Fuzuli FuzuliGerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Kerbelâ'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dolaylarındadır. 1556'da Kerbelâ'da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır. Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan "gizli bilimler"le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür. İnanç bakımından Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ("Mutluların Bahçesi") adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı Farsça Divan'ındaki "Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli" (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır. Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan "Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr); "Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur). Fuzûlî'nin anlayışına göre insan "seven bir varlık"tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. Fuzûlî, "maarif" adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, "ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör" dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler: Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem "namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma" biçiminde özetlenebilir. Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir. Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir "acı çeken varlık" olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür. Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: "Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz". Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir. Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır. Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür. YAPITLAR (başlıca): Divan (Türkçe), (ö.s.) 1838; Sıhhat ve Maraz, (ö.s.), 1940; Enisü'l-Kalb, (ö.s.), 1944; Terceme-i Hadis-i Erbain, (ö.s.), 1951, ("Kırk Hadis Çevirisi"); Beng ü Bâde, (ö.s.), 1956; Hadikatü's-Süedâ, (ö.s.), 1955, ("Mutluların Bahçesi"); Leylâ ve Mecnun, (ö.s.), 1955; Rindü Zahid, (ö.s), 1956; Divan (Arapça) (ö.s.),1958; Mektuplar, (ö.s.), 1958; Divan (Farsça), (ö.s.), 1962; Heft Câm, (ö.s.), 1962. GAZEL Benî candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı Kamû bîmârınâ cânan devâ-yî derd eder ihsan Niçin kılmaz banâ derman benî bîmâr sanmaz mı Gamım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen Desem ol bî vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı Şeb-î hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım Uyârır halkı efgaanım karâ bahtım uyanmaz mı Gül'î ruhsârına karşû gözümden kanlu âkar sû Habîbım fasl-ı güldür bû akar sûlar bulanmaz mı Değildim ben sanâ mâil sen etdin aklımı zâil Bana ta'n eyleyen gaafil senî görgeç utanmaz mı Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır Sorun kim bû ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı (Fuzûlî) kaynak: başkent üniversitesi |
bu büyük şairin kıymeti yaşadiği dönem de anlaşılmamıştır. ömrünü fakirlik içinde geçirmiş hz.ali nin türbesinde çalışmıştır kanuni bağdat seferinde yanında taşlıcalı yahya gibi bir kaç istanbullu şairide getirmiş fuzilinin eline su dökemiyecek olan bu şairlere fuzili methiyeler yazmıştı halbuki işin tam tersi olmalıydı çünkü şiir ustadı oydu nedenine gelince fuzili imparatorluk merkezi istanbulda yaşamıyordu bu yüzden kiymeti anlaşılamamıştı şimdi ise onu türk edebiyatının ve dünyanın en büyük lirik şairri sayıyoruz dersleri onun yazdığı eserlere göre işliyoruz kendi çağının yardıma mıhtaç sefil fuzilisi ne dünya ama bu dünyaya aldanmamak lazım |
hamamda ki tellağı için yazdığı şiirde pek manidar Meselá, Fuzuli’nin "Subh çekmiş çerha tıygın táşa çalmış áfitáb / Záhir etmiş ol meh-i delláke aynı intisáb" mısraıyla, yáni "Sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi telláka bağlılığını göstermiş" sözleriyle başlayan gazelinin bir delikanlıya yazıldığı daha ilk okuyuşta anlaşılırdı. Gazel, daha sonra "Başlar, onun anber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor. Her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım..." sözleriyle devam etmekteydi |
Fuzûlî Vikipedi, özgür ansiklopedi Fuzuli Adı: Fuzûlî Doğumu: 1483 Ölümü: 1556 Okul/gelenek: Divan şairi Etkiledikleri: Türk Edebiyatı, İslam Önemli katkıları: divan, mesnevi, hamse, tarih, kaside, gazel, felsefe, astronomi bilimi, şiir Azerbaycan Devlet Akademik Milli Dram Tiyatrosu nın önünde bulunan Fuzuli heykeli (1962, Bakü). Ünlü azeri heykeltraşlar Ömer Eldarov ve Tokay Memmedovun 1962 yılında birlikte yaptıkları plastik sanat eserlerindendir. http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/80/Story_of_Mejnun_-_in_wilderness.jpg/200px-Story_of_Mejnun_-_in_wilderness.jpg Leyla ile Mecnun http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/1/19/Fuzuli_Divan.jpg/200px-Fuzuli_Divan.jpg Divan'dan bir sayfa Mehmed bin Süleyman Fuzûlî Doğum: 1483, Hillah Ölüm: 1556, Kerbela ya da Bağdat Türk divan şairidir. Asıl adı Mehmet bin Süleyman'dır. Türk Bayat boyundan veya Kürt olduğu aktarılmaktadır. Azerice şiirini önemli ölçüde etkilemiştir. Alevilik ve bölge Şiiliğinde[kaynak belirtilmeli] Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilir. Yaşam öyküsü Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular (Türkmence: Ak Koyunlu; Farsça: آققویونلو) zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'de doğduğu tahmin edilir. Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde bir müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden islamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2. beytinde; "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem" "Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir. Azerice Divanı'nın önsözünde; “ "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" ” demektedir. Azerice, Arapça ve Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır. Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. "Leyla ve Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir. İran şiirinden Hâfız, Türk şiirinden ise Nesimî (Azeri) ve Nevai (Uzbek) çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya kolera'dan öldüğü tahmin edilir. Şiirlerinin başkalarıyla karışmaması için gereksiz, manasız anlamına gelen fuzuli mahlasını kullanmıştır. Seçkin eserleri Eserleri Azerice[9], Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz; Türkçe manzum eserleri
یا رب بلا عاشق ايله قيل آشنا منىبر دم بلا عاشقدن ايتمه جدا منى آز ايلمه عنایتونى اهل دردنيعنى كه چوح بلالره قيل مبتلا منى Yâ Rab belâ-yı ‘aşk ile kıl âşinâ meniBir dem belâ-yı ‘aşkdan etme cüdâ meni Az eyleme ‘inâyetüni ehl-i derddenYa‘ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni[10]
Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der: “ Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar[11] ” Türkçe mensur eserleri
Ger sen sen isen neyim men-i zâr ” |
Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab Gazel Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab Dem-â-dem cevrlerdür çekdügüm bî-rahm bütlerden Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab Çıkarmak etseler tenden çeküp peykânın ol servün Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Rab Demen kim adli yoh yâ zulmü çoh her hâl ile olsa Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Rab Cefâ vü cevr ile mu'tâdem anlarsuz n'olur hâlüm Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab Fuzûlî buldu genc-i âfiyet meyhâne küncinde Mubârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Rab Fuzuli |
Ey Musavvir Yâr Timsâline Sûret Vermedün Gazel Ey musavvir yâr timsâline sûret vermedün Zülf ü ruh çekdün velî tâb u terâvet vermedün Işk sevdâsından ey nâsih meni men' eyledün Yoh imiş aklın mana yahşi nasîhat vermedün Dün ki fursat düşdü hâk-i dergehünden kâm alam N'oldu ey göz yaşı göz açmağa fursat vermedün Göz yumup âlemde isterdüm açam ruhsâruna Cânum aldun göz yumup açınca möhlet vermedün Bu mıdur rahmün ki hâlün eyler iken kasd-i cân Çıhdı hattun kim anı men'e de ruhsât vermedün Verme hüsn ehline yâ Rab kudret-i resm-i cefâ Çün vefâ çekmekde ışk ehline tâkat vermedün Ey Fuzûlî öldün efgân etmedün rahmet sana Rahm kıldun halka efgânunla zahmet vermedün Fuzuli |
Su Kasidesi Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su (Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.) Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su (Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..) Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su (Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.) Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su (Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.) Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su (Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.) Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su (Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. ) Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su (Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.) Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su (Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.) İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su (Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.) Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su (Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.) Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su (Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.) Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su (Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.) Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su (Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.) Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su (Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.) İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budağınun mizâcına gire kurtara su (Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.) Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su (Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.) Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su (İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.) Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su (Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.) Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su (Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.) Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su (Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.) Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su (Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.) Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su (Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.) Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su (Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.) Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su (Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.) Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su (Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.) Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su (Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.) Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su (Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.) Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su (Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.) Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su (Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.) Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su (Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.) Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su (Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,) Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su (O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.) Fuzuli |
Gerçi ey dil Gerçi ey dil yâr içün yüz verdi yüz mihnet sana Zerrece kat´-ı mahabbet etmedün rahmet sana Işk ehlin âteş-i hicrâna eylersen kebâb Döne döne imtihân etdün budur âdet sana Saklama nakd-i gam-ı ışkını ey cân zâhir et Kim verem habs-i bedenden çıkmağa ruhsat sana Çâre-i bihbûdumu sordum mu´âlicden dedi Derd derd-i ışk ise mümkin degül sıhhat sana Dutaram yarın kıyâmetde habîbüm dâmenün Mest isen gaflet şarâbından bu gün möhlet sana İncidür nâlem seni veh n´ola ger bir tîğ ile Çeşm-i cellâdun ede ihsân mana minnet sana Sende dün gördüm Fuzûlî meyl-i mihrâb-ı namâz Terk-i ışk etmek mi istersen nedür niyyet sana Fuzûlî |
Fuzuli Doğum: 1495 ?, Kerbela ? Ölüm: 1556, Kerbela Divan şairi. Yaşamı Irak topraklarında Kerbelâ, Bağdat ve Hille'de geçti. Yaşamı üzerinde bilgiler tam bir kesinlik taşımamakla birlikte Bayat adlı Türkmen aşiretine bağlı bir aileden geldiği bilinmektedir. Önce Bağdat ve yöresini işgal eden Şah İsmail'e, sonra aynı bölgeyi alan Kanunî Süleyman'a kasideler sunarak, onların ilgi ve "himmet"lerini kazandı. Evkaftan günde dokuz akçe maaş bağlandığı, bu parayı alamadığı zaman yazdığı "Şikâyetnâme"sinden anlaşılmaktadır. Küçük yaşta Arapça, Farsça öğrenen Fuzuli, bu dillerin edebiyatlarını incelemiş; ayrıca tefsir, hadis, hikmet, hendese, mantık okumuştur. Ruhla beden ilişkilerini inceleyen "Sıhhat ve Maraz", "Nereden geldik nereye gidiyoruz?" sorusuna yanıtlar arayan "Matla'ül İ'tikad", Kerbela olayını anlatan "Hadikatü's Süedâ", İslâm toplumlarındaki iki tipin özelliklerini yansıtan "Rind ü Zâhid" adlı yapıtları ile mektupları bilgi düzeyinin yüksekliğini gösterir. Fuzuli, çok yönlü duyum dünyası içinde, çok yönlü bir şiir dünyası kurabildiği için şiirimizin çeşitli okullarına etkili olmuş, tekke ve divan şairleri, halk ozanları anlatım gücünün getirdiği güzelliklerden yararlanmışlardır. Şiî mezhebine bağlı olduğu hâlde dindışı konuları, aşk temalarını, biçimsel oyun gösterilerinin uzağında kalarak işlemiştir. Şiirinin en belirgin özelliği, toplumsal değişmelerin ötesinde bir gerçeklik olarak yaşayan lirizmdir. Çoğu divan şairinin gazelinde beyit, temel öge hâline geldiği için, güzel beyitler şurasında burasında rastlantıyla bulunmuş gibi dururken, Fuzuli'nin gazellerinde hem biçim, hem öz yönünden birbirinden kopmayan ögeler olarak görünür. Hamdullah Hamdi'nin, Ali Şir Nevai'nin, Acem şairi Nizami Gencevi'nin mesnevilerinden daha kalıcı olduğu kabul edilen "Leylâ ile Mecnun" mesnevisi ve Türkçe divanındaki şiirleri (40 kaside, 302 gazel, 1 müstezat, 1 terkibi bend, 3 tercii bend, 2 müseddes, 3 muhammes, 2 tahmis, 2 murabba, 42 kıt'a ve 72 rubai) klasik şiirimizin en üstün örnekleri arasında sayılır. Yapıtları ve basım tarihleri:
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi |
Fuzûlî'nin Beyitleri İle Aşk Anlayışı Fuzuli’nin aşk anlayışı aşağıdaki beyitte özetleniyor. Zira sevgilinin verdiği acı, çektirdiği cefa şair için bir mutluluktur. Sevgili naz yaptıkça aşk tazelenir, muhabbet artar. Bu nedenle de sevgilinin nazından, çektirdiği acıdan şikayet edilmez, sevgiliye gücenilmez, tam tersine mutlu olunur. Ey Fuzuli yar eğer cevr etse ondan incinmeFuzuli aşk derdiyle hoştur. Bu derdi giderecek derman istemez. Şuna inanır ki kendisi için en büyük tehlike onu aşk ızdırabından uzaklaştırmak isteyen öldürücü dermandır. Bunun en güzel misali Kabe’nin toprağına yüzünü gözünü süren Mecnun’un dilinden söylediği; Yarab bela-yı aşk ile kıl aşna beniŞair burada Allah’a şöyle yalvarıyor: “Yarabbi aşk beyası ile beni her zaman beraber kıl. Bir an bile aşk derdinden aşk belasından beni ayırma.” Aşk Fuzuli için her şeye değerdir. Çünkü şairin cenneti sevgilidir. Aşıkları cennet için sevgiliden men eden, sevgiliyi yasaklayan bilmez ki aşıkların cenneti sevgilinin yüzüdür. Cennet için men eden aşıkları didardanAncak yine de sevdiğine kavuşmak yoktur. Aşık sevdiği uğruna her şeyi yapar, karakterini, kendini değiştirir ama eğer sevgiliye kavuşursa hasta olur. Aşk derdinden olur aşık mizacı müstakimBu beyitleri okuyanlar şöyle düşünebilirler: Aşık olan kimse aşık olduğu kişiye kavuşmak istemez mi? İnsan neden çektiği ızdıraptan mutlu olsun ki? Acı çekmek neden şaire bu kadar zevk vermiş? Kavuşsa daha mutlu olmaz mı? Hayır kavuşsa daha mutlu olmaz. Çünkü şairi mutlu eden şey sevgiliye kavuşmak değil, kavuşacağı anın hayalini kurmaktır, sevgiliye duyduğu özlemdir, hasrettir. Eğer sevgiliye kavuşursa bekleyeceği, hayalini kuracağı bir şey olmayacaktır. Bu da hayatın anlamını yitirmesidir şair için. Bu nedenle şair sevgilisinden de adalet beklemiyor. Sadece aşkını kendi içinde yaşamak istiyor. Senden itmen dad cevrün var lütfun yoh deyüpEy sevgili, eziyetin var da lütfun yok diye senden adalet istiyor değilim; bilakis ben senin şevkinin (özlemin, çoşku ve ışığın) zevkinin mestliğinde yaşıyorum, var ile yok yanımda eşittir. |
Fuzuli'nin Gazelleri Ve Açıklamaları YAKARIŞ... Ya Rab hemişe lutfunu kıl reh-nüma bana Gösterme ol tariki ki yetmez sana bana Kat' eyle aşinalığım andan ki gayrdır Ancak öz aşinaların et aşina bana Bir yerde sabit et kadem-i i'tibarımı Ancak öz aşinaların et aşina bana Yok bende bir amel sana şayeste ah eğer A'malime göre vere adlin ceza bana Havf ü hatada muztaribim var ümid kim Lutfun vere beşaret-i afv-i ata bana Ben bilmezem bana gereğin sen Hakim'sin Men' eyle verme her ne gerekmez sana bana Habs-i hevada koyma Fuzuli-sıfat esir Ya Rab hidayet eyle tarik-i fena bana GAZELİN AÇIKLAMASI Tanrım! Lütfunu rehber kıl daima bana ve sakın sana ulaşmayan yolu bana gösterme! Senden başka her şeyden dostluğumu kes benim; yalnızca kendi sevdiklerini sevdir bana! (Yalnız sana dost olan kişileri benim için dost kıl, sana dost olmayanlardan yolumu ayır.) İtibar ayağımı öyle bir yerde sabitle ki, orada yalnızca dinin yol göstericisine (Hz. Muhammed'e) uyulsun, sadece onun yolundan gidilsin. Yazık ki sana layık bir amelim yok benim. Eğer adaletin beni amelime göre cezalandıracak olursa benim vay halime!.. Hata ve buna bağlı korkular içinde kıvranıp duruyorum. Umarım, lütfun bana hatalarımın bağışlandığı müjdesini verir (yoksa halim haraptır.) Ben bana tam olarak neyin gerektiğini bilemem.Hakim (her şeyi bilen Allah) sensin; bana gerekmeyeni bana verme! Beni Fuzuli gibi heva (hevesler, istekler, ihtiraslar veya dünya ilgileri) içinde hapis bırakma! Tanrım! Bana fena (Senin aşkında yok olma) yolunda kurtuluş nasip eyle (veya bu kötü gidişime bir hidayet nasip et!) ______ OK BEDENDEN ÇIKINCA... Benim tek hiç kim zar ü perişan olmasın ya Rab Esir-i derd-i aşk u dağ-i hicran olmasın ya Rab Dem-a-dem cevrlerdir çekdiğim bi-rahm bütlerden Bu kafirler esiri bir müselman olmasın ya Rab Görüb endişe-i katlimde ol mahı budur derdim Ki bu endişeden ol meh peşiman olmasın ya Rab Çıharmak itseler tenden çeküb peykanı ol servin Çıhan olsun dil-i mecruh peykan olmasın ya Rab Cefa ü cevr ile mu 'tadım anlarsız n'olur halim Cefasına had ü cevrine payan olmasın ya Rab Demen kim adli yok ya zulmü çok her hal ile olsa Gönül tahtına andan gayrı sultan olmasın ya Rab Fuzuli buldu genc-i afiyet mey-hane küncünde Mübarek mülkdür ol mülk viran olmasın ya Rab GAZELİN AÇIKLAMASI Kimseye verme ağlayıp inlemeyi benden gayrı; kimse perişan olmasın, aman!.. Allahım! Yani aşk derdine tutsak etme hiç kimseyi ve ayrılık yarasıyla başbaşa bırakma Tanrım! Eziyet ve cefa görmekteyim merhametsiz güzellerden daima. Tanrım! Bir Müslüman'ı bu kafirlere tutsak etma aman! (Yoksa onu dinden imandan çıkarırlar.) Beni öldürmeyi tasarladığını gördüm o ay yüzlünün. Tasam şu ki Tanrım! o ay yüzlü bu düşünceden caymasın. (ve beni öldürecek süzgün bakışı benden esirgemesin!) Servi boylu sevgilinin gamze okudur bağrımdaki. Ve bana acıyan dostlarım onu çıkarma sevdasındadır... Yalvarırım Tanrım; çıkan yaralı gönlüm olsun da bağrımdaki ok olmasın tek!.. (Zira ben onu, nice zamandır, sevgiliden mukaddes bir armağan diye saklıyorum yüregimde.) Eziyet ve sıkıntısı ile sevgilinin, can ciğer oldum. Nasıl yaşarım artık onlar olmadan Tanrım! Umarım bundan böyle cefası sınırsız, eziyeti sonsuz olur!.. ''Adaleti yok; üstelik zulmü çokmuş!.. '' Asla söylemem ben bunları!.. Her nasıl olursa olsun, yeter ki gönül tahtımda ondan başka bir sultan olmasın ya Rab!.. (Nice yatırlar, tekkeler dolaşmıştı aşk derdine şifalar arayarak) Fuzuli. Meyhane köşesinde buldu sonunda esenlik ve zindelik hazinesini. Ne mübarek yerdir orası Tanrım, inşallah viran olmaz!.. HASRET...HASRET Gönlüm açılır zülf-i perişanını görgeç Nutkum tutulur gonce-i handanını görgeç Ra'nalık ile kamet-i şimşadı kılan yad Olmaz mı hacil serv-i hıramanını görgeç Çok aşka heves edeni gördüm ki hevasın Terk etti senin aşık-ı nalanını görgeç Naziklik ile gonce-i handanı eden zikr Etmez mi haya la'l-i dür-efşanını görgeç Sen hal-i dilin söylemesen n'ola Fuzuli El fehm kılar çak-i giribanını görgeç GAZELİN AÇILAMASI Gönlümü açar saçlarını dağılıp saçılması, nutkumu kapatır gonca (açılmamış gül gibi dudak) nın açılması. Konuşamaz olurum, dilim tutulur. Hasretle baktıkça sana, kanlı yaşlar dökülür gözlerimden. Kirpik oklarını gördükçe, delinir bağrım ta derinden... Çoklarını gördüm, aşka heves eden... İnleyen aşığını görünce senin, bu hevesi tek edip gittiler... Cehenneme inanmayan bir kafir bile ayrılığının ateşini görünce inanası gelir cehennem ateşine... Saklasan gönlündeki aşkı bir sır gibi, söylemesen ne çıkar a Fuzuli; görenler anlamaz mı sanırsın yakanın yırtığından acınası halini... SEVGİLİNİN HÜZÜNLER KULÜBESINDE... Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir Kan ağladığım gonca-i handanın içindir Sergeşteliğim kakul-i müşginin ucundan Aşufteliğim zülf-i perişanın içindir Bimar tenim nergis-i mestin eleminden Hunin ciğerim la'l-i dür-efşanın içindir Yaktım tenimi vasl günü şem teg amma Bil kim bu tedarik şeb-i hicranın içindir Kurtarmağa yağma-yı gamından dil ü canı Sa'yim nazar-ı nergis-i fettanın içindir Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır Can içre seni sakladığım anın içindir Vaiz bize dün düzahı vasfetti Fuzuli Ol vasf senin külbe-i ahzanın içindir GAZELİN AÇIKLAMASI Salınan servi endamın içindir ah edişim; kan ağlayışım ise gülen dudağının hasretinden... Başımın dönmesi, misk kokulu kaküllerinden; düşkünlüğüm ise, dağınık saçlarını hatırlamaktan... Baygın bakışlarını düşünmekten melankolilerde bedenim inci sözler saçan (arasından inci dişlerinin parıltısı saçılan) dudağındır ciğerimi kanla dolduran... Yaktım tenimi kavuşma gününde mum gibi, amma... Bil ki bu hazırlık ayrılığının kara günleri içindir. Aşk derdinin yağmasından gönlümü ve canımı kurtarmaya çalışmam asla; amacım çapkın gözünün dikkatini çekebilmek içindir. Ey gönlüm! Ver canını sevgilin bir süzgün bakışına; bunun içindir çünkü seni bunca zaman canla başla beslediğim... Ey Fuzuli! Nasihatçi cehennemin özelliklerini sayıp döktün bize. Anladım ki anlattıkları hep senin hüzün evine dair şeylermiş, senin ayrılık acılarını çektiğm hüzün yurduymuş meğer cehennem!.. EL ÇEK İLACIMDAN TABİP!.. Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl Göklere açılmasın eller ki damanındadır Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan Tablar kim sünbül rişte-i canındadır GAZELİN AÇIKLAMASI Gönül kuşum dağınık saçların arasında yuva kurdu ey sevgili!.. Artı nerde olursam olayım veya iki elim kanda da olsa gönlüm senin yanındadır. Aşk derdiyle başım pek hoş benim ey tabib, bırak bana ilaç vermeyi. Bana derman vermeye ki, senin dermenın beni helak edecek zehrin ta kendisidir. Ey sevgili naz edip düşkün aşıklardan eteğini çekme. Eteğine yapışan ellerin (sen eteğini çevirince) göklere açılmasından (dua eder gibi) sakın!.. Senin ayrılığında, hayatı sona erdirme özelliği gizlidir, ayrılığın ölüm demektir. Senden ayrı düşüp de hala yaşayanlara hayranım. Ey Fuzuli! Sevgilini saçının büklümü sen can ipliğine bağlıdır. Sen mum gibi yanmadan o büklümler açılıvermez. SONSUZLUK ÜLKESİNE DOĞRU Baka mülkün dilersen varını yok eyle dünya teg Etek çek gördüğünden afitab-i alem-ara teg Ta'ulluk zulmetin tercidi hurşidine kıl matla' Eger alemde bir gün görmek istersen Mesiha teg Yeter tavus teg 'ucb kıl arayiş-i suret Vücudundan geçib alemde bir ad eyle Anka teg Güher teg kılma tağir-i tabiat delseler bağrın Karar et her hevadan olma şur-engiz derya teg Fuzuli kainat esbabının kıldın temaşasın Nedametsiz tena 'um yok tasarufsuz temaşa teg GAZELİN AÇIKLAMASI Sonsuzluk yurduna varayım diyorsan eğer, varlığını yok eyle, tıpkı dünya gibi! Her gün dünyayı süsleyen güneş misali, çek eteğini gördüklerinden... Eğer bu dünyada Hz. İsa gibi bir gün görmek istersen, dünya ilgilerinin zulmetini soyutlanmışlık güneşinin doğduğu bir yer eyle!.. Tavus gibi kabarıp dış görüşünü süslemen daha yetmeyecek mi? Varlığından sıyrılıp şu dünyada Anka kuşu gibi bir ad bırakmaya bak!.. Bağrını inci gibi del.ip zorlasalar da, yaradılışını değiştirme! Bir hal üzre karar kıl da deniz gibi hemen her rüzgârda (veya heveslerinin peşinde) dalgalanıverme. Ey Fuzuli! Dünyanın her türlü gidişatını, zevkini, sefasını, derdini, kaderini seyrettim sonuç şu: Dünyada tasarrufsuz seyir gibi sonu pişmanlığa çıkmaya bir nimet yok. SEVGİLİNİN AĞZINDAKİ SIR... Bilmez idim bilmek ağzın sırrını düşvar imiş Ağzını derlerdi yok dediklerince var imiş Aciz olmuş yıkmağa ahıyla kuhu Kuh-ken N'eylesin miskin anun aşkı hem ol mikdar imiş Taşa çekmiş halk için Ferhad Şirin suretin Arz kılmış halka mahbubun aceb bi-'ar imiş Ömrlerdir eylerim ahval-i dünya imtihan Nakd-i ömr ü hasıl-i dünya heman bir yar imiş Dün Fuzuli arızın görgeç revan tapşırdı can Laf edip derdi ki canın var emanet-dar imiş GAZELİN AÇIKLAMASI Bilmiyordum ağzındaki sırrı bilmenin güç olduğunu. Ağzın için yok diyorlardı, dedikleri kadar var imiş meğer... Ateşli ahı dağı eritmekten aciz kalmış dağ eri Ferhat'ın. Ne yapsın miskin, işte o kadar imiş onun da aşkı. Kabe ziyareti için ihrama bel bağladı dediler sofu için; araştırdım, meğer onun beline bağladığı papaz kuşağı imiş, ihram değil. (Dış görünüş yetmiyor içi kurtarmaya. ) Varımı yok ettim, sevgilinin yüzüne öykünerek. Ebedi zevk dedikleri şey, sevgilinin yüzünü görmekmiş meğer!.. Yanağını görünce dün senin ey sevgili, Fuzuli can verdi hemen ''Canım var, '' deyip dururdu, meğer bir emanetçiymiş.. SEVGİLİNİN AYAK UCUNDA BİR GölGE... Kıldı zülfün teg perişan halimi halin senin Bir gün ey bi-derd sormazsın nedir halin senin Gitdi başından gönül ol serv kaddin sayesi Ağla kim idabara tebdil oldu ikbalin senin Zinet için cism divarında etmezdim yerin Çekmeseydi aşk levh-i cana timsalin senin Dam-gah-ı aşkdan tut bir kenar ey mürg-i dil Sınmadan seng-i melametden per ü balin senin Saye-veş çoktan Fuzuli hak-i kuyun yastadır Ol ümid ile ki bir gün ola pamalin senin GAZELİN AÇIKLAMASI Ey âşıklarını dert edinmeyen sevgili! Senin bu umursamaz tavrın halimi perişan eyledi. Bir gün olsun ''Ne haldesin? '' diye sormuyorsun ya asıl dert bu. Ey gönül! O servi boylu sevgilinin himayesi üzerinden gitti. Artık ağlama vaktidir, çünkü yükselmen, alçalmağa (talihin talihsizliğine) döndü. Ey sevgili! Aşk ta ezel gününde can levhasına senin suretini çizmeseydi, beden duvarını süslemek üzere sana itibar etmez, oraya seni desenlemezdi. Ey gönül kuşu! Ayıplama ayıplama taşı ile kolun kanadın kırılmadan evvel aşk tuzağından kurtulmaya bak. Zavallı Fuzuli, bir gün gelir de sevgilinin ayağının altına serilirim diye, hayli zamandır senin semtinin toprağın gölge gibi uzanmış kalmıştır. CAN VERİP ŞAN ALDIK... Yar rahm etti meğer nale vü efganımıza Ki kadem bastı bugün külbe-i ahzanımıza Eşk baranı meğer kıldı meded kim nageh Bitti bu şah-ı gül-i taze gülistanımıza Bu visale yuhu ahvali demek mümkün idi Eğer olsaydı yuhu dide-i giryanımıza Yar mihmanımız oldu gelin ey can u gönül Kılalım sarf nemiz var ise mihmanımıza Dilberin cana imiş kasdı Fuzuli gel kim Can verip dilbere mihnet koyalım canımıza GAZELİN AÇIKLAMASI Sevgili çığlık ve inleyişlerize acımış olsa gerek ki bugün hüzünler içinde yaşadığımız kulübemizi teşrif etti. Gözyaşı yağmurları imdadımıza yetişmiş olmalı ki, şu taze gül fidanı sevgili, ansızın gülistanımızda bitiverdi. Bu kavuşmaya bir rüya demek mümkün idi... Eğer ağlayan gözlerimize uyku giriyor olsaydı... Sevgili evimizi teşrif etti ey can ve gönül! Gelin, neyimiz var ise konuğumuza harcayıp onu ağırlayalım, uğruna canımızı ve gönlümüzü verelim. Ey Fuzuli! Dilberinin geliş sebebi can almakmış meğer. Canımıza minnet!... Şimdi dilbere can verip şan alalım. |
Fuzuli kimdir mahlası edebi kişiliği eserleri FUZULİ KİMDİR ? 16. y.y'da yaşamış yanlızca Azeri Edebiyatının en büyük şairi değil Türk Edebiyatının en bilinen şairleri arasında gelen Fuzuli'nin asıl adı Mehmettir.Doğum tarihi bilinmemekte doğduğu yerin ise Kerbela olduğu tahmin edilmektedir.Fazla bir öğrenim yapıp yapmadığıni bilmiyoruz lakin kendi kendini yetiştirmiştir.Bütün ömrünü Kerbela-Necef-Bağdat üçgeninde geçirmiştir.Fuzuli ömrü boyunca geçim sıkıntısı çekmiş bu sebeple Anadolu şairlerine onların gördüğü saygı ve rahatlığa imrenmiş, vatanını bırakıp İstanbul'a gitmeyi düşünmüştür.Şii mezhebinden olan Fuzuli Kerbela'da vefat etmiştir. MAHLASI Fuzuli boş ve gereksiz anlamına gelen mahlasını niçin aldığını Farsça Divanının ön sözünde şöyle açıklamıştır ; ''Önceleri başka mahlaslarda şiirler yazdım ama çok taklit edildim o yüzden iyi bir anlama gelmeyen bir mahlası seçip taklit edilmemenin yollarını aradım.'' EDEBİ KİŞİLİĞİ **Fuzuli şiir yazmak için bir insanın ilim sahibi olması gerektiğini söyler. **Fuzuli cahilliği asla bağışlamaz ve cahil şairlere veryansız eder. **Fuzuli hemen hemen hiçbir şairin etkisi altında kalmamış, kendine özgü (Nev-i Şahsına Münhasır) aynı zamanda üstün yetenekli bir şairdir. **Fuzuli herşeyden önce bir aşk şairidir.Şiirlerindeki maddi aşk zamanla ilahi aşka dönüşür. **Fuzuli'nin sevgilisi etten,kemikten olan bir şahıs değil soyut ve tasavvufi aşktır. **Fuzuli bir ızdırap şairidir.Acı,üzüntü,ayrılık,dert,keder,karamsarlık hep ön plandadır.Ama Fuzuli bunlardan yakınmaz.Sadece kötü talihinden,bahtsızlığından yakınır. **Mazmun bulmak ve kullanmaktaki ustalığı diğer önemli özelliğidir. **Fuzuli'nin şiirleri içten ve samimidir.Aşkını ve heyecanını hemen hissettirir. ESERLERİ: Fuzuli üç dilde eser vermiştir. Türkçe:Türkçe Divan,Leyla İle Mecnun,Beng-ü Badem,Tercüme-i Hadikatüs Erba , Sahbetül , Esmar ve Mektuplar Farsça:Farsça Divan Arapça:Arapça Divan |
Divan edebiyatının en büyük şairidir (1480-1556). Fuzuli’nin asıl adı Mehmet’tir. Irak’ta Kerbelâ’da doğdu, öğrenimini Bağdat’ta gördü. Gençliği, Safevi Türk İmparatorluğu’nun parlak dönemine rastlar. Bağdat’a yerleşti ve ömrü boyunca Irak’tan hiç ayrılmadı.. Kanuni Süleyman 1534’te Bağdat’ı fethettiği zaman padişaha kaside yazıp sunduğu gibi, veziriazam Damat İbrahim Paşa, vezir Rüstem Paşa, nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi gibi devlet ileri gelenlerine de kasideler yazdı. Kanuni, şaire günde 9 akçe aylık bağladı. Fuzuli’nin bu aylığı alamaması üzerine nişancı Celâlzade Çelebi’ye yazdığı mektup Şikâyetname adıyla ün kazandı. Fuzuli’nin divan edebiyatı üzerindeki etkisi büyüktür. Şiirlerini Azeri şivesiyle yazmasına karşın bütün Türk milletince sevilen ve benimsenen bir şairdir. Üslûbu, edası ve temaları gerek klasik divan şairlerince, gerek halk şairlerince günümüze kadar taklit edilmiştir. Dili sade olan şiirleri halk arasında da yayılmıştır. Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç divanı vardır. O zamanın sanat ve bilim dili Arapça ve Farsça olmasına rağmen Türkçe ile de mükemmel şiir söylenebileceğini öne sürmüş ve bunu kanıtlamıştır. |
Saat: 07:08 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık