MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Cevaplanmış (https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/)
-   -   Milli ve evrensel kültür değerlerimiz nelerdir? (https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/209814-milli-ve-evrensel-kultur-degerlerimiz-nelerdir.html)

Ziyaretçi 12 Kasım 2008 20:25

Milli ve evrensel kültür değerlerimiz nelerdir?
 
Milli değerlerimizin neler olduğunu bana açıklayabilirmisiniz lütfen!..
Yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim.


Misafir 12 Kasım 2008 20:27

Milletlerin, tarih boyunca geçirdikleri pek çok sarsıntılı anlardan bile hiç elden bırakmadıkları bir takım değerleri vardır. Bu değerler, fert fert olduğu kadar toplumun bütün katlarında da aynı şevk ve heyecan kaynağı olur. Çünkü bu değerler o milleti meydana getiren bütün kişilerin ve zümrelerin ortak var oluş kaynakları, var oluş sebepleridir. Devletler, başka devlet ve milletlerle olan münasebetlerine hep bu millî değerleri açısından bakmak zorundadırlar. Yeni ortaya çıkan durumları da milletler ve millî değerler çerçevesinde değerlendirip yollarını ona göre çizmek durumundadırlar. Bu millî değerlerin bir kısmı ortaktır. Yani diğer milletler ve devletler de aynı değerlere sahip olmak arzusu besleyebilirler. O değerlerin yanında bir takım millîlik vasfı taşıyan pek çok özel değerler vardır. Türk milleti olarak bizim millî değerlerimiz, vatan sevgisi, bayrak, millî marş, istiklal, dinî inançlarımız, gelenek ve göreneklerimiz, yakın tarihimizde geçirmiş olduğumuz mücadeleler, devlet ve millet büyüklerimiz, tarihî kişiliklerimiz vb. sayılabilir.Bu eserde bizim üzerinde durmak istediğimiz millî değerler; İstiklâl Marşı’dır. Ne zaman bir bayram yapsak, ne zaman bir millî heyecan duysak hemen İstiklâl Marşı söyleriz. onu söylerken de tüylerimiz diken diken olur. Yapılan milletler arası karşılaşmalarda, sporcularımız birincilik kürsüsüne çıktıklarında İstiklâl Marşı’nın söylenişinin ne kadar gurur verdiğini hepiniz bilirsiniz. İstiklâl Marşı bizim millî gururumuzdur.İstiklâl Marşı’nı incelerken, onun yazılmasına vesile olan olayları, Türk milletinin gösterdiği kahramanlık ve azmi, millî birliği, dayanışmayı; onu yazan ve yazdıran manevî gücü, millî ruhu da açıklamak durumundayız. Çünkü İstiklal Marşı’nın anlaşılması bunların da anlaşılmasına bağlıdır.


Keten Prenses 23 Kasım 2008 15:29

Milli ve Manevi Değerlerimize Sahip Çıkalım
Bir medeniyetin oluşumunda maddi unsurlar kadar milli ve manevi değerlerde önemlidir. Medeniyetleri oluşturan insandır. İnsan ise hem maddi hem manevi özellikleri olan bir varlıktır. Bedeni özelliklerinin yanı sıra manevi özellikleri de insanı insan yapan özelliklerdir. Maddeye önem verip maneviyatını unutan bir insan yaşam bulduğu bu dünyada mutlu bir hayat sürmesi mümkün değilse, maddi değerlere önem verilip manevi değerler unutulduğu müddetçe bir medeniyetin uzun sürmesi de aynı şekilde mümkün değildir.
Günümüzde bir yandan şiddet ve terör olayları, hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk olayları dünyada yaşayan bütün insanların maddi hayatını tehdit ederken, diğer yandan da maddiyata önem vermenin, inanç değerlerinin arka plana itilmesi gerekliliğini ortaya koymaya çalışan bilimsel izahı olmayan birçok yanlışlıklar ortaya sürülmektedir. Bizleri kurtaracak pek çok model önümüze sürülmek istense de çağımızda ki bu problemlerle başa çıkabilmemizin yolu, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmakla olacaktır. Nitekim bugün birçok toplum kurtuluşu kendi milli ve manevi değerlerine geri dönmekle mümkün olacağını ifade eder hale gelmiştir.
Bir milleti millet yapan temel değerlerin başında milli ve manevi değerler gelmektedir. Vatan, bayrak, kültür, dil, marş vb. gibi unsurlar milli değerlerimizi Din ise, manevi değerlerimizi ifade etmektedir. Bugünkü konumuzda milli ve manevi değerlerimizin neler olduğunu ve hayatımızın neden vazgeçilmezlerinden olduğunu ifade etmeye çalışacağız.
Vatan
Üzerinde yaşanılan ve kültürün oluşturulduğu topraklara vatan denilmektedir.[1] Vatan sadece toprak parçası değildir. Vatan üzerinde yaşayan insanlar için hürriyet demektir. Esaret altında olmamak demektir. Bu sebeple yaşadığımız bu topraklara bir toprak parçası olarak bakmamak gerekir. Nitekim Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşında vatanımızın önemini şöyle ifade etmektedir.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Vatanı sevmek, düşmanlara onu terk etmemek, kendisine gelecek her türlü zarara karşı gerekli tedbirleri almak ve gerektiği zaman onun için canını vermek kutsal bir vazifedir. Türkiye’miz bizim için en vazgeçilmezlerdendir. Atalarımız bu topraklar için kendilerine düşen bütün vazifeleri layıkıyla yerine getirmişler, bu topraklara namahrem elini değdirmektense ölmeyi şeref sayarak şehitliğe sevinçle uçmuşlardır. Bugün, vatanımızı muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak için bize düşen vazifeleri en güzel şekilde yerine getirmeliyiz. Ayrıca şu husus unutulmamalıdır ki, vatan sevgisi imandandır.
Bayrak
Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle özelleştirilmiş, genellikle dikdörtgen biçiminde kumaş, olarak tarif edilen bayrak, sadece kumaştan ibaret değildir. Bayrağa değer veren bir milletin kendisidir. Arif Nihat Asya Bayrak şiirinde bu hususu ne güzel ifade etmiştir.
Ey, mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter.
Şanlı bayrağımız al kırmızısını, Yüce Şehitlerimizin kanından ay yıldızını ise, şehitlerimizin tertemiz kanına yansımasından almıştır. Bayrağımız her birimizin sevdasıdır. Milletimizin temel nişanesidir. Her nerde görülürse Şanlı tarihimizi hatırlar ve Yüce Milletimizin varlığını yanımızda hissederiz.
Kültür
Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları oluşturmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütününe denir.[2] Kültür, toplumların oluşturduğu bütün güzellikleri ifade eden bir kavramdır. Şiir, hikaye, müzik, vb. gibi sözlü veya yazılı edebiyatın ürünü olan ve dili oluşturan bütün eserler, bayramlar, seyirlik oyular, mimari, yeme-içme, giyim-kuşam ve halk oyunları hep kültürün birer parçasıdır.
Bugün özellikle bozulmamasına yönelik en büyük gayreti kültürümüze göstermeliyiz. Çünük bugün, kendi kültürümüzde olmayan birçok şey kendi kültürümüz gibi yansıtılmaktadır. Düğünlerimizde, eğlencelerimizde, cenazelerimizde toplum yaşantımızın her kesiminde kendi özümüze ait şeylerin yavaş yavaş yıpratılarak hayatımızdan çıkarılmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Mesela yılbaşı eğlenceleri tamamen kendi kültürümüzün mahsulü değildir. Bu tür eğlencelerde hem bedenimizi yıpratan hem de toplumsal bütünlüğümüzü bozan alkollü içecekler çokça alınmakta, harcamalar israf boyutunu aşmakta ve kumar gibi aramıza düşmanlık sokan oyunlar oynanmaktadır. Oysaki bu gibi şeyler kültürel mirasımıza ve dini inançlarımıza tamamen ters şeylerdir. Bu sebeple dinimizle bir bütün olarak birleşmiş kültürümüze sokulacak her türlü yanlışlıklar, toplumumuzdaki birlik ve beraberliği sekteye uğratacaktır.
Dil
Bizi birbirimize bağlayan aramızdaki iletişimi sağlayan büyük nimetlerden biride “dil” dir. Görünüş itibariyle küçük bir et parçası olan dil, yaptığı işler bakımından büyük bir vasıtadır. İyi veya kötü düşünceler dil ile açıklanır. Sevgiler ve nefretler dil ile ifade edilir.
Yüce Kitabımızda dilimizi kötü sözlerden korumamız istenmekte, gerçek kurtuluşa erenlerin özelliklerinden biri de dillerini kötü şeylerden koruyanlar olduğu[3] ifade edilmektedir. Sevgili Peygamberimiz de bir hadisinde müminlerin özelliğinden bahsederken sözü güzel söyleyenler olduğunu bildirmiştir. Konumuzla ilgili hadis şöyledir.
« لَيْس المُؤْمِنُ بالطَّعَّانِ ، وَلا اللَّعَّانِ ، وَلا الْفَاحِشِ ، وَلا الْبَذِيء »
“Mümin, insanları lanetlemeyen, kötü söz ve çirkin davranışlar sergilemeyen kimsedir.”[4]
İnsan olarak bize yakışan konuştuğumuz zaman incitmeden, kötü kelimeler kullanmadan ve kendi dilimizin güzelliklerini kullanarak hoş söz söylemek olmaktır.
Bizim en büyük zenginliklerimizden biri Türkçemizdir. Bugün üzülerek görmekteyiz ki, güzel dilimiz Türkçe yerine yabancı kelimelerin kullanımı çokça fazlalaşmıştır. İletişimimizi sağlayan dil artık insanlar arasındaki iletişimi tam anlamıyla sağlayamaz hale gelmiştir. Kuşaklar arasında dile bağlı çatışmalar olduğunu görmekteyiz. Bu sebeple bizlere düşen büyük görevler vardır. Öncelikle kendimiz güzel dilimiz Türkçeyi tam anlamıyla öğrenmeli, öğrendiğimizi hayata tatbik ederek örnek bir hayat sürmeli ve kendi öz dilimizi gelecek nesillerimize aktarmalıyız.
İstiklal Marşı
Her milletin kendine özgü bir marşı vardır. Bizim marşımız İstiklal Marşı ise, toplumsal birlikteliğimizden, düşmana esir olmamayı şeref saymaktan, bu vatan uğruna can vermekten, cennet vatanı kimselere bırakmamayı ahdetmekten ortaya çıkmıştır. Marşımız Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınsa da aslında İstiklal Marşı, her birimizin yüreğindeki sevdanın dışa yansımasıdır. Her bir kıtası ayrı bir heyecanın ifadesidir. Nitekim her zaman dile getirdiğimiz ilk iki kıta hepimizin zihinlerine kazınmıştır.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Aile
Yüce Rabbimiz yaşadığımız bu alemi ve içinde var etmiş olduğu her şeyi insan için, onun mutlu ve huzurlu olması için yaratmıştır. İnsanın en mutlu ve en huzurlu olduğu yer ise ailesinin yanıdır. Aile hayatı sayesinde insan mutluluğa sükûnete erer. Bu hususu Yüce Rabbimiz bizlere şöyle bildirmektedir.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”[5]
Aile bir toplumun en küçük birimi ve temel taşıdır. İnsanların meydana gelişi, olgunlaşması ve sağlıklı nesillerin oluşması aile müessesesi ile mümkündür. Sağlıklı ve sağlam bir toplumun oluşması için birbirlerini seven, yardımlaşma ve dayanışma ruhu içerisinde kederleri ve sevinçleri paylaşan aile yapısına ihtiyaç vardır. Aileler ne kadar mutlu ve huzurlu olursa, toplumda o kadar güçlü ve kuvvetli olur. Bu sebeple toplumumuzun en önemli yapı taşlarından biri olan aile hayatının korunması hepimize üşen bir vazifedir.
Din
Bizi birbirimize bağlayan manevi unsur Yüce Dinimiz İslam’dır. İslam dini inananları kardeş olarak tanımlar. Kuran-ı Kerimde إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Muhakkak ki, inananlar kardeştir”[6] buyrularak bu hususa işaret edilmektedir.
İslam Dinini üç ana unsuru vardır: İman, ibadet ve ahlak. İman altı iman esasından teşkil etmekte, ibadetler ve ahlak, Yüce Rabbimizin emri ve Peygamber Efendimizin hayatında şekillendirdiği unsurlardır. Dinin aslî unsurlarından olan iman bir bakıma dinin Tanrı’yı tanıma ve bilme (marifetullah) boyutu, ibadetler Tanrı'ya itaat boyutunu ve ahlâk ise Tanrı’yı sevme (mâhabbetullah) boyutunu teşkil eder. İmanın akıl ve bilgi, ibadetlerin inanç ve kanaat, ahlâkın ise gönül ve duygu kaynaklı olması her birinin mahiyeti gereğidir.[7]
İslam Dininin temel kaynağı Kuran-ı Kerimdir. Kutsal Kitabımız bizleri yanlışla doğruyu birbirinden ayırt etmeye yönelten bir kitaptır. Dünya ve ahiret hayatımızın mutluluğu açısından bizlere bir hidayet rehberidir. Kuran-ı Kerimde bizlere bu husus şöyle hatırlatılmaktadır.
ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
“Bu, (Kuran) kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” [8]
İslam Dininin ikinci kaynağı ise, Sevgili Peygamberimizin sünnetidir. İslam Dininde, Kur’an-ı Kerim’den sonra bilgi ve uygulama açısından en büyük kaynak, Hz. Peygamberin Sünneti kabul edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de tafsilatlı bir şekilde yer almayan emirlerin ve yasakların uygulama sahasına çıkması hep Sünnetle olmuştur. Bir beşer olarak günlük yaşantımız nasıl şekillenmeli, insanca yaşam nasıl olmalı, dünya ve ahiret huzurunu nasıl elde edebiliriz? sorularının en güzel cevabını, Sevgili Peygamberimizin Sünnetinde buluyoruz. Ailevi ilişkilerde mutluluğun anahtarı Hz. Peygamberin Sünnetinde saklıdır. Hz. Peygamberimizin Sünneti, Kur’an-ı Kerim’in en büyük tefsiridir. Bu sebeple, Sünnete tabi olmak, Kur’an’a tabi olmak anlamına gelmektedir. Kuran-ı kerimde bu hususa şeyle işaret edilmektedir.
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“(Ey Muhammed) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[9] Bu iki temel kaynaktan hareketle kıyas ve icma olmak üzere iki temel kaynağın yanı sıra, daha birçok kaynak geliştirilmiştir.
Şanlı Ecdadımız, İslam dinini benimsemiş, tarihten getirmiş olduğu kültürle özümsemiş, mimaride, sanatta ve daha birçok alanda eserler ortaya çıkarmıştır.
Sonuç itibariyle; Milli ve manevi değerler et ve tırnak gibi bir bütünün iki parçasıdır. Biri diğerinden daha az önemli değildir. Müslüman-Türk milleti olarak bizler, hür yaşamış, vatanını hiçbir düşmana terk etmemiş ve bu uğurda ölmeyi kendine şeref saymış, bayrağını gönderden indirmemiş, kendi kültürünü bütün dünyaya bildirmiş ve kendi kültürünü birçok medeniyete aktarmış, aile hayatını en sağlam temellere dayandırmış ve dini birikimlerini terk etmemiş bir millettir. İnsan, hayatından bir değer kaybolduğu zaman onun yerini dolduracak mutlaka bir şeyler bulmaya meyillidir. Bu sebeple milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmalı, tarihten getirdiğimiz güzelliklerimizi benimseyip hayatımıza adapte ettikten sonra bu hususlardan her birini çocuklarımıza aktarmalıyız. Unutmayalım ki, gelecek çocuklarımızın ellerinde şekillenecektir.
Ahmet ÜNAL


Misafir 5 Aralık 2009 09:55

milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir.


Misafir 29 Aralık 2010 18:08

Milli Kültürün Unsurları Ve Öğeleri

-Dil

- Din

- Eğitim

- Ekonomi

- Teknoloji

- Sosyal Kurumlar

- Örf ve Adetler

- Değerler ve tutumlar

- Estetik sanatlar (Grafik ve plastik sanatlar, folklor, müzik, dans, tiyatro)

- Semboller, Tabular ve Törenler


Misafir 7 Ekim 2011 16:13

atan sevgisi, bayrak, millî marş, istiklal, dinî inançlarımız, gelenek ve göreneklerimiz, yakın tarihimizde geçirmiş olduğumuz mücadeleler, devlet ve millet büyüklerimiz, tarihî kişiliklerimiz vb. sayılabilir.


Misafir 15 Aralık 2011 15:29

milli kültür değerlerimiz dil,din,gelenek ve görenek,sanat,tarih,dünya görüşü ve son olarak istiklal marşı.


Misafir 4 Ocak 2012 19:57

milli kültür değerlerimiz :
türkü ninni mani vatan sevgisi bayrak milli marş istiklal dini inançlarımız gelenek ve göreneklerimiz yakınlarda geçirmiş olduğumuz mücadeleler devlet ve millet büyüklerimiz tarihi kişiliklerimiz


Misafir 7 Ocak 2012 18:46

:D milli külrür ve evrensel kültür hakkında;hermilletin kendine özgü bir marşı vardır.bizi birbirine bağlayan,aramızdaki iletişimi sağlayan büyük
milletlerden biride dildir.milli ve evrensel Milli Kültür
Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır. Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan enkaz halinde çıkmalarına rağmen kısa sürede önili birer güç haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir.

Aynı şekilde, İstiklal Savaşı'nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan milli kültürünün sağlamlığıdır. Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar. Eğitim kurumlarında, milli ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler. Atatürk'ün sözleri, ortak bir kültür oluşturan eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından öniini açıkça ortaya koyar: "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti'ne, TBMM'ne düşman olanlarlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur."

Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve her zaman korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular. Çünkü, bir devletin sağlam tiellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça diektir. Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder. Milleti oluşturan unsurların en tiel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır.

Bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir. Bireylere milleti içi çalışmanın önii öğretilmediği takdirde milli eğitim amacına ulaşmamış olur. Birey devletine ve dolayısıyla milletine faydasız bir insan haline gelir. Atatürk'ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler milli şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir. Ayrıca, milli kültürün tiellerini Büyük Önder Atatürk'ün “İlke ve İnkılapları”nın oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır. Eğitim insanlara milli şuurdan başka daha birçok şey kazandırır. İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler.

İnsanların aileleri, dini, ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun verilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar bir anda kalkabilir. Böylece insanlar aynı ortak amaçta birleşmiş olurlar. Milli şuur da buna eklendiğinde bireyler tamamen kaliteli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve faydalı bir hale gelirler. Bir birey için devletine bağlı ve faydalı olmak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak diektir. Sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendilerine ilke edinmiş, devletini ve milletini tüm değerlerin üzerinde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır.

kültür önemlidir


carly 12 Şubat 2012 13:37

Millet Nedir ? (Detay) : Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş ve tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur. Eski çağlarda kan birliğiyle oluşan kabile, aşiret veya halk anlamında kullanılmıştır. İnsanlar, benzer özellikleri nedeniyle ortak sosyal, siyasi ve iktisadi işleyişler içinde uzun tarihi süreçler boyunca birlikte yaşamayı tercih etmekte ve aktarılan miras sonucu millet olgusu ortaya çıkmaktadır. Milleti meydana getiren en önemli unsur, tarihi bir süreç içinde kültür veya birlikte yaşama şeklinde ortaya çıkan ortak bir iradenin varlığıdır. Burada söz konusu edilen ortak kültür, birlikte yaşama iradesi ve ortak tarih gibi unsurlar, esasen karşılıklı bir etkileşim içindedirler. Ve her zaman birbirlerinin doğal neticesi olmayabilirler. Mesela ABD'de değişik kültürlerden gelen insanların birlikte yaşama iradeleriyle milleti oluşturmalarına karşılık, Türk milleti birbirinden ayrı siyasi kurumlar içinde bulunmaktadır. Dil, din veya sosyal gelenekler gibi kültürel özellikleri aynı olmasına rağmen birçok Türk devleti mevcuttur. Görüldüğü üzere millet çok genişbir coğrafi alana yayılmış olabilmektedir . Böyle bir durumda mevcut çevre şartlarının sebep olduğu sosyal, siyasi ve iktisadi farklılıklar ortaya çıkabilir Kısaca millet bir topluluğun en kapsayıcı ve genel düzeydeki adıdır. Daha küçük sosyal ölçeklere doğru inildikçe ve yerel şartlara göre özelleştikçe kültürel, siyasi, sosyal ve ekonomik farklılaşmalar gözükür.Bir topluluğun "millet/ulus" olarak adlandırılabilmesi için:1. Toplulukta ortak bir dilin konuşulması,2. Topluluğun tarihsel geçmişe sahip olması,3. Şimdi bir arada yaşayan bu topluluğun, gelecek için de bir arada yaşama inancında olması,4. Topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması,5. Toplulukta kültürel ortaklık bulunması gereklidir.Milletlerin oluşumuna dair tezlerMillet'in oluşumuna dair tezler kabaca iki ana yaklaşım altında toplanır: Özcü yaklaşım ve İnşaacı yaklaşım.[1] Özcü yaklaşıma göre milletler toplumsal tarihin doğal ürünü olan birimlerdir. Bu birimlerin temelini kanbağı, dil, din, ortak tarih gibi bir takım kültürel elementler oluşturur. Bu kimlikler birey veya topluluğa doğuştan verilmiştir; bu nedenle birey veya topluluk tarafından reddedilmeleri çok zordur. Bu ortak özellikler kitlelerde doğal olarak bir birliktelik hissi veya milliyetçilik oluşmasını sağlayarak milletin harekete geçmesine ve kendi devletini kurmasına neden olur.İnşacı yaklaşıma göre, milletler tarihsel sürecin görece daha geç döneminde ortaya çıkmış bir olgudur; ayrıca kapitalizmin ortaya çıkışı, sömürgecilik, modern devletin yapılanması ile yakından ilgisi vardır. Başka bir deyişle, milletin oluşumu insan toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkmış bir olgu değildir. Toplumsal gelişimin belli bir safhasında meydana gelmiş bir üründür. Herşeyden önce bir milletin oluşumundan önce bir milliyetçilik akımının ortaya çıkmış olması gereklidir.[2]Atatürk'ün Millet AnlayışıAtatürk'ün millet anlayışını, Prof Dr Afet İnan tarafından, ilk kez 1930'da yayınlanan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" adlı kitaptan öğreniyoruz. Bu eserin önemli özelliği, Atatürk'ün doğrudan doğruya kaleme aldığı belgelere dayanmasıdır. Atatürk'ün millet ve milliyetçilik anlayışı, Anayasamıza göre devletin temel niteliklerinden biri olduğundan üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.Atatürk'e göre; "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Türk milletinin ortaya çıkışında etkisi görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır:• Siyasal varlıkta birlik: Türk milleti, bir halk yönetimi olan Cumhuriyetle yönetilen bir devlet kurmuştur. Tarihte, çeşitli kıtalara yayılan Türk Devletleri görülmekteyse de günümüzde Türk ulusu varlığı için, üzerinde bulunduğu yurttan memnundur. Çünkü Türk, derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal kalıtlarını bu yurtta da koruyabileceğine; o kalıtları, şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine inanmaktadır.• Dil birliği: Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Ulus, geçirdiği sayısız sarsıntılar içinde ahlâkının, erdemlerinin, gelenek ve göreneklerinin, anılarının, kendi yararlarının, kısaca bugün kendi milliğini oluşturan her şeyin diliyle korunduğunu görmektedir. Türk dili Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir.• Soy ve köken birliği: Türkler, Sibirya steplerinden başlayarak Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit ve Romalılardan önceki Orta İtalya, kısacasıAkdeniz kıyılarına değin yayılmış, yerleşmiş ve birbirinden farklıiklimlerin etkisi altında başka soylardan gelen insanlarla binlerce yıl yaşamış ve kaynaşmıştır. Bu geniş coğrafyada ailelerin birleşmesiyle boylar; boyların birleşmesiyle özler; özlerin birleşmesiyle siyasal bir topluluk olan eller ve ellerin bir merkezde birleşmesiyle de büyük bir toplum oluşmuştur. Türk milletini oluşturan insanlar arasındaki farklılıklar bu kaynak genişliğinin sonucudur. Türk milletinin siyasal ve toplumsal birliği içinde, Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ya da Boşnaklık düşüncesi aşılanmak istenen yurttaş ve milletdaşlarımız, millet bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmaz. Çünkü milletin bu bireyleri de genel Türk toplumu gibi aynıortak geçmişe, tarihe, ahlâk anlayışına ve hukuka sahip bulunmaktadırlar. İçimizde bulunan Hırıstiyan, Musevi yurttaşlar, yazgılarını ve geleceklerini Türk milliyetine kendi vicdanlarından gelen istekle bağladıktan sonra, kendilerine yan gözle yabancı diye bakılması, uygar Türk milletinin soylu ahlâkından beklenebilir mi? • Tarihsel yakınlık: Geniş bir soy kaynağından gelmeleri ve nüfus yoğunluğu açılarından düşünülecek olursa, Türk budunları arasındaki manevi bağın gevşek olması, çeşitli adlar altında çeşitli roller oynamalarıçok doğaldır. Bu nedenledir ki tarih, olaylarını yazdığı budunları nerede, nasıl ve hangi adla tanıdıysa o biçimde yazmıştır. Ancak sonuçta, Türk ulusunu oluşturan insanların tarihi birdir.• Ahlâk yakınlığı: Atatürk, ahlak kavramını, örf ve adete yakın bir anlamda kullanmaktadır. Buna göre, ahlaksal düzen tek tek belli kişilerin ötesinde ve üstünde yalnız toplumsal ve ulusal olabilir Ulusun toplumsal düzeni ve güvenliği, bugünkü ve gelecekteki rahatlığı, mutluluğu, esenliği ve korunmuşluğu, uygarlıkta ilerleme ve yükselmesi için insanlardan her bakımdan ilgi, çaba, özveri; gerektiğinde seve seve özvarlığını gözden çıkarmayı isteyen milli bir ahlaktır. Ahlakın kaynağı toplumdur, millettir Türkler, aşağı yukarı hep aynı ahlak anlayışına sahiptirler.Bu açıklamalardan sonra milletin tanımı şu şekilde yapılmıştır: Zengin bir anı mirasına sahip bulunan; birlikte yaşamak konusunda ortak istek ve uzlaşmada samimi olan; sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürmek konusunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden ortaya çıkan topluluğa ulus adı verilir.Kaynakça1.^ Jorge Larraín bu iki yaklaşıma bir üçüncüsünü de ekler: tarihsel-yapısalcılık(historical-structural); inşacı yaklaşımı tümüyle reddetmemekle birlikte, toplumu bir araya getiren kimi etmenleri de dikkate almayı savunur. J. Larraín, Identity and modernity in Latin America, Wiley-Blackwell, 2000, sf. 372.^ Anthony D. Smith, The nation in history: historiographical debates about ethnicity and nationalism, UPNE, 2000, sf. 56


Misafir 12 Şubat 2012 14:57

milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir. ben hocaya verdim 100 aldım cevap buu


Misafir 23 Şubat 2012 19:22

Milli kültür değerlerimiz nelerdir? - Okula Destek burda milli değerlerimiz ar.


Misafir 14 Kasım 2013 20:35

TÜRK MİLLETİNİN MANEVİ DEĞERLERİ



Kültür insanın, insanlar yani evvelki ve şimdiki nesiller tarafından yaratılmış olan bütün çevre unsurlarını içine alan bir kavramdır.Bu unsurların gözle görülmeyen bir düşünceler ,aletler,zihniyetler halinde beliren iç yüzüne manevi kültür,bu manevi unsurların binalar,teknikler,yollar,vasıtalar halinde maddi kalıplara bürünerek dışlaşmış olan dış yüzüne de maddi kültür diyoruz.

Hiç bir kültür maddi ve manevi yüzünün birinden yoksun olamaz. Maddi kültür maddi imkanlara daha fazla önem veren manevi kültür ise maneviyata önem veren bir özelliğe sahiptir. Maddi örnek: Şimdiki Avrupa kültürü. Maneviyata örnek: Ortaçağ manastır ahlakı, İdeal kültür; her ikisinin yani maddi ve manevi unsurların uygun bir şekilde birleşimine ihtiva eder. Türk-İslâm kültürü ideal kültürdür.(Osmanlıların icatları)

Millet: Din, dil, ülkü, tarih, ahlak, töre, anane ve sanat anlayışında bir olan insan topluluğudur.

Manevi Değer: Büyük bir sosyal grubun mensuplarının sırf başkaları tarafından tasdik edildiği için kendi idrak ve anlayışları ile doğruluğunu tasdik ettikleri, için anlaşma halinde oldukları ve subjektif olarak da kıymet taktir halinde ettikleri değer hükümleridir.

Manevi kültürü sağlam olan milletler (uzun bir sürede) maddi kültürü kuvvetli milletlerden üstün hale gelirler. Çünkü alimler(maddeci)belirli bir doygunluk noktasından sonra ilmi araştırmaya yönelmezler. Manacı olanlar ise ilmin Allah rızası için yapıldığını bildikleri için gayret içindedirler.

Manevi değerlerimiz hiç bir zaman önemini kaybetmeyecektir. Başlıca manevi değerlerimiz şunlardır:

1-Vatan severlik

2-Milliyetçilik

3-Hürriyet severlik

4-Gerçek manasıyla cihangirlik ve fetih

5-İnsanlığa ve adalete yöneliş

6-Yardım severlik

7-İlme ve alime saygı

8-Ferdi iradeye saygı



1-VATANSEVERLİK:

İnsanın aslı vatanı Allah dediğimiz kuvvettir. Her fert ondan gelmiştir ona dönecektir. Ona dönünceye kadar kaldığı toprak parçasıda onun ikinci vatanıdır. Demek ki bizim şimdi üzerinde yaşadığımız vatan ikin vatandır. İşte insan dünyada Allah’a kavuşmak için yaşadığı toprak parçasına kutsal sayar(tabi ki bizim kültürümüzde)ve onun için canımı bile vermekten, yani şehit olmaktan çekinmez.



2-MİLLİYETÇİLİK

Milletini sevme ve onu diğer milletlerden üstün tutmadır. Türkler islamiyeti kabul etmeden önce birbiriyle mücadele eder savaşırlardı. İslamiyeti kabul ederek millet olma yaşama şansını yakalamışlardır. Çünkü dinimizin özü ve gerçeği cemiyetin ayrılık ve gediklerini kapatarak fertleri aynı idealle bütünleştiren vahdet akidesidir. İslamiyeti kabulden sonra millet olma özelliği ile islamı yayma cihad özelliği birleşerek büyük kahramanlıklar gösterdiler.



3-HÜRRİYET SEVERLİK

Başkalarının haklarını tecavüz etmemek şartı ile ferdin kendi haklarını kullanma araştırma serbestliğidir. Fakat başlarının haklarına saldırmamak şartı ile. Ayrıca millet olarak esareti sevmeyiz. Kubilay’ın Çin’de ayaklanması ve Kurtuluş Savaşı.



4-GERÇEK MANASI İLE CİHANGİRLİK VE FETİH

İslam kültüründe fetih önce insanın içinde daha sonra ve çevresinde olur. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdikten sonraki davranışları batı âlemi için o kadar hayat vericiydi ki onu hristiyan sempatisi olduğu kadar yanılmıştır. Türkler şanlı tarihinde gittikleri her yerde cihangillerini gösterip hak ve adalet götürmüşlerdir. Fakat gittikleri yerlerde, zorbalık yaptığını ileri sürenlere Mevlana’nın şu sözle cevap vermektedir. Aç bir insana el aç tatlı… şeherye diye emri olunmaz; buna emir denmez bir ikram sayılır”

Bundan dolayı Türkler harp yaparken ve kan dökerken asla toprak kazanmak ve sömürmek hedefini yürütmüşlerdir daima mazlum olduklarına inanmışlardır. Şunuda belirtmekte yarar var o zamanın teknolojisi onu gerektiriyordu yani savaşmayı şimdi ise haberleşme araçları ile pekâlâ cihat yapabilir. İslam kültürü yayılabilir. Bundan dolayı yeni istiklaline kavuşmuş 3. dünya ülkelerine kültürümüzün değerini tanıtılması dünyanın geleceği için faydalıdır.



5-İNSANLIĞA VE ADELETE YÖNELİŞİ

İnsanın dış görünüşü ile ele aldığı mezba insan-ı hayvandır. Ancak cemiyet hayatına uyan ve egoizmi terk etmesi ile gerçek manada insandır. Allah’a ibadet ettiği ölçüde insandır. Mevlana’ya göre gerçek manada insan olmayan hayvan bile değildir. Kendi memfatini cemiyetin memfatinden üstün tutan hayvan bile değildir.Hayvan kendi için yaptığı hareketlerde mazeret sahibidir. Çünkü aklı yoktur.



6-YARDIMSEVERLİK

Türk-islam kültüründe yardımseverliğin önemi büyüktür. Toplum dayanışması içinde birbiriyle yardımlaşarak gelişir eğer yardımlaşma olmazsa insan yo çok zengin olur yada çok fakir. Yardımlaşma sayesinde denge sağlanmış olur. Türk-islam kültürü gerçek manada insan severlik hükmününüde teşvik etmektedir. Çünkü insanın değerini gerçek manada insan olan takdir eder insan gerçek manada insan olabilmesi içinde maddi açıdan tatmin etmek lazım ne çok az fakir nede çok zengin olmaya yöneltilmemelidir. Daha çok gerçek manada insan olanlar hayır için harcamaya yönelirler böylece yardımseverlik ön plana çıkar. Türkler her zaman mazlumlara yardım etmişlerdir hazarlar Musevilere, Osmanlı, Fransuayuya, II. Dünya savaşında Almanlara ve Yahudilere ve peş germelere hep bu yüzden yardım edilmiştir.



7-İLME VE ÂLİME SAYGI

İslam dini dinine çok önem vermiştir. İlk ayet oku olmuştur. Bu önemden dolayı islam ve Türk-islam tarihi boyunca gerçek manada İslamiyet yaşadığı dönemlerde ilmi açıdan islam dünyası diye dünya milletlerinden üstün olmuşlar. Selçuklular zamanında ilk tür vesilesi nizamil mülk tarafından açılmıştır. Osmanlının yükselme döneminde de âlime saygı ve ilme önem verilmiştir. Yavuz Sultan Selim mısır seferinde kemal paşazadenin atını ayağından sıçrayan çamurundan dolayı korkarken o bu âlimin atından çamurlanan elbisesini ölümünden sonra sandıkasının üzerine konulmak üzere saklanmasını istemiş hala sandukasının yanında durmaktadır.



8-FERDİ İRADEYE SAYGI
Allahu teala insanlara akıl vermiştir irade vermiştir. Her insan ne yaparsa kendi iradesiyle yapar. Allahu teala onun ne yapacağını bildiği için kaderine yazmıştır. Her şeye kader deyip geçemeyiz. Mevlana hazretleri iyi davranışların karşılığını mutlak görüleceği gibi kötü davranışlarında cezasını çekeceğimizi şu sözleriyle belirtmiştir:

“Âlem bir doğaya benzer. İyi ve kötü olarak ne dersen aynısını dağdan işitirsin. Ben iyi söyledim, dağ kötü cevap verdi der ve zannedersen bu imkânsızdır. Çünkü bülbül doğaya öttüğü zaman oradan eşek sesi gelmesi mümkün olmaz. Böyle olunca kesin olarak eşek sesi çıkardığını bilmelisin. Dağa gelince sesini güzelleştirir, oradan niçin eşek sesiyle bağırıyorsun.”

Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi ferdi iradeyle kader zıt düşmez. Türk-islam kültüründe hiçbir fert zorlanmaz iradede serbesttir. Türkler eğer iradeleri zorlamış olsalardı bugün Avrupa belki de Müslüman olacaktı.

Alp Arslan’ın Malazgirt’te orduya seslenişi buna örnektir.

Bu anlattıklarımdan şu çıkmalıdır. Türk milletinin manevi değerlerine bağlılık ve mutluluk ve menefate götürür. Bazılarının dediği gibi geriye götürmez. Onun için manevi değerlerimizi ve tarihimizi iyi bilmemiz gerekir.







MANEVİ DEĞERLERİMİZİ KORUMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ?



Manevi değerler olmaksızın toplum olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Manevi değerlerin hafife alınmasının veya küçümsenmesinin topluma zarar verdiğini bilmeliyiz.


Safi 2 Şubat 2016 19:33

Milli ve evrensel kültür değerlerimiz nelerdir?

Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.
Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları, ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve geliştirmesini anlatır. Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır. Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle küreselleşme desteklenerek tamamlanır.
Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır, başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.
İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek, barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.
Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir. Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir. İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Colayı aynı nedenlerle, aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aynı paralelde, örneğin Smith (1990) evrensel kültürün imkansız olduğunu belirtmektedir.
Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler, 1980’den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği, zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını (veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz (Erdoğan, 2000: 279). Özlüce, evrensellik ve küresellik baskınlığı, boyun sunmayı, boyun sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.







Saat: 18:42

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık