mozoleye 1481 yılında tekrar gelerek mezar odasına kadar inmişlerdir. Nakledilen olaylara göre Mausolos'un mezar odasını bulan Şövalyeler, kaleye dönmek zorunda oldukları için işi yarım bırakmışlar ama ertesi gün döndükleri zaman mezar odasının soyulduğunu görmüşlerdir.
Sponsorlu Bağlantılar

1486 yılında İngiltere’nin İstanbul’daki elçisi Lord Stradford, dönemin Osmanlı padişahından izin isteyerek, Rodos şövalyelerinin kale duvarlarını süslemek için kullandığı, 13 Mausoleion kabartmasını İngiltere’ye götürmek ister ve bu isteğini gerçekleştirir. Yaklaşık 11 yıl sonra yine Lord Stradford'un girişimleri ile İngiliz Sir Newton Bodrum'a gelmiş ve antik yazarların tasvir ve anlatımlarını kullanarak Maosoleion'un yerinin bulmayı başarmıştır. Mezar odasına inen merdivenleri, mezar odasına girişi bloke eden büyük taşı bulan Newton, Kral Mausolos ve eşi Artemisia’ya ait heykeller, anıtın kabartmaları ve mimari parçalarını bulmuştur. Bütün bu buluntuları dönemin padişahından izin alarak İngiltere götürmeyi başaran Newton'un kazılarından sonra yine kaderine terk edilen anıt mezar, Bodrum Müzesinin kurulması ile korumaya alinmiş ve 1966 yılında Danimarkalı Christian Jeppesen başkanlığında arkeolojik kazıların başlatılması ile yeniden hayat bulmuştur. Bilimsel kazılar sonucunda ortaya çıkan sonuçlar, müze binasındaki planlar, çizimler bize bu muhteşem anıtın antik cağlardaki güzelliğini bize anlatır. Anıtı süsleyen kabartmalardan Türkiye'de kalmayı başarmış tek parça burada sergilenir.

Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:55
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Kasım 2005       Mesaj #13
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
La Sagrada Familia
La Sagrada Familia (kutsal aile) İspanyan'nın Barselona şehrinde bulunan modern mimarinin öncülerinden sayılan Antonio Gaudi tarafından 1882 yılında yapılmaya başlanılan fakat Antoni Gaudi'nin 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir katedraldir. Yapımı halen devam etmektedir. Halk arasında bitmeyen kilise olarak da bilinir.
Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2005       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Rumeli Hisari
İstanbul Sarıyer'de bulunan Rumelihisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. AnadoluHisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında, uzaktan bakıldığı zaman eski harflerle Muhammed biçiminde okunacak şekilde inşa edilmiş muhteşem bir eserdir. 139 gün gibi rekor bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir ve bu da bugüne kadar aşılamamış bir rekordur.
Rumelihisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir. Bu adı Dukas, "Kefalokoptis" biçiminde kullanmışsa da, ondan başka hiç kimse bu adı kullanmamıştır.
Hisarın inşaasına 15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İyi bir işbölümü yapılarak her bölümün inşaası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün inşaasını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir. Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol taraftakinin yapımına Zağnos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını taşımaktadırlar. Hisarın inşaası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır

Hisarın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Eğrisi'nden, taşlar ve kiraç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler (devşirme parça taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 amele, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer taife çalışmıştır. 60.000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57.700 metreküptür.
Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa adında bir ufak toplam dört kulesi ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.
Hisarın büyük kuleleri birleştiren çevirme duvarlarının kuzeyden güneye uzunluğu 250 metre, doğudan batıya uzunluğu ise 125 metredir. Dağ Kapısı, Dizdar Kapısı, Hisarpeçe Kapısı ve Sel Kapısı olmak üzere 4 ana ve Mezarlık Kapısı adlı bir tali kapısı vardır. Güneye bakan kulenin yakınında, cephane ve erzak mahzenlerine giden yolların ucunda, 2 gizli kapısı da bulunmaktadır. Biri tıkalı iki su mecrası, ikisi kaybolmuş üç çeşmesi vardır. Camiden günümüze yalnızca yıkık minaresi kalmıştır.
Rumelihisarı, 1509 depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur. 1953 yılında Cumhurbaşkanı Ceal Bayar'ın talimatı ile üç Türk bayan mimar Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Anhegger-Eyüboğlu hisarın onarımı için gerekeki çalışmaları başlatmış, kale içindeki ahşap evler kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon gerçekleştirilmiştir.
Rumelihisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.
Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2005       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayasofya
Adı, Kutsal Bilgelik anlamına gelen Ayasofya, ruhani havası ve insanı büyüleyen atmosferiyle en önemli kültür miraslarımızdanbiri. Bizanslıların yaptığı, Türklerin yaşattığı mekanın tarihçesi,medeniyetlerin kutsal mekanlara davranış biçimlerini yansıtıyor..
MUSTAFA AKKAYA

Yüzyıllara meydan okuyan Ayasofya, inşa edildiği tarihten itibaren her dönem için bir simge olmuştur. Türkler için ise İstanbul'un fethiyle birlikte Orta Çağı kapatıp yeni bir çağı başlatan bir tarihin en önemli sembolü haline gelmiştir. Osmanlı döneminde bir cihan imparatorluğunun merkezindeki en görkemli anıt yapı olarak korunan, Atatürk'ün emriyle müzeye çevrilen mekanın tarihçesi medeniyetlerin kutsal mekanlara bakış açılarını ortaya koyan güzel bir örnek.

Bizans Dönemi:
İlk kilise, kente ismini veren Büyük Konstantin'in isteğiyle, eski bir pagan tapınağının üzerine inşa edilir. Konstantin'in oğlu II. Konstantius tarafından,15 Şubat 360 tarihinde ihtişamlı bir törenle açılan kilisenin planında. Roma ta-
pınakları örnek alınır. "Megale Eklesia" (Büyük Kilise) olarak tanımlanan ilk kilise, 404 yılında İmparator Arkadius'a karşı ayaklanan ayaklanan halk tarafından yakılır ve yıkılır.
II. Theodosius tarafından yaptırılan ikinci kilise, yine aynı yerde 10 Ekim 415 tarihinde ibadete açılır. Mimar Ruf-finus'un yaptığı kilisenin planı da ilk yapıda olduğu gibi ba-zilikal tipte ve beş neflidir. Duvarları taş, çatısı ahşap olan ikinci yapı, 13 Ocak 532'de çıkan Nika isyanında yanar. İmparator Justinianus, beşinci saltanat yılında çıkan olaylarda yanan kilisenin yerine, bir daha hiç yanmayacak, tamamı taştan bir kilise yapılması emrini verir.
III. Ayasofya' nın inşası, Miletoslu Isidorus ve Trallesli ( Aydın ) Antemios adlı iki mimar tarafından yürütülür.Yapımı sırasında yüz usta ve on bin işçi çalışır. İmparator Justinianus'un talimatı ile Anadolu, Suriye, Mısır ve Yunanistan'da ki antik şehirlerden getirilen seçme mimari parçalar III. Ayasofya'nın yapımında kullanılır. 23 Şubat 532'de yapımına başlanan III. Ayasofya inanılması güç denebilecek kadar kısa bir sürede 5 yıl, 10 ay, 24 gün sonra bitirilerek 27 Aralık 537'de görkemli bir törenle ibadete açılır. Dört atlı zafer arabasıyla törene gelen İmparator atriumda Patrik Menas tarafından karşılanır. Patrikle el ele girdiklerinde, adeta havada duruyor hissi veren ana kubbenin altında çok duygulanan imparator Justinianus böyle bir ibadet yeri yaptırmayı nasip ettiği için Allah'a dua edip şükranlarını sunar.
İçine girildiğinde hissedilen ruhani havası ve insanı büyüleyen atmosferi ile 700 m2'lik alanı işgal eden Ayasof-ya'da çeşitli ülkelerden ve bölgelerden getirilmiş toplam yüz yedi adet sütun yer almaktadır. Yapıldıktan yirmi yıl sonra 557'de yaşanan büyük depremde hasar gören Ayasofya'nın ana kubbesi 562 yılında Miletoslu Isidorus'un yeğeni genç isidorus tarafından yeniden yapılır.Yapıldığında 49 m. yükseklikteyken 56.60 m' ye, 31 m. olan kubbe çapı ise 32.5 metreye yükseltilir.
Altın mozaikli duvarlarıyla Ayasofya zengin bir görünüme sahiptir. Antik kaynaklarda yapının içinde görülen figürlü mozaiklerden övgüyle söz edilir. Ancak, 726 - 843 yılları arasındaki ikona kırıcılık ( ikonoklazm ) döneminde bu figürlü mozaikler tahrip edilmiştir. Yalnızca insan figürü bulunmayan iç narteksin tonozlu üst örtüsündeki mozaikler bırakılmıştır.

Osmanlı Dönemi:
İstanbul'un fethinden sonra Türk devri olarak niteleyeceğimiz dönemde, Ayasofya'nın içine Sultan II. Selim dönemine kadar fazla bir ilave yapılmamakla birlikte, Fatih döneminde batıdaki yarım kubbenin güney köşesi üzerine ahşap bir minarenin yaptırıldığı bilinir. Kesin olmamakla birlikte güneydoğudaki tuğla minarenin de Fatih döneminde yapıldığı kabul edilmektedir. Fatih'in Ayasofya'da ek olarak yaptırdığı tek bina kuzeybatı köşedeki Ayasofya (Fatih) Medresesi'dir.
Kuzeydoğu köşedeki minarenin Sultan II. Bayezid tarafından yaptırıldığı kabul edilmekle birlikte kesin değildir. Batı köşelerdeki iki minare ise. Sultan II. Selim (hd 1566-1574) devrinde Mimar Sinan tarafından yapılan büyük onarımlar sırasında ahşap minarenin kaldırılmasıyla eklenmiştir. Bu sırada Ayasofya'nın etrafı temizlenerek dış kısma yapıyı ayakta tutacak destek payandalar ve yapının içinde ve dışında gerekli onarımlar yapılmıştır. Büyük Mimar Sinan'ın yaptığı bu çalışmalar yapının günümüze kadar gelmesini sağlayan en büyük etkendir.
Vaaz kürsüsü, müezzin mahfili ile diğer dört mahfil 16.yüzyıl sonlarına. Sultan III.Murad devrine tarihlenmek-tedir. Bu eserlerde Türk taş işçiliği sanatının inceliğini görebiliriz.
Yekpare mermerden oyulmuş iki küp Sultan III. Murad (hp 1574-1595) devrinde Bergama' dan getirilerek içme kanın arka tarafına, orta nefin iki yanına konulmuştur. Bu küpler Helenistik devre ait olup, ağız kısımlarındaki bilezik süsleri Türk devri işçiliğidir.
Ayasofya'nın içinde, güneydeki iki payandanın arasında Sultan II. Mahmud tarafından 1740 yılında bir kütüphane yaptırılmıştır. Ayasofya Kütüphanesi barok üslupta çok güzel taş işçiliğine sahip tunç şebekelerinin yanı sıra, içindeki nakışlar ve 16. yüzyıldan itibaren imal edilmiş, aralarına İtalyan Faenza çinileri de yerleştirilmiştir. Devrinin en önemli kütüphanelerinden olan Ayasofya Kütüphanesi 7274 cilt yazma ve basma eseri barındırmakta iken, bu eserler 1959-1960 yıllarında Süleymaniye Kütüphanesi'ne devredilmiştir.
Ayasofya'nın güneyindeki avluda bulunan Sübyan Mektebi (ilkokul) 1740-41 yıllarında Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Hemen yanında bulunan sekizgen revak-lı şadırvan köşelere oturulmuş mukarnas başlıklı sütunların taşıdığı sivri kemerlerden oluşur ve aynı döneme tarihlenir.
Sübyan Mektebi'nin doğusunda, 1853 yılında Mimar Fossati'nin yaptığı Muvakkithane vardır. Namaz vakitlerinin düzenli takip edilmesini sağlayan ve kullanıldığı devirde içinde saatler bulunan bu yapı günümüzde ofis olarak kullanılmaktadır.
Sultan Abdülmecid'in emriyle 1847-1849 yıllarında isviçreli Mimar Gaspare Fossati tarafından Ayasofya'da geniş çaplı bir onarım başlatılmıştır. Bu onarımla binanın sağlamlaştırılması yanında, mozaikler açılarak çizimleri yapılmıştır.
Sultan II. Selimin vefatı üzerine bu padişah için Mimar Sinan'ın Ayasofya'nın güney haziresine yaptırdığı türbe ile birlikte burası bir bakıma hanedan mezarlığı olma özelliği kazanmıştır. Osmanlı türbe mimarisinin Kanuni Türbesi'ylebirlikte en önemli yapılarından biri olan II. Selim Türbesi, çift çeperli kubbesi ile iç mekan düzeni ve zengin bezeme-siyle Osmanlı mimarisinin 16. yüzyılda ulaştığı doruk noktalarındandır. II. Selim Türbesinin batısında III. Murad (1547-1595) bulunmaktadır. Mimar Davut Ağa tarafından yapılmıştır. III. Mehmed Türbesi, ilk örnekleri Sinan döneminde yapılan I. Süleyman Türbesiyle birlikte Ayasofya'nın haziresinde bulunan II. Selim ve III. Murad türbeleriyle birlikte gelişmiş bir mezar tipolojisinin en son örneğini ortaya koyar. Bu guruba giren yapıların ortak özelliği biri yalnız dış, diğeri yalnızca iç mekanda algılanabilen iç içe ana iki ana kubbeden oluşmasıdır. Dış kubbe dıştaki ana duvarlar tarafından, iç kubbe ise çokgen planlı bir baldeken tarafın</SPAN>dan taşınmaktadır.
Sultan I. İbrahim ile Sultan I. Mustafa, Bizans döneminde vaftizhane, Türk devrinde ise kandil yağları ambarı olarak kullanılan yapının türbe haline getirilmesiyle buraya gömülmüşlerdir. Türbelerin yapımı için bu kutsal mekanı tercih eden Osmanlı sultanları, Ayasofya'ya ne kadar önem verdiklerini göstermişlerdir. Bilindiği üzere bizim Ayasofya dediğimiz "Hagia Sophia", "Kutsal Bilgelik" demektir. Bu kelimenin anlam ve önemini iyi bilen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra Ayasofya'yı camiye çevirmesine rağmen, adını değiştirmemiştir. Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya'yı cami olarak kullanması, Ayasofya'nın dini önemini azaltmamış, bilakis kutsiyetini artırmıştır.Yapıyı süsleyen resimli Bizans mozaikleri yüzyıllar boyunca ihtimamla korunmuş, islami ibadete engel görülmemiş, kazınıp bozulmamış olması, Türklerin hoşgörüsü ve kültürlere karşı saygısını göstermektedir.
Ayasofya içinde büyük payelere asılı olan 7.50 metre çapındaki dünyanın bilinen en büyük hat levhaları ile birlikte kubbede yazılı olan Nur Suresi Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin eseridir.

Cumhuriyet Dönemi:
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Ayasofya'da bazı tehlikelerin belirmesi üzerine 1926 yılında yerli ve yabancı uzmanlardan yeniden raporlar istenmiş ve yukarı galerilerin duvarlarına, deprem kontrolü için camlar konulmuştur. Kubbede ve bir payede bazı takviyeler yapılmış, su sızıntılarını önlemek üzere kurşunlar onarılmıştır.
İsviçreli Mimar Fossati tarafından ince kireç tabakası ile kapatılmış olan mozaikleri açığa çıkarmak üzere Türk hükümetine başvuran Amerikalı Thomas VVhittemore, 1932 yılında Gregorini ve Benvenuti adlarındaki iki italyan mo zaikçinin katkısıyla İmparator kapısı üzerindeki panoyu temizlemekle işe başlamıştır. Whittemore'un yönetimindeki çalışmalar sürerken Atatürk'ün isteği üzerine Ayasofya, 24 Kasım 1934 tarihinde Bakanlar Kurulu toplantısında alınan karar gereğince müzeye dönüştürülmüş, 1 Şubat 1935'de resmen ziyarete açılmıştır.
Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi, buradaki mozaik araştırma ve temizleme işlerini kolaylaştırırken Amerikan Bizans Enstitüsü üyelerinden R.Van Nice, binanın son derece hassas rölövelerini çizmeye girişmiş ve bütün bir ömrünü bu çalışmaya ayırmıştır. Diğer taraftan Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul Şubesi de A.M.Schneider (1896-1952) yönetiminde 1936'da Ayasofya'nın batı cephesinde bir kazı (sondaj) yaparak burada II. Theodosius döneminde yapıldığı kabul edilen ikinci Ayasofya'nın kalıntılarını ortaya çıkarmıştır. Bu sırada çok harap olduğu gerekçesi ile kuzey taraftaki medrese binası (Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır) da tamamen yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. 1947'de tuğla minare tamir edilmiş, dış cephelerin sıvaları yenilenmiş, sarı renkli badana vurulmuştur. Bu tarihlerden sonrada, Ayasofya'nın içinde ve dışında onarımlar sürdürülmüş, avlusu ve çevresi temizlenmiştir. Bu çalışmalar sırasında yeni bazı kalıntılar (Vaftizhane gibi) ile 1936 yılında Fatih Medresesi'nin temelleri ortaya çıkarılmıştır..
Cumhuriyet Döneminde, Ayasofya Müzesi'nin onarım ve bakımına önem verilmekte, Kültür Bakanlığı bütçesinden tahsis edilen ödeneklerle gerekli restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapılmaktadır.Ayrıca Unesco ve Dünya Anıt Fonu da Ayasofya Müzesi'nin onarımına katkıda bulunmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Kasım 2005       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mostar Köprüsü
Bosna Hersek'in Mostar kentinde, Neretva nehri üzerinde kurulu, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan 16. yy köprüsü.1993'te Bosna Savaşı'nda yıkılan ve daha sonra yeniden inşa edilen Mostar Köprüsü, dünyanın en ünlü ve en zarif tarihi köprülerinden biri olarak tanınmıştır.

Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından tasarlanan köprü, 9 yılda inşa edilmiş ve 15662da tamamlanmıştır. 4 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğinde ve nehirden 24 metre yükseklikteki köprü, dönemi için gelişmiş bir teknoloji ile inşa edilmiştir ve dünya kültür mirasının bir parçası olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı Sultanı'nın Mimar Hayreddin'e tahta destekler kaldırıldığında köprü yıkılırsa onu idam edeceğini söylediği ve mimarın o gün kendi mezarını kazmaya başladığı anlatılır. Ancak köprü yıkılmamış, '429 yıl' ayakta kalmıştır. Köprünün yapımı şehirde ticareti canlandırmış ve zenginleştirmiştir; şehre adını veren de köprü olmuştur. Mostar köprüsü, cesur sporcular tarafından yıllarca bir atlama platformu olarak kullanılmıştır. Geleneğe göre kentin erkekleri, nişanlılarına cesaretlerini kanıtlamak için düğün öncesinde köprüden atlarlardı.

1993'te köprü Sırplar ve Hırvatlar tarafından bombalanarak yıkıldı. Herhangi bir askeri veya stratejik önemi olmayan Mostar Köprüsü, yüzyıllar boyunca Bosna'da hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin sembolü haline geldiği için hedef seçilmişti. Savaş sonrasında İngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yapmıştır. Ancak 1997'de, UNESCO ve DUnya Bankası'nın desteğiyle taş köprünün eski haline uygun olarak yeniden inşası başlamış, nehire dökülen beyaz kireçtaşı kurtarılabildiği kadar kurtarılmış ve civardaki taş ocaklarından yenileri de getirtirilerk köprü yapımında kullanılmıştır. Köprünün yeniden inşasını bir Türk firması olan ER-BU gerçekleştirmiştir. Mostar köprüsü, 2004'te İngiliz Prensi Charles tarafından açılmıştır.
Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:57
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Kasım 2005       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uzun Köprü

ergene koprusu

Edirne’de, Ergene Nehri üzerinde, Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü(Cisr-i Ergene)’dür. Köprü, Edirne’nin UzunKöprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426 - 1443 yılında Osmanlı Padişahı II.Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin'e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihinddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.
1.392 metre uzunluğunda, 6.80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı'nın Balkanlar'a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.
Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden halen Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmektedir. Köprü, günümüzde yıkılma tehlikesi ile karı karşıyadır.
Son düzenleyen Mira; 23 Nisan 2014 08:01 Sebep: Düzenlendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Kasım 2005       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kule Köprüsü

Tower bridge London Twilight   November 2006

Londra’da Times Nehri üzerinde bir köprüdür. Londra Kulesine yakın olduğu için Kule Köprüsü olarak adlandırılmıştır.1894’te kullanıma açılan köprü, baskül köprü türünün en ünlülerindendir.
Şehrin doğusunda gelişen ticaret nedeniyle 1870’lerde köprünün inşasına gerek duyuldu. 1870’de sualtından geçen tüp yapılmıştı ama sadece yaya trafiğine açıktı. Öte yandan o bölgede klasik bir köprü inşası da mümkün değildi çünkü bu, Londra Köprüsü ile Londra Külesi arasında limana erişimi engellerdi. 1876’da açılan yarışmanın sonucunda nihayet 1884’te Horace Jones’un projesi kabul edildi.

Inşaat 1886’da başlayıp 8 yıl sürdü. Köprü, nehrin iki yakasındaki iskelelere birer köprü inşa edilmesini, köprülerin arasındaki yolun iki kanat halinde 83 derece açı ile açılarak nehir trafiğine izin vermesini öngörüyordu. Hidrolik bir mekanizma ile kanatların açılması sağlamıyordu. Bugün elektrikli bir sistem kullanılmaktadır.
Son düzenleyen Mira; 23 Nisan 2014 08:03 Sebep: Resim eklendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2005       Mesaj #19
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Itsukushima Tapınağı
Japonya’da, Hiroşima Körfezi’ndeki Miyajima adasında yer alan 6. yy’dan kalma tapınak. Gelgite bağlı olarak, suyun üstünde yüzüyormuş gibi görünür. Tapınağın kapısının Adadaki Misen Dağı’ndan görünümü Japonya’daki en güzel üç manzaradan birisi olarak kabul edilir. 1996’dan bu yana Dünya Kültür Miras Listesi’nde yer alır.
Tapınağın bulunduğu ada kutsal sayıldığı için eski devirlerde burada yerleşime izin verilmiyordu, günümüzde de adada ziraat yapılmaz ve ölüler adaya gömülmez. Tapınağın inşa edilmesi ile ona hizmet edecek insanlar adaya yerleşmiş; sivil savaş yıllarında tapınakla bağlatısı olmayan aileler de adada yaşamaya başlamış ve tapınağın ziyaretçilerinin artması ile ada turistik bir yer haline gelmiştir.

Bu kutsal adada inşa edilen tapınak, 56 ayrı yapıdan oluşur. 6.yy’da yapıldığı bilinen tapınağın varlığından bahseden ilk tarihi belge 811’de yazılmıştır. 12. yy’da siyasi güç elde eden savaşçı bir aile buradaki tapınak binalarını1168 yılı civarında yenilemiş ve yenilerini ilave etmiştir. 13.yy ve 14. yy’da hasar gören binalar, 1572’de orijinaline sadık kalarak yenilenmiştir. Ana tapınak, 1572 yılında inşa edilmiştir. Tapınaklar köprülerle birbirine bağlanmıştır. Yapıların hepsi kırmızı renktedir, farklı tonlar; farklı dönemlerde yapılmalarından kaynaklanır. Tapınağın 16m yüksekliğindeki dört ayaklı ünlü kapısı 1875 yılında yapılmıştır. Kapı, gelgit ile sular yükseldiğinde suyun üstünde yüzüyormuş gibi görünür; sular alçaldığında ise çamurla kaplıdır ve yürüyerek ulaşılabilir.
Son düzenleyen Safi; 27 Temmuz 2017 23:57
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Kasım 2005       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kariye Müzesi - Tarihçesi

Kariye (Chora) Kilisesi, 6. Y.Y.’a kadar giden bir geçmişe sahiptir. Günümüze ulaşmış hali Osmanlı döneminde ve 20. yy’in ikinci yarısında geçirdiği onarımların sonucudur. Kilise, manastır kompleksinden geriye kalan tek kalıntıdır. Kurtarıcı İsa Mesihe’e adanmıştır. İlk önce manastır olarak 534 yılında Justinianus döneminde Aziz Theodius tarafından yapılmıstir. 11. Y.Y.’da 1. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Theodoros Metokhites tarafından 14. Y.Y.’da onarılmıştır. Dıi narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklenmiştir. (Metokhites Parekklesion’u kendisi için inşa etmiştir ve mezarı da kilisenin girişinde mermer bir taşla belirlenmiş olan yerdedir.)

Yapının önemi, İmparatorluğun, Haliç kıyısında, surlara yakın bir yerde konumlanmış olan “Blackhernai Sarayı”na taşınmasıyla artmıştır. 1296’daki büyük depreme dayanan bina, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasının ardından 1511 yılında camiye dönüştürülmüştür. Mozaik ve freskler cami olduktan sonra bazen tahta kepenklerle, bazen de badana ile örtülmüştür. 1948'den 1958'e kadar Amerikan Bizans Enstitüsü'nün yaptığı çalışmalar sonunda tüm mozaik ve freskler ortaya çıkarılmıştır. Yapı 1948’den bu yana da “Kariye Müzesi” olarak hizmet vermektedir. Dış köşesindeki minare ve içerde güneydoğu köşesindeki mihrap dışında hiçbir İslam unsuru taşımamaktadır.

32357kariye3jpg?0

Mimari Özellikleri
Kariye Kilisesi, tek minareli tipik Bizans yapısıdır. Dışarıdan tuğla duvarlarıyla oldukça sade görünmekle birlikte içi en süslü kiliselerden biridir. Güney cephede uzanan dar uzun tek nefli bir sapel olan parekklesion bir bodrum uzerine yapılmıştır. Üstü kısmen kubbe, diğer kısımları tonozla örtülüdür. Tek apsisi vardır. Bütün batı cephesi boyunca uzanan dış narteks bugünkü cepheyi oluşturur. Yapının orta mekanını örten kubbe yüksek kasnaklıdır. Osmanlı döneminde onarım görmüştür ve ahşaptır. Dış cephelerde yuvarlak kemerler, yarım payeler, nişler ve taş tuğla örgü sıraları ile plastik ve hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Doğu cephesi dışa taşkın apsislerle bitmektedir. Orta apsis dıştan yarım kemerli bir “payanda” ile desteklenmiştir. Bu payanda, gotik mimarlıkta yaygın olarak kullanılan bir destek ögesidir. Haç tonozların, yük etkisiyle sütun, paye gibi taşıyıcı destekleri iterek yıkılmalarını önleme amaçlıdır. Yarım kemer biçimlidir, dıştan destek sağlar.

Esas ibadet mekanı işlevini gören naos, yapının merkezinde yer alır ve pandantifler ile geçilen bir kubbeyle örtülüdür. Naosun doğu uzantısı, sunak masasının yer aldığı bema ya da kutsal mekandır. Bema’nın iki yanında pastoforium yer alır. Şükran ayininin hazırlandığı kuzey şapel “prothesis”, giyinme odası olarak kulanılmış güney şapel “diakonikon” olarak adlandırılır. 14. yy’dan itibaren diakonikon özel şapel işlevi görmüştür.

İki katlı kuzey ek bölüm naosa birleşir. Geçiş niteliğindeki alt katı giyinme odası olarak kullanılmış olabilir. Manastır kütüphanesini barındıran ve naosa bir pencere ile açılan üst katı büyük olasılıkla kurucunun çalışma mekanıdır.
Batıda, mozaiklerle süslü iki geniş narteks yer almaktadır. Özgün planında güneybatı köşesinde bir çan kulesinin yer aldığı dış narteks, kapının bulunduğu revaklı cephesi ile dışa açılır. Nartekslerde mozaikler, mermer kaplamalar ve kabartmalar görünmektedir. Ek şapel konumundaki parekklesion mezar şapeli işlevini görmüştür. Buradaki fresklerin hemen hemen tümü korunmuştur. Parekklesionla naos arasında, tamamlanmamış depo ve muhtemelen keşiş odası olarak kullanılan özel bölümü bağlayan geçit bulunmaktadır. Özel bölüm naosa bir pencere ile açılmaktadır.


Mozaikler
Kariye mozaik ve freskleri Bizans resim sanatının son dönemine ait (14. yy.) en güzel örneklerdir. Önceki Dönemin yeknesak fonu burada görülmez. Derinlik fikri, figürlerin hareket ve plastik değerlerinin verilişi, figürlerdeki uzama bu üslubun özellikleridir. İtalyan rönesansina paralel ilerleyen Bizans Sanatı'ndaki yeni uyanışın önemli örnekleridir. Dış nartekste İsa'nın hayatı, iç nartekste ise Meryem'in hayatı ile ilgili sahneler yer alır. Dış narteksten iç nartekse geçilen kapının üzerinde bir “Pantokrator İsa” vardır. (Bu betim birçok ortodoks kilisesinde kullanılan İsa’nin yüceliğini ifade eden, kalıp pozlardan biridir. Sakallı olarak tasvir edilen İsa, sağ eli ile takdis işareti yaparken, sol elinde yeni ahit’i tutmaktadir.) Sol tarafta İsa'nın doğumu, vali quirinus'un önünde nüfus sayımı, meleğin Yusuf'a görünüp Meryem'i alıp gitmesini öğütlemesi, ekmeğin çoğaltılması, suyun şaraba dönüştürülmesi; sağ tarafta ise haberci krallarin İsa'nin doğumunu haber vermesi, felçlilerin iyileştirilmesi ve çocukların katli gibi sahneler vardır. İç mekandaki mozaikler “Bakire Meryem”in hayatından kesitler sunar ve Hz. İsa’nın mucizelerini gösterir. Gerek duvarlarda, gerekse tavandaki mozaik betimlemeler günümüze çok az hasarla ulaşmıştır. Mozaiklerin yanı sıra renkli ve desenli mermer süslemeler de vardır.

İç nartekse geçildiğinde en güzel mozaik “deisis”tir. Ortada İsa, solunda Meryem, Meryem'in altında İsaakios, Kommenos ve İsa'nin sağında bir rahibe görülür. Bu kadın VIII. Mikhael Palaiologos'un kızıdır. Moğol Prensi Abaka Han ile evlendirilmiş ve kocasının ölümünün ardından İstanbul'a dönerek rahibe olmuştur. Bu bölümde kubbede İsa ve dilimler içinde İsa'nın ataları gösterilmiştir. Ana kiliseye giriş kapısı üzerinde ortada İsa, sol tarafta kiliseyi onaran ve mozaiklerle süsleyen Theodoros Metokhites kilisenin maketini sunar şekilde gösterilmiştir.

Meryem'in İncil'de yer almayan hayat hikayesi ise apokriflere dayalı konulardan alınmıştır. İç nartekste Meryem'in doğumu, ilk adımları, Cebrail'in Meryem'e bir çocuğu olacağını haber vermesi, tapınağa örtülecek örtü için yün alınmasi gibi sahneler yer almaktadır. Esas kilisenin iç kısmında Meryem'in ölümü, çocuk İsa'yı taşıyan Meryem ve bir aziz mozaiği yer alır. Parekklesion'un tümü freskolarla süslüdür. Apsiste görülen “Diriliş” (Anastasis) Sahnesi çok az hasarla günümüze ulaşmış gerçek bir sanat eseridir. Onun üst kısmında yer alan son duruşma sahnesi burada tüm olarak gösterilmiştir. Parekklesionun sağ ve solunda görülen nişlerin mezar olduğu bilinir. Parekklesion kubbesinin ortasında Meryem ve Çocuk İsa, dilimlerinde ise 12 melek tasviri görünmektedir.
Son düzenleyen Mira; 23 Nisan 2014 08:07 Sebep: Resim eklendi.

Benzer Konular

31 Mart 2013 / chateaobriande Genel Galeri
26 Ekim 2014 / Misafir Soru-Cevap
26 Ekim 2011 / Misafir Soru-Cevap
26 Ağustos 2008 / jarule Spor tr