MsXLabs
Sayfa 4 / 15

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Kahve Molası (https://www.msxlabs.org/forum/kahve-molasi/)
-   -   Hayatın içinden Satır Araları (https://www.msxlabs.org/forum/kahve-molasi/18112-hayatin-icinden-satir-aralari.html)

Misafir 7 Haziran 2007 14:17

hayat bi cümle olsa...
 
Eğer hayatımızı uzun bir cümleye benzetirsek,
yaptığımız her şeyi noktalama işaretleriyle acıklıyabiliriz:

Virgül: Önce yaşadığımız ve yarım kalan yaşanmamışlıklardan sonra ,,,

Ünlem: Acı çektiren tüm ızdıraplar ve engellemeler sonrasında, düşüşünüzde attığınız çığlıklardan sonra !!!

Soru İşareti:
Nedenleri sorduğumuz, sorduklarımızdan alamadığımız cevaplardan sonra ???

İki Nokta Üst üste: Bizi anlamayan hayata kendimiz ispatlamak için yaptığımız en güzel açıklamalardan sonra :

Ve Nokta: Hayatta amaçladığımız tüm hedeflerimizi gerçekleştirirken bir yandan da yıllarını eskiten insanların artık zirvede olmanın hazzıyla son nefesleriyle hayata veda ederken, cümleyi de bitirmek adına bir kalemin ucuyla koydukları en küçücük ama en anlamlı sondur.


Misafir 13 Haziran 2007 10:47

Anne Beni Cocuk Yap ..!
 
En çok neyi yakıştırmadım ki kendime?
Aşk acısı çekmeyi mi,yaralanmayi mi,gülüp geçmeyi,
Beceremediğime öfkelenmeyi mi,kendimi sorgulamayi mi?
Belki de,aşkin kisa süreli bir ahenk olduğunu unutup,
Çocuksu bir saflikla,belki dalginlikla,belki de bile bile ladesle,
Zaten aşkin sorumluluğunu üstlenmştim bir şekilde...

Herkezin kafasi karişik artik günümüzde,
Mevsimler bile karişik baksaniza...

Sonbahara inat,hala maviler,penbeler,beyazlar uçuşuyor sokaklarda.
Güneş serin geçen yazin izlerini yok etmek istercesine tenimde ışıldıyor...

Bir mevsimden diğerine tükenirken ömür,nadastaki toprak gibi daha çok,
Ama kesinlikle daha fasla üretebilmek için durmali mi biraz yoksa?
yorgun gönlü biraz tatile mi ğöndermeli acaba?

Aşk ya çilginliktir ya da hiç şey!diyerekGeçirilen ömüre,
o inançlara,adrenelinin tavan yaparak,
Başladiği sevdalara neler oluyor?

Şimdi neresinden tutunmali ki yeniden aşkin?
Neresinden tutunmali ki,avuçlara önce mavi boncuk
birakip sonra da en olmadik yerinden yaralayan hayatin?
Çilginca çarpmasi,gülen gözleri
Tekrar geri getirebilmesi için,umutlarin?
Neresinden???

Anne beni tekrar çocuk yap!

Çocuk yap ki her şeye tekrar çocuksu neşeyle,
Heyecanla bakabileyim,dünyanin kirliliğini,
Ilişkilerin yozlaştiğini görmeden,ne olursa olsun,
Çocuksu rahatliğimla hayatin neresinde,
Tutunacağimi bileyim...


Misafir 13 Haziran 2007 19:02

Tebessüm etmek bile sevmektir(düsünce)

Bir çok insanın ağzında bilindik bir kelime var. 'Onu çok seviyorum...'. Hayatımızda söyleyebileceğimiz belki de en güzel kelime sevgi ve onunla birlikte kurulan her cümle. Beni düşündüren ise her cümleye uyan bu kelimenin ne kadar dolu ve anlamlı olduğu. Sevgi, o kadar ağır bir kelime ki uygun yerde kullanılmadığında ya da yaşanmadığında insanın kalbine çöküyor. Çökerken beraberinde de hazmedilmemiş bir çok dürtüyü alıp götürüyor. Bir de bu dürtüler insanın varlığının kaynağı ise yaşamın en güzel kelimesi birden lanet bir bedduaya dönüşüyor. Sevgi bu kadar tehlikeli bir kelime mi? Bence hayır. Tehlikeli olan şey, insanların kullanması gereken kelimeler yerine sevgiyi koymak istemeleri. Bu belki de insandaki zayıflıktan ileri geliyor. Hissettiğimiz her duygunun sevgi olduğunu düşünmek bence çok anlamsız. Sevgi bir kaç günde ya da olayda kazanılacak bir olgu değil ki. Çünkü sevgiyi bir zaman dilimine sokamıyorsunuz. Düşünün bir; insan annesini neden sever? Çünkü annesi her şeyi karşılıksız yapmıştır. Küçük bir bebekten ne bekleyebilir ki, ya da savunmasız bir çocuktan. Anne, içindeki kaynaktan akan bu duygunun döküldüğü yeri görmüştür sadece. Tek isteği onu bilmektir, o sevginin varlığını yaşatmaktır.

Seven insan sadece bir kaynaktır. Sevgi ise içindeki kaynağın meyvesidir. Sevdiğimiz zaman içimizdeki bu eşsiz ve sonu olmayan kaynağı paylaşmaya başlarız. Amacımız, bir şeyler almak değil aksine vermektir. Karşılıklarla yapılan her şey sevginin dışında yaşar. Sevgiye ait hiç bir şeyde karşılık bulamaz ve hiç bir şeyde bencil olamazsınız.

Sevgi nettir. Seven insanın dünyası karmaşa ya da sorularla değil, umutlar ve anlarla doludur. Seven insan soru sormaz. Cevap beklemez. Seven insan sahip olduğu anın değerini bilir. Dünle veya kızgın hesaplarla uğraşmaz. Onun için önemli olan tek şey, yaşamın en sağlam kulpuna yapışmaktır.

Eğer sevgi, gerçekleri görmenize engel oluyor veya net düşünmenizi önlüyorsa, hissettiğiniz şeyin sevgi olmadığını bilin. Sevmek, çoğu zaman acıyı yaşamak ve buna katlanmaya çalışmaktır. Bazen sevdiğinize karşı acımasız bile olabilirsiniz. Eğer bu, o insanı geliştirecek veya güzelleştirecekse bunu yapmanız gerektiğini bilirsiniz. Dedim ya, sevgi bu denli ağır bir yük insanın ağzında. Her yerde söylenmez ve herkese bakılmaz ağzımızdan bu laf çıktığında. Her şeyi kabul etmez seven insan. Belki katlanır ama uzaktan sever. İçine gömer hatalarını ama onlara maruz kalmaz. Yine de en güzelini diler. Koşulları, sınırları olmaz ama kuralları vardır seven insanın. Herkese dağıtmaz kaynağını, değerli olduğunu bilir ve hak eden için saklar. Karşısına çıktığında hesap etmez ne kadar sevdiğini. Sayılara veya maddelere bağlamaz. Yaptıklarını yazmaz kirli defterine, karşılıksız yapacaklarını planlar sadece. Hak ettiğini düşünene kadar sunar kaynağını ve sonunda kesmesini bilir. Ama geri almaz o sıcak hissini...

Seven insan, açık konuşur; susmaz korktuğu zaman ya da konuşmaz gözleri parıldarken. Seven insan, az olur. Aynı güneşin baktığı vakit gibi. Gitmesini bilir, gelmek zorunda olduğunu bildiği gibi... Seven insan, aya benzer; güneş olamadığında yalnız bırakmaz sevdiğini. Bir parça olsun yansıtır güzelliğini... Seven insan, sıcak olur; güldüğünde ısıtır yürekleri, üzüldüğünde sızlatır. Seven insan, bağlı olur; her an farklı yaşar güzellikleri ve yeniden keşfeder sevdiğini... Seven insanın yüreği ağırdır; ne taşımaya gelir yaşam boyu ne de eğilip bırakmaya...
........


Misafir 17 Haziran 2007 14:30

Gençliğe adım atmak üzere olan bir çocuk, babasıyla birlikte dağlara çıkmıştı...

Yürürken ayağı kaydı, az daha uçurumdan yu*varlanıyordu. Can havliyle bağırdı:

"Eyvaaah!.."

Karşı dağlardan aynı karşılık geldi: "Eyvaaah!"

Önce duyduğu sesin babasından geldiğini, kendi*siyle dalga geçtiğini sandı. Hayretle babasına baktı. Telâşlı yüzünü fark edince sesin başka yerden geldi*ğini anladı. Ama nereden?

Bunu kestirmek için tekrar bağırdı:

"Heeey!..."

Anında karşılık geldi:

"Heeey!."

Çocuk ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordu. Hem heyecanlanmış, hem de bu oyunu sevmişti:

"Sen de kimsin?" diye sordu.

Karşı taraftan gelen aynı soruydu: "Sen de kimsin?"

"Korkağın birisiiin!..." diye bağırdı bu sefer, ço*cuk.

"Korkağın birisiiin" cevabını almakta gecikmedi.

"Aptalsıın!.."

"Aptalsıın!"

"Delisiiin!.."

"Delisiiin!"

Merakla babasına dönüp sordu:

"Bu nedir baba?"

"Hayatın sesidir oğlum" dedi babası, "dinle ve öğren."

Avuçlarını boru gibi yapan baba karşı dağlara doğru bağırdı:

"Seni seviyoruuum!.." Karşılık gecikmeden geldi: "Seni seviyoruuum!"

Çocuğun babası tekrar bağırdı: "Sen harikasııın!' Ses aynen geri döndü: "Sen harikasııın!"

"Çokgüzelsiiin!..." "Çok güzelsiiin!"

Baba oğluna döndü:

"Oğlum" dedi, "herkes buna 'yankı' diyor, ama aslında bu hayatın ve umudun sesidir. Hayattan ne umar, ona nasıl seslenirsen, sana o sesi yansıtır."

Çocuk, hayata hangi sesi verirse o sesi duyacağını o gün öğrendi.


Misafir 17 Haziran 2007 22:10

Günlerden bir gün kurbağıların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sörü kurbağa arkadaşlarını seyretmek için toplanmış. Ve yarış başlamış. Seyirciler arasından hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğini inanmıyormuş. Sadece şu ses duyula biliyormuş:
"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece birtanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış:
"Zavalılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!..."
Sonunda, birtanesi hariç, diğer kurbağıların hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayretle ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kubağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki... Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

*Olumsuz düşünen insanları duymayin... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!
*Duyduğunuz ve okuduğunuz kelimelerin gücünü düşünün. Bu sebeple her zaman, pozitif olmaya çalışın

SONUÇ:Rüyalarını gerçekleştiremeyeceğini söyleyenlere karşı her zaman sağır olun!


Misafir 25 Haziran 2007 10:53

Dünlerimi kapının önüne bırakarak

İçimde boğulan bir şey var. Takıldıkça aklıma dibe çekiyor beni. Ne olduğunu bilmezsen savaşabilirmisin düşmanınla?
Kendi içinin bataklığına gömülmüş, sessizce bekleyen, saklı düşmanla.
Beni boğuyor kurtulamıyorum.
Leonard diyor ki: ''İçimdeki bütün o dünlerle nasıl yeni bir şeye
başlayabilirim?'' Nasıl başlayabilirim, nasıl başlayabilirim içimdeki bütün dünlerle?
Neden kurtulmak ve neye başlamak istiyorsun?
Yeni başlangıçlara engel olacak kadar hangi karanlıkları biriktirdin içinde. Neyin isi bulaştı güneşe çevirdiğin bakışına. Hangi önyargılar doldurdu içini tıka basa. Yorulacak kadar yaşlanmadın daha. Bıkacak, herşeyden el etek çekecek kadar yaşlanmadın. Hele vazgeçecek kadar hiç yaşlı değilsin. İçinde hangi dünler var ki kör ediyor bakışını geleceğe... Yeni birini tanıdığında gözünde aynı şüpheli bakışlar, bir olay geçmişteki başka bir olaya benzediğinde içinde aynı tedirgin edici duygu... Ya o karamsar akşamların? Onlardan nasıl kurtulacaksın. Onlarda mı içimdeki dünlerin eseri?
Hep umut dolu olamıyor insan. Bazen de kapıp koyuveriyor kendini karanlık ruhuna. Umut lazım, ışık lazım ve yeni bakışlar lazım. Efkar iyidir bazen ama fazlası yorar seni, tüketir. At içindeki o dünleri bir yana. O dünler yaşanıp bittiyse ve sen öğrendinse ondan öğreneceğini bırak gitsinler. Neden tutuyorsun onları içinde. Anı olsun diye mi, ders almak için mi, yoksa geçmişinin sayfaları arasında eşelenmek bugün yeni bir şeylere başlamaktan kolay geldiği için mi?
Ben kendime yeni bir bakış edinmek istiyorum. Şöyle paketi hiç açılmamış ve son kullanma tarihinin dolmasına yıllar olan bir bakış. Kendini sürekli güncelleyen bir bakış. İçine karanlığı sızdırmayacak, sızan karanlığı da parlaklığıyla yok edecek bir bakış.
Gelen sonbahar bana eski kırıntı döküntü bakışlarımı sarı yapraklar gibi atma fırsatı versin istiyorum. Sonbaharı kendime bir başlangıç noktası yapıp, yeniden yola çıkmak istiyorum.. Bavulum olmadan hani içine bir zamanlar ancak acılarımı doldurabildiğim ancak Tıpkı dünyaya yeni gelmiş gibi. Kendini bulmak için kendinden arınmış biri olmak istiyorum...
Şimdi yola çıkmak istiyorum. Ertelemeden.


Misafir 29 Haziran 2007 13:23

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı. Oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve çocuklara has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki", dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat?
Ben hangisini daha iyi beslersem!"


sedat sencan 8 Temmuz 2007 16:18

AVRUPALI
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Bayiliğini yaptığı bir Alman, iş görüşmesi için Türkiye’ye geliyor.
İş görüşmeleri dışında kalan zamanda bu kişiyi gezdiriyor,yediriyor,içiriyor.
Tabii bütün hesaplar arkadaşımdan.
Alman çok mutlu; gülüyor,eğleniyor. Herşey çok hoşuna gitmiştir.
Bütün bu izzet ikram 3 gün sürüyor,Alman ülkesine dönüyor.
********** ********** ********** ********** **********
Bir-iki ay sonra arkadaşım Almanya’ya gidiyor.
O adamın işyerinde kendisini görmek istiyor.
Karşı karşıya geldiklerinde Alman gayet ciddi ve soğuk bir tavır ile:
--Evet,ne istemiştiniz?
Diyor.Arkadaşım ilk anda onun kendisini hatırlayamadığını sanmış.
Alman,hatırladığını söyledikten sonra gene o buz gibi tavrını sürdürmüş.
Arkadaşım bunların ne olduğunu bildiğini,ama bu kadarını tahmin edemediğini söylemişti.
********** ********** ********** ********** **********
Aslında Alman olan kişinin davranışı çok normaldir.
Bireysellik olgusu yüzyıllardır toplumlarında mevcuttu.
Bugünkü sosyal yapının temeli geçmişte atılmıştır.
Gelenekler dünden bugüne taşınan toplumsal olgulardır.
Bencillik ise tek tek kişilerde belirgin hale gelen bireysel tutumdur.
Ve büyük ölçüde ekonomik ilişkilerden kaynaklanır.
********** ********** ********** ********** **********
Feodaliteden kapitalist düzene geçerken oluşan sosyal felsefeleri kişi üzerineydi.
İktisat teorilerinin üretim ve tüketim faaliyetleri de bu temele dayanmıştı.
Toplumun zenginleşmesi,bireylerin tek tek zenginleşmesi ile mümkündür.
Bu nedenle sermaye devletin değil,kişilerin mülkiyetinde olmalıdır.
Batılı toplumların özgürlük anlayışı en çok ekonomi alanını kapsıyordu.
********** ********** ********** ********** **********
Sermaye sahibi kişi piyasadaki talebe göre yatırım yapacaktır.
Tüketicilerin tercihleri ise kendi kişisel ihtiyaçlarına göredir.
Üretici sayısının dengeye gelmesi kapitalist teorinin önemli şartlarından biridir.
Bu sayının en uygun olmasını rekabet sağlar.
Rekabet ise,’ben’ olgusunu öne çıkarıyordu.
Buna ekonomik bencillik diyebiliriz.
Ekonomi,toplumun en önemli yapıtaşıdır.Dolayısı ile sosyal yapıyı da belirler.
Üretim ve tüketim ilişkilerindeki bencillik,kişinin davranışlarına damgasını vurmuştu.
********** ********** ********** ********** **********
Herbir fert,sadece kendi tüketimini düşündüğü için ‘ısmarlama’ olayı yoktur.
Misafir kabul edip onunla kendi yiyecek ve içeceklerini paylaşmak onun için anormaldir.
Yaralı ve hastalara yardım etmek,kendisinin değil,devletin görevidir.
Kişi olarak sadece kendisinden sorumludur.
Bireysel sorumluluk,olumsuz durumlarda da sözkonusudur.
İşleri iyi gitmeyen biri yardım görmeyeceğini bildiği için çalışkan olmak zorundadır.
********** ********** ********** ********** **********
Arkadaşımı tanımazlıktan gelen Alman,böyle bir toplumun üyesidir.
Onun soğuk davranışının kendisine garip gelecek bir yönü yoktur.
Türkiye’de gördüğü ikram,onun açısından sadece iş ilişkisinin gereğidir.
Misafirperverlik ve paylaşım gibi değerler kendi çevresinde hiç rastlamadığı olgulardır.


Misafir 12 Temmuz 2007 14:59

Her şeyi elde etme duygusuyla başlıyoruz yaşama...Sancılarla doğup büyüdüğümüz yollardaki ıslak asfaltardan bile tiksinerek ama temizlemeyi hiç düşünmeyerek devam ediyoruz sonra...Ve ölüm tınısını duydukça kulağımızda, anlıyoruz ki sona yaklaştık. Nasıl yaşadığımıza hiç bakmadan güzel, huzurlu, çok acıtmayan bir ölümle bitirmek istiyoruz yaşamı...Aslında " Ölümümüz nasıl yaşadığımızı gösteriyor! "
Yaşam...Hayatın hangi karesinde gerçekten yankılandı bu ses içimizde?
Duvarların arkasından mı dinledik yoksa hep o sesi..Ekonomi ekonomi diye gazeteler manşet basarken, taşralaşan halk bir tek bunları okuyabiliyordu.Sonra herkes kendince ekonomist oluyordu..Teknolojinin kullandığı telefon markaları gösterilirken küçük reklam köşelerinde, hiç farketmeden taksite bağlanmış heveslerinin kurbanı oluyordu insanlar. Ekonomi taşralaştırıyor, teknoloji ruh kirliliğine yol açıyordu.
Telefonlar insan yüzlerini unutturuyor, ruhlarımız taksite bağlandıkça makineleşiyorduk, kimse ses etmiyordu.. Şehirler, binalar, trafik, kirlilik, iş, gömlekler, kıravatlar, kumaş pantolonlar, hepsi bu yola doğru koşuyordu...Söz ve yazı bu noktada tüketiliyordu.
...Ve kalabalık bir cade önümüzde.Sokağın naif gözlerine bakıyoruz hepimiz.Melankolik sokak lambaları üstümüze parlarken, ceketimin cebindeki kalemi görüyorum.Haftalar öncesinden kanserden kurtarılması mümkün bir "can" için bir bayandan satın aldığım bir kalem..
Şimdi o kalemi alıp elime, gelin diyorum o kelimelere, gelin ve tamamlayalım birbirimizi, gelin ve tanımlayalım eksik olanı...
Hala biraz zaman var, sadece bir an, bir "merhaba" için...


Misafir 20 Temmuz 2007 12:35

ODTÜ İşletme'nin deli ama çok bilge, hem en sevilen hem en nefret edilen profesörü Muhan Hocanın Strateji Yönetimi dersinin ilk saati öğretim üyelerinin bile katılımıyla geçer ki her senesi ayrı ilginçtir. Derslerinden birinden bir anekdot:
Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar. Herkes bakar bakar ama tarzı zaten kübik olan sürrealist resimde sanatla fazla ilgilenmeyenlerin anlayabileceği çok az şey vardır. Bozuk perspektifli bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa benzeyen bişey. Etrafında başka yaratıklar, yerde yine bir yaratık ve arkadaki şekli bozuk içi parlak dikdörtgenin içinde başka bişeyler daha.


5-10 dakka hiçbişey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan Picasso'nun resmini alıp Meninas'in bir resmini koyar. Bu resimde sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir.


Ancak ikinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Meninas'in tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu farkeder tüm sınıf.
Ve Muhan Soysal hiç unutamayacağımız dersini verir:
"Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlarçıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek."

VE SON SÖZ......
Bir saatliğine mutlu olacaksanız, şekerleme yapın
Bir günlüğüne mutlu olacaksanız, balık avlamaya gidin
Bir aylığına mutlu olacaksanız, evlenin
Bir yıllığına mutlu olacaksanız, bir servete konun
Tüm yaşam boyunca mutlu olacaksanız, işinizi sevin...
ÇİN ATASÖZÜ



Saat: 15:35
Sayfa 4 / 15

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık