MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Bilim tr (https://www.msxlabs.org/forum/bilim-tr/)
-   -   Seyyid Kutub (https://www.msxlabs.org/forum/bilim-tr/20823-seyyid-kutub.html)

Kral_Aslan 21 Şubat 2007 01:43


Haci ibrahim Kutub’un oglu olan Seyyid Kutup, 1906′da Asyut kasabasina bagli Kalia köyünde dünyaya geldi. Babasi köyde, sayilan bir kisi ve Vatan Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi.
O zaman bu partinin baskanliginda Mustafa Kamil vardi. Haci Ibrahim Kutup ziraatla ugrasir, elde ettigi mahsulün bir kismini satar bir kismini da fakirlere infak ederdi. Annesi ise çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensup birisiydi. Seyyid Kutub’a terbiyesiyle, sevgi ve sefkatiyle çok tesir etmisti.
Seyyid Kutup’un Hamide ve Emine adli iki kiz kardesiyle Muhammed adinda küçük bir de erkek kardesi vardi. Daha Kahire’de okurken babasini kaybedince, annesinin ve kardeslerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yikilmis oluyordu. O cia bu durumdan oldukça sikilmisti. Bu sikintidan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire’ye tasinmaya razi eder ve Kahire`ye tasinirlar.
1940′da annesinin ani vefati Seyid Kutup’u oldukça etkilemisti. Kendisini. hayatta yalniz hissetmeye baslar. Bu konudaki duygularini bizzat kendisi bazi kitaplarinda anlatmaktadir. Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir.
Seyyid Kutub, Yüce Allah’ın: “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır” (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir.
Dindar ve Seçkin Bir Aileye Mensuptu
1906′da Mısır’ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan’dan Mısır’a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder.

Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub’a ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde şöyle der: “Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti.”
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru’l-Ulum Fakültesi’ni bitirdi. 1933′te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde “Yeni Fikir” adı altında bir dergi çıkardı. 1941′de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika’ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945′te Amerika’dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.
Cahiliyeden Hidayete
Seyyid Kutub’un hayatı, iki döneme ayrılır:
Birincisi, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu “cahiliye dönemi” olarak adlandırır. Bu dönemde “Dikenler”, “Köyden Bir Çocuk” ve “Sihirli Şehir” adlı üç romanı yayınlanmıştır.

İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler’e katıldığı dönemdir.
Zulüm ve İşkence
Seyyid Kutub, 1954′te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1965′te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60′a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3)
“Zalimlerden Özür Dilemem”
Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.” Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.
Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966′da infaz edildi
insanların Allah’ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah’ın yoludur. Seyyid Kutub’un verdiği mesaj da zaten budur.
Biz onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah’ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz

Makamın Cennet Olsun Azizim….

.


KENCISii 16 Kasım 2007 10:58

Şehid Seyyid Kutub (1906-1967)
 
Seyyid Kutub

http://www.tevhidhaber.com/images/news/873.jpg

Önder Bir Şahsiyet
Seyyid Kutub, 20. yüzyılın en büyük ve önemli düşünürlerinden biridir. O inancı uğruna tüm sıkıntı ve güçlüklere göğüs geren, hatta bu yolda canını vermekten dahi çekinmeyen düşünceleriyle, yaşantısıyla çevresine ışık saçan önder bir şahsiyettir.

Seyyid Kutub, Yüce Allah'ın: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söz e sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır" (Ahzab, 33/23) ayetinde sözü edilen kişilerden olduğuna inandığımız ve çağın yetiştirdiği müstesna insanlardan biridir.

Dindar ve Seçkin Bir Aileye Mensuptu
1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan'dan Mısır'a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı. Kutub, kendisi annesine ithaf ettiği "Kur'an-ı Kerim'de Edebi Tasvir" adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan söz eder.

Seyyid Kutub, annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur'an'ı ezberledi. Babası İbrahim Kutub'a ithaf ettiği "Kur'an'da Kıyamet Sahneleri" adlı eserinde şöyle der: "Babamın en çok dikkat ettiği şey, bizim ruhumuza ahiret duygusunu yerleştirmekti."

İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesinde orta ve lise tahsilini yaptı. Daha sonra Daru'l-Ulum Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adı altında bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif vekaleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler cemaatiyle birtakım ilişkilere girmişti. 1945'te Amerika'dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.

Cahiliyeden Hidayete
Seyyid Kutub'un hayatı, iki döneme ayrılır:

Birincisi, Allah'a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yöneldiği ve daha çok edebi çalışmalara ağırlık verdiği dönemdir ki, kendisi bunu "cahiliye dönemi" olarak adlandırır. Bu dönemde "Dikenler", "Köyden Bir Çocuk" ve "Sihirli Şehir" adlı üç romanı yayınlanmıştır.

İkincisi, İslami fikir ve anlayışının derinleştiği ve olgunlaştığı ve Müslüman Kardeşler'e katıldığı dönemdir.

Zulüm ve İşkence
Seyyid Kutub, 1954'te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır'a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub'un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır'dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.

1965'te "Yoldaki İşaretler" adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç - dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60'a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. (1) Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii'yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehit oldu. (2) Bu yolla da Kutub'u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehit olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehit Rıfat'ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub'un diğer kız kardeşi Emine Kutub'a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub'un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kanatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. (3)

"Zalimlerden Özür Dilemem"
Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub'u davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: "Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır." Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub'un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: "Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!.."

Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gösterdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.

Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş'la birlikte idama mahkum edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966'da infaz edildi.

Tevhidi Anlayışın ve Yaşayışın Önemi
Seyyid Kutub'un eserlerinin özü kelime-i tevhidin yeniden ashabın anladığı gibi anlaşılmasını sağlamaktır. Onun düşüncelerinin özeti kabul edilen ve şehit edilmesinde gerekçe olarak kullanılan "Yoldaki İşaretler" adlı kitabında kelime-i tevhidin anlamı, etkisi ve sonuçları üzerinde durulmaktadır. Örneğin; bu kitabın ilk bölümü olan "Örnek Kur'an Nesli" başlığı altında şöyle denmektedir: "Davetin yegane kaynağı Kur'an önümüzde... Allah elçisinin fiili ve ameli sünneti de tarih boyunca benzeri bir kez gelmemiş ilk dönem (sahabe) neslinin önünde olduğu gibi, bizim de önümüzde... Tek eksiğimiz Allah elçisinin bir fert olarak aramızda olmayışı... Bütün sır burada mı saklı acaba?..." (4) Bu soruya cevap verirken, İslam dininin evrenselliği ve kıyamet gününe kadar devam edeceği gerçeğini dolayısıyla ilk nesille bugünün neslinin anlayışında bir farklılık olmaması gerektiğini dile getirdikten sonra sahabe neslinin İslami anlayışı ile bizim İslami anlayışımız arasındaki mevcut farklılıkların sebeplerini şöylece sıralamaktadır:

Birinci olarak: İlk Kur'an neslinin (sahabe-i kiramın) beslendiği yegane kaynak Kur'an-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.s.)'ın Kur'an'ın tefsiri niteliğindeki söz, fiil ve takrirleri idi. Zira Hz. Aişe validemiz de: "O'nun ahlakı Kur'an idi" buyuruyor. (Nesai)

İkinci olarak: Sahabe-i kiram, Kur'an ve hadisleri bilgilerini artırmak, kültür dağarcıklarını geliştirmek, Kur'an tilavetinden müzikal bir zevk almak ya da dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Onlar Kur'an'ı sadece öğrendiklerini yaşamak, hayatlarında uygulamak için öğreniyorlardı.

Üçüncü olarak: Sahabiler İslam'a girmekle cahiliyetin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslam öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslam'a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir sayfa açıldığının bilincindeydi ve ona göre hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları." (5)

Seyyid Kutub bu bilgilerle kelime-i şehadetle insanın, bir yaşantıdan (küfürden), diğer bir yaşantıya (İslam'a) nasıl geçtiğini ve bu kelimeyi söyleyenin nasıl bir yükümlülük altına girdiğini belirtmeye çalışmıştır. Kutub, kitabında ayrıca bir insanın Allah'ın tek ilah olduğuna inanırken, Allah'tan başka güçlere (tağutlara) boyun eğerek, Allah'ın koyduğu yasaların önünde değil de, tağutların önünde yargılanmayı istemesini şiddetle eleştirir. Böyle bir insanın inancında samimi olamadığını, kendisiyle çelişkiye düştüğünü belirtmektedir. Nitekim Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Sana ve senden öncekilere indirilene iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun ki, Tağut'un hükmüne başvurmaya kalkışıyorlar! Oysa onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları uzak bir sapıklığa çekmek istemektedir." (Nisa, 4/60)

O, Bütün İslam Dünyasını Etkilemiştir
Seyyid Kutub'un, kendinden sonraki Müslüman düşünürlerin ve cemaatlerin üzerinde önemli etkisinin olduğu inkar edilemez. Buna Türkiye'deki düşünürler ve cemaatler de dahildir. Özellikle Fi Zilali'l-Kur'an adlı tefsiri, Müslüman davetçilerin müracaat kitapları ve Kur'an-ı Kerim'i günümüzde yaşananlarla irtibatlı bir şekilde anlama ve yorumlama konusunda temel kaynakları haline gelmiştir.

Seyyid Kutub, İslami çalışmalarındaki ihlas ve samimiyetine rağmen şehadetinden sonra bazılarınca yanlış anlaşılmıştır. Bize bıraktığı düşünce, fikir ve amel mirasından onun istemediği sonuçlar çıkarılmıştır. Buna bir örnek şudur: O hayatında ve kitaplarında hiç bir Müslümanı şahsen tekfir etmediği halde, onun şehadetinden sonra eserlerinden etkilendiklerini ileri süren bazı kişiler birtakım şahısları ve akımları tekfir etmişlerdir. Oysa Seyyid Kutub kitaplarında kişilerle uğraşmaz. O tespitlerde bulunur, çıkarımlar yapar ve bu çıkarımları sentezleyerek genel kurallara varır. Örneğin şöyle der: Allah'a bütün kalbiyle inanan biri, inkarcılarla samimi dostluk ilişkisi içine giremez, onları sevemez, velayetini onlara tevdi edemez. Bunlar, ayetlerde de geçen prensiplerdir. Ne var ki onun şehadetinden sonra, onun düşüncelerini topluma yaymaya çalıştıklarını ve uygulamaya geçirdiklerini ileri süren bazı kişiler bu açıklamalardan İslam'ın hoş görmediği birtakım yanlış prensipler çıkarma gibi önemli bir hataya düşmüşlerdir.

Kutub'u Hedef Alan Haksız Tenkitler
Asıl üzücü olan husus da, bazı kesimlerin Seyyid Kutub'u son derece haksız ve insaf sınırlarını iyice aşan eleştirilere maruz bırakmalarıdır. Bu tenkitlerin çoğu asılsız iddialara veya ifadelere zorlayan çarpık yorumlara dayanmaktadır. Biz bu yazımızda ona yöneltilen haksız eleştirilerden önemli gördüğümüz bazılarına cevap vermeye çalışacağız. Bunun sebebi o büyük şehidin aklanmaya olan ihtiyacı değil sadece bu eleştirilerin ne derece yersiz ve haksız olduğunu ortaya koyma gayemizdir. Bir diğer gayemiz de yetişen nesil ile Seyyid Kutub arasındaki bu eleştiri duvarlarını kaldırarak İslam'ı bir bütün olarak anlamaya çalışan insanlarımızın onunla doğrudan muhatap olmalarını sağlamaktır. Çünkü bu haksız ve insafsız eleştiriler özellikle bazı gençlerimizin Seyyid Kutub'dan uzak durmalarına yol açmakta dolayısıyla oldukça önemli bir ilim ve fikir mirası bırakmış o değerli insandan yararlanamamaktadırlar.

Türkiye'de ümmet bilincinden yoksun ve birtakım taassuplar içinde olan bazı kişiler insanları ondan soğutmak amacıyla çeşitli iddialar ortaya atmaktadır. Bu gibilerin bütün işleri insanları, sade ve temiz kaynaklardan uzak tutabilmek için o kaynakların zehirli olduğu söylentileri yaymaktır. Kendileri alternatif kaynaklar ortaya koymazlar. İnsanların o kaynaklara olan ihtiyaçlarını gidermek amacıyla da Yüce Allah'ın: "Ne semirtir, ne de açlığı giderir" (Gaşiye, 88/7) dediği türden, insanlara bir şey vermeyen ya da asıl kendisi zehirli olan birtakım ürünler sunarlar. Zehirli olduğunu ileri sürdükleri kaynaklar hakkında ise hiçbir test yapma, onu tanıma, gerçekten zehirli mi yoksa besleyici mi olduğunu araştırma ihtiyacı bile duymazlar. İşte insanlarımızın asıl bu gibiler karşısında duyarlı olmaları, onların o zehirleyici dedikodularına karşı uyanık bulunmaları gerekir.

O Bölücü Değil Ayırıcıydı
Seyyid Kutub'a yöneltilen haksız eleştirilerin biri onun hükümete karşı kışkırtıcı, kardeşi kardeşe düşman yapıcı, yıkıcı, bölücü, Müslümanları isyana teşvik edici yazılar yazdığı ve bu tür düşüncelere sahip olduğu iddiasıdır. (6) Bu iddia sahiplerine göre Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi İslam alimlerinin ve bu alimleri seven Müslümanların, hükümetler tarafından en ağır cezaya çarptırılmaları gerekir. Başka alimlerin de, onlardan etkilenenlere söz ve yazı ile öğüt vermeleri, cahillerin ise onların kitap ve broşürlerinden uzak durmaları gerekir. (7)

Görüldüğü gibi büyük şehidin deyimiyle tamamen "cahiliyet" kokan bu iddia aslında cevaplandırılmaya bile değmeyecek kadar basit ve dayanaksızdır. Her şeyden önce Üstad Seyyid Kutub'un yaşadığı topraklarda etnik ayrılıklara dayalı bir hareket olmadığından buradaki bölücülükle kastedilen, coğrafi bölünme değil, fikri ve itikadi ayrılıktır. Merhum şehit insanları İslam'a davet ettiğinden, bu davete olumlu cevap verenlerle olumsuz cevap verenler arasında doğal bir ayrılık ortaya çıkmaktadır. Kimse bu ayrılıktan dolayı Seyyid Kutub'u sorumlu tutamaz. Çünkü İslam kendisi daveti farz kılmıştır. Müslüman olmasından sonra İslam'la küfür arasında kesin bir ayırım gerçekleştirmesi dolayısıyla "Faruk: Ayırıcı" unvanıyla ünlenen Hz. Ömer (r.a.)'in tavrı da imanla küfür kitlesini net bir şekilde birbirinden ayırmanın önemini ortaya koymaktadır. Yüce Allah da, bir çok ayette Kur'an-ı Kerim'in hak ile batılı, aydınlıkla karanlığı birbirinden ayıran bir kitap olduğunu belirtmiştir.

Asıl Kardeşlik İman Kardeşliğidir
Kardeşi kardeşe düşman yaptığı iddiasına gelince: Hiç kimse Seyyid Kutub'un eserlerinde Müslümanların birbirine girmelerini, savaşmalarını isteyen bir satır bile gösteremez. Aksine O Müslümanların kardeş olduklarını özellikle vurgulayarak onları birliğe çağırıcı pek çok yazı yazmıştır. Hucurat suresindeki: "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat, 49/10) ayetinin Fi Zilali'l-Kur'an'daki tefsirine bakılması onun bu konudaki tavrının anlaşılması açısından yeterlidir. Yukarıdaki iddianın sahipleri belki Seyyid Kutub'un neden mü'min ile kafirin kardeşçe yaşamalarının mümkün olamayacağını dile getirmesinden rahatsız olmuşlardır. Oysa bu konuda hükmü bizzat İslam koymakta ve imandan doğan kardeşliğin dışındaki kardeşliklerin sevgi ve velayeti zorunlu kılmadığını bildirmektedir. Asrı Saadet'te de yerine göre aynı ana - babadan doğma kardeşlerden biri İslam saflarında diğeri küfür saflarında birbirleriyle çarpışabiliyordu.

Küfre Karşı Durmak İmanın Gereğidir
Yukarıdaki iddiayı Türkiye'de yaymaya çalışanların aynı zamanda Seyyid Kutub'u bid'atçılıkla, mezhepsizlikle, cahillikle suçladıklarını görürüz. Bu konuda "İslam Ahlakı" adlı kitaplarında şöyle diyorlar: "Mısırlı Hasan el-Benna ve bunun yetiştirmelerinden Seyyid Kutub gibi mezhebsiz, cahil din adamları, (cihad, zulm edenlere ve zalimlere karşıdır) ayet-i kerimesini ileri sürerek hükümete isyan ettiler. Hasan 1949, Seyyid Kutub da 1966 isyanında idam edildi. Aldattıkları binlerce genç de, zindanlarda senelerce işkence çektikten sonra öldürüldüler. İhvanı Müslimin yani Müslüman Kardeşler denilen bu gençler, 1982'de Suriye'deki zalim Es'ad hükümetine isyan ederek, Hama şehrinin yakılıp yıkılmasına ve onbinlerce Müslümanın feci şekilde öldürülmesine sebep oldular. Halbuki, zalim hatta kafir hükümetlere karşı isyan etmeyi, fitne çıkarmayı, dinimiz yasak etmektedir..." (8)

Burada yazılanlar ve ortaya atılan iddialar sahiplerinin cehaletini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan yukarıda yazılanlara bakarak bunları yazanların ne derece cahil ve İslam bilgisinden uzak olduklarını tespit etmemiz mümkündür. Bu iddialar aslında cevaplandırılmaya değecek iddialar değildir. Ancak şu kadarını söylemeyi zorunlu görüyoruz: Bu iddiaların mantığına göre, Bilal, Ammar, Yasir, Sümeyye ve daha pek çok sahabi (Allah hepsinden razı olsun) Müslüman olduklarını söylemekle suç işlemişlerdir. Demek ki, suç onlara işkence yapanlarda değil, bizzat kendilerindeymiş?

O, Fıkıhta İçtihadın Önemini Biliyordu
Seyyid Kutub'un mezhepsiz olduğu iftirasına gelince: Aslında bu iftirayı da pek üzerinde durulmaya değer ciddi bir iddia olarak görmüyoruz. Bu iddiaya cevap olarak sadece şunu söylemekle yetiniyoruz: Seyyid Kutub, şehadetine kadar Müslüman Kardeşler'e bağlılığını korumuş, bu cemaatin bir ferdi olarak idam sehpasına gitmiştir. Onun bey'at ettiği, kabul ettiğine, inandığına dair söz verdiği ilkelerden birisi de şudur: "Fer'i hükümlerin delillerini değerlendirebilecek kadar içtihat derecesine ulaşmayan her Müslümanın, bir müçtehit imama uyması gerekir...." (9) Ayrıca Fi Zilali'l-Kuran'da yer yer fıkıh içerikli ayetlerin tefsirinde: "Bunun tartışma yeri fıkıh kitaplarıdır" diyerek fıkıh kitaplarına olan itimadını belirtmektedir.

Bid'atçı Değil Bid'at Düşmanıydı
Bid'atçı olduğu iftirasına gelince: Bu konuda da, Müslüman Kardeşler'in şu prensibini hatırlatmakla yetiniyoruz: "İslam dininde aslı olmayan ve insanların heveslerine uyarak hoş gördükleri her bid'at sapıklıktır. İster dinde olmayan bir şeyi ona ilave etmek, isterse onda olan bir şeyi terk etmek şeklinde meydana gelsin, bunlarla savaşmak ve en münasip vasıtalarla ortadan kaldırmak gerekir. Fakat bid'atı ortadan kaldırayım derken daha kötüsüne yol açmamak gerekir." (10)

Üstad Seyyid Kutub kendisi de çalışmalarında bid'atlara karşı açıkça tavır koymuş ve Müslümanlar arasında yaygınlık kazanan bid'atların temizlenmesi için yoğun çaba sarf etmiştir. Fakat kendileri boğazlarına kadar bid'atların ve hurafelerin içine batmış olanlar kendi yaptıklarını doğru sandıklarından başkalarının Kur'an ve sünnetin aydınlığında ortaya koydukları gerçekleri bid'at sanmaktadırlar.

O, Tefsirini İlmin Aydınlığında Yazmıştır
Bazıları Seyyid Kutub'un tefsirini ilmi dayanaklara göre değil tamamen fikir yürütmek suretiyle yazdığını ileri sürüyorlar. Oysa Fi Zilal'i okuyanlar onda geçmişte yazılmış tefsirlerin hemen hemen tamamının incelenip birtakım özetlemeler yapıldığını ve günümüz insanının bilmesi gereken neticeler çıkarıldığını, bir ayetin tefsiriyle ilgili herhangi bir açıklama reddedilirken ilmi delillerinin de sıralandığını göreceklerdir. Seyyid Kutub'un tefsir yapacak kadar şeriat ilimlerini bilmediği iddiası da doğru değildir. Çünkü o medrese geleneğine sahip bir aileden geliyordu ve yedi yaşından itibaren şeriat ilimlerini öğrenmeye başlamıştı. On yaşına geldiğinde hafız olmuştu. Hayatının sonraki döneminde de şeriat ilimleriyle irtibatı kesilmemiş bu ilimleri tetkik etmeye şehit edildiği tarihe kadar devam etmiştir. O hem şer'i ilimleri, hem de Batı'nın felsefe ve anlayışını bildiğinden tefsirinde günümüz insanını etkileyebilecek önemli tespitler yapmayı başarabilmiştir. Çünkü bilindiği üzere günümüz insanı sadece İslami kaynaklarca değil Batı kaynakları tarafından da beslenmektedir. Dolayısıyla bir insana hitap ederken onun etkilendiği kaynakları bilmenin ve zihnindeki soruları ona göre cevaplandırmanın büyük yararları olmaktadır.

Hz. Osman ve.Muaviye Hakkında Yazdıkları
Seyyid Kutub'un "İslam'da Sosyal Adalet" adlı eserinde Hz. Osman ve Muaviye hakkındaki bazı sözlerine de burada bir açıklık getirmek istiyoruz: Seyyid Kutub bu eserini 1946'da yazmaya başlayıp 1948 de bitirmiştir. Eseri çok rağbet görmüş zamanla, İngilizce, Fransızca, Almanca, Türkçe ve Farsça'ya tercüme edilmiştir. Bu eserin ilk baskılarında Muaviye ve onunla birlikte bulunan sahabe-i kiram ile Hz. Osman'ı tenkit eden sözler sarf edilmiştir. Bu sözlerinden dolayı Allame Mahmud Şakir ve diğer bazı ilim adamları tarafından tenkit edilmiştir. Kutub, sağlığında bu konudaki yanlışlarını bizzat kendisi düzeltmiş ve adı geçen kitabın altıncı baskısında tenkit konusu sözleri tamamen çıkarmıştır. Kitabın son şekli 1964'te basılmıştır. (11) Kitabın Türkçe tercümelerinde ilk baskılar esas alındığından hala bazı tercümelerde bu sözlere rastlamak mümkündür. Ancak hakikat yukarıda belirtildiği gibidir.

Daha önce belirtildiği gibi merhum şehide yapılan haksızlık ve iftiraların tümünü burada cevaplama imkanımız yok. Ancak en fazla dikkat çeken iftiraların bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Fi Zilal'la ilgili iddialara Muhammed Kutub tarafından, Seyyid Kutub'un İslam Düşüncesi ve Esasları adlı kitabına yazdığı mukaddimede cevap verilmiştir. (Bu kitap Resul Tosun tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.)

Biz Seyyid Kutub'un tamamen hatasız olduğunu iddia etmiyoruz. Ancak kendisinden istifade edilmesi gereken değerli bir ilim ve fikir adamı olduğuna, çağdaş İslami harekete hem düşüncesiyle hem de yaşantısıyla büyük bir katkıda bulunduğuna inanıyoruz. O, Müslüman davetçilerin önündeki karanlıkları aydınlatan bir kandildir..

Seyyid Kutub, Müslüman Kardeşler'den Ayrılmamıştır
Seyyid Kutub'la ilgili önemli bir yanlış iddia da onun şehadetinden önce Müslüman Kardeşler cemaatiyle irtibatının kesildiği veya bu cemaatin onun yolunu terk ettiği, cemaatin içinde ona karşı anlayışların geliştiği iddiasıdır. Onun şehadetinden önce bu cemaati terk ettiğine dair hiçbir delil yoktur. Varlığı bilinen bir şeyin yok olduğunu ispat etmek için yok olduğunun delillere dayandırılması gerekir. Kaldı ki onun kardeşleri ve kendisini yakından tanıyanlar böyle bir şeyin olmadığını ifade etmişlerdir. Cemaat içinde de Seyyid Kutub geçmişte olduğu gibi sevilmekte, kitapları tavsiye edilmekte, tefsiri eğitim programlarında okutulmakta ve davasına her zaman olduğu gibi sahip çıkılmaktadır. Ben Müslüman Kardeşler cemaatinin ileri gelenlerinden ve taban kesiminden yüzlerce insanla görüştüm. Birçoklarına Seyyid Kutub'la ilgili iddiaları özellikle sordum. Seyyid Kutub'u reddeden, onu karşısına alan bir tek kişiye rastlamadım.

Seyyid Kutub'un kız kardeşi Hamide Kutub'un bildirdiğine göre, Üstad şehadetinden kısa bir süre önce ona şöyle demiştir: "Şayet Hasan Hudeybi'yi (İhvan'ın o zamanki genel mürşidi) görürsen benden ona selam söyle ve kendisine, onun zarar görmemesi için insanın tahammül edebileceği bütün zorluklara tahammül ettiğimi söyle." (12) Ayrıca yine hapishanede kendisine idam kararı haberi ulaşınca şöyle demişti: "Allah'a hamd olsun on beş yıldır şehadete ulaşmak için çalışıyorum. (O zaman İhvan'a katılmasının on beşinci yılıydı.) " (13) Yani o Müslüman Kardeşler cemaatinin saflarında verdiği mücadelenin tümünü bir bütün olarak değerlendirmiş ve bu dönemi şehadete ulaşmak için çalıştığı dönem olarak nitelemiştir. Cemaatten ayrıldığını ima edecek bir söz dahi sarf etmemiştir. Bütün bunlar da gösteriyor ki o, şehadetine kadar Müslüman Kardeşler içinde faaliyet göstermiştir.

Bu yöndeki iddiaların kaynağı Müslüman Kardeşler'e karşı olanların Seyyid Kutub'u onlardan görmek istememeleri dolayısıyla uydurdukları yalanlardır. Belirttiğimiz üzere Müslüman Kardeşler cemaati de, Seyyid Kutub'u sağlığında bağırlarına bastıkları gibi şehit edilmesinden sonra da onun fikirlerinin bayraktarlığını yapmış, asla onun düşüncelerinin yayılmasını önlemeyi amaçlayan bir tavır içine girmemişlerdir.

Sonuç
Unutmamak gerekir ki Seyyid Kutub da bir beşerdir. Biz onu Allah'ın yolunu gereği gibi tanımamızda bize delalet ettiğinden dolayı severiz. Hatasız olduğunu kimse söyleyemez. Ama insanların Allah'ın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak için büyük ve örnek çabalar ortaya koymuştur. İhlas ve samimiyetle ortaya konulan ilmi faaliyetlerde yanılma halinde bile sevap olduğunu Allah Resulü (s.a.s.) bildirmiştir. O bir meşale yakmıştır. Bize o meşaleden istifade etmek düşüyor. Asıl izlenmesi gereken yol ise Allah'ın yoludur. Seyyid Kutub'un verdiği mesaj da zaten budur.

Biz onun için Allah'tan rahmet ve mağfiret dilerken, Yüce Allah'ın ona lütfettiği şehadet mertebesini bize de lütfetmesini temenni ediyoruz

Dipnotlar:

1) Dr. Muhammed Seyyid el-Vekil, Kubre'l-Harekati'l-İslamiyye, sh. 198, "Mezabihu'l-İhvan" (İhvan Mezbahaları) adlı eserden naklen.
2) A. e., "Hakaik ani'l-Hükmi ve'l-Muhakemat" adlı eserden naklen.
3) A. e., sh. 199, aynı eserden naklen
4) Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler, İstanbul 1992. 2.Baskı Pınar yayınları, Türkçesi: Abdi Keskinsoy, sh. 15 - 16
5) A.e. sh. 18
6) Muhammed Ali b. Emrullah el-Hadimi, İslam Ahlakı, İstanbul 1996, 27. baskı, Hakikat Ltd. Şti. yayınları, sh. 152
7) Aynı kitap, sh. 116 8) Aynı kitap, sh.466; Ayrıca: Meşhur "Tam İlmihal (Saadeti Ebediye)" 65. baskı, sh. 1170
9) Hasan el-Benna, Davanın Esasları, sh. 144; 11. Risale. Ayrıca bkz. Said Havva, Eğitim Risalesi, Petek yayınları, 1990, Tercüme: Abdulilah Yıkılmaz. sh. 102 - 103
10) Said Havva, a.e. sh. 148 ve 102 - 103
11) Salah Abdulfettah Halidi, Seyyid Kutub mine'l-Milad ile'l-İstişhad - Doğumundan Şehadetine Seyyid Kutub, sh. 540
12) Salah Abdulfettah Halidi, a. e., sh.474
13) A.e. sh. 473

http://delikan.biz/resimyukle/buyuk/SelamveDuaile.gif


mhmmdcngz 30 Ağustos 2012 00:17

Seyyid Kutub
 
Profesör Seyyid Kutub (Arapça: سيد قطب), (d. 1906, Mısır – ö. 29 Ağustos1966). Mısırlı yazar,
müfessir ve düşünce adamıdır.

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/4/46/HapishanedeSeyyidKutub.jpg/200px-HapishanedeSeyyidKutub.jpg

Hayatı

1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasısında, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta ve lise tahsilini el-Ezher de bitirdi. Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi. 1933 yılında mezun oldugu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak tayin oldu. 1939 ve sonrasında İslami düşünceye yöneldi. 1946'da Konum Dersleri isimli makalesini yayımladı. Çoğuna göre bu makalesi onun İslami düşünceye girişini temsil eder. Makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçirmekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu.

1949 yılında ABD'ye gitmiştir. Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini primitif olarak görmüş ve reddetmiştir. Ayrıca, 1949 yılında, o yurtdışındayken, İslam'da Sosyal Adalet isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam'da olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca yine ABD'deki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebi makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha seküler olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam'ı alması gerektiğini savunuyordu.
Kitaplarında, genellikle geleneksel İslam'a karşı, sahih bir çizgiyi savundu. Tasavvufta var olan hurafeleri eleştirdi. Mısır'a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır. Teşkilatın gazete ve dergilerinden devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışırken, teşkilatın genel düşüncesiyle kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıksa da, Müslüman Kardeşler ile olan ilşkisi devam etti.
Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle birçok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da tutuklandı. Yargılama sonunda Seyyid Kutub'a onbeş yıl ağır hapis cezası verilmiştir. Hapiste ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan, Kur'an tefsiri Fi zilâl-il-Kur'an ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler`i kaleme almıştır. 1964'te serbest bırakıldıktan sonra, 1965'te tekrar tutuklandı. Bu kez de birçok Müslüman Kardeşler üyesi ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi. 22 Ağustos1966'da hakkında idam cezası verildi. Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır'ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub 29 Ağustos1966'da idam edildi.


Mahkeme heyeti onu idama mahkûm ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü:


Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.


bekirr 27 Kasım 2012 11:41

Seyyid Kutub (1906-1966)

Seyyid Kutub, radikal reform hareketin farklı bir ideolojisini, İhvanul Müslimin'ı formüle eden aktif bir reformcu ve önde gelen bir Müslüman entelektüeldir. Bu organizasyonun lideri olmasa da radikal eğilimine örnek oluşturur. Dolayısıyla İhvanın kurucusu Hasan el-Benna'nın entelektüel varisi olarak kabul edilir. Eserleri büyük ölçüde edebi eser olarak görülürler. Hapiste geçen yıllarını Fi zilali'l Kuran ve Yoldaki İşaretler gibi ünlü kitaplarını yazmaya yoğunlaşarak geçirir. Mısır Cumhurbaş-kanı Cemal Abdünnasır'ın İhvanul Müslimin'e karşı kampanyalarının bir parçası olarak, Seyyid Kutub 1966'da yönetime yönelik komplo kurmak suçuyla idam edilmiştir. İdamı ona şehit statüsü kazandırmıştır. Seyyid Kutub, 1906'da yukarı Mısır'daki Asyut bölgesinde dünyaya gelir. Babası bir âlim olmasa da takvasıyla tanınan bir kişidir. Kutub'un yaşamının, hemşerisi Hasan el-Benna'nın yaşamıyla birçok benzerliği bulunmaktadır. El-Benna gibi Kutub da Kahire'de yaşamak için köyünden ayrılmış ve bu da kent hayatının, özellikle belirgin sosyal dengesizlik, politik yozlaşma ve İngilizler'in varlığının onun üzerinde bıraktığı izlenim nedeniyle büyük bir öneme sahip olmuştur. el-Benna'nın aksine Kutub apaçık dini kayıtsızlıkla daha az alakadar görünür. Kutub gençliğinde dini bağlılık adına az şey sergilemiştir. Kutub'un öğretmenlikteki ilk kariyeri de aynı öğretmen okulu yani Daru'l Ulûmda eğitim alması nedeniyle el-Benna'nın kariyeriyle paralellik gösterir. Bu okulda 1929'dan 1933'e kadar eğitim almıştır. Mezun olduktan sonra annesinin daima arzulamış olduğu gibi bir ilkokula öğretmen olarak atanır. Ancak zamanını edebi eleştiri, kısa öykü ve roman yazımına adar. Başlıca temaları dini değil romanstır.

1940'da Seyyid Kutub, Eğitim Bakanlığındaki kültür denetim müdürlüğüne geçer. Daha sonra ilköğretim müfettişi olarak görev yapar. Bu dönemde Mısır'daki mevcut en eski siyasi parti ve dönemin yegâne büyük muhalefet gücü olan Vefd Partisine katılır. Bir edebiyat eleştir¬meni olarak ünü artmış olsa da bu durum ona fınansal olarak küçük bir getiri sağlarken, edebiyata olan ilgisindeki azalışla sosyal ve politik makaleler yazmaya başlamıştır. Kutub, 1948'de Kuzey Colorado Üniversitesinde eğitim bilimlerinde master için devletten yol ve eğitim bursu alır. Colorado'da çok az gezerek 3 yıl geçirir. Kutub burada aşırı materyalizm, cinsel serbesti ve ırkçılık olarak kabul ettiği (Kutub olduk¬ça koyu renkli bir deriye sahiptir ve şahsen ırkçılığa maruz kalmıştır) özellikle de ABD medyasının pro-siyonist görüş açısı olarak kabul ettiği hususlara birinci elden tanık olur. İhvanın lideri Hasan el-Benna -bü¬yük olasılıkla Mısır hükümetinin buyruğuyla- 1949'da öldürüldüğünde, görünüşe göre ABD medyası bu olayı sevinçle karşılamıştır.

Kutub'un yazıları İslami bir yönelime sahip olmaya başlamış ve Kuranda bulunan söz sanatları üzerine birçok makale kaleme almıştır. Kutub Kuranı önemli bir manevi kaynak olarak görür; dikkatini İslam ve Kuran araştırmalarının önemine yoğunlaştırır. El-Benna'nın öldü¬rüldüğü yıl, Kutub'un el-Adale l îctimaiyye fi'l İslam adlı eseri yayımlanır. Bu eser birçok âlim ve Müslüman aktivitistin dikkatini çeker. Kita¬bın orijinalitesi İslam'ı yalnızca manevi bir kaynak olarak değil ayrıca entegre bir toplumsal ve ekonomik adalet sistemi olarak görmesinde yatar. Kutub kendini bir Selefi (bkz.el-Benna'nın yanı sıra Afgani, Muham¬med, Abduh ve Reşid Rıza) olarak kabul eder. İlk dört halifeyi (Hulefa-i Raşidin) idealize eder ve her ne kadar Kutub, 3. halife Osman'ın özellikle pek gündeme gelmediğini ifade ettiğinde kimi itiraz ve eleştirilerle karşılaşsa da, bu dönemin bir bütün olarak tam bir sosyal adaleti yansıttığını belirtir. Seyyid Kutub liderler arasındaki yayılan bozulma ve İngiliz alakalarıyla yakından ilişkilendirilmesi suçlamalarının bir sonucu olarak Vefd Partisinin ideolojisi ve aktiviteleriyle hayal kırıklığına uğrar. İslami radikalizmin başlıca kaynağı artık 1928'de Hasan el-Benna tarafından kurulan İhvanu'l Müslimine geçmiştir. Hasan el-Benna'nın 1949'daki ölümüyle, liderlik daha "saygın" olan Hasan el-Hudeybi'ye geçer. Kutub Mısır'a döner dönmez Eğitim Bakanlığından istifa eder. İhvan, Kutub'un revizyoncu yazılarından etkilenir ve karşılıklı bir sem¬pati gelişerek Kutub'un 1952'de üye olmasına neden olur. Kutub düzen¬li olarak fikirleri geliştirdiği el-Dava dergisi için yazılar yazar. İhvanu'l Müslimin geniş bir takipçi kitlesine sahiptir ancak Vefd'in aksine siyasi bir parti değildir; bu yüzden de seçimlere katılamaz. Daha küçük bir muhalefet gücü olan komünist partiyle -sekülarist referanslarına kar¬şın- ortak düşman olarak algılayıp "Anglo-Amerikan yardakçısı" olarak adlandırdıkları Başkan Abdünnasır a karşı birleşirler. Seyyid Kutub ko¬münistlerle ilişki rolünü üstlenir. Kasım 1954'de Abdünnasır'a suikast girişiminde bulunulur ve İhvan suçlanır. Kimileri başarısız suikast gi¬rişiminin tezgâhlı olduğunu öne sürse de bu girişim Abdünnasır'a mu¬halefeti bastırmak için gereksinim duyduğu bahaneyi sunmuştur. Bunu bir dizi tutuklama, göstermelik yargılamalar ve idamlar izler. Kutub, Hudeybi ve diğer birçok üyeyle tutuklanır. Yedisi ölüme mahkûm olur. Ancak Hudeybi'nin idamı, yaşı ve hastalığı nedeniyle hafifletilir. Kutub ise 16 yıl hapse mahkûm olur.

Aslında Kutub, yaşamının geri kalanını kapsayacak hapsi süresince, en iyi kimi eserlerini kaleme alır. Fi zilali'l-Kuran adlı bir tefsir yazar. Bu eserde her bir ayeti ayırarak inceleme şeklindeki olağan atomcu yak¬laşımdan çok Kuranı yekpare bir bütün olarak ele alır. Kutub küçük teolojik ayrıntılarla ilgilenmez ancak büyük temalarla uğraşır. Burada önem taşıyan şey, tefsirini geleneksel kaynaklara yani önceki tefsirlere başvurmadan yazmasıdır. Sonuç olarak Kuran kendi algı ve deneyim¬leri prizmasından kavranır, önceki âlimlerin "hükümleriyle" değerlen¬dirilmez.

Bu dönemdeki diğer önemli bir eser de Yoldaki İşaretler dir (Me¬alim fi'l Tarik). Kitabın ana teması, Kutub'a göre İslam toplumundaki sorunun Batının saldırıları ya da otokratik yönetim olmayıp bir bütün olarak toplumun cehaleti (cahiliyye) olarak atıfta bulunduğu şeydir. "Cahiliye" terimi Kuranda Hz. Muhammed'in ve İslam'ın mesajının ge¬lişinden önceki Arabistan'daki duruma bir referans olarak kullanılmış¬tır. Bu anlamda insanların ilahi rehberlikten yoksun olduğu bu zaman, "cahiliye dönemi"dir. Kutub'un cahiliye terimini kullanımı, Pakistanlı çağdaşı Mevdudi tarafından popülerize edilmiş olup İslam toplumunun mevcut halini ifade etmektedir. Mevcut toplumu Hz. Peygamber'den önceki cahiliyeyle benzer hatta daha feci göründüğünü belirtir.

Kutub, İslam'ın toplumun tüm hastalıklarına karşılık verebileceğini öne sürerken Batı düşüncesinin onun fikirleri üzerindeki etkisi görmezden gelinemez. Aslında Kutub, Fransız hekim ve yazar Alexis Carrel'in (1873-1944) kendi üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Meçhul İnsan (L'homme, cet inconnu, 1935) adlı eserine atıfta bulunmaktadır. Carrel, maddi ilerlemenin ahlak bozucu etkileri ve demokrasinin neden olduğu bozulmadan insanları kurtarmak için gereksinim duyulan şeyin, yeni bir muttaki ve mistik elit olduğunu yazar. Bu görüşler kimi açılardan Friedrich Nietzsche gibi diğer Batılı filozofları yansıtır. Kutub'un yazı¬ları ayrıca onun bireyciliğinde Kierkegaardçı'dır. Kutub ayrıca arketip olarak Peygamber ve Ashab dönemini yansıtan modern cahiliyeye karşı gizli bir "öncü güç" işlevi görecek Müslüman gençler arasında, yeni bir elit gereksiniminden bahseder. Kutub bu elitin gerçekte ne yapacağı konusunda açık değildir. İslam'ın hakikatini öğrendiklerinde vücuda gelip bir daha hiçbir dünyevi kanun ya da kuralları gerektirmeyecek bir devlet idaresinin dizginlerini ele alacak kimi takva sahibi bireylerin bir tür romantik ve saf kavramına sahip görünür.
Kutub Müslüman bir devletin hangi yönetim biçimini alacağıyla çok az ilgilenir ve fiili organizasyonu yetkin oldukları vakit ümmete bırakır.

Bununla birlikte hükümet, inananlardan oluşan bu öncü kuvvete çağrısını devlete karşı bir komplo olarak yorumlamış ve Kutub, Aralık 1964'de hapisten çıktıktan sonra Ağustos 1965'de tekrar tutuklanarak 29 Ağustos 1966'da asılmıştır. Kutub'un özellikle "köktenci" ya da yenilikçi" savaşçı olarak referansta bulunulan gruplar üzerindeki etkisi özellikle dikkat çekicidir. Onun şehadeti düalist dünya görüşü "Hizbullah" (Tanrı taraftarı) ve cihadla dönüştürülmesi gereken "hizbuşşaytan" (şeytanın taraftarları) olarak ayrıldığı için, birçok kşiye model olmuştur. Kutub sıkça cihada dava ile alakalı olarak referansta bulunurken eğer devlet davayı uygulama özgürlüğüne müsaade etmezse, silahlı gizli öncü kuvvet tarafından "fiziki cihad"ın haklılığı kanıtlanır. Bu dava ve düşünce, birçok modern grubun ideolojisinde yansır.

kaynak: İslamda 50 Önemli İsim


Misafir 21 Ağustos 2013 08:55

seyyit kutup
 
fikirleri ehli sünnete ve ehli sünnet alimlerine karşı olduğu için çektiklerinin ve yaptıklarının Allah katında hiç bir değeri ve kıymeti yoktur. Eshabı kirama ve sahabilere hakaret eden mezhepsiz bir insandır



Saat: 11:58

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık