MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Müslümanlık/İslamiyet (https://www.msxlabs.org/forum/muslumanlik-islamiyet/)
-   -   Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ (https://www.msxlabs.org/forum/muslumanlik-islamiyet/723-allahin-cc-isimleri-esmaul-husna.html)

Misafir 11 Ekim 2005 15:17

Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ
 
ESMÂU'L HÜSNÂ HAKKINDA GENEL BİLGİ

Arapça'da "isim" kelimesinin çoğulu olan "esmâ" ile "güzel, en güzel" anlamındaki "hüsnâ" kelimelerinden oluşan "esmâu'l hüsnâ" terimi Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala'ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur'ân'da geçen ilâhî isimler 100'den fazladır; muhtelif hadislerde Allah'a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu'l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.
Esmâu'l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi "güzel" mânasında sıfat veya "en güzel" anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah'ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez.
İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü'l-Arabî şöyle sıralamaktadır:
1. Esmâu'l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.
2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.
3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ'ul hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5. Esmâu'l hüsnâ Allah için vacip (olması gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni' (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O'nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.
İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O'nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ'ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah'ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.
Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında esmâ'ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen duâ metinlerinde esmâ'ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.
İbnü'l-Arabî'nin de belirttiği gibi her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. O'nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması lâzımdır. Dil O'nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.
En önemli konusunu Allah bilgisinin oluşturduğu ilâhî dinler içinde İslâmiyet Allah'ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş, tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah'ın zâtının bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın güzel isimlerinin bulunduğu, O'na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara itibar edilmemesi lâzım geldiği (A'râf 7/180), ayrıca esmâ'ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği (İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir (Haşr 59/22-24).
Esmâu'l hüsnâ ve sayısı konusunda ilk akla gelen şeylerden biri de, sayıyı doksan dokuz olarak belirleyen ve esmâu'l hüsnâyı ard arda sayan meşhur hadistir. Sahabi Ebû Hüreyre'ye (r.a.) ulaşan rivayetlerin muhtevası iki kısma ayrılır:
Bütün rivayetlerin kaydettiği birinci kısmın meali şöyledir:
"Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa (ihsâ) Cennet'e girer".
Hadisin bu kısmını içeren bazı rivayetlerin sonunda, "O tektir, tek olanı sever." şeklinde bir ilâve de mevcuttur. Hadis metnindeki "kim onu sayarsa (men ahsâhâ)" lafzı bazı rivayetlerde "kim onu ezberlerse (men hafizahâ)" ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste Cennet'e girmeye vesile olarak gösterilen "ihsâ" kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhârî'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime "İslâm'ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir.
Konuya bir de şu yönden bakabiliriz:
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"...Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebut 29/45) "Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd 13/28)
Peygamber Efendimiz de ashabını ve ümmetini kalplerinin her zaman Allah'ı hatırlama ile nurlanması yönünde eğitmiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. O bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"...Dikkat edin! İnsan bedeninde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; o kötü olursa bütün beden bozulur: O et parçası kalptir."
Bunlar ışığında düşünecek olursak kalp iyi ve kötü düşünce ve davranışların yönledirildiği bir kaynaktır. Eğer inanmış kişinin kalbinde Allah'ı hatırlama yönünde bir gevşeklik olursa burada kötü düşünce ve fikirler daha kolay oluşacaktır. Fakat bu kalpte Allah'ı hatırlama kuvvetli ise bu takdirde kötü düşünce ve fikirler dağılacak bu durum da güzel davranışlara sebep olacaktır.
Yukarıdaki ayete (Ankebut 29/45) tekrar bakacak olursak Allah'ı hatırlama ve bunun sebep olduğu davranışlar arasıdaki ilişkiyi sezebiliriz: Allah kendisini anmaktan bahsettikten sonra "Allah YAPTIKLARINIZI bilir." buyurmaktadır.
Öyle ise esmâu'l hüsnâyı saymak veya ezberlemek bize Allah'ı hatırlatacak, Allah'ı hatırlamak kalbimizi aydınlatacak ve güzelleştirecek, bu güzel kalp güzel davranışlara sebep olacak ve bu güzel davranışlar da Allah'ın izniyle insanın Cennet'e girmesine sebep olacaktır.
Allah'ı birden fazla isimle anmak veya bazı sıfatlarla nitelendirmek acaba İslâm'ın çok önem verdiği tevhid ilkesini zedeler mi? "Zât-ı ilâhiyyeye (Allah'ın zâtına) nisbet edilen mâna" şeklinde tarif edilebilen isim veya sıfatlar zihnin dışında müstakil bir varlığa sahip bulunmadıkları için böyle bir endişeye mahal görülmemiştir. Mâtürîdî'nin de belirttiği gibi insanlar ancak duyularıyla idrak ettikleri konularda bilgi sahibi olabilirler. Bu sebeple duyular ötesi olan Allah kendisini duyular âleminin kavramlarıyla tanıtmıştır. Ancak Allah ile diğer şeyler arasında benzerlik kurulamayacağını bildiren âyet (Şûrâ 42/11), Allah hakkında akıl ve hayale gelebilecek her türlü yaratılmışlık özelliğini bertaraf eder. Aslında yaratılmışlar arasındaki benzetmeler sadece bir isimlendirmeden kaynaklanmaz. İki şey arasındaki benzerlik genellikle duyular yoluyla tesbit edildikten sonra ortak bir kelime ile adlandırılır. Halbuki Allah hakkında böyle bir tesbitten söz etmek mümkün değildir.
Allah'ın isim veya sıfatları O'nun zâtına nisbet edilen mâna ve kavramlardan ibarettir. Bu kavramlar şekil itibariyle isim, fiil veya zarf olabileceği gibi tamlama veya başka yollarla oluşmuş bir terkip halinde de bulunabilir. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî üslûbu gereği aynı kökten gelen veya ayrı köklerden olmakla birlikte eş anlamlar taşıyan isimler de az değildir. İslâm'a mahsus ulûhiyyet inancında ilim, kudret ve yaratıcılık büyük bir yer tutar ve Kur'ân âyetlerinin temel örgüsünü oluşturur. Bundan dolayı çeşitli kalıplarla Allah'a nisbet edilen fiillerden birçok isim ve sıfat türetmek mümkündür. Konuyla ilgili çalışmalarda Kur'ân-ı Kerîm'den değişik sayılarda esmâ'ul hüsnâ tesbit edilmiştir. Esmâu'l hüsnâ ile ilgili âyetlerden ilham alan birçok âlim eski dönemlerden itibaren Kur'ân'da bulunan isimleri doksan dokuz sayısına bağlı kalmadan araştırıp listeler düzenlemeyi denemişlerdir.
Esmâu'l hüsnânın yüzlerle ifade edilecek kadar çok oluşu İslâm ilâhiyatı alanında zengin bir malzeme oluşturmuş, ulûhiyet inancının açıklık kazanmasına, kulun dua, niyaz ve zikirlerle Allah'a yaklaşmasına yardımcı olmuştur.
Esmâu'l hüsnânın İslâm inancında sahib olduğu bu önemden dolayı İslâm alimleri tarafından (Allah hepsinden razı olsun) esmâu'l hüsnâ ile ilgili yüzlerce eser yazılmış ve - internet ortamı da dahil olmak üzere ;-) - hala da yazılmaktadır. Önde gelen İslâm alimlerinden birçoğu kitap serilerine -belki de manevi bir bereket umuduyla- esmâu'l hüsnâ ile ilgili bir kitap eklemişlerdir. Sadece esmâu'l hüsnâ ile ilgili eserleri inceleyen kitaplar bile mevcuttur.
Ve Müslüman bir hattatın eserleri arasında mutlaka bir esmâu'l hüsnâ kolleksiyonu vardır. Birçok müslüman hoca ve anne-baba yukarıda geçen ayet ve hadislerin manevi yönlendirmesi sonucunda öğrencilerine ve çocuklarına çeşitli hediyeler vaad ederek esmâu'l hüsnâyı ezberlemelerini isterler. Yine ellerinden öpülesi birçok iyi müslüman da manevi yükselişleri ve Peygamber Efendimizin müjdelediği Cennet'e girmeyi ümid ederek hergün özellikle sabah namazından sonra esmâu'l hüsnâyı okurlar.
Hattatlar tarafından yazılan esmâu'l hüsnâ tablolarında genellikle şöyle bir plan uygulanır: En üste bir Bismillâhirrahmânirrahîm yazılır. Altına esmâu'l hüsnâ ile ilgili ayet ve hadis yazılır. Daha sonra meşhur olan hadiste sayıldığı sıra ile 99 isim yazılır. Her ismin soluna "Celle Celâluh" (Şânı Yüce) şeklinde okunan bir saygı ifadesi yazılır; okunurken de her ismin ardından veya bazen belli aralıklarla Celle Celâluh denilir.


NihLe 11 Ekim 2005 16:45

99 Güzel İsim ve Anlamları
 
1-ALLAH Her şeyin gerçek mabudu

2-RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran

3-RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek

4-MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı

5-KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran

6-SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan

7-MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren

8-MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolu altında tutan

9-AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan

10-CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran

11-MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi

12-HALİK Her şeyi yoktan yaratan

13-BARİ Eşyayı ve herşeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan

14-MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren

15-GAFFAR C.C. Çok affeden

16-KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden

17-VEHHAP Bol bol hediyeler veren

18-REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran

19-FETTAH Her şeyi hikmetle açan

20-ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen

21-KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan

22-BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten

23-RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden

24-RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten

25-MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren

26-MÜZİLL İstediğini zelil kılan

27-SEMİ Gizli açık her sesi işiten

28-BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören

29-HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren

30-ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez

31-LATİF Lutfu keremi bol olan

32-HABİR Her şeyden haberdar olan

33-HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden

34-AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen

35-GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan

36-ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan

37-ALİYY Her şeyiyle yüce olan

38-KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur

39-HAFIZ Her şeyi muhafaza eden

40-MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren

41-HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören

42-CELİL Yücelik ve ululuk sahibi

43-KERİM İyilik ve ikramı bol olan

44-RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü

45-MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren

46-VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan

47-HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan

48-VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven

49-MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz

50-BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten

51-ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören

52-HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit

53-VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan

54-KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan

55-METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen

56-VELİY Müminlerin dostu olan

57-HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan

58-MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen

59-MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan

60-MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten

61-MUHYİ Canlılara hayat veren

62-MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan

63-HAYY Gerçek hayat sahibi olan

64-KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan

65-VACİD C.C. İstediğini bulan

66-MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi

67-VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan

68-SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil

69-KADİR Sonsuz kudret sahibi olan

70-MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten

71-MUKADDİM Dilediğini öne geçiren

72-MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan

73-EVVEL Herşeyden önce olan

74-AHİR Herşeyden sonra olan

75-ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen

76-BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan

77-VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan

78-MÜTEALİ Ali, büyük

79-BERR Herkesten fazla iyilik yapan

80-TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden

81-MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran

82-AFÜVY Kullarını çok çok affeden

83-RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen

84-MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır

85-ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi

86-MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun

87-CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan

88-GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan

89-MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan

90-MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan

91-DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan

92-NAFİ Faydalı şeyleri yaratan

93-NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri

94-HADİ Kullarına hidayet veren

95-BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen

96-BAKİ Varlığının sonu olmayan

97-VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi

98-REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran

99-SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden

C.C.(Celle Celalühü)


__BozkurT__ 13 Ekim 2005 15:44

http://www.artislamic.com/esma/melik.gif
Okunuşu:
el-Meliku celle celâluh

Manası:
Görünen ve görünmeyen bütün âlemlerin, bütün kâinatın sahibi; tek ve mutlak hükümdarı.

Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
MUTLAK HÂKİM ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur, O, yüce Arş'ın sahibidir.

http://www.artislamic.com/esma/rahim.gif

Okunuşu:
er-Rahiymu celle celâluh
Manası:
Bağışlayan, esirgeyen, çok merhamet eden; dünyada kendisine inanıp emirlerine uygun bir şekilde yaşayanları ahirette sonsuz nimetlerle mükafatlandıracak olan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, ÇOK MERHAMETLİDİR.

http://www.artislamic.com/esma/rahman.gif
Okunuşu:
er-Rahmânu celle celâluh
Manası:
Bağışlayan, esirgeyen; bütün yarattıkları için iyilik ve merhamet isteyen; sevdiğini-sevmediğini ayırdetmeyerek bu dünyada onlara sayısız nimetler veren.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
İlâhınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, RAHMÂNdır, rahîmdir.


http://www.artislamic.com/esma/mumin.gif

Okunuşu:
el-Mu'minu celle celâluh
Manası:
1-Gönüllerde iman ışığı uyandıran. 2-Kendisine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlatan. 3-Verdiği söze güvenilen.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, EMNİYETE KAVUŞTURANDIR, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.




http://www.artislamic.com/esma/selam.gif
Okunuşu:
es-Selâmu celle celâluh

Manası:
1-Her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran. 2-Kendisi her türlü eksiklik, ayıp, afet ve belalardan uzakta olan. 3-Cennete girmiş mutlu kullarına selâm eden.

Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, SELÂMET VERENDİR, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.


http://www.artislamic.com/esma/kuddus.gif
Okunuşu:
el-Kuddûsu celle celâluh

Manası:
Hatadan, gafletten, acizlikten ve her türlü eksiklikten uzak; bütün üstün ve güzel sıfatların sahibi.

Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, EKSİKLİKTEN MÜNEZZEH, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih eder.


http://www.artislamic.com/esma/cebbar.gif

Okunuşu:
el-Cebbâru celle celâluh

Manası:
1-İradesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya gücü yeten. 2-Yaratılmışların halini iyileştiren, eksikleri tamamlayan, kırılanları onaran.

Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, İSTEDİĞİNİ ZORLA YAPTIRAN, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

http://www.artislamic.com/esma/aziz.gif
Okunuşu:
el-Aziyzu celle celâluh
Manası:
1-Değerli, şerefli, güçlü. 2-Mağlub edilmesine imkan olmayan, her zaman galip olan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun herşeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, MUTLAK GALİPTİR, çok bağışlayıcıdır. O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?

http://www.artislamic.com/esma/muheymin.gif
Okunuşu:
el-Muheyminu celle celâluh
Manası:
Kâinatın bütün işlerini düzenleyen, gözeten, yöneten.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, GÖZETİP KORUYANDIR, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.



http://www.artislamic.com/esma/bariu.gif
Okunuşu:
el-Bâriu celle celâluh
Manası:
1-Herhangi bir modeli örnek almaksızın bütün varlıkları yaratan. 2-Herşeyin organ ve kısımlarını uygun ve dengeli bir halde yaratan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için YARADANINIZA tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız YARATICINIZIN katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O'dur.

http://www.artislamic.com/esma/halik.gif
Okunuşu:
el-Hâliku celle celâluh
Manası:
Yoktan var eden, herşeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin YARATICISIDIR. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur). Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.

Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan YARATTI. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi.


http://www.artislamic.com/esma/mutekebbir.gif
Okunuşu:
el-Mutekebbiru celle celâluh
Manası:
Herşeyde ve her olayda büyüklüğünü gösteren.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, BÜYÜKLÜKTE EŞİ OLMAYANDIR. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

http://www.artislamic.com/esma/kahhar.gif
Okunuşu:
el-Kahhâru celle celâluh
Manası:
Herşeye her istediğini yapacak şekilde gâlib ve hâkim.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
O halde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz. Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, (insanlar) bir ve GÜCÜNE KARŞI DURULAMAZ OLAN ALLAH'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını verecektir).

http://www.artislamic.com/esma/gaffar.gif
Okunuşu:
el-Ğaffâru celle celâluh
Manası:
Daima affeden, mağfireti pek çok.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, elbette yarattıklarından dilediğini seçerdi. O yücedir. O, tek ve kahhâr olan Allah'tır. Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. Dikkat et! O, azîzdir, ve ÇOK BAĞIŞLAYANDIR.

http://www.artislamic.com/esma/musavvir.gif

Okunuşu:
el-Musavviru celle celâluh
Manası:
Herşeye bir şekil ve özellik veren.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Rahimlerde sizi dilediği gibi ŞEKİLLENDİREN O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.


bircan163 13 Ekim 2005 16:32

O Allah ki O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)
Allah kelimesi ile tanrı kelimesi arasında ne fark vardır :
Bizim eski atalarımız müsliman olmadan önce yaratıcı bir zata inanıyorlardı.belki kendilerine göre değişik tanrılarıda vardı.ama onlar daha çok kendi lehçeleri ile ''tengri'' dedikleri zaman zat-ı uluhiyeti kasdediyorlardı.bu kelime sonra biraz daha incelik kazandı tanrı şeklini aldıki aslında mabud demektir ve arapcadaki 'ilah'ın fransızcadaki 'diyo'nun farscadaki 'huda'nın karşılığı olan bir kelimedir.
Ama hiç bir zaman Cenab-ı Hakkın bütün Esma-i Hüsnasını cami,ism-i zat olan Allah kelimesinin karşılığı değildir.
Allah dendiği an,bütün kainatta tecelli eden isimleriylebir zat-ı ecell-i A-la akla gelir Allah kelimesiyle anlaşılan budur.yani o Mabudu mutlak,Halıkı mutlak,Maksud-u mutlak,Rezzak-ı mutlak,Bari-i mutlak,Cemil-i mutlak'tır.
İlhesma-i Hüsnayı cami Allah kelimesinde böyle umumi bir mana anlaşılır,ve bu itibarladaAllah'ın(c.c)ism-i hass dır Allah dendiği anbu ma-budu mutlak anlaşılır,ve vacib-ül vücud akla gelir.ama tanrı dendiği zamanyunanlıların aklına zeus,mısırlının apis boğası,ve hintlinin aklınada kendi inakleri gelir.tanrı kelimesiyle yerli yersiz ma-bud kelimesinin akla gelmesine karşılık,Lafz-i celale olan Allah kelimesi vacib-ül vucut un ism-i hassı olarak sadece o Esma i Hüsna sahibi Za tı Zülcelali akla getirir .onun için bir insan tanrı demekle Allah yerinde kullanırsa maksatını anlatamaz ve hata etmiş olur.
tanrı ilah kelimesi yerinde,huda,diyo ve god yerinde kullanılabilir.fakat Allah yerinde değil....
Allah cenab-ı Hakk ın Zatının has ismidir.Onun için LÂ İLAHE İLLALLAH diyoruz.fakat la Allaha illallah demiyoruz.Evvela ilahlar tanrılar ne varsa hepsi nefyediliyor,sonrada isbatta mabudu mutlak getiriliyor ve sadece ALLAH vardır deniliyor.
Mevlid yazarı Süleyman çelebi,bu hususu çok güzel tefrik ederek ''Birdir ALLAH ondan artık tanrı yok'' deyip,her iki kelimenin yerinide tayin ve tesbit etmiştir.
Buna bina en bir insanın ağzından tanrı kelimesi çıktığında hemen reaksiyon göstermemeli o adamın maksadına bakmalı ALLAH yerine o manayı kullanmışsa tatlıca ikaz etmeli aksine tevehhür gösterilmemeli.hele günümüzde asla.

kaynak : Asrın getirdiği tereddütler.....


Misafir 28 Ekim 2005 17:42

ESMA-ÜL HÜSNA
MsXLabs.org

Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:

a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);
"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleride vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır.


__BozkurT__ 29 Ekim 2005 15:27

http://www.artislamic.com/esma/fettah.gif
Okunuşu:
el-Fettâhu
celle celâluh
Manası:
1-
Bütün anlaşmazlıkların nihâi hakemi olarak mutlak adâleti gerçekleştiren. 2-Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, EN ÂDİL HÜKÜM VEREN, (her şeyi) hakkıyla bilendir.
(34:26)
...Kim Allah'tan korkarsa, ALLAH ONA BİR ÇIKIŞ YOLU İHSAN EDER. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.

http://www.artislamic.com/esma/razzak.gif
Okunuşu:
er-Razzâku
celle celâluh
Manası:
Yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
(O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla RIZIK OLARAK SİZE TÜRLÜ MEYVELER ÇIKARDI; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi. O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördü

http://www.artislamic.com/esma/vehhab.gif
Okunuşu:
el-Vehhâbu
celle celâluh
Manası:
Her çeşit nimeti hiçbir karşılık beklemeden devamlı ve bol bol veren.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. LÜTFU EN BOL OLAN sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez. Bilinmelidir ki inkar edenlerin ne malları ne de evlatları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır. İşte onlar cehennemin yakıtıdır.

http://www.artislamic.com/esma/basitu.gif
Okunuşu:
el-Baasitu
celle celâluh
Manası:
1- Rızkı genişleten, açan, bol bol veren. 2- Ruhları bedenlere yerleştirip yayan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
... Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun. Rabbin rızkı dilediğine BOL VERİR, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur. Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur ...

http://www.artislamic.com/esma/kabidu.gif
Okunuşu:
el-Kaabidu
celle celâluh
Manası:
1- Rızkı tutan, sıkan, daraltan 2- Canlıların ruhunu alan.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? DARLIK VEREN de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz.



http://www.artislamic.com/esma/alimu.gif
Okunuşu:
el-Aliymu
celle celâluh
Manası:
Herşeyi hakkıyla, çok iyi bilen.
Kur'ân-ı Kerîm'den İlgili Ayet:
Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, HER ŞEYİ BİLENDİR, her şeyden haberdardır.
(31:34)
Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, KARADA VE DENiZDE NE VARSA BiLiR; O'NUN iLMi DIŞINDA BiR YAPRAK BiLE DÜŞMEZ. O YERiN KARANLIKLARI iÇiNDEKi TEK BiR TANEYi DAHi BiLiR. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.



arwen 24 Nisan 2006 03:53

MELİK
Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına; (Nas Suresi, 1-3)
Allah'ın 'Melik' sıfatı O'nun var olan herşeyin sahibi olduğu anlamına gelir. Bizim gördüğümüz ve göremediğimiz varlıkların her birinin içinde yaşadığı alemlerin Yaratıcısı ve tek sahibi Allah'tır. Yaşadığımız evrenin ezeli ve ebedi hükümdarı da O'dur. Tüm yıldızlar, insanlar, hayvanlar ve bitkiler, göremediğimiz alemlerde yaşayan cinler, şeytanlar, melekler ve daha bilemediğimiz pek çok varlık Allah'ın emri altındadır. Sayısız alemin mülkünü elinde bulunduran ve buralarda hüküm süren olağanüstü düzenin hayat bulmasını sağlayan yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Sonsuz kudret sahibi olan Yaratıcımız'a tabi olduğunu bilen bir insanın, kendisini başıboş görmesi mümkün değildir. Allah herşeyden haberdar, herşeye güç yetiren, herşeyi gören ve işitendir. Bunu bilen bir insan, kendisini Yaratana karşı sorumlu olduğunu da bilmelidir. Nitekim müminlerin içinde bulundukları bu düzenin tek bir sahibinin olduğunu bilmeleri, onları doğal olarak yaptıkları her işte herşeye ve herkese hakim olan, her dilediğini yerine getiren Allah'a yöneltir. Bu konu ile ilgili olarak Kuran'da haber verilen ayetlerden birkaç tanesi şöyledir:
Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı (okumada) acele etme ve de ki: "Rabbim, ilmimi arttır." (Taha Suresi, 114)
Hak melik olan Allah pek Yücedir, Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Müminun Suresi, 116)
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)


dişi_kartaL 24 Nisan 2006 06:19

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);
"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, m******* anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:
1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.
2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.
3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.
4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:
a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar.
b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir.
c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.
5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..
6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).
7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).
8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.
9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.
10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.
11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamına da gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.
Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).
12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..
13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.
14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.
15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.
16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.
17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.
18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.
19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.
20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.
21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu m******* ifade eder.
22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu
Bu anlamına gelir.
23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.
24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.
25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.
26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.
27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.
28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.
29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.
30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.
31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).
32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).
33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.
36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.
37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.
38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.
39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.
40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.
41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.
42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).
43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.
44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.
45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).
46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).
47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).
48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.
49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).
50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).
51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.
52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.
53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).
54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.
55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.
56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.
57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.
58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.
59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.
60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.
62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)
63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.
64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.
65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).
66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.
67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.
68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.
69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).
70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.
71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.
72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.
73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.
74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.
75) ez-ZÂHİR: Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.
76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).
77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.
78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.
79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).
80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.
81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılayarak lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.
82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.
83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.
84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.
85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.
86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.
87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.
88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.
89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.
90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.
91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.
92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.
93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.
94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.
95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.
96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.
97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.
98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.
99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.
Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor:
"Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "


arwen 25 Nisan 2006 01:51

ERHAMURRAHİMİN
Merhamet edenlerin en merhametlisi
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)
Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insan da ihtiyaç içinde olan bir varlıktır. Yaşamını sürdürebilmesi için her an oluşması gereken pek çok şart vardır. Nefes alabilmesi için oksijene, bedeninin faaliyetlerini sürdürebilmesi için su ve besine ihtiyaç duyar... Aslında bu örneklerin sıralamakla bitmesi de pek mümkün değildir. Yalnızca tek bir insanın fiziksel olarak varlığını sürdürebilmesi bile burada sıralanması mümkün olmayan sayısız detaya bağlıdır.
Ancak, yeryüzündeki tüm insanlar ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilmek için çok büyük bir çaba göstermeden yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedirler. Her birinin gerek bedenlerinde gerekse dış dünyada ihtiyaçları olan herşey onlar için önceden belirlenmiş ve onlara sunulmuştur. Burada ilk akla gelen örnek yine insanın nefes almasıdır. İnsan bedeninin yaşamını sürdürebilmesi için oksijen alması gerektiğini elbette herkes bilir. Peki bu oksijenin atmosferde gereken oranlarda bulunmasını sağlayan kimdir? Veya insanın vücuduna bu oksijeni alıp işleyecek ve gereken her hücreye tek tek ulaştıracak bir sistemi koyan kimdir?
Elbette bunların hiçbiri insanın başarısı değildir. Hiç kimse atmosferin veya kendi solunum sisteminin oluşumunda söz sahibi olmamıştır.
İşte insanın bu en hayati ihtiyacından başlamak üzere her türlü detay kendisi için tasarlanmış ve gerektiği şekilde var edilmiştir. Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan her türlü detayı insan için tasarlayan üstün bir aklın varlığı ve o aklın sahibinin insana gösterdiği sonsuz merhamettir. Bu gücün sahibi ise, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'tır.
Allah'ın merhameti, elbette ki insanların fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlı değildir. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana yerleştirmiş ve bunun karşılığında da yalnızca Kendisi'ne kulluk etmelerini istemiştir. Ve insanlara Kendisi'ni nasıl razı edeceklerini de bildirmiş; bunu öğretmek için onlara Katından kitaplar indirmiş, bütün ayetlerini tek tek açıklayan peygamberler göndermiştir. Böylelikle Allah insanlara hem Kendi Zatını tanıtmış, hem de onları dine ve güzel ahlaka davet etmiştir. Kuşkusuz bunların tümü, Rabbimiz'in sonsuz merhametinin açık delillerindendir.


Misafir 25 Nisan 2006 14:59

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);
"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:
1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.
2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.
3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.
4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:
a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar.
b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir.
c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.
5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..
6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).
7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).
8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.
9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.
10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.
11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamına da gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.
Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).
12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..
13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.
14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.
15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.
16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.
17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.
18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.
19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.
20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.
21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu manasını ifade eder.
22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu
Bu anlamına gelir.
23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.
24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.
25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.
26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.
27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.
28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.
29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.
30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.
31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).
32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).
33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.
36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.
37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.
38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.
39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.
40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.
41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.
42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).
43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.
44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.
45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).
46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).
47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).
48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.
49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).
50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).
51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.
52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.
53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).
54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.
55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.
56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.
57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.
58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.
59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.
60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.
62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)
63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.
64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.
65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).
66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.
67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.
68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.
69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).
70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.
71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.
72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.
73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.
74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.
75) ez-ZÂHİR: Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.
76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).
77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.
78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.
79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).
80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.
81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılayarak lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.
82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.
83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.
84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.
85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.
86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.
87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.
88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.
89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.
90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.
91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.
92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.
93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.
94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.
95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.
96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.
97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.
98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.
99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.
Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor:
"Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "


Mystic@L 26 Nisan 2006 18:12

MÜ'MİN

Emniyet verici, emin kılan

"O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir." (Haşr Suresi, 23)
Allah müminlere dünyada ve ahirette hoşnutluk içinde bir yaşam sunar. Bu yaşam her yönüyle çok mükemmel olduğu gibi manevi olarak da müminlerin çok güçlü olmalarını sağlayacak şekildedir. Allah salih kullarına manevi yönden huzur, güven ve eminlik verir. Müminlerin dünyada zorluk içinde oldukları dönemlerde onları destekler, kalplerini pekiştirir, Kendisine olan tevekkülleriyle huzurlu bir yaşam sürmelerine izin verir. Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde savaşta alınan bir yenilginin ardından Allah'ın müminlere olan manevi desteği şöyle anlatılmıştır:
Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip-gururlandırmıştı, fakat size bir şey de sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz. (Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü'minlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkar edenleri azablandırdı. Bu, inkarcıların cezasıdır. Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir". (Tevbe Suresi, 25-27)
Kuşkusuz müminlerin karşısında her zaman inkarda direnen bir grup olmuştur. Bu inkarcı kesim Allah'a samimi bir kalple yönelen müminleri doğru yoldan çevirmeye, kendi dinlerine uymaya çağırmışlardır. Bu çağrıdan yüz çevirenleri ise şiddetli bir eziyetle tehdit etmişlerdir. Ancak böyle dönemlerde de Allah inkar edenlerin çabalarını boşa çıkarmış ve müminlere her yönden destek olmuştur:
"Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu'. Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir". (Fetih Suresi, 26)
Allah'ın tüm müminlere, özellikle de elçilerine olan manevi desteği daha pek çok ayette haber verilmiştir. Peygamberimiz (sav) dönemindeki inkarcı kavim, peygamberin hicret etmesine sebebiyet verdiğinde, Allah onu her türlü ortamda destekleyeceğini vaat etmiş, inkarcıların saldırısını önlemiş, manevi olarak da elçisine 'huzur ve güvenlik duygusu' indirmiştir. Allah'ın bu yardımı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
"Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir". (Tevbe Suresi, 40)
Yukarıda sayılanların tümü Allah'ın insanlara dünyada verdiği güvenlik ve huzur duygusudur. Ancak ahirette olan huzur ve güvenlik dünyadaki ile karşılaştırılamayacak kadar büyük bir nimettir. Çünkü oradaki manevi huzur sonsuza kadar sürecektir ve Allah dilemedikçe yok olması mümkün değildir.
Allah müminlerin cennette yaşayacakları, maddi ve manevi her yönden tatmin bulmuş bu hali şöyle tarif etmektedir:
"Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. Orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler". (Hicr Suresi, 45-48)


arwen 27 Nisan 2006 04:48

MECİD
Şanı büyük ve yüksek
Arşın sahibidir; Mecid (pek Yüce)dir. (Büruc Suresi, 15)
Allah'ın şanı tüm kainatta kendini apaçık delillerle göstermektedir. O'nun şanının Yüceliğini tanımayan hiçbir insan yoktur. O'nu inkar edenler, "inanmıyoruz" diyenler bile O'nun yarattıklarına şahit oldukları için aslında gücünü ve şanını tanıyıp bilirler. Ancak içlerindeki büyüklenme arzusu sebebiyle inkar ederler.
Allah'ın kainatta yarattığı muhteşem güzellikler de, kusursuz sistemler de O'nun şanına yaraşır şekildedir. Gökyüzünde tonlarca ağırlığında su taşıyan bulutlar, milyonlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan yıldızlar, büyük bir gürültüyle ve inanılmaz bir güçle akan şelaleler, uçsuz bucaksız genişlikteki okyanuslar, zirvesi karlarla kaplı olan binlerce metre yükseklikteki dağlar, içinde birbirinden değişik renkte ve seste sayısız canlı türleri barındıran ormanlar, Allah'ın yarattığı güzelliklerden yalnızca birkaç tanesidir.
Birkaç saniyede bir şehri yerle bir eden deprem, bir anda patlayarak binlerce derecelik ısıdaki lavlarını boşaltan bir volkan, herşeyi önüne katıp götüren sel, düştüğü anda isabet ettiği yere ölüm getiren yıldırım, herşeyi yıkıp geçen bir tayfun yalnızca Allah'ın gücünün göstergelerindendir. Allah hepsini şanına yaraşır şekilde yaratmıştır.
Sayılanlar ve burada daha sayılamayan milyonlarca örnek yalnızca Allah'ın şanının büyüklüğünün evrendeki delillerindendir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Elbette, Rabbimizin şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk." (Cin Suresi, 3)
Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir." (Hud Suresi, 73)


venüsün_kızı 27 Nisan 2006 14:42

ESMA-ÜL HÜSNA

1-ALLAH Her şeyin gerçek mabudu

2-RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran

3-RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek

4-MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı

5-KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran

6-SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan

7-MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren

8-MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolu altında tutan

9-AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan

10-CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran

11-MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi

12-HALİK Her şeyi yoktan yaratan

13-BARİ Eşyayı ve herşeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan

14-MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren

15-GAFFAR C.C. Çok affeden

16-KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden

17-VEHHAP Bol bol hediyeler veren

18-REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran

19-FETTAH Her şeyi hikmetle açan

20-ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen

21-KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan

22-BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten

23-RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden

24-RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten

25-MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren

26-MÜZİLL İstediğini zelil kılan

27-SEMİ Gizli açık her sesi işiten

28-BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören

29-HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren

30-ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez

31-LATİF Lutfu keremi bol olan

32-HABİR Her şeyden haberdar olan

33-HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden

34-AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen

35-GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan

36-ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan

37-ALİYY Her şeyiyle yüce olan

38-KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur

39-HAFIZ Her şeyi muhafaza eden

40-MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren

41-HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören

42-CELİL Yücelik ve ululuk sahibi

43-KERİM İyilik ve ikramı bol olan

44-RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü

45-MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren

46-VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan

47-HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan

48-VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven

49-MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz

50-BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten

51-ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören

52-HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit

53-VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan

54-KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan

55-METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen

56-VELİY Müminlerin dostu olan

57-HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan

58-MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen

59-MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan

60-MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten

61-MUHYİ Canlılara hayat veren

62-MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan

63-HAYY Gerçek hayat sahibi olan

64-KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan

65-VACİD C.C. İstediğini bulan

66-MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi

67-VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan

68-SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil

69-KADİR Sonsuz kudret sahibi olan

70-MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten

71-MUKADDİM Dilediğini öne geçiren

72-MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan

73-EVVEL Herşeyden önce olan

74-AHİR Herşeyden sonra olan

75-ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen

76-BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan

77-VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan

78-MÜTEALİ Ali, büyük

79-BERR Herkesten fazla iyilik yapan

80-TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden

81-MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran

82-AFÜVY Kullarını çok çok affeden

83-RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen

84-MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır

85-ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi

86-MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun

87-CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan

88-GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan

89-MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan

90-MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan

91-DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan

92-NAFİ Faydalı şeyleri yaratan

93-NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri

94-HADİ Kullarına hidayet veren

95-BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen

96-BAKİ Varlığının sonu olmayan

97-VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi

98-REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran

99-SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden

C.C.(Celle Celalühü)


Mystic@L 27 Nisan 2006 17:05

MUCİB

Kendine yalvaranların isteklerini veren, icabet eden

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm... (Bakara Suresi, 186)

Dua, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantıdır. Kul tüm sıkıntılarını ve isteklerini Allah'a açar, O'na yakarır, Allah kulunun isteğini işitir ve ona icabet eder.

Allah, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen, işitendir. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. O halde samimi olarak Allah'tan bir istekte bulunulması için insanın sadece düşünmesi bile yetmektedir. İşte Allah'ın icabeti bu denli yakındır.

Mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğinden ve duasına mutlaka icabet edeceğinden emindir. Çünkü tüm olayların ancak O'nun dilemesiyle olduğunun farkındadır. Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşmak ise Allah'ın gücünü ve kudretini takdir edememektir. Allah için, herhangi bir kişinin çağrısına cevap vermek, duasına karşılık vermek çok kolaydır. Kaldı ki "duaya icabet" birşeyin aynen gerçekleşmesi anlamına gelmez. Allah bir ayette bu konuyla ilgili olarak şöyle haber vermektedir:

İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir, insan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)

Kişi için neyin şer, neyin hayır olduğunu ise en iyi Allah bilir. Çünkü herşeyi takdir eden O'dur. Her işinde olduğu gibi dualara icabetinde de pek çok hikmet gizlidir.

Bu gerçek Bakara Suresi'nde şöyle bir örnekle haber verilir:

Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

Gizli açık her çağrıya daima icabet etmesi Allah'ın şanından, Yüceliğindendir. Allah, dua mahiyetinde akıldan geçen tek bir düşünceyi dahi asla karşılıksız bırakmaz, boşa çıkarmaz. Allah'tan başka duaları duyan ve onlara icabet edebilen yoktur. Allah Kendisi'nden başka hiç kimsenin duaya icabet edemeyeceğini, insanlara yardım edemeyeceğini şöyle bildirmiştir:

Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. (Araf Suresi, 194)



arwen 28 Nisan 2006 02:54

ZÜLCELAL-İ VE'L İKRAMHem büyüklük sahibi hem kerem ve ikram sahibi olan
Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir. (Rahman Suresi, 78)
Dünyada insanın hoşuna gidecek sayısız nimet vardır. Allah kullarının hoşnut olacağı çeşitli detaylarla dünyayı süslemiştir. Ancak elbette Allah'ın sonsuz kerem ve ihsanını asıl olarak göstereceği yer cennettir. Kuran'da tasvir edilen cennet, O'nun sonsuz ikramını gözler önüne sermektedir.
Cennetin Kuran'da anlatılan en belirgin özelliklerinden biri, 'nefislerin arzuladığı herşeyin' müminlere verilmiş olmasıdır. Cennetin 'altından ırmaklar akar', 'yemişleri ve gölgelikleri süreklidir', 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgelik' vardır. Allah Kendisi'nden bir rahmet olarak salih kullarını cennet bahçelerindeki 'gölgeliklerde ve pınar başlarında' bulunduracaktır. 'Çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip' olan cennette müminlere 'istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol' verilecektir.
Müminler, 'içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.' Ayrıca cennette inananlar için 'yüksek köşkler bina edilmiştir.' Bu köşklerin altlarından ırmaklar akmaktadır. 'Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde' oturur ve etraflarını 'bakıp seyrederler.' Bu arada yapılan ikram da son derece ihtişamlıdır. 'Kendileri için hizmet eden civanlar' 'çevrelerinde gümüşten billur kaplar ve kupalar dolaştırırlar.' Bu hizmetler esnasında müminlerin giyimleri de son derece göz alıcıdır; '... orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri ipek(ten)dir.' (Enbiya Suresi, 23)
Kuşkusuz Kuran'daki cennet tasviri yukarıda anlatabildiğimizin çok üstündedir. Aşağıdaki ayetler Allah'ın cennetteki sonsuz keremini ve ikramını açıkça bildirmektedir:
... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. (İnsan Suresi, 20)


Mystic@L 28 Nisan 2006 13:33

MÜHEYMİN

Gözetici ve koruyucu olan

O Allah olan ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)

Tüm evrenin kusursuz bir düzen içerisinde var olmasını sağlayan fizik yasaları, onları meydana getiren Allah'ın, kulları üzerindeki İlahi korumasına da en güzel delilleri oluştururlar.

Söz gelimi yer çekimi yasasını düşünelim. Bu çekim kuvveti daha zayıf olsaydı neler olurdu? Öncelikle hafif şeyler yeryüzünde sabit duramayacaktı. En ufak bir esintide yerden kalkan toz ve kum taneleri saatlerce havada uçuşacaktı. Yağmur damlalarının hızı çok yavaşlayacak, yere inmeden yeniden buharlaşacaklardı.

Örnek olarak verilebilecek bir başka yasa Newton'un kütlesel çekim kanunudur. Bu yasa dünyanın, ayın ve gezegenlerin yörüngelerinin içinde bulundukları hassas dengeyi açıklar. Bu dengede meydana gelebilecek en küçük bir bozulma, Dünya'nın ya hızla Güneş'e yaklaşıp sıcaktan kavrulmasına ya da Güneş'ten uzaklaşarak uzaya savrulmasına ve mutlak soğuklukta donmasına sebep olacaktır.

Peki cisimler ve yüzeyler arasında sürtünme kuvveti yaratılmamış bir Dünya nasıl olurdu? Kalem insanların ellerinden kayıp düşecek, kitaplar ve defterler masanın üzerinde kayacak, masa, döşeme üzerinde kayıp bir köşeye çarpacaktı; kısacası tüm cisimler, yanları bir yüzeye gelene kadar kayacak ve yuvarlanacaklardı. Sürtünmesiz bir Dünya'da tüm düğümler çözülecek, çiviler ve vidalar yerlerinden çıkacak, arabalarda fren tutmayacak, ses asla dinmeyip bir duvardan ötekine yankılanıp duracaktı....

Allah'ın canlıların korunmasına yönelik yarattığı özellikler, kuşkusuz sadece fizik yasaları ile sınırlı değildir. Buna bir başka örnek de insanın üzerinde bulunduğu yeryüzünün sağlam ve güvenlikli kılınmasıdır. Dünyanın merkezine doğru inildikçe ısı, her kilometrede 30°C artar. Ve çekirdekte bu ısı 4.500°C gibi inanılmaz bir yüksekliğe erişir. Yerin sadece 1 km aşağısındaki sıcaklığın 60°C'ye yakın olduğu düşünüldüğünde bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğu açıkça görülmektedir. Halbuki tüm canlılar büyük bir güvenlik içinde, altlarında kaynayan magmadan habersizce yaşamlarını sürdürmektedirler.

Açıkça görüldüğü gibi Allah içinde bir ateş topu barındıran Dünya'nın yüzeyinde mükemmel bir düzen yaratmıştır. Hiçbir yer için en ufak bir başı boşluk söz konusu olmamaktadır. O, gökleri ve yeri kontrol altında tutmakta, kainattaki tüm canlıları bildikleri veya bilmedikleri büyük tehlikelere karşı her an korumaktadır. İnsanı ise daha cenin halindeyken savunması sağlam olan bir yere yerleştirerek korumaya almıştır.

Görüyoruz ki insanların çoğunluğunun doğal karşıladığı pek çok özellik asıl olarak Allah'ın kullarına olan merhametine ve İlahi korumasına işaret eder. Çünkü düzeni ve birliği sağlayan yüzlerce fizik yasasının şu an oldukları şekilleriyle var olmaları için hiçbir zorlayıcı neden yoktur. Allah koruyucuların en hayırlısıdır.


gölge_m 28 Nisan 2006 15:33

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA RESUL ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA HABİB ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA NEBİY ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA HALİL ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA SAFİY ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA VELİY ALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA HAYRAHALKİLLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA NURAARŞİLLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA EMİNEVAHYALLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENZEYYENEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENŞERREFEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENKERREMEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENAZZAMEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENALLEMEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENSELLEMEHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA MENIHTAREHULLAH
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA SEYYİDELEVVELİNEVELAHİRİN
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA ŞEFİAELMÜZNİBİN
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA HATEMENNEBİYYİN
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YARAHMETENLİLALEMİN
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA İMAMELMÜTTAKİN
ESSALATU VESSALAMU ALEYKE YA RESULERABBİLALEMİN
VE SELEVATULLAHİ VE MELA İKETİHİ VE ENBİYAİHİ VE RUSİLİHİ
VE HAMELETE ARŞİHİ VE CEMİİ HALKIHİ ALA SEYYİDENA MUHAMMEDİN VE ALA ALİHİ VE SAHBİHİ ECMEIYN.
CUMA GECELERİ OKUYUN

ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMÜRSELİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMÜCAHİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD EŞŞAHİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELHAİFİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELHAŞİIYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ETTAİİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ETTAİBİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELABİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELHAMİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ESSALİHİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ERRAKİIYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ESSACİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELKAİMİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELKAİDİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMÜTTEKIYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMUSTAĞFİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ENNADİMİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD EŞŞAKİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELHAFIZİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD EZZAKİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMUHSİNİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELEKREMİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMÜNZİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELMÜBEŞŞİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ETTAYYİBİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ENNEBİYYİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD ELALEMİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
ENNEBİY EZZEKİY ENNAKİY
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
ELKUREŞİY ELHAŞİMİY
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
ELMEDENİY ELARABİY ELMÜKERREM YÖVMELKIYAME
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SEYYİD EHLİLCENNE
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SAHİB ELMAKAM ELMAHMUD
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
SAHİB ESSIRAT ELMÜSTAKİM
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
AFDAL ELEVVELİYN VE ELAHİRİYN
ALLAHÜM SALLİ VE SELLİM ALA SEYYİDİNA MUHAMMED
VE ALA CEMİİ ELENBİYAİ VE ELMÜRSELİYN
VE ALA CEMİİ ELMELAİKETİ ELMUKARREBİYN
VE ALA İBADALLAH ESSALİHİYN
MİN EHLİSSEMAVATİ VE ELARDI VE ALEYNA MİNHÜM
ECMAIYN Bİ RAHMETİKE YA ERHAMERRAHİMİYN
ELFATİHATİ MAA ESSALAVAT AMİN AMİN AMİN
VELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN.
EL FATİHA MEA ESSALAVAT


arwen 29 Nisan 2006 03:40

Allah ki O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddus'tür; Selam'dır; Mümin'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir

ERHAMURRAHİMİN
Merhamet edenlerin en merhametlisi
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)
Yeryüzündeki tüm canlılar gibi insan da ihtiyaç içinde olan bir varlıktır. Yaşamını sürdürebilmesi için her an oluşması gereken pek çok şart vardır. Nefes alabilmesi için oksijene, bedeninin faaliyetlerini sürdürebilmesi için su ve besine ihtiyaç duyar... Aslında bu örneklerin sıralamakla bitmesi de pek mümkün değildir. Yalnızca tek bir insanın fiziksel olarak varlığını sürdürebilmesi bile burada sıralanması mümkün olmayan sayısız detaya bağlıdır.
Ancak, yeryüzündeki tüm insanlar ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilmek için çok büyük bir çaba göstermeden yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedirler. Her birinin gerek bedenlerinde gerekse dış dünyada ihtiyaçları olan herşey onlar için önceden belirlenmiş ve onlara sunulmuştur. Burada ilk akla gelen örnek yine insanın nefes almasıdır. İnsan bedeninin yaşamını sürdürebilmesi için oksijen alması gerektiğini elbette herkes bilir. Peki bu oksijenin atmosferde gereken oranlarda bulunmasını sağlayan kimdir? Veya insanın vücuduna bu oksijeni alıp işleyecek ve gereken her hücreye tek tek ulaştıracak bir sistemi koyan kimdir?
Elbette bunların hiçbiri insanın başarısı değildir. Hiç kimse atmosferin veya kendi solunum sisteminin oluşumunda söz sahibi olmamıştır.
İşte insanın bu en hayati ihtiyacından başlamak üzere her türlü detay kendisi için tasarlanmış ve gerektiği şekilde var edilmiştir. Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan her türlü detayı insan için tasarlayan üstün bir aklın varlığı ve o aklın sahibinin insana gösterdiği sonsuz merhamettir. Bu gücün sahibi ise, merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'tır.
Allah'ın merhameti, elbette ki insanların fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlı değildir. O, insanları yaratmış, yaşamaları için en elverişli olan mekana yerleştirmiş ve bunun karşılığında da yalnızca Kendisi'ne kulluk etmelerini istemiştir. Ve insanlara Kendisi'ni nasıl razı edeceklerini de bildirmiş; bunu öğretmek için onlara Katından kitaplar indirmiş, bütün ayetlerini tek tek açıklayan peygamberler göndermiştir. Böylelikle Allah insanlara hem Kendi Zatını tanıtmış, hem de onları dine ve güzel ahlaka davet etmiştir. Kuşkusuz bunların tümü, Rabbimiz'in sonsuz merhametinin açık delillerindendir.


Mystic@L 30 Nisan 2006 11:00

MÜTEALİ

Aklın alabileceği herşeyden pek Yüce

Hak olan, biricik hükümdar olan Allah Yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı (okumada) acele etme ve de ki: "Rabbim, ilmimi arttır." (Taha Suresi, 114)

İnsanların bir kısmı etraflarındaki sayısız delile rağmen Allah'ın ululuğunu, Yüceliğini takdir edemezler. Son derece aciz oldukları halde kendilerini büyük görmekte, kendilerini yaratan Allah'ı ise hiç düşünmemektedirler. Bu büyüklenme duygusunun nedeni insanın kötülüğü emreden bir nefse sahip olmasıdır. Ancak iman edenler Allah'ın Yüceliği karşısında insanın ne derece aciz bir varlık olduğunu bu nedenle hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerini bilirler. Çünkü Allah Kuran'da insanların acizliğini ve Zatı'nın Yüceliğini şöyle bir misalle haber vermektedir:

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de.

Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 74)

Oysa evrenin her noktası Allah'ın büyüklüğünü yansıtır. Ama O'nun sonsuz gücünü ve ilmini anlatmaya asla kafi gelmez. Allah her türlü ortaklıktan, kusurdan, eksiklikten, sınırlamadan münezzeh olandır. Bütün üstün sıfatların ve bütün güzel isimlerin tek sahibidir. O'nun ilmi, aklı, gücü, kudreti, rahmeti, şefkati, ve ihsanı sonsuzdur.

'Sonsuz' kelimesi Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir kavramdır. Allah ölümlerinden sonra insanları yeni bir yaratılışla yaratacak ve bundan sonra dünyada yaptıklarının karşılığı olarak cennet veya cehennemde devam edecek olan sonsuz hayatlarını başlatacaktır. Burada yüz değil, bin değil, yüzbin veya milyar yıl da değil, trilyon ya da katrilyon kere katrilyon yıl da değil, sonsuza kadar sürecek bir ömürden bahsedilmektedir. Yani yüz trilyon insan olsa, gece gündüz hiç durmadan yüz trilyonu yüz trilyon ile çarparak ilerleseler, yüz trilyon ömürleri olsa ve ömürleri boyunca bu işle uğraşsalar yine de yıl sayısını hesaplayamayacaklardır.

Oysa Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki, insana göre 'sonsuz' olan herşey, O'nun bilgisi dahilindedir. Zamanın ilk yaratıldığı andan sonsuza değin geçecek olan her olayı, her düşünceyi, vakitleri ve şekilleri ile belirleyen ve bilen Allah'tır. Bu gerçeğe Kuran'da şöyle dikkat çekilir:

"Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık. Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca 'bir keredir.' Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır." (Kamer Suresi, 49-53)

Ama O, onlara (Adem'in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O'na ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir. (Araf Suresi, 190)

Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir. (Neml Suresi, 63)

Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Rum Suresi, 40)


nazlisu 16 Temmuz 2006 20:42





ALLAH'IN İSİMLERİ


Allah (c.c)
Hakiki (gerçek) ve mutlak (kayıtsız, şartsız) olarak «VAR» ve «BİR» olan; eşi, benzeri ve ortağı asla bulunmayan Yüce Rabb'imizin has (özel) ve en büyük ismi şerifidir. «Allah» Lafzı Celali, diğer mübarek isimlerinin delalet ettiği bütün vasıfları, sıfatları ihtiva eder, ve «Vacibu'l-Vucud» olan Yüce Rabb'imizin İsm-i Azam'ı (en büyük adı) olduğu hususunda İslam bilginlerinin ittifakı vardır. «Allah» Lafzı Celali; Kur'an'ı Kerim'de, diğer mübarek isimlerinden çok olarak 2800 defa zikredilmiştir. Sonra 960 defa ile «Rab» İsm'i şerifi gelir. Bundan sonra, en çok zikredilenler sırasıyla «Rahman», «Rahim» ve «Mâlik» İsmi şerifleridir.

er-Rahmân (c.c)
Dünyada; mümin ve kafir ayırt etmeksizin herkese merhamet eden, şefkat gösteren ve acıyan.

er-Rahîm (c.c)
Merhametli, esirgeyen, koruyan, acıyan; Ahiret'de yalnız mümin kullarına keremiyle muamelede bulunan.

el-Melîk (c.c)
Bütün kainatın mutlak ve hakiki sahibi, mutasarrufu. Bütün kainatın, Zâtı'nın dışındaki bütün varlıkların ezeli ve ebedi tek hükümdarı, ancak Allah Teala'dır. Kainatta, ancak O'nun iradesi, hüküm ve tasarrufu geçerlidir. O'nun mülkü yok olmaz.

el-Kuddûs (c.c)
Azamet ve Celaline layık olmayan her türlü noksanlıktan pek uzak ve pek temiz.

es-Selâm (c.c)
Her çeşit arıza ve hadiselerden salim kalan ve etkilenmeyen; kullarını her türlü tehlikelerden selamete çıkaran, bahtiyar kullarına «Selâm» etmek lütuf ve kereminde bulunan. Cenabı Hak (c.c)
, mevcut her çeşit selametin mutlak ve hakiki kaynağıdır.

el-Mü'min (c.c)
Gönüllerinde iman ışığını uyandıran; Kendine sığınanlara emniyet, güvenlik, rahatlık, veren; müminleri azabından ve yaratıklarının hepsini zulümden emin kılan.

el-Müheymin (c.c)
Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden ve her şeyi gözetip koruyan.

el-Azîz (c.c)
Hakiki ve mutlak surette kuvvet ve galebe sahibi, mağlup edilmesi asla mümkün olmayan Galip; hükümlerinde her zaman galip olan.

el-Cebbâr (c.c)
Emir ve fermanına karşı konulamayan, kırılanları tamir eden, eksikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, her şeyde hükmünü kayıtsız ve şartsız yürüten.

el-Mütekebbir (c.c)
Büyüklükte eşi olmayan, her şeyde ve hadisede büyüklüğünü gösteren.

el-Halîk (c.c)
Ceza vermekte acele etmeyen gerçek ve mutlak hilm sahibi; affı, bağışlaması, hilmi sınırsız. Allah Teala, emrine karşı gelindiğinde anında görür, bilir. Fakat gücü yettiği halde hemen cezalandırmaz, süre verir. Bu süre içinde pişman olup tövbe edenleri af ve mağfiret buyurur. Israr edenleri ise; dilerse af eder, dilerse cezalandırır.

el-Bâri (c.c)
Her şeyi bir asıldan var eden; her şeyi muhtaç olduğu organ, tabiat ve surette en mükemmel ve uygun şekilde yaratan; yokluktan varlığa çıkaran, yarattıklarını birbirlerinden çeşitli şekillerde ayırt eden.

el-Musavvir (c.c)
Varlıklara suret veren, tasvir eden; onları en güzel şekilde tertip edip, en güzel surette şekillendiren.

el-Ğaffar (c.c)
Mağfireti (yarlığaması) pek çok ve kullarının ayıplarını örtücü; iyiyi, güzeli açığa çıkaran; kötüyü, çirkini örten. Günahları ne kadar çok olursa olsun, affedilmesini can-ı gönülden isteyen kulun günahlarını örten, açıklamayan, mağfiret eden.

el-Kahhâr (c.c)
Her şeye, her isteğini yapacak surette gücü ve kudreti yeten; hükümlerinde mutlak ve hakiki Galip ve Hakim. Allah Teala, kuvvet ve kudretiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır. Bundan kurtulmak mümkün değildir. Çünkü O, mutlak Kadir ve Galiptir. Küfür ve isyanla O'na karşı gelip de tövbe etmeyenleri öldürmek ve zelil etmek suretiyle kahredicidir.

el-Vehhâb (c.c)
Sonsuz, çeşit çeşit nimetlerini daima karşılıksız olarak ihsan eden, bağışlayan. Allah Teala, fazlının tükenmez hazinelerinden rahmet ve nimet bağışlar. O, hakiki ve mutlak Cömerttir.

er-Rezzak (c.c)
Rızıkları yaratan ve kullarına bahşeden; rızıkları ve rızıklandırdıklarını yaratan, rızıklandırdıklarına rızıkları ulaştıran ve rızk elde etme sebebini meydana getiren. Rızk; faydalanılması nasib edilen her şeydir.

el-Fettâh (c.c)
Her türlü zorlukları kolaylaştıran, maddi ve manevi bütün kapıları açan, en büyük Hakim.

el-Alîm (c.c)
Bilgisi ezeli ve ebedi olan; olmuş olacak; gizli, aşikar her şeyi en iyi bilen, kendisinden hiç bir şey gizlenmeyen.

el-Kâbıd (c.c)
Dilediğine rızkı daraltan, sıkan. Allah Teala, istediğinden ihsan ettiği şeyi, gönül rahatlığını alıverir. Kiminin ruhunu kabzeder, kiminin de kalbini kabzederek hayra rağbetsiz kılar.

el-Bâsıt (c.c)
Dilediğinde rızkı açan ve genişleten. Allah Teala, kimine çok rızk, kimine uzun ömür verir; kiminin de kalbini açarak hayra rağbetli kılar.

el-Hâfıd (c.c)
Kafir ve facirleri alçaltan, iman etmeyenleri bedbaht eden; varlıktan yokluğa, ilimden cehle, sıhhatten hastalığa döndüren. Allah Teala, dilediğini şan ve şeref sahibi iken rezil ve rüsvan eder.

er-Râfi' (c.c)
İyileri yücelten, yukarı kaldıran; zilletten izzete götüren, bataklıktan çıkaran, dereceleri artıran ve müminleri yükselten. Allah Teala, dilediğine şan ve şeref verir. Gönülleri iman ve irfan ışıklarıyla parlatır.

el-Muiz (c.c)
Dilediğine tevfik verip aziz kılan; izzet veren, şereflendiren, ağırlayan. İzzet, Allah Teala'nın verdiği bir şeref, bir irfandır.

el-Müzil (c.c)
Dilediğini hor ve hakir kılan; emir ve yasaklarına karşı koyanları zelil eden, süründüren.

es-Semî' (c.c)
Gizli, açık her şeyi hakkıyla işiten. Allah Teala, kainatın her zerresinde olan biteni, kalplerimizden geçenleri, dualarımızı, hasılı her şeyi hakkıyla işitir. Ancak, bu işitme bizim anladığımız manada değildir.

el-Basir (c.c)
Bütün mevcudatta gizli-açık her şeyi kemaliyle gören. Allah Teala, kullarının yaptığı her şeyi görür. O'nun görmediğini sanarak günah işleyenler ne bedbahttır!

el-Hakem (c.c)
Hakiki ve mutlak Hakim; hükmeden, hakla batılın, iyi ile kötünün arasını ayıran; dünyada şerhi hükümleri inzalle ve Ahiret'te kullarının arasını faslederek hüküm veren. Allah Teala'nın hükmünü bozacak hiçbir kuvvet yoktur.

el-Adl (c.c)
Mutlak, hakiki, sınırsız, sonsuz adaletli, çok adil. Allah Teala, yarattığı her şeyi kendine mahsus yere koymuştur.

el-Lâtîf (c.c)
Hakiki, mutlak lütuf sahibi; lütuf kerem ve inayeti sınırsız olan, en ince işleri bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına akıl erdiremeyen en ince şeyleri yapan; görünen görünmeyen türlü yollardan ve yerlerden çeşit çeşit faydalar, ihsanlar bahşeden.

el-Habîr (c.c)
Gerek cismani alemde, gerekse ruhani alemde olagelen her hadiseden, hareket eden her zerreden, alınıp verilen her nefesten bütün ayrıntılı haberdar olan.

el-Halîm (c.c)
Ceza vermekte acele etmeyen gerçek ve mutlak hilm sahibi; affı, bağışlaması, hilmi hududsuz. Allah Teala, emrine karşı gelindiginde anında görür, bilir ama, gücü yettiği halde hemen cezalandırmaz, süre verir. Bu sure içinde pişman olup tövbe edenleri af ve mağfiret buyurur. Israr edenleri ise; dilerse af eder, dilerse cezalandırır.

el-Azîm (c.c)
Hakiki ve mutlak büyük; büyükler büyüğü, pek azametli. Allah Teala, o kadar Azimdir ki, akıllar tasavvurdan acizdir.

el-Ğafûr (c.c)
Kullarının günahlarını affeden, mağfireti sonsuz olan.

el-Şekûr (c.c)
Rızası için yapılan işlere, ibadetlere karşılık daha çoğunu veren; dünyada yapılan iyi ameller karşılığında Ahiret'te sonsuz nimetler ihsan eden.

el-Aliyy (c.c)
Mutlak ve hakiki Yüce; Yüceler Yücesi. Allah Teala'nın Yüceliği, bir başkasına nispetle değildir. Bu Yücelik, vacibdir, zaruridir. O'ndan başka bir «YÜCE»nin bulunması mümkün değildir. Her şey; O'nun emrinde ve hükmü altındadır. O, «Zatı Eceli Ala»dır.

el-Kebîr (c.c)
Her hususda pek büyük; Kibriya Sahibi; Büyüklüğünü ancak Kendisi bilen ve büyüklüğü hiç bir mahluk tarafından bilinemeyen ve hiç bir zaman da bilinemeyecek olan mutlak ve hakiki büyük.

el-Hafîz (c.c)
Hakiki ve mutlak koruyucu; her şeyi belli vaktine kadar afat ve belalardan saklayan. Allah Teala, kainatı, bütün yaratılmışları tayin ettiği ömürleri tamamlanıncaya kadar her şeyden korur. Her şeyin hıfzı, O'na racidir.

el-Mukît (c.c)
Bedeni ve ruhi rızıkları yaratan ve mahlukatının rızıklarını onlara veren, ulaştıran; her şeye kuvvet veren.

el-Hasîb (c.c)
Mutlak ve hakiki Kafi; bütün varlıkların ömürleri boyunca yaptıklarını en ince tafsilat ve teferruatıyla bilip, hesabını en iyi şekilde gören. Allah Teala, Kendisine tevekkül edene Kafidir. Kıyamet Günü, yarattıklarını hesaba çekicidir.

el-Celil (c.c)
Celal (büyüklük) ile vasıflanan, Yücelik sahibi; mutlak ve hakiki. Allah Teala'nın büyüklüğü, yüceliği ölçülemez. Yücelik, ancak O'nundur.

el-Kerîm (c.c)
Keremi nihayetsiz derecede bol; kula istemeden ve karşılıksız olarak veren. Kulları hakkında vaadini yerine getirmesi Allah Teala'nın lütuf ve keremidir.

er-Rakîb (c.c)
Bütün varlıkları her an gözeten; bilen, koruyan ve bütün işleri denetleyen.

el-Mucîb (c.c)
Duaları kabul eden; istekleri yerine getiren, sıkıntıları gideren; bunları yalvarmadan bile lütuf ve keremiyle veren. Mutlak ve hakiki Vasi; ilmi, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniş ve sonsuz olan.

el-Vası' (c.c)
Mutlak ve hakiki Vasi; ilmi, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniş ve sonsuz olan.

el-Hakîm (c.c)
Mutlak ve hakiki Hakim: hüküm ve hikmet sahibi; her şeyi hikmet üzere yaratıp, yerli yerinde yapan; bütün emirleri, bütün işleri hikmetlerle dolu olan.

el-Vedûd (c.c)
İyi kullarını seven; onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya en çok layık olan.

el-Mecîd (c.c)
Şanı yüce ve kadri büyük; Zâtı şerefli, işleri pek güzel, nimetli ve ihsanı hudutsuz olan.

el-Bâıs (c.c)

Peygamberler gönderen, Mahşer Günü mahlukatı diriltip kabirlerinden çıkaran, sebep ve vesile olan.

eş-Şehît (c.c)
Her zamanda ve her mekanda her an hazır olan, mahlukatının hepsini bilen.

el-Hak (c.c)
Varlığı hiç değişmeden duran, Hakkı izhar eden; ezeli ve ebedi olarak «Var» olan. Allah Teala'nın Zâtı yokluğu kabul etmediği gibi, her hangi bir değişikliği de kabul etmez. Hakikaten «Var» olan ve hiç değişmeyerek hakikaten «SABİT» olan ancak O'dur. O'nun Zâtı'ndan başka her şeyi O yaratmıştır ve yaratılan her şey fanidir, yok olmaya mahkumdur.

el-Vekîl (c.c)
Mutlak ve hakiki vekil; kullarının işlerini düzelten; işlerini usulüyle Kendisine bırakanların işlerini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyi yapıp, temin eden.

el-Kavî (c.c)
Tam ve kamil kudret sahibi; pek güçlü, kayıtsız-şartsız her şeye Kadir.

el-Metin (c.c)
Çok sağlam; kuvvet ve kudreti Metin. Allah Teala'nın kudreti her şeye yeter; dilediği şeyden kimse O'nu alıkoyamaz.

el-Veliy (c.c)
Dost ve yardım edici; müminlere dost, yardım edici; müminleri seven ve işlerini neticelendiren.

el-Hamîd (c.c)
Övülmüş ve her senaya layık olan; ancak kendisine hamd ve sena olunan, bütün varlıkların diliyle övülen yegane Zat. Yaratılan her şey Cenabı Hak Celle Celalühü'yu tespih ve takdis eder. Çünkü O, yegane «eliyy-i nimet»dir.

el-Muhsî (c.c)
İlmiyle her şeyin sayısını bilen; her şeyi sayıcı ve sayılarını bilici olan.

el-Mübdî (c.c)
Mahlukatı maddesiz ve örneksiz olarak yoktan var eden. Ezelde; zaman ve mekan dahi yok iken Allah Teala vardı. Sonra, Varlığını ve Kemalini duyurmak, mahlukatına sonsuz rahmet ve lütufunu vermek; hikmetiyle kainatı yaratmayı diledi; istediği nizam ve şekilde yarattı. Yarattıklarının her birinin yaşamasını ve üremelerini bir takım sebeplere, vesilelere, kanunlara bağladı. Böylelikle, meydana geliş O'ndan olduğu gibi, dönüş de ancak O'na olacaktır.

el-Muîd (c.c)
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan; ölümden sonra tekrar dirilten. Allah Teala, zamanı gelince yaratıklarının çürümüş olan bedenleri en ince teferruatına kadar yeni baştan yaratacak ve her bedenin ruhunu kendisine iade edecektir.

el-Muhyî (c.c)
Mahluklarını yoktan var edip hayat veren; dirilten, can veren, sağlık veren ve hayat ihsan eden.

el-Mumît (c.c)
Her canlının ölümünü yaratan; öldüren, yok eden, mahveden, dilediği her varlıkta ölümü meydana getiren. Canlılar için ölümün her an gelivermesi mümkündür. Allah Teala, her kulu için dünyaya geliş ve dönüş zamanını tayin etmiştir. Fani hayat, doğumla başlar, ölümle sona erer. Baki hayat ise, ölümle başlayıp sonsuza kadar devam eder.

el-Hay (c.c)
Mutlak ve Kamil Hay; ezeli ve ebedi bir hayat ile diri olan; her şeye hayat ve can veren; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten.

el-Kayyûm (c.c)
Zâtıyla kaim, daima duran, gökleri, yeri ve her şeyi tutan; her şeye mukadder olan vaktine kadar durmak için sebeplerini ihsan eden.

el-Vâcid (c.c)
Mutlak ve hakiki gani olan, istediği her şeyi bulan; Kendisine darlık, fakirlik ve acizlik arız olmayan; Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiçbirinden mahrum olmayan; istediğini istediği zaman bulan.

el-Mâcid (c.c)
Azamet ve şerefle vasıflandırılmıştır; kadir ve şanı büyük, kerem ve cömertliği sonsuz olan.

el-Vâhid (c.c)

Tek, Zâtı'nda, sıfatlarında, işlerinde, mübarek isimlerinde, hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi bulunmayan.

es-Samed (c.c)
Zeval bulmayan ve Baki olan, herkesin muhtaç olduğu yegane Merci; hacetlerin, isteklerin, muratların verilmesi, ızdırapların giderilmesi için müracaat edilen TEK MERCİ.

el-Kâdir (c.c)
Her istediğini, istediği gibi, sonsuz bir güç ve kudretle yapan; dilerse yapan, dilemezse yapmayan. Allah Teala, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir. Zâtı'nda yaratmak ve tekvin kuvveti vardır.

el-Muktedir (c.c)
Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden; her mevcudu kuvvet ve kudreti altında tutan.

el-Mukaddim (c.c)
İstediğini ileri geçiren, öne alan. Allah Teala, hem yaklaştırır, hem de uzaklaştırır. insanları gerek din bakımından, gerekse dünya hayatları bakımından derecelendirmiş, bazılarını diğerlerinden üstün kılmıştır.

el-Muahhir (c.c)
İstediğini geri bırakan, geciktiren. Allah Teala, kullarının yapmak istediklerini, dilerse geciktirir. Hiç şüphesiz ki, bunda da ilahi bir hikmet vardır.

el-Evvel (c.c)
Her şey üzerine kadim olan; ilk, evveli olmayan Evvel, her varlığın Halimi ve Evveli.

el-Âhir (c.c)
Her şey yok olduktan sonra Baki olan, varlığı ezeli ve ebedi olan; sonu olmayan son.

ez-Zâhir (c.c)
Alametleriyle vücudu aşikar olan; her yerde, her zaman tasarruflarıyla, kudretiyle, kibriyasıyla tecelli eden, görünen. Allah Teala'nın varlığı aşikardır. Alemlerde gördüklerimiz, içimizde hissettiklerimiz; hasılı her şey O'nun Varlığına, Birliğine ve Kemal sıfatlarına şahittir.

el-Bâtın (c.c)
Yarattıklarının nazarından gizli olan; gizli, görünmeyen. Allah Teala'nın «VAR» olduğu; her şeyden daha zahir ve apaçık bellidir. Bu hususta birçok deliller vardır. Mesela; bu alemin meydana gelmesi, mümkünattan olması; bu alemin bir bedialar topluluğu olması, hikmetler, gayeler manzumesi halinde görünmesi, bu alemin Kadim, ezeli, Ebedi, Alim, Hakim bir Halik'i Zi'şan'ın varlığına şahittir, parlak bir delildir. Bütün bu hususları güzelce düşünen bir insan, derhal bir Halik'i Zi'şan'ın Varlığına intikal eder ve O'nun Kadim, Ezeli, Ebedi mevcudiyetini tasdik ederek iman şerefine nail olur.

el-Vâli (c.c)
Kainatı; her şeyi, mülkünü ve her an olup biten hadiseleri tek başına tedbir ve idare eden.

el-Müteâlî (c.c)
Noksanlıklardan yüce ve münezzeh; yaratılmışların, O'nun hakkında akıl ve idraklerinin mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek üstün, Yüceler Yücesi.

el-Berr (c.c)
İyilik ve ihsanı sınırsız olan; yarattıklarına muhtaç oldukları nimetleri ihsan eden. Allah Teala, kulları için daima kolaylık ve rahatlık ister, zorluk istemez. Başkalarına zorluk çıkaranları da sevmez. Yapılan kötülüklerin bir çoğunu bağışlar; yapılan bir iyiliğe karşıda on mükafat verir.

et-Tevvâb (c.c)
Tövbeleri kabul buyurup, günahları affeden, kullarına, tekrar tekrar tövbe etmeleri için sebepler hazırlayan.

el-Müntekim (c.c)
Suçluları, adaleti ile hak ettikleri cezaya çarptıran; Kendisine isyan edenleri, asileri, canileri, azgınları şiddetle cezalandıran. Allah Teala'nın cezası çok elemli ve pek şiddetlidir. Ancak, cezalandırmadan önce suçluya kendisini düzeltmesi için bir süre tanır, sonra cezalandırır.

el-Afûv (c.c)
Çok affedici, çok acıyan, çok şefkatli, merhameti çok olan. Allah Teala, günahları imha eder, masiyetleri cezalandırmaktan vazgeçebilir.

er-Raûf (c.c)
Pek esirgeyen, çok merhamet eden; merhamet, rahmet ve şefkatini esirgeyen. Allah Teala, kullarına muhtaç oldukları her şeyi vermiştir. Kainata bak! O, yarattığı hiçbir şeyi merhametinden mahrum bırakmamıştır.

Mâlikü'l-Mülk (c.c)
Mülkün mutlak, hakiki, ebedi ve ezeli sahibi; kullarının ve onların malik olduklarının Malik'i, mülkünde dilediği gibi hükmünü tenfiz eden. Allah Teala, hem mülkün sahibi, hem de hükümdarıdır. O'na bir ortak veya denk yoktur. Kulu da, kulunun elindeki de O'nun mülküdür. Lütuf ve ihsan ettikleri birer ariyettir.

Zü'l-Celâl-i ve'l-İkrâm (c.c)
Hem yücelik, hem de fazl, şeref ve kerem sahibi, Celal ve Kemal'i mutlak ve hakiki olan. Her nimet Allah Teala'dan gelir; nimeti yaratan da, sevk eden de, dağıtan da ancak O'dur.

el-Muksıt (c.c)
Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan; mazlumlara insaf eden; adil, yaratıklarından hiç birine haksızlık, eza, cefa, eziyet, zulüm etmeyen. Allah Teala, zalimden, mazlumun hakkını alır. Bunu yaparken de; hem zalimi, hem mazlumu memnun eder. Çünkü O, en üstün adalet ve çok merhamet sahibidir.

el-Câmi' (c.c)
İstediğini; istediği zaman istediği yerde toplayan; insanlara Kıyamet Günü hesap için toplayan; birbirine benzeyen, benzemeyen veya birbirlerinin zıddı olan varlıkları bir araya toplayan.

el-Ğaniyy (c.c)
Zâtı ve sıfatı ile her şeyden müstağni, zenginliğinin hududu ve ölçüsü yok, hiçbir şeye muhtaç olmayan. Allah Teala'nın kulunu ibadetle mükellef tutması, Zâtı'nın ihtiyacından değildir. Sırf kullarının maddi-manevi ihtiyaçları içindir. Allah Teala, abes ve faydasız şeyler yaratmaktan münezzehtir

el-Muğnî (c.c)
Kullarından dilediğini keremiyle zengin kılan; istediğini, istediği anda, istediği kadar zengin eden. Allah Teala, her kuluna belli bir rızk takdir etmiştir. Kul, ezelde mukadder olan rızkı ne ise ona nail olur. Ancak, takdir edilen bu rızka sahip olmak için çalışmak şarttır. Fakat, sonunda yine Mukadder olan rızka razı olmak gerekir.

el-Mâni' (c.c)
Bir şeyin olmasına mani olan; koruyucu sebepleri yaratmak suretiyle helak ve noksanlık sebeplerini önleyen, def eden. Kulun istedikleri bir takım sebeplere, sebepler de Allah Teala'nın emir ve fermanına bağlıdır. Allah Teala dilerse, istekleri verir; vermezse mutlaka bir ilahi hikmeti vardır.

ed-Dârr (c.c)
Elem ve zarar verici şeyleri yaratan; dilediğine felaket, keder ve şiddet veren

el-Nâfi' (c.c)
Faydalı şeyleri yaratan; hayır ve menfaat verici şeyler yaratan, dilediğine menfaat veren.

en-Nûr (c.c)
Bütün alemleri nuru ile nurlandıran; göklerde ve yerde Hakkı neşreden, bütün varlıklara akıl, izan, idrak veren; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran.

el-Hâdî (c.c)
Hidayeti yaratan ve dilediği kulunu Tevhide, hayırlı-kârlı yollara yönelten; her şeye yön veren. Allah Teala, gönüllere imanı sevdiren sebepleri de, küfür yolunu tutturan sebepleri de yaratır. O'ndan başka hidayet ve bahtiyarlığa eriştirecek yahut sapıklık ve hüsrana düşürecek hakiki bir Zâtı ilahi yoktur.

el-Bedî' (c.c)
Yarattıklarını örneksiz ve maddesiz icat edip yaratan; hayret verici âlemleri yoktan var eden; Zâtı'nda, sıfatlarında, fiillerinde asla benzeri bulunmayan

el-Bâkî (c.c)
Vücudu daim olan, fani olmayan; Varlığının başlangıcı olmadığı gibi sonu da olmayan; bizatihi zaruri (vacib) olan mevcut.

el-Vâris (c.c)
Mevcut olan her şeyin netice itibariyle mutlak sahibi ve hakiki maliki.

er-Reşîd (c.c)
Kullarını irşat eden, doğru yolu gösteren; bütün işleri ezeli takdirine göre yürütüp, dosdoğru bir nizam ve hikmet üzere akıbetine ulaştıran.

es-Sabûr (c.c)
Çok sabırlı; şirk ve isyan yolunu seçenleri anında cezalandırmaya kadir iken acele etmeyip tehir eden ve vakti gelince bir lahza dahi geri bırakmadan cezalandıran.


Mystic@L 17 Temmuz 2006 22:46

MÜTEKEBBİR

Herşeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren

O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr, 23)

Allah büyüklüğünü ve kudretini Kuran'da verdiği örneklerle anlatır. Bu örneklerden bir tanesi Hz. Musa'nın Allah'ı görmek istemesidir. Hz. Musa Allah'ı görmek istemiş, bu yüzden de O'na seslenerek; "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." diye cevap verir. Allah dağa tecelli edince onu paramparça eder ve Hz. Musa bayılarak yere düşer. Kendine geldiğinde ilk söylediği ise "Sen ne Yücesin (Rabbim)" (Araf Suresi, 143) olur.

Hz. İbrahim ise ayetlerde haber verildiğine göre, "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demiştir. Bunun üzerine Allah, "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir" (Bakara Suresi, 260) şeklinde cevap verir. Böylece Allah ona büyüklüğünün bir delilini daha gösterir.

Allah, Hz. Lut'a da sabah vakti kavminden iman etmiş kişilerle birlikte çıkmasını ve kavmini terk ederken arkasına bile bakmamasını söyler. Sabah vaktinde ise Hz. Lut'u ve yakınlarını kurtararak inkarcı kavmi büyük bir azapla helak eder.

Ateşe atılan Hz. İbrahim'e ise ateşi esenlik kılmıştır. Hz. İsa'nın eliyle ölüleri diriltmiş, kör olanları iyileştirmiştir. Denizi yararak Firavun'u ve ordularını suda boğmuştur. Böylece Allah insanlara her olayda büyüklüğünü ve sonsuz gücünün tecellilerinden bazılarını açıkça göstermiştir.

Allah her an, her yerde ve her olayda büyüklüğünü ve kudretini açıkça gösterir. Dünya hayatına ve hırslarına dalan insanların üzerine sabah vakti bir kasırga gönderir. Onların oturdukları şehrin altını üstün çevirir ve bir daha oturulamayacak hale getirir. Mallarını, mülklerini ve sahip oldukları herşeyi ellerinden alır.

Bir şehri yalnızca yağmur yağdırarak suların içine gömer, birkaç saniye süren bir depremle bir kenti haritadan siler. O'nun azabıyla hareket eden yer, gök, rüzgar ve yağmur uğradıkları şehre görülmemiş bir helak getirirler. O şehrin halkı da Allah'ın sarsılmaz gücüne, büyük bir yıkımla şahit olur.

Kuşkusuz Allah Mütekebbirdir. O'nun gücü ve kudreti karşısında, yeryüzünde büyüklenebilecek kimse yoktur; O, önünde secde edilecek tek makamdır.



**LP** 28 Temmuz 2006 11:45

ESMÂU'L HÜSNÂ HAKKINDA GENEL BİLGİ

Arapça'da "isim" kelimesinin çoğulu olan "esmâ" ile "güzel, en güzel" anlamındaki "hüsnâ" kelimelerinden oluşan "esmâu'l hüsnâ" terimi Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala'ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur'ân'da geçen ilâhî isimler 100'den fazladır; muhtelif hadislerde Allah'a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu'l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.

Esmâu'l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi "güzel" mânasında sıfat veya "en güzel" anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah'ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü'l-Arabî şöyle sıralamaktadır:
1. Esmâu'l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.
2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.
3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ'ul hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5. Esmâu'l hüsnâ Allah için vacip (olması gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni' (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O'nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.

İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O'nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ'ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah'ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.
Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında esmâ'ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen duâ metinlerinde esmâ'ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.
İbnü'l-Arabî'nin de belirttiği gibi her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. O'nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması lâzımdır. Dil O'nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.

En önemli konusunu Allah bilgisinin oluşturduğu ilâhî dinler içinde
İslâmiyet Allah'ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş, tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah'ın zâtının bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın güzel isimlerinin bulunduğu, O'na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara itibar edilmemesi lâzım geldiği (A'râf 7/180), ayrıca esmâ'ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği (İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir (Haşr 59/22-24).

Esmâu'l hüsnâ ve sayısı konusunda ilk akla gelen şeylerden biri de, sayıyı doksan dokuz olarak belirleyen ve esmâu'l hüsnâyı ard arda sayan meşhur hadistir. Sahabi Ebû Hüreyre'ye (r.a.) ulaşan rivayetlerin muhtevası iki kısma ayrılır: Bütün rivayetlerin kaydettiği birinci kısmın meali şöyledir: "Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları sayarsa (ihsâ) Cennet'e girer". Hadisin bu kısmını içeren bazı rivayetlerin sonunda, "O tektir, tek olanı sever." şeklinde bir ilâve de mevcuttur. Hadis metnindeki "kim onu sayarsa (men ahsâhâ)" lafzı bazı rivayetlerde "kim onu ezberlerse (men hafizahâ)" ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste Cennet'e girmeye vesile olarak gösterilen "ihsâ" kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhârî'den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin "saymak, ezberlemek, anlamak" şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime "
İslâm'ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek" anlamını içermektedir.
Konuya bir de şu yönden bakabiliriz:
Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "...Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebut 29/45) "Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd 13/28)
Peygamber Efendimiz de ashabını ve ümmetini kalplerinin her zaman Allah'ı hatırlama ile nurlanması yönünde eğitmiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. O bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "...Dikkat edin! İnsan bedeninde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur; o kötü olursa bütün beden bozulur: O et parçası kalptir."
Bunlar ışığında düşünecek olursak kalp iyi ve kötü düşünce ve davranışların yönledirildiği bir kaynaktır. Eğer inanmış kişinin kalbinde Allah'ı hatırlama yönünde bir gevşeklik olursa burada kötü düşünce ve fikirler daha kolay oluşacaktır. Fakat bu kalpte Allah'ı hatırlama kuvvetli ise bu takdirde kötü düşünce ve fikirler dağılacak bu durum da güzel davranışlara sebep olacaktır.
Yukarıdaki ayete (Ankebut 29/45) tekrar bakacak olursak Allah'ı hatırlama ve bunun sebep olduğu davranışlar arasıdaki ilişkiyi sezebiliriz: Allah kendisini anmaktan bahsettikten sonra "Allah YAPTIKLARINIZI bilir." buyurmaktadır.
Öyle ise esmâu'l hüsnâyı saymak veya ezberlemek bize Allah'ı hatırlatacak, Allah'ı hatırlamak kalbimizi aydınlatacak ve güzelleştirecek, bu güzel kalp güzel davranışlara sebep olacak ve bu güzel davranışlar da Allah'ın izniyle insanın Cennet'e girmesine sebep olacaktır.

Allah'ı birden fazla isimle anmak veya bazı sıfatlarla nitelendirmek acaba
İslâm'ın çok önem verdiği tevhid ilkesini zedeler mi? "Zât-ı ilâhiyyeye (Allah'ın zâtına) nisbet edilen mâna" şeklinde tarif edilebilen isim veya sıfatlar zihnin dışında müstakil bir varlığa sahip bulunmadıkları için böyle bir endişeye mahal görülmemiştir. Mâtürîdî'nin de belirttiği gibi insanlar ancak duyularıyla idrak ettikleri konularda bilgi sahibi olabilirler. Bu sebeple duyular ötesi olan Allah kendisini duyular âleminin kavramlarıyla tanıtmıştır. Ancak Allah ile diğer şeyler arasında benzerlik kurulamayacağını bildiren âyet (Şûrâ 42/11), Allah hakkında akıl ve hayale gelebilecek her türlü yaratılmışlık özelliğini bertaraf eder. Aslında yaratılmışlar arasındaki benzetmeler sadece bir isimlendirmeden kaynaklanmaz. İki şey arasındaki benzerlik genellikle duyular yoluyla tesbit edildikten sonra ortak bir kelime ile adlandırılır. Halbuki Allah hakkında böyle bir tesbitten söz etmek mümkün değildir.

Allah'ın isim veya sıfatları O'nun zâtına nisbet edilen mâna ve kavramlardan ibarettir. Bu kavramlar şekil itibariyle isim, fiil veya zarf olabileceği gibi tamlama veya başka yollarla oluşmuş bir terkip halinde de bulunabilir. Kur'ân-ı Kerîm'in edebî üslûbu gereği aynı kökten gelen veya ayrı köklerden olmakla birlikte eş anlamlar taşıyan isimler de az değildir.
İslâm'a mahsus ulûhiyyet inancında ilim, kudret ve yaratıcılık büyük bir yer tutar ve Kur'ân âyetlerinin temel örgüsünü oluşturur. Bundan dolayı çeşitli kalıplarla Allah'a nisbet edilen fiillerden birçok isim ve sıfat türetmek mümkündür. Konuyla ilgili çalışmalarda Kur'ân-ı Kerîm'den değişik sayılarda esmâ'ul hüsnâ tesbit edilmiştir. Esmâu'l hüsnâ ile ilgili âyetlerden ilham alan birçok âlim eski dönemlerden itibaren Kur'ân'da bulunan isimleri doksan dokuz sayısına bağlı kalmadan araştırıp listeler düzenlemeyi denemişlerdir.
Esmâu'l hüsnânın yüzlerle ifade edilecek kadar çok oluşu İslâm ilâhiyatı alanında zengin bir malzeme oluşturmuş, ulûhiyet inancının açıklık kazanmasına, kulun dua, niyaz ve zikirlerle Allah'a yaklaşmasına yardımcı olmuştur.

Esmâu'l hüsnânın
İslâm inancında sahib olduğu bu önemden dolayı İslâm alimleri tarafından (Allah hepsinden razı olsun) esmâu'l hüsnâ ile ilgili yüzlerce eser yazılmış ve - internet ortamı da dahil olmak üzere ;-) - hala da yazılmaktadır. Önde gelen İslâm alimlerinden birçoğu kitap serilerine -belki de manevi bir bereket umuduyla- esmâu'l hüsnâ ile ilgili bir kitap eklemişlerdir. Sadece esmâu'l hüsnâ ile ilgili eserleri inceleyen kitaplar bile mevcuttur.
Ve Müslüman bir hattatın eserleri arasında mutlaka bir esmâu'l hüsnâ kolleksiyonu vardır. Birçok müslüman hoca ve anne-baba yukarıda geçen ayet ve hadislerin manevi yönlendirmesi sonucunda öğrencilerine ve çocuklarına çeşitli hediyeler vaad ederek esmâu'l hüsnâyı ezberlemelerini isterler. Yine ellerinden öpülesi birçok iyi müslüman da manevi yükselişleri ve Peygamber Efendimizin müjdelediği Cennet'e girmeyi ümid ederek hergün özellikle sabah namazından sonra esmâu'l hüsnâyı okurlar.

Hattatlar tarafından yazılan esmâu'l hüsnâ tablolarında genellikle şöyle bir plan uygulanır: En üste bir
Bismillâhirrahmânirrahîm yazılır. Altına esmâu'l hüsnâ ile ilgili ayet ve hadis yazılır. Daha sonra meşhur olan hadiste sayıldığı sıra ile 99 isim yazılır. Her ismin soluna "Celle Celâluh" (Şânı Yüce) şeklinde okunan bir saygı ifadesi yazılır; okunurken de her ismin ardından veya bazen belli aralıklarla Celle Celâluh denilir.


TheGrudge 13 Eylül 2006 21:52

http://www.islamustundur.com/image/kategori_image.gif ALLAH ( CC ) KELİMESİNİN KAYNAĞI

ALLAH (C.C)
Kâinatın ve kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Huda'ya ait özel isim. En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da.İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz (Meryem Suresi, 19/65).Ancak muhtelif lisanlarda Allah'u Teâlâ'nın ayrı ayrı isimleri olabilir. Türkçe'de Tanrı, Farsça'da Hudâ, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi. Ne var ki bu isimler "Allah!' gibi özel isim değildir. ilâh, rab, ma'bud gibi cins isimdirler. Arapça'da ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbın çoğuluna "erbâb" denildiği gibi Farsça'da Hudâ'nın çoğulu da "hudâyân" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, ilâhlar, ma'budlar denilir. Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir. Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi. Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez. Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir.
İslâm'ın temel ilkesi olan "Lâ İlâhe İllâllah" tevhid kelimesi, meselâ Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlâhtan başka ilâh yoktur." denir. O zaman da Allah kelimesi "ilâh" kelimesiyle tercüme edilmiş olur. Bu da yanlış bir tercümedir. Çünkü ilâh cins isimdir, Allah ise özel isimdir. Kelime-i Tevhid "tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya çıkar. "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur.
Ay kültü iddiası:
Bu iddianın ilk çıkış noktası fanatik Hıristiyanlardır. İslam dinin karalama çalışmasıyla bu iddiaları ortaya atmaktadırlar. Buna göre Allah ismi, Kuran’ın gelişinden de önce vardı. Araplar, İslam dininden önce de Allah’ı biliyorlardı. Bu iddiaya göre Allah yani El- İlah Ay tanrısının adıydı.İslam inancı da Ay kültünden gelmekteydi. Bu iddiaların ışığında diğer semavi dinlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, arkeolojik bulgularda bulunmuş bazı kabartma resimleri delil olarak öne sürmektedirler.Bu iddiaların tümü açık bir saptırmadır. Bu iddialar detaylı incelendiğinde gerçek bir temelinin olmadığı ortaya çıkacaktır. Şimdi madde madde bu iddialara bakalım:
1-Arapların İslam öncesi Allah inancı olduğu fikri yeni bir buluş değildir. Peygamberimizin babasının adı bizzat “Abdullah” ( Allah’ın kulu) dur. Kuran’da bu gerçek, bir çok ayette ifade edilir. Bunlarda birisi şöyledir:39/3- Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Bu ayetten de anlaşılacağı gibi peygamberimizin döneminde müşrikler Allah’ı biliyordu; ama “Putlara bizi Allah’a yakınlaştırsın diye tapıyoruz” diyorlardı. Onlarda Allah’ı tümüyle bir inkar söz konusu değildi. Sadece bazı putları ona ortak koşuyorlardı.
Allah inancı İslam öncesi diğer hak dinlerden geliyordu. İslam dininin ilk geldiği dönemde İbrahim dininden gelen “Hanef” dini de bu ortamda bulunmaktaydı. Bunlar dinlerini dejenere etseler de İbrahim’in dininden gelen birçok ibadeti ve inancı korumayı başarmışlardı. O yüzden İslam öncesinde de Allah inancı ve hac, namaz, oruç gibi ibadetler de bozulsa da hala mevcuttu. Dolayısıyla İslam geldiğinde bu kavram ve ibadetleri onlardan almamış, aksine onları ilk defa insanlara buyuran Allah, hataları düzelterek tekrar Hz. Muhammed vasıtasıyla tüm insanlara emretmiştir.DETAY iÇİN TIKLAYINIZ
2-Bu konuda delil olarak gösterilmeye çalışılan arkeolojik bulgularda kasıtlı olarak çarpıtılmaktadır. Bu bulgular Mekke bölgesinde değil oradan çok daha uzak güney Arabistan bölgesinde bulunmuştur. Bu bulgular kasıtlı olarak Kuzey Arabistan’da bulunmuş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.
3- Ay tanrısı Arkeolojik bulgularda “Sin” olarak geçer. Allah (el-ilah) kelimesinin ay tanrısı olduğu iddiasını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Buna rağmen bu tarz iddialarda birkaç resim koyup altına böyle bir yorum yazarak Ay tanrısının Allah olduğunu iddia ederler. Eğer biraz bunun kökeni soruşturulsa, bu iddiaların fanatik din düşmanlarının vehmi olduğu ortaya çıkacaktır.
4- Camilerin Kubbesinde ay sembolünün bulunması Ay kültünün bir uzantısı olduğunun delili olarak sunulmaktadır. Bu da oldukça desteksiz bir iddiadır. Camilerin tepesine ay sembolü konması Peygamberimizin döneminde kullanılan bir sembol değildir. Hatta halifeler döneminde de kullanılmamıştır. Bu adeti ilk yapanlar Emeviler de olmamıştır. Bu adet ilk defa Araplar tarafından değil, Türkler tarafından uygulanmıştır. Alparslan 1064'te Ani'yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine büyük bir hilal konulmuştur. Ve bundan sonra bu uygulama gelenek haline gelmiştir. Müslümanların ay takvimi kullanmasının yine Ay kültüyle alakası yoktur. İslam geldiğinde var olan takvim budur. Ve Müslümanlar da bunu kullanmışlardır. Sonradan bu takvime geçmemişlerdir. Bu iddiaların hiç birinin temeli yoktur. Sadece akla gelen her şey, temelsizce bu şekilde vehimlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Yoksa herhangi bir akli ve bilimsel bir dayanağı yoktur.
5- Bu konuda en açıklayıcı nokta ise Allah kelimesinin kökeni ile ilgilidir. Allah kelimesi “El-İlah”tan gelir. “El” takısı İngilizcedeki “the” gibidir. Allah (El- İlah) “The God” anlamına gelir. Yani Allah El- İlah belli bir ilahtır. Bu kelime sadece Arap dilinde yoktur. Arapçanın mensubu olduğu Sami dillerinde de bu kelime vardır. Örneğin İbranice’de “Elohim” ( Tanrı) kelimesi bu kökten gelir. Ayrıca yine aynı dil ailesinden gelen ve Hz.İsa’nın ana dili olan Aramicede de aynı kelime vardır. Hem de Arapçadaki “İlah” kelimesiyle aynı kelimedir. Okunuşu da aynıdır.
Bu konuda Aramice bir sözlüğe ulaşamayanlara bir filmi kaynak olarak gösterebiliriz. Mel Gibson’un yönettiği “Passion” filminde, konu orijinali gibi olması için o dönemde konuşulan diller seçilmiştir. Filmde, İsa rolünde oynayan kişi de Aramice konuşmaktadır. Bu filmde bir çok yerde Tanrı kelimesi kullanırken Aramice “İlah” şeklinde telaffuz edilir. ( Bu filmi seyretme imkanı bulunanlar, Hz. İsa rolündeki kişinin çarmıha gerildiği sahnede, Aramice Allah’a dua ederken “İlah” diye seslendiğini duyabilirler, yine benzer bir şeyi Yahudi rolündeki kişinin Hz. İsa’yı sorgularken, “Sen Allah’ın oğlu musun?” diye sorarken, yine Aramice “ilah” kelimesini söylediğini duyabilirsiniz.”)
Bu gerçek Fanatik Hıristiyanların iddialarını tümüyle boşa çıkartmaktadır. Eğer El- İlah ay tanrısıysa, Hz. İsa’da bu tanrıya inanıyordu. Ona bu isimle dua ediyordu. Böyle bir şey söz konusu değildir. Hz. Muhammed’in seslendiği Allah ile Hz. İsa’nın seslendiği Allah aynıydı. Ve o her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri olmayan yüce Allah’tır.Dolayısıyla bu iddiada bulunan Hıristiyanlar bilmeden kendi kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu iddialarda bulunanlar kendi dinlerini bilmeden, Aramicede tanrının ne demek olduğundan haberleri olmadan, İsa’nın konuştuğu dilin farkında olmadan bu vehimleri söylemişlerdir.
6-Bu tip çalışmalar yukarıda da söylediğim gibi fanatik Hıristiyanlar tarafından ortaya atılmaktadır. Bağımsız bilim adamları bu iddialara destek vermez. Bu konuda Türkiye’de ateist çevrelerin destek olmasının sebebi, olayın bilimsel temellerine dayanması değildir. Adeta “Düşmanıma atılan çamur benim çamurumdur.” mantığında bu iddialara sahip çıkmaktalar. Bu çevreler için söylenenlerin bilimsel olup olmaması önemli değildir. Önemli olan dine bir saldırıda bulunulmasıdır. Aynı çevreler İslam’ın kökeni “güneş kültü”dür diye de iddialarda bulunmaktadırlar. İşine geldiğinde işine gelen şeyleri söylemekten çekinmezler. Onlara göre, bunların bilimsel bir alt yapısı olmasına gerek yoktur.
Sonuç olarak, bu iddialar tümüyle gerçek dışıdır. İslam tevhid dinidir. Bu din Adem’den günümüze kadar yeryüzünde hep var olmuştur. Allah elçileri vasıtasıyla bu dini İnsanlara ulaştırmıştır. Allah Kuran’da insanları aya güneşe değil sadece Allah’a tapmaları gerektiğini şöyle vurgulamaktadır:
41/37- Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Alah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz.


tulse 20 Eylül 2006 17:45


Şu isme dikkat et,kendini tanı,

Doğrudan ayrılma bırak isyanı,

Emre karşı koyan,sapan insanı,

Hor ve hakir eder MÜZİLL ' dir Allah.


tulse 21 Eylül 2006 11:11


Elinde olandan muhtaçlara ver,

Cömert kimseleri her insan sever,

İyilik seveni Allah'ta över,

Şanını yükseltir RAFİ ' dir Allah.


nazlisu 9 Ekim 2006 14:50

Rahman
MsXLabs.org

Rahman : Yarattığı bütün canlılara nimet veren

Ar-Rahman : The All- Merciful. He who wills goodness and mercy for all His creatures.


Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahmân'dan başka tapılacak tanrılar emretmiş miyiz? " (1)
  • Rızıkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri ihsan husunda rahmetini mahlukatından hiç esirgemeyen anlamında olan Rahman, Rahim isminden daha geniş kapsamlı bir mana ifade eder.
  • Rahmân, Yüce Allah'ın hem ismi hem de sıfatıdır. Bu isim, Allah lafzına bağlı olarak zikredildiğinde sıfat anlamındadır.Ancak Kur'an'da bu şekilde değil, özel isim olarak kullanılmıştır. Bu isim sadece Allah'a has özel isimlerden olduğu için daha çok bir isme bağlı olarak değil; yalnız zikredilmesi hoş karşılanmıştır. Rahman'ın bu şekilde kullanılması O'nun Rahman sıfatına ters gelmez. Çünkü Allah ismi de uluhiyet sıfatına delalet ettiği halde hiç bir zaman başka sına ait bir sıfat olarak zikredilmemiştir.
  • Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmeledeki Rahman ve Rahim sıfatları arasındaki fark, Allah teala, Dünyanın Rahmanı ve Ahiretin Rahimidir cümlesinde veciz bir şekilde dile getirilmektedir. Rahman vasfı gereği Cenab-ı Hakk, dünyada bütün canlılara, mümin-kafir ayırımı yapmaksızın bütün insanlara, şefkat ve merhametle davranmayı kendi nefsine farz kılmıştır.
  • Yüce Allah bir kudsi hadiste şöyle buyurur: "Rahmetim gadabımı geçmiştir."
  • Tenbih : Kul, önce Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle onları Allah yoluna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirmeye çalışmalıdırlar. Bu konuda şiddet yolundan ziyade yumuşaklık ve şefkat yollarını tercih etmelidir. Asilere de merhamet gözü ile bakmalı, eziyet ve zulüm nazarı ile bakmamalıdır.
Müminin başlıca gayesi, insanlardan ortaya çıkan her mâsiyet sanki kendi nefsinden ortaya çıkıyormuş gibi, o masiyeti onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmalı ve bu suretle onları Allah'ın gazabına uğramaktan kurtarmak olmalıdır.
  • İhlasla "Yâ Rahman" diye bir müslüman bu isme devam etse, kalbi yumuşar, zalimlerden emin olur, maddi ve manevi nimetlere nâil olur. (4)
MA'SİYYET (Mâsiyet): İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.
  • Ma'siyet, insanı küfre sürükler.
  • Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş ma'siyettir.
  • İyiler de, kötüler de, iyilik yapar. Fakat yalnız iyiler, ma'siyetten sakınır. (İmâm-ı Rabbânî)
  • Ma'siyet yapınca, hemen tövbe etmelidir.Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli, açık işlenen günâhın tövbesi de açık olur. (Ma'sûm-i Fârûkî)
  • Ma'siyete tövbe etmemek, bu günâhı yapmaktan daha kötüdür. (Ca'fer bin Sinân)
  • İnsanın günâhından korkması, tâat; korkmaması ise, ma'siyettir. En büyük günâh, bir ma'siyetin ma'siyet olduğunu bilmemektir. Bundan daha kötüsü, ma'siyet olan bir şeyi, tâat, Allahü teâlânın beğendiği şey olarak bilmektir. Onun için dînî bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka öğrenmelidir. (Ahmed bin Âsım Antâkî)


tulse 1 Kasım 2006 14:24

EL- MACİD (c.c.)


Şanı ve şerefi büyük olan
"(Melekler) dediler ki : Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur." ( Hud / 73 )



tulse 3 Kasım 2006 15:06


Kim ne iş yaparsa Hak rızasıyla,

Karşılığın görür ziyadesiyle,

Şükreden kuluna çok fazlasıyla,

Nimetler bahşeder ŞEKUUR'dur Allah.


elfak98 3 Kasım 2006 15:53

El-MUHYI : Dirilten , canlandıran ve hayat verendir.Onun öldürdüğüne kimse hayat veremez.

El-MÜMİT : Öldüren,ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.

El-HAYY : Diri,canlı hiç ölmeyen hayatı ezeli ve ebedi olandır.


nazlisu 3 Kasım 2006 16:38

MUNTAKİM
İntikam alan, suçluları müstahak oldukları cezaya çarpan.
Sonunda Bizi öfkelendirince, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. (Zuhruf Suresi, 55)
Allah her toplumu, içinde bulunduğu şirk ve dejenerasyondan kurtulabilmeleri için seçtiği elçileri yoluyla uyarır. Söz konusu toplumların bu uyarıları dinlememeleri ve hatta taşkınlıklarını daha da artırarak sürdürmeleri durumunda ise Allah intikam alır. Allah'ın intikamı ise elbette insanlarınkine benzemez:
Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: "Allah'ın gazablanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana çağrıldığınız zaman inkar ediyordunuz. (Mümin Suresi, 10)
Allah uyarılan ve gerçeği öğrenen insanlardan çoğu zaman hemen intikam almayabilir. Onlara iman etmeleri ve günahlarından arınmaları için belli bir süre tanır. Oysa insanların çoğu kendilerine tanınan bu süreyi aleyhlerinde kullanarak daha da şımarıp isyankar olurlar. Böylelikle de azap üzerlerine hak olur. Allah ayette şöyle buyurur:
Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)
Kuşkusuz insanın Rabbimiz'i inkar etmesi, isyan etmesi, nankörlük yapması ve bu tutumunda kararlı davranması işlenebilecek en büyük suçlardandır. İşte burada Allah inkarcılardan intikam alarak daha önce hiç karşılaşmadıkları azaplarla onları tanıştırır. Çünkü bunu fazlasıyla hak etmişlerdir. Allah bir ayetinde intikam alıcı olduğunu şöyle bildirir:
Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette Biz intikam alacağız. (Duhan Suresi, 16)
Bunun yanı sıra Allah Kuran'ın birçok ayetinde Rahman ve Rahim sıfatlarını, insanlar üzerindeki sonsuz esirgeyiciliğini bildirmektedir. İnkar edenlerin ahirette karşılaşacakları bu azap, yalnızca inkarda diretmeleri nedeniyledir. Allah bu durumu Kuran ayetlerinde insanlara hatırlatmakta, ve kullarına karşı azaplandırıcı ve zulmedici olmadığını belirtmektedir:
Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 51)
... Ve onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azaplandıracak değildir. (Enfal Suresi, 33)
Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir. (Al-i İmran Suresi, 108)
Çok esirgeyen Rabbimiz tüm kullarını doğruya yöneltmek ve üzerlerindeki nimeti tamamlamak istediğini ise ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 26)
… Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)


Misafir 24 Ekim 2007 15:46

MUVEFFİ
Ahdini yerine getiren, tastamam veren, ödeyen
Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz Biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız. (Hud Suresi, 109)
İnsanın yaşamı boyunca her yaptığı her düşündüğü Allah Katında yazılır. En ufak bir ayrıntı bile unutulmaz. Ayete göre yapılan iş, "...gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Hesap günü gelince ise herkes kendi amel defterinden neyi hazırladığını öğrenir ve buna uygun olarak da karşılık görür. Allah Kuran'da şöyle bildirir:
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8)
O gün kitaplardaki ameller, hesap günü için özel olarak hazırlanmış duyarlı terazilerde tartılır. Allah'ın adaleti karşısında kimse zerre kadar haksızlığa uğratılmaz.
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
Dünya hayatında yapılan her amel, en küçük ayrıntılar bile eksik kalmaksızın bu tartıya konulur. Kişiye verilecek karşılık bu hassas terazinin ağır bastığı tarafa göre olur.
İşte, kimin tartıları ağır basarsa,
Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.
Kimin tartıları hafif kalırsa,
Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum).
Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir?
O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 6-11)
Böylelikle herkesin yaptıklarının karşılığını tam olarak alması ile birlikte Allah'ın adaleti yerini bulur. Diğer yönden Allah'ın insanlara dualarına ve amellerine göre karşılık vermesi dünyada da tecelli eder. Ne var ki bu, müminler için büyük bir lütufken, inkarcılar için ise korku verici bir tuzaktır. Allah ayetlerinde bu aldanışı şöyle bildirir:
Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)


Misafir 26 Ekim 2007 17:22

MUAZZİB
Azaplandıran
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Etraflarındaki tüm delillere rağmen Allah'a iman etmeyen, O'nun büyüklüğünü, kudretini tanımamakta direnen insanlar kuşkusuz büyük bir azabı da hak etmişlerdir. Çünkü Allah insanı yaratmış, yeryüzüne yerleştirmiş ve orada ihtiyacı olan herşeyi kendisine vermiştir. Ancak Allah'ın verdiği tüm bu nimetlere rağmen bazı insanlar inkarda ısrar etmektedirler. Hatta bir kısmı büyük bir azgınlıkla Allah'a iman eden müminlere düşmanlık beslemekte, Allah'ın dinini engelleyebilmek için çalışmalar yürütmektedirler. Elbette Allah bu insanlara hak ettikleri karşılığı dünyada da, ahirette de verecektir.
Allah dünya üzerindeki hükmünü elçileri aracılığıyla yürütür. Dolayısıyla inkar edenlere tattıracağı dünya azabının bir kısmı da elçilerinin vesilesiyle olmuştur. Allah, elçilerinin elleriyle inkarcıların önde gelenlerini azaplandırdığını ayetlerinde şöyle bildirir:
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler. (Ahzab Suresi, 60)
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzab Suresi, 62)
İnkarcıların ahirette tanışacakları azap ise sonsuza dek son bulmayacak korkunç bir azaptır. Allah orada insanı hem fiziksel, hem de psikolojik yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler var etmiştir. Çünkü Allah yarattığı kullarının zaaflarını en iyi bilendir ve bu zaaflar doğrultusunda en çok acıyı da yine Allah verecektir. Muazzib olan Allah ahirette inkarcılara vereceği azabı Kuran'da pek çok ayetle bildirmiştir.Ayetlerde şöyle buyrulur:
Ve şüphesiz, ahirete inanmayanlar için de acı bir azab hazırlamışızdır. (İsra Suresi, 10)
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azabdan önce, yakın (dünyevi) azabtan da taddıracağız. (Secde Suresi, 20-21)
Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim. Ve şüphesiz azabım; o acıklı bir azaptır. (Hicr Suresi, 49-50)
Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azab onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)
Küfre sapıp da Allah'ın yolundan alıkoyanlar; Biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik. (Nahl Suresi, 88)


Misafir 28 Ekim 2007 16:06

NUR
Alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu tesbih ederler. (Nur Suresi, 35-36)
Allah 'Nur' sıfatının sahibidir ve yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi göklerin ve yerin nuru O'dur. Ancak Allah bu sıfatını insanlar üzerinde de tecelli ettirir. Allah'a iman eden, O'nun büyüklüğünü tanıyıp takdir eden, hak din olan İslam'a yönelen ve İslam ahlakıyla yaşayan kullarına da Kendinden bir 'nuru' nimet olarak verir:
Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Zümer Suresi, 22)
İnkarcıların durumu ise tam zıttıdır. Onlar için yeryüzünde tek bir 'nur' kaynağı dahi yoktur. İçinde bulundukları karanlıklardan çıkmak için bir yol bulabilmeleri de mümkün değildir. Allah inkarcıların içlerinde yaşadıkları karanlığı şöyle tarif etmiştir:
Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)
Allah kafirleri karanlıklar içinde bıraktığı gibi mümin kullarını da her işlerinde karanlıktan aydınlığa çıkarır. Bu iki grubun durumlarının birbirinden çok farklı olduğuna ve müminlerin kesin bir üstünlük içinde olduklarına dair Kuran'da şöyle bir örnek verilmiştir:
Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir. (Enam Suresi, 122)
Müminleri doğru yola, 'Kendinden olan bir nura' yöneltmek için Allah çeşitli uyarılar gönderir. Gerek elçileri gerekse elçileriyle gönderdiği hak kitapları birer 'nur' kaynağı kılar. Onların getirdiği hükümlere uyanlar ise doğru yola ulaşmış ve Allah Katından bir 'nuru' kazanmışlardır. Bu gerçek ayetlerde şöyle haber verilir:
Ey Peygamber, gerçekten Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve Kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik). (Ahzab Suresi, 45-46)
Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir. (Hadid Suresi, 9)
Ey Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 15-16)
Allah'ın salih kulları sonsuza kadar hoşnutluk içinde yaşayacak, nurlarıyla tanınacaklardır. İnkar edenler ise ahirette de sonsuz bir karanlık içinde kalacak ve müminlerin sahip olduğu nurdan isteyeceklerdir. Müminlerle inkarcıların ahiretteki bu zıtlıkları ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. "Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 12-13)
Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)
O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, mü'minleri çok esirgeyicidir. (Ahzab Suresi, 43)
Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 69)
Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidler (veya şahid)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır. (Hadid Suresi, 19)
Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)


Misafir 31 Ekim 2007 22:30

VEHHAB
Bağışı çok olan, karşılıksız armağan eden
Yoksa, güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? (Sad Suresi, 9)
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Allah müminlere cennette sonsuz bir mutluluk vaat etmiş ve bu sonsuz mutluluğu dünya hayatları sırasında da başlatmıştır. Salih kullarını dünyada da güzel bir hayatla yaşatacağını vaat etmiştir. Bu yüzden samimi müminlerin Rabbimizden isteyecekleri hiçbir şeyin sınırı yoktur. Müminler, kendilerini Allah'a yaklaştıracak, O'nu anmalarını, O'na şükretmelerini sağlayacak herşeyi sınırsız olarak isteyebilirler. Elbette Allah bu isteklere dilediği şekilde icabet eder ve müminler için Rabbimiz'in icabeti her zaman en hayırlı şekilde olur. Bu konuda Kuran'da verilen bir örnek Hz. Süleyman'ın duasıdır. Bir ayette Hz. Süleyman'ın 'gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim' (Sad Suresi, 32) dediği ve daha sonra başka bir ayette şöyle dua ettiği bildirilmiştir:
Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman Allah'tan 'hiç kimseye nasip olmayan bir mülk' istemiş ve Rabbimiz'i 'Vehhab' sıfatı ile anmıştır. Çünkü bilmektedir ki, Allah samimi kullarına dünyada ve ahirette karşılıksız olarak armağan eden, işledikleri salih amellerin karşılığını kat kat artırandır. Bir ayette şöyle buyrulur:
Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. (Al-i İmran Suresi, 8)


KENCISii 4 Kasım 2007 16:15

ADL(Adil olan, adaleti emreden)

Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)

Allah adalet yapanların en hayırlısıdır. O'nun düzeni tüm kainatı kuşatmıştır. O, adaletini dünyada ve ahirette kullarına gösterecektir. Herşeyi hakkıyla gören, herşeyin içini dışını bilen, herşeyden haberdar olan Allah'ın tüm işleri hikmetli ve adaletlidir.

İnsanların yaşamları boyunca işledikleri tüm fiiller muhakkak Allah'ın adaletine göre değerlendirilecektir. Zulüm yapanların zulümlerinin elbette karşılıksız kalmayacağını, iyi tek bir sözün bile mükafatının verileceğini, Allah Kuran'da bize haber vermektedir. Tüm bunların adilce değerlendirileceği yer ahirettir; Allah'ın sonsuz adaletinin tecelli edeceği yer...

Dünya hayatında inkarcıların peygamberlere ve müminlere çıkardıkları zorluklar, attıkları iftiralar, işledikleri günahlar elbette karşılıksız kar kalmayacaktır. Müminlerin cennetteki derecelerini yükselten tüm bu zorluklar, inkarcıların da cehennemin en alt tabakalarında bulunmalarına vesile olacaktır. Allah hesap gününde son derece duyarlı terazilerle hiç kimseyi haksızlığa uğratmayacak, dünyada onlara verdiği sürenin sonunda sonsuz adaletine uygun olarak hesabını çok seri olarak görecektir. Şüphesiz Allah herşeyi bilen ve vaadine en sadık olandır. İnsanlar dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette muhakkak göreceklerdir. Böylece inkarcılar, içinde yaşadıkları inkarın, en acı şekilde karşılığını bulacak, Allah'a imanlarında ve bağlılıklarında kararlı olanlar ise yaptıklarının karşılığını en güzeliyle muhakkak Allah'tan alacaklardır. Ayette şöyle buyrulur:

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. (Fetih Suresi, 10)

Ancak burada üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir nokta vardır. Allah'ın adaletini düşünürken kesinlikle bir insanın adalet anlayışıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Çünkü inkar eden bir insan isteklerine ve zaaflarına uyabilir, adaleti gözetirken duygusallığa kapılabilir, bir konu hakkında yanlış hükümler verebilir ve yapılanları unutabilir. En önemlisi de karşısındakinin içinden geçirdiklerini bilmesi mümkün değildir. Allah ise asla yanılmaz ve asla unutmaz. Her insan için onun her hareketini gözetleyen ve kaydeden melekler tayin etmiştir. Bu melekler insanların hem içinden geçeni, hem de tüm eylemlerini yazarlar. Sonuç olarak Allah insanın ruhuna tamamıyla hakimdir. En adaletli hüküm verecek olan da Rabbimiz'dir. İsra Suresi'nin 71. ayetinde, Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğu şöyle haber verilmektedir:

Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)

Yapılan tüm kötülüklerin, inananların aleyhine kurulan örgütlenmelerin, hazırlanan tuzakların karşılığı en küçük ayrıntısına kadar ahirette verilecektir. Allah inkarcılara, dünya hayatında aslında yalnızca onların kötülüklerini artırmaya neden olacak mal, mülk, zenginlik ve bunun gibi birçok imkan verebilir. Allah ayetlerinde bunlara aldanılmaması gerektiğini bildirmiştir. Çünkü kısacık dünya hayatının karının, ahirettekinin yanında hiçbir anlam ve öneme sahip olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Hele sonsuz bir cehennem inkarcılara gittikçe yaklaşıyorken...

Asıl yurt olan ahirette her nefis yaptıklarını karşısında hazır bulacaktır. Allah sonsuz adaletinin tecellisini kullarına, cennetinde ve cehenneminde sonsuza kadar gösterecektir. Allah en sonunda Kendisi'ne inananlarla inanmayanların arasını hak ile ayıracaktır.

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)

Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)

Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever. (Maide Suresi, 42)

De ki: "Rabbimiz (kıyamet günü) bizi birarada toplayacak, sonra da hak ile aramızı ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasını) açandır, (herşeyi hakkıyla) bilendir. (Sebe Suresi, 26)


c0lin 24 Haziran 2008 20:30

Kalbin Sesi - Esmâu'l-Husnâ
 
Kalbin Sesi - Esmâu'l-Husnâ
MsXLabs.org

Menfaatları ve mazarratları yaratan, ancak Allahu teâlâ'dır. Bütün vukuat sebeplerle meydana geliyorsa da, sebepler yoğu var etmez. Onlar ancak insanların elinde birer tutamak ve Hak'tan bir isteme vesikası olmak üzere yaratılmıştır. İnsanın menfaat ve mazarratında hâkim ve rakipsiz müessir ancak O'dur. Allahu teâlâ gerçi mazarrat verici şeyler yaratmıştır. Fakat onlardan zararlanmamızı değil, bilâkis maddî, mânevî bütün zararlardan sakınıp, korunmamızı emretmiştir. Allahu teâlâ, insanlara menfaat ve mazarratı ayırt edecek kuvvet verdiği gibi ki bu kuvvet, akıl ve ilimdir - bunlardan herhangi birinin sebeplerini tutabilmek üzere kendilerine tam bir serbestlik de vermiştir. Bu serbestliğe binâen, bir insan hangi tarafın sebeplerini tutarsa âkıbeti oraya çıkar ve bu âkıbeti bile bile, kendi arzusuyla hazırlamış olur. Allah isterse bu serbestliği kaldırabilir, buna muktedirdir ve o zamân insanlar kendi arzulariyle iyiden, kötüden bir şey kazanamazlar. Fakat insanlardan hangilerinin iyiliğe, hangilerinin kötülüğe daha istekli bulunduğunu ortaya koymak için bu serbestliği devâm ettirir.

HAYIR DA ŞER DE İNSANLAR İÇİN BİRER İMTİHANDIR:
İnsan dünyâya gelir, rüşt çağına ulaşınca fazileti de anlar, rezîleti de. İki tarafın isteyicisi de çıkar. Allahu teâlâ, imtihan için herkesin hareketine meydan verir, İstediği tarafın sebeplerini yaratır. Her iki tarafın da tellâlı, teşvikçisi, vâsıtaları bulunur. Derken insanlar ikiye bölünür, iki muvâzi ırmak gibi iyiler iyiliğe, kötülür kötülüğe akar, koyulur gider. Allahu teâlâ Halimdir, Sabûrdur, kötüleri hemen kahredivermez; mühlet verir, rızklarını da kesmez. Bu arada yol değiştirenler de görülür. Kötülükten iyiliğe dönenler olduğu gibi, iyilikten kötülüğe doğru kayanlar da bulunur, İmtihanın neticesi de hâtimede, yâni son nefeste belli olur. Maddî bir temsil:
Mâlumdur ki, bir duvar ne tarafa eğilmiş se çok defa o tarafa yıkılır. Sağ tarafa meyleden bir duvar günler geçtikçe o tarafa meyli artar ve nihÂyet o tarafa göçer. Bunun aksi de böyledir, amma bâzan tam duvarın yıkılacağı anda fevkalâde bir hâl, bir hâdise oluverir. Meselâ, müthiş bir bora ve fırtına kopmak gibi... Bu hâdise yüzünden, sağa yıkılacakken sola veyâ sola yıkılacakken sağa yıkılabilir. Bu da her zamân mümkündür.
Kötü yollarda giderken kalbinde Allah korkusu bulunan ve günün birinde Allah'ın rızâsına uygun herhangi bir iş becerenler, çok defa doğru yola döndürüldüğü gibi, iyi yollarda bulunuyorum diye kendini beğenip, kendine kıymet veren ve Allah'ın kullarını hor, hakir tutan kimselerden de - Allah'a sığındık - bulunduğu mertebeden kovulanlar bulunur. Onun için âkıbet endişesini hiç unutmamak ve hayâtımızın hayırla ve imânla bitmesini daima Allah'tan dilemek lâzımdır.

KAHIR YÜZÜNDEN LÛTUF:
Allahu teâlâ iyilik yollarında yaşayan kullarından bâzı sevdiklerini ağyardan örtmek için onların üstüne darlıktan ve ıztıraptan bir tül gerer. Bu makbûliyet işâretidir. Onun için buna, kahır yüzünden lütuf denir. Bir de, bunun aksine olarak bâzı kötülerin de tuttuklarını kolaylaştırır, her işini âsan eder. Onlar da işleri rastgeldikçe şımanr, şımardıkça azar, Allah'tan büsbütün gaflet eder. İyi yola dönmek aklına bile gelmez, İrşat sözü kulağına bile girmez. Derken, bu delâlet yollarında hora teperken hayat perdesini hüsranla kapatır gider. Bu da lütuf yüzünden kahır olur. Çünkü görünüş i'tibâriyle işlerinin arzusuna göre zuhûr etmesi bir lütuf ise de, elde fırsat varken aklını başına aldırmayıp, mukadder olan âkıbetine, Allah'ın ebedî kahır ve gadabına çekip götürmesi i'tibâriyle kahrolmuştur.

ZARARLI ŞEYLER NEDEN CÂZİP GÖRÜNÜR?
Allahu teâlâ, yasak ettiği şeylerle kullarını birçok mazarratlardan ve korkunç âkıbetlerden korumuşken, insanların çoğu yine bunlara atılır durur, İnsan oğlu men olunduğu şeyin üstüne düşer. Çünkü yasak edilen şeye riâyet edenlerle etmeyenler, seçilmek ve neticede riâyet edenler takdîr, etmeyenler tekdîr edilmek hikmetinden ötürü, yasak edilen şeyler tatlı görünün Meselâ nice insanlar hesnâ, müstesnâ helâli varken, haram olan çirkin ve murdar kadınlara can ve gönülden bağlanır. Eğer o kadın helâli olsaydı, şüphesiz yüzüne bile bakmazdı. Hele içkinin, kumarın, fuhşun nâmûsa, vücûda, servete dokunduğunu çocuklar bile bilip dururken, nice yaşlı başlı insanların bunlara harîsâne düşkünlüğü hep bu câzibenin te'sîri-dir. Eğer içki, kumar ve emsâli fenâlıklar yasak olmayıp da, bilfarz bunların yapılması din tarafından emredilmiş olsaydı, insanlar din nasıl emrediyor diye, dini de inkâra kalkışırdı, İşte bunlar gibi dînen yapılması yasak edilmiş ne kadar ma'sıyet varsa, hepsinin ilk ucu insanı mest edecek kadar parlak ve yaldızlı olduğu halde, alt ucu maddî, mânevi birçok mazarratlara, acı nedâmetlere bağlıdır.

BUGÜNKÜ ZARARLAR, DÜNKÜ HATÂLARIN NETİCELERİDİR:
Kederlerimiz hep kendi hatâlarımızdan doğar. Bir mazarrat gelince, onun sebebini kendimizde aramalıyız. Meselâ bir hasta güzelce düşünür ve hastalığının sebeplerini araştırırsa, bunun vaktiyle kendi ihmâli ve dikkatsizliği yüzünden hâsıl olduğunu anlar. Ticâret veyâ başka herhangi bir teşebbüste muvaffakıyetsizliğe uğrayan, bunun neden ileri geldiğini dikkatle incelemiş olsa, evvelce bu işe lâyıkıyla hazırlanmadığı, hesaplarda kusûr ettiği veyâ işinde sebat gösteremediği anlaşılır. Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar, sonra insana ilelebet iç sızısı olur. Taçlı hükümdarlar bile, tahtının üzerinde hatâlarının cezâsını çeker. Akıllı müşâvirleri dinlemez ve ihtiyatlı reyleri reddederse, kendini istinat noktalarından mahrûm etmiş olur, hatâlara düşer, zararını çeker. Bâzı ahmaklar da vardır ki, bir mahlûkun gözüne girmek, teveccühünü kazanmak için, Hâlık'ın gadabını mucip işlere atılır. Bunlar da çok defa, ilk silleyi, teveccühünü beklediği adamdan yer. İbret verici bir hikmettir.
Velhâsıl, her insan felâketini, yaptığı fenâlıklardan bulur, bunun için (etme-bulma) dünyâsı denmiştir, İnsan oğlu bahtiyarlığını da, yapacağı iyiliklerden bulur.

MAZARRATLAR BİRER TERBİYE VE TEKÂMÜL UNSURUDUR:
Görünüşte mazarrat olan şeyler, hakikatta kulun terbiyesini ve adam olmasını mucip olduğundan, ayn-ı hayr olur. Gerçi mazarratları yaratan Allah'tır; fakat onu kazanan, isteyen ve işleyen de kuldur, İsteyen cezâsını çekerken başkalarına ibret ve intibah vesilesi olur ki, bu da bir çeşit hayır ve ihsandır. Bir zarara uğrayan, o zararın meydana gelmesine kendisi sebebiyet verdiğinden, bu sebepleri bulup geri dönmesi ne kadar lâtif bir terbiyedir. Uğradığı zararlardan ders alabilmek, ne kadar büyük kazançtır. Ayağı kaymıyan, aldanmıyan insan hemen yok gibidir. Fakat aynı hatâya iki kere düşmemek hünerdir. Hatâlar ders yerine geçmelidir. Hatâsını hatırda tutup da tekrarından sakınmak, insanı adam eder, kıymetini arttırır. Meselâ, denizin fırtınalı havalarında birçok kazâlar, mâceralar atlatarak ustalaşan kaptanın kıymeti elbette fazladır, İflâsa uğrar gibi olup da aklını başına alıp, işini, gücünü ona göre yürüten tüccar da öyle değil mi? Velhâsıl dünyâda aksilik ve daha bir takım can sıkıcı hâdiseler, felâketler, musibetler olmasaydı ve insanın başına gelmeseydi, sabr, metânet, cesâret, soğukkanlılık gibi - ancak türlü hâdiselerle uğraştıktan sonra - kazanılacak meziyetleri insanlar nasıl bulacaktı?

KULA GEREKEN ŞEY:
Allah bir kuluna elem, tasa, korku, hastalık, fakirlik gibi bir sıkıntı verirse, onu yine Allah'tan başka açacak yoktur ve eğer bilâkis, lezzet, sevinç, sıhhat, gınâ, muvaffakiyet gibi bir menfaat verirse, onları devâm ettirecek olan da ancak O'dur. O hâlde ferahlık zamânında olsun, ıztırap zamânında olsun, yalnız Allahu teâlâ'ya müteveccih olmak, onun hükmüne, emr ü fermânına râzı ve teslim olmak lâzımdır. Çünkü ikisi de bir membâdan çıkıyor. Haktan geliyor. Öyleyse haktır, gerçektir, yerindedir ve her birinde bizim aklımızın ermediği, eremiyeceği birçok sırlar, birçok hikmetler vardır.
Ni'metler içindeyken, o ni'metleri kötüye kullanmaktan sakınarak, Allah'ın hesabından korkmak icâbettiği gibi, felâketler içine düşünce de ye'se kapılmayıp, o felâketlerin açılması için yalnız Allah'a yalvarmak iktizâ eder. Ancak burada dikkat edilecek nokta şudur:
Bir felâkete uğrayınca sâde diliyle değil, bütün vücûdiyle, varlığiyle Allah'a yalvarmak gerektir. Yâni, Allah'ın bize ilham buyurduğu bir takım lâfızlar, kelimeler vâsıtasiyle kendisine yalvarıp, derdimize derman istediğimiz gibi, yine O'nun yaratarak bize ilham buyurduğu bir takım çârelere yapışmak sûretiyle de isteyeceğiz. Çünkü bunların her ikisi de duâdır. Şu kadar ki, kavlen duâ, lâfızlar ve kelimelerle vücûda geldiği halde, fiilen duâ da bizce bilinen çâreler ve tedbirleri yapmakla hâsıl olur. Bunların her ikisi de mümkün olduğu takdirde taksir ve ihmâl edilmemelidir. Çünkü bir insanın mâlik olduğu bütün kuvvet ve vesâit ile Allahu teâlâ'ya teveccüh etmesi hiç şüphe yok ki, daha ciddî ve daha kıymetlidir. Meselâ bir hasta: (Yâ Rab, bana ve umum hastalara şifâlar ihsan buyur) diye yalvardığı gibi, o hastalığı giderecek veyâ ağırlığını azaltacak, ortada fen ve tecrübe ile ma'lûm ve muhakkak sebepler, tedbirler varsa, bir taraftan da onlara sarılır.
Zulme, hakarete, yoksulluk acılarına uğrayanlar da böyle. Yâni, bunların da meşrû yollardan korunma ve kurtulma sebeplerini araştırmak ve bu uğurda yerine göre akıl ve fikirleriyle, beden veyâ servetleriyle, velhâsıl ellerinde bulunan maddî, mâ'nevî bütün kuvvetleriyle çalışmak lâzımdır. Bir sıkıntının açılması için esbâbına sarılmak, Allah'ın hüküm ve fermâânına râzı olmamak ma'nâsına gelmez. Bilâkis esbâbını tutarak o yoldan Allahu teâlâ'ya, O müsebbibü'l - esbâba arz-ı hâl etmek demektir ki, bu da bir ibâdettir.

Ali Osman Tatlısu



MeLL 5 Ağustos 2008 14:28

Esmaü'l Hüsna-Allah C.C.'ün isimleri
 
Allahu Teala sayılamayacak kadar fazla güzel fiilleri ve eserleri ile Kendisini tanıtmaktadır. Bu fiillerin kaynağı O’nun güzel isimleri, isimlerin kaynağı da zati ve subuti sıfatlarıdır. Allah Kendisini nasıl tanıtıyorsa insanın da öyle tanıması gerekir. Yoksa insan kendi sınırlı akıl ve duyguları ile Allah’ı tasvif etmeye kalkarsa ciddi eksiklikler ve yanlışlar yapabilir. Kuran
Allah’ın uluhiyetin nihayetsiz hususiyetlerini ortaya koyacak en güzel isimlerle tanıtır. Bu ilahi isimler vasıtasıyla insan, yaşayışının her türlü durumunda Allah ile bir bağ kurma imkanına kavuşur. Esmaül Hüsnanın en önemli işlevi Allah ile insan, insan ile Allah arasında münasebetleri en ideal bir seviyede gerçekleştirmektir.

Allah Rasulu şöyle buyurur “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer.” (Buhari, Şurut,18)

“En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terkedin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir.” Araf 180

“De ki: “Dua ederken ister “Allah” ister “Rahman” diye hitap edin. Hangisini deseniz en güzel isimleri hep O’nundur” İsra 110

ESMAUL HUSNA - AÇIKLAMALI

ALLAH : Kainatın sahibinin özel adı.
Esmaül Hüsnanın bütün anlamını içinde toplayan, tüm alemlerin yaratıcısı ve mabudu olan o yüce zatın özel adıdır. Bu mübarek isim, Kurandaki Esmaül Hüsnadan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen ayet besemeledir. Allah ismi Kuranda 2697 yerde geçmektedir.

ER-RAHMAN : Dünyada mümin, kafir bütün yaratıklara rahmet eden.
Rahmeti, acıması sonsuz olani Kendisine inanan-inanmayan herkese rahmet ve merhamedini ayrım yapmadan dünyada sunan.

ER-RAHİM : Ahirette yalnız müminlere rahmet eden.
Rahmet ve merhameti sınırsız olan. Kendisine inanan ve hayatını kendi emir ve yasaklarına göre yaşayan müminlere ahirette rahmet eden.

EL-MELİK : Bütün kainatın hükümdarı.
Melik, emirleri tutulan, bütün kainatın sahibi, hakimi ve gerçek hükümdarı. Kuranda en çok Mülk şeklinde kullanılmıştır. “Göklerin ve yerin mülkü Allahındır” ifadesiylegelmiştir. Yüce Allah buyuruyor “Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O’ndan başka ilah yoktur” (Müminun 116)

YA-KUDDUS : Bütün eksikliklerden arınmış.
Kuddüs, temiz pak mübarek, bütün yüceliklerle donanmış demektir. Yani O,mübarektir, büyüktür, çok temizdir, her türlü noksanlıktan arınmıştır, bir benzerden münezzehtir.
Yüce Allah buyuruyor “O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, Kuddus’tur, esenlik verendir” Haşr 23

ES-SELAM : Bütün ayıplardan arınmış.
Selam, esenlik, barış anlamlarına gelir. O, her türlü eksiklikten salim olduğu gibi, kullarını da her türlü tehlikeden koruyandır.

EL-MÜMİN : İnanan ve koruyan.
Mümin; inanan, güvenen, koruyan demektir. Ve iman eden demektir. İman hem tastik etmek hem de emin kılmak, güven vermek anlamlarına gelir.

EL-MÜHEYMİN : Gözetleyen, Koruyan.
Hükmü altında tutan, gözetleyen, denetleyen. Yarattıklarının, kendisi tarafından belirlenen ölçülere uygunluğunu denetleyen. Yüce Allah, yarattığı bütün canlıların işlerini, rızklarını ve ecellerini bilip muhafaza eder.

EL-AZİZ : Her şeye galip, çok güçlü.
Allah, gerçek manada güç ve galebe sahibidir. Onun emir ve iradesine karşı bütün evrenin bir gücü yoktur. O, ‘OL’ dediği zaman bütün kainat olur.

EL-CEBBAR : Dilediğini zorla yaptıran.
O, yapılmasına karar verdiği şeyi dilediğinde zorla yaptırır, düzeltir, onarır.

EL-MÜTEKEBBİR : Büyüklük ve ululukta tek olan.
Büyüklüğünün kemalinde, her şeyden yüce olan, her türlü kötülükten arınmış olan.

EL-HALİK : Yaratan.
Kuran ve sünnette insanın dikkatine sunulan en önemli hususlardan birisi de Allahın yaratması O’ndan başka yaratıcının bulunmadığıdır. Yüce Allah cc tek yaratıcıdır; hem Halik hem de Hallak’tır.

EL-BARİ : Bir örnek olmadan yaratan.
Bir model olmaksızın canlıları yaratan. Varlıkları değişik şekillerde yaratan, birbirlerinden ayıran. Yüce Allah buyuruyor “ O, yaratan yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih eder.” Haşr 24

EL-MUSAVVİR: Bütün yaratıklara ayrı ayrı suret ve şekil veren.
Allah, her şeye her eşyaya bir suret bir şekil vermiştir. Her şeyin kendine göre dıştan görünüşü vardır ve başkalarına benzemez. Tamamen birbirinin aynısı olan iki insan yoktur.

EL-ĞAFFAR : Günahları tekrar tekrar, çokca bağışlayan.
Affı çok olan, günahları bir tek defada affeden, defalarca günaha dönen insanı yine bağışlayan demektir.

EL-KAHHAR : İsyankarları kahreden.
Allah hakimiyet ve kudretle kullarına galip gelip, onlar isteseler de istemeseler de irade ettiği cihete yöneltmekte, istediği gibi yönetmektedir. Yarattıkların içinde zorbaları ve azgınları azapla ezendir.

EL-VEHHAB : Karşılıksız veren.
Kullarına çok çok, tekrar tekrar nimet veren veya hak sahibi olmaksızın insalara lütufta bulunan demektir. O’nun cömertlik ve rahmeti bütün caclılara yayılmıştır.

ER-REZZAK : Tekrardan, bol bol rızk veren.
Yarattığı bütün canlıların rızklarını veren ve onları yaşatacak zaruri gıdayı üstüne alan.

EL-FETTAH : Hayır kapılarını açan.
Kapalı olan her şeyi yardımıyla açan, her müşkili hidayetiyle gideren.

EL-ALİM : Her şeyi çok iyi bilen.
Olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacakları bilen, kendisine kainattan hiçbir şeyin gizli kalmayan ve ilmi küçük-büyük, gizli-aşikar her şeyi kuşatan.

EL-KABID : Ruhları kabzeden, sıkan, daraltan, rızkı belli ölçülerde veren.
Bütün canlılara hayat veren, ölüm anında varlıkların ruhlarını kabzeden, kullarının kalplerini kabzedip onları istediği yöne çeviren.

EL-BASİT : Ruhları bedenlere yerleştiren, açan, genişleten, rızk veren.
Bedenlere ferahlık veren, ömrü uzatan, canlılara bol bol rızk veren, rızkı açan ve genişleten.

EL-HAFID : Dereceleri indiren, alçaltan.
Yüce Allah cc kendisine inamayan kafirleri, ve asi olanları, nankörlük edenleri alçaltır.
Rabbimiz Kuranda buyuruyor “Rasulum! De ki: ‘Ey Mülkün Sahibi olan Allahım! Sen mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Gerçekten senin her şeye gücün yeter.” Al-İmran 26

ER-RAFİ : Dereceleri yükselten, kaldıran.
Yüce Allah cc kendisine inanan, ihlaslı, itaatkar kullarından dilediklerini yükseltir. O’nun yükselttiği kimseyi O’ndan başkası alçaltamaz. O’nun alçaltığı kimseyi de O’ndan başkası yükseltemez.

EL-MUİZ : İzzet veren, yükselten.
İstediğine izzet veren, mülk veren, şeref veren. Yüce Allah buyuruyor “Göklerin ve yerin mülkü Allahındır. Allah her şeye kadirdir” Al-i İmran 189

EL-MÜZİL : Alçaltan, zillet veren.
İstediğini hor ve hakir eden, alçaltan.

ES-SEMİ : Her şeyi işiten.
Aşikarı, gizliyi, açığı, kapalıyı bütün fısıltıları ve duaları kısaca her şeyi duyan demektir. Kuranı Kerimde ‘işitme’ sıfatı 45 yerde geçer. Yüce Allah buyuruyor “Allah her şeyi işiten ve bilendir” Nisa 134

EL-BASİR : Her şeyi gören.
Rabbimiz kainatta bulunanları bütün incelikleriyle görendir. Kuranda 44 yerde ‘görme’ sıfatıyla geçer.
“Onlar, başlarına bir bela gelmeyeceğini zannederek kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbelerini kabul etti. Fakat daha sonra onlardan pek çoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir” Maide 71

EL-HAKEM : Hükmeden, iyiyi kötüden ayıran.
Cenabı Hak cc dünya ve ahirette kulları arasında adaletle hükmedendir. O, hiç kimseye başkasının günahını yüklemez ve kimseye zerre miktarı haksızlık yapmaz. Bütün işlerinde adaletle hükmeder.
“Rasulum! De ki: ‘Allahtan başka bir hakem mi arayacağım? Oysa kitabı size açık olarak indiren Allahtır” En’am 114

EL-ADL : Çok adaletli.
Cenabı Hak adaletlidir, zalimleri sevmez onlara yardım edenleri de sevmez. İslamda zulüm büyük günahlardandır. Adalet ise İslamda en çok öenmsenen ve üstünde durulan kavramlardan biridir.
“Allah hakimlerin en güzel hüküm vereni değil midir?” Tin 8

EL-LATİF : Lütfedici, gizli sırları bilen.
Faydalı olan şeyleri kullarına güzellik ve incelikle ulaştırmakla lütuf ve ihsan eden.

EL-HABİR : Her şeyden haberdar olan, gizli şeyleri bilen.
Her zerreden haberdar olan, olup bitenleri bilendir.
“Allah kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” En’am 18

EL-HALİM : İlim sahibi, sabırlı, şefkatli.
İnsanların isyanlarına rağmen onları cezalandırmada aceleci davranmayan, af ve sabır sahibi.
“İyi bilin ki Allah, gönlümüzdekileri bilir. Allahtan sakının. İyi bilin ki Allah Gafurdur, Hakimdir” Bakara 235

EL-AZİM: Çok ulu, sonsuz büyük.
“Allah çok yücedir çok uludur. O’nun büyüklüğünden gökler, üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyor” Şura 4-5

EL-ĞAFUR : Çok affeden, devamlı affeden.
“Rabbin mağfiret ve merhamet sahibidir.” Kehf 58

EŞ-ŞEKUR : Az amele çok sevap veren.
Allahın kullarına şükrü, onları bağışlaması, amellerinin karşılığını vermesi ve onları övmesidir.
“Kim isteyerek bir iyilik yaparsa muhakkak Allah onu kabul eder ve o iyiliği hakkıyla bilendir” Bakara 158

EL-ALİYY : Yükseklikte sonsuz, yüceltici.
O, zatı yönüyle uludur, yüceliğin kaynağı ve sahibidir.
“Allah yücedir, büyüktür” Nisa 34

EL-KEBİR : Pek büyük.
Bu sıfat mutlak olarak Allaha mahsustur.

EL-HAFİZ : Koruyan, gözeten.
“Şüphesiz Rabbim her şeyi koruyup gözetendir” Hud 57

EL-MUKİT : Bütün canlıların gıdalarını azıklarını üstüne alan.
Allah, canlıların bedenlerini vakit vakit çözülen ve gidenlerin yerini yeni unsurların almasıyla yenilenen bir nizama göre yaratmıştır.

EL-HASİB : Hesaba çeken.
“Hesab sorucu olarak Allah yeter” Nisa 6

EL-CELİL : Azamet ve büyüklük sahibi.
Celal sahibi, kuvvet ve kuddet sahibi.
“ Yeryüzünde her şey fanidir. Ancak, yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakidir”

Rahman 26-27

EL-KERİM : Çok cömert.
Bağışlaması tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti kendinde toplayan, öğülmeye layık ve hayrı bol olan.
“Rasulum! Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı yapışkan bir sudan yaratmıştır. Oku! Rabbin Kerim’dir” Alak 1-3

ER-RAKİB : Gözeten, zapteden.
İnsanların tüm yaptıklarını zapteden, murakabe eden, onlara vakıf olan.
“Allah her şey üstünde murakıptır, gözetendir.” 33/52

EL-MÜCİB : Duaları kabul eden.
Duaları ve dilekleri kabul edeni yerine getirerek karşılık veren, kullarına yetişen.
“Şüphesiz ki Rabbim yaratıklarına çok yakındır ve onların dualarını kabul edendir” Hud 61

EL-VASİ : İlmi ve rahmeti geniş, genişleten.
İlim ve rahmeti her şeyi donatan. Kainatı sürekli genişleten.
“Biz semayı kudretimizle kurduk. Biz onu devamlı genişletmekteyiz.” Zariyat 47

EL-HAKİM : Hüküm ve hikmet sahibi.
Hakim ismi Kuranda 97 yerde geçer. (Hakim veya Hâkim olarak)
“O, kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir” En’am 18

EL-VEDUD : Müminleri çok seven.
Yüce Allah insanları mağfireti ile sever, yarattıklarına karşı sonsuz sevgisi vardır.
“O, bağışlayandır, sevendir.” Buruc 14

EL-MECİD : Şanı büyük, ikramı çok.
“O, arşın sahibidir. O Mecid’dir (çok yücedir)” Buruc 15

EL-BAİS : Öldükten sonra dirilten.
Ölüleri tekrar dirilterek kabirlerinden çıkaran.
“Yüce Allah, ilk insan olan Adem’i yoktan ve topraktan yaratmıştır. Buna kadir olan Allah yeniden diriltmeye kadirdir” Rum 27

EŞ-ŞEHİD : Her şeye şahit olan.
Allah ezelden beri olan her şeyi bilir ve her şeye vakıftır.
“Şüphesiz Allah her şeye şahittir” Mücadele 6

EL-HAK : Hak ve hakikatın kendisi.
İnkarı mümkün olmayan, varlığı ve muhiyeti kesin olan, hakkı açıklayan, vadinde durandır.
“De ki: ‘Hak, Rabbinden gelendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” Kehf 29

EL-VEKİL : Her şeye vekil.
İşlerin ne güzel kefil ve idarecisidir O. Her şey üzerinde gözetici ve koruyucudur.
“O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Sen sadece O’nu vekil et” Müezzemmil 9

EL-KAVİ : Her şeye gücü yeten, kudretli.
Yüce Allah, gönderdiği peygamberleri yalanlayanları helak eden, savaşta müminlere yardım edendir.
“Muhakkak rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah’tır” Zariyat 58

EL-METİN : çok güçlü, çok sağlam.
Hiçbir iş O’na zor gelmez ve hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.
“Ben onlara mahsus mühlet veririm. Çünkü benim tedbirim çok kuvvetlidir” Araf 183

EL-VELİ: Müminlere dost.
Allah, Veli’dir Mevla’dır. O dosttur insana en yakın olandır.
“Zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur” Casiye 19

EL-HAMİD : Hamdolunan, övülen.

EL-MUHSİ : Her şeyin sayısını bilen.
İlmi her şeyi kuşatan. Her şeyin miktarını, adedini eksiksiz bilen.
“Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Doğrusu O, kalplerde olanı da bilir” Fatır 38

EL-MÜBDİ : Her şeyi örneksiz yaratan.
O, bir misali olmaksızın yaratan, varlıkları eşyaları icad edendir. Gerçek mucit O’dur.
“Hamd- gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Sonra kafirler hala başkalarını Rablerine denk tutuyorlar” En’am 1

EL-MUİD : Öldükten sonra tekrar dirilten.
Başlangıçta insanları yaratan Cenabı Hak mahşerde tekrar yaratacaktır. Kainat tekrar ona dönecektir.
“Allahın ayetlerinden biri de yeryüzünü kupkuru görmendir. Onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçer ve kabarır. Onu dirilten Allah, kesinlikle ölüleri de diriltecektir. O, gerçekten her şeye kadirdir.” Fussilet 41

EL-MUHYİ : Hayat veren, dirilten.

EL-MÜMİT : Öldüren, ölümü yaratan.
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişir” Nisa 78

EL-HAY : Her zaman diri.
“Sen daima diri, hiç ölmeyecek olan Allaha dayan. O’nu hamd ile tesbih et” Furkan 56

EL-KAYYUM : Her şeyi ayakta tutan, koruyan.
“Allah, O’ndan başka ilah yoktur. O, diridir. O, bütün yaratıklarını koruyup idare edendir” Al-i İmran

EL-VACİD : İstediğini istediği anda bulan.
Allahın bir şeyi bulmak için zamana, mekana ve plana ihtiyacı yoktur. Her şey O’na muhtaçtır.

EL-MACİD : Şanı yüce, ulu ve cömert.
“Allah arşın sahibidir, Mecid’dir (çok yücedir) Buruc 15

EL-VAHİD : Bir olan; ortağı olmayan.
“Rasulum! De ki ‘O, ancak bir olan ilahtır. Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.’” En’am 19

EL-EHAD : Tek eşi ve benzeri olmayan.
“De ki O Allah tektir.” İhlas 1

ES-SAMED : Hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey kendisine muhtaç olan.
“Allah’tır Samed” İhlas 2

EL-KADİR : Her şeye kadir, gücü yeten.
“Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların mülkiyeti Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter” En’am 120

EL-MUKTEDİR : Mutlak güç sahibi.
Kendisi için imkansız hiçbir şey olmayan tam kudret sahibidir.
“Allahtan korkanlar, çok kudretli hükümdarın huzurunda doğruluk makamında olacaklardır” Rahman 55

EL-MUKADDİM : İstediğini istediği şekilde öne geçiren.
Yüce Allah, canlıların kimini önce kimini de sonra yaratmıştır. ‘Öne geçirme veya geri bırakma’ dini konularda olduğu gibi yaratılış ve maddi konularda da olur.
“Rasulum! De ki ‘Şimdi Allah size bir zarar dilerse veya bir yarar murat edecek olursa, O’nun sizin için dilediğine kim mani olabilir! Hayır! Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” Fetih 11

EL-MUAHHİR :
İstediğini geri bırakan.
Hz. Adem’i ve çocuklarını önce yaratan , bizleride sona bırakıp 2000 li yıllarda yaşatan Allah’dır. Bizi bizden sonrakilerin önüne almış. Daha sonra gelecekleri sona bırakmış.

“Keşke peygamber efendimizin asrında Mekke de yaşasaydım” deme. O çağda Mekke de yaşayan Ebu Cehil gâvur olarak geberip gitti. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz bizi bu çağda yaratmış. Biz bu çağın imkanları içinde hizmette, ilimde, ibadette maddi ve manevi makamlarda öne geçmek için sebeplere sarılacağız ve el-Mükaddim Rabbimize bizi öne geçirmesi için dua edeceğiz. İnkara, fakirliğe, korkaklığa, tembelliğe düşmemek için çalışırken el-Müahhira bizi geride kalanlardan eylememesi için dua edeceğiz.

EL-EVVEL : İlk, başlangıcı olmayan.
Allah, her şeyden zamanda bile öncedir çünkü zamanı yaratan da O’dur.
“Evvel O’dur. Ahır (son) O’dur, görünendir, görünmeyendir. O, her şeyi bilendir” Hadid 3

EL-AHİR : Son, varlığının sonu olmayan
“O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz sadece O’na döndürüleceksiniz” Kasas 88

EZ-ZAHİR : Varlığı aşikar olan.
“Evvel O’dur. Ahır (son) O’dur, görünendir, görünmeyendir. O, her şeyi bilendir” Hadid 3

EL-BATIN : Gizli olan, gizlilikleri bilen.
O, hiçbir gözün ve beynin idrak edemeyeceği zattır. Her şeye her şeyden daha yakın.

EL-VALİ : Bütün kainatı yöneten.
“Allah bir millete kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç imkan yoktur. O millet için Allah’tan başka vali (yardımcı) yoktur.” R’ad 11

EL-MÜTEALİ :
Pek yüce.
“ O, görüneni de görünmeyeni de bilendir. O, çok büyük ve müteal (çok yücedir) R’ad 9

EL- BERR :
Sonsuz iyilik sahibi.
“Biz gerçekten bundan önce de O’na yalvarıyorduk. Çünkü O, çok iyilik eden ve çok merhamet edendir” Tur 28

ET-TEVVAB : Tevbeleri kabul eden.
“Rasulum! Müminlere şu emrimi söyle: Ey kendilerine zulmedip aşırı giden kullarım! Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları affeder. O, muhakkak çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” Zimer 53

EL-MÜNTAKIM : İntikam alan.
Allahın intikamı, bir öç alma, hıncını çıkarma değil, zalimleri ve kafirleri, müminlere yaptıkları zulum ve haksızlıklardan dolayı cazalandırmaktır.

EL-AFÜV : Çok affeden.
“Ey iman edenler! Kalpten tevbe ederek Allaha yönelin. Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler.” Tahrim 8
“Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz muhakkak Allah affedicidir, her şeye gücü yetendir.” (Nisa 149)

Rabbimiz Bakara 52 de buzağıya tapınan beni İsraili afvettiğini, Ali İmran 152’de Uhud savaşından kaçan Müslümanları affettiğini haber verir.

Puta tapınmak, harbden kaçmak en büyük suç olduğu halde suçu işleyenler pişman olunca Allah onları cezalandırmak yerine afvediyor. Bizlerin de afvedici olmasını istiyor ve insanları afvedenler övülüyor. (Ali İmran 134) Yakınlarımızın katilini afvetmemiz tavsiye edilir (Bakara 178)

Rabbimiz afvedicidir, afvı sever öyle ise bizde afvedici olmalıyız. Suçluların tevbe etmelerine, özür dilemelerine yardımcı olmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz “Şüpheden sanık yararlanır” kuralını koymuş ve “cezaları şüphelerle kaldırınız” buyurmuş. (Tirmizi, Hudud bab 2, ibni Mace Hudud 5)

Bütün insanların günahı bir araya gelse Allah’da afvetse Rabbin afvından, rahmetinden bir şey eksilmez.


ER-RAUF : Çok merhametli, çok şefkatli.
“Allah, insanlara karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.” Bakara 143

MALİK’ÜL-MÜLK : Mülküm gerçek sahibi.
“Gerçek hükümdar olan Allah çok yücedir. O’ndan başka ilah yoktur. Arşın Rabbi O’dur” Müminun 116

ZÜ’L-CELALİ VE’L İKRAM : Ululuk ve ikram sahibi.
Allah, kerem sahibi olduğu içindir ki, hak sahibi olmayan yarattıklarına da nimet verir, bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur, günahları örter.
“Ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı baki kalacaktır” Rahman 5

EL-MUKSIT : Adaletin gerçek sahibi.
“Aranızda adaletle hükmedin.Hakimlerin en hayırlısı olan Allah’ın hükmü gelinceye kadar sabret” Hud 107

EL-CAMİ : Hesap günü insanları bir araya toplayan.
“Allah’tan başka ilah yoktur. Sizi, kopacağından şüphe olmayan kıyamet gününde muhakkak toplayacaktır.” Nisa 87

EL-ĞANİ : Zengin, kimseye muhtaç olmayan.
“O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.” Yunus 688

EL-MUĞNİ : İstediğini zengin eden.
“Kim cihad ederse, yalnız kendisi için cihad etmiş olur. Allah, alemlerden hiçbirine kesinlikle muhtaç değildir” Ankebut 6

EL-MANİ : İstediği şeye engel olan.
Mani ve Hafız isimleri birbirine yakındır. Mani, helaka sürükleyen sebebe mani olan; Hafız ise, zarara sürükledikten sonra koruyan demektir.

ED-DAR : İstediğine zarar veren.
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, hepsi Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O’na yalvarırsınız”Nahl 53

EN-NAFİ’ : İstediğine fayda veren.
“Onlar: Ey Rabbimiz! Bizi hidayete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz, bütün istekleri veren sadece sensin!” Al-i İmran 8

EN-NUR : Kainatı nurlandıran.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil gibidir.” Nur 35

EL-HADİ :İstediğini hidayete eriştiren.
“Yol gösteren” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de iki yerde Allah’ın ismi olarak geçmekte. Beş yerde Allah’tan başka hidayet verecek birinin olmadığını haber vermekte. Bir yerde de (Ra’d 7) peygamberler için kullanılmıştır.
“Şüphesiz Allah, iman edenleri doğru yola iletir” (Hac 54)
“Yol gösterici olarak Rabbin yeter” (Furkan 31)
Rabbimiz bize yolu Kur’an’iyla göstermekte. Bakara suresinin ilk ayetlerinde Kur’an’ın müttakilere yol gösteren bir kitap olduğunu haber verir. Bakara suresinin 185 inci ayetinde bütün insanlığa yol gösterdiğini ifade eder. Tekvir suresinin 27-28 inci ayetlerinde ise “O Kur’an alemler için bir öğüttür. Sizden doğru olmak isteyenler için öğüttür” buyurur. Ömer, Ebu Cehil’e: “Muhammedi bir dinleyelim. Doğrularını alalım, yanlışlarını almayalım” dediğinde, Ebu Cehil “Onun doğrusunu da yanlışını da istemiyorum” diyor. Hz. Ömer gözlerini açıyor, Ebu Cehil ise gün ışığında gözlerini kapatarak çukura düşen gibi Cehenneme düşüyor. Biz Rabbimizin hidayetini insanlara ulaştırmaya çalışacağız. Gönül gözüne küf bağlayanların küfrünü gidermeye çalışacağız.


EL-BEDİ : Örneksiz yaratan, çok güzel yaratan.
“O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O, bir işi yapmaya karar verdi mi ona sadece “Ol!” der; o da hemen oluverir.” Bakara 117

EL-BAKİ : Ebedi olan tek varlık.
“Allah’tan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz sadece O’na döndürüleceksiniz” Kasas 88

EL-VARİS :
Mülkün gerçek varisi, sahibi.
“Servetlerin hakiki sahibi” anlamına gelen “el – Varis” ismi şerifi bu haliyle değil de çoğul haliyle Kur’an-ı Kerim’de üç defa geçmekte.

“Şüphesiz biz öldürürüz, biz diriltiriz ve biz varis oluruz” (Hicr 23) ayetinde “biz” kelimesini kullanır ve azametini bildirir. “Biz varis oluruz” derken de yine kendi büyüklüğünü bize bildirir. Kayalar oyarak sarsılmaz evler yapan, yeryüzüne kazık çakanlar hepsi gitti. Peygamberler, Şehitler, Salihler de gitti. “Yeryüzü bir kişiye bol iki kişiye dar” diyenler de gitti. Mallarını miras bıraktığı varisleri de gitti. Bir gün gelir kıyamet kopar insanlar ölür. Mahşerde toplanır ve Rabbimiz sorar: “Bugün Mülk kimindir? dendiğinde “Her şeye gücü yeten tek Allahındır” denir. (Mü’min16)

Rabbimiz bu mülkü Hz. Ademe teslim ettiğinde havası, suyu, güneşi, çiçekleri, böcekleri tertemiz pırıl pırıldı.

Biz çocuklarımıza temiz miras bırakalım. Allah’ın mülkünü kirletmeyelim. Başta kalbimizi inkarla bedenimizi isyanla kirletmeyelim. Kalp kirlenirse karalar ve denizlerde kirlenir. Çocuklarımıza temiz bir isim ve helal mal bırakalım.



ER-REŞİD : İstediğini hidayete eriştiren.
“Muhakkak ki Allah, iman edenleri kesinlikle doğru yola iletir.” Hac 54

ES-SABUR : Çok sabırlı.
“Eğer Allah, yaptıkları günahlar yüzünden insanları yakalayıp hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onların cezalarını adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor. Sonunda vakitleri geldiği zaman, gereğini yapar. Çünkü Allah, gerçekten kullarını çok iyi görür.” Fatır 45

“Çok Sabırlı” anlamına gelen bu ismi cemili Kur’an-ı Kerim’de geçmemekte el- Esma-ül Hüsna hadisinde geçmekte.

“Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı” (Tarık 17) “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir.” (Nahl 61) ayetlerinde Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. “Allah kahretsin, Allah canının alsın, evini başına yıksın” gibi beddualarımızı Allah kabul etse yeryüzünde adam kalmaz. Babamız, annemiz, çocuklarımız eşimiz kızınca da sevince de dengeyi kaçırabilir. Es- Sabur olan Rabbimiz kendini inkar edenlere de ekmek verip su içiriyor, hava veriyor. İbadetleri yaparken sabredeceğiz. Trilyonları zimmete geçirme makamında sabredeceğiz. Zina imkanı olduğunda sabredeceğiz. Cihat ederken sabredeceğiz. Timur’a “sen bu savaşları nasıl kazandın?” diyenin parmağını Timur ağzına almış. Kendi parmağını da adamın ağzına vermiş. Harp ısırma sanatıdır. İkimiz de ısıralım demiş. Biraz sonra karşıdaki adam aaaa diye bağırır. Timur kendi parmağını çeker ama ısırmaya devam eder. Sonra işte ben sabırla kazandım der.




The Unique 25 Kasım 2010 12:11

ALLAH

Müslümanlıkta yaratıcı varlığın özel adı. Allah, yalnızca Müslüman­lar tarafından kullanılan yaratıcı var­lığın orijinal adı. "Allah" kelimesi­nin çeşitli dillere ait köklerden geldi­ğini öne sürenler olmuşsa da Müslü­man âlimler bu görüşe katılmaz ve "Allah" kelimesinin İslamiyet'te Tanrı'yı ifade eden orijinal bir isim olduğunu kabul ederler. Allanın es-maül hüsna denen birçok güzel ismi vardır. (Hak, Alîm, Kadîr... gibi). Bunlar içinde en çok kullanılanı Al­lah'tır.

ALLAH'A İMAN
Allah'a iman demek, O'nun var­lığının ve birliğinin, her şeyi yoktan varettiğinin (yaratıcılığının) şüphesiz ve tereddütsüz kabul edilmesi demektir.
Allah (C.C.) Kur'an-ı Kerim'in thlas sûresinde kendi zâtına ait husu­siyetleri açıklamıştır: "De ki: O Al­ton mutlak bir kesinlikle tektir. Her şey O'na muhtaçtır. O bir şeye muh­taç değildir. Doğmadı ve doğurmadı (bir şeyden oluşmadı, varlıkları da parçası halinde kendinden eksilterek yaratmadı). O'na bir eş ve benzer ol­madığı gibi, O'nun bir zıddı da yok­tur." (Kur'an-ı Kerim, 112).
Allah'ın varlığını, birliğini bu esaslara göre benimsemek "Tevhid akidesi"dir. Bu da Kelime-i Tevhid i!e ifad eedilir: Lâ ilahe illallah, Muham-medün Resullûllah" (Allah'tan baş­ka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun peygamberidir).
Müslümanlar Allah Teâlâ'yı sıfat­larıyla tanırlar. Bu sıfatlar "zati" ve "subuti" olmak üzere ikiye ayrılır.

Allah'ın zâtı sıfatları şunlardır:
1- Vücud: Var olmak, yok olma­mak demektir. Varlığın zıddı olan yokluk Allah hakkında düşünülemez. O'nun varlığı kendinden ve zarurî (vacibü' 1-vücud)dur.
2- Kıdem: Öncesi olmamak de­mektir. Her varlığın olmadığı bir za­man geçmiştir, ama Allah'ın olmadığı bir zaman geçmemiştir. Allah ezelîdir, varlığının başlangıcı yoktur.
3- Bekâ: Sonu olmamak demek­tir. Her varlığın bir sonu vardır, ama Allah sonsuzdur, ebedîdir. Allah için geçmişte olmadığı bir zaman düşünü­lemeyeceği gibi gelecekte de olmaya­cağı bir zaman düşünülemez.
4- Vahdaniyet: Bir olmak demek­tir. Allah birdir, tektir. Eşi, benzeri, ortağı yoktur.
5- Kıyam binefsihi: Varlığının
kendinden olması, varolmak için bir
başka varlığa muhtaç olmaması de­mektir. Allah'tan başka her varlık, varolmak için bir aracıya muhtaçtır. Ama Allah için böyle bir şey söz ko­nusu değildir.
6- Muhalefettin li'l-havâdis: Yara tılmış, sonradan olmuş hiçbir varlığa benzememek demektir. Allah yaratıl­mışlardan hiçbirine benzemez. O'nun bir benzeri yoktur. Bundan dolayı biz O'nu bildiğimiz, tanıdığımız varlıkla­ra benzeterek kavrayamayız. O bizim tasavvurumuzdan, düşündüğümüz­den farklıdır, başkadır.
Bu sıfatlara Allah'ın zâtı sıfatları denmesi, bunların yalnız Allah'a ait olup, başka varlıklarda bulunmama­sı sebebiyledir.

Cenâb-ı Hak'ın Sübutî Sıfatları.
1- Hayat: Diri ve canlı olmak de­mektir. Allah diridir, canlıdır. Can­lılığı, diriliği ebedidir. Güçsüzlü, can­sızlık anlamına gelen uyku, gaflet, ölüm gibi eksiklerden uzaktır.
2- tlim: Bilmek demektir. Allah herşeyi bilir. Bilinmesi mümkün olup da Allah'ın bilmeyeceği şey yoktur. Allah açıkladığımız şeyleri bildiği gi­bi gizlediğimiz, içimizden geçirdiğimiz şeyleri de bilir. O'nun bilgisi haricin­de hiçbir şey meydana gelmez, tlmî her şeyi kuşatmıştır.
3- Semi: işitme demektir. Allah işitir. İşitmesine sınır yoktur, işitilme­si mümkün olan her şeyi işitir. İnsan kulağı ancak belli bir tını dahilindeki sesleri işitir. Allah ise en küçüğünden en büyüğüne her sesi, işitileek her şe­yi işitir.
4- Basar: Görmek demektir. Al­lah görür ve bu görmesi sınırsızdır. Görülecek hiçbir şey O'nun görmesin­den hariç olmaz. Bizim gözümüz her zaman her şeyi görmez. Biz karanlıkta göremeyiz. Mikropları ancak mikros­kop yardımıyla görebiliriz. Allah ise zifiri karardıkta, siyah taşın üstündeki siyah karıncayı görür. Her şeyi hiçbir alete, vasıtaya muhtaç olmadan görür.
5- trade: Dilemek, istemek de­mektir. Allah'ın dilemesi ve istemesi hiçbir kayda tâbi değildir. Hür ve ser­best olarak dilediği gibi hükmeder, di­lediğini yapar, dilediğini yapmaz.
6- Kudret: Güç ve kuvvet sahibi olmak demektir. Allah sonsuz bir güç ve kuvvet sahibidir. Gücünün yetme­yeceği hiçbir şey yoktur. O her şeye kadirdir.
7- Kelam: Konuşmak demektir. Allah konuşur. Fakat konuşmak için bizim gibi harflere, kelimelere ihtiyacı yoktur. Bu sıfatı ile peygamberlere ki­taplar indirmiş, bazı peygamberlerle de konuşmuştur.
8- Tekvin: Yaratmak demektir. Allah yoktan vareden, yaşatan, diril­ten ve öldürendir. Her şeyi O yarat­mıştır. Her şey O'nun yar atmasıyla varolmuş, vücud bulmuştur.
Görüldüğü gkibi Cenab-ı Hakkın sübuti sıfatlarından bazıları insanlar­da da vardır. Fakat insanlarınki ala­bildiğine sınırlı ve devamsızdır. Allah Teâlâ'nın bu sıfatları ise sınırsız, ezelî ve ebedîdir.
Bir Müslüman anlatmaya çalıştı­ğımız bu esaslar çerçevesinde Allah'a inanacaktır. Anlaşılması en kolay Tanrı inancı budur. Akıl için bunun ötesinde Tanrı varlığını kavramak mümkün değildir. Aklın, kişiyi ima­na ulaştırma gücü vardır ve bu onun görevidir. Fakat akıl bu konuyu faz­la kurcaladı mı bocalıyor, çıkmaza gi­riyor. Çünkü akıl iman edilen Yüce Varlığı açıklayacak, nasıl ve nice ol­duğunu kavrayacak güç ve kapasite­de değildir. Ünlü filozof Pascal (1623-1662), "Aklın, mutlak varlığa gidiş yolunda yapacağı en namuslu jest kendini yakmaktır" derken her­halde bu gerçekten başkasını ifade ediyor olamazdı.
Müslüman din büyükleri Allah'­ın büyüklüğünü anlamak, kavramak için yarattığı harika şeylere dikkat et­memizi, eserlerini incelememizi istemişlerdir. Büyük âlim İmam Şafiî (767-821)'ye sordular:

—Allah'ın varlığına delilin nedir?
Cevap verdi:
—Dut yaprağıdır. Onu inek yer, süt olur, arı yer, bal olur; ipek böce­ği yer, koza olur.
Ünlü bilgin Edison (1848-1931) şöyle diyor: "Hiçbir keşif otun top­rağı yanp çıkması kadar harika ola­maz. Çünkü otu Allah yaratmıştır."
Allah'a inanmanın önemi:
Allah'a inanan insan manen tat­min ve müsterih olur. Kafasını kur­calayan birçok "neden?", "nasıl?", "niçin?"lerin baskı ve hücumundan kurtulur. Zira Allah'a inanmak de­mek, bir anda her sırrın, her sorunun açıklığa ve cevaba kavuşması demek­tir. Allah'ın varlığını, yoktan var edi­ciliğini kabul etmedikçe; insan, dün­ya ve tüm evrenle ilgili bilinmezler, problemler muallakta kalmaktadır. Şüphe ve tereddütler beyinleri kurca­lamaktadır. İnanmak bir anda bun­lardan kutulmaktır. Allah'ın varlığı­nı kabul etmedikçe akıl ve bilim şim­di var olan ilerde de artacağı şüphe­siz bulunan problemleri ebedi çöze­meyecektir. Ama yaratma olayının kabulüyle birlikte birçok problem kendiliğinden çözülmekte ve aydınlı­ğa kavuşmaktadır.
Allah'a inanmak, dürüst ve na­muslu bir toplum ortaya çıkarmanın da en sağlam güvencesi ve garantisi­dir. Ortaya konan hukuk kuralları ne kadar tatminkâr, onların uygulayıcı­ları ne ölçüde dikkatli ve müsamaha-sız olursa olsun, kişi kendini ilahi bir kontrol altında hissetmedikçe kötülüklere tümüyle engel olunamayacak­tır. Maddi refahın en üst sınırlarında bulunan ABD'de birkaç sene önce bir gün elektrikler kesiliyor, bütün alış­veriş yerlerinde, mağaza ve market­lerde karanlıktan istifade ile müthiş bir yağma başlıyor. Çünkü böyle bir ortamda kanun korkusunun, inzibat korkusunun rolü olmuyor. Bu durum her yerde görülebilir. Allah korkusu hâkim olmadıkça yüzdryüz özlenme-si mümkün de değildir. Mehmet Akif'in dediği gibi, ahlaka gerçek de­ğer ve yüksekliğini kazandıran ancak Allah korkusudur.


Misafir 3 Aralık 2011 18:49

ESMÂÜ'L-HÜSNÂ
Cenâb-ı Allah'ın güzel isimleri.
Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir. Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.
Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardâki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir. Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerek hâdis-i şeriflerde gecen birçok güzel ismi vardır. Aslında bu isimleri iki grupta ele almak mümkündür:
a) Hak Teâlâ'nın zatına mahsus bir özel isim olan "Allah" lâfz-ı şerifi Ondan başka bir varlık hakkında kullanılmamıştır. Kullanılması caiz değildir. Bu ismin tesniyesi (ikil siğası) ve çoğulu da yoktur. Bir başka dile tercüme edilemez, hiçbir kelime onun yerini tutamaz.
b) Allahu Teâlâ'nın ikinci gruba giren isimleri, sıfatlarından alınan isimlerdir. Ayet ve hadislerde Cenâb-ı Hakk'ın pekçok güzel isminden bahsedilir. Bunlardan her biri O'nun sıfatları ile ilgili ve onlardan alınan isimlerdir. Rahman, Rahîm, Âlîm, Hâlik vs. gibi. Bu isimler bir başka dile tercüme edilebilir. Meselâ, Hâlik ismi, yaratan veya yaratıcı olarak söylenebilir. Müminin Allah hakkındaki inancı, O'nun zâtının mukâddes olduğu, diğer zat ve eşyâyâ benzemediği, yüce sıfatlarla sıfatlandığıdır. Allah kendisini Esmâü'l-Hüsnâ en güzel isimler ile isimlendirmiştir (el-A 'râf, 7/180; el-İsrâ, 17/1 10; Tâhâ, 20/7; el-Haşr, 59/24). Doksan dokuz adet olan bu isimlerin basında "Allah gelir. Diğer isimlerin hiçbiri anlam ve içerik itibarıyla "Allah" isminin yerini alamaz. Bu nedenle, İslâm'a girecek kişi, "Lâ ilâhe İllâllah" der; "Lâ ilâhe illarahman" demez. Namaza başlarken, "Allahü Ekber"der; "Rahman Ekber" diyemez. Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri güzeldir. Kur'an-ı Kerîm'de, "Allah'ın güzel isimleri vardır. O halde Allah'a o güzel isimlerle dua edin" (el-A'râf, 7/180);
"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır '' (el-İsrâ, 1 7/110) buyurulmuştur
Peygamber efendimiz de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, m******* anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever" (Buhârî, Daavât, 68). Allahu Teâlâ'nın isimleri doksandokuz isimden ibaret değildir. O'nun ayet ve hadislerde gecen başka isimleri de vardır. Yalnız Tirmizî ve İbn Mâce'de geçen bir hadiste bu doksandokuz isim teker teker sayılmıştır. Bu isimler şunlardır:
1) ALLAH:-Tüm isim ve sıfatlan kendinde toplayan yüce Allah'ın zatının, başka hiçbir varlığa verilemeyen ismidir.
2) RABB: Terbiye eden, yaratan, besleyen, mâlik, en mükemmel, sahip tutan ve idare eden anlamlarına gelir. Rabb ismi, yüce Allah'ın umûmî isimlerindendir. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, onların Rabbi'dir. Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O'nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kainatta ne varlıktan, ne de tekâmül'den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah'ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah'ın sıfatlarının belirtisi vardır.
3) RAHMAN: Allah'ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismidir. Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah'tan başkasına verilmesi uygun görülmez. "Çok rahmet sahibi, gayet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan" diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah'ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. "Esirgeyici" olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahman isminin tercümesi olamaz. "Acıyan" diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız. Rahman, "pek merhametli" şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah'ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O'nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde "Rahman" ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahman'ın en güzel açıklamasıdır.
4) RAHÎM: "Çok merhamet edici' anlamında bir isimdir. Allah'ın sıfat ismi olmayıp, Allah'tan başka varlıklara da verilebilen bir isimdir. Bu iki sıfat "Rahmet" mastarından türemiş olmakla beraber, aralarında ifade ettikleri anlam bakımından farklar vardır. Rahman ve Rahîm arasındaki bu farklar şöylece belirtmek mümkündür:
a) Rahman sıfatı; daha ziyâde ezelle; Rahîm sıfatı ise daha çok ebedle ilgilidir. Bu nedenle hadislerde yüce Allah'ın hakkında "Dünyanın Rahman'l ahiretin Rahîm'i" ifadelerinin kullanıldığını görüyoruz. Rahman sıfatı bütün insanları; Rahîm sıfatı ise yalnız müminleri kapsar.
b) Rahman sıfatı; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın varlıkları yaratmak, meydana getirmek, onların çalışıp çalışmadıklarına bakmadan sayısız nimetlerle nimetlendirmek anlamına gelirken; Rahîm sıfatı Allah'ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir.
c) Rahman sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifade eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifade etmektedir. Bu nedenle Rahman sıfatının ifade ettiği mânâda mü'min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği manada ise, mü'min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır.
5) el-MELİK: Yüce Allah Melik'tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O'na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah'tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegane hükümdardır. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek Allah'tır..
6) el-KUDDÛS: Her türlü hata, gaflet ve acizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibi anlamında. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır (el-Haşr, 59/23; el-Cum'a, 62/1).
7) es-SELÂM: Allah, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Buna göre dünyadan ve ahiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah'tır (el-Haşr, 59/23).
8) el-MÜMİN: Allah'ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir. Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah'a iltica edilmeli, O'na sığınılmalıdır.
9) el-MÜHEYMİN: Allah'ın görüp gözeten, her şeye şahit olan, her şeyi koruması altına alan, onları muhâfaza edip saklayan olduğu anlamına gelir.
10) el-AZİZ: Allah'ın, hiçbir yönden mağlup edilemeyen, her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olduğu manasına gelir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah'tır.
11) el-CEBBAR: Allah'ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayan, her konuda çok güçlü ve kudretli olduğu anlamındadır. Ayrıca Allah'ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcı olduğu anlamına da gelir. Yüce Allah'ın "Cebbâr" sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O'nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O'nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.
Ancak Allah'ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah'ın emirlerini dinlemeyip O'na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah'ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âlu İmrân, 3/83).
12) el-MÜTEKEBBİR: Allah'ın her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcı olduğu anlamındadır. Büyüklük O'nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak manada büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez. Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah'ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri imkân imkânsız olan bir gerçektir. Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler?..
13) el-HÂLİK: Allah'ın yaratıcı olduğunu belirten bir sıfattır. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu manada Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O'dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O'nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır.
14) el-BÂRÎ: Allah'ın, yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratması, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getirmesi mânâsındadır. Şüphesiz varlıkları seçip, düzenleyip olgunlaştırarak her birini ayrı bir özellikte yaratan Allah'tır.
15) el-MUSAVVİR: Allah'ın yaratmış olduğu varlıkların şekil ve durumlarını takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi anlamına gelir.
16) el-GAFFÂR: Kullarının günâhlarını affeden ve çok bağışlayan yüce varlık anlamına gelir. Günâh işlemek insanların özelliği olduğu gibi, onların günâhlarını örtmek ve bağışlamak da yüce Allah'ın ayrılmaz sıfatlarındandır.
17) el-KAHHÂR: Allah'ın ziyadesi ile kahredici, yok edici yüce bir varlık olduğu manasına gelir. Sonsuz kudretinin karşısında hiçbir kimsenin gücü ve kudreti olamaz. Ama serbest iradeleriyle O'nun karşısına çıkma cüretini gösterenlere de lâyık oldukları cezaları tam olarak verecektir. Allah'ın kayıtsız üstünlüğüne sınır koyacak hiçbir varlık yoktur.
18) el-VEHHÂB: Allah'ın çok hibe eden, çok fazla bağışlayan olduğu anlamına gelir. Hak sahibi olmadıkları halde yarattıklarına çok çok verendir.
19) er-REZZÂK: Allah'ın bütün yaratıkların rızıklarını veren olduğunu ifade eder. Her canlı için gerekli gıdayı bahşedip yaratan ve bol bol veren Allah'tır.
20) el-FETTAH: Kulların, her türlü güçlük ve sıkıntılarını açan ve kolaylaştıran manasına gelir. Faydalı ilimlere karşı insanların kalbini açarak, onların islerini kolaylaştıran, bütün zorluklarını ortadan kaldıran yüce Allah'tır. Her işinde üstün gelen O'dur.
21) el-ÂLİM: Allah'ın, çok bilen, bilgisi ezelî ve ebedî olan, her şeyi her yönüyle bilen tek yaratıcı olduğu m******* ifade eder.
22) el-KÂBIZ: Allah'ın, her şeyi sonsuz kudreti altına alan, bu kudretiyle kuşatıp kavrayan, her şeyi emri altına alıp tutan en yüce varlık oldu
Bu anlamına gelir.
23) el-BÂSIT: Allah'ın, her hayrı veren, lütuf ve rahmetini kullarına yayan yüce yaratıcı olduğunu ifade eder. Allah, insanlara rızık, neşe, rahatlık ve bolluk vererek onlara lütuf ve rahmetiyle muâmele etmektedir.
24) el-HÂFID: Allah'ın, emirlerini dinlemeyen, başkalarını beğenmeyen, büyüklenip hak ve hukuk tanımaz zorbaları rezil, perişan eden anlamına gelen bir ismidir.
25) er-RÂFİ: Kaldıran, yükselten ve yüksek olan anlamlarına gelir. Gönülleri iman ve irfan ışığıyla parlatan, yüksek gerçeklerden haberdar eden yüce Allah'tır. Her yönüyle yüce ve yüksek olan O'dur.
26) el-MU'İZZ: İzzet ve ikrâm edici, şeref sahibi anlamına gelir. Yalancılığa, samimiyetsizliğe itibar etmez.
27) el-MÜZİLL: Yüce Allah'ın, lâyık olanları zillete düşüren, zelil kılan, onları hor ve hakir eden anlamına gelen bir sıfat isimdir.
28) es-SEMI': İşiten, işitme kuvve tine sahip olan ve işitme gücünü verendir. O, hiçbir şartla ve kayda bağlı olmaksızın işitir.
29) el-BASÎR: Herşeyi her yönüyle eksiksiz gören, yaratıklarına da görme duyusunu veren anlamını taşır.
30) el-HAKEM: Hüküm koyan, emir veren, varlıklar hakkında hükmünü tamamen icra eden anlamına gelir.
31) el-ADL: Allah'ın herkese hakkını veren, koyduğu âdil hükümleriyle zulme razı olmayan, zulmü ve zâlimi sevmeyen anlamına gelen sıfatının ismidir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır (el-A 'raf, 7/85; Yûnus, 10/109; Yûsuf, 12/80).
32) el-LATÎF: En ince işlerin bile bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri de yapan, seçilmez yollardan da kullarına çeşitli faydalar ulaştırandır (el-En'âm, 6/103).
33) el-HABÎR: Herşeyden haberdar olan, her şeyin iç yüzünden ve gizli tarafından her yönüyle haber sahibi bulunan, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
34) el-HALİM: Acele etmeyen, günahkârların cezasını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezalarını geriye bırakandır.
35) el-AZİM: Çok yüce ve çok büyük olan; sınırsız ve kayıtsız büyüklük, üstünlük de yalnız O'ndadır.
36) el-GAFÛR: Mağfiret eden, yargılayan, suçları bağışlayan, affeden, insanların beğenilmeyen taraflarını gizleyendir.
37) eş-ŞEKÛR: Çok şükre lâyık olan, kendi rızası için şükredilen, şükür olarak yapılan iyi işlerin daha fazlasıyla karşılığını veren, insanlara nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapandır.
38) el-ALİYY: Yüksek, büyük ve yüce olan; kudrette, bilgide, hükümde, irâdede ve diğer bütün kemâl sıfatlarında üstün olandır. Herşey O'nun hükmü ve emri altındâdır.
39) el-KEBİR: Büyük, yüce anlamında olup, Allah'ın kâinatı ve ondâkileri hüküm ve kudretiyle idâre eden, her şeyi hükmü altına alan sıfatının ismidir.
40) el-HAFIZ: Muhafaza eden, koruyup saklayan, yapılan işleri bütün ayrıntılarıyla saklayıp, her şeyi belli vaktinde afet ve belâlardan koruyandır.
41) el-MUKÎT: Rızıkları yaratıcıdır.
42) el-HASÎB: Herkesin yaptıklarını takdir eden, yapılanları bütün ayrıntılarıyla bilip her insanı hesaba çekerek yaptığının karşılığını verendir (el-Ahzâb, 33/39).
43) el-CELÎL: Büyüklük ve ululuğu pek yüce olandır. Sıfat ve-isimleriyle her türlü büyüklük kendine ait olandır.
44) el-KERÎM: Cömert, kerem sahibi; muktedir iken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getirendir.
45) er-RAKÎB: Görüp gözeten, murâkebe eden, bütün varlıklar üzerine gözcü olup bütün işlerini kontrol altına alandır (en-Nisâ, 4/1).
46) el-MUCÎB: İcâbet eden, isteyene karşılık veren, teklifleri bilen ve O'na yalvaranların isteklerine icâbet eden ve karşılık verendir (el-Bakara, 2/186).
47) el-VASİ': Bağışlaması bol ve rahmeti çok olandır. Yarattıklarına maddi ve manevigenişlik verendir (el-Bakara, 2/247).
48) el-HAKIM: Herşeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olandır.
49) el-VEDÛD: Çok şefkatli, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır (Hud, 1 1/90).
50) el-MECÎD: Şan, şeref, büyüklük ve kudretinden dolayı yüce olan ve güzel işlerinden dolayı da sevilip övülendir. Şeref, ancak kendi emir ve yasaklarına uymakla elde edilebilir (Hud, 11/73).
51) el-BAİS: Sebepleri yaratan ve ölüleri diriltendir. İhtiyaçlarma göre insanlara peygamberler gönderendir.
52) eş-ŞEHÎD: Herşeye şahit olan, her şeyi hakkıyla gören, bilen ve muamelesini de buna göre yapandır.
53) el-HAKK: Varlığı hiç değişmeyen, hiç yok olmayan ve gerçek olandır (el-Hacc, 22/6).
54) el-VEKİL: Hayatını, O'na tevekkül ederek düzenleyen ve böylece O'na sığınanların işlerinde kendilerine yardım edendir; İdaresinde hiçbir kayda ve şarta bağlı olmayandır.
55) el-KAVÎ: Kudretli, güçlü ve sınırsız kuvvet sahibi olandır. Herşey O'nun kudret ve kuvveti karşısında güçsüzdür; O'na boyun eğmek zorundadır.
56) el-METİN: Metânetli, kuvveti çok şiddetli olup hiçbir iş O'na zor değildir.
57) el-VELÎ: Emir sahibi ve iyi insanların yani müminlerin dostu (velisi) olup onlara yardım ederek işlerini yönetendir.
58) el-HAMÎD: Çok övülen, övgüyle değer sıfatlarıyla hamd edilendir. Bütün varlığın diliyle övülmeye lâyık ve her an hamd edilen tek yüce varlıktır.
59) el-MUHSÎÎ: Allah, çokça veren, sonsuz düşünülse bile her şeyin sayısını her yönüyle bilendir.
60) el-MÜBDÎ: Hiç yoktan ortaya koyan, vareden, yaratandır. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
61) el-MU'ÎD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratandır. O'ndan başka yaratıcı olamaz.
62) el-MUHYÎ: Dirilten, canlandıran ve hayat verendir. O'nun öldürdüğüne kimse hayat veremez (Fussilet, 41/39)
63) el-MÜMÎT: Öldüren, ölümü her canlıya takdir edip bunu uygulayandır.
64) el-HAYY: Diri, canlı hiç ölmeyen, hayatı ezeli ve ebedi olandır.
65) el-KAYYÛM: Baki ve ebedi olan; her şeyin O'nun kudret ve iradesiyle varlığını sürdürebildiği tek varlıktır (el-Bakara, 2/250; Âlu İmrân, 3/1).
66) el-VÂCİD: Var olan ve her şeyi vareden, icad eyleyen; varlığı kendinden olan; dilediğini istediği anda var edip yaratandır. O'na karşı hiçbir şey kendini gizleyemez.
67) el-VAHİD: Tek, bir olmak, Allah ikincisi olmayan tek birdir. Zatında, sıfatlarında, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı-dengi ve benzeri bulunmayandır.
68) es-SAMED: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, tüm yaratıkların ihtiyacını gideren ve her türlü istekte doğrudan kendisine başvurulandır.
69) el-KADÎR: Kudret sahibi, tükenmez kudreti olan, istediğini dilediği gibi yapmaya muktedir olandır. Her türlü güç ve kuvvet de O'ndandır (el-Bakara, 2/20).
70) el-MUKTEDİR: Gücü her şeye yeten, her şeyi dilediği duruma getiren, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarruf edendir.
71) el-MUKADDİM: Herşeyden önce olan, dilediğini öne alan; dilediğine maddi ve manevi nimetler verip yükselten, öne geçiren, ilerlemelerini sağlayandır.
72) el-MUAHHİR: Herşeyden sonra yine var olan; emir ve yasaklarına uymayanları zelil edip arkaya bırakan, istediğini geri koyandır. Sonunda yine sadece O var (olarak) kalacaktır.
73) el-EVVEL: Herşeyden önce, öncelerin öncesi, başlangıçların yaratıcısı ve varlığının öncesi olmayandır.
74) el-AHİR: Herşey son bulunca O, var olarak kalacaktır. Varlığının sonu yoktur.
75) ez-ZÂHİR: Görünen, varlığında hiç şüphe olmayan, varlığı her şeyden aşikâr olandır. Her yaratık yaratanının görülen bir şâhididir.
76) el-BATIN: Gizli, cisim olarak görülmeyen, varlığı gizli olan, ancak varlığı da kesin olarak bilinendir. (Hayal, duygu, akıl ve düşüncenin de görülmeyip eserle varlıklarının kesin olarak bilinmesi gibi).
77) el-VALÎ: İdare eden bu büyük kâinatı ve onda her an olup bitenleri idare edip yönetendir. İdare etme yeteneği O'nundur.
78- el-MUTE'AL: Yüksek ve yüce varlık... Bilinenlerin en üstün olanı... Akım yaratılmışlarda mümkün gördüğü her şeyden çok yüce olandır.
79) el-BİRR: İyilik ve güzellik, bağışta bulunma, kullarına yardımcı olma anlamlarında Yüce Allah'ın bir sıfat ismidir. İyiliği ve ihsânı çoktur. İyilik ve ihsan gibi hisler de sadece ondadır (et-Tûr, 52/28).
80) et-TEVVÂB: Tövbeleri çok kabul eden, tövbe kapısını açık tutarak tövbe etme imkânı verendir. Samimi olarak günahlardan dönüp tövbe edenleri bağışlayandır.
81) el-MÜNTEKİM: İntikam alan, günahkârları, adaletiyle yargılayarak lâyık oldukları cezaya çarptıran demektir.
82) el-AFÜV: Merhametli, daima affeden, günâhlardan dilediğini affedip suçları bağışlayandır.
83) er-RAÛF: Çok merhamet eden, insanları yükümlü tutmada pek müsâmahalı ve yumuşak davranandır.
84) MALİKÜ'L-MÜLK: Herşeyin tek sahibi, her ne varsa O'nundur. Herşey üzerinde mutlak tasarruf yetkisi sadece O'na aittir. O h;llde Ondan başkasına kulluk edilmez.
85) ZÜLCELÂL-İ VE'L-İKRÂM: Celâl ve ululuk sahibidir. İkrâm ve ihsân edicidir. Hürmet ve saygıya yegane lâyık ve tüm büyüklüklere sahip olandır.
86) el-MUKSİT: Doğru hareket eden, bütün işlerini birbirine uygun ve yerli yerinde yapandır.
87) el-CÂMİ: Derleyen, toplayan, her şeyi kudreti içinde bulundurup dilediğini istediği anda ve istediği yerde toplayandır.
88) GANÎ: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hakkında noksanlık ve ihtiyaçtan sözedilemeyendir.
89) el-MACİD: Kerem ve müsâmahası sınırsız olandır. İnsanlara iyilikle muamele edip onları himâye etme lütfunda bulunan, her türlü sıkıntılarını giderendir.
90) el-MÂNİ': Herşey O'nun emir ve korumasına bağlıdır. O'nun emri olmadıkça hiçbir şey olamaz. İstemediği şeyin, yani takdir etmediğinin olmasına imkân yoktur.
91) en-NÛR: Alemleri, bütün kâinâtı nurlandıran, aydınlatan; istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur, aydınlık ihsan edendir.
92) el-HADÎ: Hidâyet eden, doğru yolu gösteren; hidayet yaratan; istediğini iyi işlerde başarıya ulaştıran, kullarına doğru yolu gösterendir.
93) el-BEDÎ: Eşi ve benzeri olmayan, bir şeyi en mükemmel yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri varedendir. Varlıklar âleminde O'nun eşi ve benzeri yoktur. Hayret verici âlemleri yoktan var eden, icad eden O'dur.
94) el-BÂKÎ: Sürekli var olan ve var olacak olandır. Sonu olmayandır. Allah'ın varlığının sonu yoktur.
95) el-VARİS: Tüm varlıkların gerçek sahibi, varisidir. Servetlerin geçici sahipleri yok olduktan sonra da varlığı devam eden ve o servetlerin sahibi olandır.
96) er-REŞÎD: Doğru yolu gösteren: İnsanları, peygamberlerin getirdiği ve tebliğ ettiği kitaplar vasıtasıyla doğru yola iletendir. Allah, bütün işleri ezeli takdirine göre yönetip, dosdoğru bir düzen içinde sonuca ulaştırandır.
97- es-SABÛR: Çok sabırlı, hiçbir şeyde acele etmeyen; kendine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyip, onlara süre verendir.
98- ed-DAR: Elem ve zarar verici şeyleri hikmetinin gereği olarak yaratandır. Yüce Allah, zarar veren şeyleri yaratmıştır. Fakat onlardan zarar görmemizi değil, akine maddi-manevi bütün zararlardan sakınarak korunmamızı emretmiştir.
99) en-NAFİ: Hayır ve fayda verici şeyleri yaratandır. Bütün olaylar sebepleriyle meydana geliyorsa da, sebepler yok'u var edemez. Onlar ancak insanların elinde birer vesîle ve Hakk'tan isteme vâsıtası olmak üzere yaratılmışlardır.
Allah'ın zâtı, bir: güzel isimleri (esmâü'l-hüsnâ) ise çoktur. Allah'ın doksan dokuz ismi hadis-i şeriflerde de bildirilmiştir. İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'den naklettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.s.)'den şöyle buyurduğu rivâyet ediliyor:
"Yüce Allah'ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. (yani doksandokuz). Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek 'i sever. "

Kaynak: Allah'ın (CC) İsimleri - Esmâu'l-Husnâ


cHAKİ 10 Ekim 2013 18:22

1. allah: her ismin vasfını ihtiva eden öz adı.
2. er-rahman: dünyada bütün mahlukata merhamet eden, şefkat gösteren,ihsan eden.
3. er-rahim: ahirette, müminlere acıyan.
4. el-melik: yaratıcı, kainatın sahibi.
5. el-kuddus: her noksanlıktan uzak.
6. es-selam: her tehlikeden selamete çıkaran.
7. el-mümin: iman nurunu veren.
8. el-müheymin: her şeyi görüp gözeten.
9. el-aziz: mutlak galip, karşı gelinemez.
10.el-cebbar: dilediğini yapan ve yaptıran.
11.el-mütekebbir: büyüklükte eşi yok.
12.el-halık: yaratan, yoktan var eden.
13.el-bari: her şeyi kusursuz yaratan.
14.el-musavvir: varlıklara sûret eden. onları birbirinden ayıran özellikte yaratan.
15.el-gaffar: günahları mağfiret eden.
16.el-kahhar: her istediğini yapacak güçte.
17.el-vehhab: karşılıksız nimet veren.
18.er-razzâk: her varlığın rızkını veren.
19.el-fettah: her türlü sıkıntıları gideren.
20.el-alim: gizli açık, geçmiş, gelecek her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile çok iyi bilen.
21.el-kabıd: rızıkları daraltan, ruhları alan.
22.el-basıt: rızıkları genişleten, ruhları veren.
23.el-hafıd: kafir ve facirleri alçaltan.
24.er-rafi: şeref verip yükselten.
25.el-mu'ız: dilediğini aziz eden.
26.el-müzil: dilediğini zillete düşüren.
27.es-semi: mükemmel işiten.
28.el-basir: gizli açık, her şeyi iyi gören.
29.el-hakem: mutlak hakim, hakkı batıldan ayıran.
30.el-adl: mutlak adil, yerli yerinde yapan.
31.el-latif: lütfeden, her şeye vakıf.
32.el-habir: her şeyden haberdar.
33.el-halim: cezada acele etmeyen, hilm sahibi.
34.el-azim: büyüklükte benzeri yok.
35.el-gafur: affı, mağfireti bol.
36.eş-şekur: az amele, çok sevap veren.
37.el-ali: yüceler yücesi.
38.el-kebir: büyüklükte benzeri yok.
39.el-hafiz: her şeyi koruyucu olan.
40.el-mukit: her çeşit rızkı yaratan.
41.el-hasib: kulların hesabını en iyi gören.
42.el-celil: celal ve azamet sahibi.
43.el-kerim: keremi bol, karşılıksız veren.
44.er-rakib: her varlığı her an gözeten.
45.el-mucib: duaları kabul eden.
46.el-vasi: rahmet ve kudret sahibi, ilmi ile her şeyi ihata eden.
47.el-hakim: her şeyi hikmetle yaratan
48.el-vedud: iyiliği seven, iyilik edene ihsan eden. sevgiye layık olan.
49.el-mecid: zatı şerefli, nimeti, ihsanı sonsuz.
50.el-ba'is: peygamber gönderen, meşherde ölüleri dirilten.
51.el-şehid: her an her yerde hazır ve nazır.
52.el-hak: varlığı değişmeden duran. var olan, hakkı ortaya çıkaran.
53.el-vekil: kulların işlerini bitiren.
54.el-kavi: kudreti en üstün ve hiç azalmaz.
55.el-metin: kuvvet ve kudret benbaı.
56.el-veli: müminleri seven, yardım eden.
57.el-hamid: hamd ve senaya layık.
58.el-muhsi: varlıkların sayısını bilen.
59.el-mübdi: maddesiz, örneksiz yaratan.
60.el-mu'id: yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan.
61.el-muhyi: mahluklara can veren.
62.el-mümit: her canlıya ölümü tattıran.
63.el-hayy: ezeli ve ebedi bir hayat ile diri.
64.el-kayyum: zatı ile kaim, mahlukları varlıkta durduran.
65.el-vacid: hiçbir şey kendine gizli değil.
66.el-macid: keremi, ihsanı bol olan.
67.el-vahid: zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan.
68.es-samed: hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu merci.
69.el-kadir: kudret sahibi, dilediğini yapan.
70.el-muktedir: dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi kolayca yaratan, kudret sahibi.
71.el-mukaddim: şerefte birini öne alan.
72.el-muahhir: dilediklerini tehir eden.
73.el-evvel: ezeli, varlığının başlangıcı yok.
74.el-ahir: ebedi, varlığının sonu yok.
75.ez-zahir: yarattıkları ile varlığı açık.
76.el-batın: aklın tasavvurundan örtülü.
77.el-vali: bütün kainatı idare eden.
78.el-müteali: son derece yüce.
79.el-ber: iyilik ve ihsanı bol.
80.et-tevvab: tevbeleri kabul eden.
81.el-müntekım: asilere ceza veren.
82.el-afüvv: affı çok, günahları yok eden.
83.er-rauf: çok merhamet eden, şefkatli.
84.malik-ül mülk: mülkünde hakim.
85.zül-celali vel ikram: celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi.
86.el-muksıt: mazlumların hakkını alıcı.
87.el-cami: iki zıddı bir arada bulunduran.
88.el-gani: ihtiyaçsız. her şey ona muhtaç.
89.el-mugni: ihtiyaç gören, fazlıyla doyuran.
90.el-mani: dilemediklerine mani olan.
91.ed-dar: elem, zarar verenleri yaratan.
92.en-nafi: menfaat veren şeyleri yaratan.
93.en-nur: zatı açık ve alemleri nurlandıran.
94.el-hadi: hidayet veren.
95.el-bedi: misalsiz, örneksiz yaratan.
96.el-baki: varlığı ebedi olan.
97.el-varis: her şeyin asıl sahibi olan.
98.er-reşid: irşada muhtaç olmayan.
99.es-sabur: ceza vermede, acele etmez.



Saat: 18:45

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık