MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Müslümanlık/İslamiyet (https://www.msxlabs.org/forum/muslumanlik-islamiyet/)
-   -   İslam'ın Şartları - Namaz Kılmak (https://www.msxlabs.org/forum/muslumanlik-islamiyet/808-islamin-sartlari-namaz-kilmak.html)

virtuecat 12 Ekim 2005 10:45

İslam'ın Şartları - Namaz Kılmak
 
2 ek
NAMAZ
Alıntıdaki Ek 59701

Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, Kur'an'da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi'rac (Isrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Enes b. Mâlik'ten rivâyete göre özet olarak şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır"(Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, Iman, 263; Ahmed b. Hanbel, V,122,143).
Her güzel amele on katı ecir verileceği şu ayetle sabittir:
"Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır" (el Enam, 6/160; ayrıca bk. en-Neml, 27/89; el-Kasas, 28/84).
Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber'in ibadet tarzı Cenâb-ı Hakk'ın yaratıklarını düşünmek, Allah'ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde idi. Sabah ve akşam ikişer rekat hâlinde namaz kıldığı da nakledilir. Daha önceki ümmetlerin de namaz ibadeti vardır. Kur'an-ı Kerim'de Lokman aleyhisselâmın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 31/17), Hz. Ibrahim'in Hicaz'ın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi (Ibrâhim,14/37), Yüce Allâh'ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa'dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 20/14) örnek verilebilir.
İslâmda namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ'ya dayanır.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde; namazı kılınız ve zekâtı veriniz" buyurulur.

"Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin" (el-Bakara, 2/238). "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisa, 4/103).
"Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. Işte doğru din budur" (el-Beyyine, 98/5). "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (el-Hacc, 22/78).
Sünnetten delil
Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu Hadislerden bazıları şunlardır:
"Ibn Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Islâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır" (Buhârî, Iman,1, 2; Müslim, Imân, 19-22).
Hz. Peygamber (s.a.s), Muaz b. Cebel (r.a)'i Yemen'e gönderirken ona şöyle buyurmuştur:
"Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeğe çağır. Allah'ı tanırlarsa, Allah'ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılarlarsa; Allahın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" (Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî, Zekât, I ).
Diğer yandan İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşda yataklarını ayırın"(Ebû Dâvûd Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, II, 180, 187).
Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir:
"Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir"
Bedevî;
"Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah'ın Resulu şöyle cevap vermiştir:
"Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır".
Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur" (Buhârî, Imân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, Imân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd, Salât, 1).
NAMAZIN ŞARTLARI
Namazın şartları deyince, onlar olmadan namazın da olmayacağı şeyler anlaşılır. Bir şeyi ayakta tutan ana parçaların herbirine "rukün" dendiği için, namazın şartlarından, namaza başladıktan sonra olanlarına aynı zamanda namazın rukünleri denir. Hepsine birden namazın farzları da denir.

Namazın şartları, yani namaza başlamadan önceki farzlar beş tanedir:
l. Hadesten, yani hükmî pislikten temizlik.
2. Necasetten, yani hakiki pislikten temizlik.
3. Avret sayılan bölgeleri örtmek.
4. Namazı Kıbleye dönerek kılmak.
5. Her namazı kendi vaktinde kılmak.
Namazın rükünleri, yani namaza başladıktan sonraki farzlar yedi tanedir:
1. Niyyet, yani kıldığı namazın hangi namaz olduğunu bilmek.
2. Başlangıç tekbiri.
3. Farz namazları ayakta kılmak.
4. Namazda Kur'ân dan mutlaka bir parça okumak.
5. Rukû', yani ayakta iken belden eğilmek.
6. Secde, yani alnını yere değdirmek.
7. Son oturuşta "Tahiyyât" okuyacak kadar durmak.
Namazın gerek şartlarının, gerekse rukünlerinin hepsi farz olduğu için, bunlarsız farz namaz düşünülemez. Birisi dahi bulunmazsa namaz batıl olur, yani tümden gider. Onun için bunların herbiri hakkında biraz bilgi vermek gerekir.

Hükmî Pislikten (Hadesten) Temizlik
Temizlik bölümünde de gördüğümüz gibi hades, hükmî olan, yani varsayılan pislik, ya da manevî olan pislik demektir ki. cünüplük ve abdestsizlikten ibarettir. Buna göre âdeti ve lohusalığı biten ve cünüp olan mükellefin yıkanması, abdesti bulunmayanın da abdest alması, bunları yapamıyorsa teyemmüm etmesi gerekir. Namaza ancak böyle başlayabilir.

Gerçek Pislikten (Necasetten) Temizlik
Namaz kılanın hem vücudu ve elbisesinin, hem de namaz kılacağı yerin temiz olması demektir. Pis olan şeyler bölümünde kaba ve hafif sayılan pislikleri görmüş, onların ne kadarının namaza engel olacağını ve nasıl temizleneceklerini anlatmıştık. Oraya bakılmalı. Vücudundaki ya da elbisesindeki pisliği giderecek bir şey bulamayan kimse, namazını çıplak değil, pis olan elbise ile beraber kılar.

Avret Olan Yerlerini Örtmek
Namazda kadının yüz, el ve ayakları dışındaki yerlerinden, erkeğin ise göbekle diz kapağı arasından, bir organın dörtte biri kadar açık olması namaza engeldir. Tenin rengini gösteren elbise, hiç giyilmemiş gibidir. Elbisenin dar olup organları belli etmesi halinde, rengini göstermiyorsa namaza engel değildir, ancak mekruhtur. Bu konu daha geniş olarak "Avret ve Örtü" bölümünde ele alınacaktır.

Kıbleye Dönmek
Kıble; ön yön demektir. Namaz kılarken Kâbe'ye dönüldügü için Kâbe'ye "Kıble" denmiştir. Kâbe şu andaki Mekke sehrinde bulunan ve Allah'ın emriyle ilk defa Hz. Ibrahim Peygamber (a.s.) tarafından yapılıp, sonraları birkaç kez tamir gören, küp şeklinde dört duvar bir yapıdır. Taşının ve maddesinin bir olağanüstü yönü yoktur. Ancak duvarında Cennet'ten çıktığı rivayet edilen Siyah Taş (Haceru'l-Esved) vardır ve Kâbe, bütün dünya müslümanlarını bir noktaya yönelttigi için "tevhid" in, yani Allah'ı birlemenin sembolüdür ve bu bakımdan herşeyden daha değerlidir.
Kâbe'nin etrafında bulunanların kıblesi, Kâbe'nin bizzat kendisidir. Kâbe'den uzaklarda olup onu göremeyecek olanların kıblesi ise kâbe'nin bulunduğu yöndür. Tam Kâbe'ye isabet edememeleri zarar vermez.
Namaz kılacağı yerde Kıble'nin hangi tarafa olduğunu bilmeyen, soracak kimse de yoksa, kendi imkânları oranında araştırma yapar ve kanaat ettiği yöne doğru kılar. Kılarken görüşü değişirse, o yöne doğru döner. Namaz bittikten sonra hata ettiğini anlasa da namazı tekrarlamaz. Ama araştırma yapmadan rastgele bir yöne dönmekle Kâbe'ye isabet ettirse dahi namazı caiz olmaz.
Düşman gibi bir şeyden korkan, hasta, bağlı, ya da binek üzeride bulunan kimselerin, dönmeye güç yetirebildkleri yön, kendi kıbleleridir.

Vakit
Her namazı kendi vaktinde kılmak şarttır. Sabah namazının vakti; ikinci fecir, yani şafağın doğuşundan Güneşin Doğuşuna kadar olan süre, Öglenin vakti; zevâlden, yani gölgenin en kısa olup uzamaya başladığı andan, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin iki misline ulaştığı ana kadardır. Imam-ı Azam dışındaki imamlara göre ise, herşeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin bir misli olmasına kadardır. Ikindinin vakti; ögle vaktinin bitiminden Güneşin batışına kadarki süre, Akşamın vakti; Güneşin batışından, batıdaki kızıllığın ve onun arkasından beliren beyaz şafağın kayboluşuna kadarki süre; Yatsının ve vitrin vakti; Akşam vaktinin bitişinden, ikinci fecire, yani şafağın doğuşuna kadarki süredir. Ancak vitir yatsıdan önce kılınmaz. Bu vakitler Güneşe göre hesaplandığı, Güneşin hareketleri de astronomi ilmince bilinebildiği için, bunların takvime göse tesbiti daha kolaydır.

Müstehap Vakitler:
Bazı vakitlerde namazı geciktirmek, ya da acele etmek müstehaptır:
Meselâ:
1. Sabah namazını; selâm verdiğinde abdest alıp Fâtiha'dan başka kırk âyet okunacak bir namaz daha kılacak zaman kalacak şekilde geciktirmek.
2. Ögleyi, yaz sıcaklarında gün ortası harareti geçinceye kadar ertelemek.
3. Ikindiyi, Güneşin sararma zamanına kalmayacak kadar geciktirmek.
4. Yatsıyi gecenin son üçte birine kadar geciktirmek.
5. Uyanabileceğinden eminse, vitri gecenin sonuna kadar geciktirmek.
6. Kışın öğleyi acele kılmak.
7. Akşamı, yıldız karışımından önce kılmak.
8. Bulutlu günlerde. ikindi ve yatsı namazlarını acele kılmak.
9. Bulutlu günlerde ikindi ve yatsının dışındaki namazları geciktirmek müstehaptır. (Bu son iki madde zamanın takvimsiz hesaplanmasına göredir.)
Mekruh ya da Haram Vakitler:
Bazı vakitlerde namaz kılınmaz.
Bunlar:

1. Güneş'in doğmaya başlamasından, bir mızrak boyu yükselişine kadar. (Ülkemizde yaklaşık 45 dakika).
2. Öğleyin güneş tam tepede bulunduğu zaman, (ögleden yaklaşık onbeş dakika öncesinden öğle ezanına kadar.)
3. Güneş sararmaya başladığı andan batıncaya kadar, (yaklaşık kırkbeş dakika). O anda yalnız o günün ikindisinin farzı kılınabilir.
4. Sabah ve ikindi namazlarından sonra tavaf ve nafile namazı kılmak. (Kaza ve cenaze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi yapılır).
5. Ikinci fecrin doğuşundan sabahın farzını kılıncaya kadar, sabahın sünnetinden başka nafile namaz kılmak.
6. Akşamın vaktinde, akşamı kılmadan önce nafile kılmak.
7. Hutbe okunurken nafile kılmak.
8. Bayram günü bayram namazından önce namaz kılmak.
9. Arefe ve Müzdelife'den başka bir yerde, bir özürle de olsa iki vakti birleştirerek kılmak.
Bunların ilk üçü haram, geri kalanları mekruhtur:

Niyyet
Namazın niyyeti, yapmakta olduğu hareketin namaz kılmak olduğunu ve hangi namazı kılacağını bilmekten ibarettir. Meselâ ikindi namazını kılmak için kıbleye dönen bir adam tekbir için ellerini kaldırırken ikindinin, meselâ, sünnetini düşünüp, kendisi için tekbir almakta olduğu bu kılacağı namazın, ikindinin sünneti olduğuna içinden karar vermesi niyyettir ve bu bir anlık meseledir. Dilden söylemesine gerek olmadığı gibi bu güzel de değildir. Çünkü niyyet kalbin işidir. Insanın dili birşey söylerken kalbi başka şey söylerse, niyyet, dilinin dediği değil, kalbinin dediğidir. Bu yüzden niyyeti kalbinden yapan, mutlaka isabet eder, ama diliyle yapan kalbi başka şey söylerse isabet etmeyebilir. Onun için eski âlimler dil ile niyyeti bid'at saymışlar ve bunu, ne peygamber, ne onun arkadaşları, ne de onları özleyen tâbiin yapmıştır. (bk. imam Rabbanî, Mektubât.) Öyleyse biz de yapmamalıyız, demişlerdir. Gerçekten de niyyetin dil ile yapılması, sadece son devir kitaplarında ve ilmihallerinde görülen bir şeydir Oruç ve diğer ibadetler için de durum aynıdır.

Başlangıç Tekbiri
Namaza, Allah'ın yüceliğini bildiren bir kelime ile başlamak namazın şartlarındandır. Buna iftitah (başlangıç) tekbiri ya da "tahrîme" denir. Niyyetin hemen arkasından elleri kaldırırken "Allahû Ekber" diyerek yapılır. Daha namaza başlarken, namaz kılana Allah'ın en büyük olduğu söylettirilirken sanki; namazının faydasını Allah'a yönelik sanma, O en büyüktür, buna ihtiyacı yoktur, namaz yine senin içindir, dedirtilmiş olur.

Ayakta Durmak (Kıyam)

Bir özrü olmayan mükellefin farz ve vacip olan namazları ayakta kılması da farzdır. Nafile namazları ise ayakta kılmak şart değildir, oturarak da kılabilir, ancak sevabı daha az olur.

Kur'ân Okumak (Kiraat)
Farz namazların ilk iki rekatlarında Kur'ân-ı Kerîm'den bir parça okumak da farzdır. Dolayısı ile bu farzın yerine gelmesine yetecek kadar Kur'ân âyetini ezbere bilmek de farz olmuş olur. Bu farz, Kur'ân'ın neresinden olursa olsun, üç kısa âyet kadar okumakla yerine gelmiş olur. Meselâ her rekatta okunan "fâtiha" ile bu farz da yerine getirilmiş olur. Bizzât fâtihanın okunması ise ayrıca vaciptir. Yeri gelince görülecektir.

Rukû' (Eğilmek)
"Rukû" eğilmek demektir. Namazların her rekatında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rukû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar egilir.

Secde
Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vaciptir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidır.
Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir. Pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan, yani 20- 30 cm.'den yüksek olmamalıdır.

Son Oturuş
Kıldığı namaza göre son rekatın bitiminde "tahiyyat" okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyatı okumak ise vaciptir. Yerinde görülecektir.
Buraya kadar sayılan altı temel, namazın ana iskeletini oluşturor. Bunlardan biri dahi olmasa namaz batıl, yani asılsız olur. Vacipler ise namazın ikinci derecede kuvvetli bölümleridir. Farzları tamam olan bir namazın vacipleri bulunmasa namaz sayılır, ancak eksik ve yaralı bereli bir namaz olur. Vacipleri bilerek terkederse günah işlemiş olur, ama namaz yine tamamdır. Vaciplerden sonra da sünnetler ve müstehaplar gelir.

NAMAZIN SÜNNETLERİ
Namazın sünnetleri; önem bakımından vaciplerden sonra gelen, kasten ya da unutarak terkedilmeleri halinde namaz bozulmayan ya da yanılma secdesi gerekmeyen, ama kasten terkedilmeleri, alınacak sevabı azaltan davranışlardır. Namazın mükemmel olmasını sağlarlar. Namazın en güçlü sünneti farz namazları cemaatle kılmaktır. Bunun farz olduğunu söyleyenler de vardır. Diğer sünnetler şunlardır:
1. Başlangıç tekbirinde parmakları açarak elleri kaldırmak.
2. Tekbirleri imamın açıktan söylemesi.
3. Tekbirin arkasından "sübhaneke" okumak.
4. "Sübhaneke"den sonra "e'ûzü" okumak.
5. Her "fâtiha" dan önce "besmele" çekmek.
6. "Fâtiha"dan sonra gizlice "âmin" demek.
7. Elini göbeğinin altından bağlamak. (Kadınlar göğüslerinin üzerinden bağlarlar.)
8. Sağ elini sol elinin üzerine bağlamak.
9. Rukû'a giderken tekbir almak, yani "Allahü ekber" demek.
10. Rukû'da üç kere "tesbih" okumak (sübhane Rabbiye'1-azîm demek).
11. Rukû'dan kalkarken tekbir almak.
12. Rukû'da diz kapaklarını elleriyle kavramak. (Kadınlar dizlerini tutmayıp, ellerini dizlerinin üzerine koymakla yetinirler).
13. Rukû'da ellerinin parmaklarını aralıklı bırakmak.
14. Secdeler için tekbir almak.
15. Secdelerde üç kere "tesbih" okumak (Sübhane Rabbiye'1-A'lâ demek).
16. Secdelerde ellerini ve dizlerini yere koymak.
17. Oturuşlarda erkeklerin sol ayağı yatırıp sağ ayağı dikmesi. (kadınlar sol kalça üzerine oturarak iki ayaklarını birden sağa doğru çıkartırlar).
18. Rukû'dan sonraki kalkışta dosdoğru oluncaya kadar dikilmek (Kavme).
19. Iki secde arasında birazcık oturmak (celse).
20. Son oturuşta "tahiyyât"tan sonra Peygamberimize "salât ve selâm" ("salli" ve "barik") okumak.
21. "Salat ve selâm'dan sonra, kendine, ana-Babasına ve bütün müminlere duâ etmek. (Rabbenâ âtina... okumak).

NAMAZIN VACİPLERİ
l. Fâtihayı okumak.
2. Farzların ilk iki rekatında, sünnetlerin her rekatında Fâtiha'ya en kısalarından üç âyet, ya da en kısa üç âyet kadar bir uzun âyet eklemek.
3. Fâtiha'yı bu ekledigi âyetlerden önce okumak.
4. Namazın diğer rukünlerinde de sırayı gözetmek.
5. "Ta'dili erkânı" yerine getirmek.
6. Ikiden çok rekatlı namazların birinci oturuşu.
7. Her iki oturuşta da "tahiyyât" okumak.
8. "es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah" diyerek selâm vermek.
9. Vitir namazında "kunut" duâsını okumak.
10. Bayram namazlarında ilâve tekbirleri söylemek.
11. Namazdan kendi fiili ile çıkmak.
12. Imamın açık okunacak yerde açık, gizli okunacak yerde de gizli okuması.
13. Namazda nelerin farz; nelerin vacip olduğunu bilmek.
Bu sayılan vaciplerden biri kasten terkedilirse günah islenmiş olunur, ama namaz yine tamamdır. Unutarak terkedilirse "yanılma (sehiv) secdesi" yapılır.
"Ta'dil-i erkân"; namaz kılarken rukû'a gidişte, rukû'dan kalkista, secdeye gidişte, secdeden kalkışta ve tekrar secdeye gidişte organlar yerlesecek şekilde hareket etmek ve mesela, daha tam doğrulmadan öbür harekete geçmemektir.
Yanılma secdesi (secde-i sehiv) son oturuşta sadece "tahiyyat"ı okuduktan sonra, sağa sola selâm verip, iki secde daha yaparak "tahiyyat" ı tekrar okuyup, "salli", "barik" duâlarını da okuduktan sonra tekrar selâm vermekle yapılır.
Genel kural olarak:
"Farzların geciktirilmesi, vaciplerin ise hem geciktirilmesi hem de terkedilmesi yanılma secdesini gerektirir." Bu yüzden farzların da vaciplerin de iyi bilinmesi gerekir.
Örnek olarak: Namazda ayakta durmak farzdır. Birinci oturuşta, tahiyyatı okuyup kalkmak gerekirken, "salli" ve "barik" duâlarından unutarak en az üç kelime ya da daha fazla okuyan, ayakta durma farzını geciktirmiş olur, bu yüzden namazın sonunda "yanılma secdesi" yapması gerekir.
Alıntıdaki Ek 59700
NAMAZ ÇEŞİTLERİ: NAMAZ DÖRT KISMA AYRILIR.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Allah yolunda cihad, iyıliği emir kötülüğü yasak etme, müslümanlar arasında bir halife seçme de bu çeşit farzlardandır (Şâfiî, er-Risâle, Kahire 1960, s. 54, 55, 363, 364; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, Terc. AbdulKadir Şener, Ankara 1986, s. 37-39).
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir. Diğer mezheplerde farz ile vacib aynı anlamda kullanılır. Onlara göre bir şey farz değilse sünnettir. Vacibin işlenmesine sevap, terkine azap vardır. Ancak vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak, amacıyla kendiliğinden kılındığı için bunlara "tatavvu"da denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.

Namazların Rekâtları:
Namazların rekatlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Sabah namazının iki rek'at sünneti, iki rek'at da farzı vardır. Öğle namazının dört rek'at ilk sünneti, dört rek'at farzı, iki rek'at da son sünneti vardır. Ikindi namazının dört rek'at sünneti, dört rek'at da farz vardır. Akşam namazının üç rek'at farzı, iki rek'at da sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da vaktin sünneti adıyla başka bir sünnet vardır.
Vitir namazı üç rekattır. Bayram namazları ise ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekat olur.

Namazın şartları:
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin bulunması gereklidır. Şart, sözlükte alâmet demektir. Bir terim olarak şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mâhiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer'i hüküm olarak şart ve rükne farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya "namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, büluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülâlî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî, el-Muhezzeb, 1, 53; Ibn Kudâme, el-Muğni, I, 396-401; ez-Zühâylî, el-Fıkhuul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 563 vd)

Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten temizlenme
2) Necasetten temizlenme
3) Avret yerini örtmek
4) Kıbleye yönelmek
5) Vakit
6) Niyet
Bunlara, "namazın şartları" denir.

Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken farzlar olup şunlardır:

1) Iftitah tekbiri
2) Kıyam
3) Kıraat
4) Rükû
5) Sücûd
6) Son oturuşta "et-Tehiyyâtü"yü okuyacak kadar bir süre oturmak.
Bunlara da "namazın rükünleri" denir. Bunlardan başka ta'dîl-i erkân ve namazdan kendi isteği ile çıkmak gibi başka rükünler de vardır. İleride bunları açıklayacağız.

Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:

1) Hadesten Temizlenme:

Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya "hades hâli" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir. Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. Allah`ü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiç bir namazı kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû', 21; Ahmed Ibn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nâfile tam namaz veya tilâvet yahut şükür secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebû Dâvûd, Tahâre, 81, Salât, 187; Tirmizî, Racıâ, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat şartlarındandır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', I, 114 vd.; Ibnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179 vd.).

2) Necasetten Temizlenme:

Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır. Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katıyahut avuç içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasınıise, temizlemeye güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teâlâ; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. Ibn Sîrin, bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Ebî Hubeyş (r.anhâ)'nın özür kanının (istihâza) hükmünü sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı değildir. Âdet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Âdetin kadar bir süre geçtikten sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buhârî, Vüdû', 63; Hayz, 24; Müslim, Hayz, 62, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün " (Buhârı, Vüdû', 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahâre, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri temizlemenin farz olduğuna delâlet eder.

3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer'î bir terim olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farı bulunan uzuvlara "avret yeri" denir. Hanefîlere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz sahih olmaz (Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 375).
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin" (el-A'râf, 7/31). Ibn Abbas (r.a)'a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz elbiselerdir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ büluğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre,132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, VI,151, 218, 259). Ey Esma! Kadın büluğ çağına ulaşınca, onun şu ve şu uzuvlarından başkasının görünmesi helâl ve caiz olmaz". Hz. Peygamber bu sözleri söylerken, elleri ile yüzünü işaret etmişti" (Ebû Dâvûd, Libâs, 31).
Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları; göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır", "Göbeğinden aşağısı diz kapaklarını geçinceye kadar olan kısımdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Başka bir delil de Darekutnî'den rivayet edilen, Diz kapağı avret yerlerindendir" (Zeylâi, Nasbur-Râye, I, 297) anlamındaki zayıf hadistir.
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarûreti vardır. Özellikle bunları örtmek yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise, ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar, kendiliğinden görünen dışında, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24/31).
Bundan kastedilen ziynetlerin takıldığı yerlerdir. Kadının kendiliğinden görünen yerleri ise elleri ile yüzdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ', 18). Diğer yandan Allah elçisi, Esmâ (r.anhâ)'ya büluğ çağından sonra el ile yüz ve avuçlarına işaret ederek, bu yerlerin dışındaki kısımların örtülmesini bildirmiştir (Ebû Dâvud Libâs, 31). Hz. Âişe'den nakledilen; "Allah Teâlâ büluğ çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât,160) hadisi de, saçları örtünme kapsamına almaktadır.
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan, dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz sahih olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e, I, 375 vd.; Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95 vd.; Ibn Kudame, el-Muğnî, I, 599; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111; Bilmen, B. Islâm Ilmihali,109).

4) Kıbleye Yönelmek:

Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüsteki Mescid-i Aksa idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke'deki Ka'be-i Muazzama'ya çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde, yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kâbe, Mekke'deki bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble yönüdür. Bu yüzden Kâbe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kâbe'nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke fethedildiği gün, Kâbe'ye bir kere girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilâl (r.a)'e, Allah elçisinin Kâbe'ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilâl şu cevabı vermiştir: "Evet Kâbe'ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz kıldıktan sonra çıktı ve Kâbe'nin yönüne doğru iki rek'at namaz kıldı" (Buhârî, Salât, 30; Nesâî, Menâsik, 127; Dârimî, Menâsik, 43; Ahmed Ibn Hanbel, II, 75, III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kâbe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kâbe'ye yönelerek namaz kılmaları farz değildir, Kâbe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 397 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 431 vd.). Hz. Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"' (Tirmizî, Salât; 139; Nesâî, Sıyâm, 43; Ibn Mâce, Ikâme, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kâbe'nin kendisine isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kâbe'nin hizasına rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih olmaması gerekirdi.

NAMAZ VAKİTLERİ:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:

1) Sabah Namazının Vakti:
Ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. Ikinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. Ikincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San'ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır" (Buhârî, Mevâkît, 27; Ebû Dâvûd Salât, 2; Ibn Mâce, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît,15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 210, 213, 223).

2) Öğle Namazının Vakti:

Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır (Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît,1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10,15; Ibn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta', Salât, 9).
Ebû Hanîfe'nin delili ise, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" (Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18). Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır (el-Mevsilî, el-Ihtiyâr, I, 38, 39; Zühaylî a.g.e., I, 508).


Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.

3) Ikindi Namazının Vakti:

Ikindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Ikindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe'ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" (Malık, Muvatta', Vükût, 5; Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Mâce, Salât, 2; Ibn Hanbel, II, 236, 254).
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah'ı çok az anar" (Mâlik, Muvatta', Kurân, 46).
Islâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)'nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). Ikindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.

4) Akşam Namazının Vakti:

Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe'ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, Imam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer'in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San'ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'in görüşüdür.

5) Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Ikinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. Ikinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir (namaz vakitleri için bk. Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160; Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62; eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.).

NAMAZ - NAMAZIN ÖNEMİ
Eğer Islâm'i tek kelime ile anlatmamız istense, "Namaz" diyebiliriz. Bu yüzden Allah Rasülü namazı, "dinin orta direği" diye nitelemiştir.(el-Hindî age. I/278 (1372), Ebu Naîm'den.)
İnsanlar Allah'ı tanımak için yaratılmışlardır. (K. ez-Zâriyat (51 ) 56: Ayrıca bk, Aclûn[M1]î[M2], Kesfu'I-hafâ N/173.) Allah'ı iyi tanımışlığın en güzel göstergesi namazdır.
Namazın toplayıcılık niteliği vardır. Onda her türlü ibadetten bir parça bulunur. (Imam Rabbani Mektubat'ında bunu güzel izah eder.)
Namazı Yaratıcımız (c.c.) imana denk tutmus ve kıble değiştiginde, "geçmiş namazlarımız boşa mi gitti?" diye soranlara, "Allah sizin imanınızı zayi etmez" buyurarak, namazdan "iman" diye söz etmiştir. (K. Bakara (2) 143.)
Bu yüzden sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)'in arkadaşları da: "Biz namazdan başka hiçbir ibadeti terketmeyi küfre yani. kâfir olmaya denk saymazdık" demişlerdir.
Dünyada en üst makamdan en aşağı görülenine kadar herkesi aynı safta toplayıp, Allah'ın karşısında hepsinin insan olarak eşit olduklarını namaz kadar vurgulayan bir başka eylem yoktur.
İnsanın bedeninin gıdaya ve çeşitli vitaminlere ihtiyacı olduğu gibi, ruhunun da gıdaya ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Ruhun temel gıdası namazdır. Ve insanın bedeni çeşitli kirlerle kirlendigi gibi ruhu da kirlenir. Namaz bu her iki kiri de temizler.
Namaz insanı yalnızlık duygusundan kurtarır. Günde en az beş defa tekbir alırken dünyayı ve içinde bulunanları arkasına atan, bu hareketiyle en azından şunları demek ister:
Bütün dünya bir yana olsa bana Allah'ım yeter. Ben ondan başka boyun eğecek kimse tanımıyorum.
Allah-u Ekber = En büyük Allah'tir, diyorum ve benim namazıma O'nun ihtiyacı olmadığını da böylelikle itiraf ediyorum.
Namaz sevgili Peygamberimiz aracılığıyla bizzat Yüce Allah'ımızın bize gönderdiği bir hediyedir; onu nasıl reddederiz?
Namaz Miraç hediyesi olmakla mü'minlerin Miracı sayılmıştır. Yani namaz insanı manâ âleminde alabildiğine yükselten bir asansördür. Ona tutunmayanlar aşağıların aşağısında kalacaklardır.
Namaza belki de en az muhtaç olan insan, Allah'ın Rasûlü Muhammed'dir. Ama o, aynı zamanda namazı en iyi anlayan insandır. Bu yüzden onun, ayakları şişecek kadar namaz kıldığıolurdu. Aişe annemiz ona bir seferinde acıyarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını bağışladığını söylüyor, öyleyse kendini bunca yormak niçin?" diye sorduğunda O da:
"Sükreden bir kul olmayayım mi?" buyurmuştur. (Buharî tefsir 48, teheccüd 6; Müslim, münafikûn 79, 81.) Demek ki namaz, Allah'ımızın verdiği sayısız nimetlere karşı da bir şükür, yani tesekkürdür.
Artık kalp temizliğinin nasıl olduğunu daha iyi anlıyor olmalıyız. Demek ki, kalp temizliği namaz kılmamayı değil, daha çok kılmayı gerektirir.
Ancak namazın bütün bu iyi etkileri için bir şart vardır: Onu Allah'la yüzyüzeymis gibi kılmak. Yani "huşû" ya da "ihsan". Kendisini Allah'la konuşuyor sayarak o şekilde namaz kılmak. Onun için namaz kılanın önünden geçilmez. Konuşanlar, arasından geçmek terbiyesizliktir.
Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını "huşû" içinde kılanları sayar. ("Mû'minler elbette kurtulacaktır: Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, boş şeylerden yüzçevirirler, zekâtlarını verirler, ırzlarını korurlar..:' K. Müminûn (23) 1-9.)
Bu yüzden Allah (c.c.) "Beni anmak için namaz kıl." (Tâ-hâ (20) 14.) buyurur. Demek ki namaz Allah'ı anmak yani zikretmek ve hatırlamak için kılınır.
Bu yüzden Allah (c.c.): "dosdoğru kılınan namaz insanları her kötülükten alıkoyar." (Akebût (29) 45.) buyurur. Bunu herkes, kırk gün değil, sadece bir hafta, hattâ bir gün huşû'lu namaz kılmakla açık seçik görür. Ama olabildiğince düşünerek, olabildiğince kontaktta.
Bu yüzden Allah Rasûlü dünya meşgaleleriyle yorulduğu ve sıkıldığızamanlarda: "Ey Bilal, kalk da bizi ferahlat!" (Ebû Dâvûd, edep 78; Müsned V/364, 371.) yani, ezan oku da namaz kılalım, buyururlardı.
Onun arkadaşlarından bazıları da namaza durduklarında Allah'tan başka her şeyi unuturlardı. Hattâ birisinin sırtına ok saplanmışti. Acısına dayanamadığı için çıkaramıyorlardı. Bu yüzden o namaza durduğunda çıkardılar. Duymamıştı bile. (Benzer bir olay için bk. Kandıhlevî, Hayâtu's-sahabe NI/605.)
Bir başkası, namazda hatırına gelip kendisini Allah'ı anmaktan alıkoyduğu için, çok değerli hurma bahçesini Allah Rasûlü'ne bağışladı. (bk. Kandıhlevî age NI/544; Ibnü'I-münzir, et-Tergib I/316. )
Artık nasıl namaz kılmayız? Nasıl AlIah'a kulluğu kabullenmeyiz? Nasıl çocuğumuza namaz kıldırmamakla ona acıdığımızı zannederiz? Namazın yaşınıda, onu emreden belirliyor ve elçisine: "Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namaz kılmayı öğretin ve onları namaza başlatin, on yaşına geldiklerinde de, eğer namaz kılmadıkları olursa, dövün, yataklarını da ayırın." 24 dedirtiyor. Gerçekten de çocukken başlanılmayan şeylere sonradan alışmak çok zordur.

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

Namazı bozan şeyler:

l. Unutarak da olsa konuşmak,
2.Peygamberimizden nakledilmeyen ve insanların sözlerine benzeyen duâlarla duâ etmek,
3.Ah! Oh! Üf! gibi ünlemler kullanmak ,
4.Cennet ve Cehennemi düşünmek gibi şeyler dışında, mesela bir yerinin acımasından ağlamak,
5.Özürsüz yere boğazını temizlemek,
6.Aksiran kimseye karşılık olarak "Yerhamükellah" ya da benzeri bir şey demek
7.Şaşırtıcı bir habere "Sübhanellah" gibi bir ünlemle karşılık vermek;
8.Birisinin ölüm haberine "istirca"da bulunmak, yani "innâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek
9.Sevinçli bir habere "elhamdülillah" demek ,
10.Allah'tan başka ilah var mıdır? Sorusuna "Lâilâhe illallah" demek ,
11.Canını sıkan bir söze "lâhavle velâ kuvvete..." demek, (Bu altı maddedeki cümleleri, namazda olduğunu duyurmak için söylerse namazı bozulmaz),
12.Imamından başkasının yanlışını düzeltmek,
13.Selâm vermek, selâm almak,
14.Mushafı yüzünden okumak, (yazıya bakıp ta anlamını kavramak bozmaz),
15.Yemek, içmek (ağzında kalan nohuttan küçük şeyi yutmak bozmaz),
16.Pis yere secde etmek,
17.Dışarıdaki kimseyi namazda olup olmadığı konusunda şüpheye düşürecek ölçüde hareket ve davranışta bulunmak (Amel-i kesîr),
18.Bir namazda iken diğerine başlamak.
Namazla Ilgili Diğer Bazı Konular
Nafile namazlarda kıyamı, yani "Fâtiha"dan sonra okunan sureyi uzatmak, rekatleri çogaltmaktan iyidir.
Nafile kılan, namazını bitirmeden bozsa, onu kaza etmesi vacip olur.
Oturduğu yerde nafile namaz kılmak caizdir, mekruh değildir.

Dört namazı özrü olmaksızın oturarak kılmak câiz değildir:
1. Farzı,
2. Vacibi,
3. Adağı,
4. Sabah namazının sünnetini.
Sabah namazı vaktinde kılınamazsa, o günün öglesine kadar sünnetiyle beraber kılınır.
Geçmiş namazların farz ve vaciplerini kaza etmek gerekir.
Namazda yanılma secdesini gerektiren birden çok yanılmaya, bir secde yeterlidir.
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyen, oturarak kılar, ona da güç yetiremeyen, yüzü kıbleye gelmek üzere başı ile ima ederek kılar. Onu da yapamayan namazlarını sonraya bırakır, gözü ve kaşı ile ima etmez.
Kur'ân-ı Kerim'de ondört yerde geçen secde âyetlerinden birini okuyan ya da dinleyen, namazın bir tek secdesi gibi bir secde yapar.
Sefer müddeti yolculuğa çıkanlar, dört rekâtli farz namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Üç rekât olanlar ise yine üç rekât olarak kılınır.



kaynak: dinisohbet.com

Bakınız
> Namaz Kılmak




virtuecat 12 Ekim 2005 10:57

Namaz Sureleri


Fatiha Sûresi


Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn.

Anlamı


Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.

Fil Sûresi


Elem tera keyfe fe'ale rabbüke biashâbilfîl. Elem yec'al keydehüm fî tadlîl. Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl. Termîhim bihicâratin min siccîl. Fece'alehüm ke'asfin me'kûl.

Anlamı


(Ey Muhammed! Kâbe'yi yıkmaya gelen) Fil sahiblerine Rabbinin ne ettiğini görmedin mi? Onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine, sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi. Sonunda onları, yenilmiş ekin gibi yaptı.

Kurayş Sûresi


Li'î lâfi Kurayş'in. Îlâfihim rihleteşşitâi vessayf. Felya'büdû rabbe hâzelbeyt. Ellezî et'amehüm min cû'in ve âmenehüm min havf.

Anlamı


Kureyş kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzlaşması ve anlaşması sağlanmıştır. Öyleyse kendilerini açken doyuran ve korku içindeyken güven veren bu Kâbe'nin Rabbine kulluk etsinler.

Mâun Sûresi


Era'eytellezî yükezzibü biddîn. Fezâlikellezî, yedu'ulyetîm. Ve lâ yehüddü alâ ta'âmilmiskîn. Feveylün lilmüsallîn. Ellezîne hüm an salâtihim sâhûn. Ellezîne hüm yürâûne. Ve yemne'ûnelmâ'ûn.

Anlamı


(Ey Muhammed!) Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur. Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gâfildirler. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri (ödünç) dahi vermezler.

Kevser Sûresi


İnnâ a'taynâkelkevser. Fesalli lirabbike venhar. İnne şânieke hüvel'ebter.

Anlamı


(Ey Muhammed!) Doğrusu sana pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu adı, sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.

Kâfirûn Sûresi


Kul yâ eyyühel kâfirûn. Lâ a'büdü mâ ta'büdûn. Ve lâ entüm âbidûne mâ a'büd. Ve lâ ene âbidün mâ abedtüm. Ve lâ entüm âbidûne mâ a'büd. Leküm dînüküm veliye dîn.

Anlamı


(Ey Muhammed!) De ki: Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.

Nasr Sûresi


İzâ câe nasrullahi velfeth. Ve raeytennâse yedhulûne fî dinillâhi efvâcâ. Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh. İnnehû kâne tevvâbâ.

Anlamı


(Ey Muhammed!) Allah'ın yardımı ve zafer günü gelip, insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et; O'ndan bağışlama dile, çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir.

Tebbet Sûresi


Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb. Mâ eğnâ anhü mâlühû ve mâ keseb. Seyeslâ nâren zâte leheb. Vemraetühû hammâletelhatab. Fî cî dihâ hablün min mesed.

Anlamı


Ebû Leheb'in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşe yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır.

İhlas Sûresi


Kul hüvellâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.

Anlamı


(Ey Muhammed!) De ki: O Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağni ve her şey O'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir.

Felak Sûresi


Kul e'ûzü birabbilfelak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri ğasikın izâ vekab. Ve min şerrinneffâsâti fil'ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased.

Anlamı


(Ey Muhammed!) De ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.

Nâs Sûresi


Kul e'ûzü birabbinnâsi. Melikinnâsi. İlâhinnâs. Min şerrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâsi. Minelcinneti vennâs.

Anlamı


(Ey Muhammed!) De ki: İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Tanrısı, insanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım.


virtuecat 12 Ekim 2005 11:22

Namaz Duaları


Sübhaneke

Sübhânekellâhümme ve bi hamdik ve tebârakesmük ve teâlâ ceddük (ve celle senâük*) ve lâ ilâhe ğayrük)
* Ve celle senâük yalnızca cenaze namazlarında kullanılır.

Allah'ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka ilah yoktur.

Ettehiyyâtü

Ettehiyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayibât. Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllahi ve berakâtühüh. Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-Sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasülüh.

Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah'a dır. Ey Peygamber! Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Peygamberidir.

Allâhümme Salli

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.

Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.

Allâhümme Barik


Allâhümme barik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ barekte alâ İbrahîme ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.

Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.

Rabbenâ âtina


Rabbenâ âtina fid'dünyâ haseneten ve fil'âhirati haseneten ve kınâ azâbennâr. Birahmetike yâ Erhamerrahimîn

Allah'ım! Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azabından koru.

Rabbenâğfirlî


Rabbenâğfirlî ve li-vâlideyye ve lil-Mü'minine yevme yekûmü'l hisâb.

Ey bizim Rabbimiz! Beni, anamı ve babamı ve bütün mü'minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla.

Kunut Duaları


Allâhümme innâ nesteînüke ve nestağfirüke ve nestehdik. Ve nü'minü bike ve netûbü ileyk. Ve netevekkelü aleyke ve nüsni aleykel-hayra küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefcürük.

Allahım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkar etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkar eden ve sana karşı geleni bırakırız

Allâhümme iyyâke na'büdü ve leke nüsalli ve nescüdü ve ileyke nes'a ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri mülhık.

Allahım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kafirlere ve inançsızlara ulaşır.


Misafir 12 Ekim 2005 12:32

1 ek
Namazı Neler Bozar?
Alıntıdaki Ek 59709

1.
Namazda konuşmak. (Bilerek, bilmeyerek, yanılarak ve uyuklayarak nasıl olursa olsun insan sözü namazı bozar.)
2.
İnsan sözüne benzeyen dua. (Ya Rab! beni şöyle giydir, şöyle yedir veya falan kadını bana nasip eyle! gibi.)
3.
Namazda iken birine selam vermek veya başkasının verdiği selamı almak. Verilen selamı, el, baş veya parmak işareti ile atmak namazı bozmaz, ancak mekruhtur.
4.
Namazda namaza ait olmayan bir iş yapmak. Buna "amel-i kesir" denir ki anlamı, "çok iş" demektir. Namazın bozulmasına sebep olan bu "çok iş" in belirlenmesindeki ölçü şudur
Namaz kılan bir kimse namazla ilgili olmayan bir işle uğraşırken onun namaza durduğunu bilmeyen ve bu halde gören bir insan şüphe etmeden, "Bu adam namazda değildir, çünkü namaz kılan bu kadar işle uğraşmaz" derse, dışardan bakan insanı bu kanaate vardıran işlere, "amel-i kesir=çok iş" denir.
Namaz kılan kimse, namazda olup olmadığında şüphe edilecek bir işle uğraşırsa buna da "amel-i katil" denir ki "az iş" demektir. Bu ise namazı bozmaz, fakat mekruhtur.
Namazda saç ve sakal taramak, vücudun herhangi bir yerini üç kere kaşımak namazı bozar. Bir veya iki kere kaşırsa bozulmaz. Vücudun herhangi bir yerini el kaldırmadan üç defa kaşımak bir defa kaşıma sayılır ve bu kaşıma da namazı bozmaz,
Çocuğu alıp emzirmekle namaz bozulur. Eğer çocuk, namaz kılan kadının memesini emip süt çıkarsa namaz bozulur, bir veya iki defa emmekle süt çıkmazsa namaz bozulmaz. Süt çıkmasa bile iki defadan fazla emmekle de bozulur.
Namazda özürsüz olarak peş peşe ve durmadan üç adım atmak namazı bozar.
Bir kimsenin çarpması veya çekmesi ile namaz kılınan yerden istemeyerek üç adım yürümekle namaz bozulacağı gibi, namaz kılınan yerden çıkarılmakla da namaz bozulur.
Namazda sadece bir defa bir el ile başındaki sarık veya takkeyi alıp yere koymak, yahut bunları yerden alıp basma giymek namazı bozmaz. Namazda sarığı çözülüp bunu tek elle bir veya iki kere düzeltmekle namaz bozulmaz, Namaz kılan, el veya kamçı ile birisine vurursa namazı bozulur.
Namazda bulunan bir erkeği, karısı öpse veya okşasa namazı bozulmaz. Ancak bununla şehvet meydana gelirse bozulur. Namazda olan bir kadına kocası şehvetle dokunsa veya şehvetle olsun, olmasın öpse kadının namazı bozulur. Ancak bakmak veya düşünmekle bozulmaz. Çünkü bunlardan kaçınmak mümkün değildir.
Namaz kılan bir kimseye "ileri git" veya yanında namaz kılacak olana "yer aç" denilse, o da başkasının emrine uyarak bunları yapsa namazı bozulur. Çünkü namazda başkasının emriyle hareket etmiştir. Ancak kendi kendine ileri gitmesi veya safta yer açması ile namaz bozulmaz.
Namazda güneşten rahatsız olan kimse bir veya iki adım yürüyerek gölgeye çekilse namazı bozulmaz. Namazda pantolonunu bağlamak namazı bozar, çözmek ise bozmaz. Namazda olan kimseden bir şey istenip o da, evet veya hayır anlamımda işarette bulunsa namazı bozulmaz.
5.
Kıbleden göğsünü çevirmek,
6.
Dışardan bir şey yemek,
7.
Dişleri arasında kalan -nohut tanesi kadar- şeyi yutmak,
8.
Ağızda sakız veya başka bir şey çiğnemek.
Ağza alınan şeker, eridikçe tadı boğaza gitse namaz bozulur. Namazdan önce tatlı bir şey yiyen kimse, namaz kılarken bunun tadım ağzında hissedip yutsa namazı bozulmaz.
9.
Namazda bir şey içmek,
10.
Özürsüz olarak öksürmek,
Bir özürden dolayı öksürmek namazı bozmaz. Okuyuşuna engel olan balgamı gidermek, sesini düzeltip güzelleştirmek, yanlış okuyan imamın hatasını doğrultmak ve namazda olduğunu bildirmek için öksürmek namazı bozmayan özürlerdir.
11.
Bir şeye üflemek,
12.
Ah diye inlemek,
13.
Ah, oh demek,
14.
Ağrıdan veya olmayan ait bir musibetten dolayı sesle ağlamak. (Cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak namazı bozmaz.)
15.
Aksırana "Yerhamukellah", kötü bir habere "Inna lillahi ve İnna ileyhi raciun"., iyi habere "Elhamdü lillah", hayret edilecek bir habere "Sübhanellah" demek, Allah'ın adını işitince "celle celalühü", Peygamberimizin adını işitince "Salat ve selam" okumak.
Başka bir namaz kılanın "vele'ddallin" okuduğunu içitip "Amin" deyen kimsenin de namazı bozulur.
16.
Birine cevap vermek maksadıyla ayet okumak. (Cevap maksadıyla değil de namazda olduğunu bildirmek için okursa namaz bozulmaz.) Namazda olduğunu bildirmek için yüksek sesle okumak da namazı bozmaz.
17.
Teyemmümle namaz kılanın suyu görüp kullanmaya gücü yetmesi,
18.
Ayaklara giyilen mestlerin mesh müddetinin namazda sona ermesi,
19.
Ayağından az bir uğraşma ile de olsa mestleri çıkarmak,
20.
Rükû ve secdeleri ima ile yapmakta olan kimsenin namaz içinde rükû ve secde yapmaya gücü yetmesi,
21.
Sabah namazını kılarken güneşin doğması,
(Bayram namazı kılarken zeval vaktinin gelmesi ve cuma kılarken ikindi vaktinin girmesi ile de bu namazlar bozulur.)
22.
Özür sahibinin özrünün ortadan kalkması
23.
Kasten veya bir başkası tarafından abdestin bozulması,
24.
Bayılmak ve çıldırmak,
25.
Ergenlik çağında olan bir kız veya kadının, cemaatle kılınan namazda erkeğin yanında veya önünde durması. Buna "muhazatı nisa" denir. Bu durumda erkeğin namazının bozulması için bazı şartların bulunması gerekir. Bunlar:
a) Namaz kılanın mükellef olması. (Çocuğun namazı bozulmaz.)
b) Erkek ve kadının ikisinin de namazda olması.
c) Namazın rükûlu ve secdeli namaz olması (cenaze namazı böyle bir durumda bozulmaz.)
d) Erkek ve kadın, ikisinin de aynı namazı beraber kılması.
e) Her ikisinin de arada perde olmadan bir mekanda bulunması. (Eğer biri bir adam boyu yüksekte, diğeri alçakta olur ve organları birbirinin hizasında bulunmazsa namaz bozulmayacağı gibi ikisi aynı yerde bulunup aralarında bir perde veya bir adam sığacak kadar açıklık olursa yine namaz bozulmaz.)
f) İmam namaza başlarken kadın cemaate de imam olduğuna niyet etmek.
g) Erkek, yanna gelen kadına geride durması için işaret etmiş olmak.
Erkeğin işaret etmesine rağmen kadın Geri Dönde durmamışsa, kadının namazı bozulur, erkeğin namazı bozulmaz.
ğ) Muhazatın (yani; kadının, erkeğin yanında veya önünde durması) bir rükûnde olmak.
Sayılan bu şartların bulunması halinde erkeklerin namazı bozulur.
Eğer kadın, namazda uyduğu imamın hizasında veya önünde durursa imamın namazının bozulması ile kendi namazı da bozulmuş olur.
26.
Bir namazı kılarken başka bir namaza geçmek maksadıyla tekbir almak.
Bu durumda ikinci bir namaza başlamış olduğundan, önceden kıldığı namaz bozulmuş olur.
27.
Vücudunda örtünmesi gereken yerin bir rükûn (üç teşbih) miktarı açık kalması veya üzerine namaza mani pislik bulaşması. Açılan yer hemen örtülürse namaz bozulmaz.
28.
Ezberinde olmayanı namazda mushafa bakarak okumak. Yazılı bir şeye bakıp manasını anlamak namazı bozmaz.
29.
İmama uymuş olan kimse bir rükûnda imamla birlikte olmayarak onu geçmek.
(Mesela: imamdan önce rükûa varıp kalktıktan sonra bu rükûnu, imam ile beraber yapmaz veya imamdan sonra iade etmeyerek namaza devam edip imam ile selam verirse namazı bozulmuş olur.)
30.
Namazın sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra namaz içindeki secdelerden birini veya tilavet secdesini yapmadığını hatırlayan kimse yapmadığı secdeyi yerine getirdikten sonra "Kade-i ahire"yi iade etmezse namazı bozulmuş olur.
31.
Üç ve dört rekatlı farzlardan (mukim olduğu halde) kendini misafir zannederek iki rekatın sonunda selam vermekle namaz bozulacağı gibi öğlenin farzını cuma, yatsının farzını teravih zannederek veya bilmediği için dördü iki rekat zannederek birinci oturuşun sonunda selam vermek de namazı bozar. Çünkü bu selam, namazı bitirmek için bilerek yapılmıştır.
Dört rekâtlı bir namazı kılarken ikinci rekatın sonunda, bunu son rekât zannederek yanlışlıkla selam vermekle namaz bozulmaz, îmama birinci rekâttan sonra yetişen kimse, imam selam verirken kendisi selam vermeyip kılamadığı rekatları tamamlamak üzere ayağa kalkması gerekirken yanlışlıkla imamla beraber selam verse yine namazı bozulmaz.
* Şafiî, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre, imamın arkasında namaz kılan erkeklerin yanı başında veya önünde kadının namaz kılması halinde, kadının namazı bozulmadığı gibi erkek olan cemaatin de namazı bozulmaz,
32.
Manası değişecek şekilde Kur'an'ı yanlış okumak.
Buna: "Zeileîü'l-Karî" denir. Anlamı: "Okuyanın surçmesi", yani yanlış okuması demektir. Namazı bozup bozmaması yönünden bu konunun kısaca açıklanması gerekir. Şöyle ki:
Kur'an, kasten yanlış okunur ve bununla mana değişirse namaz bozulur. Hata veya unutarak yanlış okunduğu takdirde:
a) Eğer yanlışlık kelimelerin hareke veya sükununda ise manada bir değişiklik olsun veya olmasın namaz bozulmaz. Şeddeli olan harfi şeddesiz, şeddesizi şeddeli okumak, uzatılarak okunması gerekeni kısa, kısa okunması gerekeni uzatarak okumak, idğam yapılacak yerde yapmamak, yapılmayacak yerde idğam yapılarak okumakta da hüküm böyledir, yani namaz bozulmaz.
b) Vakıf, ihtida ve vasıl hallerinde yani durulacak yerde geçmek, geçilecek yerde durmak gibi hatalı okuyuşlarda da mana değişikliği olsa bile namaz bozulmaz. Çünkü bunlara riayet ederek okumak da halk için zorluk vardır. Kelimeyi bölerek okumak mesela, "Elhamdü" kelimesin! önce "Efham" deyip kalan kısmım sonra tamamlamak da namazı bozmaz,
c) Eğer bir harf yerine başka bir harf okuyup bununla mana değişmez ve Kur'an'da o kelimenin benzeri bulunursa namaz yine bozulmaz. "Zalimin" yerine "zalimun" okumak gibi. Eğer harfin değişmesiyle kelimenin manası değişmez, fakat o değişik kelimenin bir benzeri Kur'an'da yoksa imam Azam ile imam Muhammedi'ye göre namaz bozulmaz, imam Ebû Yusuf'a göre bozulur. "Kavvamine " yerine "Kayyamine" gibi,
Eğer harfin değişmesiyle mana da değişir ve o kelime Kur'an'da bulunmazsa namaz bozulur.
Bir kelimede okunması gereken harf yerine başka bir harf okuyan ve bazı harfleri çıkaramayan peltek kimsenin doğru okumak için gayret göstermesi ve telaffuz edemediği harflerin bulunmadığı ayetlerden namaz caiz olacak kadar ezberlemesi gerekir. Bu olmadığı takdirde okuyabildiği kadarı ile namazım kılar, fakat başkasına namaz kıldıramaz.

Namazda Abdestin Bozulması

Namazda abdestin bozulması iki şekilde otur. Biri isteği olmayarak, diğeri de kendi isteği ile abdestin bozulması. Namazda kendi isteği olmayarak abdesti bozulan kimse, hiç konuşmadan hemen en yakın bir yerde abdest alır ve bıraktığı yerden namazını istediği yerde tamamlar. (Buna namazı bina etmek denir.) Hangi rükunde abdesti bozulursa onu -rükû veya secde gibi- iade ederek namazı tamamlar. Eğer namazda abdesti kasten kendi isteği ile bozmuşsa namazı yeni baştan kılar. (Buna istinaf denir.) İhtilaftan kurtulmak için en faziletli olan, her iki durumda da namazı yeni baştan kılmaktır.


Namazı Neler Bozmaz?
1.
Namazda olan kimse, gerek Kur'an-ı Kerim'e gerekse başka bir yazıya bilerek bakıp manasını anlasa, namazda başka şeyle meşgul olduğundan dolayı. edebe aykırı hareket etmiş ve kerahet işlemiş olur. Ancak, manasını anladığı yazıyı dili ile söylemediği için namazı bozulmaz. Kasıtlı olmayarak gözü bir yazıya ilişip manasını anlasa mekruh olmaz.
2.
Namaz kılanın önünde secde yerinden bir kimsenin geçmesi ile namaz bozulmaz. Geçen ister erkek, ister kadın, ister başka bir canlı olsun.
Mükellef olan bir kimse, kasten namaz kılanın önünden geçerse günah işlemiş olur. Bu meselenin dört yönü vardır:
a) Namaz kılan, önünden geçilecek yerde durmadığı halde ve uzağından dolaşıp gitmek de mümkün iken böyle yapmayıp namaz kılanın önünden geçen kimse günah işlemiş olur.
b) Namaz kılanın, insanların gelip geçtiği yerde durması ve uzaktan geçecek yerin de bulunmaması durumunda günah, namaz kılana aittir, önünden geçenin günahı yoktur.
c) Namaz kılanın, müsait yer var iken herkesin gelip geçeceği yerde namaza durması, yürüyenin de uzaktan geçmek mümkün iken namaz kılanın önünden geçmesi durumunda ise hem namaz kılan, hem de kılanın önünden geçen günah işlemiş olur.
d) Ne namaz kılan, önünden geçilmeyecek uygun bir yer bulabiliyor, ne de oradan geçmek isteyen, namaz kılanın uzağından geçebilecek bir yer bulabiliyor. Bu durumda namaz kılan da, önünden geçen de günah işlemiş olmaz.

Namazın Mekruhları

Namazda mekruh olan başlıca şeyler şunlardır:
1.
Namazda bedeni veya elbisesi ile oynamak.
Bunlar namazda huşu'a aykırı hareketlerdir. Alnındaki tozu toprağı ve teri silmek de mekruhtur. Fakat kendisine rahatsızlık veriyorsa bunları silmek mekruh olmaz.
2.
Parmak çıtlatmak, parmaklarını birbirine geçirmek, ellerini böğrüne koymak.
3.
Esnemek, gerinmek.
4.
Kırda namaz kılarken önündeki küçük taşları çevirip düzeltmek. (Üzerinde secde etmek mümkün olmayan yeri bir defa düzeltebilir.)
5.
Göz ucu ile değil de boynunu çevirerek bakmak. Namazda bakmak üç çeşittir:
a) Mekruh olan bakış: Bu, boynunu çevirerek bakmaktır.
b) Mubah olan bakış: Bu, boynunu çevirmeden göz ucu ile sağa ve sola bakıştır.
c) Namazı iptal eden bakış; Bu, göğsünü kıbleden çevirerek bakmaktır
6. Namazda yere tükürük bırakmak.
Bu, tükürmek demek değildir. Çünkü tükürürken harf meydana gelirse namaz bozulur. Zorunlu hallerde tükürük yere bırakılmamalı bir mendile konmalıdır. Yere bırakılırsa mekruh olur.
7.
Namazda dizlerini dikerek oturmak.
8.
Erkekler secdede kollarını yere yaymak.
9.
Kolları sıvamış halde namaz kılmak. Kısa kollu gömlek ile kılmak mekruh değildir. (Kadınlar kollarını açık bulundurursa namaz bozulur.)
10.
Gömlek giymek mümkün iken namazı sadece pantolonla kılmak, (Bu erkeğe göredir, kadınlar böyle yaparsa namaz bozulur.)
11.
İşaretle selam almak.
12.
Özürsüz olarak bağdaş kurmak.
13.
Başına mendil veya sarık bağlayıp ortasını açık bırakmak.
14.
Namazda elbise ile bir veya iki defa yellenmek.
15.
Kıyam halinden başka yerde Kur'an okumak (Kıraati rükûda tamamlamak gibi.)
16.
İntikallerdeki zikirleri intikalden sonra yapmak.
Mesela: rükûa eğildikten sonra "Allahü Ekber" demek, rükûdan tamamen doğrulduktan sonra "SemiAllahü limen hamideh" demek. Halbuki tekbir, rükûa eğilmeye başlarken alınır ve rükûa varınca tamamlanır. "SemiAllahü limen hamideh" 9 demeye rükûdan kalkarken başlanır ve doğrulunca bitirilir.
17.
Namazlarda ikinci rekatı, birinciden üç veya daha fazla ayet okuyarak uzatmak.
18. Farz namazlarda bir rekatta aynı sureyi tekrar okumak, başka süre ezberinde varken birinci rekatta okuduğu süreyi ikinci rekatta bilerek tekrarlamak. (Nafile namazlarda aynı sureyi tekrar okumak mekruh değildir.)
19.
ikinci rekatta, birinci rekatta okuduğu sure veya sureden önceki süre veya ayeti okumak.
Namazda süre okunurken baştan sona, yani, yukardan aşağıya doğru gidilir. Mesela; birinci rekatta Fatihadan sonra 'Elemtere'yi okumuş ise, ikinci rekatta "Liîlafîyi" okuması gerekir, doğru olan budur. Birinci rekatta "Uîlafı"yı okuyup ikinci rekatla "Elemtere"yi okumak tersine okuyuştur ve mekruhtur. Birinci rekatta bilmeyerek fatihadan sonra "Kul eüzübi rabbinnas "ı okusa, ikinci rekatta da onu tekrar eder. Eğer kasıtlı olarak okursa mekruhtur. Ancak yine aynı sureyi okur.
20.
Birinci rekatta bir sureyi okuyup ikinci rekatta arada bir sure atlayarak öbür süreyi okumak.
Şöyle ki: Birinci rekatta "Elemtere"yi okusa, ikinci rekatta "Liîlafi"yı okuması gerekirken bunu atlayıp "Eraeytelleziy" okumak mekruhtur. Fakat iki veya daha fazla süre atlayarak okumak mekruh değildir.
Aynı rekatta iki süre okuduğu takdirde iki sure arasını bir veya birkaç süre atlayarak okumak da mekruhtur, Aradaki sure uzun ise, onu geçerek sonra ki süreyi okumak mekruh olmaz, (îki süreyi bir rekatta ara vermeden peş peşe okumak mekruh değildir,) Bir surenin ayetinden bir veya birkaç ayet atlayarak başka ayete geçmek de mekruhtur.
21.
Bir rekatta, aralarını bir veya birkaç süre atlayarak iki sure okumak-- (iki süreyi bir rekatta ara vermeden peş peşe okumak mekruh değildir.)
22.
Namazda güzel kokulu bir şeyi koklamak. (Kendi isteği dışında burnuna koku gelmesi mekruh değildir.)
23.
Secdede el ve ayak parmaklarını kıbleden çevirmek-
24.
Ellerini rükûda dizlerine, oturuşlarda uylukları üzerine ve ayakta iken sağ eli sol el üzerine koymamak.
25.
Gözlerini yummak. (Ancak namazda huşu ve huzuru ihlal eden şeyleri görmemek için gözleri! yumması mekruh olmaz.)
26.
Gözlerini yukarıya dikmek.
27.
Gerinmek,
28.
Namaza aykırı "amel-İ kalil=az i"" de bulunmak. (Üzerinden bir kıl koparmak gibi)
29.
Ağzını ve burnunu örtülü bulundurmak.
30.
Ağzında erimeyen bir şey bulundurmak. (Ağzına çeker gibi bir şey koyup tadı boğazına giderse namaz bozulur.)
31.
Sıcak, soğuk veya yerin sertliği gibi bir zorunluluk olmadığı halde secdeyi sarığın dolamı üzerine yapmak.
32.
Burnunda bir özür yokken sadece alın üzerine secde etmek.
Çünkü secdede alnı yere koymak farz, burnu yere koymak vaciptir. Özürsüz olarak vacibin terk edilmesi mekruhtur Ancak burnu yere koyup, özürsüz olarak alın yere konulmadığı takdirde namaz sahih olmaz.
33.
Yol üzerinde, hamam içinde, yıkanılan yerde, mezarlıkta, (namaz için ayrılan yer hariç) çöplükte, hayvan kesilen yerde, pisliğe yakın yerde, sahibinin rızası olmayan yerde namaz kılmak.
34.
Tuvalete çıkmak için sıkıştığı sırada namaz kılmak.
(Bu durumda olan, eğer vaktin çıkmasından korkmuyorsa tuvalete çıkıp rahatladıktan sonra abdest alıp namazı yeniden kılar. Vaktin çıkmasından korkarsa öylece namazım tamamlar.)
35.
Düzgün olmayan ve başkasının yanına çıkamayacağı bir elbise ile namaz kılmak. Nitekim Hz. Ömer bir adamın, düzgün olmayan bir kıyafette namaz kıldığını görünce, ona:
- Seni bu kıyafetle bu insanlara göndersem gider misin" diye sordu, Adam:
Hayır diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
- Allah Teala, huzuruyla düzgün kıyafetle çıkılmaya daha layıktır, dedi.
36.
Arzu ettiği bir yemek hazır iken namaza durmak.
37.
Ayetleri, rükû ve secdelerdeki teşbihleri el ile saymak. (Kalben saymak mekruh değildir, dil ile saymak namazı bozar.)
38.
imam, bir zir'S miktarı (yaklaşık 22 cm.) yüksek veya aynı miktar alçak yerde tek basma bulunmak.
39.
Önündeki safta açık yer varken arkada namaza durmak.
40.
Bir canlının resmi üzerine secde etmek. Canlı resmi bulunan elbise ile namaz kılmak. Namaz kılanın, önünde, sağında, solunda, başı üstünde ve arkasında canlı resmi bulunmak
Ayakta duran kişi, yerdeki resmi dikkat etmedikçe göremeyecek derecede küçük olursa veya büyük olup bağı bulunmazsa yahut da cansız bir varlığa ait resim ise namaz mekruh olmaz. Cepte veya cüzdandaki resimli para ve kimliklerle de namaz kılmak mekruh değildir.
41.
Önünden insan geçebileceği zannedilen yerde namaz kılarken önüne "sütre " koymamak.
"Sütre" bir arşın (yaklaşık 68 cm.) veya daha fazla uzunlukta bir ağaç veya başka bir şeydir. Önünden insan geçebileceğini tahmin eden kimsenin, namaza başlamadan sütreyi secde edeceği yerin biraz ilerisine dikmesi müstehap, dikmemesi mekruhtur. Böyle bir yerde cemaatle namaz kılmıyorsa imamın önüne sütre dikilmesi yeterlidir.
Namaz kılınan yer sert olup sütre dikilecek durumda olmaz veya sandalye gibi ayakta durabilecek bir şey bulunmazsa sütreyi uzunlamasına Önüne koyar, sütre yoksa bir çizgi çizer.
Namaz kılan kimse, önünde sütre olsun veya olmasın, önünden geçeni uzaklaştırmaya çalışmamalıdır.
Ancak, baş. göz veya el işareti ile yahut "Sübhanellah" diyerek önünden geçmeyi önleyebilir. Erkekler önünden geçmeyi önlemek için okuyuşu yüksek sesle yapabilir. Kadınlar sağ elini sol eli üzerine vurabilir. Kabe'yi tavaf edenler orada namaz kılanların önünden geçebilir.
42.
Kor halinde olan ateşe karşı namaz kılmak. (Önünde bulunan mum, kandil ve lambaya karşı namaz kılmak mekruh değildir.)
43.
Farz olan namazda özürsüz olarak bir şeye dayanmak.
44.
Namazda insan yüzüne karşı durmak.
45.
Secdeye varırken ellerini dizlerinden önce yere koymak, secdeden kalkarken dizlerini ellerinden önce kaldırmak. (Bir özürden dolayı böyle yaparsa mekruh değildir.).
46.
Namazda palto veya ceketi giymeyerek omuza almak.
47.
Önünde uyuyan kimse bulunmak.
48.
Rükûda başını yukarı dikmek veya aşağı eğmek.
49.
Eüzü-Besmele, Sübhaneke ve zammı sure açıktan okumak,
50.
Rükû ve secde teşbihlerini terk etmek veya üçer defadan az söylemek.
51.
Camide kendisi için bir yer belirleyerek namazı devamlı olarak orada kılmak,

Namaz Kılana Mekruh Olmayan Şeyler

Cepken giyenin, kollarını geçirmeden namaz kılması, Mushaf veya kılıca karşı namaza durması.
Yüzü kendisine karşı olmamak üzere, namaz kılarken önünde insan bulunması,
Hareketlerine engel olmadıkça namaz kılanın, boynuna kılıç ve benzeri bir şey asması, mekruh değildir.
Mum, kandil ve lambaya karşı namaz kılmak, üzerine secde edilmedikçe canlı resmi bulunan bir yaygı üzerinde namaz kılmak da mekruh olmaz.
Rükûda; elbisesi üzerine yapışarak uzuvlarının belli olmasını önlemek ve elbisesini topraktan korumak için az bir iş ile elbisesini çekmekte bir sakınca yoktur. Namaz kılan, alnına yapışan toprağı kendisini rahatsız ettiği takdirde silebildiği gibi terini de silebilir.
Yüzünü çevirmeden gözünün ucu ile bakmakta sakınca yoktur, ancak bakmamak daha uygundur. Namaz kılanı sinek rahatsız ediyorsa onu kovmak da mekruh değildir.

Namazı Bozmayı Vacip ve Caiz Kılan Şeyler:

Namazı bozmak haramdır. Ancak bazı durumlarda namazı bozmak vacip, bazı durumlarda caizdir.
Saldırıya uğrayan veya suya düşen bir insanın yardım islemesi halinde ona yardım etmek maksadıyla namazı bozmak vacip olur.
Davar sürüsüne kurt veya herhangi bir canavarın saldırması, gözleri kör olan veya tehlikeyi fark etmeyen bir kimsenin kuyuya veya çatıdan aşağı düşme tehlikesi ile karşılaşması durumlarında bu gibilere yardım için namazı bozmak caizdir. Düşme ihtimali kuvvetli ise o zaman namazı bozmak vacip olur.Doğacak çocuğun veya annesinin ölmesinden, yahut bir organının telef olmasından korkması halinde namazda ise namazı bozması, değilse namazı ertelemesi yani kazaya bırakması da yine vaciptir.
Canavar, sel, yangın ve deprem tehlikesinden korkan veya düşmanla karşı karşıya bulunan kimselerin namazların ertelemeleri caizdir.
Nafile namaz kılmakta olan bir kimseyi, anne veya babası, (onun namazda olduğunu bildiği halde) çağırırsa namazı bozabilir. Eğer çocuğunun namazda olduğunu bilmeden çağırırsa namazı bozması vacip olur. Eğer farz namazında ise anne veya babasından biri çağırırsa namazı bozmaz. Ancak bir tehlike dolayısıyla yardım isterlerse namazı bozmak vacip olur.
Bir dirhem gümüş değerinde olan şeyin (başkasına ait olsa bile) çalınma korkusu durumunda farz olsa bile namazı bozmak caizdir. Kadın, namaz kılarken tencerenin kaynayıp yemeğin taşmasından veya çocuğunun ağlayıp acı çekmesinden korkarsa namazını bozabilir.


ahmetseydi 15 Ekim 2005 12:40

1 ek

Mekrûh,

Peygamber efendimizin beğenmediği, hoş görmediği şeyler demektir. Mekrûh olarak kılınan namaz sahîh, ya'nî geçerli olur, fakat o ibâdetin sevâbını azaltır, va'd edilen sevâbın tamamına kavuşulamaz.

Namazın mekrûhlarından bazıları şunlardır:

1- Secdeye inerken pantalon paçalarını kaldırmak mekrûhtur.
2- Kolları sığalı olarak ve kısa kollu gömlekle namaza durmak mekrûhtur. Abdest alıp, imâma yetişmek için acele edenin, kolları sığalı kalmış ise, namazda iken yavaş yavaş indirmesi lâzımdır.
3- Abes, ya'nî fâidesiz hareketler. Meselâ elbisesi ile oynamak, mekrûhtur. Namazda faydalı hareketin, meselâ, eli ile, alnındaki teri silmenin zararı olmaz. Pantalon, entâri ete yapışınca, avret mahallinin şekli belli olmasın diye, bunları buradan ayırmak mekrûh olmaz. Kaşınmak abes değil ise de, bir rüknde, eli üç kere kaldırırsa, namazı bozulur.
4- İş elbisesi ile ve büyüklerin yanına çıkamıyacak elbise ile ve fenâ kokulu elbise ve çorap ile kılmak mekrûhtur. Başka elbisesi yoksa, mekrûh olmaz. Parası varsa, alması lâzımdır. Bol pijama ile kılmak mekrûh değildir. Ceketin ve paltonun önünü kapalı veya açık bulundurmak mekrûh değildir.
5- Ağızda, kırâate mâni' olmıyacak birşey bulundurmak mekrûhtur. Mâni' olursa, namaz bozulur.
6- Baş açık, yalın ayak kılmak mekruhtur. Başlığı düşerse, az hareketle örtmek iyi olur. Namazda başı herhangi bir renkte olan takke ile örtmelidir.
7- Namazda, secde yerinden, taşı, toprağı eli ile süpürmek mekrûhtur. Secdeyi güçleştiriyorsa, bir hareket ile, câiz olursa da, namazdan önce temizlemelidir.
Alıntıdaki Ek 59710

8- Câmide, namaz için safa girerken, namaza dururken ve namaz içinde parmakları bükerek çıtırdatmak, iki elin parmaklarını birbiri arasına sokup çıtırdatmak mekrûhtur. Namaza hazırlanmadan önce, zarûret olursa, mekrûh olmaz.
9- Başını, yüzünü etrafa çevirmek mekrûhtur. Gözleri ile etrafa bakmak, tenzîhen mekrûhtur. Göğsü çevirince, namaz bozulur.
10- Secdede, erkeklerin kollarını yere döşemesi mekrûhtur. Kadınlar ise, kollarını yere yaymalıdır.
11- İnsanın yüzüne karşı kılmak mekrûhtur. İnsan uzakta dahî olsa, mekrûh olur. Arada, namaz kılana sırtı dönük biri bulunursa, mekrûh olmaz.
12- Selâma eli ile, başı ile cevap vermek mekrûhtur. Suâle başı ile, eli ile cevap vermesi mekrûh değildir. Meselâ, kaç rek'at kıldınız, diyene parmağı ile cevap vermesi gibi.
13- Namazda ve namaz hâricinde ağzını açarak esnemek mekrûhtur. Alt dudağını dişlerin arasına sıkıştırmalıdır. Kendini tutamazsa, ayakta sağ elin, diğer rüknlerde ve namaz hâricinde sol elin dışı ile, ağzını örtmelidir. Peygamberler esnemezlerdi.
14- Namazda gözleri yummak tenzîhen mekrûhtur. Zihni dağılmasın diye yumarsa, mekrûh olmaz.
15- Öndeki safta boş yer varken, arkasındaki safta durmak ve safta yer yok iken, saf arkasında yalnız durmak mekrûhtur. Safta yer olmayınca, yalnız başına durmayıp, rükü'a kadar, birini bekler. Kimse gelmezse, öndeki safa sıkışır. Öndeki safa sığmazsa, güvendiği birini arkaya, yanına çeker. Güvendiği kimse yoksa, yalnız durur.
16- Üzerinde canlı resmi, insan veya hayvan resmi bulunan elbise ile kılmak tahrîmen mekrûhtur. Cansız resimleri bulunursa, mekrûh olmaz.
Canlı resmi, namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizâsında, duvara çizilmiş veya beze, kâğıda yapılarak asılmış veya konmuş ise, mekrûhtur. Resim, namaz kılanın arkasındaki duvarlarda ve tavanda ise, hafîf mekrûhtur. Çocuklara oynamak için alınan bebek namaz kılanın kıble istikametinde değilse namaza zararı olmaz.
Üzerinde Kâ'be, câmi' resmi veya Kur'ân-ı kerîm harfli yazı bulunan seccâdeleri namaz kılmak için yere sermek câiz değildir. Bunlara hürmetsizlik olur.
17- Bir kimsenin yüzüne karşı ve yüksek sesle konuşanların sırtına karşı namaz kılmak mekrûhtur.
18- Açık başına sarık sarıp, tepesi açık olarak kılmak, tahrîmen mekrûhtur. Maske, eldiven ve alnın yere değmesine mâni' olan gözlük takarak kılmamalıdır. Zarûret olmadan bu şekilde namaz kılmamalıdır.
19- Özürsüz, boğazından balgam çıkarmak, öksürür gibi yapmak mekrûhtur.
20- Amel-i kalîl, ya'nî bir eli, bir veya iki kere hareket ettirmek mekrûhtur.
21- Namazın sünnetlerinden birini terk etmek mekrûhtur. Namazda müekked sünneti terk, tahrîmen mekrûh olur. Müekked olmıyan sünneti terk, tenzîhen mekrûh olur.
22- Kalbi meşgûl eden, huşû'u gideren şeyler yanında, meselâ süslü şeyler karşısında, oyun ve çalgı âletlerinin bulunduğu yerde ve arzû ettiği yemek karşısında özürsüz kılmak mekrûhtur. Ayakkabılarını arkada bırakarak kılmak mekrûhtur.
23- Farz kılarken özürsüz, sağlam kimsenin duvara, direğe dayanması mekrûhtur.
24- Kırâeti, rükü'a eğildikte tamamlamak mekrûhtur. Secdelere ve rükü'a, imâmdan önce başını koymak ve kaldırmak, ta'dil-i erkânı terk etmek, mekrûhtur.
25- Kabre karşı kılmak mekrûhtur. Vehhâbîler, buna şirk diyorlar.
26- Teşehhüdlerde, sünnete uygun oturmamak, tenzîhen mekrûhtur. Özrü varsa, mekrûh olmaz.
27- İkinci rek'atte, birinci okuduğu âyeti tekrâr okumak, tenzîhen mekrûhtur. Ondan evvelki bir âyeti okumak tahrîmen mekrûhtur. Unutarak okursa, mekrûh olmazlar. İkinci rek'atte birinciden üç âyet uzun okumak mekrûhtur.
28- Farzdan sonra son sünnete hemen kalkmamak, konuşmak mekrûhtur.
29- Başı bir tarafa eğmek, tekbîr alırken veya teşehhüdde otururken parmakları açık veya kapalı tutmak mekruhtur. Buralarda parmaklar kendi hâlinde bırakılır. Fakat secdede kapalı, rüküda ise açık tutulur.
30- Namazda, vücudunun ağırlığını bir ayağı üzerine vermek, imâm açıktan okurken sübhaneke okumak. Kıyâmda, ayakta ayağının birini kaldırmak. Namaz kılanın önünden geçmek veya önünden geçilebilecek bir yerde durmak da mekruhtur.
31- Küçük ve büyük abdesti sıkıştırırken ve yel zorlarken namaza durmak mekrûhtur.



Misafir 17 Ekim 2005 20:40

Namazdaki Diğer Hükümler
 
NAMAZDAKİ DİĞER HÜKÜMLER
Namazda yapılan, fiillerin, hareketlerin, okunacak şeylerin hükümlerini bilmek lâzımdır. Bu hükümler bilinmezse, bunlar yapılmadığında veya yanlış yapıldığında, telâfisi, düzeltilmesi mümkün olmaz. Meselâ, yapılması farz olan bir fiil, unutulduğunda namaz olmaz. Yapılması sünnet olan bir fiil unutulduğunda namaz sahih olur. Fakat sevâbı eksik olur.
Namazdaki bu fiilerin hükümleri sırasıyla şöyle:
  • Hanefî mezhebinde, elleri kulağın hizâsına kaldırmak sünnet.
  • Ellerin ayasını, içini kıbleye yöneltmek sünnet.
  • Erkeklerin baş parmağını kulağın yumuşağına değdirmesi ve kadınların, ellerini omuz hizâsına kaldırmaları müstehab.
  • İlk tekbîr, ya'nî 'Allahü ekber' demek farz.
  • Diğer tekbîrler sünnet.
  • Tekbîr aldıktan sonra, el bağlamak sünnet. Sağ eli, sol elin üstüne koymak, sünnet.
  • Erkeklerin, ellerini göbekten aşağı bağlaması ve kadınların, göğsüne koyması sünnet.
  • Erkeklerin, sağ elin parmaklarıyla sol elin bileğini pekçe kavraması müstehab.
  • Namazda, İmâm olsun, cemâ'at olsun ve yalnız olsun Sübhâneke okumak sünnet.
  • İmâmın veya yalnız kılanın, E'ûzü okuması sünnet.
  • Besmele okumak sünnet.
  • Fâtiha-i şerîfe okumak ve Fâtihadan sonra, bir sûre okumak vâcib.
  • Kıyâmda iken üç âyet, yâhut, üç âyet kadar uzun bir âyet okumak farz.
  • Kıyâmda, ayakta iki ayak arasında dört parmak açıklık bulundurmak, rükü'a giderken topukları birleştirmek sünnet.
  • Rükü'da belini eğmek farz.
  • Üç kere 'Sübhâne rabbiyelazîm' demek sünnet. Beş kere veya yedi kere demek müstehab.
  • Rükü'dan kıyâma doğruldukta ve iki secde arasında doğrulup oturdukta, bir kere (Sübhânallah) diyecek kadar beklemek, vâcib.
  • Secdede, başını secdeye koymak farz.
  • Üç kere 'Sübhâne rabbiyel-a'lâ' demek sünnet.
  • Beş kere veya yedi kere demek müstehab.
  • Secde yaparken, önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmaklar, kulaklar hizâsında olur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır.
  • Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yirmibeş santimetre yüksek olunca namaz mekrûh olur.
  • Secdede dirsekler bedenden, karın da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükü'a eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapıştırmak sünnet. Secdede ise bitişik tutulur.
  • Kadınlar, namaza dururken, ellerini omuzlarına kadar kaldırır. Ellerini kol ağzından dışarı çıkarmaz. Sağ avucu sol üzerinde olarak göğüs üstüne kor. Rükü'da az eğilir. Belini kafası ile düz tutmaz. Rükü'da ve secdede parmaklarını açmaz. Birbirlerine yapıştırır. Ellerini dizleri üzerine kor. Dizlerini büker. Dizlerini tutmaz. Secdede kollarını, karnına yakın olarak yere serer. Karnını uyluklarına yapıştırır.
  • Kadınlar, teşehhüdde, ayaklarını sağa çıkararak yere oturur. El parmaklarının ucu dizlerine uzanır. (Erkekler de dizi kavramaz.)
  • Ka'de-i ûlâda, ilk oturuşta oturmak, vâcib.
  • Ka'de-i ahîrede, son oturuşta oturmak farz. Son ka'dede tehıyyât okumak vâcib.
  • Ka'de-i ahîrelerde, salevât ya'nî salli - bârik okumak sünnet. İkindi ve yatsının dört rek'at sünnetlerinde her ka'dede, her iki oturuşta da salevât duâlarını okumak sünnet, diğer duâları okumak müstehab.
  • Selâm lafzı, vâcib.
  • Ve selâmda, iki yanına bakmak sünnet.
  • Dikkatle bakmak müstehab.
Namazla ilgili önemli bir konu da namazı huşuyla kılmaktır.Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur;
"Namazlarında huşu' duyan müminler iflah olmuşlardır. Onlar eğlence türü boş şeylerden yüz çevirirler. Zekat verme vazifesini yerine getirirler. Onlar cinsiyet organlarını haramlara karşı korurlar. Onlar emanetlere ve verdikleri sözlere riayet ederler. Onlar namazlarına devam ederler. Bunlar Firdevs Cennetine varis olurlar ve orada ebediyyen yaşarlar"
Müminun Suresi 1-11
Namazda huşu' duyma bazı alimlere göre, namaz kılarken korku ve haşyet duymak gibi kalbe ait hallerdir. Bazı alimlere göre ise baş ve bakışlarıyla Kıbleden başka yere dönmemek gibi vücuda yönelik hallerdir. Ancak huşu'un aslı bunlardan hangisi olursa olsun diğeri de onunla beraberdir. Onun için Allah Resulü Aleyhissalatu vesselam, bir adamın namaz içinde sakalıyla oynadığını görünce şöyle buyurmuştur:
" Bu adamın kalbi huşu' duysaydı, eli de huşu' duyardı."
Aişe Radıyallahu anha şunu söylemiştir:
"Allah Resulü Aleyhissalatu vesselam, normal zamanlarda bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Fakat namaz vakti girince değişirdi ve o zaman öyle davranırdı ki, sanki ne biz onu tanımışız, ne de o bizi tanımıştır." (İbadette ciddiyette bunu gerektirir.)
Ömer Radıyallahu anh şöyle demiştir:
"Bazı insanlar vardır ki, ömürleri ibadetle geçer, fakat Allah için doğru dürüst tek bir namaz kılmayı başaramazlar. Çünkü her seferinde bir şeyi eksik yaparlar. Zahiri düzeltseler huşu' u ihmal ederler. Huşu'u tuttursalar zahirde boşluk bırakırlar."
Allah Resulu Aleyhissalatu vesselam, ashabına:
-Size en kötü hırsızın kim olduğunu söyleyeyim mi? Dedi Onlar:
-O kimdir ya Resulallah dediler. Allah Resulu aleyhissalatu vesselam:
-O namazdan çalandır. Dedi. Onlar:
-Bu nasıl olur? Dediler. Allah Resulu Aleyhissalatu vesselam:
-Namaz kılarken ruku ve secdesini tam yapmaz, dedi.


Misafir 19 Ekim 2005 13:20

1 ek
NAMAZLA İLGİLİ AYETLER

İsra Suresi, Ayet: 78


"Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar(öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerinde) namazı dosdoğru kıl. Kur'anıyla ayrılan sabah namazını da kıl. Çünkü sabah Kur'anı şahitlidir(sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunurlar). "

Taha Suresi, Ayetler: 130 ve 132


"Güneş doğmadan ve batmadan önce Rabbine hamd ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, ilahi rızaya nail olasın."
"Hem ailene namazı emret, kendin de ona devam et. Biz senden rızk istemiyoruz. Biz senin rızkını veririz(güzel) akıbet takva sahibi olanlarındır."

Rum Suresi, Ayetler: 17 ve 18


"O halde akşamladığınız ve sabahladığınız vakit, Allah'ı tesbih edin(akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılın). "
"Göklerde ve yerde Hamd O'nadır. İkindileyin ve öğle zamanında da tesbihinizi yapın! (öğle ve ikindi namazlarını kılın). "

Bakara Suresi, Ayet: 238


"Namazlara bilhassa orta namaza(ikindi) dikkat edin. Ve kalkın Allah'a saygı için (O'nun huzuruna) durun."

Ankebut Suresi, Ayet: 45


"Habibim, sana vahy olunan kitabı oku ve namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan men eder. Allah'ı zikr ise en büyük kulluk vazifesidir. Ne yaparsanız Allah onu bilir."
Alıntıdaki Ek 59711

Bakara Suresi, Ayet: 110


"Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin. Kendiniz için hayır namına önden ne gönderdiyseniz Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür."

Nisa Suresi, Ayet: 113


"Namazı kılıp bitirdikten sonra, gerek ayakta gerek otururken ve yanlarınız üzerinde Allah'ı zikredin. Korkudan emin ve sükunet buldunuzmu namazı dosdoğru tam kılın. Çünkü namaz müminler üzerine muayyen, vakitleri belli, yazılı bir farzdır."

Bakara Suresi, Ayet: 46


"Sabır ve namazla Allah'dan yardım isteyiniz."

Hacc Suresi, Ayet: 77


"Ey iman edenler; Allah'a rüku edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayırlı işler yapın ki felah ve huzur bulasınız."

Münafikun Suresi, Ayet: 9


"Ey iman edenler; mallarınız, mülkleriniz, çoluk ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan sizi men etmesin. Kim böyle yaparsa onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir."

Meryem Suresi, Ayet: 59


"Peygamberlerden sonra kötü halefler gelecek. Onlar namazı terk edecek. Nefis ve şehvetlerine tabi olacaklar. İşte onlar cehennemde Gayya çukuruna atılacaklardır."

Maun Suresi, Ayet: 4


"Namazı vaktinde kılmayanların vay haline.

NAMAZLA İLGİLİ HADİSLER
"Allah tevhidden sonra mahlukatı üzerine namazdan daha sevimli ve güzel bir ibadet farz kılmamıştır. Eğer namazdan daha efdal ve sevimli bir şey farz kılsaydı, melekler onunla Allah'a ibadet ederlerdi."

"Altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım: Asab (R.A.): Nedir o altı şey ya Resulullah? dediler. Buyurdu ki: "Namazı kılın, zekatı verin, emanete riayet edin, avret mahalinizi zinadan, karnınızı haramdan, lisanınızı yalan ve her türlü yasaktan koruyun. Bu altı şeyi yerine getiren, cennet ehlindendir."

"Kişi, kıyamet günü ilk olarak namazdan sorguya çekilecektir. Eğer dürüst hesap verirse, diğer işleri de düzelir. Yok eğer aksi zuhur ederse, diğer amellerdeki hesabı da zora girer. "
"Ey Fatima; sakın ben Peygamberin kızıyım diye ibadet ve itaatte kusur etme. Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, beş vakit namazını vakitlerinde eda etmedikçe cennete giremezsin."

"Namaz dinin direğidir, terkeden dinini yıkmış olur."
"Namaz kılan, Kıyamette kurtulacak, kılmayan perişan olacaktır."
"Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulur."

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: "Namaz kılmak ve diğer ibâdetleri yapmak ancak müminlere kolay gelir. Kur'an-ı Kerimde, "İman ve ibâdet etmek, müşriklere güç gelir" ve "Namaz kılmak müminlere kolay gelir" buyurulmaktadır. Namaz kılmamak, iman zayıflığından ileri gelir. İmanın kuvvetli olmasının alameti, dinimizin emirlerine severek kolaylıkla uymaktır."
Kur'an-ı Kerimi Peygamber efendimiz açıklamıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: "5 vakit namazla emrolundum."

"Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz ile cuma namazı, öteki cumaya kadar aralarda işlenen günahlara keffarettir."

Yine Peygamber Efendimiz, "Beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan, zekatı veren ve büyük günahlardan sakınan herkese, kıyamette, cennetin 8 kapısı açılır" buyurup,
"Birinin evi önünde, bir nehir olsa, günde beş defa bu nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?"sorusuna, Eshab-ı kiram, "Hayır ya Resulallah!" dediler. Onlara buyurdu ki: "İşte beş vakit namazı kılanların da günahları böyle kalmaz."


NAMAZ VE MİR'AÇ
Malik bin Sa'saa r.a anlatıyor:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
Ben Kâbe-i Muazama'da iki kişinin arasında uyku ile uyanıklık arasında yatmakta iken, içi îman ve hikmetle dolu, altından bir leğen getirdiler. Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp, îman ve hikmetle doldurdular. Katırdan küçük merkepten ise büyük, burak denilen bir hayvan getirdiler. Cibril Aleyhisselâm ile beraber gittik.

Birinci kat semâya gelince:
-Kim o? denildi,
Cibril a.s.:
-Cebrâil, diye cevap verdi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrâil de:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrâil:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, O ne güzel bir misafirdir, denildi.
Bunu takiben Adem aleyhisselâma geldim, selâm verdim,
-Hoş geldin, salih peygamber salih oğul! dedi.
Ben:
-Bu kim ey Cibril? diye sordum.
O da:
-Bu, Adem aleyhisselâmdır. Sağında ve solunda gördüğün bu kalabalıklar evlâdlarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise cehennemliklerdir. Bunun için sağına baktığı zaman gülüyor, soluna baktığı zaman ağlıyor, dedi.

Sonra ikinci semaya geldik.
-Kim o? denildi.
Cebrâil:
-Ben Cebrail, dedi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrail:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.
Bunu takiben Isa ile Yahya Peygamberlere rastladım. Her ikisi de:
-Hoşgeldin kardeşimiz hoşgeldin ey peygamber! dediler.

Sonra, üçüncü kat semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.
Bunu müteakip Yusuf aleyhisselâm'a rastladım. Selâm verdim;
-Hoş geldin kardeş ve Peygamber, dedi.

Sonra dördüncü semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldin, ne güzel misafir geldi! denildi.
Bunun takiben îdris aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber, dedi.

Sonra beşinci kat semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed,'diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi, denildi.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.
Bunu müteakip Harun aleyhisselâma rastladık. Kendisine selâm verdim.
-Hoşgeldin, kardeş ve Peygamber! dedi.

Sonra altıncı semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, denildi. .
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, denildi.
- Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.
Bunu takiben Musa aleyhisselâma rastladım ve selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber! dedi.
Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı.
Hazreti Allah tarafından kendisine:
-Niye ağlıyorsun? diye soruldu.
Musa aleyhisselâm:
-Ey Rabbim, benden sonra Peygamber olan bu gencin ümmetinden cennete benim ümmetimden daha çok insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum, dedi.

Sonra yedinci semaya geldik.
-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? Hoş geldi, ne güzel misafir geldi! denildi.
Bunu takiben ibrahim aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi.
Hemen bana Beytü'l Mâmur gösterildi. Cibril'e sordum. O da:
-Bu, Beytü'l Mâmur'dur. Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve çıkarlar. Çıkanlar da bir daha artık oraya dönmezler, dedi.
Bana Sidretü'l Müntehâ ağacı da gösterildi. Bir de baktım ki, bu ağacın meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yaprakları da fillerin kulakları büyüklüğünde idi. Altından dört nehir akıyordu. Bunların ikisi bâtın, ikisi zahir idi. Cibril'e bu nehirleri sordum. O da:
-Bâtın, yani içe ait iki nehir cennette, zahir yani dışa ait iki nehir de Nil ile Fırat'tır, dedi.
Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki orada mukadderatı yazan kalemlerin sesini işitir oldum.
Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm. Musa aleyhisselâma gelince, bana:
-Ne oldu? diye sordu.
-Üzerime elli vakit namaz farz kılındı, dedim.
Musa aleyhisselâm:
-Ben insanları senden daha iyi bilirim, israil Oğulları ile çok uğraştım. Senin ümmetinin bu elli vakit namaza gücü yetmez. Rabbine dön ve bu namazları azaltmasını niyaz et! dedi.
Döndüm. Niyazda bulundum. Allahü Teâlâ bunları kırka indirdi. Sonra yine Musa aleyhisselâma geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm. Allahü Teâlâ namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları yirmiye indirdi. Yine aynı şey oldu. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları ona indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim, aynı şeyi söyledi. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları beş vakte indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim.
-Ne yaptın? dedi.
-Allah namaz vakitlerini beş vakte indirdi, dedim. Musa aleyhisselâm yine gidip, daha da indirmesi için Allah'a niyaz etmemi söyledi ise de ben:
-Hayır, razı oldum, dedim.
Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi. Farzım kesinleşmiştir. Kullarıma gereken kolaylığı yaptım. Her iyi amel karşılığında da on sevab vereceğim.


Misafir 29 Kasım 2005 22:29

1 ek

Namaz

kelime olarak Farsça dua demektir. Arapçası “salât”tır, o da “dua” manasındadır. Kıldığımız namazın şeklini bize Rabb’imiz ve O’nun kutlu elçisi öğretmiştir. Yüce Allah’ı tevhid (bir kabul etmek), O’nun eşsiz varlığını bilip tasdik etmek, farz olan en büyük görevdir. Bundan sonra farzların en büyüğü ve en önemlisi namazdır. Namaz, imanın alametidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, müminin miracıdır. Mümin bu namaz sayesinde Yüce Allah’ın manevi huzuruna yükselir, yüce Allah’a yalvararak manevi yakınlığa erer. Mümin için ne yüksek bir şeref!..

Alıntıdaki Ek 1171
Bütün hak dinler, insanlara namaz kılmalarını emretmişlerdir. Bizim sevgili Peygamber’imiz (sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz) de peygamber olarak gönderilişlerinden itibaren namaz kılmakla yükümlü olmuştur. Ancak o zaman, güneşin doğuşundan ve batışından sonra olmak üzere günde iki defa namaz kılınıyordu. Sonra Mirac Gecesi’nde beş vakit namaz farz olmuştur. Hazreti Peygamber’in miracı ise, sahih kabul edilen rivayete göre, Medine’ye hicretlerinden on sekiz ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesinde olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şerif’lerde namaza dair birçok emirler ve öğütler vardır. Bütün bunlar, İslam dininde namaza ne kadar büyük önem verildiğini gösterir. Bir ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: “Ey Resûl’üm! Sana vahy olunan Kur’an ayetlerini güzelce oku ve namazı gereği üzere kıl. Gerçekten namaz, edep ve namusa uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden alıkor. Her halde Yüce Allah’ı zikretmek, her ibadetten daha büyüktür. Yüce Allah bütün yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45)

Namaz en büyük zikirdir


Bir ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: “Namazı gereği üzere yerine getiriniz, zekatı veriniz. Nefisleriniz için hayır olarak önceden ne gönderirseniz, onu Yüce Allah yanında (sevap olarak) bulursunuz; asla kaybolmaz. Muhakkak ki, Allah yaptıklarınızı görür.” (Bakara, 110) Bir hadis-i şerifte; “Namaz dinin direğidir.” buyrulmuştur. Diğer bir hadis-i şerifin anlamı şöyle:
“Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen, kalbindeki nurunu arttırmaya çalışsın.” İşte bütün bu mübarek ayetlerle hadis-i şerifler, namazın Yüce Allah yanında ne kadar büyük ve makbul bir ibadet olduğunu göstermeye yeterlidir. Gerçek şu ki, namaz çok mukaddes bir ibadettir. Namazın faziletlerine nihayet yoktur. Namaz, aklı yerinde olan ve buluğ çağına ermiş bulunan her Müslüman için belli vakitlerde yapılması gereken şerefi yüksek farz bir görevdir. Bu önemli farzı yerine getirenler, Yüce Allah’ın pek büyük ikram ve ihsanlarına kavuşacaklardır. Bunu kasten terk edenler de azabı çok şiddetli olan Allah’ın acıklı cezasını çekeceklerdir. Müslümanlar, henüz yedi yaşına girmiş çocuklarını namaza alıştırmakla görevlidirler. Bu çocuklara ana-babaları ve yetiştiricileri namaz kılmalarını öğretir ve yaptırırlar. On yaşına bastığı halde namaz kılmayan çocuğa velisi, üç tokattan ziyade olmamak üzere, hafifçe el ile vurur. İnsan bir düşünmeli, her an Yüce Allah’ın sayısız nimet ve ihsanlarına kavuşmaktadır. Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan Yaratıcı’mızın tükenmeyen lütuflarına karşı teşekkürde bulunmak gerekmez mi? İşte insan, namaz yolu ile şükür borcunu ödemeye, Yaratıcı’sının lûtuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile anarak kulluk görevini yerine getirmeye çalışmış olur. Bu bakımdan; “Namaz, şükrün bütün çeşitlerini bir araya toplar.” denilmiştir.

Namaz günahlardan korur


Namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, imanı yüksek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama götüren en güzel bir ibadettir. İnsan namaz sayesinde nice günahlardan kurtulur ve Yüce Allah’ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur. Namaz, manevi hayattan başka maddi hayata da canlılık verir. İnsanın temizliğine, sağlığına ve intizamla hareket etmesine sebep olur. Namaza ayrılan saatler, sonsuzluk aleminin tükenmez mutluluk günlerini hazırlamış olur.

İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) Mektûbât kitâbının birinci cild, ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:
Şurası muhakkak olarak bilinmelidir ki, namaz, İslâmın beş şartından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına müslümânlık demek olmuştur. İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi ve Peygamberlerin (aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vesselâm) en üstünü olana mi'râc gecesi, Cennette nasîb olan rü'yet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki: (Namaz mü'minlerin mi'râcıdır) buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerîfte, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyurulmuştur. Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere o rü'yet devletinden, bu dünyada büyük pay, yalnız namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. Fakat, ona tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rü'yetten birşeyler nasîb olmaktadır. Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Aşıklar ma'şûku nasıl bulurdu? Namaz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat vericisidir. Rûhun gıdâsı namazdır. Kalbin şifâsı namazdır. (Ey Bilâl, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emr eden hadîs-i şerîf, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neş'esi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûyu işâret etmektedir. Namazın hakikatını anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan çıkıp âhiret hayatına girer ve âhirete mahsûs olan ni'metlerden bir şeylere kavuşur. Bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsûstur. Peygamberlerine tâbi olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünkü bunların Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem), Mi'râc gecesi dünyadan çıkıp, âhirete gitti. Cennete girdi ve rü'yet saâdeti, ni'meti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de, (alâ nebiyyîna ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) hayırlar, iyilikler ver ki, onlar insanları seni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.
Namazların hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekte, feryât etmektedir. Yâ Rabbî! Bu ne büyük rütbedir! Bizim gibi, rûhları hasta olanların bu sözleri duyması da büyük ni'met, hakîkî seâdettir.
İyi biliniz ki, dünyâda namazın rütbesi, derecesi, âhirette Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zaman, namaz kıldığı zamandır. Âhirette en yakın olduğu da, rü'yet, ya'nî Allahü teâlâyı gördüğü zamandır. Dünyadaki bütün ibâdetler insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır. Se'âdet-i ebediyyeye ve sonsuz ni'metlere kavuşmak ancak namaz kılmakla elde edilir.
Namaz, bütün ibâdetlerden ve orucdan kıymetlidir. Namaz vardır ki, kırık kalbleri zevkle doldurur. Namaz vardır ki, günâhları yok eder. İnsanı kötülükden korur. Hadîs-i şerîfde, (Namaz, kalbimin neşesi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namaz, üzüntülü ruhlara lezzet verir. Namaz, rûhun gıdasıdır. Namaz, kalbin şifâsıdır.
Namaz şartlarına uygun kılırsa kötülüklerden uzak tutar. Kur'ân-ı kerîmde, Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır.
Namaza dururken, 'Allahü Ekber' demek, (Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, insanların namazlarının, ona faydası olmıyacağını) bildirmektedir. Namaz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmağa, liyakat ve gücümüz olmadığını) gösterir. Rükû'daki tesbîhlerde de bu ma'na bulunduğu için, rükû'dan sonra, tekbîr emr olunmadı. Halbuki secde tesbîhlerinden sonra emr olundu. Çünkü secde tevâzu' ve aşağılığın en ziyâdesi ve zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla, tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde 'a'lâ' demek emr olundu. Namaz mü'minin mîracı olduğu için, namazın sonunda Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mi'râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, yanî Ettehıyyâtüyü okumak emr olundu. O halde namaz kılan bir kimse, namazı kendine mi'âc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda aramalıdır.
Peygamberimiz (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm) buyurdu ki, (İnsanın, Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır). Namaz kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun büyüklüğünü ve Ondan başka herşeyin, hiç olduğunu görmektedir. Bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, teselli ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki defa selâm vermesi emr buyuruldu.
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfte, (Farz namazdan sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emir etmiştir. Bunun sebebi, namazdaki kusûrlar tesbîh ile örtülür. Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı bildirilir. Tahmîd ile, namaz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve erişdirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük nimete şükür edilir, hamd edilir. Tekbîr ederek de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı bildirilir.
Namaz, şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusûrlar da böylece örtülüp, namazı nasîb ettiğine de şükür edip, ibâdete başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve hâlis olarak, kelime-i tevhîd ile, bildirilince, bu namaz kabûl olunabilir. Bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî! Peygamberlerinin en üstünü hürmeti için (aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü vetteslîmât) bizleri namaz kılan ve kurtulan, mesûd kullarından eyle! Âmîn.

Namazın hikmetleri


Müslüman, namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emrlerinde birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp mütehassıslarınca tesbit edilmiş durumdadır. İslâmiyyetin sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dînimiz, ibâdetlerin en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmiştir. Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:
1- Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.
2- Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta 'demans senil' denilen bunama hastalığına uğramazlar.
3- Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına mâlik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü katarakt veya karasu hastalığından korur.
4- Namaz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmaktadır.
5- Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamıyan adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.
6- Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusül, hem maddi, hem de manevî bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin tâ kendisidir. Zirâ hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz olmaz. Abdest ve gusül bedenî temizliği sağlar. İbâdet görevini yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.
7- Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vakitlerdir.
8- Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücûtta biriken statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.
Namazın bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmakla birlikte, temizliğe, çok yimemeğe ve yinilen gıdaların temiz, helâl olmasına da dikkat edilmesi de lâzımdır.

Namazın önemi


Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz var idi. Yâni her ümmet mutlaka namaz kılardı. Kimisi sabah, kimisi öğle, kimisi akşam, kimisi yatsı namazı kılardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi.
Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Mükellef olan yâni âkıl ve bâlig olan her müslümanın, hergün beş vakit namaz kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmiştir.
Yedi yaşındaki çocuğa, namaz kılmasını emretmek, on yaşında kılmaz ise, zorla kıldırmak lazımdır. Resûlullah efendimiz, Eshâbına:
- Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kere bu nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı? diye sordu. Eshâbı:
- Hayır, yâ Resûlallah! dediler.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz:
- İşte, beş vakit namazı kılanların da, böyle küçük günâhları affolunur, buyurdu.
Namazla ilgili diğer hadîs-i şerîflerden birkaçı da şöyle:
(Namaz dinin direği, her hayrın anahtarıdır.)
(Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer ameller kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir amel kabûl edilmez.)
Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri buyurdu ki:
"Beş namaz vakitleri gelince, melekler der ki; Ey Âdemoğulları, kalkınız! İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi namaz kılarak söndürünüz."
Tembellikle namaz kılmayıp fakat, her namaz vaktinde namaz kılmadığı için üzülen, kâfir olmaz, ancak büyük günâh işlemiş olur. Hadîs imâmları, söz birliği ile bildiriyor ki, "Bir namazı vaktinde amden kılmıyan, yâni namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur veya ölürken îmânsız gider." Yâ namazı, hâtırına bile getirmiyenler, namazı vazîfe tanımıyanlar ne olur? Büyüklerden biri şeytana dedi ki:
- Senin gibi mel'ûn olmak istiyen, ne yapmalıdır? İblîs sevinip:
- Benim gibi olmak istiyen, namaza ehemmiyyet vermez ve doğru, yalan, herşeye yemîn eder, yâni çok yemîn eder! dedi. O kimse de:
- Şeytan gibi mel'un olmak istemiyen hiçbir namazını bırakmamalı ve herşeye yemîn de etmemelidir, dedi.

Din büyüklerimiz buyurmuşlar ki:
Beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur:
1- Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2- Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
3- Sadaka vermeyenin, vücudunda sıhhat kalmaz.
4- Duâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz.
5- Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste kelime-i şehâdet getiremez.
Görülüyor ki, farz namazı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebep olmaktadır. Namaza devam, kalbin nûrlanmasına ve saadet-i ebediyyeye yâni sonsuz saadete kavuşmaya vesîledir. Peygamberimiz (Namaz nûrdur.) buyurdu. Yâni, dünyada kalbi parlatır. Âhırette sırâtı aydınlatır.

Namaz, kötülüklerden uzaklaştırır


Namaz kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Bunu anlayan kimse, hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz. Şartlarına uygun olarak kılınan namaz insanı kötülüklerden uzaklaştırır. Nefsine uyanın namazı sahîh olsa da, bu meyveleri veremez. Hergün beş kere, Rabbinin huzûrunda olduğuna niyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar.
Namazda yapılması emrolunan her hareket, kalbe ve bedene faydalar sağlamaktadır. Câmilerde cemâ'at ile namaz kılmak, müslümanların kalblerini birbirlerine bağlar. Birbirlerinin kardeşleri olduklarını anlarlar.
İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran yararlı şey, namazdır. Peygamberimiz, (Namaz dînin direğidir. Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette dînini yıkar.)buyurdu.
Namazı doğru olarak kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler yapmaktan korunmuş olur.
Ankebût sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Doğru kılınan namaz, insanı fahşâdan ve münkerden her hâlükârda uzaklaştırır.) buyuruldu.
İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, bildiği kadarını yapmayı elden bırakmamalıdır.
Büyüklerimiz, (Birşeyin hepsi yapılamazsa, azını da elden kaçırmamalıdır.) buyurdu.
Sonsuz ihsân sâhibi olan Rabbimiz, görünüşü hakîkat olarak kabûl edebilir.
Böyle bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. Bu sözü din düşmanları çıkarmıştır. Böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. Bu inceliği iyi anlamalıdır.
Namazları cemâ'at ile ve huşû' ve hudû' ile kılmalıdır. Çünkü, insanı dünyada ve âhırette felâketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. Mü'minûn sûresinin başındaki âyet-i kerîmede meâlen, (Mü'minler her hâlükârda kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşû' ile kılanlardır.) buyuruldu.

Gençlerin ibâdet etmeleri, namaz kılmaları daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin kötü isteklerini kırmakta ve ibâdet etmek istememesine karşı gelmektedirler.
Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde namaz kılmak emredilmektedir. Ba'zı sinsi din düşmanlarının, câhil müslümanlara, "Sana namazı bağışladım. Artık kılma!" yahud "Allahın ve Peygamberin emrettiği namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak değildir. Allahın ismini zikretmek ve O'nun büyüklüğünü düşünmek demektir." demelerine aldanmamalıdır.
Namaz kılmak ölünceye kadar her müslümana farz-ı ayndır. Bu şekilde inanmıyan dinden çıkmış olur. Namaz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Namaz, İslâm dîninin direklerinden en önemlisidir. Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri için, namazı farz etti. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyet-i kerimesinde meâlen; namazın mü'minler üzerine, vakitleri belirli bir farz olduğu bildirilmektedir.

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Namaz, dînin direğidir. Namaz kılan dînini yapmış olur. Namaz kılmıyan dînini yıkmış olur.)

Seher vakti kılınan namaz
Namaz kişinin sığınağı, sıkıntıda olanların, en büyük yardımcısıdır. Çok önceleri, Horasan ilinin çok âdil, iyi kalbli bir vâlisi vardı. Adı, Abdullah bin Tahir.Bu vâlinin jandarmaları birgün bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi... Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. Hâdisenin olduğu sırada Hiratlı bir demirci de Nişabur'a gitmişti. Bir zaman sonra evine dönerken, yolu Horasan'dan geçiyordu. Kaçan hırsız olduğunu zannederek, yakaladılar bunu. Diğer hırsızlarla vâlinin huzûruna çıkardılar. Vâli:
- Hepsini hapsedin! dedi.
Bu suçu olmayan demirci, hapishanede, seher vakti abdest alıp, iki rek'at namaz kıldı. Ellerini uzatıp:
"Yâ Rabbî! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!" diye duâ etti.
Bu mazlûm demirci böyle yalvarırken, vâli evinde uyuyordu. Uyurken dört kuvvetli kimsenin gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uyandı uykudan. Bu rü'yâdan çok korktu. Hemen kalkıp, abdest aldı. Namaz kıldı iki rek'at. Tevbe istiğfar edip, tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlûmun âhı olduğunu anladı. Hırsızlar hatırına geldi. Acaba içlerinde suçsuz olanlar mı vardı?
Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:
- Acaba bu gece hapishanede suçsuz birisi kalmış mı?
- Bunu bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor. Gözyaşları döküyor.
- Hemen o adamı buraya getir!
Demirciyi vâlinin huzûruna getirdiler. Vâli hâlini sorup, durumu anladı. Ve dedi ki:
- Sizden özür diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabûl et. Ayrıca herhangi bir arzun olunca bana gel!
- Ben hakkımı helâl ettim... Verdiğiniz hediyeyi de kabûl ettim. Fakat, işimi dileğimi senden istemeğe gelemem.
- Niçin gelemezsiniz?
- Çünkü benim gibi bir fakir için senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı hiç? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla beni nice sıkıntılardan kurtardı. Nice muradıma kavuşturdu. Nasıl olur da başkasına sığınırım?

Tabiî ki, namazın insanı sıkıntıdan kurtarması için şartlarına uygun ve Cenâb-ı Hakka tam bir tevekkül içinde kılınması şarttır. Allaha tam bir teslimiyet şeklinde kılınmalıdır. Gerçekten, insan sıkıntıya düştüğünde hemen abdest almalı, namaz kılmalı, Kur'ân-ı kerîm okumalıdır. Tecrübeyle sabittir ki, böyle yapanların çok kere, sıkıntılarının hafiflediği görülmüştür. Fakat, kılınan namazın şartlarına uygun olması lâzımdır. Şartlarına tam uyulmadan kılınan namaz, insanı namaz kılma borcundan kurtarır ise de, vadedilen büyük sevaplara kavuşturmaz.

Peygamber aleyhisselâm bir gün:
- En büyük hırsız, namazından çalan kimsedir, buyurdu.
- Yâ Resûlallah! Bir kimse kendi namazından nasıl çalar? diye sordular eshâbdan. O zaman buyurdu ki:
- Namazın rükü'unu ve secdelerini tamam yapmamakla. Rükü'da ve secdelerde, belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namazını Allahü teâlâ kabûl etmez.
Namaz kılmayanın hâli
Namaz kılmamanın cezâsı çok büyüktür. Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılan, seksen hukbe Cehennemde yanacaktır) buyuruldu. Bir hukbe seksen senedir. Her senesi üçyüzaltmış gündür. Her günü, seksen dünya senesidir.
Kazâya kalan namazı kılacak kadar vakitlerin herbiri geçtikçe, bu bir namazın günâhı kat kat artar. Ya birkaç namaz olursa, cezâsı çok çetin olur. Her ne pahasına olursa olsun, kılmadığımız veya kılamadığımız namazlarımızı bir ân önce, kazâ etmek ve affı için tevbe etmek, çok yalvarmak lâzımdır. Namaz kılmayanın, Allahü teâlânın büyüklüğü karşısında titremesi, erimesi lâzımdır.

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Namazı özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarkendir.

Dünyada olan altı azap:

1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.
2- Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz.
3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.
4- Duâları kabûl olmaz.
5- Onu kimse sevmez.
6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi olmaz.

Ölürken çekeceği azaplar:

1- Zelîl, kötü, çirkin can verir.
2- Aç olarak ölür.
3- Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.

Mezarda çekeceği acılar:

1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2- Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem ateşi dünya ateşine benzemez.
3- Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.

Kıyâmette çekeceği azaplar:

1- Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz.
2- Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.
3- Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.
Namaz kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez. Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz.
Namaz kılmamakla işlediği bu büyük günâhı anlayan, bunun şuuruna geç de olsa eren kimsenin derhal tevbe edip, namazlarını kazâ etmesi lâzımdır.
Cenâb-ı Hak kullarına karşı çok merhametlidir. Günâhları affetmeyi çok sever. Tekrar tekrar, kâfirlerin ve müslümanların dünyada iken yapacakları tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir.
Namaz kılmayanların tevbelerinin kabûl olması için de namazlarını kazâ etmeleri, kazâ etmeye kesinlikle niyet edip, kazâ kılmaya başlamaları lâzımdır. Bunun gibi, insanların haklarına tecâvüz etmiş olanların da, önce bu hakları ödemeleri lâzımdır. Kul hakkı çok önemlidir.

Namazları da cemâ'atle kılmalıdır. Cemâ'atten birinin namazı kabûl olursa, onun hürmetine diğerlerinin de namazı kabûl olur. Ayrıca, kimin Cenâb-ı Hakkın sevgili kulu olduğu bilinmez. Cemâ'atin içinde, Allahü teâlânın sevgili bir kulu varsa, onun yüzü suyu hürmetine diğerlerinin namazları kabûl olur.

Bir Kıssa


Namaz insanları, çirkin, kötü ve yasak olan şeylerden men eder, korur. Namazını dosdoğru edâ eden mü'minlerin felâh bulacakları âyet-i kerîmede bildirilmiştir.
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin Iyâd hazretleri, önceleri Merv ve Ebyurd şehirleri arasında eşkıyâlık yapardı. Sahranın tenha bir yerinde çadırını kurar, eşkıyâ reisi olduğu için kendisi içerde otururdu.
Arkadaşları yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri malların hepsini getirip, Fudayl bin Iyâd'a teslim ederlerdi. O da getirilen malları arkadaşlarına taksim ederdi.
Hayret edilecek bir husustur ki, eşkıyâlık yaptığı hâlde, namaza çok önem verirdi. Kendisi namazını hiç terk etmediği gibi, namaz kılmıyan hizmetçilerini de yanından kovardı.
Bir gün büyük bir kervan geldi. Fudayl bin Iyâd'ın arkadaşları kervanı farkedince yolunu kesmek üzere hazırlanmağa başladılar.
Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkıyâları farketti ve "Altınlarımı öyle bir yere saklıyayım ki, eşkıyâlar eşyalarımızı alırsa hiç olmazsa geriye bunlar kalsın" düşüncesiyle kervandan ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı.
Bir çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada, birisinin, hem de ta'dil-i erkân üzere, şartlarına uygun olarak, çok düzgün bir şekilde namaz kıldığını gördü... Sevindi, kendi kendine: "Namaz kıldığına göre güvenilir biridir. Altınları buna gönül rahatlığı ile emânet bırakabilirim" diye söyledi. Selâm vermesini bekledi. Sonra:
- Bir miktar altınım var, size emânet etmek istiyorum, dedi.
Fudayl bin Iyâd, çadırın bir köşesini işâret edip:
- Oraya bırak! diye cevap verdi.
Gelen kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyâların, kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü. Biraz sonra kervan hareket edecekti. Hareketten önce koşup emânet bıraktığı altınları almak için çadıra vardı. Baktı ki, biraz önce kervanı soyan eşkıyâlar kervandan aldıkları malları, altınları, emânet olarak bıraktığı kimsenin önüne koymuşlar. O da bunları taksim ediyor. Adam şaşırdı:
- Demek altınları eşkıyâların reisine vermişim, deyip üzüntü ile geri dönmek istedi. Bu arada Fudayl seslendi:
- Niçin gelmiştin, niçin dönüp gidiyorsun?
- Emânet bıraktığım altınları almak için gelmiştim. Fakat, yanlış iş yapmışım...
- Altınlarını, bıraktığın yerden al, biz emânete hıyânet etmeyiz.
Adam şaşkınlık ve sevinç içinde, altınları koyduğu yerden alıp kervana koştu. Fudayl'ın adamları:
- Biz hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun, dediler.
Fudayl bin Iyâd dedi ki:
- O bana hüsn-i zan etti. Altınları emânet etti. Ben o kimsenin, benim hakkımdaki iyi niyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teâlâ da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır.
Altınlarını emânet olarak bıraktığı kimse, çadırdan uzaklaşırken, Ankebût sûresinin "Elbette namaz insanı, çirkin ve dinin yasak ettiği şeylerden alıkoyar" meâlindeki âyet-i kerîmesini hatırladı. Sonra, Fudayl bin Iyâd'a, hidâyete kavuşması için hayır duâ etti.
Az zaman sonra da, Fudayl bin Iyâd'a tevbe etmek nasip oldu. Adamları ile beraber tevbe etti. Aldığı malları fazlasıyla sahiplerine geri verdi. Herkes ile helâllaştı. Samimi tevbesi onu, Allahın sevgili kulları arasına soktu. Daha sonra birçok kerâmetleri görüldü.


NihLe 9 Aralık 2005 16:28

NAMAZIN ÖNEMİ
İslam’ın beş şartından ikincisi namaz kılmaktır. İnsanların ilk görevi, Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed(s.a.v)’in peygamberliğine inanmaktır. İmandan sonra farzların en önemlisi namazdır. Beş vakit namaz, hicretten bir buçuk yıl önce Mirac gecesinde farz kılınmıştır.
Namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan,insanı Allah’ın huzuruna yükselten bir ibadettir.
Müslümanlar namaza çok dikkat etmelidir Zira kulun ilk defa sorgaya çekileceği husus namazdır Zina değil, içki değil, başka bir şey de değil! Namaz! Bundan, diğer hususların önemsiz şeyler olduğu anlaşılmamalı; aksine namazın ehemmiyeti anlaşılmalı Çünkü hakiki namaz zaten insanı kötülüklerden alıkoyar Bir insan namaz kılmıyorsa, hayatının en büyük kayıp kuşağında yaşıyor demektir Oruç, namaz kılmaktan daha kolay bir ibadettir Hac da öyle Hac ruha ibadet neşvesi aşılarken, nefse de seyahat hazzını tattırır Sahabe, namaz kılmayana münafık nazarıyla bakardı Hatta alimlerimiz, çok defa amelî açıdan münafık olmaya, namazın terk edilmesini misal verirler Ferdin şuurunun derinliğine göre günde beş defa Allah’a kulluğunu göstermesi onu çok yüceltir Namaz deyip geçmemeli; namazdan geçen, bir gün dinden de geçebilir.
Namazda miraç vardır Ama, herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nispetinde yükseldiğini duyar. Herkesin hissettiği, kendi miracıdır.
Sevgili Peygamberimiz;
“Namaz dinin direğidir.”
buyurarak, namazın dinimizde çok önemli bir ibadet olduğunu belirtmiştir. Namaz bize beden ve ruh temizliği kazandıran bir nurdur. Bu sayede Müslüman günah kirlerinden arınır ve cennete girmeye layık temiz bir kul olur.
Peygamber(s.a.s) efendimiz şöyle buyuruyor:
“Sizlerden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir bulunursa, ve o kimse nehirde günde beş defa yıkanırsa kendisinde kirden bir şey kalır mı?”
Dinleyenler:
“Hiç kir kalmaz ya Rasülallah”

“İşte beş vakit namaz da buna benzer, Allah namazla günahları siler.” buyurdu.
Namaz, kalplere Allah korkusunu yerleştirerek insanı günah işlemekten korur. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Sana vahyolunan kitabı oku, namazını dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alı koyar.”
Namazını doğru kılan bir kimse günah işlemekten kurtulur, imanını kuvvetlendirir. Allah’ın rızasını kazanır. Cennetin aydınlık yolu kendisine açılır. Müslüman namaz kılmakla mükellef olduğu gibi çocuklarına da namazı öğretmek zorundadır. Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Çocuklarınıza yedi yaşına gelince namaz kılmayı emredin.”
Anne ve babalar çocuklarına yedi yaşına giren çocuklara namaz kılmayı öğretirse çocuklar erginlik çağına gelince namaza iyice alışmış olurlar.

NAMAZ KİMLERE FARZDIR?
  • Müslüman olmak.
  • Erginlik çağına gelmiş olmak.
  • Akıllı olmak.
NAMAZIN KILINAMAYACAĞI VAKİTLER
  • Güneş doğarken,
  • Güneş tam tepe noktasına gelip batı tarafına geçmeden,
  • Güneş batarken,
  • Sadece o günün ikindi namzının farzı kılınmamış ise güneş batarken de kılınabilinir.


KafKasKarTaLi 24 Şubat 2006 18:19

Müslümanın Hayatında Namaz İbadetinin Önemi
İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. Allah (cc)’ın farz kıldığı namaz, oruç, abdest ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. Allah (cc) salih Müslümanların ibadet şevkini pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şu şekildedir:
Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 22)
Namaz, müminlere hayatları boyunca sürdürmeleri emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir. İnsan unutmaya ve gaflete düşmeye müsait bir varlıktır. İradesini kullanmayıp kendini günlük olayların akışına kaptırırsa asıl dikkatini vermesi ve aklında tutması gereken konulardan uzaklaşır. Allah (cc)'ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an kendisini izlediğini, işittiğini, yaptığı her şeyin hesabını Allah (cc)'a vereceğini, ölümü, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelmeyeceğini, karşılaştığı her şeyde, her olayda bir hayır olduğunu unutur. Gaflete düşerek, hayatının gerçek amacını aklından çıkarabilir.
Günde beş vakit kılınan namaz ise, bu unutkanlık ve gafleti yok eder, müminin bilincini ve iradesini canlı tutar. Müminin sürekli olarak Allah (cc)'a yönelip dönmesini sağlar ve Rabbimizin emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Namaz kılmak için Allah (cc)’ın huzurunda duran mümin, Rabbimiz ile güçlü bir manevi bağ kurar. Namazın insana Allah (cc)’ı hatırlattığı ve insanı her türlü kötülükten alıkoyduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
Tarih boyunca peygamberler kavimlerine Allah (cc)'ın farz kıldığı namaz ibadetini tebliğ etmişler, kendileri de hayatları boyunca bu ibadeti en güzel ve en doğru şekilde uygulayarak tüm müminlere örnek olmuşlardır. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şu şekildedir:

- Hz. İbrahim için:
Rabbim, beni namazı(mda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (İbrahim Suresi, 40)
- Hz. İsmail için:
Kitap'ta İsmail'i de zikret. Çünkü o, va'dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı. (Meryem Suresi, 54-55)
- Hz. Musa için:
Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)
Hz. İsa için:
(İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.” Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. (Meryem Suresi, 30-31)
Mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem'e de namaz kılması emredilmiştir:
Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 43)

Namaz hangi vakitlerde farz kılınmıştır?

Kuran'da, namazın müminlere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olarak farz kılındığı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulur:
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Namaz vakitleri, “sabah”, “öğle”, “ikindi”, “akşam” ve “yatsı” olmak üzere beş vakitten oluşmaktadır. Namaz vakitleri pek çok Kuran ayetinde açıkça bildirilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” (Taha Suresi,130)
Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin). Hamd O'nundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. (Rum Suresi, 17-18)
Allah (cc)'ın vahiy ve ilhamıyla Kuran'ı en iyi anlayan ve tefsir eden Peygamber Efendimiz de (sav) beş vakit namazın gün içindeki başlangıç ve bitiş zamanlarını müminlere tarif etmiştir. Namaz vakitlerinin bildirildiği en çok bilinen hadis-i şeriflerden biri İbn-i Abbas'ın bildirdiği hadis-i şeriftir:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana yönelip: 'Ey Muhammed Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!' dedi."
Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimizin huzurunda O'nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O'na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin, huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir.
Namazı dosdoğru kılmak Rabbimizi anmamız, O'nu yüceltmemiz ve bütün eksikliklerden münezzeh tutarak O'nu birlememiz için büyük bir fırsattır. Nitekim ayette Allah Kendisi'ni zikretmek için namaz kılınmasını buyurmaktadır:
Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)


arwen 15 Nisan 2006 03:34

1 ek
NAMAZI KAZAYA BIRAKMAK
Alıntıdaki Ek 59724

Namaz, Islâm’in ilk sartlarindan biridir. Bu sartta ihmal ve kusur mâzur görülemez. Ancak, ihmal edenler daha fazlasina gitmeyip tevbe, istigfarla hemen namaza baslamali, geçmis namazlarini da kaza etmeliler.
Vaktinde kilinamayan namazlari, kaza etmekle namaz borcundan kurtulunur, üzerinde ibâdet mükellefiyetinin yükü kalmaz. Lâkin, bu kaza namazlari, vaktinde kilinan namaz gibi sevaba vesile olmaz.
Yâni, kaza namazinda sadece borçtan kurtulmak bahis mevzuu iken, vaktinde kilmakta, hem borçtan kurtulma, hem de sevabina nâil olma bahis mevzuudur.
Ayrica namazlari kazaya birakmak da günah-i kebâirdendir.
Yâni büyük günah. Namazin bu ehemmiyetinden olacak ki, okuyucumun yazdigi hadîste:

— Bir vakit namazi terkedene seksen sene azâb olunacaktir, seklinde hüküm yer almistir.
Buradaki seksen sene, çokluktan kinâyedir. Kesin müddet degildir. Zaten hadîslerdeki vakit, tarih gibi belli gün ve müddetler, kinâye ve mecâz olurlar, çizgi seklinde belli vakti, belli tarihi bildirmezler.
Sabah namazini günesten sonraya birakanin da ayni uzunlukta azâba çarpilip çarpilmayacagi sualine gelince:
Hadîste zikri geçen uzun zaman azâbi, namazi kaza eden için olmayip, terk eden içindir.

Tamamiyle terk baska, kaza baska. Bu sebeple, bâzen namazi vaktinde kilamayip da günesten sonraya birakmis olanlar, hemen sünnetiyle birlikte günesten 45 dakika sonra kaza edecekleri için, azaba ugramazlar. Ama, vaktinde kilmis sevabi da alamazlar.
Çünkü kaza etmelerde tehir günahindan kurtulur, ama vaktinde kilma sevabi alamaz.
Nitekim bir mâneviyat büyügünün gece evinde yangin çikmis, konu komsu birlesip sabaha kadar esyasini kurtarmis, yangindan ziyan görmesine mani olmuslar. Ama o zat bütün bunlardan sonra yine durmadan gözyasi döküyormus. Sormuslar:
— Hazret, neden aglayip duruyorsunuz, baksaniza bütün esyaniz günes doguncaya kadar disari çikarildi, tamamen kurtarildi? Siz aglamali degil, sevinmelisiniz.
O zat su cevabi vermis:
— Ben onlar için aglamiyorum. Beni aglatan sey, kirk senedir günesten sonraya birakmadigim namazimi bugün kazaya birakmis olmamdir. Onun için agliyorum.
Esya dedigin ne ki, el kiri, bugün var, yarin yok, yahut bugün yoksa yarin vardir.... Ama namazi kazaya birakmanin günahi!...

NAMAZI TERKETMENİN HÜKMÜ
Namazın akıllı, büluğ çağına girmiş, hayız ve nifastan temizlenmiş her müslümana farz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlerde vekâlet ve niyabet geçerli değildir. Namazın farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Çünkü namaz kesin ayet, hadis ve icma delilleriyle sabittir. Tembellik veya umursamazlık sebebiyle namazı terkeden âsî ve fasık olur.
Namazı kılmamak dünya ve âhirette azaba sebep olur. Âhiretteki azapla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Onlar suçlulara sorarlar: Sizi Sakar cehennemine sürükleyen nedir? Suçlular şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik" (el-Müddessir, 74/40-43).

"Onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular. Onlar bu taşkınlıklarının cezasını yakında göreceklerdir. Fakat tövbe edip, iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır" (Meryem, 19/59, 60).

"Vay o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları namazdan habersizdirler" (el-Mâûn, 107/4-5).
Hz. Peygamber (s.a.s)'de şöyle buyurmuştur:
"Bilerek namazı terkeden kimseden Allah ve Resulunün zimmeti kalkar"

"Kim ikindi namazını terkederse ameli boşa gitmiş olur"

"Kim, önemsemeyerek üç cuma namazını terkederse, Allah Teâlâ onun kalbine mühür vurur"
Hanefilere göre, tembellik yüzünden namazını terkeden kimse, namazı inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr, fasık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye , kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir ve te'dib amacıyla dövülür. Ramazan orucunu terkeden kimse de bunun gibidir.
Hanefiler dışındaki mezhep imamlarına göre ise, namazını özürsüz olarak terkeden kimse, mürted'de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tövbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır .
Namazını unutarak, uyanamayarak veya tembellik yüzünden zamanında kılamayan bunu kaza eder.
Hadis-i şerifte;
"Kim uyuyarak veya unutmak suretiyle namazını kılmamış olursa, hatırladığında hemen kılsın" buyurulur.
Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre; uyumak veya unutmak gibi bir özür sebebiyle namazım vaktinde kılamayanın kaza etmesi gerekince, özürsüz olarak, tembellik yüzünden kılmayana öncelikle kaza gerekir. Namazı vaktinde kılamadığından dolayı da Allah'a ayrıca tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir. Cenab-ı Hak, kendisine ortak koşmanın dışında kalan günahları affedebilir. Namazı da içine alabilen bu affın kapsamıyla ilgili çeşitli nasslar vardır.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder" (en-Nisâ, 4/48).
Ubâde b. es-Sâmit'in naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur:
"Kullarına farz kıldığı beş vakit namazı, küçümsemeden hakkını vererek, eksiksiz olarak kılan kimseyi, Allah Teâlâ cennetine sokmaya söz vermiştir. Fakat bu namazları yerine getirmeyenler için böyle bir sözü yoktur. Dilerse azap eder, dilerse bağışlar"
Ebû Hureyre (r.a)'ın naklettiği bir hadiste de şöyle buyurulur:
"Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği şey farz namazdır. Eğer bu namazı tam olarak yerine getirmişse ne güzel. Aksi halde şöyle denilir: Bakın bakalım, bunun nafile namazı var mıdır?"
Eğer nafile namazları varsa, farzların eksiği bu nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer farzlar için de aynı şeyler yapılır"
Bu duruma göre, farz namazların eksisini sünnet ve diğer nafile namazlar tamamlamaktadır. Farz, vacib veya sünnet ayırımı yapılmaksızın ibadetlerin yerine getirilmesi müminin gayesi olmalıdır. Çünkü bu, dünyevî huzur ve mânevî mutluluk kaynağı olması yanında, ahiret için de en büyük hazırlıktır.

NAMAZI TERKİN CEZASI
Namazı inkar eden kafir olur. Çünkü kat'i delille sabittir. Umursamayarak yani tembelliğinden dolayı kasten namazı terk eden fasık olur. (İbni Abidin, Reddü'l Muhtar, c. 2, s.7).
Farz olduğunu inkar etmemekle birlikte beraber tembellikle namazı kılmaya uygulanacak dünyevi cezanın ne olacağı mezhepler arasında mezhepler arasında itilaflıdır.

Hanefîlere Göre; namazı kılmayan fasıktır. Namaz kılıncaya veya ölünceye kadar hapsedilir ve dövülür.
Mâlikîlere Göre; vaktin sonuna kadar beklenir, bu müddet zarfında kılarsa serbest bırakılır, kılmazsa ceza olarak (kafir sayarak) öldürülür.
Şâfiîlere Göre; vaktin sonuna kadar beklenir, sonra tövbeye davet edilir. Tövbe edip namazını kılarsa, serbest bırakılır. Aksi halde ceza olarak öldürülür. Öğleyi ve ikindiyi terkten dolayı güneş batıncaya kadar, akşam ve yatsıyı terkten fecir, sabahı terkten dolayı da güneş doğuncaya kadar ceza tatbik edilmez. Ancak kendisinden namazı vaktinde eda etmesini istemek şarttır.

Hanbelîler Göre; namazı tembellik göstererek terk eden kimseyi devlet başkanı veya naibi namazı kılmaya davet eder. Eğer sonra ki namazın vakti daralıncaya kadar kılmazsa katli vaciptir. Fakat üç gün kendisi tövbeye davet edilmedikçe ceza infaz edilmez.
Mezheplerin her birinin görüşlerini dayandırdıkları akli nakli deliller vardır. Ancak sözü uzatmamak için bu kadarıyla yetindik. (Necati Yeni el, Hüseyin Kayapınar, Sünen-i Ebû Davud Terceme ve Şerhi c. 2, s. 112)

Kaynak: Osman ERSAN, Gözümün Nûru Namaz, Erkam Yayınları.


Mystic@L 22 Nisan 2006 08:17

Vakit
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:

Sabah Namazının Vakti
İkinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. İkinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. İkincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San'ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır"

Öğle Namazının Vakti
Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farizasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır.
Ebû Hanîfe'nin delili ise, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır.
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.

İkindi Namazının Vakti
İkindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. İkindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe'ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir"
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah'ı çok az anar"
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)'nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; İbn Hanbel, V, 8; İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsirî İbn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). İkindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.

Akşam Namazının Vakti

Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe'ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, İbn Ömer'in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San'ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'in görüşüdür.

Yatsı Namazının Vakti
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. İkinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, İbn Ömer (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.

Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.

Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir

Namaz vakitleri için bk.
  • İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160;
  • İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342;
  • el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62;
  • eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; İ
  • bn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395;
  • ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.

Kutuplarda Namaz Vakitleri
Bu konuda iki görüş vardır.
a. Vakit, namazın bir şartı olduğu gibi, farz olmasının da sebebidir. Bu yüzden bir yerde, namaz vakitlerinden bir veya ikisi gerçekleşmezse, o vakitlere ait namazlar, o yer halkına farz olmamış olur.
Meselâ, bazı yerlerde, yılın bir mevsiminde daha akşam namazının vakti çıkmadan sabahın ikinci fecri doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Artık bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur. Bu konuda, abdest organlarından bir veya ikisini kaybeden kimsenin bu organları yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas yapılarak namazın da düşeceğine fetva verilmiştir.

b. Araştırmacı bazı fakihlere göre, bu gibi yerlerdeki müslümanlar da beş vakit namazla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti gerçekleşmezse, o namazı kaza olarak kılarlar veya o beldeye en yakın olup, beş vakit namazların vakitleri tam olarak gerçekleşen beldenin vakitlerine göre, takdir ederek namazları edaya çalışırlar. Her ne kadar vakit, namazın bir şartı ve bir sebebi ise de, namazın asıl sebebi Allah'ın emri oluşudur. Bu yüzden bütün müslümanlar, bu beş vakit namazı kılmakla yükümlüdürler.
İmam Şâfiî'nin görüşü de bu şekilde olup, ihtiyata uygun olan da budur.

Güneşin uzun süre doğmadığı veya batmadığı kutup bölgeleri ve yakınlarında da yukarıdaki esaslara göre amel edilir. Bu gibi yerlerde yaşayan müslümanların, oruç ve zekâtları konusunda da bu şekilde bir takdir uygun düşer (İki namazı bir vakitte kılmak için bk. "Cem'i Takdim ve Cem'i Tehir" mad.).


KafKasKarTaLi 21 Mayıs 2006 20:59

1 ek

Günah Açısından Namaz


İlâhi adâletin kesinlikle gerçekleşeceği, mazlumların, zalimlerden hakkını alacağı, her çeşit baskıcı sistemlerin ve zorbaların şiddetle cezalandırılacağı mahşer yerindeki Mahkeme-i Kübrâ'da, önce amel defterleri dağılacak.
Ruhla sonsuzlaştırılan ve akılla bilinçlendirilen insan, ölünce bir saman çöpü gibi çürüyüp yok olmayacak. Mahşere kadar, dünyadaki inancı ve yaşantısı ile orantılı olarak, ya Cennet bahçesine dönüşen kabrinde rahat ve mutlu olacak veya Cehennem çukuruna dönüşen kabrinde azap olacaktır.
Hazreti İsrâfil, sûr'a üfürüp, "Ey çürüyen kemikler, kalkın!" diye bağırınca, kendini mahşerde bulacaktır.
Kıyâmet denilen o korkunç anda, maddesel ve fiziksel açıdan başka şekle dönüşen ve çok büyüyen dünya, yeni düzende Güneş'in çok yakınında olacak. Bu nedenle Dünya'yı, cehennemî bir sıcaklık kasıp kavuracak.
Yüce Allah buyuruyor;
"O gün (kıyamet olayında) Dünya, başka bir dünyaya ve gökler de (başka düzene) dönüştürülecek" (İbrahim–48)
Alıntıdaki Ek 59712
İşte, öyle bir ortamda Dünya'nın en az günah işlenen, en az kan dökülen ve o günkü düzende dünya'nın Güneş'e en yakın olduğu yerinde mahşer yeri kurulacak ve sorgulama başlayacak. (Hiç bir kaynağa dayanmayan âcizâne kanaatime göre, mahşer yeri güney kutbunda olabilir.)
İlâhi adâletin kesinlikle gerçekleşeceği, mazlumların, zalimlerden hakkını alacağı, her çeşit baskıcı sistemlerin ve zorbaların şiddetle cezalandırılacağı mahşer yerindeki Mahkeme–i Kübrâ'da, önce amel defterleri dağılacak ve İlâhî Mîzan (tartı) kurulacak.
Yüce Allah buyuruyor;
"O gün, vezin (tartı) haktır (gerçekleşecektir). Kimin mîzanları (sevapları) ağır gelirse, kurtuluşa erenler onlardır." (Araf–8)
Mahşer yerindeki sevap ve günahları belirleyen ilâhi mîzanda, sevapları ağır (çok) gelenler, hiç korku, hüzün duymadan; peygamberler, sıddıklar, şehidler, evliyalar ve salih mü'minlerle birlikte, mânevî feyizler, ruhsal zevkler ve sonsuz coşku ile Cennet'e gireceklerdir.
Sevapları hafif kalıp, günahları ağır basanlar da; şeytanlarla, nemrutlarla, firavunlarla, Ebu Cehillerle ve günümüzdeki onların uzantılarıyla birlikte, ateşten zincirlere bağlanıp Cehennem'e atılacaklardır.

Sevgili kardeşlerim!
Ellerimiz enselerimize bağlanıp, ayaklarımıza ateşten zincirler vurulup ve korkunç zebânîler tarafından yerlerde sürüklenip Cehennem'e atılmak istemiyorsak, Allah rızası için can simidimiz olan beş vakit namaza sarılalım.
Neden mi?
Zerre zerre günahların ve zerre zerre sevapların mîzâna konduğu günde, kabul olunan bir vakit namazın sevabı mîzandaki günah–sevap dengesini alt üst edeceği gibi, kılınmayan bir vakit namazın günahı da günah–sevap dengesini alt üst edecektir.
Taberânî'nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz;
"Kıyâmet (mahşer) günü, kulun sorgulaması namazdan başlayacaktır. Eğer, beş vakit namazı tamam ise, felâha (Cennet'e) kavuşacak, namazı noksan ise hâb–ü hüsranda (Cehennem'de) kalacaktır."
Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz;"Kişi ile küfür (kâfirlik)arasındaki fark, namazı terk etmektir" buyurmuştur.

İslâmın temel ilkelerinin ikincisi olan beş vakit namaz, îmâna en yakın bir ibâdet olduğu gibi;
Beş vakit namazı terk etmek de, küfre (kâfirliğe)en yakın bir günahtır.
Beş vakit namazı kılmak ve kılmamak, birbirinin tam zıddı iki karşıt uçlardır.
Tekbirle başlayıp, selâmla noktalanan namazın son uzantısı, Cennet ve Cemâlüllah'tır.
Gafletle başlayıp, inatla noktalanan namazsızlığın son uzantısı, Cehennem ve azaptır.
Yüce Allah buyuruyor;
"Mü'minler, kesinlikle felâha (Cennet'e ve Cemâlüllah'a) kavuştular. Onlar, namazlarında huşû edicilerdir (Namazlarını inanç, bilinç, ihlâs ve huşû ile kılıcılardır.). " (Mü'minûn 1–2)
Allah'a inanan ve namazlarını dosdoğru, güzelce ve huşû, huzur ile kılanlar, kesinlikle Cennet'e ve Cemâlüllah'a kavuşacaklardır.
Ya namaz kılmayanlar?
Cennet ehli Cennet'e ve Cehennem ehli Cehennem'e girdikten sonra, Cennet'tekiler mücrimlere (günahkârlara) soracaklar; "Sizleri (en kızgın) Sakar Cehennem'ine sokan nedir? Diyecekler ki, bizler namaz kılıcılardan değildik." (Müddessir 42–43)
En kızgın ve en korkunç Sakar Cehennem'inde yana yana kara kömüre dönen günahkârlara suçları sorulduğu zaman, öncelikle namaz kılmadıklarını söyleyecekler ve namazsızlığın en büyük suç ve günah olduğunu itiraf edecekler.
İşte, namazsızlığın son uzantısı olan Cehennem ve korkunç azaplar.
Yüce Allah buyuruyor;
"Onlardan (Peygamberlerden ve peygamberlere tâbî olanlardan)sonra öyle bir nesil geldi ki, namazlarını kılmadılar ve şehvetlerine (hayvansal duygularına)tâbî oldular. Onlar yakın bir gelecekte (Cehennem'deki) gayyaya atılacaklardır." (Meryem–59)
Dinin direği ve mü'minlerin Mîrâcı olan ve insanları günahlardan koruyucu özelliği bulunan beş vakit namazdan kopanlar, şehvetlerinin ve hayvansal duygularının tutsağı olarak her türlü haramlara yönelirler ve sonuçta Cehennem'deki gayya deryasında fokur fokur kaynarlar.
Namazın yerine, başka hayırlar ve başka sevaplar yapılsa olmaz mı? Beş vakit namaz şart mıdır?
Kendisinden trafik ehliyeti istenen kişinin, bunun yerine sağlık cüzdanı göstermesi, ne derece geçersiz, gülünç ve ahmaklık ise, Yüce Allah'ın "Namaz kıl!" emrine karşı, ben namaz kılmam ama, başka hayırlar yaparım demesi, daha geçersiz, daha gülünç, daha ahmaklık ve apaçık bir sapıklıktır.

İslâmın temel şartı beştir. Bu beş şartın ikincisi namazdır. Demek ki beş vakit namazın kılınması şarttır ve şartın genel anlamı, olmazsa olmaz demektir.
Sevgili Peygamberimiz;"Namaz dinin direğidir. Namazı kılan, dinin direğini dikmiş ve namazı terk eden, dinin direğini yıkmıştır." buyurmuştur.
Dinin direğini yıkan kişinin, nefsinin isteği doğrultusunda bir hayır yapmakla övünmesi ve ona güvenmesi, akılcı bir iş ve çıkar bir yol değildir.
Namazdan kopanlar ve namazın mânevî feyizlerinden, ruhsal zevklerinden yoksun kalanlar, dengesiz ve düzensiz bir yaşamın kurbanı olurlar. Kendilerini tatmin edebilmek, gönül darlığından ve ruhsal bunalımlardan kurtulmak için, nefislerinin hayvansal duygularına tâbî ve teslim olurlar.

Günlük beş vakit namazı kılmayanlar, her gün beş defa Yüce Allah'a isyan ederek, en büyük günahı işleyenler, diğer günahları işlemede bir sakınca görmezler ve sonuçta, akan kanların ve irinlerin toplandığı gayya'da fokur, fokur kaynayarak cezalarını çekerler.
Ancak, tevbe edip namaza başlayanlar ve düzenli bir şekilde kazâ namazlarını kılanlar, günahlarından kurtulunca, Dünya'da ruhsal huzura ve âhiret'te Cennet'e kavuşurlar.
Namaza başlamak istediği halde, bir türlü başlayamayan, nefsine ve şeytana yenilen kardeşlerime tavsiyem; "Siz, namazı düşünmeyin. Öncelikle namazın anahtarını ele geçirmeye çalışın. Yani, abdest alın."

Abdest, namazın anahtarı ve mü'minlerin silahıdır. Bir elinizde anahtar ve diğer elinizde silah olduğu zaman, şeytan yanınıza yaklaşamadığı gibi, nefsinizin tembelliği, miskinliği gider ve rahatça namazı kılar ve gerçek mü'minlerden olursunuz.
Peki, gerçek mü'minler kimlerdir?
Yüce Allah buyuruyor;"Gerçek mü'minler ancak şunlardır ki, Allah'ın ismi anıldığı zaman (saygı ve sevgiden) kalpleri ürperir.
Onlara Allah'ın âyetleri okunduğu zaman îmânları (daha) güçlenir ve onlar, yalnızca Rab'lerine tevekkül ederler. Onlar (beş vakit) namazlarını dosdoğru, güzelce kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızık (mal) dan Allah yolunda infak ederler.
İşte onlar, hakiki ve gerçek mü'minlerdir. Onlar için Rab'leri katında (mânevî) dereceler, günahlarının bağışlanması ve (Cennet'te) sonsuz, tükenmez nimetler vardır." (Enfal 2–3–4)
Alınları secde görmeyen, dine, irticâ ve dindarlara mürtecî diyen ve gerçek müslümanları din istismarcılığı ile suçlayıp, kendileri dinsizliği istismar edenler ve bundan bir çıkar sağlayanlara bir sözüm yok… Onlar zaten gidecekleri yere gidecekler.


kamyon 28 Temmuz 2006 04:14

1 ek
NİÇİN NAMAZ KILALIM?
Her insan, hayatın coşkun denizinde, özellikle zorluk ve sıkıntı anlarında, kendi deruni ıstırap ve kaygılarını yatıştırmak için sağlam bir manevi sığınağa ihtiyaç duyar. Gerçek şu ki bu sığınak Allah’ı anmaktan başka bir şey olamaz.
Allah Teala çöyle buyurur:
...Bilin ki, ancak Allah’ı anmakla kalpler güvene kavuşur.
Yüce Allah’ın bizim ibadetimize hiçbir ihtiyacı yoktur; ama bizler, Allah’a ve onunla ilişki vesilesi olan ibadet ve namaza muhtacız. Namaz, kul ile Yüce Allah arasında sürekli bir irtibat vesilesidir. Zayıf ve güçsüz insanın, güçlü ve kadir olan Allah Teala ile bu manevi ilişkisi, çeşitli zorluklar karşısında insana güç verir. Hayatın zorluklarında şaşkınlığa uğramış insan, sadece Allah’a yönelmekle huzura kavuşabilir ve namaz insanın Allah’a yönelmesini, O’na bağlanmasını sağlar. Çünkü niyet, iftitah tekbiri, fatiha ve fatihadan sonra bir surenin okunması, rüku, secde, teşehhüt, selam ve namazın diğer vacip ve şartları insanın kalbini Allah’a yönlendirecek özelliğe sahiptir. Namaz kılan bir mümin, her gece ve gündüz, beş defa bütün varlığıyla Allah’a yönelmektedir.
Bir pusulanın denizdeki gemiye hedefe doğru kılavuzluk etmesi gibi namaz da mümini, sürekli olarak, en yüce hedef olan lıkaullahh’a (Allah’a kavuşmaya) doğru kılavuzluk etmekte ve onu yanlış yollara sapmaktan korumaktadır.
Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) şöyle buyuruyor:
“Mümin namaza başladığında, Allah Teala, namazı bitirinceye kadar lütuf ve merhamet ile ona bakar ve o ilahi merhamet gölgesinde yer alır; onun etrafını göğün ufuklarına kadar melekler sarar ve Yüce Allah bir meleği onun baş ucunda durup şöyle demekle görevlendirir: Ey namaz kılan! Eğer kimin sana baktığını ve kiminle raz-u niyaz ettiğini bilseydin, asla bu yerinden ayrılmazdın ve başka bir şeye ilgi göstermezdin.”
Başka bir hadiste de şöyle yer almıştır:
“Eğer namaz kılan Allah’ın azamet ve yüceliğinin ne derecede onu sardığını bilseydi, başını secdeden kaldırmak istemezdi.”
Sekizinci İmamımız Rıza (a.s) namazın farz oluş hikmetini açıklarken şöyle buyurmuştur:
“Namaz, kulun kendi Mevla ve yaratıcısını unutmayarak kendi haddini aşmaması için gece-gündüz Allah Teala’yı anmasını sağlar. Allah’ı hatırlamak ve O’nun huzurunda ibadet için kalkmak, insanin günaha düşmesine engel olur ve onu çeşitli fesatlara düşmekten kurtarır.”
Yine Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) namaz hakkında soran birisine şöyle buyurmuştur:
“Namaz dinin hükümlerindendir; Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak vesilesi ve peygamberlerin apaçık yollarındandır. Namaz kılan, melekler tarafından sevilir. Namaz; hidayet, iman, marifet ve rızkının bol olmasına vücudunun sıhhatine vesiledir. Namaz, şeytanı üzer ve kafirlere karşı da bir silahtır. Namaz, duanın icabet olmasına ve diğer amellerin kabul olmasına vesile olur; namaz müminin ahireti için bir azık, ölüm meleğine karşı şefaatçi, kabirde yoldaşı ve sergisi, nekir ve münkerin kabirdeki sorularına karşı cevabı, kıyamet günü namaz kılanın tacı, yüzünün nuru ve elbisesi, ateşe karşı korunağı Yüce Rabbine karşı delili ve bedeninin ateşte yanmaktan koruyucusu, sırattan geçiş izni, hurilerin mihri ve ebedi cennetin karşılığıdır. Kul, namaz ile yüce makamlara ulaşır; çünkü namaz, Allah’ı her eksiklikten tenzih etmek, O’nun tekliğine şahadet getirmek, O’na hamd etmek, tekbir getirmek O’nu övgüyle anmak, takdis etmek, zikir ve dua etmektir.
Namaz, Yüce Allah’a karşı şükür etmektir. Allah’ın bize verdiği nimetleri saymak mümkün değildir; bu nimetler karşısında namaz küçük bir teşekkür mesabesindedir.
Dördüncü Masum İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle naklediyor:
Büyükbabam Resulullah (s.a.v), çok ibadet eder ve namaz kılardı; namaz için ayakta durmaktan ayakları şişmişti. Kendisine, “Senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını Allah Teala, bağışlamış olmasına rağmen neden bu kadar kendini zorluğa düşürüyorsun?” denince, Resulullah, “Acaba ben şükür eden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verdi.
Allah ibadet ve kulluğa layıktır. Hz. Ali (a.s) kendi duasında şöyle diyor:
“Allah’ım ben sana cehennemin azabının korkusundan veya cennete olan özentiden ibadet etmiyorum. Seni kulluk edilemeye ve ibadet olunmaya layık bulmuşum; sana ibadetim bu yüzdendir.
Namaz kılmak erginlik çağına ulaşan akıl sahibi her insana, tüm şartlarda farzdır. Hatta savaş meydanında savaş halindeki bir kimsenin veya suda boğulmakta olan bir insanın bile namazı belirlenen kısa şekilde yerine getirmesi gerekir.
Namazın dindeki manevi önemi yüzünden din önderleri namazı dinin direği olarak nitelendirmiş ve bilerek namaz kılmayanın, dinini tahrip ettiğini açıklamışlardır.(9)
İmam Cafer Sadık (a.s)’dan Yüce Allah’a en güzel yakınlaşmak vesilesi nedir diye sorulunca “Allah’ı tanımaktan sonra Allah’a yakın olmak için namazdan daha önemli bir şey olduğunu bilmiyorum” demiştir.
Yine buyurmuşlar ki:
“Hesap anında her şeyden önce, kul namaz yönünden hesaba çekilecek; eğer namazı kabul olursa, diğer amalleri de kabul olur; eğer namazı reddedilirse, diğer amelleri de reddedilir.”
İmam Cafer Sadık (a.s) vefat zamanı yaklaşınca tüm akraba ve yakınlarını çağırarak onlara şöyle demiştir:
“Bizim şefaatimiz, namaza önem vermeyen kimseye ulaşmaz.”
Namaz, Hz Muhammed’in (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) peygamberlikle görevlendirildiği ilk günlerden itibaren, teşri edilen hükümler arasındadır. Peygamber Hz. Hatice ve o zaman on yaşında olan Ali (a.s) ile birlikte müşriklerin çeşitli eziyetlerine aldırmayarak, Kabe’nin etrafında bu ilahi farizayı yerine getiriyorlardı.
Alıntıdaki Ek 59723
Kur’an-ı Kerim’de namaza çok önem verilmiştir. Kur’an’da, on dört yerde hakkınca namazı yerine getirin, ayakta tutun anlamına gelen ekimu veya ekimne tabirleri ve beş yerde namazı ayakta tut anlamına gelen ekim tabiri yer almıştır. Bir çok ayette de Akame yukımu, yukımune ve mukimin tabirleriyle namazı hakkınca yerine getiren müminlerden söz edilmiş ve övülmüşlerdir.
Bazı ayetlerde namazı hakkınca kılanlardan manevi ticaretlerinde asla zarara uğramayanlar olarak söz edilmiş. Ve bir ayette de müminlerin, sadece namaz kılan zekat veren ve ahirete yakinleri olan kimseler oldukları açıklanmıştır.
Taif Şehrinin halkı İslam’a girmeleri için bazı koşullar öne sürmüş ve bu koşullar arasında namazın kendilerine farz olmaması talebinde bulunmuşlardı; Peygamber onlara verdiği cevapta:
“Ama namaz ile ilgili koşulunuza gelince, namazsız bir dinin hayrı yoktur”
diye buyurmuştur.
Namazı terk etmek büyük bir günahtır ve insanın dini yönden tamamen düşüşüne ve cehennem azabına duçar olmasına sebep olur.
Allah Teala, Kuran-ı Kerim’de buyuruyor ki, Ahirette bazı suçlulara şöyle sorarlar:
“Sizi cehenneme düşüren nedir? Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik...”
Din Önderleri ve Namaz
Tarih ve siyer kitapları incelendiğinde, Peygamber (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) ve Ehl-i Beyt imamlarının her amelden daha çok namaza önem verdikleri anlaşılır. Biz bu konuda bazı örneklere işaret edeceğiz:
Zalim Abbasi Halifesi Me’mun bir plan çerçevesinde birkaç defa İslam aleminde o güne kadar eşine rastlanmayan toplantılar düzenlemiş ve bir çok mezhep ve dinlerin büyük bilginlerini bir araya getirerek İmam Rıza aleyhisselam ile tartışmalarını kararlaştırmıştı; onun gayesi bu yolla İmam’da ilim yönünden bir eksiklik yakalayıp İmam’ın manevi ve ilmi makamına gölge düşürmekti. Ama İmam Rıza (a.s) Allah’ın verdiği vehbi ilimle tek başına onların tüm sorularına cevap vererek hepsini delillerle ikna edip susturmuştur.
Tarihte nakledildiğine göre, bunca önemli bir toplantı esnasında, İmam Rıza (a.s) namaz vakti olunca Memun’a yönelerek ‘Namaz vakti olmuştur’ dedi ve namaz için toplantıya ara verilmesini istedi; bu sırada büyük bir bilgin olan İmran, İmam ile konuşmaktaydı. İmam’a yönelerek “benim cevabımı yarıda bırakma; kalbim yumuşamıştır ve senin sözlerini kabul etmeye hazırlıklıyım diye ricada bulundu, ama İmam bu isteği kabul etmedi ve namaz kılıp geri dönerim” diye karşılık verdi ve sonra namaz için ayağa kalktı.
İmam Sadık, dört gün sabahtan öğleye kadar tevhit hakkında öğrencilerinden biri olan Mufazzal b. Ömer’e özel olarak ders veriyordu. Ama namaz vakti olur olmaz derse ara veriyor ve namaz kılıyordu.
Sıffın savaşının en çetin muharebe gecelerinden biri olan Leylet’ul-Harır’de, savaşın, amansız şekilde sürmesine ve bizzat Hz. Ali aleyhisselam’ın da savaşa katılmasına ve şiddetle çatışmasına rağmen gece namazını bile terk etmedi ve meydanda gece namazını kıldı..
Yine Sıffin savaşında bir başka gün, İbn-i Abbas, Hz. Ali aleyhisselam’ın meydanın ortasında bir yandan savaşırken ara sıra göğe baktığını gördü; İmam’a yaklaşarak ne yapıyorsunuz? dedi İmam ‘güneşe bakıyorum ki, öğle olduysa namaz kılayım’ dedi. İbn-i Abbas şaşkınlıkla “Acaba savaşın bu kızgın zamanı namaz kılmak olur mu?! Muharebe, namaz kılmamıza engeldir” dedi. Ama İmam Ali (a.s) “Biz onlarla ne için savaşıyoruz?! Biz sadece namaz için savaşıyoruz” dedi...”
Kerbela’da Hz. Hüseyin (a.s)’la Yezid’in ordusu karşı karşıya gelmişti; Aşura gününün öğle vaktiydi. O gün sabah erkenden Kerbela kahramanları, düşmanın kalabalık ordusuna ve kendi sayılarının az oluşuna bakmayarak, en zor şartlarda bile mümin kimsenin hak ve İslam yolunda her türlü fedakarlığa hazır olması ve Allah yolunda her şeyini vermekten çekinmemesi gerektiğini göstermek için eşsiz bir yiğitlik destanını sergiliyorlardı. Bazıları şahadet şerbetini içmiş ve geri kalanlar da Hz. Hüseyin ile birlikte tüm varlıklarıyla düşmana karşı savaşmaktaydılar. İmam’ın ordusundan olan Ebu Semame Seydavi Hz Hüseyin’e yaklaşarak şöyle dedi:
“Canım sana feda olsun. Düşmanlar bize yaklaşmış bulunuyorlar; ama ben şehit olmadan onlar sana dokunamazlar; seni şehit edemezler. Allah’a kavuşmadan önce öğle namazımı seninle kılmak istiyorum” dedi.
İmam aleyhisselam, başını kaldırıp göğe baktı ve “Namazı hatırlattın; Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, şimdi namaz vaktidir; düşmandan namaz için muharebeye ara verilmesini isteyin” dedi Düşman bu isteği kabul etmedi. Buna rağmen, İmam (a.s) henüz şehit düşmemiş olan ashabıyla İslam’da muharebe vakti için belirlenen şekilde namazlarını kılmaya başladılar. Bu halde İmamı korumak için ashaptan bir grup düşmanın önünde durup kendi canlarını siper ettiler ve bir grup İmam’ın eşliğinde namaz kıldılar. Ve sonra bu grup öne geçtiler ve birinci grup İmam’la namazlarını kıldılar.”

Namazın Ferdi Etkileri
Biz müminler ve Ehl-i Beyt şiası namaza gereken önemi vermeliyiz. Namaz bir örf ve ananeden ibaret değildir. Namaz, ister bireyin kendisi açısından ve ister toplumsal açıdan çok önemli semerelere sahip ilahi bir görevdir.
Namaz, insanın hem ruhunu, hem vücudunu, hem de fikrini etkilemekte ve tüm bunları insanın mutluluğu için devreye sokmaktadır.
Namazın en önemli sonuçlarından biri, insanı kötülüklerden korumasıdır. Allah Teala buyuruyor ki
“...Namazı hakkınca kılın. Gerçekten namaz (insanı) kötülüklerden sakındırır...”
Namaz, ruhun kemale ermesi ve insanın kötülüklerden arınması ve fikrin olgunlaşması için Yüce Allah tarafından konulmuş eğitici bir programdır ve aynı zamanda sürekli olarak kul ile Allah’ın ilişkisini sağlayan bir vasıtadır.
Namaz, insanın iradesini zayıflatan ve onu cebren günahtan koruyan muhtevasız bir ibadet değildir; namaz doğru şekilde kılınırsa, insana ruhi yönden öyle bir aydınlık ve güç kazandırır ki, insan kendi iradesiyle iyi işlere daha fazla önem vermeye başlar ve kötülüklerden kaçınır. Ama namaz kılamayan bir kimsede böyle bir ruhi hazırlık ve güç bulunmaz bu yüzden namaz kılmayan birisinin kötülüklerden kendi isteğiyle kopması ve iyiliklere yönelmesi kolay değildir.
Namaz mümin kimsenin doğruluk ve takvasının artmasına sebep olur. Namazı kılmamak ise kişinin kalbinin kararmasına ve daha fazla günaha yönelmesine ve nihayet kurtuluş yollarının yüzüne kapanarak cehennemlik olmasına sebep olur. Elbette namazın insanı kötülüklerden korumasının değişik aşamaları vardır ve bu namaz kılanın iman derecesine, namaza gerçek manada yönelişine, namazda kalbinin huşu ve huzu içerisinde olmasına bağlı olarak değişmektedir.
Namazı, kural ve adabını riayet ederek tam olarak yerine getirmek, insanın yüce ilahi makamlara ve insani erdemlere erişmesinde büyük bir rol oynamakta ve birey ve toplum olarak insanın sağlıklı bir hayata kavuşmasına yardımcı olmaktadır.
Namaz kılan kimse, gasp olan bir elbiseyle ve gasp olan bir yerde namazın geçersiz ve batıl olduğunu bildiği için, hatta abdest ve gusül almak için kullanılan suyun bile temiz ve helal olmasının şart olduğunu nazara alarak başkalarının hakkına riayet etmeye, onların malına el uzatmamaya ve sürekli olarak gasp olan bir şeyden sakınmaya dini bir görev olarak özen gösterir.
Namazdaki rüku, secde ve diğer farzları emir olunduğu şekilde yerine getirmek, namaz kılanı sürekli olarak düzenli olmaya ve işlerinde ihmalkarlık ve başıboşluktan uzak olmaya alıştırır.
Yüce Allah huzurunda boyun eğme ve onun verdiği nimetleri anmak gayesini taşıyan namaz, kişinin mütevazı ve başkalarının iyiliği karşısında duyarlı olmasına ve tekebbür, çekemezlik, bencillik ve diğer kötü huylardan uzak olmasına sebep olur.
Hz. Fatıma (s.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah, imanı sizler için şirkten temizlenme ve namazı kibirden korunmak vesilesi kılmıştır.”
Namaz kılan bir kimse, namazının Allah katında kabul olması için diğer davranışlarını da düzeltmeye çalışır. Çünkü namazının kabul olmadığı taktirde -Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu gibi- insanın diğer amellerinin de bir değeri kalmaz.

Namazın Toplumsal Etkileri
Dinde namazın cemaatle kılınmasına çok önem verilmiştir. Cemaat namazı, İslam’ın muhteşem ibadi merasimlerinden sayılır. İslam’da cemaat namazına önem verilmesi, bu mukaddes dinin birlik ve beraberlik dini olduğunu Müslümanlar arasında sürekli bir dayanışmanın sağlanmak istendiğini açıkça göstermektedir.
Cemaat namazı, soy ve toplumsal sınıflardan kaynaklanan ayrıcalık ve imtiyazları ortadan kaldırmaktadır. Hangi soy renk ve milletten olursa olsun tüm Müslümanlar namaz safında aynı sırada beraberce yer alır; hep birlikte aynı kıbleye yönelerek tek vücut olarak ibadet eder ve birlikte yere kapanıp kalkarlar.
Cemaat namazı toplumun kaynaşması için en güzel vesiledir. Müminlerin birbirlerinin halinden haberdar olmaları için en iyi fırsattır. Özellikle düşmanlar karşısında Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olduklarını gösteren Cuma namazı toplumsal bir ibadet merasimi sayılır. Bu namazda okunması gerekli olan iki hutbe namaza katılanları, bir yandan takva iman ve Allah’a yönelmek konusunda yönlendirdiği gibi onları toplumsal ve siyasi konularda da bilinçlendirmektedir.

Namazın Sağlıkla İlgili Sonuçları
Elbette namazdaki asıl gaye, insanın ruh temizliğini sağlamaktır. Peygamber (s.a.v) bir gün ashabına:
“Eğer sizlerden birinin evinin önünden bir nehir geçer ve o adam günde beş defa, o nehirde yıkanırsa acaba onun vücudunda kir kalır mı?” diye sordular. Onlar: “Hayır” dediler. Peygamber (s.a.v): “Namaz da, sürekli akan bir nehir gibidir; insan namaz kıldıkça, namaz onu günahlardan temizler” diye buyurdular.
Bu manevi temizliğin yanı sıra namazın abdest, gusül, vücut ve elbisenin temiz olması gibi şartlarına baktığımızda namazın insanın dış temizliğinde de önemli bir etkisi olduğu ve böylece insanın sağlığını korumada da önemli derece de rol oynadığı ortaya çıkar.

Namazın İradeli ve Çalışkan İnsan Yetiştirmedeki Rolü
Günde beş defa, Allah’ın huzurunda durarak O’ndan başka her mabuttan yüz çeviren, İslam ve tevhit inancının doğuş yeri olan Ka’be’ye yönelen, ruhunu doğru niyetle temizleyen, mabuduna hitaben ilk sözü tekbir getirmek olan, böylece Allah’ın her nitelendirmeden daha üstün olduğunu her namazın başında tekrarlayan, en azından günde on defa Fatiha suresini okuyarak Allah’ı övgüyle anan ve gerçek övgünün O’na layık olduğunu ifade eden bir kimsenin nazarında artık maddi güçlerin bir değer ve ağırlık taşıması mümkün olamaz. Bu şekilde namaz kılan kimse artık ilahi ve insani hedefler uğruna çaba gösterirken hiçbir güç ve engelden de korkmaz. İşlerini sadece Allah için yapar ve her türlü şirk ve yağcılıktan uzak olur.
Namaz, gerçek bir huşu ile kılınırsa insanın ruhunun yücelmesinde inanılmaz bir etkiye sahiptir. Namaz sayesinde insanda, sadece Allah’ın emirleri karşısında boyun eğen, sarsıcı olaylar karşısında sebat gösteren ve İslam tarihinde örnekleri çok bulunan yiğit şahsiyetler gibi en zor şartlarda direnç ve sabır örneklerini sergileyen hür irade sahibi bir ruh meydan gelir.
Namazda okunan Fatiha suresi İslam’ın temel çizgilerini ve Kur’an’ın ana öğretilerini kısaca ortaya koymaktadır.
Allah’ın her şeyi yaratıp yönettiği, O’nun her işinin güzel ve övgüye layık olduğu, kıyametin varlığı, insanın yaptıklarından dolayı hesaba çekileceği ve Allah’ın her şeye özellikle insana karşı merhametli olduğu, her türlü şirki reddederek doğru yola bağlılık ve onda sebatlı olmanın gerekliliği ve her türlü sapıklıktan uzak olmaya çalışmak gibi temel konular Kur’an’ın giriş suresi olan Fatiha’da açıkça ifade edişmiş ve namaz kılan kimse her namazında bu sureyi okumakla yükümlendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in unutulmaması için bu ilahi kitaptan diğer bir sure de okumalıdır.

Sonra Allah’ın azameti karşısında rükua eğilmeli ve şöyle demeli:
- SUBHANE RABBİYEL ĚŽÎM-İ WE Bİ-HAMDİH:
- Yani: Benim azamet sahibi rabbim her eksiklikten uzak ve münezzehtir ve ben O’na hamd ediyorum.
Sonra, Allah karşısında daha fazla eğilmek için secdeye kapanmalı ve şöyle demeli:
- SUBHANE RABBİYEL Ě’LA WE Bİ-HAMDİH:
-Yani: Benim her şeyden yüce rabbim her eksiklikten uzak ve münezzehtir ve ben O’na hamd ediyorum.
Rüku, insanın Allah karşısındaki teslimiyet, tevazu ve O’na boyun eğişini göstermekte ve secde, Allah’ın azameti karşısında kulun teslimiyet ve eğilişini göstermenin yanı sıra O’na bağlılık ve muhabbetini de sergilemektedir.
Böylece namaz, Allah’a yönelen, O’na boyun eğen ve hak yoldan başka yolda yürümek istemeyen, yüce insani erdemleri kazanmaya çalışarak her türlü kötülüklerden uzak duran, iradeli, takvalı ve doğruları seven ve onların yolunu takıp eden bir kişiliğin insanda oluşmasına sebep olur. Bu özellikleriyle namazın fert ve toplum açısından ne derece yapıcı bir ibadet olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Bizler gerçek mutluluk yolu olan namazın çeşitli semerelerinden gereğince yararlanmak için namaza daha fazla önem vermeli ve namazda kalp ve fikrimizi Allah’a yönelterek namazın manevi feyizlerinden yararlanmaya çalışmalıyız. Hiçbir bahaneyle namazı terk etmeyip en zor şartlarda bile namazdan gaflet etmemeliyiz. Bu ilahi farizayı gereğince ayakta tutmaya çalışarak gönül ve kalp temizliğimizi artırmaya çalışmalı; ruhumuzu güçlendirmeli ve hayatta karşılaşılması mümkün sıkıntı ve buhranlarda bu ilahi destekten yardım almalıyız.
Allah Teala buyuruyor ki:
“Sabır ve namaza sarılarak (Allah’tan) yardım dileyin...”
Bu manevi feyiz kaynağından daha fazla yararlanabilmek için, Allah’tan bizi namazı dosdoğru kılarak hakkınca ayakta tutanlardan kılmasını dileyelim:
“Ey Rabbim, beni namazı hakkınca ayakta tutan kıl; ve benim soyumdan olan kimselerden de (namazı hakkınca ayakta tutan kimseler oluştur.) ve duamı kabul eyle .”
Namazda Tefekkür
Namazı tefekkür, ihlas ve kalbin Allah’a yönelişini sağlayarak tam bir huşu ile kılmak gerekir.
Peygamber (s.a.v) Ebuzer’e hitaben şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür ile kılınan iki rekatlık kısa bir namaz, teveccüh ve ilgi olmadan bir gece boyunca kılınan namazdan daha iyidir.”
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:
“Namaza başladığında huşu içinde olmaya çalış ve namaza gönül ver. Allah Teala buyuruyor ki: “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.”
Hz Ali de buyurmuştur ki:
“Namazda bezginlik ve uykulu halinde olmayın; Kul, namazına gönül verdiği ölçüde namazından faydalanır.”
Yine buyurmuştur ki:
“İnsan namazda huşu içinde olmalıdır; eğer insan namazda huşu içinde olursa onun azaları da huşu içinde olur ve boşuna onları oynatmaz.”
Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları tam bir huşu ve Allah’a yönelişle namaz kılıyorlardı. O mukaddes zatlar, farz namazların yanı sıra sünnet namazlarını da sürekli yerine getiriyorlardı. Allah Kuran-ı Kerim’de Peygamber(s.a.v)’e gece namazını kılmasını emrederek şöyle buyurmaktadır:
“Geceleri sana farzlardan fazla bir ibadet olarak, namaz için kalk; umulur ki Allah seni beğenilen bir makama çıkarır.
Peygamber (s.a.v) Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:
“Allah namazı benim gözümün nuru kılmıştır. Aç olana yemeği ve susamış birine suyu sevdirdiği gibi, namazı da bana sevdirmiştir. Aç biri yemek yiyince doyar ve susamış olan su içince susamışlığı gider; ama ben namazdan doymam.”

Namazın Ehemmiyeti


Dürr-ül-muhtâr'da namâzı anlatmaya başlarken ve İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, ikiyüzotuzdördüncü sahîfede, bunları açıklarken buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namâz var idi. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi. Namâz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namâzın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namâz, duâ demekdir. İslâmiyetin emir etdiği, bildiğimiz ibâdete, namâz (Salât) ismi verilmişdir. Mükellef olan [yanî âkıl ve bâlig olan] her müslümânın, hergün beş vakit namâzı kılması (Farz-ı ayn)dır. Farz olduğu, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmişdir. Mi’râc gecesinde, beş vakit namâz emr olundu. Mi’râc, hicretden bir yıl önce, Receb ayının yirmiyedinci gecesinde idi. Mi’râcdan önce, yalnız sabâh ve ikindi namâzı vardı.

Yedi yaşındaki çocuğa, namâz kılmasını emr etmek, on yaşında kılmaz ise, el ile dövmek lâzımdır. Mektebdeki muallim, talebesini de, çalışdırmak için, el ile üç kerre dövebilir. Dahâ fazla vuramaz. Sopa ile döğemez. [İslâm mekteblerinde falaka olamaz. Sopa, karakolda, hapishanede olur. Dinsizler, gençleri islâmiyetden soğutmak için, tiyatrolarda, filmlerde, hocaların talebeyi falakaya yatırdıklarını gösterip, din dersleri, islâm mektebleri kapatılarak gençlik falakadan, sopadan kurtarıldı derlerse islâm dînine iftirâ etmiş olurlar. İslâmiyetde talebeyi sopa ile dövmek yasak olduğu, din kitâblarında, açıkça yazılıdır. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” el ile üçden fazla vurmağı bile, yasak etmişdi.]Çocuklara, başka ibâdetleri de öğretmek ve yapmağa alıştırmak, günâhlardan men’ etmek lâzımdır.
Farz namâzların ehemmiyyetini bildirmek için, Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh”, dörtyüzkırkdört kitâbdan toplayarak, hicretin 853. senesinde Hindistânda yazdığı (Riyâd-un-nâsıhîn) adındaki, fârisî kitâbının, ikinci kısmı, birinci bâb, onikinci faslında buyuruyor ki:
Sahîhayn ismi verilen, dîn-i islâmın iki temel kitâbında [(Buhârî) ve (Müslim)de], Câbir bin Abdüllahın “radıyallahü anh” bildirdiği bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”:
(Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kere bu nehrde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?) diye sordu.
Hayır, yâ Resûlallah! dedik. (İşte, beş vakit namâzı kılanların da, böyle küçük günâhları afv olunur)
buyurdu. [Bazı câhiller, bu hadîs-i şerîfi işitince, o hâlde, hem namâz kılarım, hem de istediğim gibi, keyf sürerim. Nasıl olsa günâhlarım afv olur, diyor. Böyle düşünmek doğru değildir. Çünkü, şartları ile, edebleri ile kılınıp, kabûl olan bir namâz, günâhları döker. Sonra, küçük günâhları afv olsa bile, küçük günâh işlemeğe devâm etmek, ısrâr etmek, büyük günâh olur. Büyük günâh işlemeğe ısrâr etmek de, küfre sebeb olur.]
İbni Cevzî, (El-mugnî) ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” buyurdu ki, beş namâz vakitleri gelince, melekler der ki, ey Âdem oğulları, kalkınız! İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi namâz kılarak söndürünüz). Bir hadîs-i şerîfde, (Mü’min ile kâfiri ayıran fark, namâzdır) buyuruldu. Yanî, mü’min namâz kılar. Kâfir, kılmaz. Münâfıklar ise, bazen kılar, bazen kılmaz. Münâfıklar, Cehennemde çok acı azâb görecekdir. Müfessirlerin şâhı, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Namâz kılmayanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır).
Hadîs imâmları, söz birliği ile bildiriyor ki, (Bir namâzı vaktinde amden kılmıyan, yanî namâz vakti geçerken, namâz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur veyâ ölürken îmânsız gider. Yâ namâzı, hâtırına bile getirmeyenler, namâzı vazîfe tanımıyanlar ne olur?). Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile buyurdular ki, (İbâdetler îmândan parça değildir). Yalnız, namâzda söz birliği olmadı. Fıkıh imâmlarından imâm-ı Ahmed ibni Hanbel, İshâk ibni Râheveyh, Abdullah ibni Mubârek, İbrâhîm Nehâî, Hakem bin Uteybe, Eyyûb Sahtiyânî, Dâvüd Tâî, Ebû Bekr ibni Şeybe, Zübeyr bin Harb, dahâ birçok büyük âlimler, bir namâzı amden, yanî bile bile kılmayan kimse, kâfir olur, dedi. O hâlde, ey din kardeşim, bir namâzını kaçırma ve gevşek kılma, seve seve kıl! Allahü teâlâ kıyâmet günü, bu âlimlerin ictihâdlarına göre cezâ verirse, ne yaparsın? (Tefsîr-i Mugnî)de diyor ki: (Büyüklerden biri şeytâna dedi ki, senin gibi mel’ûn olmak istiyorum, ne yapayım? İblîs sevinip, benim gibi olmak istersen, namâza ehemmiyyet verme ve doğru, yalan, herşeye yemîn et, yanî çok yemîn et! dedi. O kimse de, hiçbir namâzı bırakmayacağım ve artık yemîn etmiyeceğim, dedi).
Hanbelî mezhebinde, bir namâzı özürsüz kılmayan, mürted gibi katl olunur ve yıkanmaz. Kefenlenmez ve namâzı kılınmaz. Müslümânların mezârlığına gömülmez ve mezârı belli edilmez. Dağda bir çukura konur.
Şâfi’î mezhebinde, namâz kılmamakda ısrâr eden, mürted olmaz ise de, cezâsı katldir.
Mâlikî mezhebi de, Şâfi’î gibi olduğu, (İbni Âbidîn)de ve (Milel-nihâl) tercümesi altmışüçüncü sahîfede yazılıdır.
Hanefî mezhebinde ise, namâza başlayıncaya kadar habs olunur veyâ kan akıncaya kadar dövülür. [Fakat namâza ehemmiyyet vermeyen, vazîfe bilmeyen, dört mezhebde de kâfir olur.

Namâzı bile bile kılmayıp, kazâ etmeği düşünmeyen ve bunun için azâb çekeceğinden korkmayan kimsenin, hanefî mezhebinde de kâfir olacağı, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır.] Allahü teâlâ, müslümân olmayanlara namâz kılmasını, oruc tutmasını emr etmemiştir. Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini almakla şereflenmemişlerdir. Namâz kılmadığı için, oruç tutmadığı için bunlara bir cezâ verilmez. Bunlar, yalnız küfrün cezâsı olan Cehennemi hak etmişlerdir. (Zâdül-mukvîn) kitâbında diyor ki; Eski âlimler yazmış ki, beş şeyi yapmayan, beş şeyden mahrûm olur:
1 — Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez.
2 — Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz.
3 — Sadaka vermeyenin, vücûdunda sıhhat kalmaz.
4 — Duâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz.
5 — Namâz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefesde kelime-i şehâdet getiremez. Namâz kılmanın birinci vazîfe olduğuna inandığı hâlde, tembellik ederek kılmayan fâsıkdır. Sâliha kızın küfvü değildir. Yanî o kıza lâyık ve uygun değildir.
Görülüyor ki, farz namâzı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebep olmakdadır. Namâza devâm, kalbin nûrlanmasına ve se’âdet-i ebediyyeye kavuşmağa vesîledir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Namâz nûrdur) buyurdu. Yanî, dünyâda kalbi parlatır. Âhıretde sırâtı aydınlatır. Allahın dostlarına, namâzda neler oluyor, murâdlarına namâzda nasıl kavuşuyorlar biliyor musunuz?


kamyon 5 Ağustos 2006 16:24

NAMAZIN ESRARI
Namaz, Allah teâlâ'ya yalvarışın yeri ve hâlis sevginin madenidir. Esrarın meydanları namazda genişler ve ruhların ışıkları onda parıldar. (Sadık Dânâ, Altınoluk sohbetleri, c. 5 s. 79)
Namazın bir şekli bir de ruhu vardır ki, her bir şartını rüknünü yerine getirmekle ruhuna eriler. Mesela namazın şartlarından birisi olan abdestin her bir farzında, sünnetinde, edebinde namazın dosdoğru kılınmasına insanı hazırlayan bir sır ve işaret vardır.
Abdestle dış organları temizleyen ve günahlardan arındıran kul, namazda nefsini ma'siyetlerden tezkiye, kalbini de kin, nefret, haset... gibi manevi hastalıklardan tasfiye eder. Namazda vücudunu Kabe-i Muazzama'ya çevirdiği gibi, kalbini de bütün varlığıyla Allah'a yöneltir. Hangi namazı kıldığını ve kimin huzurunda bulunduğunu hatırlar.
Namazda "Allahü Ekber" diye tekbir alarak başlarken, "en büyük" vasfıyla Allah'ın büyüklükte eşsiz olduğunu, hiçbir mahlukun ibadetine olmadığını düşünür ve Allah'ın büyüklüğünü ve azametini de kalbinde hisseder.
Ellerini kulaklara kadar kaldırmak, kulun dünya işlerinin hepsini geriye atarak, dünyaya sırt çevirdiğine ve bütünüyle Allah'ın huzuruna vararak ilahi münacata yöneldiğine işarettir.
Tekbirden sonra kulun, efendisi önünde dikildiği gibi Allah'ın huzurunda durur. Ellerini bağlayarak gözlerini yere diker. Hiçbir uzvu kımıldamadan tam bir edeple "Sübhaneke" duasını okur. Tekbir Allah'ın huzuruna girmeye bu dua da Onunla konuşmaya başlamak olur.
Daha sonra şeytanlar, vesveseleriyle kalbi huzurdan ayırmaya, insanı şaşırtmaya çalıştıklarından; namaza girişin arkasından " Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım" diyerek gizli düşmanlar olan bu varlıkların şerrinden Allah'ın himayesine sığınır ve rahman ve rahim olan Allah'ın yüce ismiyle Fatiha suresini okumaya başlayarak Allah ile konuşmak şerefini kazanır. Artık kul, Allah ile mükâlemenin sonsuz lezzetini tadar. Bu süredeki mübarek duaların kabulü için "Amin" diyerek sözünü bitirir.
Biraz daha Kur'an okuduktan sonra onu yüce zatını saygıyla anıp tekbir getirerek rükûa varır. Rükûda kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp, bütün varlıkların kendisine muhtaç olarak sığındığı yüce rabbini "sübhane rabbiyel-azim" yani (yüce rabbimi tenzih ederim) diyerek azamet ve vakar duygusu ile üç defa tespih eder. Kul, bu hareketiyle "Rabbim! Günahkar vücudum senin huzurunda ve önünde eğilmiştir. Şüphesiz Sen ululuk sahibisin, Senin ululuğun önünde ben başımı eğiyorum." Demek ister.
sonra rükûdan doğrulur Rabbine hamdını sunar, tekrar tekbir alarak alnını yere koyar. Saygısı son haddine varınca üç defa "sübhane rabbiyel-ala" yani (en yüce olan rabbimi tenzih ederim) diyerek yüce rabbinin büyüklüğünü düşünerek arkası arkasına tespihlerle anar. Bunun arkasından, Rabbine, büyüklüğüne layık bir şekilde hakkıyla ibadet edemediğini itiraf ederek tekbirle başını secdeden kaldırır (Hüseyin Cisri Efendi, Risale-i Hamidiyye, s 115).
Fakat secdeden başını kaldırınca, secde halinde daha şerefli ve faziletli bir ibadet olmayacağını düşünerek bir kere daha secdeye varır ve secde etmekten kaçınan şeytana tabi olmayacağını kuvvetle ifade etmek ister. Kul bu secdeleriyle şöyle söylemiş olur. "Ey rabbim! Benim bu en değerli ve şerefli organlarım senin huzurunda, senin bana lütfedip merhamet etmen için yerlere kapanmıştır."
Artık başını secdeden kaldırarak ta'zimle oturur. Ettahiyyatü'yü okurken; bir taraftan ondaki engin manaları tefekkür eder, diğer taraftan Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in miracından bir nasip almaya çalışır. Zira secdeden sonra teşehhüdde, enaniyyet perdelerinden kurtulmaya işaret olduğu gibi, Rabbani cezbelerle Hakkın cemalini görmeye vasıl olma işareti de vardır. (Ramazanoğlu Mahmut Sami, Bakara suresi tefsiri, 28)
Daha sonra , namazı ümmetine bir hibe olarak getiren Peygamber-i zişana selam okur. Selam verirken sağdaki ve soldaki meleklere de selam verdiğini hatırlar. Sağa, sola selam verişte iki dare selam vermeye işaret bulunduğu gibi, sağdan cennet nimetlerine, soldan da lezzet ve şehvetlere davet eden her cahil davetçiye selama işaret vardır. Şekilciler namazı edadan selamla çıkarlar. Hakikat ehli ise, selamla namazı devam ettirmeye girerler. Nitekim Allah Teala: Onlar namazlarına devam ederler. Buyurmaktadır. (Mearic, 23)
Kulun Allah karşısında acizliğini sunan ilk hareketi, ellerini bağlayarak saygıyla durmasıdır. Bu ilerleyerek Allah'ın huzurunda baş eğme (Rükû) şeklinde gelişir. Bu, daha da ilerleyerek onun huzurunda yere kapanmak, başını yere koymak, alnını yere yapıştırmak (secde) şeklini alır. Namazın tamamı işte bu saygı ve duygudan ibarettir. Namazın dış görünüşü içersindeki ruh budur. Bu yüzden de namaz, dünya ve ahiret saadetinin, huzurunun esasıdır.


Kaynak: Osman ERSAN, Gözümün Nûru Namaz, Erkam Yayınları.


evo 20 Ağustos 2006 13:07

1 ek
FERT VE TOPLUMUN MANEVİ DİREĞİ: NAMAZ
Kendilerine ihanete son vermek isteyenlere bu kapı hayatta oldukları müddetçe açıktır. Namaz insana manevi güç ve gıda sağlar.
Müslümanlar Kur’ân ile tanışmalı ve namaz ile buluşmalıdır. Bu iki değerden mahrum olan kişiler, ancak isim olarak Müslüman olurlar.
Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan Yaratıcımızın tükenmeyen lûtüflarına karşı teşekkürde bulunmak gerekmez mi?

İçi ve Dışı Birleştirmek

Bilindiği halde ihmal edilen bir gerçektir ki, insan maddi ve manevi olarak iki yöne sahiptir. Et, kemik ve kandan müteşekkil olan beden maddi yapıyı oluştururken, ruh ise insana hayat ve mana kazandıran manevi yönü oluşturur. İnsana can ve kimlik bahşeden ruh bedenden ayrılınca, kişilik sona erer, cesetlik başlar.
Manevi gıda ve miraç hediyesi namaz, insanın yüceliği ve yükselişi için kaçınılmazdır. Namazını kılamayan müslümanın bu manada manevi varlığından bahsetmek mümkün olmaz.
Manevi değerlerden mahrum olan insan, kendisinden beklenen güzellikleri ortaya koyamaz. Maneviyattan uzaklaşanlar, insanlığa bile zarar getirmekte, bazı tutum ve davranışları ile hayvanlardan bile aşağı duruma düşebilmektedirler.
Alıntıdaki Ek 59715

Stres ve sıkıntı, insani gerçekleri iman ve salih amelle perçinleştiremeyen işte bu kişilerde görülür.
Müslüman’daki stres ve sıkıntının sebebi ise yine kendi günahlarıdır. Günahlardan istiğfar ve hayırlı işler yapmak suretiyle uzaklaşan Müslüman, bu tür manevi sıkıntılardan kendini koruyabilir.
Namaz; insanı hem ferdi hem de sosyal parçalanmışlıktan korur. İnsan kişiliği, maddi ve manevi yönüyle parçalanamaz bir bütündür. Parçalanmış kimlik sahibi olanlar, hem kendileri ve hem de toplum için potansiyel tehlike oluştururlar.
Ferdi parçalanmışlık -Allah muhafaza- insanı intihara kadar götürürken, sosyal parçalanmışlık da toplumsal çöküntüye sebebiyet verir. Psikolojik olarak namaz vasıtasıyla Rabbi ile manevi iletişime geçen kişi, imanının gücünü gönlünde hisseder. Cami ve cemaat ise Müslümana toplumsal kaynaşma ve güçlenme zemini hazırlar.
Kendi nefsiyle hesaplaşıp netleşmeyen kişinin iç ve dış iletişimi de bozuk olur. Tövbe ve istiğfar sonrası yapılan hayırlı işler, psikolojik iç parçalanmışlığına son verir. Kişi, hem Rabbine ve hem de topluma karşı dürüst ve erdemlice davranarak da gönül huzuruna erişebilir.
İnsan, daima şuurlu ve iradeli olarak iyi işler yapmaya çalışmalıdır. Bilinçsiz hareket ve davranışlar, insanlığa yakışmaz. Bu noktada aklı devre dışı bırakan içkilerin yasaklanması ve ne yapıp söylediğinin farkına varıncaya kadar namaza yaklaşılmamasının (Nisâ, 4/43) emredilmesi, şuurlu hareket ve davranışın önemini vurgulamak açısından manidardır.

Toplumun Manevi Dayanağı

Namaz dinimizin en başta gelen emirlerinden birisidir. İslâm’ın emirlerini ciddiye almamak, onun hükümlerini işine geldiği şekilde anlamak da bir zulüm ve istihzadır, alaya almaktır. Bu yaklaşım tarzı, kişinin ciddi hatalara düşmesine ve ziyana uğramasına sebebiyet verir.
Nitekim ilahi rehberimizde;
“Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır” (Meryem, 19/59)
ayetiyle inananlar ikaz edilmektedir. Namazı kılmayıp şehvete tabi olmak, müslümanın kendine yapacağı en büyük ihanettir. O, böylelikle manevi yardım bağlarını kesmiş, Rabb’iyle arasına duvarlar örmüş, nefis ve şeytana yaklaşmıştır.
Müminin Rabbi ile irtibata geçmesini sağlayan iletişim vasıtası namaz olmazsa, kalbe nur gelmez, insan karanlıkta kalır ve ruh gıdasını alamaz. Yukarıdaki ayet, ümmetlerin çöküşlerinin, namazı gevşetmekle başladığına işaret etmek suretiyle, namazın toplumsal boyutuna dikkat çekmektedir.
“İnsana bir darlık gelince, yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarıp yakarır; biz darlığını giderince, başına gelen darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. İşlerinde tutumsuz olanlara (haddini aşanlara), yaptıkları böylece güzel görünür” (Yûnus, 10/12).
Bu anlamda bela ve sıkıntılar, mümine Rabb’ini hatırlatma misyonu taşırlar. Kötülük ve günah işlediği halde başına bela ve musibetin gelmemesi, o kuldan Rabb’inin yüz çevirmesi anlamına gelmesi muhtemeldir. Nitekim Allah (cc) inanmayanlara ve aşırı gidenlere mühlet vermektedir:
“Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” (Hicr, 15/3).
Mü’minlerin dost ve yardımcısı Allah’dır (Âl-i İmrân, 3/68). Böylesi müminlerin kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşur. İnananlar huzur ve mutluluğu başka şeylerde değil Yaratan’ı zikretmekte bulurlar. Bu anlamda namaz en büyük zikir ve Allah’ı hatırlama vesilesidir.
“Onlar inanmışlar, kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur” (Ra’d, 13/28).
Bu zikir müslümanın bütün hayatında, hal ve davranışlarında Rabb’inin emir ve hükümlerine riayeti de içine almaktadır.

Cemaat ve Cami

Mesela, günlük hayatında Müslüman, namaza ve kurtuluşa çağıran ezana, duyarlılık gösterip icabet ederek camiye koşar. Nitekim Rabb’imiz ehemmiyetine binâen:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır” (Cum’a, 62/9)
buyurarak, bilhassa Cuma Namazı’nın ve cemaatin müslümanın toplumsal hayatındaki önemine dikkat çekerek, kurtuluşu buna bağlamıştır.
Cemaatle namaz kılındıktan sonra, imamın mihrapta cemaate dönerek oturmasının bir anlamı vardır. O mahalde, cemaatte bulunması gerektiği halde namaza gelemeyen kişinin mutlaka önemli bir mazeret veya sıkıntısı olduğuna işarettir. Zira mümin mazeretsiz olarak cemaati terk etmez. Namaz, müminin vazgeçilmez vasıflarından birisidir.

Manevi Yükseliş

Manevi yüceliş vesilesi olan namaz, insanın iç ve dış iletişimini güçlendiren bir özelliğe sahiptir. Kendini düzeltemeyen insanın, başkalarını ıslahı mümkün değildir. Kişi, kendine yazık etmekten vazgeçip Rabb’inin buyrukları doğrultusunda hareket ettiğinde; arzulanan güzelliklere erişecektir.
Günahı vücut değil, irade işler ve günahsız olan korkusuz yaşar. Ölmek felaket değildir, asıl felaket öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir. Namazı terk ederek kendine yazık edenler bu durumdan vazgeçmek istediklerinde, tövbe onlara en iyi ilaçtır. “Allah'ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tövbe edenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” Kendilerine ihanete son vermek isteyenlere bu kapı hayatta oldukları müddetçe açıktır. Namaz insana manevi güç ve gıda sağlar.
Verilen sözlere riayet ve namazları vaktinde, cemaatle eda etmek müminin vazgeçilmez vasıflarındandır. Müslümanlar Kur’ân ile tanışmalı ve namaz ile buluşmalıdır. Bu iki değerden mahrum olan kişiler, ancak isim olarak Müslüman olurlar.
“Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizce davranışlardan ve uygunsuz işlerden kişiyi alıkoyar” (Ankebût, 29/45).
İlahi rehber olan Kur’ân’ı okumayan ve ondan habersiz olan kişi, kendisine cehaleti yakıştırmaktadır. Her türlü uygunsuz davranıştan namaz kalkanıyla korunmak mümkün olur.

Namazın İncelikleri

Ancak bu manevi korunma için namazı bütün şart, rükün, sünnet ve âdâbına riayet ederek kılmak lazımdır. Bilhassa tadîl-i erkan hususuna mübalağa ile dikkat etmek ve onu tam bir dikkat ile muhafaza etmek icab eder. İnsanların bir çoğu tadîl-i erkanı za'y ettikleri (tam manasıyla hakkını vermedikleri) için, namazlarını da za'y ettiler (boşuna kılmış oldular).
Tadîl-i erkana uymayan bu insanlar hakkında şiddetli tehditler varid olmuştur. Eğer namaz sağlam ve kâmil olursa, azaptan kurtuluş için büyük bir ümit hasıl olur. Çünkü o zaman dinin direği olan namaz ikame edildiği, hakkıyla kılındığı için din ikame edilmiş, ayakta tutulmuş olur (Mektûbât 2/20).
Görüldüğü üzere tadîl-i erkan o kadar önemlidir ki; ona riayet etmemek dinin direği olan namazın boşa gitmesine sebep oluyor. Dinin direğinin yıkılması ise -Mevlâ muhafaza eylesin- iman nurunun zayıflamasına belki de sönmesine sebep olur.
Namazdan manevi haz duyanlar, namazda tadîl-i erkana riayet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi saygı ve edebe aykırı görürler. Bu itibarla, namazlarımızda tadîl-i erkana azamî derecede dikkat etmemiz lazımdır.
İnsan bir düşünmeli; her an Yüce Allah'ın sayısız nimet ve ihsanlarına kavuşmaktadır. Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan yaratıcımızın tükenmeyen lûtüflarına karşı teşekkürde bulunmak gerekmez mi?
İşte insan, namaz yolu ile şükür borcunu ödemeye, yaratıcısının lûtuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile anarak kulluk görevini yerine getirmeye çalışmış olur. Bu bakımdan: "Namaz, şükrün bütün çeşitlerini bir araya toplar" denilmiştir.

Namazın Kazandırdıkları

Bununda beraber namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, imanı yüksek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama götüren en güzel bir ibadettir. İnsan namaz sayesinde nice günahlardan kurtulur ve Yüce Allah'ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur.
Namaz, manevi hayattan başka maddi hayata da canlılık verir. İnsanın temizliğine, sağlığına ve intizamla hareket etmesine sebep olur. Günü beş ayrı zaman dilimine bölen namaz, geceyi-uykuyu düzenlediği gibi gündüzün koşturmacasını da kesintiye uğratarak, bambaşka bir menfezde dinlenmemize zemin hazırlar.
Namazın meşru kılınmasındaki hikmetler ve yararlar her türlü düşüncenin üstündedir. Fakat bir Müslüman, namazını yalnız Yüce Allah'ın rızası için kılar, yalnız yaratıcısına şükür ve saygı için kılar. Namazın insana yararı olmadığı farzedilse dahi, yine bunu bir kulluk görevi bilerek, sadece Allah'ın emrine uymak için yerine getirmeye çalışır. Bu kutsal görevin dakikalarını, hayatının en mutlu ve neş'eli anları olarak kabul eder.
Doğrusu, bu geçici hayatın son bulmayacak birçok manevi ve ahlaki kazançları, ancak namaz sayesinde elde edilir. Namaz için ayrılan vakitler, sonsuzluk aleminin tükenmez mutluluk günlerini hazırlamış olur.
Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!...


DR. HÜSEYİN EMİN SERT


Mystic@L 20 Ağustos 2006 23:31

Namazın Kazandırdıkları
 
Ebû Hureyre (r.a)’ın bildirdiğine göre; Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Namaz dini direğidir. Namazda on güzellik vardır."

Bu on güzellik şunlardır:
1- Yüzü güzelleştirir.
2- Kalbi nurlandırır.
3- Bedeni dinlendirir.
4- Kabirde arkadaştır.
5- Rahmetin inmesine sebeptir.
6- Gök kapılarının anahtarıdır.
7- Ahirette günah ve sevapları ölçen terazide sevap kefesini ağırlaştırır.
8- Rabbi hoşnut ve memnun eder.
9- Cennete giriş için ödenecek ücrettir.
10- Cehennem ateşine karşı koruyucudur.
Namazın insan için pek çok yararları vardır. Çünkü Allah Teâlâ, bizlere yararı olmayan birşeyi emretmemiştir. Zira, Allah Teâlâ hiç bir şeye muhtaç değildir. İhtiyacı olan biziz, yapılmasını istediği her şeyde bizler için pek çok yararlar vardır. Kısaca namazın bazı yararlarına işaret edelim.

Namaz Allah'ı Hatırlatır


İnsan, başkasına el avuç açmadan muhtaç olmadan yaşamak için çalışmak zorundadır. Kendisini çalışmaya veren kimse ise çoğu zaman ölümü ve ölüm ötesindeki hesabı unutur. Bu yüzden heran günah işleyebilir ve günah işlemeyi âdet haline getirebilir. Bunun en güzel örneği, kumarbazlar ile zevk ve eğlenceye aşırı düşkün olanlardır. Bunlar, kumar oynamaktan, içki içmekten, zevk ve eğlenceden baka bir şey düşünmezler. Ne ölümü, ne ahireti ve ne de ahiretteki hesabı hiç hatırlamazlar. Hiç ölmeyeceklerini ve dünyanın sona ermeyeceğini sanırlar. Derken ölüm gelip çatar ve bunları hazırlıksız olarak yakalar. Pişman olurlar ama bu pişmanlık bir fayda vermez.

İşte “Beni anmak için namazı dosdoğru kıl” âyeti, namazın bu hikmetine işaret etmektedir.
Hiç şüphe yok ki namaz, Cenab-ı Hakk'ı anmak için kılınır. Bu, yalnız namazın değil,diğer ibadetlerin de esasını teşkil eder. Daha doğrusu hangi sûret ve biçimde olursa olsun, Allah'ı anmak, gerçek ibadettir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: “Ey müminler, Allah'ı çokça anın, O'nu sabah akşam tesbih edin”buyurulmuştur.
AIlah'a saygı duyan müminlerin niteliklerinden söz edilirken;
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar ve "Rabbimiz, sen bunu'' (gökleri ve yeri) boşuna yaratmadın, seni tesbih ederiz, bizi cehennem azabından koru”derler.
“O adamlar ki, ne ticaret ne de alışveriş onları Allah'ı anmaktan alıkoyamaz.”
Peygamberimizin şu Hadis-i Şerifi de Allah'ı anmanın en büyük ibadet olduğunu göstermektedir.
“Ben size yaptıklarınızın en iyisini, Allah katında en çok razı olunan, derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten daha hayırlı olan ve düşmanlarınızla karşılaşıp da sizin onların boyunlarını vurmanızdan ve onların da sizi şehit etmelerinden daha faziletli bir işi haber veriyim mi? buyurmuş, ashabın:
Bu hangi iştir? demeleri üzerine, Peygamberimiz:
– Allah'ı anmaktır, cevabını vermişlerdir.”
Görülüyor ki, bütün ibadetlerden maksat, Allah'ı anmaktır. Allah'ı anmanın en güzel şekli ise namazdır.
Diğer taraftan insana Allah'ı unutturacak şeylere karşı en çok koruyucu bir siper de yine namazdır. Çünkü belli aralıklarla Allah'ı hatırlayan kimse kötü duygu taşıyamaz. Başkalarına hile ve haksızlık düşünemez. Bir gün, yaptığı her şeyin hesabını Allah'a vereceğini düşünerek ölçülü hareket eder. Böylece namaz insan ruhu üzerinde daha etkili, nefsin heva ve hevesine yönelmesine daha çok engel ve her işte dürüstlüğe daha çok özendiricidir.
Kur'an-ı Kerim'de de şöyle buyurulmuştur.
“Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
Hiç şüphe yok namazdaki belli hareketler; oturmak, kalkmak, alnı yere koymak,tekbir ve tehlil getirmek, namazın amacını gerçekleştirmeye yetmez. Bunlar namaz için gerekli olmakla beraber, gerçek namazın bunlardan ibaret olduğu söylenemez. Gerçek namaz,ruhu önce Allah'a karşı boyun eğme, yüce yaratıcının huzurunda benliğini silme sonra da Hak ile ilgilenmeye engel her türlü endişe ve kuşkudan sıyrılmadır. Bunun için; Kur'an okuyarak, dua ederek, tekbir ve tehlil getirerek dilini,diğer organlarını meşgul etmek, namaz kılana gereklidir. Bütün bunlarla birlikte Kâinatı yaratan ve yöneten yüce yaratıcının huzurunda bulunduğunu hatırdan çıkarmamasıdır. Bunun içindir ki, namaz kılan, namaz esnasında kimse ile konuşmayacağı gibi namazın rükûn ve adâbı dışında her hangi namaza aykırı bir harekette de bulunmayacaktır.

Namazın sağlık açısından bazı hikmetleri

Müslüman, namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emrlerinde birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp mütehassıslarınca tesbit edilmiş durumdadır. İslâmiyyetin sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dînimiz, ibâdetlerin en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmiştir. Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:

1- Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.

2- Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta “demans senil” denilen bunama hastalığına uğramazlar.
3- Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına mâlik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü “katarakt” veya “karasu” hastalığından korur.
4- Namaz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmaktadır.
5- Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamıyan adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.
6- Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusül, hem maddi, hem de manevî bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin tâ kendisidir. Zirâ hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz olmaz. Abdest ve gusül bedenî temizliği sağlar. İbâdet görevini yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.
7- Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vakitlerdir.
8- Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücûtta biriken statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.
Namazın bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmakla birlikte, temizliğe, çok yimemeğe ve yinilen gıdaların temiz, helâl olmasına da dikkat edilmesi de lâzımdır.


vain 30 Mayıs 2007 08:56

1 ek

Namaz

beladan korur, eve bereket verir .Namazı bırakanlarda nasiplerini bela ile alırlar 24 saatin içindeki bir saatimizi ayırlalım çok bir vakit kaybı değil aksine kazandığımız nur yeterli...

Yedi Âyet ve Açıklaması


1. "Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar." Ankebût sûresi (29), 45

Âyet-i kerîmenin tamamının anlamı şöyledir:
"Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir."
Alıntıdaki Ek 59716
Âyette hayasızlık ve kötülük diye tercüme edilen "fahşâ" ve "münker" kelimelerinin anlamı daha kapsamlıdır. Fuhşiyat, açıktan ve alenî işlenilen bütün çirkinlikleri, edepsizlikleri ve ahlâk dışı davranışları ifade eden bir kelimedir. Münker de, aklın ve şerîatın beğenmediği bütün uygunsuz davranışları ve günahları ifade için kullanılır. Öncelikle namaz içinde böyle şeyler yapılmaz, onun gerektirdiği bütün edeplere uyularak namaz kılınır. Gerçekten şuurla ve hakikatına erilerek, farkında olunarak, ne olduğu bilinerek kılınan bir namaz, namaz dışında da insanı her türlü çirkinlikten, uygunsuz davranıştan, edep dışı hareketlerden alıkoyar. Onun için Resûl-i Ekrem Efendimiz:
"Kim namaz kılar da o namaz kendisini hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa, o namaz olsa olsa onun Allah'tan daha fazla uzaklaşmasını sağlar"
buyurmuştur (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, VI, 221). Kur'an'ın namazla ilgili birçok âyeti vardır. Nevevî'nin konuyla ilgili olarak sadece bu âyetle yetinmesinin sebebi, onun kapsayıcılığından olsa gerektir.


2. "Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz." Bakara sûresi (2), 238
Beş vakit namazı eksiksiz kılmak ve bunu ara vermeksizin yapmak gerekir. Çünkü âyetteki muhafaza kelimesi namazların eksiksiz, en mükemmel şekilde ve vaktinde kılınması gibi özellikleri kapsamına alır. Ayrıca bütün rükünlerini ve şartlarını da yerine getirerek namaz kılmamız icap eder. Zira âyetin devamındaki "Allah için boyun eğerek kalkın namaza durun" emri bunu gerektirir. Burada geçen kunut tabiri, taati, huşûu, boyun eğmeyi ve ayakta durmayı ifade eder ki, dilimizde buna divan durmak denir. Peygamberimiz: "Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır" buyurmuştur (Müslim, Müsâfirîn 164-165).
Orta namaz dediğimiz salât-ı vustânın hangi vaktin namazı olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de, genel kabul gören ikindi namazı olduğudur. Sahâbeden Hz.Ali, İbni Mes'ûd, Ebû Eyyûb, İbni Ömer, Semüre İbni Cündeb, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz.Âişe ve daha birçokları salât-ı vustânın ikindi namazı olduğu görüşündedir. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, bir görüşünde İmam Şâfiî ve Ahmed İbni Hanbel de aynı kanaattedirler. Hz.Ömer, Ebû Mûsa ve Muâz'ın da aralarında bulunduğu bazı sahâbîler ise sabah namazı olduğunu söylemişlerdir. Bazı sahâbîlerin öğle namazı, bazılarının akşam, bazılarının da yatsı namazı dedikleri nakledilir. Hatta bu görüşler cuma namazından bayram namazına kadar uzanan bir çerçeveye oturtulmaya çalışılır. Bunların her biri üzerinde duracak değiliz. Fakat Peygamber Efendimiz'in: "Orta namaz ikindi namazıdır" hadisi (Tirmizî, Salât 19) ve Ahzab harbi gününde: "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" (Müslim, Mesâcid 205) buyurması,"ikindi namazıdır" diyenlerin delilini teşkil etmektedir. Ayrı namazlar olduğunun ifade edilmesi de, bütün namazların korunması ve hiçbirinin ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim âyetin başında bütün namazları muhafaza ediniz emrinin yer alması bunun en kesin delilidir.

3. "Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın."Tevbe sûresi (9),5
Bu ayetin tamamının anlamı şöyledir:
"Haram ayları çıkınca Allah'a ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."
İnsanın mü'min olmasının en önemli göstergelerinden biri namazdır. Namaz kılan insana âyette geçen muamelelerin hiçbiri yapılmaz. Bu âyetin hükmü müşrik Arapları kapsamaktadır. Onlar iman edip namaz kılmayı ve zekât vermeyi kabul edince, daha önce yapmış oldukları şeyler, küfür ve haksızlıklar bağışlanır. Çünkü İslam insanın geçmişini örter, kişi âdeta hayata yeni başlamış ve dünyaya yeni gelmiş gibi muamele görür.

4. "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." Cum'a sûresi (62), 10
Cuma namazından önce ve sonra kılınacak sünnet namazlar hakkında 101 numaralı hadiste bilgi verilmiştir. Bu âyet-i kerîmenin bulunduğu Cuma sûresinin dokuzuncu âyetinde cuma ezanı okununca, işi gücü bırakıp Allah'ı anmak üzere cuma namazı kılınması gerektiği belirtilmekte, açıklamakta olduğumuz yukarıdaki onuncu âyette de cuma namazını kıldıktan sonra herkesin tamamen serbest olduğu, dilediği şekilde hareket edebileceği ifade edilmektedir. Diğer bir söyleyişle, cuma namazını kılan kimsenin bu görevini yerine getirmiş olduğu, şayet ticaretinin başına dönmek istiyorsa dönebileceği, ilim öğrenmek istiyorsa tekrar kitaplarının başına oturabileceği, ibadet etmek istiyorsa dilediği şekilde ibadet edebileceği, hatta dinlenmek istiyorsa dinlenebileceği ortaya konmaktadır. Âyet-i kerîmedeki "yeryüzüne dağılın" ifadesi kesin bir emir değildir. Artık herkesin dilediğini yapmakta serbest olduğu yönünde bir açıklamadır.
Âyet-i kerîmenin devamındaki "Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz" buyruğu, cuma namazı kılanlara bir hatırlatma ve uyarı mâhiyetindedir. Yüce Rabbimiz bu kısa ve özlü tavsiyesi ile bize şöyle demektedir:
Siz cuma namazını kılmakla bir görevi yerine getirdiniz, artık dağılıp gidebilirsiniz; ama kendinizi büsbütün dünyaya kaptırmayın. Kalbinizi devamlı surette canlı ve uyanık tutabilmek için işinizin başında veya evinizde iken yahut bir yere gelip giderken Allah'ın adını anıp zikrederek, zaman zaman Kur'an okuyarak, nâfile namazlar kılarak, Allah'ın kullarına ve diğer mahlûkatına iyi davranıp hizmet ederek, O'nun size esirgemeden verdiği lütufları düşünerek Cenâb-ı Hakk'ı her fırsatta anıp zikredin. Böyle davranırsanız Allah'ın rızâsını kazanabilir ve dolayısıyla kurtuluşa erebilirsiniz.

5. "Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır." İsrâ sûresi (17), 79
Âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz'den, gecenin bir kısmında uykudan kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Arapçada geceleyin uykudan uyanarak namaz kılmaya teheccüt dendiği için bu namaza da teheccüt namazı adı verilmiştir.
Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet etmeyi doğru bulmamıştır. 152 numaralı hadiste geniş bir şekilde ele alındığı üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi Abdullah İbni Amr İbni Âs'ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini yasaklamıştır.
Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre teheccüt namazı sadece Peygamber Efendimiz'in şahsına mahsus bir ibadettir. Bu ibadetin Resûlullah için fazladan bir fazilet yani mendup ve nâfile olduğunu söyleyen âlimler vardır. Onları böyle düşünmeye sevk eden, Peygamber aleyhisselâm'ın geçmişte kalan ve ileride işlenmesi mümkün görülen bütün günahlarının bağışlanmasıdır. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler ise teheccüt namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Âyette"Ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır" diye belirtilen makâm-ı mahmûd, hamd, minnet ve teşekkürlerini sunma makamı demektir. Bu yüce makam Resûl-i Ekrem Efendimiz'e mahsustur. Kıyamet gününde her ümmet, diğer bir ifadeyle bütün beşeriyet Resûlullah'ın şefaatıyla mahşerdeki o korkunç bekleyişten bir an önce kurtulmak isteyecekler, kurtulur kurtulmaz da ona bu lütuf ve şefâatinden dolayı şükranlarını sunacaklardır. Makâm-ı mahmûd'un, makâm-ı şefaat olduğu söylenebilir.

6. "Vücutları yatak yüzü görmez." Secde sûresi (32), 16
Vücutlarının yatak yüzü görmediği belirtilen kimseler, geceleyin kalkıp Allah rızâsı için ibadet eden, namaz kılan, dua eden kimselerdir. Bu âyet-i kerîmenin tamamı şöyledir:
"Korkuyla ve ümitle Rablerine yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları yatak yüzü görmez. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden Allah yolunda harcarlar."
Geceleri kalkıp ibadet eden kimselerin mükâfatı yukarıdaki âyetin devamında (17 numaralı âyette) şöyle belirtilmektedir:
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetler hazırlanıp saklandığını bilemezler."
Âyet-i kerîmede bu mükâfatın büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. 1884 numaralı hadiste geleceği üzere Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'nın has kulları için hazırladığı bu mükâfatı hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük lutfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir.
İbadet ve tâatla meşgul oldukları için vücutları yatak yüzü görmeyen bu bahtiyar insanlardan, aşağıdaki âyette şöyle söz edilmektedir:

7. "Geceleri pek az uyurlar." Zâriyât sûresi (51), 17
Âyet-i kerîmenin baş tarafından itibaren cenneti kazanmış muttakî insanların özellikleri sayılmakta, bu özelliklerden birinin, dünyada iken geceleri teheccüt namazı kılmak için pek az uyumaları, zamanlarını Allah'a ibadet ve dua ile geçirmeleri olduğu belirtilmektedir. Bir sonraki âyette onların bu ibadetlerinin seher vakitlerine kadar devam ettiğine işaretle "seher vakitlerinde bağışlanma diledikleri"söylenmektedir.
Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğu unutulmamalı, sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğu göz ardı edilmemelidir. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için bin dereden su getirmekteyiz. Halbuki bize ömür sermayesini lütfeden Allah Teâlâ, başka âyetlere bakmasak bile, yukarıdaki üç âyette, iyi kullarının özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terk etmek olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet zevki nasip eylesin (âmin).

Kaynak: Riyâzü's Sâlihîn, Erkam Yayınları.


asla_asla_deme 5 Eylül 2008 14:41

Namazın Adabı
 
Sünnetlerin dışında, namazın edeblerine de riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da, sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:

1 - Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak. Şuurlu bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O`nun her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır. Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki "Namazın kemâli, ancak kalb huzuruyladır" buyurulmuştur. Namazda böyle huşû` ve huzûr içinde bulunan bir mü`minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği, Kur`ân-ı Kerîm`de şu şekilde müjdelenmiştir: "Mü`minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (el-Mü`minûn, 1,2). Zeyne`l-âbidîn Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi altüst ediyordu. Fakat Zeyne`l-âbidîn`de hareket yoktu. Yangını söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı? O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim... Ashab-ı Kirâm`dan Said bin Hayseme`nin atını çalıyorlardı. Görenler atın çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme`de bir hareket yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler. Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan... Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir. Burada şu mühim hususa da temas edelim: İnsan "benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok," gibi bir hisse kapılmamalıdır. Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı farklı olur. Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi... Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla beraber, ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır. Namazda huşû ve huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu hususta şöyle buyurur: "Birinize namazda uyku gelirse uykusu geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği yerde bilmeden sövmüş olabilir." "Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun." Resûlüllah Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş, usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 - Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek. Normal olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır. Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir. İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.

3 - Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû`da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.

4 - Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.

5 - Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın." Diğer bir rivayette de: "Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.

6 - Rükû` ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3`ten fazla söylemesi.

7 - Kâmet getirilirken hayye ale`l-felâh denilince imam ile birlikte ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer`e göre, hayye ale`s-salâh`da ayağa kalkılır.

8 - İmamın, kad kâmeti`s-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.

9 - Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.

10 - Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.

11 - Her namazdan sonra Kur`ân-ı Kerîm okumak. 12 - Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak.


Kaynak: İslamiyet


asla_asla_deme 28 Kasım 2009 23:52

Namaz Vakitlerinin Sırrı
 
Âlem öyle nurlu bir sarmal içinde ki, her an beş vaktin beşi de dünya içinde ayrı ayrı yerlerde yaşanabiliyor O vakitlerin öyle güzel sırları var ki, bize kulluğumuzu ve ahireti hatırlatıyor
Namaz, Rabb’imizin “Celal”ine karşı kavlen ve fiilen “SübhânAllah” deyip takdis etmek, “Kemal”ine karşı, lâfzan ve amelen “Allahü Ekber” deyip tâzim etmek “Cemal”ine karşı da kalben, lisanen ve bedenen “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir
İbâdetin mânâsı da kulun Rabb’ine karşı kendi kusurunu, acz ve fakirliğini görüp her şeyi elinde tutan Yüce Rabb’imizin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir
Her namaz vaktinde ruhumuzda canlanan şey, tek ve sonsuz olanın O (cc) olduğudur, bakî, sermedî, ebedî olan O’dur Nurun kaynağı, ebedi saadetlerin sahibi O’dur Her namaz vaktinde zihnimizde bu duygular sümbüllenir
Başka bir kapı yoktur Başımızda ecel kılıcı, ensemizde Azrail’in (as) nefesi bulunmaktadır Kabrimizi karanlıklar yurdu olmaktan çıkarıp Cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirecek olan şey imanımız, amelimiz ve Rabb’imize olan muhabbetimizdir Ümidimiz O’nun (cc) rızasına, Habibi’nin (sas) şefaatine nail olmaktır Bu yüzden her bir namaz vaktinde gizlenmiş sırlara vâkıf olmamız gerekir
Bediüzzaman Hazretleri, namaz vakitlerini izah ederken gece ve gündüzlerin alemin büyük saatinde “saniyeler”, senelerin “dakikalar”, ortalama insan ömrünün “saatler” ve alemin hayat devirlerinin de “günler” hükmünde olduğunu belirtiyor Yine bunların birbirine baktığını, birbirine misal olduğunu, birbirinin hükmünde olduklarını ve hatırlattıklarını ifade ediyor

SABAH VAKTİ:
Yepyeni bir başlangıçtır
Sabah tatlı bir neş’edir Mahmurluk perdesi altında alemde pırıl pırıl tecelli eden yaratılışa aynadır İmsak vakti, yani sabah namazı vaktinin girmesi, yani şer’i günün başlayışıyla yepyeni bir hayat başlar Her bir namaz vakti için bir saati göz önüne getirelim (dijital saati değil!) Akrep, sabah namazı vaktini gösterdiğinde o an aynı zamanda, bizim anne karnına düştüğümüz ânı, yine kâinatın yaratıldığı 6 günden ilk günü ve yıl içindeki bahar mevsimini gösterir Elimizi Allahü Ekber deyip kaldırdığımızda zihnimizde ana rahmindeki halimiz ve kâinatın Rahmetenlil Alemi’nin (sas) yüzü suyu hürmetine ve yine O’nun (sas) nurundan yaratılışı canlanır Tesbih, tahmid ve tekbirlerimiz hep o hale şükür içindir

ÖĞLE VAKTİ:
Gençlik ateşi ve Cehennem!
Öğlenin şiddetli hararetinin başları yaktığı zaman, yazın en sıcak dönemine, insanda gençliğin söz dinlemeyen en ateşli çağına işaret eder Yine, öğlenin sıcağı bize hiçbir gölgenin bulunmayacağı mahşer gününü hatırlatır Kainatın ömründe ise öğle vakti Hz Âdem’in yeryüzüne iniş dönemine işaret eder

İKİNDİ VAKTİ:
Ömrün sonu ve sonbahar
İkindi vakti, güneşin renginin sarardığı, batmaya meylettiği zamandır İçinde sonbahar hüznünü de taşır Yine, insanoğlunun da artık saçlarına ak düşüp, belinin yavaş yavaş bükülmeye başladığı, dünya lezzetlerinin de “acılaşmaya” başladığı döneme işarettir İkindi vakti, insanoğlunun ve kainatın son dönemine de işaret eder Yine, son peygamber olan Efendimiz’in (sas) vazifeye başlamasıyla âlemin son sürece girişini de hatırlatır Biz ikindi vaktini yaşarken az sonra güneşin batacağını, yakında kendimizin ve kâinatın da öleceğini düşünürüz İkindiyi eda edip de her şeyin batmaya doğru gittiğini görürken tek sığınılacak kapının Rabb’imiz ve O’nun Resulü’nün sünnet-i seniyyesi olduğunu tefekkür ederiz

AKŞAM VAKTİ:
Ölüm ve kıyamet ânı
Artık gün batmıştır Ferdi olarak imtihanımız bitmiş, son nefesimizi vermişiz Ne güneşte o cebbar yakıcılıktan, ne de bizde küçük dağları ben yarattım havasından eser kalmıştır Sonbahar gibi ikindinin tatlı serinliği geride kalmış, güneş kaybolmuş, hafif bir kızıllık dışında ondan hiçbir eser görünmüyor Az sonra günle birlikte biz de karanlıklara karışmış olacağız “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde” (Tekvir, 81/1-3) ikazları kulaklarımızda çınlıyor Akşam ezanı okunduğunda ve namaz için ellerimizi kaldırdığımızda sanki kendi cenaze namazımızla birlikte tüm kainatın cenaze namazını da kılıyor gibi oluruz Önümüzdeki tabutta hem geride kalan gün, hem sonbahar mevsimi, hem kendi cesedimiz, hem de tüm canlıların naaşı vardır Bu namaz bu kadar hüzünlüdür Artık geriye dönüş yoktur Alem susmuş, Sûr üfürülmüştür Bütün diklenişler, bütü ceberrutluklar son bulmuş, müthiş bir sessizlik, alemi kaplamış, İlahi kader ânı beklenmektedir Geriye dönüş artık mümkün değildir ve “keşke”ler, “eyvah”lar dönemi başlamıştır

YATSI VAKTİ:
Büyük sessiz karanlık
Artık geride kalan ne güne ne mevsimlerin tatlılığına, ne de insan olarak “yaşadığımıza” dair hiçbir iz yok Gündüzün ne sıcağı ne de ışığı kalmış Bizim için de acı son gerçekleşmiş Kimse, kendi torunlarımız bile bizi hatırlamıyor, çoğu ismimizi bile unutmuş Hayat susmuş, kainat dahi ölmüş Toprağın üstündeki tüm cıvıltı, kargaşa sona ermiş Herkes hesap gününü bekliyor İşte bu kadar karanlıklar içinde o geceyi ancak “teheccüd”ümüz aydınlatabilir, bize yoldaş olabilir O karanlıkları aydınlatacak yegane nur kaynağı odur

İKİNCİ SABAH VAKTİ:
Ba’sü ba’del mevt
Yeni doğan güneş ise haşrin sabahını ihtar eder Sur yeniden üfürülmüş, ruhlar yeniden iade edilmiş, milyarlarca insan haşir meydanında toplanacak, ölüler yerden bitkiler gibi bitirilecek İşte bu şuurla kılınan namazın kişiye faydası olur “Desinler”, “görsünler” için kılınan namazın kimseye faydası olmadığı gibi maalesef zararı da olacaktır Evet şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kesinliktedir İşte bu beş vaktin her birinde bir mü’him, inkılâp başındadır


asla_asla_deme 31 Aralık 2009 13:13

1 ek
Alıntıdaki Ek 59719
İMAMA UYANIN HALLERİ
Namazı yalnız kılana münferid, imama uyarak kılana muktedî denilir. İmama uyan kişi (muktedî) için üç ayrı durum söz konusu olabilir. İmama uyan kişi ya "müdrik" ya "lâhik" ya da "mesbûk"tur. Şimdi bunları kısaca açıklayalım.

a) Müdrik
Müdrik "idrak etmiş, yetişmiş, kavuşmuş" gibi anlamlara gelir. İlmihal ıstılahında, namazı tamamen imamla birlikte kılan kimseye müdrik denir. İmama en geç birinci rek‘atın rükûunda yetişen kimse o rek‘ata yetişmiş sayılır ve müdrik adını alır. İftitah tekbirini almış ve imam rükûda iken kendisi rükûa varmış ise o rek‘atı tam kılmış sayılır.
Namazı cemaatle kılmanın ecri, tek başına kılmaktan yirmi yedi derece daha fazla olduğu için şu durumlarda tek başına kılınan namaz bırakılarak imama uyulur:
Bir kimse tek başına bir farz namazı kılmaya başladıktan sonra, bulunduğu yerde o farz cemaatle kılınmaya başlansa, tek başına kılan eğer henüz secdeye varmamış ise namazı hemen keserek imama uyar. Cemaate muhalefet görüntüsü vermemek için böyle davranması müstehap sayılmıştır. Bu durumda selâm vermesine gerek yoktur. Edeben sağ tarafa selâm vermesi uygun olur diyen de vardır. Tek başına kıldığı namazda secdeye varmış ise bakılır: Eğer kıldığı namaz sabah ve akşam namazı ise yine bırakır ve imama uyar. Fakat bunların ikinci rek‘atı için secdeye varmış ise, artık bırakmayıp namazı kendisi tamamlar ve selâm verdikten sonra cemaat devam ediyor bile olsa imama uymaz. Çünkü imama uyması halinde, imamla birlikte kılacağı namaz nâfile hükmünde olacaktır. Halbuki, sabah namazının farzından sonra nâfile kılınamadığı gibi, üç rek‘atlı bir namaz da nâfile olarak kılınamaz. Eğer başladığı ve ilk rek‘atın secdesine vardığı namaz öğle, ikindi ve yatsı namazı gibi dört rek‘atlı bir farz ise, bu takdirde kıldığı bir rek‘ata bir rek‘at daha ilâve eder, teşehhütte bulunur, selâm verip imama uyar. Kendisinin kıldığı iki rek‘at namaz nâfile olmuş olur.
Böyle bir namazın üçüncü rek‘atında bulunup da henüz secdesine varmamış ise, hemen ayakta veya oturarak selâm verip namazdan çıkar, imama uyar, tek başına kıldığı iki rek‘at, nâfile olmuş olur. Fakat bu namazın üçüncü rek‘atının secdesini de yapmış bulunursa, artık bunu tamamlar, farzı yerine getirmiş olur. Ancak bu namazı öğle veya yatsı namazı olursa tek başına kıldığı bu farzdan sonra imama yine uyabilir. İmamla kılacağı namaz nâfile olur. Fakat bu durumda ikindi namazı olursa imama uyamaz. Çünkü ikindi namazından sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur.
Nâfile bir namaza başlamış olan kimse, yanında cemaatle namaza başlansa, bu nâfileyi iki rek‘at olmak üzere kılar, bundan sonra selâm verip cemaate katılır. Üçüncü rek‘ata kalkmış ise, onu da dördüncü rek‘at ile tamamlamadıkça namazını kesmez. Ancak nâfile namaza başlayan kimse, kılınmaya başlanan bir cenaze namazını kaçırmaktan korkarsa, nâfile namazı hemen bırakır, cenaze namazı için imama uyar, sonra nâfileyi kazâ eder. Çünkü cenaze namazının telâfi imkânı yoktur.
Cemaatle sabah namazının kılındığını gören kimse, cemaate yetişeceğini zannederse hemen sabah namazının sünnetini kılar ve gerek görürse Sübhâneke ile eûzüyü ve sûre ilâvesini bırakarak yalnız Fâtiha ile, rükû ve secdelerde de birer tesbih ile yetinebilir. Bundan sonra imama uyar. Ancak imama yetişeceği kanaatinde olmazsa sünnete başlamayıp imama hemen uyar, artık bu sünneti kazâ da etmez. Eğer sünnete başlamış ise bunu tamamlar.
Öğle, ikindi ve yatsı namazlarının cemaatle kılınmaya başladığını gören kimse, bunların sünnetini kılmadan doğruca imama uyar, sonra öğlenin dört rek‘at sünnetini kazâ eder. İkindinin sünnetini ise vaktin kerahati dolayısı ile kazâ edemez. Yatsı namazının dört rek‘at ilk sünneti, gayr-i müekked bir sünnet olduğu için dilerse kazâ eder, dilerse etmez.

b) Lâhik
İmamla birlikte namaza başlamasına rağmen, namaz esnasında başına gelen bir durum sebebiyle namaza ara vermek zorunda kalan ve bu sebeple namazın bir kısmını imamla birlikte kılamayan kimseye lâhik denir. İmamla birlikte namaza başladığı halde uyku, gaflet, dalgınlık, abdestinin bozulması gibi mazeretler sebebiyle namaza ara vermek durumunda kalan kimse, namaza ara vermesini gerektiren durumun ortadan kalkmasından sonra konuşmadan, dünya işleriyle meşgul olmadan ve şayet abdesti bozulmuşsa, en kısa yoldan yeniden abdest alıp gelerek, bıraktığı yerden namazına devam eder. Şayet imam namazı bitirmişse, bu kişi sanki imamın arkasında namaz kılıyormuş gibi namazını tamamlar. Yani imama uymuş bulunan kimse gibi kıraat etmez, yaklaşık olarak imamın okuyacağı sure kadar bekler. Sadece rükû ve secdedeki tesbihleri, bir de oturuştaki dua ve salavatları okur. Bu arada sehiv secdesini gerektirecek bir iş yapsa, imama uyan kimse kendi hatasından ötürü sehiv secdesi yapmadığı için, kendisi de sehiv secdesi yapmaz. İmam sehiv secdesi yapacak olsa, lâhik olan kimse, imamla kılamadığı kısımları telâfi etmeden imama uymuş ise, bu secdeleri yapmaz ve hemen ayağa kalkıp namazını tamamlar ve imamla birlikte yapamadığı sehiv secdesini namazı tamamladıktan sonra yapar. Seferî bir imama uyan mukim bir kimse de kendisinin tamamladığı kısımlarda, lâhik gibidir.
Lâhik mümkün olursa, önce kaçırdığı rek‘atları veya rükünleri kazâ eder, sonra imama tâbi olarak onunla selâm verir. Meselâ imama uyan kimse birinci rek‘atın kıyamında uyuyup da imamın secdeye vardığı anda uyansa hemen rükûa varır, sonra secdeye vararak imama yetişir. Lâhik, imama yetişemeyeceğini anlarsa, hemen imama tâbi olur ve yetişemediği rek‘at veya rükünleri imam namazdan çıktıktan sonra kazâ eder. Meselâ dördüncü rek‘atta iken burnu kanasa saftan ayrılır, namaza aykırı düşecek bir şey ile uğraşmaksızın hemen abdest alır, yetişmiş olduğu yerde imama tâbi olur. İmam selâm vermiş olursa, bu dördüncü rek‘atı kendi başına hiçbir şey okumaksızın imamın arkasında kılıyormuş gibi tamamlar. Çünkü lâhik, imamın arkasında namaz kılıyor hükmündedir.
İmama uyanın abdesti üçüncü rek‘atta bozulsa abdest aldıktan sonra dördüncü rek‘atta imama yetişse, önce kıraatsız olarak üçüncü rek‘atı kılar. Bundan sonra imama uyar, onunla dördüncü rek‘atı kılarak selâm verir. Fakat imama bu şekilde yetişemeyeceğini anlarsa, hemen imama tâbi olur, imam selâm verince kendisi kalkar, üçüncü rek‘atı kıraatsiz olarak kılar ve selâm verir.
Bir kimse yukarıda sayılan mazeretler dışında da lâhik durumuna düşebilir. Meselâ imamla birlikte namaz kılarken imamdan önce rükû veya secdeye varan kimse ya da imamdan önce rükû veya secdeden kalkan kimse yahut da bir veya birkaç rek‘atı imamla birlikte kılamayan kimse de imam selâm verdikten sonra tek başına tamamlayacağı kısımlarda lâhik durumundadır.
Bir kimse imama birinci rek‘ata yetişemezse, yetişemediği rek‘atlar bakımından mesbûk olduğu gibi, yetiştiği rek‘atlardan birinde ârız olan durum sebebiyle de lâhik konumuna düşebilir ve böylece bir kişi aynı anda hem lâhik hem mesbûk olmuş olur.
Cemaat sevabından mahrum kalmamak için lâhikin hükümlerini yerine getirmekte yarar olmakla birlikte, bu ayrıntılara dikkat etmekte bazı güçlükler bulunduğu için, bu durumda kalan kimselerin namazlarına yeniden başlayıp kendilerinin kılması daha uygun görülmüştür.

c) Mesbûk
İmama namazın başında değil, birinci rek‘atın rükûundan sonra, ikinci, üçüncü veya dördüncü rek‘atlarda uyan kimseye mesbûk denir. Son rek‘atın rükûundan sonra imama uyan kimse bütün rek‘atları kaçırmış olur.
Mesbûkun hükmü, kaçırdığı yani imamla birlikte kılamadığı rek‘atları kazâya başladıktan sonra, tek başına namaz kılan kimse gibidir. Sübhâneke'yi okur, kıraat için eûzü besmele çeker ve okumaya başlar. Çünkü bu kimse kıraat bakımından namazın baş tarafını kazâ etmektedir. Bu durumda eğer kıraati terkederse namazı fâsid olur.
Sübhâneke duasını okuma yeri, eğer kılınan namaz öğle ve ikindi namazı gibi gizli okunan namaz ise iftitah tekbirinden sonradır. Eğer açıktan okunan namaz ise ve imam kıraat etmekte iken yetişmiş ise, sağlam görüşe göre Sübhâneke'yi okumayıp imamın kıraatini dinler, Sübhâneke'yi kendi kazâ edeceği rek‘atlarda okur ve tek başına namaz kılanlarda olduğu gibi Sübhâneke'den sonra eûzü besmele çeker.

Mesbûkla ilgili uygulama örnekleri:
1. Sabah namazının ikinci rek‘atında imama uyan mesbûk, tekbir alıp susar, imam ile birlikte son oturuşta yalnız Tahiyyât okur, imam selâm verince kendisi ayağa kalkar, kaçırdığı ilk rek‘atı kılmaya başlar. Sübhâneke ve eûzü besmeleden sonra Fâtiha ile bir miktar Kur'an okur, rükû ve secdelerden sonra oturup, Tahiyyât ile Salli-bârik ve Rabbenâ âtinâ dualarını okuyarak selâm verir.
2. Akşam namazının ikinci rek‘atında imama uyan kimse de birinci rek‘at için bu şekilde hareket eder.
Akşam namazının son rek‘atında imama uyan kimse, Sübhâneke'yi okur, imamla beraber o rek‘atı kılıp teşehhütte bulunur, bundan sonra kalkar. Sübhâneke'yi okuyup eûzü besmele çeker ve Fâtiha ile bir sûre veya bir miktar âyet okur; rükû ve secdelerden sonra oturur, sadece Tahiyyât okur, sonra Allahü ekber diyerek ayağa kalkar, besmele çekip Fâtiha ile bir sûre veya birkaç âyet okuyarak, rükû ve secdeleri ve son oturuşu yapar ve selâm ile namazdan çıkar. Bu durumda üç defa teşehhütte bulunmuş olur. Bununla birlikte mesbûk, ikinci rek‘atın sonunda yanılarak oturmayacak olsa, kendisine sehiv secdesi gerekmez; çünkü bu rek‘at bir yönüyle birinci rek‘at mesabesindedir.
3. Dört rek‘atlı namazın son rek‘atında imama uyan kimse imam ile teşehhütte bulunduktan sonra kalkar, Sübhâneke, Fâtiha ve bir sûre okuyup oturur ve Tahiyyât okuduktan sonra kalkar. Geri kalan iki rek‘atı tamamlar.
4. Dört rek‘atlı namazın üçüncü rek‘atında imama yetişen kimse, kendisinin birinci oturuşunu imamın son oturuşuyla birlikte yapar, kalkınca ilk iki rek‘atı kaza edeceği için, kendisi bu ilk iki rek‘atı nasıl kılacak idiyse öylece kılar.
5. Dört rek‘atlı bir namazın ikinci rek‘atında imama uyan kimse, üç rek‘atı imamla kılmış olur, teşehhüt okuduktan sonra kalkar, kılamadığı ilk rek‘atı kılıp oturur ve selâm verir.

İmama ilk rek‘atın rükûunda yetişen kimse, mesbûk değil müdrik sayılır. Fakat imama rükûdan sonra yetişen kimse o rek‘atı kaçırmış olur ve mesbûk durumuna düşer.
Teşehhüt miktarı oturduktan sonra imam daha selâm vermeden önce mesbûkun ayağa kalkması mekruh sayılmıştır. Ancak abdestinin veya vaktin sıkışık olması durumunda mesbûk imamın selâm vermesinden önce kalkıp namazını tamamlayabilir.
Ebû Hanîfe'ye göre, tek başına namaz kılan kimse teşrik tekbirleri ile yükümlü olmadığı halde, mesbûk kurban bayramında teşrik tekbirlerini imam ile birlikte alır, daha sonra ayağa kalkıp kaçırdığı rek‘atları tamamlar.
İmam selâm vermeden önce Tahiyyât'ı okuyup bitirmiş olan mesbûk, isterse kelime-i şehâdeti tekrar eder, başka bir görüşe göre ise susar. En doğrusu Tahiyyât'ı yavaş yavaş okumaktır.
İmam dördüncü rek‘atta oturup yanlışlıkla beşinci rek‘ata kalksa, mesbûkun namazı bu kıyam ile fâsit olur. Fakat dördüncü rek‘atta oturmadan beşinci rek‘ata kalkmış ise, secdeye varmadıkça mesbûkun namazı bozulmaz.


asla_asla_deme 3 Şubat 2010 19:03

1 ek

Ta'dil-i Erkan Nedir?


Namazda rükû, rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sukûnet içinde ve yerli yerinde mutmain olarak yapmak.
Ta'dîl, düzeltmek, kuvvetlendirmek demektir (İbn Manzûr, Lisânü'lArab, XI, 432). Erkân ise "rükn"ün çoğuludur. Kelime anlamlarıyla ta'dîl-i erkân, rükünlerin yerli yerinde yapılmasını ifade etmektedir.

Allah Teâlâ Kur'an'da, Hz. Peygamber (s.a.s) de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir. Kur'an, namaz kılmayı ifade için "namaz kılmak" anlamına gelen "sallâ" fiili yerine "ekame" fiilini tercih etmiştir ki, bu kelime "hakkını vererek yapmak" anlamına gelmektedir. Hz. Paygamber de pek çok hadisinde bu konuyu işlemiştir.
Alıntıdaki Ek 59720
Ebû Hureyre (r.a)'ın rivâyetine göre bir gün Hz. Peygamber (s.a.s) mescide girdi. O arada bir adam daha mescide girdi ve namaz kıldı. Sonra Hz. Peygambere gelerek selâm verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Dön ve namazını kıl; çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu (Buhârî, Eymn, 15; Tirmizî, Salat, 110, İsti'zân, 4; Nesâî, İstiftâh, 7, Tatbîk, 15, Sehv, 67; İbn Mâce, İkâme, 72). Bir başka hadisinde Hz. Peygamber: Rükû ve secdeleri tamamlayın” buyurmuştur (Buharî, Eymân, 3; Müslim, Salât, III; Nesâî, Tatbîk, 16, 60). Diğer bir rivâyette de "Rükû ve secdelerinizi güzel yapın" (Ahmed b. Hanbel Müsned, II, 234, 319, 505) buyurulmuştur.

Teberanî'nin el-Kebr'indeki bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılarken rükûyu tam yapmayan, secdeye de yatıp kalkan bir adamı görünce: "Şu adam bu hali üzere ölse Muhammed milleti dışında ölmüş olurdu" buyurdu. Huzeyfe (r.a) rükû ve secdelerini tam yapmayan bir adamı gördü ve adam namazı bitirince, namazının olmadığını, eğer ölmüş olsa, sünnet üzere ölmeyeceğini; bir başka rivâyette de, Hz. Muhammed (s.a.s)'in yaratıldığı fıtratın dışında bir fıtrat üzere ölmüş olacağını hatırlattı (Buhârî, Ezan 119; Nesâî, Sehv, 66; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 384). Ayrıca Hz. Peygamber ahirette kişinin ilk sorguya çekileceği ibadetin namaz olduğunu haber vermektedir. Eğer namazı düzgün ise felah bulmuş, kurtulmuştur. Eğer namaz konusunda başarısız olmuş ise, hüsrana uğramıştır (Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvud, Salât, 145; Nesâî, Salât, 9, Tahrîm, 2; İbn Mâce, İkâme, 202; Darimı, Salât, 91,...).
Delâleti zannî olsa da, bu hadîslerin bütünü ele alındığında, neredeyse delâleti kat'î gibi görünmektedir. Bu nasslardan yola çıkan İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, İmam Ebû Yûsuf gibi fukahanın çoğunluğu ta'dîl-i erkanın farz olduğu görüşündedirler.

İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre ise, ta'dl-i erkân vâciptir. Muhakkîk fukaha da bu görüşü tercih etmiştir. Bir gruba göre de ta'dîl-i erkan vacibe yakın sünnet-i müekkededir (Ali el-Kâr, Risâle fi'l-hâs alâ ta'dîli'l-erkân fi's-sâlât, Süleymaniye ktp, Es'ad Efendi, nr. 1690, vr. 127b; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı'l-felâh, İstanbul 1985, s. 202).
Ancak İbnü'l-Hümâm'ın naklettiğine göre, İmam Muhammed ve Ebû Hanîfe'nin bu konudaki görüşlerinin Ebû Yusuf'un görüşüne benzediğini bildiren bir rivâyeti vardır. Nitekim İmam Muhammed'e rükû ve sücûdda i'tidâlin terki sorulduğunda "namazın câiz olmadığından korkarım" diye cevap vermiştir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a). Tercih edilen ve muteber olan görüş, İmam Azam ile İmam Muhammed'e göre ta'dîl-i erkânın vacip olduğu olduğudur (Tahtâvî, Haşiye alâ Merâkı'l-felâh, İstanbul 1985, s. 201).

Ta'dl-i erkân'ın farz olduğunu söyleyen fukahaya göre, bunun terki halinde namaz bâtıl olur ve ta'dîl-i erkâna riayet ederek yeniden kılmak gerekir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 127b,128a). Vacip olduğunu söyleyenlere göre ise sehv secdesi gerekmektedir.
Ta'dl-i erkân'a riayet'in ölçüsü rüknler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı'l felâh, İstanbul, 1985, s. 201). Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.

Hanefilerden bazıları rükû ve secdelerde i'tidâle riayet etmeyenin namazını iade etmesi gerektiği görüşündedir. Diğer bazısı da ta'dîl-i erkânın sehven terki halinde sehiv secdesi, kasden terki halinde ise namazın iadesi gerektiği görüşündedir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a, 130a-b).
Ta'dîl-i erkâna riayet etmeksizin kılınan namaz, sıfatındaki noksanlık sebebiyle kâsır (eksik) edâdır. Kasır eda ile ödenmiş yükümlülükteki eksiklik, misli varsa misliyle telâfi edilir. Eğer yoksa noksan olanın hükmü sâkıt olur ve noksanlıktan dolayı günah terettüp eder. Ta'dil-i erkânın misli olmadığından misli ile telâfisi mümkün değildir (Şâşı, el-Usûl, Beyrut 1402/1982, s. 150).

Namazda, özellikle rükûdan sonra ayakta durma ve secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bunlar hafif olarak hemen geçiştiriverilen yerlerdir. Buralarda hiçbir şey okunmasa dahi, bir tesbîha miktarı susarak durulmalıdır. Bu kadar durulmaz ise, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkâr olur (Tahtâvî, a.g.e., s. 201).


Saffet KÖSE


asla_asla_deme 15 Eylül 2010 12:54

Namaz Nedir ve Niçin Kılınır?
 
İbadetler yüce Allah'ın emrettiği kulluk görevlerinin yerine getirilmesidir. Bu ibadetlerin biri de namazdır. İbadetlerin içinde namaz çok önemli ve öncelikli bir yer tutar. İslam'ın beş şartından biridir. Kadın, erkek bütün inanan insanların yerine getirmesi gereken bir ibadettir.

Namazın dünya hayatı için bir çok faydaları vardır. Ama bu faydaları olduğu için kılınmaz. Yüce Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle kılınır, kılındıktan sonra faydaları ortaya çıkar.

Namaz, diğer ibadetlerin bir çoğunu ihtiva ettiği için de önemlidir. Namaz; abdest alma, Kuran okuma, Allah'a şükretme, Allah'a dua etme, Allah'a yakınlaşma gibi kendi başlarına ibadet olan şartlarla kılınır. Namaz bunlardan meydana gelir, ama bunlar ayrıca emredilen ibadetlerdendir. Dolayısıyla namaz kılarken bir çok ibadeti bir arada yapmış oluruz. Namazın terim olarak karşılığı duadır. Dua kulun Allah'a yakınlaşmasıdır. Secde ise kulun Allah'a en yakın olduğu zamandır. Böylece insan namaz kılarken, yüce Allah'ın huzuruna çıkmış, O'na şükrünü yapmış, O'ndan günahlarının bağışlanmasını dilemiş ve O'na dua etmiş olur. Bu yüzden Peygamberimiz "Namaz inanan insanın miracıdır" buyurmuştur. Miracın Peygamberimizin Allah'a yükselmesi demek olduğunu hatırlarsak, namazın yüce Allah'la beraber olmak gibi bir derinliği olduğunu anlamış oluruz.
Peygamberimizin "Namaz dinin direğidir" hadisinden namazın inanan insan için ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. İnsanın dini, içinde güven ve huzur bulacağı bir eve benzetiliyor. Bu ev ne kadar bakım ve özen gösterilirse o kadar sağlamlaşıyor ve güzelleşiyor. Bu evin sağlamlaşması ve güzelleşmesiyle, insanın duyduğu güven ve huzur art ıyor. Bu evin ayakta durabilmesi için diğer unsurlarının bağlandığı bir ana direği var. Bu namazdır. Namaz kılan insanın ruhu ve gönlü arınır ve yücelir. Böylece "Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar" ayetinin anlamı gerçekleşmiş olur.


asla_asla_deme 17 Eylül 2010 14:03

1 ek

Namazın Kazandırdıkları


Namazın özelliklerinden biri sürekli olmasıdır. Diğer ibadetlerde zaman daha sınırlı olmasına rağmen namazda bu sınırlama yoktur. Hac ömürde bir defa yapılır. Oruç bir yıl içinde sadece bir aydır. Namaz ise her gün beş defa yapılması gereken bir ibadettir. Bu süreklilikten insanın namaza ne kadar ihtiyacı olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Gerçekten namaz kılan insanın kazandıkları, namaz ibadetine insan ruhunun sürekli ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
Namazın insana kazandırdıklarının bazılarını şu başlıklar altında inceleyebiliriz
  • Namaz İnsanın Duygu Dünyasını Zenginleştirir.
    Alıntıdaki Ek 59722
  • Namaz İnsanın Davranışlarında Bilinçli Olmasını Sağlar.
  • Namaz Birlikte Yaşama Ve Dayanışma Bilincini Geliştirir.
  • Namaz Temizliğe Alıştırır.
  • Namaz Zamanı İyi Kullanmayı öğretir.
Namaz günde beş defa hayatın akışını kesmektir. Günlük koşuşturmanın, hayat mücadelesinin içinde bunalan insanın kendine döndüğü, ruhunun derinliklerine yöneldiği andır. Sıkıntılarından, bunalımlarından, hayatı yaşanmaz hale getiren dertlerinden kurtulma vaktidir. Ellerini, iç tarafı kıbleye gelecek şekilde kaldırıp tekbir aldığı zaman, "dünya ve içindekileri şimdilik elimin tersiyle itiyorum. Bütün saplantılarımdan, tutkularımdan, alışkanlıklarımdan kurtuluyorum. Öz benliğime dönüyorum. Allah'a yöneliyorum" demiş olmaktadır. Bu, duygularının ve düşüncelerinin derinle şmesi, dinginliğe kavuşması ve zenginleşmesidir.
Namaz kılan insan, neyi niçin yaptığının farkında olmak zorundadır. İki namaz arasındaki süre içinde yaptığı davranışlar kıldığı ve kılacağı namazın etkisi altında kalacaktır. Bunları seçerken doğru olmalarını ister, güzel olmalarını amaçlar, faydalı olmalarını arzu eder. Böylece gördüklerini tekrar etmekten, sadece tepkileriyle yaşamaktan ve taklitten kurtulur. Her davranışı, aklını kullanarak yapt ığı bilinçli tercihler haline gelir.
Camilerde namaz kılmak üzere toplanan insanlar, aynı amacı paylaşmaktadırlar. Bu amaçta çıkar, maddî hesap ve beklenti yoktur. Orada bulunmalarının amacı Allah'ın emri olan ibadetlerini yerine getirmektir. Namaz kılan insanların beraberliği gönüllerini arındırmak, ruhlarını temizlemek ve yüceltmek gibi güzel bir gaye içindir. Bu beraberlik beraber yaşamanın ve dayanışmanın ilk adımıdır.
Namaz kılan insanın kalbi yumuşar, acıma, yardım etme, paylaşma, sevme ve şefkat gösterme gibi duyguları gelişir. Böylece insan sevgisi artar. Daha yardımsever, daha hoşgörülü olur. Bütün bunlar birlikte yaşama ve dayanışma bilincinin gelişmesi demektir.
Maddî ve manevî pisliklerden temizlenme, namaz kılmanın şartlarındandır. Maddî pisliklerden temizlenme, elbiselerimizin ve namaz kıldığımız yerin küçücük de olsa hiçbir pislik kalmayacak şekilde temizlenmesidir. Manevî temizlik ise abdest veya boy abdesti almış olmaktır. Temizlik bir alışkanlık konusu olduğu için, sürekli bu işleri yapan insan artık temizlik alışkanlığı kazanmış olur.
Temizliğini ihmal ettiği zaman rahatsızlık duyar. Namaz insana hem iç hem dış temizliği kazandırır.
"Namaz insana, vakitlerle farz kılınmıştır" ayetinden de anlaşıldığı gibi, namazın özelliklerinden biri de zamana bağlı olarak yerine getirilmesidir. Namaz günün beş önemli vaktini belirler. Sabah namazı güneşin doğmasına yakın kılınır. Günün en güzel, en önemli, en verimli, en bereketli saati sabah vaktidir. Uykusunu almış, zihnen ve bedenen dinlenmiş insanın bilinci; günün ilk ışıklarına, güneşin doğuşunun doyumsuz güzelliğine açılınca, o günü akşama kadar zinde, mutlu ve huzurlu geçer.
Öğle, ikindi, akşam ve yatsı zamanları da günü belirli aralıklarla böler. Namaz kılan insan zamanı kendi denetiminde kullanmayı öğrenir. Böylece, uğraştığı iş ne ise ona kendini kaptırıp gitmeyi, kendini zamanının akışına bırakıp işlerinin birbirine kar ışmasının önüne geçmiş olur. Zamanı iyi kullanmak, başarılı olmanın, anlamlı yaşamanın ilk şartıdır. Namaz kılan insan zamanını iyi kullanma sorununu kendiliğinden çözmüş olur.

MsXLabs.org & DİB


asla_asla_deme 23 Eylül 2010 13:37

Namaza başlayabilmek için
 

Birinci şart

; temizliktir. Temizlik önce, maddî pisliklerden temizlenmedir. (Necasetten taharet) Vücudumuzda, iç çamaşırlarımızda, elbiselerimizde ve namaz kılacağımız yerde küçücük de
olsa hiçbir pisliğin olmamasına dikkat etmektir.

İkinci şart;

manevî pisliklerden temizlenmedir. (Hadesten taharet) Manevî temizlik; ibadete hazırlık eylemidir. Temiz suyla yapılan bu hazırlığın kendisi de ibadettir.

Abdest


Farzları:
  • Yüzümüzü yıkamak
  • Kollarımızı yıkamak
  • Başın dörtte birini meshetmek
  • Ayaklarımızı yıkamak.
Farzları mutlaka yapılması gereken, yapılmazsa abdestin tamamlanmış olmayacağı şartlarıdır.

Abdestin alınışı


Ellerimizi yıkarız, ağzımıza ve burnumuza üç defa su çekerek yıkarız, yüzümüzü üç defa yıkarız, önce sağ sonra sol kolumuzu dirseklerle beraber üçer defa yıkarız, başımızın dörtte birini meshederiz, ensemizi, boynumuzu, kulaklarımızın arkasını meshederiz., önce sağ sonra sol ayağımızı topuklarıyla beraber yıkarız.
Ayrıca; başlarken besmele çekmek, abdest alırken konuşmamak, suyu israf etmemek, çevremizdekileri rahatsız etmemeye çalışmak da abdestin gereklerindendir.
Abdestin, sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. En çok kirlenen organlarımızı günde beş kez yıkamak suretiyle beden temizliğini sağlamış oluruz. Suyun bedenimize değmesiyle sinir uçlarımız uyarılmış olduğundan algılama gücümüz artar. Vücudumuzda biriken elektrik yine suyun temasıyla boşalır. Gerginliğimiz gider, böylece bir rahatlama hissi duyulur. Abdest alırken günahlarımızdan kurtulmakta olduğumuzu bilmek, gönlümüze bir huzur ve dinginlik duygusu verir. İç dünyamızda meydana gelen arınma ve temizlenme duygusu bizi Yüce Allah'a daha çok yaklaştırır. O'na yaklaşmak kötülüklerden uzaklaşmak demektir. Böylece kendiyle barışık, özgüveni gelişmiş, kendine ve çevresine faydalı bireyler olabilme yolu açılmış olur.

Boy Abdesti


Farzları:
  • Ağzımıza su vermek
  • Burnumuza su vermek
  • Bütün vücudumuzu hiç kuru yer kalmayacak şekilde yıkamak

Boy abdestinin alınışı


Önce abdest alınır, sonra ağza üç defa bol miktarda su verilir, dişlerin arasına kadar suyun gitmesine dikkat edilir, burna üç defa bol su verilerek temizlenir, suyun gitmesinin zor olduğu yerler de dahil hiç kuru yer kalmamasına dikkat edilerek, bütün vücut yıkanır.
Boy abdesti bir anlamda banyo yapmaktır. Banyo yaparken boy abdestine de niyet edilirse maksat gerçekleşir. Gerektiği zamanlarda mutlaka, Cuma günlerinde, kandil gecelerinde, bayram sabahlarında, yeri geldiği için, boy abdesti almak gereklidir. En az haftada bir kez olmak üzere, imkan buldukça, ne kadar sıklıkla boy abdesti alınırsa o kadar iyi olur.

Teyemmüm


Farzları:
  • Niyet etmek
  • Elleri bir defa temiz toprağa vurduktan sonra yüzümüze, ikincisinde kollarımıza sürmektir.

Teyemmümün alınışı


Suyun bulunamadığı veya suya ulaşmak insan sağlığını tehdit edecek kadar zor olduğu zamanlarda, (Soğuk, savaş, hastalık gibi sebeplerle) abdest veya boy abdestinin yerine geçmek üzere niyet edilir. Temiz olmak şart ıyla, toprak veya toprak cinsi (taş, kireç, tuğla, kiremit, kum) bir nesneye eller vurulur. Yüze sürülür. İkinci defa vurulur, kollara sürülür. Böylece abdest veya boy abdesti alınmış olur. Suyu buluncaya kadar teyemmüm abdestin veya boy abdestinin yerine geçer. Suyu bulmak ve abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar.
Teyemmüm, sembolik bir temizlenme işlemidir. İslam dininin temizliğe verdiği önemin göstergesidir. "Hiçbir imkanın kalmadıysa simgesel olarak temizliği yap, böylece temizlik duygunu kaybetmemiş" olursun anlamına gelir.


MsXLabs.org & DİB


ThinkerBeLL 14 Temmuz 2011 16:15

1 ek
NAMAZslam'ın şartlarından ikincisi na­mazdır. Namaz sözlükte "dua etmek" demektir. Arapçası olan "salah" da dilimizde kullanılmaktadır. Din terimi olarak namaz, "Allah'a kulluğun en ince ve üstün şekli olup, belirli kalıp ve kurallara göre yerine getirilen bir ibadettir" anlamındadır. Peygamberimizin ifadesiyle namaz,
"Dinin direğidir."
"Allah'a kulluğun, Allah'a şükretmenin bütün ayrıntılarını ken­dinde toplayan bir ibadettir."
Kur'an-ı Kerim'de yüzlerce defa namazdan bahsedilir, önemi vurgu­lanır.
Müminin namaz esnasında yaptı­ğı hareketler Allah (c.c.)'ye karşı kul­luğunu eda etmenin, hürmetim arz et­menin en üstün şekilleridir. Kıyam, rukü, sücud, önce hazırol vaziyetin­de ayakta durmak; arkasından yere paralel bir şekilde eğilmek; sonra yü­zünü yere koymak; Allah'a bağlılığın ve saygının en ince tezahürleridir. Ve mümin bu hareketleri yalnız Allah'­ın huzurunda yapar. Mümin için hu­zurunda eğilinecek tek varlık Allah'­tır. Allah'ın sonsuz büyüklüğü, son­suz kudreti karşısında küçüklüğünü ve güçsüzlüğünü bu ölçüde kabulle­nen kimse Allah'tan başka bir varlı­ğın huzurunda asla eğilmez. Allah'a kul olan, kula kul olmaz. Kendisi gi­bi bir insan huzurunda eğilip bükül­mez. Hele korku veya menfaat endi­şesiyle birinin önünde eğilmek şirktir.
Cenab-ı Hak'ın huzurunda rukü ve secdeye eğilen müminin başı, başka bir varlık önünde, bu varlık en ya­man, en azılı düşman bile olsa eğil­mez.
Alıntıdaki Ek 59718
M. Akif "Çanakkale Şehitleri"nde, bu gerçeği,
Şüheda gövdesi bir baksanadağlar, taşlar
O rüku olmasa dünyada eğilmez başlar
mısralarıyla ne kadar veciz ifade et­miştir.Bir başka şair de
Allah'a kul olduk kâlû belâda
Bu yolda verilmiş ikrarımız var,
Üç günlük ömür için kahpe dünyada
Kula kul olmamak kararımız var
mısralarıyla gerçek kulluğun yönünü belirtmiştir.
Namaz, mümini bu yolda bilinç­lendiren çok farklı bir ibadettir. Allah'a kulluk başka her türlü kulluk­tan mümini korur.Gerçek namaz müminin miracı­dır. Müminin Allah'a yükselmesidir.
Huşu içinde (Allah'a tam bağlılıkla) kılınan bir namaz, mümini her çeşit dünya kaygısından uzaklaştırır. Onu dünyadan soyutlar. Namazda mümi­nin kendini yalnız Allah'a verişi, çev­resinde olup bitenlerle o derece ilgi­sini kesmesi Müslüman olmayanların bile zaman zaman dikkatini çekmiş­tir. Uzun seneler Türkiye'de kalmış, Türk ordusunun eğitim ve donatımıy-la meşgul olmuş bulunan Mareşal Von Moltke (1800-1891) şöyle diyor: "Müslümanların namaz ibadeti, bu ibadet esnasında benliklerini adeta unutmaları her zaman ilgimi çekmiş­tir. Bazan saflar halinde namaz kılan Türklerin arkasında "acaba dönüp bakarlar mı?" diye top patlatmayı bi­le içimden geçirdiğim olmuştur."

Gençlikte namaz
Namaz, nefse ağır gelen bir iba­dettir. Nefis ondan kurtulmak, kaçın­mak için akılalmaz gerekçeler uydu­rur. Bu işte şeytan da nefsin en bü­yük dostu ve yardımcısıdır Şeytan'ın ve nefsin, kişiyi namazdan alıkoymak için icat ettikleri bahaneler gerçekten karşı konulması zor şeylerdir. Bu iki düşmanın insana en çok sözlerini ge­çirebildikleri çağ da insanın bedenen en güçlü, ama tecrübe ve irade bakı­mından en zayıf çağı olan gençlik ça­ğıdır. Şeytan ve nefis, hayatının hiç­bir döneminde kişiye, gençliğinde ol­duğu kadar musallat olmaz. Çoğu kimsenin namazı hep ertelemeleri, bi­raz daha yaşlandıkları veya emekli ol­dukları zamana bırakmaları bu yüz­dendir. Buna katiyen meydan verme­mek, çelik gibi bir irade ile bu çifte düşmanın karşısına dikilmek dinimiz bakımından eşsiz kazançlara vesiledir. En makbul ibadet gençlikte yapılan ibadettir. Bedenin bütün organları sağlıklı, tüm beyin mekanizması tıkır tıkır işlerken Allah'a kulluk etmenin değeri ve derecesi çok farklıdır. Pey­gamberimiz (S.A.V.)'in bildirdiğine göre Allah' (C.C.)'nün kıyamet gü­nünde kendilerini kollayacağı, farklı mameleye tabi tutulacağı yedi sınıf in­sandan bir sınıfı da Allah'a ibadetle büyüyen gençlerdir. Akıl ve mantık da kabul eder ki, orası burası ağrıyan, aksayan bir bedenle yapılan ibadetle, saat gibi tıkır tıkır işleyen bir beden­le yapılan ibadet aynı olmaz.
Namaz, çağımızda, maddi ve eko­nomik endişelerin sebep olduğu bu­nalımlara, 20, yüzyılın alâmet-i fari­kası olan ve ruh ve beden sağlığını yıpratan streslere karşı da en güçlü kalkandır. Yalnız Allah'a kulluk edip, yalnız ondan yardım beklemek, yanız ona sığınmak şuuru, dünya ha­yatının geçici nimetlerine bel bağla­maya, yersiz bir hırs ve telaşa kapıl­maya karşı en sağlam teminattır. Din büyüklerinin tecrübesiyle sabit olmuş­tur ki, namaz esnasında Fatiha sure­sini, anlamını bilerek, duyarak oku­mak kişiye, bütün dünya gailelerine bir sünger çekebilme cesaret ve kabi­liyetini kazandırır. Gençlikte namaz kılmak demek bütün bu Islami has­letlere daha başında sahip olmak de­mektir.

Namaz çeşitleri
Namaz, teferruatlı bir ibadet ol­duğu kadar, çeşitleri de fazladır:
1- Beş vakit namaz

Allah tarafından ilk farz kılınan namaz bu namazdır. Hicret (göç) ten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulan Miraç olayı sırasında farz kılınmıştır. Akıllı ve buluğ çağına ermiş her Müs­lüman beş vakit namaz kılmakla mü­kelleftir.
2- Cuma namazı
Haftada bir defa cuma günü, öğ­le namazının vaktinde kılınan (öğle namazının yerine de geçen) 16 rekat -lık bir namazdır. Bu namazın iki re­katı farz kalan 14 rekatı çeşitli dere­celerde sünnettir. Cuma namazı yal­nız erkeklere farzdır. Cuma Mekke'­den Medine'ye göç sırasında yolda farz kılınmıştır. İlk cuma namazı da bu göç yolculuğu sırasında kılınmış­tır.
3- Cenaze namazı

Yıkanmış, kefenlenmiş Müslüman ölüler için kılınan, özü ölü için dua­dan ibaret olan, rükusuz ve secdesiz bir namazdır. Erkeklere farz-ı kifaye-dir. Cenaze namazının şartı niyettir. Rükunları ise kıyam ile tekbirler (dört tekbir)dir.
4- Bayram namazları

Ramazan ve Kurban bayramların­da, bayramın ilk günü, güneşin doğ­masından 50 dakika sonra kılınan iki rekatlık bir namazdır. Vacip bir na­mazdır. Yalnız erkekler kılar.
Cuma, bayram ve cenaze namaz­ları cemaatle (toplu olarak) kılman namazlardır. Bunlar beş vakit namaz gibi tek başına kılınamaz.
4- Teravih namazı

Ramazan ayında, ay boyunca yat­sı namazından sonra kıhnan yirmi re­katlık bir namazdır. Kadın ve erkek herkese sünnettir. Teravih namazı ev­de tek başına kılınabilirse de camide cemaatle kılınması âdet olmuştur.

Namazın farzları
Namazın farzları 12'dir. Bunlar­dan ilk altısı namaza hazırlık mahi­yetindedir ki bunlara namazın şartları veya dışındaki farzları denir. Son al­tısı namaza başladıktan sonra yerine getirilir, bunlara da namazın rükun­ları veya içindeki farzları denir.

1. Namazın şartları

  • Hadesten taharet: Hades gözle görülmeyen kirlilik halidir. Hükmi pisliktir. Küçük hades, büyük hades diye ikiye ayrılır. Küçük veya büyük idrarını yapan kimsede küçük hades meydana gelmiş olur. Bundan abdest almakla temizlenilir. Cünup olan kimsede veya âdet gören bir kadında büyük hades meydana gelmiş olur. Bundan da güsul (boy) abdesti almak suretiyle temizlenilir. Su bulunmayan yerde her ikisi de geçerli olmak üzere teyemmüm yapılır.
  • Necasetten taharet: Necaset gözle görülebilen pislik demektir. Be­denimizde, elbisemizde namaz kılaca­ğımız yerde bir pislik, bir kirlilik varsa namazdan önce onu temizlemek la­zımdır.
  • Setr-i avret: Namazda örtün­mek. Erkekler için zorunlu olarak ör­tünmesi gereken yerler göbekten diz-kapağının altına kadar; kadınlar için el, yüz, ayaklar hariç kalan her yer­dir.
  • İstikbâl-i kıble: Namaz esnasın­da yüzümüzü ve yönümüzü Arabis­tan'ın Mekke şehrindeki Kabe'ye döndürmek.
  • Vakit: Her namazı, o namaz için belirlenmiş vakitte kılmak.
  • Niyet: Kıldığımız namaz ne ise (öğle, ikindi, teravih... Farz, vacip, sünnet gibi) ona niyet etmek. (Niyet, yaptığımız işin bilincinde olmak de­mektir).

2. Namazın rükunları

  • Başlama (iftitah tekbiri): Na­maza Allahü Ekber diyerek başla­mak.
  • Kıyam: Eller önümüzde bağlı olarak ayakta durmak.
  • Kıraat: Namazda bir parça Kur'an okumak. (Okumanın ayrıntı­larına ilerde değinilecek).
  • Rüku: Elleri dizlere koyarak baş ve sırt aynı hizada olmak üzere yere paralel bir şekilde eğilmek.
  • Sücud (secde): Ellerimiz, dizle­rimiz, ayaklarımızın ucu üstünde ol­mak üzere alnımız ve burnumuz yere değecek şekilde yere kapanmak.
  • Ka'de-i âhire: Namazın sonun­da et-Tahiy-yatü'yü okuyacak kadar oturmak.
Beş vakit namaz
Müslümanlara ilk farz kılanan na­maz beş vakit namazdır. Hicretten 1.5 yıl kadar önce vuku bulan Miraç olayı sırasında farz kılınmıştır. Mirac'da Peygamberimiz (S.A.V.)'e verilen en büyük armağandır. Diğer bütün na­maz çeşitleri bu namazdan sonra de­ğişik zaman ve mekanlarda emredil­miştir.
Namaz ve namaza ilişkin açıkla­malar hep beş vakit namaza göre ya­pılır. Çünkü beş vakit namazı bilen­ler için diğer namazları öğrenmek bir problem teşkil etmez.

Beş vakit namazın rekatları

  • Sabah namazı 4 rekattır, 2 sünnet, 2 farz.
  • Öğle namazı 10 rekattır, 4 sünnet,4 farz, 2 son sünnet.
  • İkindi namazı 8 rekattır, 4 sünnet, 4 farz.
  • Akşam namazı 5 rekattır, 3 farz, 2 sünnet.
  • Yatsı namazı 13 rekattır, 4 sünnet, 4 farz, 2 son sünnet, 3 vitir vacip.
Rekat, namazın, kıyam, kıraat, rüku secde gibi rükunlan içinde bir bölümü (birimi) demektir.

Namazın kılınması
Namazlar ya tek başına, ya da ce­maatle olmak üzere iki şekilde kılınır.
Cuma, bayram ve cenaze namaz­ları hariç kalan bütün namazlar tek başına kılınabilir. Beş vakit namazın farzlarının cemaatle kılınması da Pey­gamberimizin en önemli buyruklarındandır. Cemaatle kılınan bir namaz tek başına kılınandan 27 derece daha sevaptır. Ama zaruret halinde (cami­in çok uzak oluşu, hava şartları, yaş­lılık vb. sebeplerle) tek başına da kılınabilir. Günümüzde birçok mümin çeşitli nedenlerle böyle kılmaktadır. Sünnet namazlar ise (Teravih nama­zı hariç) zaten münferid olarak kılın­maktadır. Ramazan ayına mahsus olan teravih namazı münferid olarak kılınabileceği halde cemaatle kılınma­sı âdet olmuştur.
Şu andan itibaren vereceğimiz bil­giler hep tek başına namaz kılmaya ilişkin olacaktır.

Bazı kurallar

  • Fatiha suresi, farz, vacip, sün­net, nafile bütün namazların her re­katında okunur. (Bir mümin için eksiksiz, kusursuz olarak en başta bilin­mesi gereken sure Fatiha'dır).
  • Farz, vacip, sünnet, nafile bü­tün namazlarda Fatih'dan sonra bir zammı sure (ilave sure, ikinci bir su­re) okunur. Bunun bir istisnası var­dır: Yalnızca ikiden fazla rekatlı (3 ve 4 rekatlı) farz namazların 3., 4. rekat­larında Fatiha tek başına okunur baş­ka sure okunmaz.
  • Sübhaneke duası namazların yalnız ilk rekatında ve en başta oku­nur. Eûzü de (yani "Eûzü billahi mi-neşşeytânirracîm") yalnız ilk rekatlar­da Sübhaneke'den sonra okunur. Ar­kasından besmele çekilerek Sübhane­ke ve eûzü ilk rekattan sonraki rekat­larda tekrarlanmaz.
  • İkiden fazla rekatlı namazlar­da (3 ve 4 rekatlı namazlarda) 2. re­kattan sonra oturulur ve et-Tahiyyatü duası okunur ve sonra ayağa (kıyama) kalkılarak kalan rekat veya rekatla­ra devam edilir. Yalnız ikindi ve yat­sı nazalarının dörder rekatlık sünnet­lerinde 2. rekattan sonra oturulunca et-Tahiyyâtü ile birlikte Allahûmme salli ve bârik de okunur ve 3. rekata öyle kalkılır.
  • Namazların sonunda oturup se­lam vermeden önce et-Tahiyyatü, Al­lahûmme salli, Allahûmme Barik ve Allahûmme Rabbena duaları okunur ve selâm verilir. Acele durumlarda zo­runlu hallerde yalnız et-Tahiyyatü okunarak da selam verilebilir.
Namazda söylenen teşbih ve tekbirler
  • Rüku'ya eğilirken, secdeye giderken, secdeden kalkarken yalnızca"Allahü Ekber" denir.
  • Rüku halindeyken üç defa"Sübhane Rabbiyel azim" (Rabbimolan Allah'ın büyüklüğünü teşbihederim) denir.
  • Rüku'dan yukarı kalkarken bir defa "Samiallahü limen hamiden (Allah kendisine hamdedeni duyar ve onu kabul eder) ve "Rabbena lekel hamd*' (Rabbimiz hamd sana mahsusdur) denir.
  • Secdede iken üç defa "Sübane Rabbiyel a"la" (Rabbim olan Allah'­ın yüceliğini teşbih ederim) denir.
Not: Bu teşbih ve tekbirleri söy­lemek sünnettir.

Bir örnek
Diyelim öğle namazının 4 rekat sünnettini kılacağız. Abdestli olarak kıbleye yönelir ve myet ederiz: "Dön­düm kıbleye, kıblem Kâbe-i şerife, ni­yet ettim bugünkü öğle namazının dört rekat sünnetini kılmaya" diye.
Sonra tekbir alırız. Bunun için ellerimizi yukarı kaldırır, baş parmaklarımızın uçlarını kulak memelerine değidirerek "Allahü Ekber" (yalnız Allah Büyüktür) deriz. Ellerimizi bağladıktan sonra Sübhaneke'yi okur, sonra eûzü besmele çeker (Eûzü billahi mineşşeytânirracim Bismillâhirramânirrahîm, diye) Fatiha'yı ve arkasından bir sure mesela Kevser'i okuruz. Okuma bitince "Allahü Ekber" diye rüku'ya eğiliriz. Rüküda üç defa "Sübhâne Rabbiyel
azim" deriz. Semiailahü ümen hamiden, diyerek doğrulur, doğrulunca, Rebbenâ lekel hamd, deriz. Sonra "Allahü ekber" diyerek secdeye gideriz. Secdede, alnımız ve burnumuzun ucu birlikte yere değmiş durumdayken üç defa "Sübhane Rabbiyel a'lâ"
deriz. "Allahü ekber" diyerek doğrulur, oturur duruma geçeriz. Bu durumda "Sübhanallah" diyecek kadar durduktan sonra "Allahü ekber" diye yeniden secdeye gideriz. (Çünkü secde iki defadır). Üç defa Sübhane Rabbiyel a'lâ deriz ve Allahü ekber diye ayağa kalkar ikinci rekata geçeriz. İkinci rekâtta yalnız besmele çe­ker, Fâtiha'yı ve arkasından bir sure meselâ ihlası (kulhüvallahü) okuruz I. rekatta olduğu gibi rüku. secde yapa­rız. Bu ikinci rekatın secdesinden son­ra hemen ayağa kalkmayıp otururuz ve et-Tahıyyatü'yü okuruz, ondan sonra ayağa kalkarız. 3. rekatta bes­mele, Fatiha ve Felak'ı (Kul eûzü bi-rabbil felak) okur ve aynı şekilde rük'u secde yapanz. 4. rekatta besme­le, Fatiha ve Nâs'ı (Kul eûzü birab-binnas) okur, rüku secde yaparız. Sec­deden sonra otururuz. Burada (ka'de-i âhire halindeyiz) et-Tahiyyatü, Al-lahümme sallı, Allahümme bârik, Allahümme Rebbenâ âtina dualarını okuyarak selam veririz. Selam, başı­mızı önce sağa tarafa çevirip "Essa-lâmü aleyküm ve rahmetüllah" son­ra sol tarafa çevirerek "Essalâümü aleyküm ve rahmetüllah" diye veri­lir ve böylece namaz bitmiş olur. Se­lam vererek namazı bitirdikten son­ra, "Allahümme enta selâmü ve min-kesselâm, tebârekte yazel celâli vel ik­ram (Ey Allahım sen selamsın, dün­ya ve âhirette selamet ancak sendedir. Sen yücesin ey celal ve ikram sahibi Rabbim) denir.


Bütün namazlar bu modele göre kılanabilir. Kıldığımız namaz iki re­kattı olsaydı 2. rekattan sonra et-Tahiyyatü, salli, bârik, Rabbena du­aları okunur ve selâm verilerek namaz bitirilirdi.
Namaz kılmanın bu en basit şek­linin kıraat bölümünü bir daha göz­den geçirelim:
1. Rekat:Sübhaneke Eûzü-besmele Fatiha Kevser
2. Rekat:BesmeleFatiha Ihlas
3. Rekat: Besmele Fatiha Felak
4. Rekat: Besmele Fatiha Nâs

Namazın vacipleri
Namazın 12 farzını tek tek açık­ladık. Bu 12 farzdan biri eksik olsa namaz olmaz. Namazın bir de vacip­leri bulunmaktadır. Vacipler farz ka­dar kesinlik taşımıyorsa da farz gibi Allah'ın emridir onların da eksiksiz yerine getirilmesine dikkat edilmeli­dir. Namaz vacipleri farzlarından da­ha çoktur. Biz burada önemlilerini be­lirteceğiz:
  • Fatiha suresini her rekatta oku­mak. (Farz olan kıraat kur'an-dan herhangi bir sure veya âyetle de yeri­ne getirilmiş olur. Ama kıraat sırasın­da Fâtiha'yı okumak vaciptir).
  • Farz namazlarının 3.ve 4. re­katları hariç kalan bütün namazlar­da Fatiha suresinden başka bir sure daha okumak.
  • 3 ve 4 rekatlı namazlarda 2. re­kattan sonra oturup et-Tahiyyatü'yü okumak.
  • Secdede alnı ve burnun ucunu birlikte yere değdirmek.
  • Son oturuşta (ka'de-i âhire es­nasında) et-Tahiyyatü'yü okumak. (et-Tahiyyatü'yü okuyacak, okuma­ya yetecek kadar oturmak farz, bu sı­rada et-Tahiyyatü'yü okumak vacip­tir.
  • Namazın sonunda selam ver­mek.
  • Ta'dil-i erkâna (Namazın rükunlarını kusursuz yapmaya, kıyam­da dimdik, rüku'da yere tam paralel durmak gibi) dikkat etmek.
  • Cemaatle namaz kılınırkenimamın öğle ve ikindi namazlarındaiçinden (gizli) okuması, sabah, akşamve yatsı namazları ile cuma, bayramteravih namazlarında açıktan okunması. (Akşam ve yatsı namazları cemaatle kılınırken yalnız ilk iki rekatında açıktan okumak vaciptir. Sonraki rekatların ise gizli okunması vaciptir).
  • Yatsı namazından sonra kılmanvitir namazında kunut dualarını okumak ve bunları okumaya başlamadanönce kunut tekbiri almak.
  • Burada sayılan ve sayılmayanvaciplerden herhangi birini unuttuğunda sehiv secdesi yapmak.(Sehiv secdesi yapacak kimse son oturuşta yalnızca et-Tahiyyatü'yü okur ve sağına soluna selam verdik­ten sonra bilindiği şekilde ard arda iki secde yapar, sonra et-Tahiyyatü, sal­li, barik, Rebbenâ okuyarak selâmını verir.)
Namazın sünnetleri
Açıkladığımız üzere namazın farz­larından ve vaciplerinden başka sün­netleri de vardır. Yirmiye yakın olan bu sünnetlerden herkesçe bilinmesi gereken belli başlıları şunlardır:
  • Tekbir alırken elleri yukarı kal­dırmak.
  • Namazın başında Sübhaneke'yi okumak.
  • İlk rekatta Fatiha'dan önceeûzü-besmele çekmek.
  • Besmeleyi Fatiha'dan önce her rekatta tekrarlamak.
  • Daha önce metinlerini verdiği­miz tekbir ve teşbihlerin belirttiğimiz yerlerde söylemek.
  • Son oturuşta (kad'e-i âhirede) et-Tahiyyatü'den sonra salli, bârik ve Rabbena'yı okumak.
Cemaatle Namaz
Cuma, bayram ve cenaze namaz­larının cemaatle kılınması şarttır. Da­ha önce belirttiğimiz gibi beş vakit na­mazın farzlarının da cemaatle kılın­ması yalnız kılınmasından kat kat da­ha sevaptır! Camiler, imam ve müez­zin gibi cami görevlileri cemaatle na­mazın edası için vardır. Yoksa tek ba­şına kılman namazı mümin her yer­de kılabilir.

Cemaatle namazın kılınışı
Beş vakit namazdan akşamın dı­şındaki namazların hepsinde farzdan önce sünnet vardır. Bu namazlarda cemaat önce kendi başına sünneti kı­lar. Sonra müezzin tarafından kaamet getirilir. Kaamet farz namaza başla­nacağının habercisidir. Kaametin söz­leri ezan sözlerinin aynıdır. Yalnız en sonunda "Kadkameti's-salatü" ekle­nir. Buna göre kaametin sözleri şun­lardır:
Allahü ekber (4 defa)
Eşhedü enlâ ilahe illallah (2 defa)
Eşhedü en-ne Muhammedden Resûlüllah (2 de­fa)
Hayye alessalah (2 defa),
Hayye Alelfelah (2 defa)
Kadkameti's-salah (2 defa)
Allahü ekber (2 defa)
Lâi-lâhi illallah (1 defa)
(Tek başına farz namaz kılan da kamet getirir. Cemaatle namazda ka­amet sünnet, tek başına kılınan na­mazda müstehaptır.)
Müezzin kaamet getirdiği sırada imam ve cemaat içlerinden niyet eder­ler. Niyet tek başına namaz kılarken yapıldığı gibidir. Cemaatle namazda cemaat niyetten sonuna "uydum ha­zır olan imama" sözünü ekler, imam da niyetin sonunda "arkamdaki ce­maate de kıldırmaya" sözünü ekler.

Örnek
Cemaatle öğle namazının farzını kıldığmızı düşünelim. Cema­at şöyle niyet eder: Döndüm kıbleye, kıblem Kabe-i şerife, niyet ettim bu
günkü öğle namazının 4 rekat farzını kılmaya, uydum hazır olan imama." imam sesli olarak tekbir alınca cema­at de ellerini kaldırarak gizlice tekbir alır ve ellerini bağlar. İmam ve cemaat birlikte gizlice sübhaneke okurlar. Ce­maat sübhaneke'den sonra bir şey okumaz. İmam öğle ve ikindi namaz­larında gizli; akşam, yatsı ve sabah namazlarında da (akşam ve yatsının ilk iki rekatında) sesli okur. Cemaat­le kılınması zorunlu olan cuma, bay­ram namazları ile teravih namazında da sesli okur.) İmam gizli okuduğu namazlarda da sesli okuduğu namaz­larda da tekbirleri sesli alır ki cemaat kendine uysun. Rüku'dan yukarı kal­karken imam yalnızca "Semiallahü li-men hamiden" der, cemaat da "Rab­bena lekel hamd" der. (Tek başına namaz kılan ise ikisini de söyler.
Ka'de-i âhire (son oturuş) sırasın­da cemaat selam öncesi duaları için­den okur.

Cemaatle namaza ilişkin bazı notlar
  • Cemaatle kılınmakta olan bir namaza başından sonuna kadar da­hil kimseye 'müdrik" denir. Bir kimse cemaatle kılınmakta olan bir nama­za ilk rekatın rükuunda yetiştiyse ta­mamına yetişmiş sayılır.
  • Cemaatle kılınan bir namaza ilk rekatın rüku'undan sonra yetişen kimseye "mesbuk" denir. Mesbuk olan kimse yetişemediği rekatları yal­nız başına namaz kılıyormuş gibi okuyarak tamamlar.
  • Cemaatle kılınmakta olan bir namaza her yerinde dahil olunmaz. Kıyamda, rüku'da ve ka'de halindey­ken cemaate dahil olunur. Rüku'dan doğrulunca, secdeye giderken, secde halinde iken cemaate uyulmaz.
  • İmama uyan bir kimse her ha­reketini imamdan sonra yapmaya dik­kat etmelidir. İmamdan önce rüku'ya, secdeye gitmeye vb. kalkışmama­lıdır.
Namazı bozan şeyler
Başlanmış bir namazı bozan ve ye­niden kılınması gerektiren başlıca hu­suslar şunlardır:
  • Namazda konuşmak. Hanginedenle olursa olsun namaz kılankimsenin konuşması namazını bozar.
  • Gülmek. Namaz kılan kendi işiteceği kadar gülerse yalnız namazı bozulur. Yanındakilerin işiteceği kadargülerse namazıyla birlikte abdesti debozulur.
  • Namazda "ah", "öh" gibi ses­ler çıkarmak, sesli şekilde ağlamak, üzüntü sebebiyle "uh", "tuh" vb. de­mek.Allah korkusu sebebiyle, cennet ve cehennemi düşünmek gibi uhrevi bir maksatla ağlamak ise namazı boz­maz.
  • Selam almak, selam vermek(sesli şekilde) namazı bozar. İşaretle(kaş, göz işaretiyle) selam iade edilsenamaz bozulmaz.
  • Namazda bir şeye üflemek.
  • Göğsünü kıbleden çevirmek.
  • Öksürüğü yokken öksürmeye çalışmak.
  • Namaz kılan biri, bir kimsenin, "ileri git", kenara çekil"... gibi söz ve ikazlarına uysa, yerini değiştirse namazı bozulur. Ama safa giren ce­maate yer açmak için kendini biraz yana alsa namazı bozulmaz.
  • Namazda bir şey yemek, içmek.
  • Abdesti bozan her şey namazı da bozar.
Namazın mekruhları
Namazı bozmayan ama yapılma­sı hoşgörülmeyen şeyler.
  • Namaz kılanın özürsüz yere birşeye (direğe, sütuna, duvara...) dayanması, yaslanması.
  • Namazda esnemek, gerinmek.
  • Yemek yenmek üzere sofra ha­zırlanmışken namaza durmak.
  • Namazda gözleri yummak ve­ya sağa sola bakmak.
  • Ütüsü bozulmasın veya kırış­masın diye secdeye giderken pantolo­nu yukarı çekmek.
  • Henüz selam vermeden terini silmek, yüze veya elbiseye yerden ya­pışmış toz toprağı gidermek.
  • Rüku ve secde anında söylenen teşbihleri terketmek veya üçten az söylemek.
  • Temiz olmayan (toz, toprak, boya, yağ vb. ile kirlenmiş) elbiseler­le namaz kılmak.
Mekruh vakitler
Üç vakit vardır ki bu vakitlerde farz vacip nafile hiçbir namaz kılın­maz. Bu üç vakit:
  • Güneşin doğması sırası,
  • Güneşin sararmaya başlamasın­dan batmasına kadar olan vakit,
  • Zeval vakti denen öğlende gü­neşin tam tepeye geldiği, ışınlarını dik olarak gönderdiği, henüz batıya me­yil etmediği vakit.
Sabah namazının kılınmasından itibaren güneşin doğmasına kadar olan vakitle, ikindi namazının kılın­masından güneşin batmasına kadar geçen vakitte sadece nafile namaz kı­lınmaz. Bu iki vakitte farz bir namaz ise hem eda hem de kaza edilebilir.

Namaz sure ve duaları
Bu bölümde namaz sure ve dua­larını vereceğiz. Bunlar on kadar su­re ve beş duadır. Bunlar namaz kıl­mak için bilinmesi gereken sure ve du­aların alt sınırıdır. Bununla birlikte hepsini bir çırpıda bellemek zordur. Samimi olarak namaz kılmak isteyen ama gerekli sure ve duaları bilmediği için bunu gerçekleştirmeyen kimseler ilk planda bu verdiğimiz sürelerin ta­mamını değil de en kolaylarını belle­mek suretiyle namaza başlayabilir. Bu sureler şunlardır:
  • Fatiha (Elhamdülillahi...)
  • Kevser (İnnâ a'taynâ...)
  • Ihlâs (Kulhüvallahü...)
  • Felak (Kul eûzü birabil felak...)
  • Nâs (kul eûzü birabbinnâas...)
Dua olarak da ilk etapta Sübhaneke ve et-Tahiyyatü'yü ezberlemek yeter. Yukardaki beş sureyi ve bu iki duayı bilenler namaz kılabilirler. Ta­bii diğer sure ve duaları ilk fırsatta bellemeleri gerekir.

Not: Namazda sureler sırayla okunmahdır. Sıradan maksat Kur'­an'ın başından sonuna doğru olan tertibe uymaktır. Buna göre meselâ1. rekatta Fatiha'dan sonra ihlâsı oku­yup, 2. rekatta Kevser'i okumak yan­lıştır. Çünkü Kevser'in Kur'an'daki sırası ihlâstan öncedir. Bu, namazı bozucu bir yanlış değildir ama nama­zın kusursuz olmasına engeldir.

MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi


kosovalı hulya 15 Temmuz 2011 11:24

Namazın Farzları
 
Namazın Farzları
Namazın farzları on ikidir. Bunların bir kısmı namazdan önce olup namaza hazırlık niteliğindedir. Bunlara "namazın şartları" denir. Bir kısmı da, namaza durunca yapılır ki bunlara da "namazın rükunları" denir.

Namazın Şartları:
1. Hadesten Taharet: Gözle görülmeyen pisliklerden temizlenmektir. Bu abdest almak, gusletmek, bunların mümkün olmadığı zamanlarda teyemmüm etmekle olur.
2. Necâsetten Taharet: Gözle görülen pisliklerden temizlenmektir. Bu pislikler namaz kılan kimsenin vücudunda, elbisesinde, namaz kılacağı yerde olur.
3. Setrü'l Avret: Örtülmesi gereken yerlerin kapatılması demektir. Erkeklerde diz kapağı ile göbek arası, kadınlarda ise el, yüz ve ayak dışındaki her yerin örtülmesi gerekir. namazın bir rüknünü eda edecek kadar bir zaman içinde örtülmesi gereken bir organın dörtte biri açılırsa namaz bozulur.
4. İstikbâli Kıble: Namaz kılan kimsenin Kâbe yönüne yönelmesidir. Göğsünü kıbleden (yaklaşık 45 derece) çeviren kimsenin namazı bozulur.
5. Vakit: Farz ve Vacip olan her namaz için belli bir vakit vardır. Namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Vaktinden önce namaz kılınamaz. Özürsüz olarak sonra ya bırakmakta günahtır.
6.Niyet: Kılınacak olan namazın zihnen hatırlanmasıdır. İmamın imâmete, cemaatin da imama uymaya niyetlenmesi gerekir.
Namazın Rükunları:
1. İftitah Tekbiri: namaza başlama tekbiridir. Niyetten sonra "Allahu Ekber" deyip eller yukarı kaldırılıp tekbir alınır.
2. Kıyam: Namazda ayakta durmaktır. Gücü yetenler ayakta, yetmeyenler ise gücünün yettiği şekilde namazlarını kılarlar.
3. Kıraat: Namazda Kur'ân okumak demektir. Kıraat kıyamdadır ve en az üç kısa ayet miktarı okunmalıdır.
4. Rükû: Kıraatten sonra eller dizlere erişecek şekilde eğilmekten ibarettir. 5. Sücûd: Rükûdan sonra ayak, diz ve ellerle beraber alnı ve burnu yere koymaktır. Yalnız alnın ve burnun yere değmesi yeterli değildir. Alın yerin sertliğini hissetmelidir. Kalabalık cemaatlerde arka saftakiler ön saftakilerin sırtına secde edebilirler. 6. Kade-i Âhire: Namazın sonunda "et-Tehiyyâtü" duasını okuyacak kadar oturmaktır.


halukgta 31 Aralık 2011 11:52

1 ek

Kur'an-ı Kerim'in Namaz Konusunda Verdiği Detaylar


Bugün sizlerle Kur’an dan araştırmaya çalışacağımız konu, acaba Rabbim Kur’an da en çok bahsettiği, namaz kılın emrini verip, nasıl namaz kılacağımızdan ve ne dualar okuyacağımızdan bazılarının söylediği gibi, Kur’an da hiç bahsetmemiş olabilir mi, onu birlikte araştırmaya çalışalım.

Önce hatırlatmak istediğim, namaz kılmasını, oruç tutmasını, zekât vermesini, hacca gitmesini İbrahim peygamberden bu yana tüm dinlere emrettiğini bizlere açıklıyor Rabbim. Hatta Kabenin kurulmasını İbrahim peygambere emrettiğini ve tüm inananların ziyaret edip, çevresinde hep birlikte namaz kılmalarını emrediyor.

Kur’an Hac konusunu da, bizlerin uyması gereken konuları, en ince detayına kadar anlatıyor bizlere. Oruç da aynı şekilde, bizden öncekilere de farz olduğunu söyledikten sonra, onun da tüm açıklamalarını Kur’an da buluyoruz, ne zaman başlayacağından tutun, ne zaman sona ereceğine, tutulmayan orucun ne olacağı, oruç gecelerinde cinsel ilişkinin serbest olmasına kadar açıklamalar yapılmıştır.

Alıntıdaki Ek 59717
Namaz kılmak bizden öncekilere de farz olduğu halde, bazılarının söylediği gibi, kılınışı ve nasıl dualar okuyacağımız ve rekât sayıları konusunda, Kur’an ın hiçbir şey bahsetmediğini söyleyip, bu konudaki detayları Allah ın peygamberimize bıraktığına inanmamız, Kur’an a göre normal midir? Hacca gitme ve oruç konusunda en ince detaya giren Kur’an, neden namaz konusunda detay vermesin? Bu konuyu Kur’anı bir bütün olarak düşünüp, öğrendiğimiz rivayetlerin etkisinde kalmadan, daha sonrada bu soruya Kur’an dan cevap arayalım, Allahın izniyle.

Namaz konusunda Kur’an da detay yoktur diyenler, acaba peygamberimizin dine ilaveler yaptığını mı düşünüyorlar dersiniz? Hani Rabbim ne diyordu bazı ayetlerinde?

Bizim indirdiklerimize, tek kelime kendi sözünü bizim sözümüzdür diye ekleseydi, onun şah damarını keserdik demiyor muydu? Hani Rabbim Kur’anın ipine sarılın diyordu? Hani sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyordu? Hani her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik diyordu. Sakın emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin, sorumlu olursunuz diye ikaz etmiyor muydu bizleri, ne oldu bu ayetlerin hükümleri?

Bizlere Kur’an dışından gelen ve bir rivayete göre diye başlayan bilgilerin tümünü, hiçbir kontrolden geçirmeden kabul etmemiz, doğrumudur? Kur’anı Rabbim ben koruyorum diyor, sormak isterim hiç sorgu sual etmeden, bizlere gelen bilgileri kimler koruyor olabilir? Bizlere Kur’an benzeri, Rahmanın garantisini veren var mı? Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, Kur’anda olmayan, Kur’an dışından hükümlerin ve sorumlulukların olacağına nasıl inanabiliriz?

Allah Kur’an ın ipine sarılın derken, neden yalnız Kur’an ipi demişte, başka kaynaktan söz etmemiş, bunu da sanırım çok iyi düşünmeliyiz. Tüm bu ayetleri indiren Rabbim, daha sonraki ayetlerinde bir kelimeden yola çıkarak, daha önce indirdiği ayetlerin tam tersi, başka kitapların bilgilerin de gerekli olduğunu ima eder mi, söyler mi, bunu da çok iyi düşünmeliyiz. Buna inanmakla Kur’an da çelişki yaratmış oluruz.

Bizlerin yaptığı en büyük yanlış, mezheplerin ve zamanla geleneklerin, namazın şekline yaptığı ilaveleri, Allah emri sanmamız ve onları da Kur’an dan aramamızdan kaynaklanıyor. Kur’an da bulamadığımızda ise, bakın demek ki her şey Kur’an da yokmuş, deme gafletine düşmemiz bizleri yanıltmaktadır.

Allah bizlere, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, namaz konusunda bizlerden istediklerini de sade, kolay bir şekilde mutlaka Kur’an da anlatmıştır. Çünkü bu kitabı yemin olsun ki, sizler için kolaylaştırdım demiyor mu birçok kez? Gelin Kur’an a birlikte bakalım, acaba bizden öncekilere de farz olan, namaz kılın sözcüğüyle Allah bizlerden ne istiyor, daha önce Rabbim bizleri nereye yönlendiriyordu,

Kur’an dan başka dine hüküm koyan kaynaklar var mı, onları Kur’an dan anlamaya çalışalım.
Enam sur. 104. ayet: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.

Nisa sur. 136. ayet: Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın…….

Yasin11: Sen ancak o Kuran'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. Böylesini, bir bağışlanma ve seçkin bir ödülle müjdele.

Araf suresi 3: Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

Nisa Suresi 105: Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma.

Maide suresi 49: Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma.

Maide Suresi 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et……

Enam 50: ….. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!"…..

Zühruf Suresi 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.
Yukarıdaki ayetleri elbette çoğaltabiliriz. Dikkat edin, Rabbim tamamında bizleri Kur’ana sarılmamızı emrediyor. Kur’an için bizlere gelen gönül gözü olduğunu söylüyor. Allah a ve Resulüne inanın, çünkü o Allah ın kitabını sizlere tebliğ edecek, onun sözlerine inanın diyor. Sen ancak Kur’an a inanan insanları uyarabilirsin, Rabbinizden size indirilen Kur’an a uyun, onun berisinden başka velilerin ardına düşmeyin, sana Kur’an ı insanlara onun la hükmedesin diye indirdik, sende insanlara onunla hükmet, sana indirilen Kur’anı tebliğ et diyor ve daha sonraki ayette de peygamberimiz bakın ne diyor?

Yalnız bana vah yedilene uyarım ben. Zühruf 43. ayetinde ise SEN SANA VAHYEDİLENE SIMSIKI SARIL.

Şimdi birlikte düşünelim, namaz gibi Kur’anın çok önemsediği ve çok bahsettiği konularda Kur’an açıklama yapmayıp, detay vermemiş olabilir mi? Sımsıkı sarılmamızı istediği bir rehberde namaz, detaylı açıklanmamış olabilir mi? Yoksa bize Kur’an dışından öğretilenleri Kur’an da bulamadığımız damı bu yanlışı yapıyoruz?

Yukarıdaki ayetlerden anlaşılıyor ki, bizlerin Kur’an a sarılmamızı istiyor Rabbim. Tüm bu ayetleri gördükten sonra, Rabbin bir ayetinde Peygamberiniz size neyi verdiyse onu alın ayetinden, nasıl olurda Kur’an da hiç bahsedilmeyenleri peygamberiniz verdiğinde alın anlamı çıkartırız, bunu hiç düşündük mü? Bu ayete baktığımızda savaşlarda ele geçirilen, ganimetlerin bölüşülmesinden bahseder, bu konuya açıklık getirir. Şimdi Kur’an dan namaz konusunu araştırmaya devam edelim.

Önce yazımızın başında İbrahim peygambere hac yerini, Kabeyi ne maksatla yaptırdığını ve çevresinde bakın nasıl namaz kılmamızı istediğini, ayetinde bizlere anlatıyor onu anlamaya çalışalım.
Hac 26: Bir zamanlar İbrahim için, o evin yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle.

Bakara 125: Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah'ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir dua yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rüku-secde edenler için evimi temizleyin.
Ayeti okuduğunuzda Allah İbrahim peygambere şu anda kıldığımız namazın, olmazsa olmazını ne kadar güzel anlatıyor. O evi benim için kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle. Demek ki Allah huzurunda saygıyla durulmasını, onun önünde saygıyla eğilmesini ve yine ona saygıyla secde edilmesini istiyor. İşte namazın nasıl kılınacağının şekli izahı, o günde aynı, günümüzde de aynı, peygamberler arasında namazın farklı kılındığını düşünmek, büyük yanlış olur. Devam edelim Kur’an a namaz konusunda bakmaya.
Aliimran 43: Ey Meryem, Rabbine divan dur, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et.
Bu ayette de Meryem anamıza sesleniyor ve bakın yine günümüzde Allahın huzuruna namaz kılarken durduğumuz ve saygıyla el bağladığımız (divan durduğumuz), rükû ve secde ettiğimiz namazın kılınmasını anlatıyor bizlere, dikkat edin bu emir peygamberimizden çok önceki bir zamana, daha Hz. İsa bile doğmamış döneme ait. Düşünün İbrahim peygamberimize dahi namaz konusunda yapılması gerekenler aynı, kıyamda dur, rükû et, secde et, Allaha dua et. Devam edelim Kur’an a bakmaya.
Hac77: Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin; Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtulabilesiniz.

Furkan 64: Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.

Fetih 29: Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar……….

Şuara 218–219: O ki görüyor seni kıyam ettiğin zaman,Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da.

Tevbe 112: O tövbe edenler, o ibadet edenler, o ham dedenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırı koruyanlar... Müjdele o müminleri.
Yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, sanırım sizde namazın olmazsa olmazı olan ve Allahın tarif ettiği namazın, KIYAM ETMEK yani onun huzurunda saygıyla durmak, RUKÜ ETMEK yani onun önünde saygıyla eğilmek, SECDE ETMEK yani onun yüceliği önünde secdeyle yerlere kapanmak, namazın şekli boyutuymuş, çok açıkça anlatıyor Kur’an.

Demek ki namazı Allah Kur’an da anlatmıyor demek, çok büyük bir yanlış olduğu anlaşılıyor. Şimdide namazlarımızda ne okuyacağımız da Kur’an da yazmaz, hadisler olmasa namazımızı kılamayız sözlerine bakalım, gerçekten Kur’an namazlarımızda neler söyleyeceğimizi ne okuyacağımızı, nasıl Rahmanla iletişim kuracağımızdan, bahsetmiyor olabilir mi? Yoksa günümüzde bu duaları okumadığımızda namaz kabul olmaz diyenlerin, büyük bir yanılgı içinde olduğunu mu söylüyor Kur’an.
Müzzemil 20:…… O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun! Namazı kılın!......

Bakara 45: Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir.

Bakara 153: Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir.

Aliimran 113: Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah’ın ayetlerini okurlar.
Yukarıdaki ayetler, namazlarımızda neler okumamız gerektiği konusunda bizlere çok net bilgiler veriyor ve diyor ki; Kur’an dan kolayınıza geleni okuyun ve benden namaza sarılarak, namazlarınızda yardım dileyin, yani bana istekte bulunup dua edin. Ayrıca Kur’an da nasıl yardım dileyeceğimiz konusunda da birçok ayet örnekleri veriyor. Hani namazlarımızda ne okuyacağımız yazmıyordu Kur’anda? Demek ki Kur’anı anlayarak okumadığımızda, ya da taraflı ve yanlı okuduğumuzda, bizleri Allahın doğru yolundan ayırmaları çok daha kolay olacağı belli oluyor.

Sanırım şimdide bu satırları okuyan bazı kardeşlerim, eeeee bak kaç rekât kılacağımızda yazmıyor, bu durumda ne yapacağız dediklerini duyar gibiyim. Bu konuya açıklık getirmeden önce Kur’an da kısaltılmış namazın bizzat peygamberimiz tarafından kıldırıldığı örneğine bakalım. Savaş halinde ya da çok zor durumlarımızda, Allah namazlarımızı kısalta bileceğimiz kolaylığını da getiriyor ve bizzat örneğini Kur’an da veriyor, bakın kısaltılmış namaz kaç rekâtmış.
Nisa 102: Sen içlerinde olup da onlara NAMAZ kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle NAMAZA dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra NAMAZ kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. Dikkatli olsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler isterler ki, silahlarınızdan ve teçhizatınızdan habersiz olasınız da üstünüze bir çullanışla çullanıversinler. Eğer yağmurdan gelen bir sıkıntı varsa yahut hasta-yaralı iseniz silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ama tedbirinizi alın, dikkatli olun. Allah, kâfirler için rezil edici bir azap hazırlamıştır.

Nisa 101:Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır.

Nisa 103: Korku halindeki namazı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.
Yukarıdaki ayet örneği bizzat peygamberimizin imamlığında yapılıyor ve dikkat edin, zor bir anımızda kılınan namazın ilk secde de bittiğini görüyoruz. Buda demektir ki bizim anlayacağımız şekliyle kısaltılmış namaz bir rekâttır. Yalnız savaş değil, herhangi bir zor anınızda, tedirgin durumunuzda namazı kısaltabileceğimiz kolaylığını çok şükür Rabbim bizlere veriyor.

Bakın namazın bitişinde, günümüzde verdiğimiz selamdan bahsedilmiyor, çünkü onlar farz olanlar değil, daha sonra geleneklerin ve mezheplerin ilaveleridir. Hiçbir sakıncası da elbette yoktur. Fakat bunlar olmazsa namaz olmaz demeden yapmalıyız ve bu bilinçte olmalıyız. Hatırlayınız mezheplerde namaz kılma, şekil bakımından hepsinde farklılıklar arz eder, ama farzlarda hiçbir değişiklik, farklılık yoktur.

Peki, şimdi kendimize soralım kısaltılmış namazın bizim anlayışımızla, bir rekât olduğunu Kur’an dan görüyoruz da, normal durumlarda kılacağımız rekât neden zikredilmemiş? İşte burada yüce Rabbin yemin ederek, sizler için bu kitabı kolaylaştırdım sözünün bir tezahürünü görüyoruz, çünkü namazımızı ne kadar rekât ya da zamanda kılacağımızı Allah bizlere bırakmıştır.

Bakın ne diyor Rabbim, Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Eğer bu sözlerden, yani tam bir biçimde yerine getirin sözünden, belirli bir kalıp ve şekil ya da belli bir rekât anlaşılsaydı, Rabbim her şeyden nice örnekleri verdim diyorsa, onu da açıkça bizlere söylerdi. Demek ki kılacağımız namazlarda, rekât sayısını da Allah bizlere bırakmıştır. Tam bir biçimde yerine getirmek, huşuyla Rabbin huzuruna durup, onu tespih etmek ve ondan yardım istemektir.

Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an ın ipine sarılın, sizi bana ulaştıracak dedikten sonra, sizce Kur’an da rekât sayıları belli olmayan bir imtihandan geçirip, günümüzde bize öğretilen ama her nedense mezhepler arasında değişiklik olan, rekât sayılarından hesap sorar mı? Yorum ve karar sizlerin.

Şimdi yine Allahın vakit namazlarının rekât sayısından bahsetmeyip, bizlere bizzat bıraktığına bir başka konuda da, şahit oluyoruz, buda zekât konusu. Bizlere yine öğretilen yanlış bir inanç, hadisler olmasaydı zekâtımızı nasıl vereceğimizi bile bilemezdik yanılgısı olmuştur. Bizlere öğretilenleri o kadar kanıksamış araştırmadan öyle bir kabul etmişiz ki, neredeyse HÂŞÂ her konuda Kur’anın yeterli olmadığını söyleyip, beşerin kitaplarına ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek, Kur’anı yeterli görmeme yanlışına kapılmışız.

Rabbim bu kitabı ve bu dini o kadar kolaylaştırmış ve bizzat bireye kadar indirgemiş ki, birileri bu kadar da kolay olmaz diye, kendi akıllarınca ve kendi menfaatleri yönünde ekleme ve ilavelerle içinden çıkılamaz hale getirmiştir.Şimdide bu gerçekle yüzleştiğimizde kendimize bile anlatamaz olmuşuz bu yanlışları. Hâlbuki bakın Allah zekâtı ve ne kadar vereceğimizi Kur’an da bizlere bırakarak ne kadar güzel açıklamış, lütfen siz Rabbin bu sözlerinden herkesin kendi durumuna göre ve kendi iradesiyle zekât vermesi gerektiğini anlayamadınız mı?
Bakara 219:….. ." Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.
Sizlere sormak isterim, bu ayetin tebliğini siz aldıktan sonra, eeeee ben ne kadar(vereceğim) infak edeceğim diye hala sorar mısınız? Allah açıkça ailenizin ihtiyacından arta kalanından verin diyor ve bizzat ne kadar vereceğimizi bizlere bırakıyor. Fakat bizlerin fazla vermesi içinde, elinden gelen güzel örnekleri veriyor Kur’an da. Bir örneğinde başak misalini veriyor ve kat kat karşılığını alacağımızı müjdeliyor. Daha birçok ayetinde bizlerin elimizden geldiğince zekâtı fazla vermemiz için ödüller vaat ediyor. Zekât vermeyi, Allah a borç verme benzetmesini yapıyor. Hepimiz imtihandayız, ne kadar zekât vereceğimiz konusunda da nefsimiz, her an imtihandadır bunu da unutmayalım.

İşte dostlar Rabbim nasıl zekât verme miktarını bizlere bıraktıysa, namazın rekât sayısını, uzunluğunu onun huzurunda huşuyla durup, ondan yardım dilemenin ölçüsünü bizlere bırakmış ve namazla bizlerin şeytandan uzak kalacağımızı ve Allah a yaklaşacağımızı açıklamıştır. Bakın namazı Rabbim ne için bizlere emretmiş?
Ankebut 45: Kitap'tan sana vah yedileni oku! NAMAZI da kıl! Çünkü NAMAZ, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah'ın zikri/Kuran’ı daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor.

Ta-ha 14: "Hiç kuşkulanma ki ben Allah'ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk/ibadet et ve NAMAZINI, beni hatırlayıp anmak için yerine getir.
Bizlere namazın, ne maksatla emredildiğini bakın ne kadar güzel açıklıyor. Namaz bizleri çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyacağını belirtiyor. Demek ki ne kadar çok namaz kılarsak, o kadar Allah a yakın olur, kötülükten uzak kalırız. Hatırlayınız peygamberimizin, bazen saatlerce namaz kıldığını, secdede dahi uzun kaldığı anlatılır. Diğer ayette ise Allah, bana kulluk görevini yerine getirmek için ibadet et, beni hatırla ve an diyor namazla. Ne kadar çok hatırlar ve anarsan Allah ı, o kadar şeytanın tuzaklarından uzak kalırsın.

Şimdide günümüzde kıldığımız ve bir takım ilavelerin yapıldığı namazlara bakalım. Mezhepleri incelediğimizde her mezhebin namaz konusunda bazı değişik ilaveleri olduğunu görürüz. Fakat hiç birisinde Allahın emrettiği kıyam, rükû ve secdenin olmadığı bir namaza rastlamazsınız. Kimisi başlangıcında ilave yapmıştır, kimisi kıyam duruşu yani saygıyla Allah huzurunda duruş sözünden elleri yana salmıştır, diğeri ise elleri bağlamıştır. Ellerin bağlanış şekli bile mezheplerde değişiktir. Namaz esnasında bazı hareketleri ilave etmişlerdir kendi düşünceleri ve itikatları doğrultusunda.

Kadınlarda, erkeklerde bile farklı uygulamalar olmuştur. Namazın bitişi konusunda da ufak değişiklikler çıkmıştır ortaya. Namazda okudukları dualarda mezheplerde hepsinde aynı değildir. Kur’an ışığında baktığımızda hiç kimsenin kıldığı namaza bu namaz yanlıştır diyemeyiz. Çünkü her mezhebin kıldığı namaz da Allahın emrettiği kıyam, rükû ve secde yapılmaktadır. Belki okunacak dua konularında söylenecek söz olabilir, oda Allahın huzurumda benden başka kimseyi muhatap almayın ve aracı koymayın sözleri unutulmamalıdır.

Tüm bunları düşündüğümüzde, eğer peygamberimiz nasıl kıldıysa öyle kılmalıyız, çünkü namazın kılınış şekli ve okunacak dualar hatta rekât sayıları peygamberimizin koyduğu kurallardır dersek, günümüzde kılınan namaz şeklinin hangisinin peygamberimizin kıldığı namaz, ya da hangilerinin peygamberimizin gösterdikleri olduğu konusun da, sanırım mezheplerin anlaşması çok zor olacaktır. Her mezhep benim yaptığım en doğru diyerek, işin içinden sıyrılıyor.

Buradan yola çıkarak düşündüğümüzde, namazın olmazsa olmaz şeklini ve namazlarımızda neler okunabileceği konusunda Kur’an detaylı açıklama yapmıştır. Namazlara yapılan tüm ilaveler de bir sakıncası olmadığı gibi, bir zenginliktir diyebiliriz, yeter ki bunlar Allah emridir denmemesi kaydıyla. Bize öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, demek ki her şey Kur’an da yokmuş demeyelim.

Buradan da şunu çıkarabiliriz. Allah Kur’an da namazın nasıl kılınması gerektiğini, İbrahim peygamberden bu yana anlatmış, izah etmiş ve aynısı devam ettirilmektedir. Namazlarımızda nasıl dualar okunacağı da açıklanmıştır. Rekât sayıları ise kısaltılmış rekâtın bir rekât olduğu, normal zamanda huşu içinde kılınacak namazın rekât sayısı, uzunluğu, kısalığı ise bizlere bırakıldığı anlaşılmaktadır. Cami kültürü zamanla yaygınlaştıkça, rekât sayılarının belirlenmesi camilerde bir kargaşayı önlemiş olabilir, elbette hiçbir sakıncası yoktur, ama Kur’an gerçeklerini anlamak ve bilmek şartıyla. Rabbin ayetinde söylediği gibi;
Müddesir 11: Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak.

Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.
Lütfen çok ama çok iyice düşünelim, Allah elçisine ne diyor? Benimle yarattığım kişiyi baş başa bırak, TEBLİĞ ETMEK SANA, HESAP SORMAK BİZE DÜŞER. Acaba ne demek istiyor olabilir Rahman bu sözüyle? Allah elçisine adeta şöyle söylüyor, onlara ilettiğin, tebliğ ettiğin kitapla baş başa bırak, bakalım kullarım onun çizdiği yoldan gidiyorlar mı, imtihanlarını doğru kaynaktan yaşayarak, beni dinliyorlar mı göreyim diyor. Ama sanırım gitmediğimizi de çok iyi biliyor, bu konuda bizleri uyarıcı o kadar ayetleri var ki, aklı biraz çalışan anlayacaktır.

Bakın Allah bizleri nereden sorumlu tutacağını söylüyordu, tekrar hatırlayalım. Sizce bu ayet bile bizlerin, Kur’an dan başka hüküm veren, bizleri bağlayan hiçbir söze ve kitaba dönüp bakmamızın yanlış olduğunu göstermiyor mu?
Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.
Sizlere sormak isterim, Rabbim sizlerin imtihan olduğunuz kitap Kur’an dır dedikten sonra, acaba Kur’anın vermediği bir hükümden, bilgiden sorumlu tutar mı?

Elbette Kur’an a uyan her bilgi değerlidir, hatta Kur’anı daha iyi anlamamızda peygamberimizin yaşamındaki örnekleri bilmemiz, ayetleri çok daha iyi anlamamıza neden olur, ama hangi sözlerinin onun sözleri olduğunu Kur’an ile karşılaştırmak şartıyla. Her insan kendi hesabını bizzat kendisi verecektir, onun için sanırım çok dikkatli olmanın vaktidir, bizlere düşen yalnız bir hatırlatmadır.

Sizlere son olarak bir ayeti örnek vermek istiyorum, özellikle Allah Kur’an da her şeyi yazmamıştır, bir kısmını da hüküm vermek için peygamberimize bırakmıştır diyenlere, özellikle hatırlatmak istiyorum, bakın peygamberimizden bazı konularda hüküm isteyenlere, bizzat kendisi nasıl cevap vermesini istiyor RAHMAN?
Enam 57: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.
Değerli dostlar bakın Allah peygamberimize, deki onlara diyerek bizlere ne söylemesini istiyor, hala aklımızı çalıştırmayacak mıyız? Peygamberimiz sizin istediğiniz hüküm benim yanımda değil, yani ben hüküm veremem diyor. Ben Rabbimden gelen sözleri, hükmü sizlere aktarırım. HÜKÜM YALNIZ VE YALNIZ ALLAHINDIR diyor, hakkı o anlatır ve ayırt edip çözüm getiren yalnız Allah tır diyor. Sanırım peygamberimiz için, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, belki de bilmeden, Allahın elçisine saygısızlık edenler, dilerim birazcık bu ayetten yanlış yaptıklarını anlayabilirler.

Ben sizlere Kur’an dan, Rabbin sözlerinden açıkça anladıklarımı aktardım, sizleri düşünmeye davet ettim. Sizlere düşen benim söylediklerimi Kur’an süzgecinden geçirmeden, yani Kur’an ile karşılaştırmadan kabul etmek olmamalıdır. Bizzat Kur’an ı anlayarak defalarca okuyup, Rahmanın ne söylediğini doğru anlamaya çalışmak olmalıdır. Çünkü bu yanlışı çok yapıyoruz.

Bende bir beşerim elbette hata yapabilirim, ama ben Allahın sözlerini anlamaya ve onun söylediği gibi ayetleri düşünmeye, aklım ile iman etmeye çalışıyorum, bu yolu öneren Yüce Rabbim dir. Ya Allahın ayetlerini biz anlayamayız diyerek, beşerin sözlerine hiç düşünmeden inansaydım, benim hata yapma riskim ve doğruya ulaşma şansım sizce ne olurdu?

Bizlerin hesaba çekileceği, Rabbin yemin ederek kolaylaştırdım dediği kitabı anlamaya çalışmak mı daha akılcı ve mantıklı, yoksa beşerin ciltlerce dolusu kitaplarını anlamaya çalışmak mı daha mantıklı? Yorum sizlerin. Eğer gerçekten Rabbim yemin billâh ederek, Kur’anın birçok yerinde sizler için bu kitabı kolaylaştırdım diyor da, birileri hayırrrr kolay değil, çok zor bir kitaptır, herkes anlayamaz onu, veli insanlar anlar diyenlere inanıyorsak, bu işin sonunu tahmin etmek zor olmasa gerek, ne dersiniz?

Allah yardımcımız olsun, gerçekten gözlerimizi kapatmış yürüyoruz bir meçhule. Allahın verdiği aklı ve beyni ise hiç kullanmıyoruz, çünkü içi o kadar yanlış ve boş bilgilerle doldurulmuş ki, doğru bilgiyi içine koyacak yer kalmamış, zorla sokulan doğru bilgi ise, daha önce metabolizmanın alışık olduğu yanlış bilgilere göre yapılandırıldığından, doğru bilgiler kabul edilmeyip, ne yazık ki dışarıya atılmaktadır.

Daha açıkçası doğrular yanlış, yanlışlar doğru görünür olmuş topluma. Doğruları anlatmak, Kur’an dan örnekler vermek bile artık yeterli gelmiyor. Çünkü Rehber Kur’an yüksek bir yere asılmış, beşerin kitapları rehber olmuş. Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği o acı gerçek sanırım günümüzde gerçek olmuş.
Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.
Bizleri Allah ile aldatanlar, çoğunluk olmuşlar. Kur’an anlaşılması zor, velilerin anladığı, her konuda açıklık getirmeyen bir kitap ilan edilmiş. Onun içindir ki ona danışan, onun ipine sarılan, Peygamberimizin çok az sayıda ümmeti kalmış. Onlarda itilip kakılıyor ve peygamber düşmanı ilan edilmiş. Daha açıkçası Kur’an ne yazık ki artık, devre dışı kalmış.

Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Çünkü çok ama çok zorlu bir dönemden geçiyoruz.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK


_Yağmur_ 1 Kasım 2012 10:51

Hastaların Namazları


Ayakta durmaya gücü yetip de rüku ve secdeye eğilemeyecek durumda olan biri; ayakta durur, namazını ayakta kılar; rüku, secde ve selamları ima ile yapar. İma, kıyam için başın düz durması, rüku için biraz eğilmesi secde için biraz daha eğilmesidir.

Hasta ayakta duramayacak gibi ise, oturarak namazını kılar. Rüku için yarım eğilir, secdeleri aynen yapar.
Oturarak namaz kılan kişinin, rüku ve secde yapabilecek gücü yoksa, bunları ima ile yapar.

Bir hasta ayakta kılamadığı gibi, oturarak da kılamıyorsa, yatarak ima ile namazını kılar.

Bütün bu durumlarda namaz kılmaya gücü yetmeyen kişinin namazı kalır, bunları iyileştiği zaman kaza eder.
Oturarak namaz kılmaya başlayan kimse namaz içinde iken kendisinde iyileşme hissederse, bundan sonra ki rekatları ayakta tamamlar.

Hasta olmayan kimsenin nafile namazları oturarak kılması caiz ise de, ayakta namaz kılmanın sevabı daha çoktur.

İslam Ansiklopedisi


_AERYU_ 5 Kasım 2012 14:28

Anlatıldığına göre, beş vakit namazını devamlı olarak cemaatle kılan
kimseye, Allah-u Zülcelal şu beş imtiyazı bağışlar;
1-Dünyadaki maişetinin darlığı onun üzerinden kaldırılır,
2-Kabir azabına uğramaz.
3-Kitabı sağ tarafından verilir.
4-Sırat köprüsünden şimşek gibi geçer.
5-Hesapsız olarak cennete girer.

Rivayet edildiğine göre:
“Allah-u Tealâ yedi kat gökleri yarattığı zaman onları meleklerle doldurdu.
Onlar bir an dahi geri kalmamak üzere devamlı ibadet ederler.
Allah-u Teâla her semâ ehli için bir türlü ibadet belirledi.

Bir kısmı sur üfürülünceye kadar kıyamda dururlar. Bir kısmı rükû, bir kısmı secde,bir kısmı Allah'ın heybet ve azameti karşısında çırpınmakta, büyük melekler ve arş ehli, arşın etrafını tavaf edip Allah'ı tesbih etmekte ve dünya ehli için istiğfar etmektedirler.

İşte Allah'ın bir lütfu olarak, meleklerin hepsinin yapmış olduğu bu ibadetler namazda biraraya toplanmıştır.
Ayrıca Allah Kur’ân’ı bize vermiştir.
Onu namaz kılarken okuruz.

Allah kullarından nimetlerine karşı şükür ister. Kulların şükrünün en güzeli; şartları ve rükunlarına uygun olarak namaz kılmaktır.



_AERYU_ 5 Kasım 2012 14:29

NAMAZI VAKTİNDE KILMAK


Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
"Hiç şüphesiz namaz müminler üzerine vakitleri belirli bir farzdır." (Nisa; 103)
Abdullah b. Mes’ud (Radıyallahu Anh) buyuruyor ki;
"Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'e;
-Allah-u Zülcelal'in yanında hangi amel daha sevimlidir, diye sordum.
Buyurdu ki;
-Vaktinde kılınan namazdır. Namaz şeytanın yüzünü karartır. (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)
Hz. Osman (Radıyallahu Anh) şöyle buyurmuştur:
"Her kim namazını tam vaktinde eda ederse, Allah-u Zülcelal ona şu dokuz şey ile ikramda bulunur;
1-Allah-u Zülcelal o kimseye dost olur.
2-O kimsenin vücudu sıhhatli olur.
3-Melekler onu muhafaza eder.
4-Onun evine bereket yağar.
5-O kimsenin siması salih kimselerin simasına benzer.
6-Allah-u Zülcelal onun kalbini bütün mahlukatlara karşı yumuşak, şefkatli ve merhametli yapar.
7-O kimse sırat köprüsünden şimşek gibi geçer.
8-Allah-u Zülcelal onu cehennem ateşinden muhafaza eder.
9-Allah-u Zülcelal kıyamet gününde onu, salih kullarına komşu yapar.

Ey Nefsim!
Bütün bu ikram ve izzet az bir şey midir? Kendini düşünüyorsan ve ebedi hayatında kurtuluşa ermek istiyorsan bu anlatılanlara kulak vermen lazım
gelmez mi?

Çeşit çeşit bahaneler ile üzerine farz olan namazı vaktinde kılmazken ve
geciktirirken hatta terkederken bütün bu nimetlerden mahrum olacağını düşünmüyor musun? Kurtuluşun ve huzurun Allah-u Zülcelal'in yolunda olduğunu bilmiyor musun?

Eğer kurtuluşu ve huzuru istiyorsan tevbe et ve Allah'ın senin üzerine farz kıldığı namazı vaktinde kıl



_VICTORY_ 21 Temmuz 2013 09:29

İslam Dininde Namaz
 

İslam Dininde Namaz


MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Müslümanların, günde beş kez yapmaları dinin beş koşulundan biri olan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen beden durumlarını kuralınca tekrarlayarak yaptıkları ibadet.
Kuran'da salat adıyla birçok kez tekrarlanan, Müslümanlığa özgü bir tapınmadır. Müslümanlığın ilk yıllarında başlamış ve zamanla gelişerek bugünkü biçimini almıştır. Kuran'da namazın ne zaman ve nasıl kılınacağı belirtilmemiş olmakla birlikte, bu konudaki ayetlerle hadislerin karşılaştırılması sonucu, günde beş vakit olarak saptanmıştır. Yine hadislerden edinilen bilgiye göre, beş vakit namaz, Hicret'ten üç yıl önce Muhammet Peygamber miraca çıktığında farz kılınmıştır. Günlük beş vakit namazın on yedi rekâtı farz, yirmi rekâtı sünnettir. Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı vaciptir. Bunların dışında cuma ve cenaze namazları farz, bayram namazları vaciptir. Ramazan geceleri kılınan yirmi rekât teravih namazı sünnettir.

Namaz kılacak kimsenin üstünün başının temiz, vücudunun (erkeklerde göbek ile diz arası, kadınlarda el ve yüz dışında her yeri) örtülü, dinî temizliğini (abdest, gusül) yapmış olması gerekir. Namaz, temiz olmak koşuluyla, her yerde, topluca (cemaatle) ya da yalnız olarak kılınabilir. Erkeklerin, camilerde topluca namaz kılmaları daha sevaptır. Topluca namaz kılanların, imamın arkasında düzenli ve doğru diziler oluşturmasına özen gösterilir. Cuma, bayram ve cenaze namazlarını yalnız erkekler kılar. Bu namazlar ancak toplulukla kılınabilir.

Muhammet Peygamber, namaza çok önem verir, onu Tanrı ile kul arasında bir söyleşi sayardı. Yeni Müslüman olanlara hemen namaz kılmayı öğretir ya da öğrettirirdi. Geceleri uyumadan önce ya da uykudan kalkıp namaz kılar, halka da, özellikle ramazan gecelerinde, gece namazları kılmalarını salık verirdi. Gece namazlarına teheccüt adı verilir. Korkulu durumlarda (düşman saldırısı, deprem, ay ve güneş tutulması vb.) Tanrı'dan yardım dilemek için, önce namaz kılınır, sonra dilekte bulunulurdu.


_VICTORY_ 21 Temmuz 2013 10:02

İslam Dininde Namaz ve Namazın Önemi


Namaz, İslam'ın Beş Şartı'ndan biri olan ibadet. Kur'an'da günün belli vaktilerinde ve abdest şartını yerine getirerek namaz kılınması gerektiği belirtilmiştir. Kur'an ayetlerine göre namaz bir temizlenme aracıdır. Aynı zamanda Allah'ı anarak teslimiyetini yaratıcıya gösterme biçimdir. Kur'an'a göre namaz İbrahim'e öğretilen bir ibadet şeklidir. Kur'an'da namazın bazı şartlarda kısaltılabileceği belirtilmiştir
Namaz, iftitah tekbiri (Allahu Ekber) ile başlanılan, Kıyam (ayakta durmak), içinde Kıraat'ın (Kur'an-ı Kerim'den Fatiha suresi ile en az bir ayet olmak üzere zamm-ı sure okumak), Rüku (eğilmek/ tesbihattan sonra) " Semia'llahu limen hamideh " "Rabbena lekel hamd" diyerek doğrulmak ve Sücud (secdeler, yere kapanma/tesbihat), sonrasında Ka'de (oturuş) şartları olan, içinde Tesbihat "Sübhane Rabbiye'l Azim, Sübhane Rabbiye'l A'la" olan ve selam "esselamü aleyküm ve rahmetullah" ile sona eren bir ibadettir.
Kur'an'da namazın kılınışı ile alakalı özel bir bölüm bulunmamakla birlikte, sadece namaz ile alakalı secde vurgusu yapılmış, ayrıca rüku (eğilmek) ve ayaktayken tabirleri de namaz için kullanılmıştır.

Kelime Kökü
Namaz kılmak; İkametü's-Salat), bir Kur'an kavramı olan ve Türkçeye pek çok dini kavramda olduğu gibi Selçuklularca Hintçeden Farsçaya geçmiş bir sözcük olarak İran'daki ateşe tapanların "ateş önünde eğilmek" anlamına gelen ???? Namaz kelimesi Salat kelimesi yerine kondu. Nitekim Namaz kelimesi Farsçada eylem olup eğilmek suretiyle saygı sunmaktır. Salat kendi başına genel anlamda dua'dır. İkametü's-Salat ise namaz kılmaktır.

Namazın Çeşitleri


Uygulamadaki Namaz çeşitleri;
1- Farz Namazlar: Sünni fıkıhçılara göre günlük kılınan beş vakit namaz her müslümana farzdır. Bunların dışında tüm Müslümanlara farz olan cuma namazı ve farz-ı kifaye olan cenaze namazı vardır. Sünni fıkıhçılar bir emrin farz olabilmesi için onun Kuranda açıkça ve hiçbir yoruma ihtimal vermeksizin emredilmiş olması gerektiğini belirtirler. Ancak namaz için böyle bir şart ileri sürmezler. Beş vakit namaz farzı için gerekçe gösterilen Kuran ayetinde namaz iki vakittir. Üçüncü bir vakte ise sadece işaret edilmiştir. Emir ifade etmez.
2- Cuma Namazı: Ayrıca gün içinden başka olarak bir gün için özel ibadet vakti de Kur'an 'da bulunmaktadır. İnananlar, Cum'a Suresi'nin 9. Ayetinde Cuma günü tabiri geçerek o gün çağrı yapıldığında ibadete gitmeleri için uyarılmışlardır.
Cum'a Suresi 9. Ayet:
62:9: Ey inananlar! Cuma günü, namaz (Dua) için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun ! Alışverişi bırakın ! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
3- Sünnet Namazları: Kur'an'da böyle bir namazdan bahsedilmemektedir. Fakat İslamiyet tarihinde çeşitli mezheplerde farklılık gösterse de her vakit için ayrıca bir sünnet namazı bulunmaktadır.
4- Vacip Namazlar: Kur'an'da böyle bir namazdan bahsedilmemektedir. Yine İslamiyet tarihinde çeşitli mezheplerde var olan namazlardandır. Vacip gerekli olan demektir. Din bilginlerine göre Farz Namazlarını Günlük olarak yatsı namazından sonra kılınan vitir namazı ile bayram namazları vaciptir.
5- Nafile Namazlar: Herhangi bir yükümlülüğü olmadan, içten gelerek kılınan namazlardır. Beş vakit namaza bağlı olan sünnetler, ramazan geceleri kılınan teravih namazları, kuşluk namazları, gece namazları başlıca nafile namazlardır.
6- Cenaze Namazı: Kur'an'da böyle bir namazdan bahsedilmemektedir. Fakat vefat eden kişiler için geleneksel olarak var olan bir namaz çeşididir. Her ne kadar Kur'an da Yasin Suresi 70. Ayeti'nde Kur'an için şu şekilde bahsedilmiştir.
36:70: Diri olanı uyarsın ve gerçeği örten nankörler/inkarcılar aleyhine söz hak olsun diye indirilmiştir.
Ölüler ile alakalı olarak Kur'an da geçen ayetler ise şu şekildedir.
Neml Suresi 80. Ayet:
27:80: Sen ölülere duyuramazsın, aynı şekilde arkalarını dönen sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
Rum Suresi 52. Ayet:
30:52: Sen ne ölülere işittirebilirsin, ne de arkalarını dönüp giden sağırlara çağrıyı duyurabilirsin.

Namaz vakitleri


Namazın Arapça manası olan Salat kelimesinin geçerek, ne zaman kılınması gerektiğini bildiren 3 ayet sırasıyla şunlardır;
Bakara Suresi 238. Ayet:
2:238: Namazlara hele orta namazına dikkat edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.
Hud Suresi 114. Ayet:
11:114: “Gündüzün her iki tarafında ve geceye yakın olan saatlerinde namaz kıl!
Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür."
İsra Suresi 78. Ayet:
17:78: Güneşin batıya kaymasından, gecenin kararmasına kadar namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
Bu ayetlerin dışında da namaz(salat) kelimesi Kur'an da başka ayetlerde de geçmekte olsa da, yalnız bu 3 ayetlerde namazın hangi vakitlerde kılınması gerektiği bildirilmiştir.
Her namaz, kendi vakti girdikten sonra kılınır. Vakti girmeyen namaz kılınmaz. Her namazın kılınma vakti, kendi vakti girdikten sonra başlar, bir sonraki namazın giriş vaktine kadar devam eder.
Namazların her birinin belirli vakitleri vardır. Her namazın kendi vaktinde kılınması şarttır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
Namaz; Mü'minler üzerine vakitlenmiş olarak (süreli-sınırlı zaman aralığında) yazılıdır.
Namaz vakitleri şu şekildedir:
1- Sabah Namazı: Fıkıhçılar bu namazın vakti için sabaha karşı tan yerinin ağarmaya başlamasından, Güneş'in doğmasına kadar olan zamandır. 49.5° enleminin kuzeyinde bu ölçüt yılın altı ayında geçersizdir, buralarda altı ay boyunca gündoğumu olmaz.
2- Öğle Namazı Fıkıhçılar, Kur'an'ın bu açık tanımına rağmen iki farklı görüş belirtirler; Güneş'in en tepede olduğu andan her şeyin gölgesinin bir veya iki misli oluncaya kadar devam eden zamandır.
3- İkindi Namazı "ikindi" "ikinti" sözcüğü Türkçe'de "ikinci" sözcüğünün başka söylenişidir. Bu namaz adını, bu namaz vakti için fıkıhçılarca öğlenin ikinci vakti sayılmasından kaynaklanır. Fıkıhçılara göre, öğle namazı vaktinin bitiminden güneş batıncaya kadar olan zamandır.
4- Akşam Namazı: Fıkıhçılara göre, Güneş battıktan sonra başlayıp güneşin battığı yerde meydana gelen kızıllık kayboluncaya kadar olan zamandır.
5- Yatsı Namazı: Fıkıhçılara ve hadisçilere göre, Akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlayıp sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır. Eski fıkıh kitapları Salatü'l Işayı ikiye ayırırlardı, ilkine Işa-ı Evvel, Akşam namazı; ikincisine de Işa-ı Ahir, Yatsı namazı derlerdi.
6- Vitir Namazı: Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir namazı, yatsı kılındıktan sonra kılınır. Vitir namazi vaciptir.
7- Teheccüd Namazı: Gece kılınan bir namazdır.
8- Cuma Namazı: Öğle namazı vakti içinde vaktin başlama anından başlayarak, yerel yetkilinin belirlediği saatte topluca kılınır. Cuma Suresi, 1 ayetine göre "Ey o iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda/namaz için toplandığınızda, Allah'ın zikrine koşun." denmesi yüzünden, Cuma günü kılınan Öğle Namazı tam vaktinde kılınmalıdır. Kur'an'a göre; Cuma günü haftalık toplantı günü olduğundan, Cuma günü namazı mülki ya da siyasi otorite kıldırır, Cuma günü kılınan Öğle namazına Cuma namazı denir. Bu namaza sonradan, Cuma namazının belli mesafe içinde tek yerde, ayni zamanda kılınması gerekliliği yüzünden, eşzamanlı olamaz kaygısıyla, ayrıca yeniden standart öğle namazı eklenmiştir. Oysa şimdiki fıkıhçılar neredeyse herkesin kolunda bile saat olmasını delil göstererek, artık bu kaygının gereksizliğini söylemektedirler.
9- Teravih Namazı: Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınabilen sünnet bir namazdır.
10- Bayram Namazı: Bayram günleri sabahleyin güneşin doğuşundan yaklaşık 50 dakika geçtikten sonra başlayıp güneşin tepe noktasına gelmesine kadar devam eden zamandır.
11- Evvabin Namazı: Akşam namazı ile yatsı namazı arasında kılınır.

Namaz Kılınması Sakıncalı Olan Vakitler


Sünni fıkıhçılar ve hadisçilere göre Güneş'e tapanların ibadet vakitlerinde namaz kılmak mekruhtur. Bu vakitlere Kerahat vakti denir.
Bu vakitler:
1- Güneş'in doğmasından itibaren 45 dakika.
2- Güneş tam tepe noktasına geldiğinde.
3- Güneş batarken Akşam ezanı vaktine 45 dakika kaladır.

Rekat Kavramı
Rekat namazın bir kıyam, bir rüku ile iki secdeden ibaret herbir bölümünün adıdır.

Namazın Kılınış ve Tamamlanışı


Niyyet, euzü besmele ile namaz kılmaya niyyet edilir. Örnek "fecir salatını ikamet etmeye / sabah namazını kılmaya" diye.
Kıbleye yönelme, Bakara 2/142-150 ile Yunus 10/87 ayetleri gereği namaz kılarken Kabe'ye yönelinir. Ayetler sunlardir;
Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.(2:144)
Biz ise Musaya ve kardeşine şu vahyi verdik: kavminiz için Mısırda bir takım evler ihzar edin, ve evlerinizi kıble tarafına yapın ve namaz kılın, hem de mü'minleri tebşir eyle (10:87)
Kıyam, ayakta durulur. Namazdaki, zikirdeki, duadaki "Kıyam" ile ilgili ayetler Alu İmran 3/39,191; Nisa 4/103; Yunus 10/12; Zümer 39/9.
İftitah (Başlama) Tekbiri; Kıyam sırasında İftitah tekbiri alınır, hadis kitablarinda belirtildigi gibi eller iki yana kaldırılır, Tekbir alınır/ "Allahü ekber" denir.
Kıraat (Okuma); Gene Kıyam sırasında İfittah tekbiri'nden sonra Kıraat edilir, Müzzemmil Suresi 20. ayet gereği, Kur'an'dan kolaya gelen/bilinen bir kısım okunur. (Resulullah Muhammed SS, Siyer aktarımına göre "fatihasız namaz eksik kalir", "fatiha yedi ayettir" demiştir.
Rüku (Eğilme): Kıraat'tan sonra, tekbir ile Rüku edilir. Rüku, dik durma/dikilme durumunun bozulması demektir, hafifçe kamburlaşmak demektir. Bu sırada Tesbih edilir/ "Sübhanallah ya da Sübhane Rabbiye'l Azim" denir. Rüku'dan sonra yeniden doğrulurken "Semi'Allahü Limen Hamideh" tam doğrulmada ise "Rabbena Lekel Hamd" denir. Sonra da tekbir ile secdeye gidilir. "Rüku" ile ilgili ayetler Bakara 2/43,125; Alu İmran 3/43; Maide 5/55; Tevbe 9/112; Hac 22/26,77; Sad 38/24; Fetih 48/29; Mürselat 77/48.
Secdeteyn (Fıkıhçılara göre Sücud); İki kez alnını yere değdirmek demektir. Bu sırada Tesbih edilir / "Sübhanallah ya da Sübhane Rabbiye'l a'la" denir. "Secde" ile ilgili ayetler Bakara 2/125; Alu İmran 3/43, 113; Nisa 4/102; Hac 22/26,77; Şuara 26/219; Zümer 39/9; Tevbe 9/112; "secdeteyn"de tesbihat ile ilgili ayet Araf 7/206; Hıcr 15/98; İnsan 76/26; Kaf 50/40
Ka'de (Oturuş); Secdeteyn sırasında iki secde arasında mecburi Ka'de / oturuş vardır. İki secde arsında gene secdeden kalkarken ve giderken tekbir alınır. "Ka'de" ile ilgili ayetler Alu İmran 3/191; Nisa 4/103; Yunus 10/12 "Secdeteyn" den sonra gene Tekbir ile İkinci Kıyam'a kalkılır (Ayağa kalkılır). İkinci Kıyam'da gene istenirse Kur'an'dan kolaya gelen bir kısım Kıraat edilir. Sonra tekbir ile rüku edilir, Tesbihat edilir. Tekbir ile Kıyam edilip, Tekbir ile Secdeteyn'e gidilir, Tesbihat edilir. İkinci secde bitince istenirse Kıraat edilir. Vahiy Başyazmanı Zeyd bin Sabit, Resulullah'ın bu sırada Kur'an'dan sure okuduğunu nakletmektedir. Bu Kıraat yapılsın ya da yapılmasın, çevredekilerin namazın bittiğini anlaması için, önünden kimsenin geçmemesi engelinin kalktığını gösterilmesi için sağ ve sola Selam verilir bu yalnızca "selam" sözcüğünden ibarettir. (EsSelamü aleyküm ve rahmetullah.)

Namazın Şartları


1- Manevi Temizlik (Hadesten Taharet): Namazdan önce abdest, gerekli hallerde ise gusül abdesti almak.
2- Maddi Temizlik (Necasetten Taharet): Namaz kılacak kişinin, bedeninde, üzerindeki elbisede ve namaz kılacağı yerde pislik varsa bunları temizlemek.
3- Örtünmek (Setr-i Avret): Namaz kılacak kişinin vücudunda örtünmesi gereken yerleri örtmesi. (Erkeklerin göbek ile diz kapağı arasını (dizkapağı dahil), Kadınların yüz, el ve ayaklardan başka vücudunun her tarafını örtmeleri gerekir)
4- Kıbleye Dönmek (İstikbal-i Kıble): Namazı kıbleye dönerek kılmak.
5- Vakit: Namazları kendi vakitleri içinde kılmak gerekir. Vakti gelmeden bir namazı kılmak caiz değildir.
6- Niyet Etmek: Hangi namazı kıldığını bilmek ve kalbinde hatırlamaktır. Niyetin dil ile söylenmesi sünnettir.

Hadislere Göre Namaz


Allah inancını tevhid çerçevesinde kabul etmiş her müslümanın öncelikle yerine getirmesi gereken bir ibadettir ve bu bakımdan dinde yeri çok önemlidir. Kur'an-ı Kerim'de;
"Sana vahyolunan kitabı oku, namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkoyar." buyurulmaktadır."
Hadislere göre Namaz dinin direğidir. Hadisi bu ibadetin önemini göstermektedir.
Emevi sonrası Sünni fıkıhçılara ve hadisçilere göre, Kur'an-ı Kerim'den sonra, İslam dininin en önemli yazılı kaynağı olarak kabul edilmiş olan Sahih-i Buhari de geçen bir hadis şöyledir:
Nebi dedi:
Sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa, ve o kimse nehirde günde beş defa yıkansa kendisinde kirden bir şey kalır mı ?
Dinleyenler:
"Hiç kir kalmaz Ya Rasulallah!" diye cevap verdiler.
Peygamberimiz:
"İşte beş vakit namaz da buna benzer, Allah namazla günahları siler." buyurdu.
Ergenlik çağına girmiş her aklı başında müslümanın, farz olan namazları kılması İslam inancının gereğidir.



Safi 26 Aralık 2015 00:11

NAMAZ a. (fars. namaz).
1. Müslümanların Tanrı'ya ibadet biçimi. (Bk. ansikl. böl.)
2. Namaz bezi, kadınların, namaz kılarken başlarına örttükleri örtü. || Namaz kıldırmak, toplu olarak namaz kılarken, imamlık etmek. || Namaz kılmak, namaz ibadetini yerine getirmek. || Namaz seccadesi, üzerinde namaz kılınan bir tür küçük kilim ya da dokuma. || Namaza durmak, namaz kılmak: Hemen aptes alıp namaza durmuştu. |[ Namazı kılınmak, cenaze namazı kılınmak; ölmüş olmak. || Namazında, niyazında, dini görevlerini aksatmayan, kendi halinde kimseler için kullanılır: Namazında niyazında sessiz bir adamdı.

—Esk. Namaz-güzar, sürekli namaz kılan kimse. || Namaz-ı pişin, öğle namazı. || Namaz-ı şam, akşam namazı.

—Giy. Namaz örtüsü, kadınların namaz kılarken başlarına örttükleri tülbent, krep vb kumaşlardan yapılmış örtü. (Genellikle iki değirmi büyüklüğünde kumaştan yapılır, çevresi dantel, oya vb. ile süslenir. Eskiden çevresine kelimei şahadet ya da bir beyit yazılmış olanları makbul sayılırdı. Baskı tekniğiyle desenlendirilenleri de vardır.)

—isi. Korku namazı, sel baskını, yer sarsıntısı gibi olağanüstü durumlarda nöbetleşe kılınan namaz. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. Ergin ve aklı yerinde olan kadın ve erkek her müslümanın günde beş vakit namaz kılması, ayrıca erkeklerin haftada bir kez cuma namazı kılmaları farzdır. Bayram namazlarıyla yatsı namazının arkasından kılınan vitir namazı vacip, farz namazlardan önce ve sonra kılınan namazlar da sünnet'tir.
Hz. Muhammet, peygamber olduktan sonra güneş doğmadan önce ve battıktan sonra iki vakit namaz kılardı. Ağırlıklı görüşe göre Hicret'ten bir buçuk yıl kadar önce meydana gelen miraç- olayı sırasında beş vakit namaz farz kılındı, islamın şartları denilen beş temel dinsel görev arasında namaz, kelimei şahadetten sonra en önemli ibadeti oluşturur. Kuran' da namaz (salat) sözcüğü, tekil ya da çoğul olarak 82 kez yinelenir; bütün hadis kitaplarında da özel başlıklar altında bu konuya oldukça geniş yer verilir.

Namazın farzları. Harhangi bir namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken koşullara namazın şartlan, namaza başladıktan sonra yapılması gerekli olanlara da namazın rükünleri denir.
A) Şartları:
1. hadesten taharet, aptes almak (AFTES, GUSÜL);
2. necasetten taharet, bedeni, giysileri ve namaz kılınan yeri temiz tutmak:
3. setr-i avret, erkeklerin en az göbekten aşağı ve dizden yukarıyı, kadınların da yüz, eller ve ayaklar dışındaki tüm bedenlerini kapatmaları;
4. istlkbal-i kıble, kıbleye dönerek namaza durma;
5. vakit, farz ve vacip namazları belirlenmiş olan vakitlerinde kılmak;
6. niyet, hangi namaz kılmıyorsa onun için içten ya da sözlü olarak niyet etmek.

B) Rükünleri:

1. iftitah tekbiri, namaza "Allahuekber" diyerek başlamak;
2. kıyam, geçerli bir özür olmadıkça namazın her rekâtını ayakta kılmak;
3. kıraj', her rekâtta Kuran’dan bir ya da birkaç ayet okumak (her rekâtta Fatiha suresi'ni okumak ve bütün sünnet namazlarla farzların ilk iki rekâtlarında “zamm-ı sure” denilen bir ya da birkaç ayet okumak vaciptir);
4. rükû, her rekâtın kıraatından sonra vücudun belden yukarısı yere paralel olacak şekilde eğilmek (bu durumdayken üç kez “sübhane rabbiyel-azîm" demek sünnettir);
5. sücud, rükûdan doğrulduktan sorya dizleri, elleri ve başı yere koyarak iki kez secde yapmak;
6. ka'dei âhire, namazın sonunda en az "et-tahiyyat" duasını okuyacak kadar oturmak ("et-tahiyyat” duasını okumak vacip, ardından "salli” ve “barik" dualarını okumak sünnet, namazı sağa ve sola selam vererek bitirmek vaciptir).

Namazlann rekât sayıları. Sabah namazı: iki rekât sünnet, iki rekât farz; öğle namazı: dört rekât ilk sünnet, dört rekât farz, iki rekât son sünnet; ikindi namazı: dört rekât sünnet, dört rekât farz; akşam namazı: üç rekât farz, iki rekât, sünnet; yatsı namazı: dört rekât ilk sünnet, dört rekât farz, iki rekât son sünnet, üç rekât vacip vitir; cuma namazı: dört rekât ilk sünnet, (hutbe okunduktan sonra) iki rekât farz, dört rekât son sünnet; bayram namazları: (hutbeden önce) iki rekât. Cenaze namazı, rükûu ve secdesi olmayan, ayakta kılınan bir farz namazdır. Bunlardan başka, namaz kılınması haram olan üç vakit (güneş doğarken, öğleden önce güneş tam ortadayken ve güneş batarken) dışında, isteğe bağlı olarak ve yalnızca sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlara nafile denir. Yalnızca ramazan aylarında her gün yatsı namasından sonra vitir namazından önce kılınan yirmi rekâtlı namaza teravi namazı denir.
Namaz şöyle kılınır: aptes aldıktan sonra kıbleye dönülür; hangi namaz kılınacaksa ona niyet edilir; eller kulak memelerine kadar kaldırılarak "Allahuekber” denir (kadınlar ellerini omuzlarına kadar kaldırırlar). Sağ el sol elin bileğini tutar durumda göbeğin altından el bağlanır (kadınlar göğüslerinin üstünden el bağlarlar). Sırasıyla "sübhaneke" duası, Fatiha ve zammı sure okunur (farz namazlann üçüncü ve dördüncü rekâtlarında zamm-ı sure okunmaz). Namaz cemaatle kılmıyorsa yalnızca imam Fatiha ve zammı sure okur Ardından 'Allahuekber” denilerek rükûya gidilir; eller dizkapakları üstüne konur ve bu durumdayken üç kez "sübhane rabbiyelazîm" denir. “Semiallahü li men hamideh” diyerek doğrulduktan sonra "Rabbenâ leke'l-hamd, allahuekber" denilerek secdeye gidilir. Sırasıyla dizler, eller ve iki el arasında alın ve burun yere değdirilir. Bu durumdayken üç kez "Sübhane rabbiyel'âlâ" denir "Allahuekber” diyerek oturulur; beklemeden yine tekbir ile ikinci kez secde yapılır Böylece birinci rekât tamamlanmış olur. Secdeden sonra tekbir ile ikinci rekâta kalkılır Fatiha ve zammı sure okunur Birinci rekâtta olduğu gibi rükû ve secdeler yapıldıktan sonra diz üstü oturulur, eller dizkapakları üzerine konur. Namaz iki rekât- lıysa "et-tahiyyat", "salli" ve “barik” duaları okunduktan sonra sağa ve sola selam verilerek namaz tamamlanır; üç ya da dört rekâtlıysa ayağa kalkılarak yukarıda anlatıldığı şekilde kalan rekâtlar kılınır.
Namazdayken aptes bozulması. Konuşmak, sesli gülmek, dinsel bir duygulanmadan dolayı olmaksızın ağlamak, göğsü kıbleden başka yöne çevirmek, selam vermek, selam almak, yazılı bir metin okumak, yemek, içmek, ayetleri anlamları bozulacak ölçüde yanlış okumak, ağız dolusu kusmak gibi bazı durumlar namazın bozulmasına yol açar. Bundan başka, namazı bozmamakla birlikte namazın adabına aykın ve mekruh sayılan bazı durumlar da vardır. Bu durumlar, namazı bozan davranışlar, namazın vacipleri ve sünnetleri gibi konular fıkıh ve ilmihal kitaplarında geniş olarak işlenir.
Cuma ve bayram namazları dışındaki namazlar camide, evde ya da açık alanlarda, tek başına ya da topluca kılınabilir. Teravi dışındaki sünnetler toplu kılınmaz. Vaktinde kılınmayan farzlarla vitir namazının daha sonra istenilen bir zamanda kaza edilmesi gerekir. Cuma ve bayram namazları kaza edilmez. Kadınlar, aybaşı ve lohusalık kanamaları yüzünden kılamadıkları namazları kaza etmezler.
İslam inancına göre namaz dinin direğidir. İhlasla (içtenlikle) kılınan namaz insanı her türlü kötülükten alıkoyar (Kuran, 29, 45). Bu nedenle namaz kılmamak büyük bir günahtır, insan, ayakta duramayacak kadar hasta ya da sakatsa oturarak, oturamıyorsa yatarak ima ile (baş hareketleriyle) kılar; bunu da yapamıyorsa kazaya bırakabilir. Nisa suresi’nin 101.-102. ayetlerinde savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı bildirilmiştir.

Korku namazı. Musibetlerin doğuracağı zararı önlemek amacıyla zaman yitirmeden her müslümanın görev yerine dönmesini sağlamak için vakit namazlarının kılınmasında özel bir yöntem uygulanır. Buna göre müslümanların ileri gelenlerinden biri imam olur. Öteki müslümanlardan bir bölümü bu imamla birlikte namaza başlarken kalanları görev yerinde bulunurlar. Bunlar namazın yarısını kıldıktan sonra görev yerine giderler; bu kez ötekiler gelir ve namazın ikinci yarısını imamla birlikte kılarlar Arkadan birinci grup gelir ve namazın kalan bölümünü imamsız ve kıraatsız kılarlar. Bunlar yerlerine döner, ikinci grup gelir ve kılamadıkları ilk rekâtları imamsız, ancak kıraatla kılarlar. Böylece hepsi de namazlarını tamamlamış olurlar. Olay, hiçbiri iti görev yerini bırakamayacağı ölçüde (savaş gibi) tehlikeliyse namaz ertelenebilir.

Kaynak: Büyük Larousse


perlina 8 Aralık 2016 15:27

1 ek

Cemaatle Namaz Kılmanın Önemi


Hz Nebi (asm), cemaatle namaz kılmayı teşvik etmiştir.Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi yedi veya yirmi beş derece daha faziletli olduğunu bildirmiştir. (Buharî, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42) Allah Resulü (asm), hayatı boyunca cemaate namaz kıldırmış, hastalandığında ise cemaate katılarak Hz. Ebu Bekir (ra)'in arkasında namaz kılmıştır. Bu itibarla cemaatle namaz kılma, İslâm'ın bir şiarı ve sembolüdür. Asr-ı saadet'ten günümüze vazgeçilmez bir uygulama olarak gelmiş ve aynen de kıyamete kadar devam edecektir/etmelidir.

Alıntıdaki Ek 59705
Cuma namazı dışında en kuvvetli cemaat, sabah namazının cemaati, sonra yatsı namazının cemaati, sonra ikindi namazının cemaatidir. Allah Resûlü (asm) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi."(Buharî, ezan, 9,32; Müslim, salat, 129)

"Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış gibi sevab alır. Sabah namazını da cemaatle kılarsa, bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş gibi sevap alır."(Buharî, ezan, 34; Müslim, Mesacid, 260)

“Kişinin cemaat ile kıldığı namaz, evinde veya çarşıda kıldığı namazdan yirmi beş derece daha faziletlidir. Bu fazilet şu şekilde gerçekleşir: Biriniz güzelce abdest alır sırf namaz kılmak için camiye gelirse, camiye varıncaya kadar attığı her adım için bir sevap verilir ve bir günahı silinir. Camiye girdiği zaman namaz için beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Melekler bu kimseye dua ederler. Kimseye eziyet etmediği ve abdesti bozulmadığı sürece; ‘Allah’ım! Bu kulunu bağışla, ona merhamet et ve tövbesini kabul et’ diye dua ederler.” (Ebu Dâvûd, Salât, 49, I, 378)

“Kişinin bir başka kişi ile birlikte kıldığı namaz, tek başına kıldığı namazdan, iki kişi ile birlikte kıldığı namaz bir kişi ile birlikte kıldığı namazdan daha sevaptır. Cemaat ne kadar çok olursa bu namaz Allah’a o nispette sevimlidir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 47)

Cemaatle kılınan namazda safların en faziletlisi en ön saftır. Bu fazilet imama yakınlık derecesine göredir. Fakat imama en yakın kişiler imamlığa ehil olan kişiler olmalıdır. Zira imamın namazı devam ettirememesi gibi bir durum olduğunda, bu en yakın kişilerden birini imamete geçirebilmelidir.

İki veya daha fazla Müslüman, beş vakit namazı, camide cemaatle kılabileceği gibi evde, iş yerinde, temiz olan her mekânda da kılabilir. Evde de olsa cemaatle kılınan namazlar, tek başına kılınan namazlardan daha sevaptır.

Cemaatle Namaz Kılmanın Hükmü:


Cemaat fazileti her ne kadar bir kişiyle de olabilir ve hane halkıyla dahi cemaatle namaz kılınabilirse de bu, camiye gitmenin ve daha kalabalık bir cemaatle namaz kılmanın sevabına denk olmaz. Farz namazların cami ve mescidlerde cemaatle kılınışı İslâm dininin bir şiarı olduğundan, bunun terk ve tatil edilmesi asla caiz görülemez.

Cemaatle namaz kılmanın önemini bildiren pek çok hadisi şerif vardır. Bunlardan birinde Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır:

"Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara hakim olur. Öyleyse cemaatten ayrılma. Çünkü sürüden ayrılanı kurt yer." (Ebu Davud, salat, 46)

Bir diğer hadis-i şerifte ise,
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra da bir kimseye emredip imam olmasını, sonra da cemaatle namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm."(Buharî, Ezan, 29; Müslim, Mesacid, 251) buyurarak, cemaatin topluca terk edilmesinin en ağır müeyyide uygulanmasını gerektiren yanlış bir davranış olduğunu ifade etmektedir.

Cemaatle namaz kılmanın önemini ifade eden bu ve benzeri hadislerden ve ilgili ayetlerden hareketle Hanbelîler, cemaatle namaz kılmanın erkeklere farz-ı ayın, Şafiîler de farz-ı kifaye olduğunu söylemişlerdir.

Hanefî ve Malikîlere göre ise, cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, erkekler için müekked sünnettir. Kadınların, hastaların, çok yaşlı kimselerin ve kötürümlerin ise cemaatle namaz kılmak için mescide gitmeleri gerekmez.

Hanefî ve Şafiîlere göre, cemaatin en az sayısı imamdan başka bir kişidir. İmama uyan kişi bir kadın veya çocuk da olabilir. Çünkü Peygamber Efendimiz (asm), teheccüt namazında çocuk yaşta olan İbni Abbas'a imamlık yapmış ve bir hadisi şeriflerinde "İki kişi ve daha fazlası cemaattir." buyurmuşlardır. (İbni Mace, ikamet, 44; Nesaî, İmamet, 43)

Camilerde Saf Düzeni:


İmama uyacak kişi sadece bir erkek kişi ise imamın sağına durur. Soluna ve arkasına durmak sünnete aykırı olduğu için mekruhtur. İmama uyanlar birden çok iseler imamın arkasına dururlar. İmama uyacak kişi tek kadın ise imamın arkasına durur.

Peygamberimiz (asm), hem cemaatin faziletini hem de erkekler açısından ilk safın sevabını şöyle açıklamıştır:
“İnsanlar ezan okumanın ve ilk safta yer almanın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.” (Müslim, Salât, 129; Buhârî, Ezan, 9, 32)

Kadınların camilerde arka saflarda yer almaları, onların aşağılanması ve ikinci sınıf konumuna indirgenmesi anlamına gelmez. Sadece herkesin anlayabileceği tabiî, fıtrî birtakım sebepler yüzünden, kadınların arka saflarda durmaları önerilmiştir.

Hanefîlere göre, cemaatle kılınan namazda bir kadının erkeklerin hizasında durarak namaz kılması halinde, kadının iki yanındaki birer erkek ile kadının tam arkasındaki bir erkeğin namazı bozulur. Şafiîlere göre kadının erkeklerin hizasında namaza durması, erkeğin namazına zarar vermez.

Şartlarını taşıyan erkek Müslümanların cuma namazlarını cemaatle kılmaları farzdır. Kadınlar da dilerlerse cuma namazına katılabilirler ve bu durumda o günkü öğle namazı üzerlerinden düşer.

Günlük farz namazların cemaatle kılınabilmesi için imamdan başka en az bir kişinin bulunması gerekir. İmamdan başka bir kişi varsa, imam-hatibin sağında ve biraz gerisinde durur. Cemaat iki kişi veya daha fazla ise imamın arkasında düzgün saf hâlinde dururlar. Cemaatin imama uyabilmesi için imam ile cemaatin hakikaten ya da hükmen aynı mekânda olmaları gerekir. İmamın namazdaki hareketlerinin cemaat tarafından hissedilmesini engelleyecek duvar ve benzeri bir engel bulunmamalıdır. Cemaat imamın sesini işiterek veya kendisini görerek namazdaki hareketlerini takip edebilirse imama uymak geçerli olur.

İmam olacak kimsenin Müslüman, akıllı, ergen, erkek olması ve namaz geçerli olacak kadar ezbere Kur’an okumayı bilmesi şarttır. Kadınlar erkeklere imam olamazlar. Kadının kadınlara imam olması ise caiz, fakat mekruhtur. Bu durumda kadın imam, cemaatin önüne geçmez, ilk safın arasında ve ortada durur.

Farz namaz kılan, nafile namaz kılana yahut başka bir farz kılana uyması caiz değildir. Nafile kılanın farz kılana uyması ise caizdir. Mezhep farklılığı imam olmaya engel değildir. İmam, cemaati bıktıracak tutumlardan kaçınır, cemaatin içinde yaşlıların, hastaların ve işi olanların bulunabileceğini hesaplayarak namazı uzatmaz.

Namazı ilk safta kılmanın sevabı, safları sık ve düzgün tutmanın önemi:


Hadis-i Şerifler, namazda safların melekler gibi düzenli tutulmasını, ezan okuma ve ilk safta durmanın sevabı bilinseydi kura çekilmesi gerektiğini, erkeklerin en sevaplı safları ilk saf, az sevaplı safların son saf olduğunu, kadınlar ise en sevaplı olan son saf en az sevap kazanacakları saffında erkeklere yakın saf olduğunu; safları sıklaştırmak için ilerlemenin gerekliliğini, safların eğri büğrü değil dosdoğru tutulmasını, eğri olursa kalplerimizin de farklılaşacağını, saffın düzgün olmasının namazın mükemmel oluşunun işareti olduğunu, Rasulullah (asm)’ın arkadan da gördüğünü, safların düzgün olmamasıyla Allah'ın aramıza düşmanlık sokacağını, ilk safta bulunanlara Allah'ın rahmet meleklerinin dua ettiklerini, safları düzene koyanlara hoş davranılacağını, saflar sık tutulmaz ise araya şeytanın gireceğini, boşluk kalacaksa en son safta kalacağını saf düzenlemesinin imamın ortaya alınarak yapılmasını haber vermektedir:
1. Peygamber Efendimiz (asm): “Meleklerin Rableri huzurunda saf bağlayıp durdukları gibi saf bağlasanız ya!” buyurmuş. Ashab, "Yâ Resûlallah! Melekler Rablerinin huzurunda nasıl saf bağlayıp dururlar?" diye sorduk. Şöyle buyurdu: “Onlar öndeki safları tamamlayıp birbirine perçinlenmiş gibi bitişik dururlar.” (Müslim, Salât 119; bk. Ebû Dâvûd, Salât 93; Nesâî, İmâmet 28)
2. Resûlullah (a.s.m.) ashâbının gerilerde saf tutmaya çalıştığını gördü; bunun üzerine onlara:
“Öne doğru gelin ve bana uyun! Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir topluluk devamlı surette gerilerse, Allah onları geri bırakır.” buyurdu. (Müslim, Salât 130; bk. Ebû Dâvûd, Salât 97; Nesâî, İmâmet 17)
3. “Safları düz tutunuz. İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. Aklı başında ve bilgili olanlarınız benim arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha..."
4. “Saflarınızı düz tutunuz. Zira safların düz olması namazın tamam olmasını sağlayan hususlardan biridir.” (Buhârî, Ezân 74; Müslim, Salât 124)
5. “Saflarınızı dümdüz tutunuz ve birbirinize sımsıkı yapıştırınız. Zira ben sizi arkamdan da görüyorum.” (Buhârî, Ezân 72; Müslim, Salât 125)
6. “Saflarınızı düzeltiniz, yoksa Allah Teâlâ’nın aranıza düşmanlık sokacağını iyi biliniz.” (Buhârî, Ezân 71; Müslim, Salât 127)
7. “İleri geri durmayınız. Sonra kalpleriniz de birbirinden farklı olur. İlk saflarda bulunanlara Allah rahmet, melekler de dua eder.” (Ebû Dâvûd, Salât 93; bk. Nesâî, İmâmet 25)
8. “Saflarınızı düz tutunuz. Omuzları bir hizaya getiriniz. Aralıkları kapayınız. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın girebileceği boşluklar bırakmayınız. Allah, safları bitişik tutanların gönlünü hoş eder. Safları bitişik tutmayanlara Allah nimetlerini lutfetmez.” (Ebû Dâvûd, Salât 93, 98)
9. “Saflarınızı sık tutunuz. Safların arasını yanaştırınız. Boyunlarınızı bir hizâya getiriniz. Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, saffın boş kalmış aralıklarından şeytanın bodur, kılsız siyah koyun gibi girdiğini görüyorum.” (Ebû Dâvûd, Salât 93; bk. Nesâî, İmâmet 28)
10. “Önce ilk safı tamamlayınız; sonra arkadaki safları doldurunuz. Şayet eksik kalırsa, son..."
11. “Şüphesiz Allah safların sağ tarafında bulunanlara rahmet eder; melekleri de dua ederler.” (Ebû Dâvûd, Salât 95; bk. İbni Mâce, İkamet 55)
12. “İmamı ortanıza alınız ve saflardaki boşlukları doldurunuz.” (Ebû Dâvûd, Salât 98)
13. "Erkeklerin en çok sevap kazanacağı saf ilk saf, en az sevap kazanacakları saf son saftır. Kadınların en çok sevap kazanacağı saf son saf, en az sevap kazanacakları saf ise ön saftır." (Müslim, Salât 132; bk. Ebû Dâvûd, Salât 97; Tirmizî, Mevâkît 52)
Birinci safta bulunmanın bu kadar sevap olmasının çeşitli sebepleri vardır. İlk safta bulunan kimse imamın hareketlerini daha iyi takip eder, onu daha iyi duyar. Öte yandan her yerde olduğu gibi camide de nizam ve intizama büyük değer veren dinimiz, bu nevi hadislerle, herhangi bir ikaza gerek kalmadan safların kendiliğinden düzeltilmesini istemektedir. Camiye Allah'ın rızasını ve O'nun lütfedeceği sevapları kazanmak için gelen her Müslüman en ön safta yer almaya gayret eder, orada yer yoksa arkadaki safta bulunmaya çalışırsa, saflar kendiliğinden kurulur; boş yerleri doldurmak için ayrıca gayret sarf etmeye gerek kalmaz. Bugün camilerimizde böyle bir intizam yerine düzensizliğin görülmesi, herkesin keyfine veya işine geldiği şekilde ve aralarda boşluklar bırakarak dağınık tarzda oturması, Müslümanların başıboşluğa alışmaları, hadiste anlatılan daha fazla sevabı kazanmaya istekli ve gayretli görünmemeleri sebebiyledir.

Sadece kadınlardan meydana gelen bir cemaatte de durum böyledir. O zaman onların da ilk safta yer almak için gayret etmeleri gerekir.

Son hadiste anlatılan hâl, kadınlarla erkeklerin art arda namaz kıldıkları ve birbirlerini gördükleri durumlarda söz konusudur. Namaz kılan bir mü'minin en fazla sahip olması gereken şey huşû, yani gönlünü Allah'a tam mânasıyla verebilmektir. Erkek ve kadın, Cenâb-ı Hakk'ın kendilerini birbirleriyle imtihan ettiği iki ayrı cins oldukları için, birbirlerine karşı tabii bir meyil hissederler. Fakat bu meylin ve nefsânî duygunun büsbütün unutulması gereken yegâne yer Cenâb-ı Hakk'ın huzurudur. İşte hadisimiz hem erkeklere hem de kadınlara gönül huzuruyla namaz kılacakları bir ortamı hazırlamaya çalışmaktadır. Bu da her iki cinsin namaz kılarken birbirinden olabildiğince uzak durmasıyla mümkündür. Kadınların en fazla sevap kazanacakları safın son saf, en az sevap kazanacakları safın da ön saf olmasının gerekçesi budur.

Cemaatle Namazın Sosyal Boyutu


Dinde namazın cemaatle kılınmasına çok önem verilmiştir. Cemaat namazı, İslam’ın muhteşem ibadi merasimlerinden sayılır. İslam’da cemaat namazına önem verilmesi, bu mukaddes dinin birlik ve beraberlik dini olduğunu Müslümanlar arasında sürekli bir dayanışmanın sağlanmak istendiğini açıkça göstermektedir.
Cemaat namazı, soy ve toplumsal sınıflardan kaynaklanan ayrıcalık ve imtiyazları ortadan kaldırmaktadır. Hangi soy renk ve milletten olursa olsun tüm Müslümanlar namaz safında aynı sırada beraberce yer alır; hep birlikte aynı kıbleye yönelerek tek vücut olarak ibadet eder ve birlikte yere kapanıp kalkarlar.
Cemaat namazı toplumun kaynaşması için en güzel vesiledir. Müminlerin birbirlerinin halinden haberdar olmaları için en iyi fırsattır. Özellikle düşmanlar karşısında Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olduklarını gösteren Cuma namazı toplumsal bir ibadet merasimi sayılır. Bu namazda okunması gerekli olan iki hutbe namaza katılanları, bir yandan takva iman ve Allah’a yönelmek konusunda yönlendirdiği gibi onları toplumsal ve siyasi konularda da bilinçlendirmektedir.


perlina 8 Aralık 2016 15:48

Namaz'ın Güzellikleri





perlina 9 Aralık 2016 13:15

Kadınların Özel Halleri ve Namaz


Kadınlara ait özel haller üçtür:
1) Adet Hali
Kadınlar ergenlik çağına gelince kendilerinde özel bir durum meydana gelir. Buna "adet hali" denir. Adet hali, her ay belirli günlerde olur ve genellikle elli beş yaşına kadar devam eder. Bazı kadınlarda bu yaştan önce de sona erebilir.
Adet hali kadından kadına değişir, en azı 3, en çoğu 10 gündür. Bu günler içinde akıntının devamlı olması şart değildir. Akıntı ara sıra kesilse bile bu süreler de adet halinden sayılır. Adet halinin devam ettiği günlerde bazı şeylerin yapılması haram olduğundan her kadının adet günlerini iyi bilmesi ve dikkatli olması gerekir.

Kadınlar adet hallerinin devam ettiği günlerde:

1) Namaz kılamazlar,
2) Oruç tutamazlar,
3) Kur'an okuyamazlar,
4) Kur'an-ı Kerim'e el süremezler,
5) Kabe'yi tavaf edemezler,
6) Camiye giremezler,
7) Eşine cinsi yaklaşımda bulunamazlar.
Adet hali bitince gusül yapmak (yıkanmak) farzdır. Kadınlar, adet gördükleri günlerde kılamadıkları namazları kaza etmezler, bunları Yüce Allah bağışlamıştır. Ramazan ayında tutamadıkları oruçları kaza ederler, yani sonradan tutulur.

2) Lohusalık Hali


Çocuk doğuran kadınlarda meydana gelen özel duruma "lohusalık hali" denir.
Lohusalık hali, çocuğun doğmasından itibaren en çok 40 gün devam eder. Azının sınırı yoktur. Kırk günden önce de bitebilir. Nu durumda, kadın gusül yaparak ibadetlerine devam eder. Kırk günün tamamlanmasını beklemez. Lohusalık günlerinde akıntı bir süre kesilip sonra devam etse, akıntının kesildiği bu günler de lohusalık halinden sayılır.
Adet halinde yapılması haram olan şeyler, lohusalık halinde de haramdır.
Lohusalık bitince gusül yapmak farzdır. Lohusalık halinde kılınamayan namazlar kaza edilemez, tutulamayan oruçlar kaza edilir.

3) İstihaza


Adet hali 3 günden eksik biterse bu, adet hali değil, kadın için bir mazaret sayılır. 10 günden fazla devam eden adet hali ile 40 günden fazla süren lohusalık ve gebe iken gelen akıntı da böyledir. Bu hallere "istihaza" denir.
Kadınlar böyle durumlarda namazlarını kılar, oruçlarını tutarlar. Çünkü bunlar adet ve lohusalık hali değil, burun kanaması gibi mazaret sayılmaktadır.



Saat: 06:33

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık