Seviyorum Allah’ım Seviyorum Seni Kimi gün ağlayarak, kimi gün gülerek. Bir ömür boyunca, hep düşleyerek. Nasip eyle imanla son bir nefes. Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni. Kimi gelir, sevabıyla çıkar karşına. Kimi gelir, günahıyla çıkar karşına. Bir gün aşkla, imanla çıkar karşına. Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni. Her yerde eserin var, her yerde ruhun. Elbette düşlerim, hep senin nurun. Ayrı koyma Ya Rab, kavuştur ruhum. Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni. Ayrılık hasretin, yanar hep ruhta. Kavuşmak hayalin, hiç bitmez düşte. Uzak bırakma Ya Rab, yaklaştır sevgine. Seviyorum Allah’ım, seviyorum Seni. Çağlar Aşık |
(F)SEN YOKTUN(F) Sen yoktun... Hz Âdem’deydi nurun Önce cenneti, Sonra yeryüzünü şereflendirdin. Âdem nuruna affedildi Arafat bu affa şâhitti Sen yoktun Nuh’un gemisindeydi Nurun... Dalgalar yeryüzünü boğarken Taprağın bağrındaki su Gökyüzüyle buluşurken Ve bu bir ilahi azap derken, Allah nurunu taşıdı binbir sebeple Tûfan, nurunu selamladı edeple... Sen yoktun... Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden “Rabbimiz” dedi, “Onlara kendi içlerinden Senin ayetlerini okuyacak Kitap ve hikmeti öğretecek onlara, Onları temizleyecek bir elçi gönder, Amin dedi on sekiz bin âlem Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak Amin dedi İsmail. Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında. Sen yoktun... Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni Alemlerin efendisi diye sana seslendi. Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine.. Çünkü bu âlemin reisi geliyor... Bekleyin Ahmed geliyor. Kainata rahmet geliyor. Havarilerin yüzünü okşayan, Ölüleri dirilten bir nefes oldun Ama sen yoktun... Sen yoktun Sultânım, Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun Başı eğik gezerdi mazlum Kuteyle göklerden seni sorardı Varaka seni arardı semada Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler. Ağlayarak süslediler ölüme... Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler. Sen yokken, Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek. Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi. Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi... En son çocuk atılırken çukura Annesinin suretinde bir melek tuttu onu Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi. Melekler süslüyordu hirâyı. Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur, Efendisine hazırlanıyordu mekke. Âlem Efendisine hazırlanıyordu Kainatın gözü Hz. Aminedeydi. Toprak yalvarıyordu rabbine, Allahım gönder artık diyordu. Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada Ve bir gelişin vardı ya rasulallah, Bir inişin vardı yer yüzüne... Önünde cebrail! Ardında yalın kılıç melekler! Bir inişin vardı yer yüzüne... Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de Öksüzler annelerine sarıldı doya doya. Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini. Herşey sus pus olmuştu. Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay! Kainat bir isim duymak istiyordu. Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden; Muhammed! Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini. Muhammed! Melekler öptü o nurdan ellerini. Muhammed! Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta! Sana o adı veren rahmana kurbanız Artık sen vardın Susuz topraklara rahmet indi seninle Annenden sonra anne halime sevindi seninle Yağmura mı ihtiyaç var? Kaldır şehadet parmağını, Yağmurları salsın Allah. Sonra tut ağacın yaprağını, Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah. Yeterki sen iste, Sen iste yarasulallah Deki ben kimim? Dağlar, taşlar dile gelsin, Dilsiz çocuklar ellerinden tutup, Ente Rasulullah desin. Sen vardın Bedir kârdı, Uhut dardı Hendek yârdı. Yiğitlerin vardı. Ölmek için yarışan yiğitler... Hele bir enesin vardı senin. Enes bin malik... Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına, Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu. Onlar da “Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince Enes kükremiş: “ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti. Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü. Hem de ne şehit ey nebi! Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi. Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu... Musab Bin Umeyr’in vardı senin. Uhut’ta sancağını taşıyan. Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi. Ebu hureyren vardı... Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı. Sen anlardın, Ya Ebâhir gel! Derdin. Ve sen gittin... Bir gidişle gittin Ardında hüznün kaldı. Hasretin kaldı göklerde. Bilal ezan okuyamaz oldu Ne zaman teşebbüs etse Muhammed rasulullah demeye Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi. Sonra günler ay, Aylar yıl oldu. Ve asırlar oldu Sensizliğe açtık gözlerimizi. Ama sen bırakmazsın bizi. Sen varsın ey şehitlerin sultanı Sen varsın! Bir şehit bile ölmezken Sana nasıl yok deriz. Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin. Ne anam var ne babam... Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden . Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah! Bırakma bizi ki; Allah; Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor. Bırakma bizi! Hayatı seninle öğretti Rahman. Kulluğu seninle tanıdık. Duayı senden öğrendik sevgili! Hz Ömer umre için senden izin isteyince, “Kardeşcik” dedin ona, Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın? Bizler Ömer değiliz ama Bütün dualarımız senin için Ey Rabbimiz! Rasulünü anışımızdan haberdar et! O’na binler salat, binler selam! Habibine Makam-ı Mahmut’u ver O’na vesileyi lutfet. O’nu refik-i Âlâya yükselt Bizi de affet O’nun hatrına affet Zatının hatrına Affet. |
BANA BİR TÜRKÜ SÖYLE Bana bir türkü söyle!.. İçinde ne sen ne ben olsun.. Ne de asrın kof sevdaları.. “O” olsun sadece ve “O” nun “En Sevgilisi”.. Bana bir türkü söyle!.. Dağlara taşısın yüreğimi, “Nur” da nurlanayım, yüreğim titresin “Hira” da.. “Uhud”, O’nun diliyle sevsin beni ve kucaklasın.. Dağ dağ dolaştırsın yüreğimi.. Bana bir türkü söyle!.. Muştu olsun mâverâdan.. Aşk olsun içinde.. Hasret olsun.. Özlem olsun.. Günübirlik sevdalara inat, Meleklerin kül olacağı “O Nokta”dan aşırsın gül sevdalı yüreğimi.. “O” na taşısın... Bana bir türkü söyle!.. Izdırap olsun içinde, hüzün olsun.. Mahşerde kavrulmuşluğumu giderecek gözyaşı olsun.. Ve.. Burada da yıkasın, ıslatsın yüreğimi.. Bana bir türkü söyle!.. “Fatıma” nın aydınlığı olsun içinde.. “Hatice” nin kocaman yüreği.. “Aişe” nin gök sevdası, “Sümeyye” nin şehâdeti olsun.. Ve.. Dilimden hiç düşmeyen tevbem olsun “Nasuh” ça.. Bana bir türkü söyle!.. “Bedir” i taşısın yitirilmiş vakitlere.. Ve “Uhud” un öğretisini.. “Hendek” ten bir esinti, bir muştu kıvılcımı olsun.. Ve.. Umuda hasret karanlıklarımıza “Yakın Fethi” müjdelesin.. Bana bir türkü söyle!.. Ölmeden Öldürsün, Oldursun beni.. Yitirilmiş cennetleri buldursun.. Veda olsun kara çalınmış tüm sevdalara, Kaybolmuş benliklere ağıt, Ve.. “O Sevgili” ye münâcât olsun.. Bana bir türkü söyle!.. Mus’ab olsun.. Ve bin Yusuf olsun içinde.. “Yakub” un açılan gözleri ve öteler sevdası olsun.. “İbrahim” in dostluğu, “İsmail” in tevekkülü, “Eyyub” un sabrı, “Son Nebi” nin duası olsun.. Bana bir türkü söyle!.. Ağıt olsun “Asrın en Saadetlisi” ne.. Muştu olsun ezilmişliğimize.. İsyan olsun çağı tüketenlere.. Sur olsun dirilişe.. Ve.. Çağrı olsun hüzünle titreşen yüreklere.. Hadi bana bir türkü söyle!.. Tek tek şehidlerin tebessümleriyle ağlayayım.. “KUTSAL EMANETİ NE YAPTINIZ???” Sorgulasınlar beni.. Mehterler vursun tâ içimde.. Ve.. Tekbir sesleri taşısın beni en görkemli fetihlere.. Bana bir türkü söyle!.. “Sıddıyk” i anlat bana.. Vefayı, dostluğu anlat! Ve adâleti..Ve hayâyı.. Ve fütuvveti..Ve dirâyeti.. “Ömer” i, “Osman” ı, “Ali” yi anlat! Haber ver o yıldızlardan, yolumu buldur!.. Bana bir türkü söyle!.. İçinde bin “Talha” olsun, yüreğinde “Vahy” i dâim taşıyan, “Hamza” dan koca bir yürek, “Bilal” den bir seda olsun.. “Mevlânâ” ca söyle!.. “Yunus” ca söyle!.. Aklasın sevdalarımızı ve bin puta baş eğmiş dünyalarımızı.. Bana bir türkü söyle!.. Çağa karşı duruşumuz olsun yanyana.. Bükülmez bileğimiz, Yenilmez-tükenmez yüreğimiz olsun cancana.. Âvâzemiz olsun şu hıçkıran karanlıklara.. Ve Öfkemiz.. Yüreklerimize bin put katanlara.. Hadi bir türkü söyle! Yüreğini kat da yüreğime, Sesini kat da sesime, Çığlığını kat da feryadlarıma, Öfkeni kat da isyanlarıma, Bir türkü söyle!.. Hadi!.. Ki: Yeminimiz olsun Asra.. İnsana.. Ve ebedi hüsranlara.. Aydınlığımız olsun ötelerde.. Ve sabrımız.. Ve kurtuluş ümidimiz O Kapılarda.. Ve nihayet dirilişimiz.. Hadi durma! BİR TÜRKÜ SÖYLE BANA!.. Ya da..... Sus!.. Hiç konuşma ebede kadar.. Monaroza |
Sen Gidince Efendim Sevgili! Sen gitmiştin... Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi. Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda... Sen gitmiştin... Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi. Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda. Sevgili! Nasıl iltica edelim sana ; huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!. Ve duyurabilsin mi sesini!?. Efendim, duyar misin sesimizi?.. Sevgili! Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde hilal. Biz bir bakışının dilencisi, biz dolunay tutkunları, biz bayramı gözleyen oruçlar. Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz. Sen imrenme, biz ayıplanma. Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar. Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı. Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz, kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa. Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim, düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver. İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?.. Sevgili! Sen gitmiştin... Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da. Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı. Sen gitmiştin... Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara; ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi. Sen gitmiştin... Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda. Hasretinden akıllar yitirildi efendim, gönüller gölgelere düştü. Kucak kucağa güneşlerimiz söndü, dudak dudağa denizlerimiz kurudu ve sen gitmiştin efendim. Sen gitmiştin... Seninle birlikte her şeylerimiz gitti. Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra; kanlarımız sahralar doldurdu. Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi, kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına... Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim, hiç kâr elde edemedik. Aldandık, hep aldandık. Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik. Dillerimiz dilim dilim edildi efendim. Bize sevmeyi unutturdular ilkin; sonra sevginin ne olduğunu... Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık. Vurgunlar yedik pes pese efendim... Ve sen gitmiştin. Sevgili! Sen gitmiştin... Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın. Hayırları söyleyip gitmiştin, biz ser işler olduk. Uzun uzun emellere kapıldık, kapılanıp kaldık umutların kapısında. Yolunda yürümekten üzerimize düşen, baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim. Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen; böğrümüzde kaldı ellerimiz. Hanım idik halayık olduk; bay idik köle edildik. Sen gitmiştin... Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler. Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar, dönüşlerinin ahengini kırdılar. Bölük bölük kadınlarımız, grup grup erlerimiz, demet demet çocuklarımız, kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini. Ve sen gitmiştin efendim... Sevgili! Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği prizmada. Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna; aşkın o aynanın cilası idi hani. Güzelliğin olmasa efendim, aşkı hiç bilmeyecekti cihan; aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı. Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim... Ve sen gitmiştin... Sevgili! Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!.. Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin. Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın. Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş, "Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin. Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü; Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine. Artık düşmanlarımız dostlar arasında; dostumuz düşman içinde. Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda. Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk... Sana muhtacız!.. Sana en fazla muhtacız. En fazla sana muhtacız. Uyandır bizi uykumuzdan... Gel ey sevgili! Bir gelişle gel, bir gülüşle gel. Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden... Sana muhtacız... Sana en fazla muhtacız... Prof. Dr. İskender Pala |
http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.giflerin ve Gönüllerin Efendisine Yerde Ahmed, semâda Muhammed olan ey http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.gif! Selâmlar olsun hakkı fermân eden ey gönül! Sen’i yüceltmek için değildir sözlerimiz, Nûrunla kemâl buldu hep kelimelerimiz, Âlem Sen’le övüldü, biz Sen’inle hep güldük, On dört asırdır dâim sensizliğe sürüldük. http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.gifden mânalar bulan aşkla tutuştu cihân! Bir gül açtı tam on dört asırdır hiç solmayan! Sönmeyen bir hasrettir sana olan aşkımız, Toprağın mahviyeti fırtınada farkımız! Ummanlar kurudu hep, hayat çöl ortasında Dert varsa dermân da var, dert; Sen, dermânımız da.. Gönüller üzerine yıkıldı koca dağlar Bu derde sultan dahi düşse onu da dağlar! Hayat; peşin alınmış ücrettir Yaradan’dan, En kutsal hediyedir Mekke’de yetim doğan. Sevgili diye yılan atıldı koynumuza! Taş kesildi kalpler, vebali boynumuza. Asır; sînede ateş, îman; elde kor gibi! Sen’i görmeyen gözse noktasız.. kör gibi! Şu hicrân duvarları yıkılmalı yeniden Firâk gömülsün, vuslat yağsın göklerimizden. Kefenleri biçildi âsilerin, cân http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.gifüm Pây-i tahtta saâdet, sana vuslattır.. ölüm. Taif’te http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.gifyüzünde kan, ayaklarında kan.. Kâ’be’de yâr-i gârdı senin için ağlayan. Sensizlik gurbet oldu, bencileyin sarardı Bir hasretin öyküsü; göklerimiz karardı! Şah damarından daha cânsın fâni bedene, Evinde gurbet çektin, yeni yurdun Medine. http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.gifbahçelerimiz hep yağmalandı çaresiz, Maddeye köle olduk, istikbalimiz fersiz! Sen kokan http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.giflerini koruyamadık.. Heyhât Kapımıza dayandı emr-i hak olan memât! Biz Bedir’de seyrettik elhak o arslanları Görmedik Uhud kadar kahraman olanları. Ey aşk! Beni benden al.. Sür nebimin şehrine! Yalın ayak varayım o ravzay-ı pâkine. Ey http://www.muhammedmustafa.net/resimler/web/roseb.giflerin sultanı! Gözyaşlarıyla geldik, Ey kadîm dost! Kapında Kıtmir olmaya geldik! Hâk olup döneceğiz aslımıza muhakkak! Lâkin senin nurunla aydınlanır şu âfâk! Firâkın renksiz takvim, gündüzlerimiz siyâh Bir tebessümün dahi bize nurlu inşirâh! Gel gör bir halimizi, hep tilki sofrasında! Çaresiz kaldık bu ölüm-kalım meydanında! Çark bozuldu, maviyi katlettiler.. efendim! Küheylan kesildi şu kör balıklar, efendim! Sana salât ve selâm.. gönlümüz senle dolsun Bizleri sana ümmet yapana hamdler olsun. Zafer ŞIK (F) (F) (F) Gönlümün Gülü GülEfendim Gül Yüzünü Rüyamızda Güldür Gül Gül'ce Güllerce Salavat Gülsüz Medinenin Gülü Gül İlahisi Güllerin Efendisi |
EĞER Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, merak ediyorum neler yapacağınızı... Biliyorum ama böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı, ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, ve inandırmaya çalışacağınızı, onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacağınız hazzı. Fakat söyleyin bana, Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde, Onu kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle, bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'an’ı mı koyacaksınız? Peki hala Amerikan filimlerini seyredecek misiniz televizyonda? Yoksa kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle, o size kızmadan önce? Kim bilir? Belki de ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını mi dilerdiniz, hatırlayamadığınız en son çirkin kelimeyi... Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız? Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplığınızın raflarında tozlanmış, hadis kitapları mı çıkaracaksınız? Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa telaşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız? Merak ediyorum: Eğer Peygamber Efendimiz, bir kaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa, yapmaya devam edecek misiniz, her zaman yaptığınız şeyleri? Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı? Her yemekten sonra sofra duası etmeyi, yine zor mu bulacaksınız? Hiç yüzünüzü asmadan, oflayıp puflamadan, her vakit namazınızı kılacak mısınız? Ya sabah namazı için, sıcacık yatağınızdan, erkenden fırlayacak mısınız? Peki ya yine mırıldanacak mısınız, her zaman söylediğiniz şarkıları? Ve okuyacak mısınız, her zaman okuduğunuz kitapları? Peki bilmesine izin verecek misiniz, aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri? Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz? Şöyle diyelim ya da: Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de? Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız? Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle? Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, onun kalmasını ister misiniz sizinle? Sonsuza dek, hep birlikte... Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, ziyareti bitip gittiğinde? Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi? Bilmek ve düşünmek, eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse yapacağımız şeyleri... Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı ... Camilla Badr |
ŞEMÂİL Ne uzun ne kısa kararında boy Soyu İbrahim’den ne asil bir soy Saçları hoş siyah dalgalı bir koy Kemâlini giydir beni benden soy Âlemlere rahmet yüzünü göster Bu kul varlığından soyunmak ister Güneş pervânesi o güzel yüzün Nurundan ışığı vardır gündüzün Solmaz bir gül rengin ne kış ne güzün Tecelli ediyor yüzünde özün Hasretim, yanarım, yüzünü göster Kölen bu devletle avunmak ister Simsiyah gözlerin âhû misâli Dâim Hakk’a bakar her an visâlin Beyazı ölçüsü gözde kemâlin Kaşların sûreti gökde hilâlin, Râzıyım rûyada yüzünü göster Âşık maşukuna can sunmak ister Bir tutam sakalın birkaçı beyaz Mübarek vücudun serin kış ve yaz Cânımı yoluna kurban etsem az Dostlar defterine köleni de yaz Açıver kapını yüzünü göster Gönül hasretinden yakınmak ister Duyular mükemmel, dişleri inci Kokusuna tutkun, yaşlısı genci Yürürken koşmadan olur birinci Kapına gelmiş bir garip dilenci Açıver ne olur yüzünü göster Garip ayağına kapanmak ister Yukarıdan aşağı heybetle iniş Yürüyüşünde var hep bu görünüş Âdetin baktığın tarafa dönüş Bize nasip olsun hayırlı bir düş Kerem et ne olur yüzünü göster Kim böyle bir düşten uyanmak ister Seni ilk görenler korku çekermiş Sonra ülfet eder hemen severmiş Benzerini asla görmedim dermiş Erenler yolunda giderek ermiş Benzeri bulunmaz yüzünü göster Gönüller nurunla yıkanmak ister Zâtının nûrundan vermiş sana can Hilkate ruhunla başlamış Rahman Yûsuf’ta yok sende olan hüsnü an Ahlâkındır Senin, mûcize Kur’an, Alemlere Rahmet, cemâlin göster Kölen rahmetine sığınmak ister Ümmetin üstüne titreyen sensin Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin Kulunu Allah’a sevdiren sensin Gecemi gündüze çeviren sensin Ey Hakk’ın şâhidi yüzünü göster Kul şehâdetinle tanınmak ister Hakk’ın halilisin, habibi sensin Gönüllerin eşsiz tabibi sensin En güzel hutbenin hâtibi sensin Ümmetin en büyük nasibi sensin Aşkımın Leylası yüzünü göster Gönül seni gözden sakınmak ister En güzel, en üstün ahlak senindir Cömertlikte kemâl el-hâk senindir Şefaatte en son durak senindir Miraç senin, Refref, Burak senindir Sen gördün, bize de cemâlin göster Pervâne şem’ine hep yanmak ister HAYREDDİN KARAMAN Pervâne: Işığın etrafında dönüp duran kelebek Tecelli: Görünme, bilinme Âhû: Ceylan Visâl: Kavuşma Maşuk: Sevgili Ülfet: Alışkanlık Hilkat: Yaratılış Hüsün: Güzel, iyi Mûcize: İnsanların yapamadığı şey Cemâl: Güzellik Halîl: Samimî dost Habib: Sevgili Tabib: Doktor Hutbe: Dini konuşma Hatip: Konuşmacı El-hak: Hakikaten, doğrusu Refref: Manevi bir binek, ince yumuşak kumaş Burak: Binek, Cennete mahsus bir binek vâsıtası Şem: Mum |
Gül Sultanım
|
DİLEK
|
Karanlıktan Aydınlığa
|
Saat: 04:54 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık