MsXLabs
Sayfa 1 / 2

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Soru-Cevap (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/)
-   -   Anadolu'da kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir? (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/211009-anadoluda-kurulan-beyliklerin-gunumuze-kalan-eserleri-nelerdir.html)

Ziyaretçi 8 Kasım 2008 09:11

güzel de ben anadoluda beylikler kuran türklerin yeni yurtlarına yaptığı eserlerinin fotosu ve açıklamasını istiyorum saolun yinede


BrookLyn 8 Kasım 2008 09:18

Bakınız: Tarihi Türk Devletleri - MsXLabs


Ziyaretçi 17 Kasım 2008 19:30

anadoluda kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir??


Misafir 17 Kasım 2008 19:34

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/diyarbakirulucami.JPG

Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/siirtulucami.JPG

Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/bitlisulucami.jpg

Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sivasulucami.JPG

Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/niksarulucami.JPG

Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kayseriulucami.JPG

Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/silvanulucami.JPG

Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.



http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinulucami.JPG

Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kiziltepeulucami.JPG

Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını
Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumulucami.JPG

Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumukalemescid.JPG

Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen
Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigikalecami.JPG

Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigiulucami.JPG


Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/tokatyagibasan.JPG

Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinhatuniye.JPG


Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sultanisamedrese.jpg

Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigisifahane2.JPG


Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/danismentkumbet.JPG

Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/saltukkumbet.JPG

Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.


Ziyaretçi 17 Kasım 2008 19:37

AY ÇOOOOKK TEŞEKKÜR EDERİM HARİKASIN YAA!!!! :D


Ziyaretçi 18 Kasım 2008 19:12

Çok teşekkürler çok makbule geçti için.


Ziyaretçi 3 Aralık 2008 17:31

eeeeeeee ,,gerisineee ,cümleni yarım bırakma


Ziyaretçi 11 Aralık 2008 12:21

gerçekten harikasın çok işime yaradı


Ziyaretçi 15 Aralık 2008 14:40

çok güzel bilgiler varda biz bulamadık


Keten Prenses 15 Aralık 2008 23:56

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/diyarbakirulucami.JPG

Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/siirtulucami.JPG

Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/bitlisulucami.jpg

Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sivasulucami.JPG

Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/niksarulucami.JPG

Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kayseriulucami.JPG

Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/silvanulucami.JPG

Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.



http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinulucami.JPG

Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kiziltepeulucami.JPG

Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını
Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumulucami.JPG

Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumukalemescid.JPG

Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen
Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigikalecami.JPG

Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigiulucami.JPG


Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/tokatyagibasan.JPG

Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinhatuniye.JPG


Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sultanisamedrese.jpg

Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigisifahane2.JPG


Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/danismentkumbet.JPG

Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/saltukkumbet.JPG

Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.


Meliqhe 29 Aralık 2008 16:39

ÇOuq Tenksh yha çok yardımcı oldunuz saoln ,,,,,,,,,,,,,,,MElİke:D


mhmmdal 14 Ocak 2009 17:50

çoook tskr ederim
ama çok fazla


Ziyaretçi 5 Şubat 2009 13:16

GERÇEKTEN ÇOK TEŞEKKÜRLER BİRÇOK İHTİYACIMI KARŞILADINIZ ÇOK SAĞOLUN


Keten Prenses 5 Şubat 2009 13:50

Biz geri bildiriminiz için teşekkür ederiz:)


okancan 24 Mart 2009 21:55

anadoluda selçuklulardan kalma eserlerin kültür ve sanat kısmı bularmısınız


Misafir 9 Kasım 2009 19:44

arkadaslar bna anadolu selçuklu dönemi taş işçiliği hayvan figürleri lazımm bildiğinz bir site war mı fotoğraflarla beraber??


Misafir 15 Kasım 2009 12:28

Danişmetliler Beyliği'nin bıraktığı eserleride paylaşabilirmisiniz lütfen...


Misafir 1 Ocak 2010 17:38

çaka beyliğinden kalan eserleri söylermisiniz lütfenn acillllll


Misafir 1 Ocak 2010 17:43

Alıntı:

caka beyliginin biraktigi eserler
burada çaka beyliğinden kalan eserler yazmıyor. lütfen daha açık bir şekilde yazarmısınız


Misafir 1 Ocak 2010 17:48

danişmentlilerden kalan eserler:

ESERLER
Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.

Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.
Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.

Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.


Misafir 7 Ocak 2010 16:14

sivastaki beylikler dönemine ait eserler nelerdir?


Misafir 15 Şubat 2010 16:44

Selçuklu devletinde yapılan kalıcı eserlerin özelliği nedir?


Misafir 15 Şubat 2010 16:51

osmanlı döneminde yapılan kalıcı eserlerin özelliği nedir?


Misafir 5 Mart 2010 13:22

Alıntı:

ilk turk beyliklerinin eserleri

ilk türk beyliklerinin eserleri


RivaN 5 Mart 2010 15:28

1. SALTUKLULAR (1072–1202)

Saltuklu Beyliği’nin Kuruluşu
Doğu Anadolu'da kurulmuş olan ilk Türk beyliklerinden biridir.
Bu beyliğin kurucusu olan Ebulkasım Saltuk, Malazgirt Savaşı sırasında Sultan Alp Arslan'ın ordusunda savaştı. Savaştan sonra kendisine Erzurum ve çevresi ikta olarak verildi.
Merkezi Erzurum olan beylik, 1072 yılında Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlı olarak kuruldu.
Ebu’l-Kasım
1.Ebulkasım kısa zamanda Bayburt, Tercan ve Oltu gibi merkezleri de alarak beyliğin sınırlarını genişletti.
2.Danişmentliler ile ittifak kurarak Haçlılara karşı mücadele etti ve Gürcülere karşı da başarılı savaşlar yaptı.
3.1102'de ölünce beyliğin başına oğlu Ali Bey geçti.
Ali Bey
1.Ali Bey Gürcülerle savaştı.
2.Bu sırada Büyük Selçuklu Devleti'ndeki taht kavgalarında Mehmet Tapar'ı destekledi ve ona tâbi oldu.
3.Selçukluların bu iç mücadelesinden yararlanmak isteyen Gürcü Kralı David, Selçuklu topraklarına saldırarak pek çok Türk'ü öldürdü. Gürcülerle mücadele eden Artuklu ve Saltuklu beyleri başarılı olamadılar.

İzzettin Saltuk Bey
Ali Beyin ölümünden sonra Saltuklu Beyliği'nin başına oğlu Saltuk Bey (1153) geçti. Saltuklular en güçlü dönemlerini yaşamışlardır (1132–1174).
1.Döneminde beyliğinin sınırlarını genişletti. Bayburt, Kars, Oltu, İspir, Tercan ve Trabzon havalisi beyliğe dâhil edildi.
2.Diğer Türk beylikleri ile işbirliği yaparak Gürcülere karşı başarılı mücadeleler yaptı. Ayrıca Trabzon Rumları ile de mücadele etti.
3.Anadolu Selçuklu hükümdarları Mesud ve II. Kılıç Arslan'la iyi geçindi.
4.Saltuk, Ani'nin Gürcülerin eline geçmesi üzerine komşu Türk beylerinin yardımını alarak 1161 yılında sefere çıktı. Gürcülerle yaptığı savaşta yenildi ve esir düştü. Daha sonra serbest bırakıldı.
5.Onun zamanında Gürcüler Erzurum'u kuşattılarsa da başarılı olamayıp geri çekildiler.

Beyliğin Yıkılışı
1.Son Saltuklu Beyi Alâeddin zamanında beylik Anadolu Selçukluları, Eyyubiler ve Gürcüler tarafından baskı altında tutuldu. Bu dönemde beylik iyice zayıfladı.
2.Anadolu Selçuklu Sultanı II. Rükneddin Süleyman Şah 1202 yılında Gürcistan Seferi'nden dönerken bu beyliği topraklarına kattı.

Beyliğin Önemi
Erzurum, Moğol İstilâsı sırasında göç eden Türkmenlerin ilk uğrak yeri oldu. Saltuklular döneminde ise önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biri hâline geldi. İran'dan gelen kervan yolu Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Konya şehirleri üzerinden Akdeniz limanlarına ulaşıyordu. Bu yolun diğer bir kolu da Bayburt üzerinden Trabzon ve Karadeniz'e varıyordu. Bu ticarî yol üzerinde bulunan Erzurum'da ticaretin yanında hayvancılık da gelişmişti. Yün, bu dönemde komşu ülkelere ihraç edilen mallar arasındaydı.
Saltuklular zamanında imar faaliyetlerine de önem verildi. Erzurum bayındır hâle getirildi. Bugün bile ayakta duran bir çok eser bu dönemin ölmez yapıtlarındandır. Bu eserlerden Tepsi Minare (Saat Kulesi), Kale Camii, Mama Hatun Kervansarayı ve Kümbeti, Ulu Cami bu gün hâlâ ayakta kalabilen eserlerdendir.
Saltuklular, Anadolu topraklarının korunmasında önemli görevler üstlendiler. Haçlılara karşı mücadelede Danişmentlilerin yanında yer aldılar. Gürcü saldırılarına karşı bir duvar görevi yaparak Anadolu'yu korudular


2. MENGÜCEKLİLER (1080–1228)
Mengücekli Beyliği, Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın komutanlarından Mengücek (Ahmet) Gazi tarafından 1080 yılında kuruldu.
Beylik, kuruluş yıllarında Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar dolaylarına hâkimdi.
Mengücek Gazi, Anadolu'daki Rumlara ve Gürcülere karşı başarılı savaşlar yaptı. Bu mücadeleler sırasında şehit oldu.

İshak
Ölümünden sonra beyliğin başına oğlu İshak geçti. İshak, beyliği yönetmede başarılı olamadı. Onun zamanında Mengücekliler Danişmentlilere bağlı beylik durumuna geldi.
Beyliğin İkiye Ayrılması: İshak Beyin ölümünden sonra Mengücekli Beyliği Erzincan-Kemah ve Divriği olmak üzere iki kola ayrıldı. İshak Beyin oğullarından Davud Erzincan-Kemah kolunun, Süleyman ise Divriği kolunun başına geçti.
a)Erzincan Kemah Kolu: Erzincan-Kemah kolunun en ünlü hükümdarı Davut'un oğlu Behramşah'tır. Behramşah zamanında Erzincan önemli bir kültür ve ticaret merkezi oldu. Behramşah 1225 yılında ölünce yerine oğlu II.Davud geçti. II. Davut, Türkiye Selçuklularına karşı Eyyubiler ve Harzemşahlarla iş birliği yapınca Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubat, 1228 yılında Mengüceklilerin Erzincan - Kemah koluna son verdi.
b)Divriği Kolu: Divriği kolu hakkında kaynaklarda fazla bilgi olmamakla birlikte, bu kolun ilk hükümdarı İshak’ın oğlu Süleyman olduğu bilinmektedir. Süleyman'dan sonra bu kolun başına Şehinşah geçti. Şehinşah'tan sonra başa geçen kardeşi Ahmet zamanında Divriği kolu en parlak dönemini yaşadı. Divriği Mengüceklileri 1252 yılına kadar Anadolu Selçuklularına bağlı olarak varlığını sürdürdü.

Beyliğin Önemi
1.Mengücekliler döneminde Divriği'de kültür ve sanat hareketleri çok canlıydı. Bugünkü Kale Camii, Ulu Cami ve Kayıtbay Camii o dönemin ölmez eserlerindendir.
2.Mengücekliler, genel olarak genişleme politikası gütmediler. Ancak Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük katkıları oldu.
3.Mengücekliler döneminde Erzincan siyasî ve ticarî bir merkez idi. Anadolu'yu Tebriz'e ve İran'a bağlayan büyük kervan yolunun bu bölgeden geçmesi, şehirde ekonomik canlılığı artırdı.
4.Bugün Erzincan'da Mengüceklilerden kalma mimarî eserlerin az olmasının sebebi, Moğol istilâsı sırasında şehrin büyük bir tahribata uğramış olması ve bu bölgede sık sık deprem olmasıdır.


3. DANİŞMENTLİLER (1080–1178)
Bu beylik, Melikşah'ın komutanlarından Danişmentoğlu Ahmet Gazi tarafından Sivas başkent olmak üzere 1080 yılında kuruldu.
Danişmentoğlu Ahmet Gazi
1.Türkiye Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ın ölümüyle nüfuzunu daha da artırdı.Ahmet Gazi kısa zamanda beyliğinin sınırlarını Tokat, Amasya, Çankırı, Kastamonu, Kayseri ve Malatya'ya kadar genişletti.
2.Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı I. Kılıç Arslan'ın Haçlılara karşı yaptığı savaşlara katıldı ve büyük basanlar elde etti. Antakya Haçlı Prensi Bohemond’u esir ederek 1102 yılında Malatya'yı fethetti.
3.Ahmet Gazi'nin ölümünden sonra oğulları arasında taht kavgaları başladı. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan bu durumdan yararlanarak Malatya'yı ele geçirdi.

Emir Gazi
Bu sırada taht mücadelesini kazanan Emir Gazi, beyliğin başına geçti (1104).
1.Emir Gazi, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan'la iyi geçinmeye çalıştı.
2.Selçuklu sultanının ölümü üzerine damadı I. Mesut'un tahta çıkmasına yardım etti.
3.Fakat Selçukluların bu sıradaki zayıf durumundan yararlanarak Malatya'yı geri aldı.
4.Emir Gazi Antakya Haçlı Prensliği ve Kastamonu'yu işgal eden Bizans kuvvetleriyle savaştı.
5.Bu dönemde Danişmentlilerin sınırlan batıda Sakarya nehrine, doğuda Fırat'a kadar genişledi.
6.Emir Gazi dönemi Danişmentlilerin en parlak devri oldu.
7.Emir Gazi'nin Haçlılara karşı kazandığı başarılar, İslâm dünyasında büyük ün kazanmasına neden oldu.

Taht Kavgaları ve Beyliğin Yıkılması
1134'te ölümünden sonra yerine oğlu Melik Muhammed geçti. Bunun döneminde başlayan taht kavgaları beyliği zayıflattı
Ülkedeki taht mücadeleleri Muhammed'in ölümünden sonra da devam etti. Bu karışıklıklardan yararlanan II. Kılıç Arslan Kayseri'yi ele geçirdi. Danişmentlilerin Selçuklulara karşı Bizans'la iş birliği yapmaları üzerine II. Kılıç Arslan 1178'de bu beyliğe son verdi.

Beyliğin Önemi
Danişmentli Bey ligi'nin kurucusu Ahmet Gazi ve oğlu Emir Gazi, Anadolu'nun Türkleşmesine ve İslâmlaşmasına katkıda bulundular.
Haçlılara, Bizans'a ve Ermenilere karşı kazandıkları başarılarla İslâm dünyasının takdirini topladılar. Bu sebeple Türkiye Selçukluları Danişmentlileri en büyük rakipleri olarak görmüşlerdir.
Danişmentliler, Tokat ve Niksar Yağıbasan medreselerini yaptırarak eğitim ve öğretime önem verdiklerini gösterdiler.
Ayrıca, Emir Gazi Kümbeti ve Kayseri Ulu Camii gibi mimarî eserler meydana getirdiler.


4. ARTUKLULAR (l 102 – 1409)
Ünlü Selçuklu komutanlarından Artuk Bey, Sultan Alp Arslan’ın yanında Malazgirt Savaşı'na katıldı ve Anadolu'nun fethinde büyük yararlılıklar gösterdi. Artuk Bey Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş'un hizmetine girdikten sonra Kudüs'e vali (yönetici) olarak gönderildi. Onun ölümünden sonra oğulları Sökmen ve İlgazi de Kudüs'ü yönetmeye devam ettiler.
Fatımîlerin Kudüs'ü işgali üzerine (1098) Sökmen ve İlgazi, Güneydoğu Anadolu bölgesine gelip yerleştiler. Burada Artuklular üç kola ayrılarak hüküm sürdüler.

a) Hasan Keyf-Amid (Diyarbakır) Artukluları (1102–1231)
1.Artuk Beyin oğlu Sökmen Bey tarafından 1102 yılında Diyarbakır'da kuruldu.
2.Bu beyliğin merkezi önceleri Hasan Keyf iken daha sonra Diyarbakır'a (Amid) taşındı.
3.Sökmen Bey 1105 yılında ölünce, önce İbrahim sonra Davud beyliğin başına geçti. Davud döneminde Harput, Palu ve Siirt çevresi ülke topraklarına katıldı. Davud'un ülke sınırlarını genişletme politikası üzerine Mardin Artukluları ile Musul Atabeyliği harekete geçtiler. Davud bu iki kuvvet karşısında tutunamayıp yenildi.
4.Hasan Keyf Artukluları son hükümdarları Mesut’un ölümünden sonra 1231 yılında Eyyubiler tarafından yıkıldı.

b) Harput Artukluları (1185–1234)
Harput, Artuklu hâkimiyetine 1112'de Belek Gazi'nin bu bölgeyi fethetmesiyle girdi. Burası daha sonra Hasan Keyf Artuklularının kontrolünde kaldı.
Mardin Artuklularından İmadeddin Ebu Bekir 1185 yılında Harput' u alarak burada Harput Artukluları Beyliği'ni kurdu.
Zamanla Moğol ve Eyyubîlerin egemenliğinde yaşayan Harput Artuklularını 1234 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I.Alâeddin Keykubat ortadan kaldırdı.

c) Mardin Artukluları (1108–1409)
Mardin Artukluları 1108 yılında Artuk Beyin oğlu İlgazi tarafından Mardin merkez olmak üzere kuruldu.
Bu kol en güçlü ve en uzun ömürlü Artuklu kolu oldu.
Artuk bey’in diğer oğlu İl-Gazi tarafından Mardin’de kurulmuştur.
İlgazi, Haçlılara karşı başarılı savaşlar yaptı. Antakya Prensliği yönetimindeki Haçlı ordusunu bozguna uğratarak Halep şehrini ele geçirdi. Gürcüler üzerine sefer yaptıysa da başarılı olamadı.
Ölümünden sonra başa geçen Timurtaş, beyliğin sınırlarını korudu. 1114’te Urfa’yı Haçlıklardan alması İslam dünyasında sevinçle karşılanmıştır.
Ancak daha sonra gelen beyler döneminde Mardin Artukluları iyice zayıfladılar. Güçlü devletler arasında bulunan Mardin Artukluları , Eyyubiler ve Selçukluların hakimiyetini tanımışlardı. 1243’te ise İlhanlılar’a bağlandılar.
Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, Mardin Artuklularını 1409 yılında ortadan kaldırdı.

Beyliğin Önemi
1.Artukluların hüküm sürdüğü alanlarda Türkmenlerin dışında yabancı milletler de yaşıyordu. Artuklular değişik kültürlere karşı hoşgörülü davrandılar.
2.Yaşadıkları toprakların Mısır, Suriye ve İran yolları üzerinde bulunmasından dolayı bölgede ekonomik ve kültürel faaliyetler son derece gelişti.
3.Başa geçen hükümdarlar, imar faaliyetlerini ve tarımsal üretimi desteklediler.
4. Pek çok merkezde saray, cami, türbe, çarşı, hastahane, kale, köprü ve imaret yaptırdılar. Diyarbakır'da yaptırılan Artuklu Sarayı, dönemin en ünlü mimarî eserlerindendi.
5.Artuklular döneminde Batman suyu üzerinde yapılan Malabadi Köprüsü, bugün bile kullanılmaktadır.
6.İlk Artuklu medresesi, İlgazi tarafından Halep'te inşa ettirildi.
7.Günümüzde hâlâ ayakta olan Mardin Ulu Camii de Artuklu döneminin önemli eserlerindendir.

Anadolu'da Kurulan İlk Türk Beyliklerinin Türk Tarihindeki Önemi
Malazgirt Savaşı'nın kazanılmasından sonra kurulan ilk Türk beylikleri, Anadolu'nun fethinde ve hızla Türkleşmesinde büyük rol oynadılar. Anadolu'nun birçok yeri bu beylikler tarafından fethedildi. Bu beylikler, hâkim oldukları toprakları Avrupa'dan gelen Haçlılara karşı koruyarak İslâmiyet’in bu topraklarda yayılmasına çalıştılar.
İlk Türk beylikleri Anadolu'nun vatan olması için bazen Gürcülerle bazen Ermenilerle bazen de Bizans'la savaştılar. Beylikler, kendi dönemlerinde yeni şehirler, kasabalar ve köyler kurdular. Kurdukları bu şehir ve kasabalara Türkçe isimler verdiler. Yaşadıkları bölgeleri köprü, saray, imarethane, kervansaray gibi sosyal tesislerle donatarak Anadolu'yu imar ettiler. Bugün Türkiye dediğimiz coğrafyadaki bir çok eseri meydana getirenler, Anadolu’da kurulan ilk Türk beylikleri olmuştur.

Anadolu’da Kurulan İlk Türk Beyliklerinin Anadolu’nun Türkleşmesine Katkıları
1.Türklerin Anadolu’daki fetihleri hızlandırıldı.
2.Bizans, Gürcü ve Ermenilerin gücü kırıldı.
3.Haçlılara karşı mücadele edildi.
4.Ele geçirilen toprakların isimleri Türkçeleştirildi.
5.Küçük yerleşim yerleri büyük Türk şehirleri haline getirildi.
6.Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkı sağlandı.
7.Türkmen göçü ile Anadolu’daki Türk nüfusu arttı.
8.Anadolu’da kalıcı kültür ve sanat eserleri bırakıldı.
Bütün bu gelişmelerden sonra 12.yüzyıldan itibaren artık Avrupalılar da Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğunu kabul etmiş ve Anadolu’yu “Türkiye” adı ile anmaya başlamışlardır.

http://img03.blogcu.com/v2/images/editor/s/i/n/sinavmodu/876210518333542_1261860384.jpg


RivaN 5 Mart 2010 15:35

1. Adana Ulu Câmiî: Ramazanoğlu Halil Bey tarafından 1541 yılında yaptırılmıştır.
2. Afyon Ulu Câmiî: Sahibata Nusreddin Hasan Bey tarafından 1277 yılında Mimar Emir Hacı Bey'e yaptırılmıştır.
3. Akhisar Ulu Câmiî: Eski bir kilise üstüne Saruhanlı Beyliği zamanında yapılmıştır.
4. Aksaray Ulu Câmiî: Karamanoğlu 2. Mehmet Bey tarafından 1409 yılında Mimar Mehmet Firuz Bey'e yaptırılmıştır.
5. Arapgir Ulu Câmiî: Yaptıranı belli değildir. 14 yy. eseri olduğu anlaşılmaktadır.
6. Bayburt Ulu Câmiî: 1222 tarihli Arapça bir kitabesi vardır. Yaptıranı bilinmemektedir.
7. Birecik Ulu Câmiî: Memlüklü Sultanı Melik Eşref Şaban tarafından 1244'te yaptırılmıştır.
8. Birgi Ulu Câmiî: Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1312 yılında yaptırılmıştır.
9. Bursa Ulu Câmiî: Yıldırım Bayezid 1399 yılında Mimar Ali Neccar'a yaptırmıştır.
10. Çorum Ulu Câmiî: Selçuklu Sultanı 3. Alaaddin Keykubat zamanında 1306 yılında yaptırılmıştır.
11. Divriği Ulu Câmiî: 1. Alâeddin Keykubat zamanında 1228–1229 yıllarında Mimar Ahlatlı Mugis oğlu Hurrem Şah'a yaptırılmıştır.
12. Diyarbakır Ulu Câmiî: Araplar tarafından 639 yılında Mor Toma Kilisesi bozularak câmiye çevrilmiştir. Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından 1091'de Ulu Câmi adıyla yeniden yapılmıştır.
13. Edirne Câmi-i Kebîri: Yıldırım Bayezid zamanında 1400 yılında başlanmış oğulları zamanında 1413 yılında bitirilmiştir.
14. Ermenek Ulu Câmiî: Karamanoğlu 1. Mehmet Bey tarafından 1311–1312 yıllarında yaptırılmıştır.
15. Erzurum Ulu Câmiî: Saltuklu Nasrüddin Muhammed Bey tarafından 1179 yılında yaptırılmıştır.
16. Elbistan Ulu Câmiî: Dulkadiroğulları Beyliği zamanında Şeyhsuvar Bey'in oğlu Ali Bey tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
17. Elazığ Harput Ulu Câmiî: Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan 1156–57 yıllarında yaptırmıştır.
18. Harran Ulu Câmiî: Emevi Hükümdarı Mervan tarafından 744–750 yıllarında yaptırılmıştır.
19. Halep Ulu Câmiî: İlk yapılış şekli ve tarihi kesin belli değildir. Zengiler zamanında yapıldığı kabul edilir.
20. Hatay Ulu Câmiî: Memlüklüler tarafından yaptırılmıştır.
21. Kahraman Maraş Ulu Câmiî: Dulkadiroğulları döneminde Süleyman Bey'in oğlu Alâüddevle tarafından 1496 tarihinde yapılmıştır.
22. Kızıltepe (Koçhisar) Ulu Câmiî: Artuklular zamanında Yavlak Aslan Bey tarafından başlanmış 1200 yılında Artuk Aslan Bey tarafından bitirilmiştir.
23. Kütahya Ulu Câmiî: Yıldırım Bayezid tarafından 1389'da başlanmış oğlu Musa Çelebi tarafından 1410 yılında tamamlanmıştır.
24. Malatya Ulu Câmiî: Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından 1224'te Mimar Yakup Bin Ebubekir'e yaptırılmıştır.
25. Manisa Ulu Câmiî: Saruhanoğlu İshak Bey tarafından 1374 yılında yaptırılmıştır.
26. Mardin Ulu Câmiî: Türkmen Hanedanlığı Artuklar zamanında Kutbettin İlgazi tarafından 1176 yılında yaptırılmıştır.
27. Milas Ulu Câmiî: 1378 yılında Menteşeoğullarından Erhan Bey tarafından yaptırılmıştır.
28. Muğla Ulu Câmiî: Menteşeoğullarından İbrahim Bey tarafından 1344'te yaptırılmıştır.
29. Niksar Ulu Câmiî: 1330 yıllarında Danişmendoğulları tarafından yaptırılmıştır.
30. Ödemiş Ulu Câmiî: Aydınoğlu Mahmut Bey tarafından 1311 yılında yaptırılmıştır.
31. Sandıklı Ulu Câmiî: Germiyan Beyliği zamanında Sandıklı Subaşısı Bahaddin Ömer bin Alâaddin tarafından yaptırılmıştır.
32. Siirt Ulu Câmiî: Selçuklu Sultanı Mugizettin Mahmut tarafından 1129 yılında yaptırılmıştır.
33. Sinop Ulu Câmiî: Pervaneoğullarından Süleyman Bey tarafından 1268 yılında yaptırılmıştır.
34. Sivas Ulu Câmiî: Kızılarslan Bin İbrahim Bey tarafından 1196–1197 yıllarında yaptırılmıştır.
35. Tarsus Ulu Câmiî: 1579 yılında Ramazanoğullarından İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır.
36. Urfa Ulu Câmiî: St. Stephan Kilisesi Zengiler tarafından 1170–1175 yılları arasında câmiye çevrilmiştir.
37. Uşak Ulu Câmiî: Germiyan Beyi Süleyman Şahin oğlu Yakup Bey tarafından 1419'da inşa edilmiştir.
38. Van Ulu Câmiî: 12. yy'da Ahlat Selçukluları veya Karakoyunlu Türkmen Beyliği tarafından yaptırılmıştır.
39. Zile Ulu Câmiî: 1262 yılında Mehmet Zaluli Bey tarafından yaptırılmıştır.


Misafir 29 Mart 2010 19:40

bide bunlarla ilgili soru olsa daha iyi olacak


Misafir 10 Kasım 2010 17:34

Peki Ortak Özelliklerini Yazarmısınız LÜtfen


Misafir 24 Kasım 2010 13:23

anadoludaki türk beylikleri yaptıkları eserler
 
lütfen saçma ayrıntıları bırakıp düzgün ve anlaşılır bir dille anadoluda kurulan türk beylikleri ve yaptığı eserleri yazın


ener 24 Kasım 2010 13:29

Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1873328)
lütfen saçma ayrıntıları bırakıp düzgün ve anlaşılır bir dille anadoluda kurulan türk beylikleri ve yaptığı eserleri yazın

İnceleyiniz >> Anadolu'da kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir?


Misafir 9 Aralık 2010 16:02

varsa devamıda yazın..


Misafir 18 Aralık 2010 19:11

çaka beyliği yazmıyor lutfenn


Misafir 23 Aralık 2010 22:03

çaka beyliğinin bıraktığı tarihi eserler


Misafir 2 Ocak 2011 13:03

Çok Az BaŞka KoYaMaMıŞMı ??
IhI


Misafir 10 Ocak 2011 19:11

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.




Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.




Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.




Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.




Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.




Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.




Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.




Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.





Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.




Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.




Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.




Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.




Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.





Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.



Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.





Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.


--------------------------------------------------------------------------------


17-11-2008 #5 (mesaj-linki)
Ziyaretçi AY ÇOOOOKK TEŞEKKÜR EDERİM HARİKASIN YAA!!!!

--------------------------------------------------------------------------------


18-11-2008 #6 (mesaj-linki)
Ziyaretçi Çok teşekkürler çok makbule geçti için.

--------------------------------------------------------------------------------


03-12-2008 #7 (mesaj-linki)
Ziyaretçi eeeeeeee ,,gerisineee ,cümleni yarım bırakma

--------------------------------------------------------------------------------


11-12-2008 #8 (mesaj-linki)
Ziyaretçi gerçekten harikasın çok işime yaradı

--------------------------------------------------------------------------------


15-12-2008 #9 (mesaj-linki)
Ziyaretçi çok güzel bilgiler varda biz bulamadık

--------------------------------------------------------------------------------


15-12-2008 #10 (mesaj-linki)
Keten Prenses

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.




Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.




Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.




Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.




Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.




Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.




Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.




Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.





Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.




Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.




Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.




Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.




Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.


Misafir 23 Ocak 2011 20:55

yha bna acil türk eserleri lazım ama slayt için uzun olmayack bulabilirseniz çok svnrim


Misafir 15 Şubat 2011 20:08

beyliklerin adnadoluda kalıcı eser yapmalarının nedenleri nelerdir söyleye bilir misiniz bana?


Misafir 15 Mayıs 2011 16:56

sosyal bilgiler
 
anadolu kurulan türkiye selçuklu devletinin hakim oldukları bölgelerde yaptıkları mimari eserler nelerdir?**


Misafir 1 Kasım 2011 16:22

Anadolu beylikleri'nden günümüze kadar kalan eserler nelerdir?
 
YA ŞU ANADOLU BEYLİKLERİNDEN BUGÜNE KADAR KALAN ESERLERİ BİLEN VARSA SEVİNİRİM


Misafir 11 Kasım 2011 14:50

danişmentlilerden kalan eserler:

ESERLER
Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.

Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.
Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.

Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

--------------------------------------------------------------------------------


Kaynak: Anadolu'da kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir?


Misafir 24 Kasım 2011 18:23

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.




Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.




Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.




Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.




Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.




Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.




Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.




Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.





Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.




Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.




Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.




Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.




Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.





Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.



Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.





Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.


Misafir 25 Kasım 2011 14:59

Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.




Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.




Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.




Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.




Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.




Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.




Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.




Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.





Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.




Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.




Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.




Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.




Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.





Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.



Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.





Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.


Kaynak: Anadolu'da kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir?


Misafir 4 Aralık 2011 17:19

arkadaşlar lütfen artuklu beyliğinin eserlerini söyleyin


Misafir 8 Aralık 2011 14:23

ama ben cevabımı almadım


Misafir 13 Aralık 2011 20:42

bide kervansarayları yazın


Misafir 21 Aralık 2011 12:03

anadolu beyliklerinden kalan eserler nelerdir


Efulim 21 Aralık 2011 12:07

Alıntı:

Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1257819)
Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/diyarbakirulucami.JPG

Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/siirtulucami.JPG

Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/bitlisulucami.jpg

Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sivasulucami.JPG

Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/niksarulucami.JPG

Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kayseriulucami.JPG

Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/silvanulucami.JPG

Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.



http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinulucami.JPG

Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/kiziltepeulucami.JPG

Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını
Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumulucami.JPG

Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/erzurumukalemescid.JPG

Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen
Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigikalecami.JPG

Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigiulucami.JPG


Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/tokatyagibasan.JPG

Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/mardinhatuniye.JPG


Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/sultanisamedrese.jpg

Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/divrigisifahane2.JPG


Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/danismentkumbet.JPG

Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.


http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatalanlari/grafik/saltukkumbet.JPG

Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.

Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 2225262)
Anadolu’da Erken Türk Beylikleri Dönemi Mimarisi
Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti. Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir. Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır. Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır.

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır.




Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır. Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir.

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır.




Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir.




Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır.




Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2. Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır.




Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12. yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir.




Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12. yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir.

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12. yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır. Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır.


Artuklular, XII.yy.dan XIV. yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar. Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur. Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir.

XII. yy ile XlII. yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi. Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür. İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII. yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir. Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır.


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır. Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir.




Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir . Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır. Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır.





Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür.




Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır. 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır. Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır. Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır.

Gerçekten de, XI. yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür. Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir. Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar.




Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır. Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir. Özgün biçimini 12. yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır. Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir.




Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır. Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12. yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir. Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır. İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır.


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII. yy sonuyla XIII. yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229). Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar.




Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir. Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir. Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur.





Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır. Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür. On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir.


Medreseler
İçinde dinsel ve deneysel öğretim yapılan eğitim yapılarından medreseler, mimari ve bezeme özellikleriyle Anadolu’da sürekli ve tutarlı bir gelişim gösteren yapıların başında gelir. Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan kalma medrese yoktur. Ancak 12. yüzyılın ortalarına doğru medreseler görülmeye başlar. Bu yıllarda Anadolu hızla Türkleşmeye, çoğu eski merkezlerin üzerine gelen kentler yeniden kurulmaya başlamıştır. Bu yerleşme merkezlerinde karşılaştığımız medreselerde ana plan şeması, dört ya da üç eyvan, ortada, eyvanların açıldığı bir avludan oluşmaktadır. Şemanın değişikliğe uğradığı nokta genellikle orta avludur. Bazı medreselerde bu orta avlu açık, bazılarında ise kubbe ya da tonozlarla örtülmüştür. Bu yüzden Anadolu medreselerini kaba başlıklar altında toplamak gerekirse açık veya kapalı medreseler diye ikiye ayırmak mümkündür. Anadolu medreseleri bu iki ana başlık dışında ayrıca eyvan ve kat sayıları, avlunun değerleniş biçimiyle yeni sınıflandırmalara konu olabileceği gibi, içinde geçen eylemlerdeki bazı küçük ayrımlardan dolayı tıp medreseleri, şifahaneler, rasathaneler gibi değişik başlıklar altında da toplanabilir.


Danişmendlilerin mimari alanındaki asıl yaratıcılığı medrese yapılarında kendini gösterir. XIII. yüzyıl boyunca gerçekten pek az örneğine tanık olduğumuz kubbeli medreseler Danişmendliler döneminde başlar. Tokat ve Niksar Yağıbasan Medresesi, Kayseri’deki Kölük Camii Medresesi söz konusu bu mimarinin en tutarlı yapılarıdır ve bu medreseler, Anadolu’da kubbeli medrese tasarımının gelişmesinde öncü olmuştur.



Danişmentliler’ den Nizameddin Yağıbasan’ın 1151-1152 tarihli Tokat Yağıbasan Medresesi ile gene aynı kişi tarafından 1157-1158 yıllarında yaptırılan NiksarYağıbasan Medresesi Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandıran yapılardır. Ortada tromplu büyük bir kubbe, çevresinde buna bağlanan eyvan ve odalardan oluşan bu iki medrese birbiriyle yakın ilişki içindedir. Bezemesiz, yalin ve bugün harap durumda bulunan bu iki yapı, daha sonra 17. yüzyıla kadar sürecek gelişmelerin öncüsü olmuştur.

Artuklu medreseleri yapı özellikleri ve süslemeleri açısından Selçuklu medreselerine pek benzemez. Ama Orta Asya’da doğan ve Büyük Selçuklular zamanında gelişen mimari üslubun önemli bir halkası olduğu için, plan şeması bakımından Danişmendli ve Selçuklu medreseleriyle ortak yönleri vardır. Artuklu medreseleri sağlam taş yapılar olduğu için fazla zarar görmeden günümüze ulaşabilmiştir. Artuklu medreselerinde kubbeye pek sık rastlanmaz; hacimler genellikle çapraz veya sivri beşik tonoz örtülüdür . Diğer medrese yapılarında gibi burada da eyvan önemli bir unsurdur ve erken dönem yapılarında bir veya iki eyvan bulunur. Ama mescit veya cami her zaman daha önemli bir yer tutar. Artuklu medreselerinde mescit, plan şemasında belirli bir yeri olan ve birden fazla mekan biriminden oluşur. Bazen medresenin bir parçası değil, bağımsız bir bina özelliği kazanır.

Erken Artuklu medreselerinin diğer bir özelliği de bazılarının iki katlı olmasıdır. Gerçekten de, XllI. yy. Selçuklu medreselerinden önce katlı medreseler Diyarbakır ve Mardin’de görülür.


Medrese mimarisinin Anadolu’daki ikinci egemen tipi açık avlulu medreselerdir. Bu tipin erken örnekleri Artuklu çevresinde oluşmuştur. Mardin’de Artukoğlu Necmeddin İl-gazi’nin, kardeşi Eminüddin adına yaptırdığı 12. yüzyılın başına ait Eminüddin Külliyesi’ndeki Eminüddin Medresesi bu tipin günümüze gelebilen ilk örneğidir. Medrese, beşiktonozlu bir giriş bölümü ve yanlarda yer alan çapraz tonozlu mekânlardan oluşmaktadır.





Külliyenin cami, hamam ve çeşmeden oluşan diğer birimleriyle birlikte özelliklerinin bir bölümünü yitiren bu yapıya karşılık, 12. yüzyılın üçüncü çeyreğine tarihlenen Mardin Hatuniye Medresesi, açık avlulu Anadolu medreseleri içinde iki katlı, eyvanlı ve revaklı avlusuyla olgun bir örnek sayılmaktadır.

Artuklu medreseleri içinde gene şemalarını kesin olarak bildiğimiz açık medreselerden Diyarbakır Zinciriye Medresesi oldukça ilginç bir yapıdır. İki eyvanlı, tek katlı ve açık avlulu olan bu yapı, 1198 yılında Isa Ebu Dirhem adlı bir sanatçı tarafından gerçekleştirilmiştir. Plan özellikleri ve zengin taş bezemeleri ile kendi türünün gelişmiş bir örneği olduğunu ilk bakışta açığa vurmaktadır. Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise, iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulu Cami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı oluşuyla tanınmaktadır. 1198-1223 yılları arasında Halepli Ustat Cafer bin Mahmud’un çizimlerine dayanarak mimar Mes’ud tarafından uygulanmıştır.

Güneydoğu Anadolu’da Artuklular dönemine ait diğer açık avlulu medrese örnekleri arasında Mardin’e bağlı Koçhisar Bucağı’nda 1211-1212 tarihli Harzem Medresesi, Mardin’de 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Şehidiye Medresesi, gene aynı yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Marufiye Medresesi sayılabilir.




Mardin’de 14. yüzyılın sonu gibi geç bir tarihte gerçekleştirilen Sultan İsa Medresesi, Artuklular’ın denediği değişik bir planı göstermesi nedeniyle oldukça önemlidir. Bir avlunun iki yanında ayrı ayrı şekillenen mekân grupları iki katlı bir düzen gösterirler.


Anadolu’daki kapalı avlulu veya kubbeli medreselerin en ilginç örneklerinden birisi hiç kuşkusuz 1228 tarihli Divriği Melike Turan Şifahanesi’dir. Mengücükoğulları’ndan Ahmedşan in eşi Melike Turan tarafından Divriği Ulu Camisi’ne bitişik olarak yaptırılan iki katlı şifahanede, kubbe ve tonozların zengin bezemeli taş mimarisi, etkili bir iç mekân yaratmıştır. Yapı anıtsal bir portalle dışa açılmaktadır.





Şifahane kısmının gotik karakterli taçkapısı bütün cepheye hâkimdir. Tabana yakın bir kesimdeki birkaç sıra profilin üzerinde yükselen kaval silme demetleri üzerinde yer yer diskler, kartuşlar, bitki süslemeleri belirli bir yüksekliğe kadar devam ettikten sonra, tepede sivri bir kemer halinde son bulur. İki demet halinde gruplaşan silmeler, kademeler halinde derinleşerek kapı yüzeyine kadar yaklaşır. Kapı yüzeyi bir sütunçeyle ayrılmış ikiz pencere, alınlıklar ve bordürlerle zengin, plastik bir bölümlendirme görünümündedir. (…)Divriği Şifahanesi’nin taçkapısı, aynı külliyenin diğer taç-kapılarından çok farklıdır. Hindistan, Afganistan ve İran’dan aldığı etkileri, yepyeni işlevlere bağlayan kapıda, özenle işlenmiş kesme taş farklı bir malzemeymiş gibi, alçı, metal ve ahşap tekniklerine yaklaşmıştır.


Mezar anıtları
Türk sanatında mimari ve bezeme yönünden güçlü bir gelişme gösteren yapı türlerinden birisi de mezar anıtlarıdır. Anadolu dışında Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklular eliyle yoğun bir denemeye konu olan mezar anıtlarının Anadolu’da ki uzantısı da önceki gelişmeleri güçlendirecek nitelikte karşımıza çıkmaktadır.

Anadolu’da yeni olanaklara kavuşan mezar anıtları genel olarak içinde mezarın yer aldığı bir alt kat (oturtmalık), simgesel nitelikteki sandukanın bulunduğu ziyaret edilen bir üst kat (gövde) ve örtüden oluşmaktadır. Toprak altında kalan oturtmalık kısmına yaygın olarak mumyalık denir. Bu adın yaygınlaşmasının nedeni, ölülerin mumyalanma geleneğinin bir süre yaşamış olmasından ileri gelmektedir. Bunların ilginç örnekleriyle Anadolu’ da değişik yerlerde karşılaşılmaktadır. Türkler elinde başlıbaşına anıt niteliğine bürünen ve ölünün mezarını simgeleştiren bu yapılar, çok değişik biçimler içinde denenmiş, zengin görünüşlere ulaşılmıştır. Türkler’in Orta Asya ve İran’da genellikle iki tip mezar anıtı geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Bunlardan birincisi kare planlı ve kubbeli, ikincisi ise poligonal veya silindirik planlı ve kuleseldir. Anadolu’da uzun yıllar, değişik biçimlerde olmak üzere, genellikle kule mezar tipinin egemenliğine tanık oluyoruz. Ayrıca bu yapılarda, başta giriş bölümleri olmak üzere, oldukça yoğun bezeme kullanılmıştır.


Anadolu’da Büyük Selçuklu ve Erken Türk Beylikleri’nden Artuklular’a ait mezar anıtları günümüze ulaşamamıştır. Buna karşılık Anadolu’nun ilk mezar anıtları arasında altı yapı Danişmentliler ile ilgili görülmektedir.



Amasya’da 1145 yılında yapıldığı kabul edilen Halifet Gazi Kümbeti, sekizgen gövdesi, kesme taş cephesi ve külahıyla dikkati çeker. Niksar’da, yazıtı bulunmadığı için kesin tarihi bilinmeyen kare planlı Melik Gazi Türbesi, yine aynı yörede kesme taştan sekizgen bir yapı olan 12. yüzyıla ait Kulak Kümbeti ile 1182 tarihli ve dikdörtgen planlı Hacı Çıkrık Türbesi, mimari yönden çeşitli aksaklıklarına karşın Anadolu Türk mimarisin de ilk denemeler olmaları nedeniyle üzerinde durulmaya değer yapılardır.

12. yüzyıl sonuna maledilen Kayseri’nin Pazarören bucağı yakınlarındaki Melik Danişmend Gazi Kümbeti ile Niksar Kırk Kızlar Kümbeti, taş temel üzerine oturan özenli tuğla işçilikleriyle dikkati çekerler. 1220 yılı dolaylarında yapıldığı anlaşılan Kırk Kızlar Kümbeti’nin mimarı, Sivas’taki Keykavus Şifahenesi’nde de adı bulunan Marendli Ahmed bin Ebubekir’dir.


Erzurum’da Saltuklu kümbetleri olarak adlandırılan üç mezar yapısından en anıtsalı Emir Saltuk Kümbeti’dir. Dış görünüşüyle değişik etkiler içinde oluştuğu anlaşılan iki renkli düzgün kesme taş yapı, diğer Anadolu mezar anıtlarından ayrılan özelliklere sahiptir. Gövde, silmeler ve üç alınlıklarla iki katlı bir görünüş almış, sekizgen gövdenin üzerine konik külah yerleştirilmiştir. Çift pencere şekilleri ve yuvarlak kemerli nişler içindeki eski Türk hayvan takvimine bağlanan figürlü kabartmalar oldukça ilginçtir. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapımı bilinemeyen ve 12. yüzyıl sonuna tarihlenen bu kümbet, daha sonraki gelişmelerde etkili olamamış ve Anadolu’da tek örnek durumunda kalmıştır.




Bazı araştırmacılar biçim ve figürlü süslemeler açısından Emir Saltuk Kümbeti’ni Eseri doğrudan Orta Asya’ya ve kümbet-türbe biçimlerinin kökenlerinde yatan “çadır mimarisi” ne bağlarlar. Bazı araştırmacılar bölgesel üslup ve sanatçılara ağırlık tanır, bazıları ise mimari açıdan devamı olmayan tek örnek olduğunu öne sürerler. Aslında bütün bu söylenenlerin tümü yapıyı tanımlamak için gereklidir.

Kümbetin XII. yüzyıl sonunda 1168’de ölen Izzeddin Saltuk için yapıldığı kabul edilir, iki renkli taştan inşa edilmiş, iki katlı bir yapıdır. Alt gövdesi sekizgen planlıdır. Sekize bölünmüş duvar yüzeylerinin her biri pencerelerden yukarıda üçgen alınlıklar şeklinde sonuçlanır. Üçgen alınlıklardan sonra pencereli kasnak kısmı silindirik olarak devam eder ve yukarıda basık bir konik külahla veya sivri kubbe şeklinde sona erer.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti, Saltuklu mimarisinin özgün yapılarındandır. Taçkapının yan nişleri üzerindeki kitabede “Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddale” olarak mimarın adı okunur. Kesme taştan yapılmış kümbetin plan açısından kaynakları üzerinde çok tartışılmıştır. El-Süleymaniye gibi erken İslam mimarisi eserlerinden veya Aral Gölü’nün doğusunda Tagisken’de MÖ 1II. yy mezar anıtlarından esinlendiği kabul edilir.
Çevresi daire biçiminde bir kuşatma duvarı ile çevrili olan kümbet, kare planlı bir mumyalığın üzerinde yer alan sekiz dilimli gövde ve hafif dilimlenıniş konik külahtan oluşmuş ilginç bir yapıdır.


Mengücüklü dönemine ait mezar anıtlarına gelince, Divriği’deki 1196 tarihli Kamereddin Kümbeti ile Sitte Melik Kümbeti kesme taştan sekizgen gövdeli ve piramit çatılı yapılardır. Sitte Melik Kümbeti’nin cephesindeki geometrik geçmeler geleneksel bezemenin bir devamı olarak kabul edilmektedir. Gene Mengücüklülere ait bir kümbet de Kemah’ta karşımıza çıkmaktadır. 12. yüzyıl sonu ya da 13. yüzyılın başına tarihlendirilebilecek Melik Gazi Kümbeti, tuğladan bezemeli sekizgen gövdesi ve mumyalık kısmındaki sekizgen payeden gelişen örtü sistemiyle Azerbaycan bölgesi mezar anıtlarına bağlanmaktadır. Yapının mimarı Ömer bin İbrahim el-Taberi’dir.


Diğer yapılar
Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden cami, medrese, mezar anıtı dışında-sayıları az olmakla beraber-başka yapılar da günümüze gelmiştir. Bu yapıların başında, eski yollar üzerinde karşımıza çıkan köprüleri saymak gerekir. Geçit görevinin yanı sıra mimari özellikleriyle de dikkati çeken köprüler, yapıldıkları yerin koşulları içinde gerçekten ilginç denemelerdir. Erken devir örnekleri Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Artuklu topraklarında karşımıza çıkmaktadır. Biçimsel zenginlikleri, üzerlerinde yer yer karşılaşılan plastik örnekleri, bu yapıların yalnız bir yeri aşma gereksinimiyle yapılmadıklarını göstermektedir.

Dicle Irmağı üzerinde 1116 yılında yapılmış olması mümkün Hasankeyf Köprüsü, Cizre yakınlarındaki 1164 tarihli Dicle Köprüsü, Silvan yolunda Batman Suyu üzerinde 1147 tarihli tek bir kemerden oluşan ünlü Malabadi Köprüsü, 1179 tarihli Çermik Köprüsü, 1204 tarihli Mardin yakınlarında Dunaysır Köprüsü, Diyarbakır yakınlarındaki 1218 tarihli Devegeçidi Köprüsü ve yakın zamanlarda tamamen ortadan kalkan gene Diyarbakır yakınlarındaki Ainbarçayı Köprüsü Artuklular döneminden kalma önemli örneklerdir. Her biri başlıbaşına mimari bir değer olan ve bir kısmı bugün de kullanılan bu köprülerde, eski geleneksel motiflerle yüklü figürlerin bulunuşu ilgi çekicidir.

Anadolu’da sürekli yenilenmek, genişletilmek suretiyle günümüze ulaşabilen savunma amaçlı yapılar arasında kale ve surları özellikle belirtmek gerekir. Zamanla ulaşım sisteminin, yerleşme merkezlerinin, savunma sistemlerinin değişmesi sonucu terk edilen bu kalelerden çoğunun ilk kuruluşları, Türkler’den öncesine gitmektedir. Ancak Türkler’in de bu alanda önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Diyarbakır surlarında Artuklular’dan kalma 1208 tarihli Evli Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdir.
alıntıdır.


Kaynak: Anadolu'da kurulan beyliklerin günümüze kalan eserleri nelerdir?


İnceleyiniz ^
Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 2265786)
anadolu beyliklerinden kalan eserler nelerdir



Misafir 3 Ocak 2012 14:16

1564845468641644464464646346646464644
 
offff!AMA BANA HANGİ ESERLERİN KALDIĞI LAZIM YAAAAAA.


Misafir 14 Kasım 2012 17:03

ya arkadaşlar lütfen "Anadolu'da kurulan ilk türk beyliklerinin eserlerinin özellikleri" ni anlatan bir konu paylaşır mısınız? ÇOK MU ZOR :((


Misafir 20 Kasım 2012 20:48

ANADOLUDA KURULAN İLK TÜRK BEYLİKLERİ
Danişmentliler (1072- 1178)

Sivas merkez olmak üzere Tokat, Niksar, Amasya ve Kayseri civarında kurulmuştur. Devletin kurucusu Melikşah'ın komutanlarından Danişment Gazi Ahmed Bey'dir. Rivayete göre Türkmenlere öğretmenlik yaptığı için Danişment Gazi diye anılan Ahmed Bey,Türkiye Selçukluları Sultanı Süleymanşah'ın ölümüyle nüfuzunu daha da artırdı. Ankara, Kastamonu, Çankırı'yı ele geçirdi. 1. Kılıçarslan ile beraber Haçlılara karşı savaştı ve Antakya Haçlı Prensi Bohemond'u esir ederek Malatya'yı ele geçirdi. Yerine geçen oğlu Gazi Bey zamanında devlet en güçlü devrini yaşamıştır (1104). Öyle ki Türkiye Selçukluları ve Bizans'ın iç işlerine müdahale eder oldular. Gazi Bey, Haçlılardan Konya'nın geri alınmasına (1116) ve taht mücadelesinde desteklediği 1.Mesut'un burada sultan ilân edilmesine yardım etti. Danişmentliler, her zaman Haçlılara ve Bizans'a karşı başarılar kazanmışlar ve fethettikleri toprakların Türkleşmesini sağlamışlardı. Bu sebeple Türkiye Selçukluları, Türkler arasında itibarı çok fazla olan Danişmentlileri en büyük rakipleri olarak görmüşlerdir. Nitekim taht mücadelelerinden faydalanan 2.nci Kılıçarslan, Danişmentli şehirlerini ele geçirerek bu devlete son vermiştir.
Saltuklular (1072-1202)

Beyliğin merkezi olan Erzurum ve civarı, Alp Arslan'ın komutanlarından Ebûlkasım Saltuk tarafından fethedilmişti . Oğlu Ali Bey ise devletin asıl kurucusu sayılır. Ali Bey'in oğlu İzzettin Saltuk zamanında Saltuklular en güçlü dönemlerini yaşamışlardır (1132-1174). Bayburt, Kars, Oltu, İspir, Tercan ve Trabzon havalisi beyliğe dahil edilmiştir. İzzettin Saltuk, bölgedeki diğer Türk beyleri ile iş birliği yaparak Gürcülere karşı başarılı savaşlar yaptı. Ayrıca Trabzon Rumlarıyla da mücadele etti. Gürcüler üzerine sefere çıkan Türkiye Selçukluları hükümdarı 2.nci Süleyman Şah, Saltuklu Beyi Melikşah'tan Erzurum'u alarak bu devlete son vermiştir (1202).


Mengücekler (1072-1228)

Alp Arslan'ın komutanlarından emir Mengücek, Erzincan ve Kemah çevresini fethederek bu devletin temelini atmıştır. Beylik hakkındaki ilk bilgiler oğlu İshak zamanında başlar (1118-1142). Danişmentlilerin hâkimiyetini tanıyan İshak'ın ölümünden sonra devlet iki kola ayrıldı (1142). Oğullarından Davud Erzincan ve Kemah'a; Süleyman ise Divriği'ye hakim oldu.
Artuklular (1101-1409 )
Devlet adını Oğuzların Döver boyundan Eksük-oğlu Artuk Bey'den alır. Anadolu'nun fatihlerinden olan Artuk Bey, hizmetlerinden dolayı Suriye Meliki Tutuş tarafından Kudüs valiliğine getirilmişti. Ancak Kudüs'ün Fatımîlerin eline geçmesi üzerine (1098) Artuk'un oğulları Sökmen ve İl-Gazi burada tutunamadılar. Suriye'nin kuzeyi ve Güneydoğu Anadolu bölgesine geldiler. Selçuklular tarafından kendilerine verilen bölgede, üç kol hâlinde, Artuklu devletini kurdular.

Çaka Bey (1081-1097)
İzmir ve çevresinde kurulduğundan İzmir Beyliği olarak da anılır. Oğuzların Çavuldur boyuna mensup olan Çaka Bey, uzunca bir müddet kaldığı İstanbul'dan kaçarak, İzmir' e gelmiş ve burada beyliğini kurmuştur (1081). Bizans tahtını ele geçirmek için Peçeneklerle ittifak kurmuşsa da amacına ulaşamamıştır. Ancak oluşturduğu donanma ile Midilli, Sakız, Sisam, Rodos gibi Ege adalarını ele geçirmiştir . Bu güçlü düşmandan kurtulmak isteyen Bizans, damadı olan 1.nci Kılıçarslan'ı aleyhine kışkırtmıştır.Çaka Bey, Anadolu'daki ilk Türk denizcisi, kurduğu donanma ise ilk donanma olarak kabul edilmektedir.






Anadolu’da Kurulan İlk Türk Beyliklerinin Anadolu’nun Türkleşmesine Katkıları

1.Türklerin Anadolu’daki fetihleri hızlandırıldı.
2.Bizans, Gürcü ve Ermenilerin gücü kırıldı.
3.Haçlılara karşı mücadele edildi.
4.Ele geçirilen toprakların isimleri Türkçeleştirildi.
5.Küçük yerleşim yerleri büyük Türk şehirleri haline getirildi. .
6.Anadolu’nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkı sağlandı.
7.Türkmen göçü ile Anadolu’daki Türk nüfusu arttı.
8.Anadolu’da kalıcı kültür ve sanat eserleri bırakıldı.
Bütün bu gelişmelerden sonra 12.yüzyıldan itibaren artık Avrupalılar da Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğunu kabul etmiş ve Anadolu’yu “Türkiye” adı ile anmaya başlamışlardır.

UMARIM İŞİNİZE YARAR (:



Saat: 18:13
Sayfa 1 / 2

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık