MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Soru-Cevap (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/)
-   -   1. Dünya Savaşı'ndan sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir? (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/283470-1-dunya-savasindan-sonra-dusmanlar-hangi-topraklarimizi-isgal-etmislerdir.html)

Misafir 22 Kasım 2009 16:15

1.dünya savaşından sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir?acillll


Misafir 9 Aralık 2010 18:30

acccccccccccccccciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiilllllllll lllllllllllllllllllll llaaaaaaaaaaaaaaaaaaazzzzzzzzzzzzzzzzzmmmmmmmmmmmmmmmmm


halenaz_321 19 Aralık 2010 16:10

İzmir---------->Yunanistan
Urfa,Antep,Maraş--------->İngiltere
Adana ve çevresi----------->Fransa
Antalya ve Konya----------->İtalya




Tarafından işgal edildi...


Misafir 23 Aralık 2010 21:18

Yunanistan---------->İzmir
İngiltere--------->Urfa,Antep,Maraş
Fransa-----------> Adana ve çevresi
italya---------------->Antalya ve Konya

tarafından işgal edildi bunu bilmeyen varmı?
BEN BUNU 4 YAŞINDA EZBERLEDİM
ŞİMDİ BEN BUNUN SAYESİNDE 36 MADALYA KAZANDIM BUNU İYİ BİLİN


Misafir 28 Aralık 2010 15:53

1.DÜNYA SAVAŞININ SONUÇLARI

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına girdikten sonra, İtilaf Devletleri yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı İmparatorluğunu aralarında paylaştılar. Osmanlı Devletinin müttefiki Almanya savaşta yenilince Osmanlı Devleti de yenilmiş sayıldı ve Mondros mütarekesini imzalayarak savaştan çekildi.
Mondros ateşkesi imzalanınca İtilaf Devletleri, daha önce yaptıkları anlaşmalara göre Anadolu'yu işgale başladılar. Adana ve dolayları Fransızlar; İzmir, Eskişehir, Samsun, Merzifon ve Bartın ile güneyde Musul, Urfa, Maraş, Gaziantep, İngilizler tarafından işgal edildi. İtalyanlarda Antalya, Konya ve Söke çevresine yerleştiler.
İzmir'in İşgali (15 Mayıs 1919)
Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru (1917) ve Yunanlılar da İtilaf Devletlerinin tarafına geçmiş ve onlarla birlikte savaşmışlardı. Türkler yenilmiş duruma düşüp de toprakları pay edilmeğe başlanınca, Yunanlılar savaştaki hizmetlerine mukabil İzmir ve civarını istediler. Yunanlıların ve İtilaf Devletlerinin, Türk topraklarını işgali Vilson (Wilson)un: "Bir toprak üzerinde yaşayan insanlar kendi düşünce ve isteğine göre bir idare şekli kabul edecektir" prensibine uymuyordu. İtilaf Devletleri, Yunan Başbakanı Venizelos'a verdikleri sözü yerine getirmek için İzmir'in işgalini haklı gösterecek sebepler aramağa çalıştılar. Venizelos, Aydın Hıristiyanlarının tehlikede olduklarını, Türkler tarafından yok edileceklerini ileri sürerek yardım istedi. O sırada diğer devletler ordularını terhis etmişlerdi. Paris'te kurulan "Meclisi Ali" kendileri adına, Yunan ordusunun bu işi çözmesini düşündü ve İzmir'in işgaline karar verdi.
Azınlıkların Çalışması
Uzun yüzyıllar Türk toplumu içinde hür ve rahat yaşamış olan azınlıklar, yer yer gizli cemiyetler kurmuşlardı. Bunların gayesi asayişi bozarak, mütarekenin 7'nci maddesinin uygulanması için bahaneler yaratıp hak kazanmak ve Avrupa Devletlerinin müdahalelerini sağlayarak yurdumuzun çeşitli bölgelerini kolayca işgal etmekti.
a)Mavri Mira Cemiyet
b)Pontus Rum Cemiyet
c)Hınçak Komitas
Milli Varlığa Düşman Cemiyetler:
c)Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti
b)Teali-i İslam Cemiyet
c)İngiliz Muhipleri Cemiyeti
Bir kısım aydınlar da Amerika mandasını istiyorlardı. Bunlardan başka memleketin hemen her yerinde Hürriyet ve İtilaf, Sulh ve Selamet Cemiyetleri vardı.
Milli cemiyetlerin kurulması:
İstanbul Hükümeti, Türk davasını ele alıp yürütecek durumda değildi. Bütün bu felaketlere karşı kayıtsız, duygusuz bir seyirci durumunda kalmıştı. Bu koşullar altında örgütsüz, başsız Türk Milleti, kurtuluş görevinin kendisine düştüğünü anladı, bizzat çalışmağa karar verdi. Yurtsever Türk evlatları yer yer milli duygulara dayanan cemiyetler kurdular:
a)Trakya-Paşaeli Cemiyeti
b)Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
c)Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyetd)İzmir Reddi İlhak Cemiyeti: İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edileceği duyulunca İzmirli vatanseverler bu cemiyeti kurarak İzmir'in işgaline engel olmak istediler.
1-İngiliz himayesini isteyenler
2-Amerikan mandasını isteyenler
Bağımsız yeni bir Türk devletinin kurulması için verilecek tek karar, Türkün vatanına, Türkün bağımsızlığına saldıranlar kim olursa olsun, bütün milletçe hazırlanıp direnmektir. Bu mücadelenin parolası Ya istiklal, ya ölüm'dür.
MİLLİ BİRLİĞİ MUSTAFA KEMAL TARAFINDAN KURULMASI
Türk İstiklal Savaşı, yeni ve tamamen bağımsız bir Türk Devleti kurmak için girişilen, çok yönlü, milli bir mücadelenin bütünüdür. İstiklal Savaşı vatanın yalnız düşmandan kurtulması için yapılmış askeri ve siyasi bir hareket değildir. Aynı zamanda Türk devriminin bir safhasıdır. Bunu şöyle hulasa edebiliriz:
1-Memleketin yabancı işgal ve istilasından kurtarılması.
2-Saltanatın kaldırılmasıyla, milli egemenliğe dayanan hür ve bağımsız bir devletin kurulması,
3-Hilafetin kaldırılması, laikliğin kabulü.
4-Milli egemenlik ve laiklik esaslarına göre kurulan bu devletin çağdaş Batı medeniyeti seviyesine ulaştırılması.
5-Türk kültürünün yabancı tesirden kurtulması, milli kültürün geliştirilmesi.
6-Osmanlı Devletindeki ekonomik bağımlılığın yeni Türk Devletine bulaştırılmaması.
İstiklal Savaşını dört kısımda tetkik edebiliriz:
1.Milli Birliğin Mustafa Kemal tarafından kurulması,
2.Osmanlı Hükümeti ve iç ayaklanmalarla mücadele,
3.Dış düşmanlarla mücadele,
4.Devrimler.

Bu mücadelede Mustafa Kemal'in dayandığı tek kuvvet kaynağı kahraman ve asil Türk ruhu idi. Mustafa Kemal bu hususu şöyle ifade etmiştir:
Ben 1919 yılının Mayıs'ında Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, Türk milletine güvenerek işe başladım.
Mustafa Kemal Samsun'a çıkar çıkmaz milli kuruluşlar ve ordu komutanları ile ilgi kurarak kurtuluş davamız için düşündüklerini uygulamağa başladı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Mustafa Kemal "Vatanın bütünlüğünü ve istiklalin kurtarılması" için milleti birlikte çalışmağa davet eden, Amasya genelgesini yayınladı. (22 Haziran 1919)
Amasya Genelgesinin Maddeleri:
1.Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
2.Merkezi Hükümet, üzerine aldığı yetkileri hakkıyla kullanamamaktadır. Bu hal milletimizin hiçe sayılması sonucuna veriyor.
3.Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4.Duruma çare bulmak, milletin hak isteyen sesini dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin kurulması gereklidir.
5.Anadolu'nun her suretle en emin yeri olan Sivas'ta milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6.Her ilden milletin güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7.Her ihtimale karşı keyfiyetin milli bir sır halinde tutulması gereklidir.
Amasya genelgesi İstiklal Savaşına bir başlangıç ve milli egemenlik yolunda atılmış ilk adımdır. Mustafa Kemal bütün komutan ve valilere gönderdiği diğer bir genelge ile de, milletin içinde bulunduğu feci durumu anlatarak, halkı mitingler yapmağa ve işgal olayını protesto etmeğe devam etti.
Milli Kongreler:
A-Erzurum Kongresi (23 Temmuz 1919):
Kongrede alınan kararlar şunlardır:
1.Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür; vatanın çeşitli parçaları birbirinden ayrılamaz.
2.Yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılışı halinde, millet hep birlikte savunacak ve direnecektir.
3.Vatanın istiklalini korumağa Merkezi Hükümet muktedir olmadığı takdirde, gayeye ulaşmak için bir geçici hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri, milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır.
4.Kuvayı Milliyeyi etken ve milli iradeyi egemen tutmak esastır.
5.Hıristiyan ahaliye siyasi egemenlik ve sosyal dengeyi bozan haklar verilemez.
6.Manda ve himaye kabul olunamaz.
7.Milli Meclisin derhal toplanması ve hükümet işlerinin meclisin denetlenmesine konulmasını sağlamak için çalışılacaktır.
Kongre bir Temsil Heyeti seçerek dağıldı. Bu heyetin vazifesi, kongrede alınan kararları gerçekleştirmekti. Temsil Heyeti Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Kongre sonunda Mustafa Kemal şu sözleri söylemiştir: Tarih kongremizi, ender ve büyük bir eser olarak kabul edecektir.
B-Sivas Kongresi (4 Eylül 1919):
Alınan önemli kararlar şunlardır:
1.Anadolu'da ve Rumeli'de kurulmuş olan bütün Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adını aldı.
2.Memleketi, içinde bulunduğu halden kurtarmak için derhal Milli Meclisin toplanması lazımdır. Milletin mukadderatı bu meclisin denetlemesine bırakılacaktır.
O sırada bazı delegeler, içinde bulunduğumuz durumdan yalnız kendi gücümüzle kurtulacağımızdan şüphe ederek, Amerika Mandasının kabulünü istediler. Uzun tartışmalardan sonra manda fikri reddedildi.
Misakı Milli
1-30 Ekim 1918'de ateşkes imzalandığı vakit Osmanlı Devletinin, düşman ordularının istilası altında bulunan ve Arapların çokluk teşkil ettikleri toprakların mukadderatı halkın özgürce verecekleri oya göre tespit edilecektir. Osmanlı-İslam çoğunluğu ile meskun bulunan kısımların genel topluluğu hiç bir nedenle ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2-Halkın oyu ile Anavatana katılmış olan Elviyei Selase (Kars, Ardahan, Artvin) için icap ederse tekrar halkın serbest olarak oyuna müracaat edilmesini kabul ederiz.
3-Türkiye sulhüne bırakılan Batı Trakya'nın hukuki durumunun saptanması da yerli halkın tam bağımsızlık içinde özgürce verecekleri oya uyularak yapılmalıdır.
4-Osmanlı Hükümeti'nin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin güveni her türlü tehlikeden korunmalıdır.
5-İtilaf Devletleri ile kararlaştırılan esaslar içinde azınlıkların hakları gibi, Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanmaları sağlanmalıdır.
6-Milli ve ekonomik gelişmemiz için, siyasi, adli, mali gelişmelerimize engel olacak kayıtlar istemiyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Açılması
23 Nisan 1920 Cuma günü, Meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey Meclisi Başkanlığına getirilmiş, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak vazifesine başlamıştı.
Mustafa Kemal, Meclise Ankara Milletvekili olarak katıldı. Mecliste ilk sözü alarak Mondros Ateşkes'inden o güne kadar, Türk Milletinin geçirdiği mücadele safhalarını anlatarak demiştir ki:
"Hayat demek mücadele, müsademe demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da manen ve maddeten kuvvete, kudrete istinat eden bir keyfiyettir."
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlığına Mustafa Kemal'i seçti (24 Nisan 1920). Mustafa Kemal'in Başkanlığında ilk Bakanlar Kurulu kuruldu (3 Mayıs 1920). Bu hükümete; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denildi.
İlk Anayasa 20 Ocak 1921'de kabul edildi. Bu kanunun önemli bazı maddeleri şunlardır:
1-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2-Kanun yapmak ve kanunu yürütmek yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde toplanır.
3-Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
4-Meclis Başkanı, İcra Vekillerinin de başkanıdır.
Büyük Millet Meclisi Hükümetine Karşı Ayaklanmalar
A.Anzavur Ayaklanması
B-Düzce, Hendek, Adapazarı Ayaklanması
C-Afyonkarahisar ve Konya Ayaklanması
D-Milli Aşireti Ayaklanması
MİLLİ CEPHELERİN KURULMASI
1-Batı Cephesi (Yunanlılara karşı).
2-Güney Cephesi (Fransızlara karşı).
3-Doğu Cephesi (Ermenilere karşı).
Bu cephelerdeki ilk direnme, hareketi, düzenli bir ordunun karşı koyması değildir. Anadolu işgalinin başladığı ilk günlerde memleket birlikten yoksundu. Yeni bir savaş felâketinden henüz çıkmış yorgun ve bitkin bir durumda idi. Osmanlı Hükümeti ateşkes koşullarına uyarak, orduyu terhis etmekte ve gelen düşmanlara karşı direnme değil, teslim olmak düşüncesinde idi. Bu nedenle ilk cepheler, halk tarafından organize edilmiş milis kuvvetleri ile Osmanlı ordusunun arta ka,an bazı birlikleri tarafından kurulmuştu.
İlk Cepheler
A-Batı Anadolu Cepheleri :
Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıktıktan sonra Batı Anadolu'da ilerlemeğe başladılar. Bu ilerleyişi durdurmak için kurulan cepheler şunlardır :
Ayvalık Cephesi, Soma Cephesi, demiş Cephesi, Salihli, Akhisar ve Aydın Cepheleri.
Bu cephelerde üstün düşman kuvvetlerine karşı milis kuvvetleri, giriştikleri çete savaşları ve anî baskınlarla düşmanı bir .hayli hırpaladılar.
B-Güney Cephesi :
Anadolu'nun güney bölgesi evvelâ İngiliz işgali altında bulunuyordu. Sonradan İngilizlerin çekilmesi üzerine, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisini Fransızlar işgal etmişlerdi. İşgal karşısında ayaklanan halkın fedakârlığı sayesinde bu bölgede de cepheler kurulmuş ve savaşlar. başlamıştır.
Güney Cephesinde düzenli kuvvetler yoktu. Bu nedenle cepheyi millî kuvvetler savunmuştur. Yapılan kanlı ve çetin çarpışmalar sonucunda Fransızlar Adana, Maraş ve Urfa'yı bırakmak zorunda kaldılar. Pek ilkel silâhlarla çarpışmak zorunda kalan bu kuvvetlerin dayandığı tek kuvvet bağımsızlık ve vatan sevgisiydi.
Şehirlerini on ay kahramanca savunan Antepliler, maddî olanaksızlıklar yüzünden şehri teslim etmek zorunda kaldılar. Antep halkının gösterdiği bu cesaret ve fedakârlığı takdir eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 6 Şubat 1921 tarihindeki toplantısında Antep'e "Gazi"lik ünvanını verdi. Fransızlarla yapılan İtilafnamesiyle Antep yine Türklere teslim edildi.
Milli Ordunun Kuruluşu
Mondros Ateşkes'inden sonra ordu terhis edilmiş, silâh ve cephanesi İtilâf Devletlerinin kontrolü altında depolara konmuş bulunuyordu. Halbuki modern silâhlarla donatılmış düşmanla çarpışabilmek için, aynı kuvvette bir Türk Ordusunun kurulması gerekliydi. Her ne kadar cephelerde milis kuvvetler düşmanlarla temasa geçmişse de, kesin bir sonuç alabilmek için millî bir ordunun kurulması ve bir elden idare edi1mesi zorunlu idi. Bu zor unluk dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millî kuvvetleri disiplin altına alarak düzenli. bir Türk ordusunun kurulmasına karar verdi. Yalnız silâh ve cephane temininde güçlük çekiyordu. İtilâf Devletleri, Türklerin faydalanmasına engel olmak maksadiyle bütün silâhları İstanbul'da toplamıştı.
Fakat bu silâhlar, birer kahramanlık menkıbesi teşkil edecek şekilde İstanbul'dan kaçırılarak, Türk Ordusunun bunlardan faydalanması sağlanmıştır. Silâhların kaçırılması olayı., millî mücadelemizin ayrı bir bölümüdür. Bu olayın, Türk milletinin yurdu ve bağımsızlığı için yaptığı hizmetleri göstermesi bakımından ayrı bir değeri vardır.
DOĞU CEPHESİNDE ERMENİLERLE SAVAŞ
Rusya'da 1915'de çıkan ihtilâl Çarlık rejimine son verdi. Çarlığın yıkılması üzerine Kafkasya'nın güneyinde Eriven, Gümrü, Kars çevresinde bir "Ermeni Devleti" kurulmuştu. Ermeni Devletinin başına Türk düşmanı olan "Taşnak Partisi" geçmişti. Ermeniler, Türkiye'nin içinde bulunduğu güç durumdan faydalanarak, büyük bir Ermenistan kurmak istiyorlardı. Mondros Ateşkesi'nden sonra, İtilâf Devletlerinden yardım gören Ermeniler sınır boylarında bulunan Türkleri kütle halinde öldürmeğe başladılar. 1920 yılında da Ermeni zulmü dayanılmaz bir hale gelmişti. Büyük Millet Meclisi Hükümeti Doğu bölgesinde seferberlik ilân etti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'yı Doğu Cephesi Komutanlığına atadı.
Ermeniler, 18 Haziran 1920 tarihinde saldırıya geçerek Oltu çevresini istilâ ettiler. Buna karşılık 28 Eylülde saldırıya geçen Türk Ordusu zaferler kazandı. 30 Ekim'de Kars; 7 Kasımda da Gümrü işgal edildi. Ermenilerin barış istemeleri üzerine görüşmeler başladı. 3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalandı.
Gümrü Antlaşması, Mi1lî Hükümetin yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma askerî bir başarı sonucunda imzalanmıştır. Ermeniler bu yenilgiden sonra Türklere zarar veremeyecek hale geldiler. Artık Türk toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulması umudu tamamen kırılmış ve Ermeni sorunu ortadan kaldırılmış oldu. Ermenistan, Rus Sovyet
BATI CEPHESİNDE YUNANLILARLA SAVAŞ
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'e çıkan Yunan ordusu az zamanda Batı Anadolu'da birçok şehir ve kasabalarımızı almağa muvaffak olmuştu. İşgal hareketi karşısında kurulan Kuvayi Milliye Teşkilâtı düşmanın ilerlemesine engel olamamış, fakat bir hayli hırpalayıp, oyalamağı başarmıştı.
3-Birinci İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921)
Çerkez Ethem'in başkaldırması üzerine Batı Cephesindeki kuvvetlerinizin büyük bir kısmı, Kütahya bölgesine yollanmıştı. Bu sırada Yunan kuvvetleri biri Bursa, diğeri Uşak'ta olmak üzere iki grupta toplanmışlardı. Cephenin boşaldığını haber alan Yunanlılar, Bursa’dan Eskişehir; Uşak'tan Afyon yönünde ileri harekete geçtiler.
Yunan saldırısı karşısında 6I'inci Tümen Kütahya'da Çerkez Ethem kuvvetleri karşısında bırakıldı. Geri kalan kuvvetler, ilerleyen düşmanı karşılamak üzere Batı Cephesi kuvvet1erinin İnönü'de, Güney Cephesi kuvvetlerinin de Afyon'da toplanmasına karar verildi.
İki koldan ilerleyen Yunan kuvvet1erini İnönü mevzii ilerisinde bulunan 24'üncü Tümen karşıladı. Bu tümen düşmanı oyalayarak zaman kazanmak için gereken her şeyi yapıyordu. İleri yürüyüşe devam eden düşman, 9 Ocak'ta İnönü mevziine saldırıya geçti. Bu saldırıyı da 24'üııcü 4'üncü ve 11'inci tümenler karşıladı. Savaş devam ederken, Batı Cephesi Karargâhı Kütahya'dan 'İnönü'ye geldi
10 Ocak 1921'de düşman yine saldırıya devam etti. Güneydeki birliklerimiz düşmanın şiddetli topçu ateşiyle yaptığı saldırılara karşı koymuşlar ve düşmanı bir hayli hırpalamışlardı. Kuzey kısmı ise üstün düşman kuvvetleri karşısında biraz geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
10-11 Ocak 1921 gecesi fazla kayıp vermiş ve çok hırpalanmış olan düşman, daha fazla ilerlemeğe cesaret edemeyerek Bursa istikametinde geri çekildi. Üstün düşman kuvvetlerine karşı yapılan bu savunma çok çetin koşullar altında geçmiştir. Fakat iyi idare edilen, Türk subay ve erlerinin fedakârlığı sayesinde İnönü Zaferi kazanılmıştır. Albay İsmet, Birinci İnönü Savaşında gösterdiği başarıdan dolayı generalliğe yükseltilmiştir.
Birinci İnönü zaferi millî ordunun ve millî egemenliğin iç ve dışta ününü artırmış, Mîllî Mücadele heyecanını kamçılamıştır. Türk Milletini bir amaç etrafında birleştirerek millî birliği kuvvetlendirmiştir.
4-İkinci İnönü Savaşı (23 Mart-1 Nisan 1921)
Bu savaş, Türk İstiklâl Savaşının ikinci önemli meydan savaşıdır. Birinci İnönü Savaşında yenilerek geri çekilen Yunanlılar, Türk Ordusunun kuvvetlenmesine meydan vermemek için saldırıya geçtiler.
Yunan ordusu Bursa ve Uşak'ta olmak üzere iki grup halinde idi. Türk ordusu Batı Cephesiyle, Güney Cephesi ve Kocaeli Grubuna ayrılmıştı. Batı Cephesindeki kuvvetler Yenişehir, İnegöl hattıyla İnönü mevziine yerleşmişlerdi. Batı cephesindeki kuvvetlerimiz İsmet Paşa'nın kumandasında idi. Kocaeli Grupu Kurmay Başkanlığı emrinde bulunuyordu. Güney Cephesi kuvvetleri ise Afyon civarında toplanmıştı.
Ordu teşkilâtımız tamam olmadığından, düşmanın bir tümeni bizim üç tümenimize bedeldi. Yunan ordusunun teşkilâtı mükemmeldi. Gerek mevcudu, gerekse .ateşli silahlarıyla bizden üstün durumda bulunuyordu.
Yunanlılar 23 Mart 1921'de Bursa ve Uşak bölgelerinde olmak üzere iki koldan ileri harekete geçtiler. Bursa'dan İnönü yönünde ilerleyen düşman, Bilecik ve Pazarcık'ı işgal etti. 26 Mart 1921'de Gündüzbey'de başlayan savaş, 31 Marta kadar aralıksız olarak devam etti. Düşman daha ziyade yanlardan baskı yapmakta idi. Özellikle sağ kanatta çetin savaşlar olmuş, kuvvetlerimizin üstün dayanma ve direnmesi dolayısiyle, bu kanatta savaş bir boğuşma şeklinde cereyan etmişti. Bu bölgede Birinci Tümen Komutanı Albay Kemalettin Sami, Kocaeli Grupu Komutanı Albay Halit ve Albay İzzettin Beyler, büyük gayret ve fedakârlık göstermişlerdir.
30 Mart'ta düşman saldırısı karşısında sıkışık bir duruma düşen sol kanat geri çekildi. Fakat 31 Mart'ta üstünlük tamamen Türk kuvvetlerine geçti. Türk kuvvetlerinin şiddeti savunması karşısında yıpranan Yunan ordusu 31 Mart - 1 Nisan gecesinden itibaren geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilen düşmanı piyade kuvvetlerimiz cepheden, süvari kuvvetlerimiz de yandan takip ettiler. Bu savaş sonunda düşmandan pek çok ganimet ve esir alındı.
Güney Cephesindeki kuvvetlere gelince: 23 Mart günü Afyon istikametinde saldırıya geçen düşman, Afyon'u işgal etti. Kuzeyde İnönü de yenilen düşman geri atıldıktan sonra burada serbest kalan Türk kuvvetleri Güney Cephesi Komutanlığı emrine verildi. Bu kuvvetler düşmanın yan gerilerine saldıracaktı. Bunu anlayan düşman, 7 Nisan 1921'de Afyon'u boşaltarak geri çekildi. 8 Nisan'da Aslıhanlar savaşı adı verilen büyük bir savaş oldu. Üç gün süren bu kanlı savaştan sonra Yunanlılar 11 Nisan'da Dumlupınar mevziine çekildiler.
Bu suretle üstün düşman kuvvetleri, Türk Ordusunun inancı ve iradesi önünde bir defa daha yıkılmış oldu.
Eskişehir ve Kütahya Savaşları
İkinci İnönü Savaşından sonra düşman, kuvvetlerini geriye çekerek, Bursa ve Dumlupınar mevziine yerleşmişti. Bu yenilgiden sonra Yunan Hükümeti ordularını kuvvetlendirmek gereğini duyarak Yunanistan da genel seferberlik ilân etti. Böylece cephedeki tümenlerinin sayısını 11'e çıkarabildi.
Türk ordusu, genel seferberlik yapılmadığı için, gücünü artırmak imkânını bulamamıştı. Yalnız 15 Nisan 1921'de Güney ve Batı Cepheleri kuvvetleri birleştirilerek, Batı Cephesi ismi altında İsmet Paşa emrine verildi. Böylece bütün cephe bir komutana bağlanmış oldu. Ayrıca Kocaeli, Adana, Kafkas Cephelerindeki kuvvetler de Batı Cephesine alınmıştı. Ordumuz yiyecek ve taşıma hususunda güçlük çekiyordu. Bu işlerde bilhassa Türk kadınının büyük bir feragatle çalıştığı görülüyordu. Tümen Komutanı Veysel Bey bunları teftiş ederken arabaları başında hizmete hazır bir durumda olan kadınlara: Erkeklerinin niçin gelmediklerini sorarak, kendilerinin bu işte çok yorulacaklarını söylediği zaman, kadınlar :
Erkeklerimiz hizmette olduğundan emrinize biz geldik. Böyle günde bize bu kadar da iş düşmesin mi? Tek yurtlarımız kurtulsun da biz yorulalım, ölelim cevabını verdiler.
Türk ordusu İnönü - Kütahya - Diğer hattında dört grup halinde düzenlenmiş bulunuyordu. Ayrıca Geyve civarında bir Kocaeli Grupu vardı. Saldırıdan önce Yunan uçakları, orduyu ve halkı Millî Hükümet aleyhine kışkırtan fetvalar ve beyannameler atmağa başladılar. 10 Temmuz 1921 tarihinde ise tekrar saldırıya geçtiler. Düşman Bursa bölgesinden, Kütahya ve İnönü istikametinde olmak üzere iki koldan harekete geçti. Bir tümen de Afyon'a doğru yürüyordu. Düşmanın çevirme hareketini kırmağa muvaffak olan Türk ordusu, üstün kuvvetler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. Cephe Komutanının emriyle Eskişehir - Seyitgazi hattına çekildi. Çekilen ordu Eskişehir'in kuzey ve güneyinde toplandıktan sonra da 25 Temmuz 1921'de Sakarya'nın doğusuna çekildi (Bak. Harita: 3) .
Bu çekilmeğe askerî bakımdan gerek vardı. Bir kere ordumuz toplu bir halde bulunacak, takviye ve düzeni için zaman kazanılmış olacak, düşman ordusuyla arada geniş bir açıklık kalacaktı. Buna karşı düşman kuvvetleri çekilen ordumuzu izlerken, üslerinden uzaklaşmış olacaklardı.
Ordumuzun bu çekilişinden faydalanan düşman, işgal ettiği bölgelerde bulunan halkı türlü işkencelerle öldürüyor, şehir ve köylerimizi yakıyordu. Bu geri çekiliş İngiliz ve Yunanlılara fırsat ve cesaret de vermişti. İngiliz Başvekili Loid Corc: Yunanistan, kazandığı zafer dolayısıyla artık Sevr Antlaşmasıyla yetinemez, daha geniş ölçüde tatmin edilmelidir diyordu.
Sakarya Savaşı
Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilerek büyük bir memleket parçasını düşman istilâsına bırakması halk ve Mecliste fena etki yarattı. Halbuki Başkomutanlığın gayesi orduyu yok olmaktan kurtarmak ve geri çekilerek bir cephe kurmaktı. Ordunun ve halkın manevî kudreti büyük bir sarsıntı geçirmekte idi. Bu vaziyeti önlemek ve halkı aydınlatmak icap ediyordu. Çekiliş bilhassa Mecliste sert ve çetin münakaşalara yol açtı. Bu münakaşalar sonucunda ortaya atılan fikir su idi: Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Su harekâtın elbette bir mesulü vardır. O nerededir? Onu göremiyoruz?
Milletvekilleri, Mustafa Kemal'in ordunun başına gelmesini istiyorlardı. Ordu ve halk O'na güveniyor, bu durumu ancak ordunun başına geçmek suretiyle düzelteceğine inanıyorlardı. Mustafa Kemal, Meclis tarafından teklif edilen Başkomutanlığı kabul etti. Fakat Meclisin bütün yetkilerinin üç ay için kendisine verilmesini istedi. Mustafa Kemal'in bu teklifi Meclisteki muhalifler tarafından, Millî egemenlik bir kişiye verilemez denilerek reddedilmek istendi. Uzun tartışma ve görüşmeler sonucunda Meclisin bütün yetkisi i,iç aylık bir süre için Mustafa Kemal'e bir akıldı. Mustafa Kemal 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edilen bir kanunla Başkomutanlığı üzerine aldı. Başkomutanın vereceği emirler kanun olacaktı.
Yeni bir meydan savaşı için memleketin bütün savaş gücü harekete geçirildi ve şu işler yapıldı
a)Birçok sınıflar silâh altına çağırıldı.
b)Güney ve Doğu Cephesindeki kuvvetler, Sakarya'da toplandı.
c) Memleket içinde düzenin sağlanması ve korunması için, İstiklâl Mahkemelerinin sayısı artırıldı.
Yunanlılara gelince: Eskişehir ve Kütahya Savaşlarını büyük bir zafer sayan Yunanlılar, ordumuzu tamamen yok edecek büyük bir saldırıya hazırlanıyordu. O sırada tahta geçen Kral Konstantin'in amacı, artık yalnız Sevr Antlaşmasını kabul ettirmek değil, eski Bizans İmparatorluğunu diriltmekti. Bunun için de eli silâh tutan bütün Yunanlılar askere alındılar. Memleketin bütün gelir kaynakları ordunun emrine verildi. Diğer tarafta da İngiliz Hükümeti, bol para ve malzeme vermek suretiyle Yunan ordusunu takviye ediyordu. KraI Konstantin, Yunan orduları başkomutanlığını üzerine aldı.
Yunanlılar yine araç - gereç ve asker bakımından bizden üstün durumda bulunuyorlardı. Yunanlıların elinde bulunan topraklarımız memleketimizin bayındır ve zengin yerleriydi. Yolları vardı ve ordularını besleyebiliyordu. Yunanlıların arkaları denizlere ve kuvvetli müttefiklere açıktı.
Bizim elimizde bulunan bölgede düzenli yollar yoktu. Memleket fakirdi. Orduyu beslemekte zorluk çekiyorduk. Yabancı hiç bir devletten yardım görmüyorduk. Bütün bunlara karşın Türklerin Yunanlılardan üstün bir tarafı vardı. Ya üzerinde yaşadığı bu yurdu savunacak, yahut ölecekti, Uğrunda ölünecek toprak, elimizde kalan son yurt parçası idi. Bu son yurt parçasını korumak için göğsünü siper eden orduyu hiç bir kuvvet yenemeyecektir.
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos- 13 Eylül 1921) :
Türk ordusu dört gruba ayrılmıştı. Ayrıca Albay Fahrettin komutasında süvari grubu vardı.
Mustafa Kemal, Ankara'da işlerini bitirdikten sonra Fevzi Paşa ile birlikte Polatlı'daki cephe karargâhına geldi. Bu sırada attan düşerek birkaç kaburga kemiğini kırdı. Ankara'da gerekli tedavi yapıldıktan sonra hemen cepheye döndü. Savaşı sonuna kadar sargılar içinde "Maliköy" de oturduğu yerden yönetti.
Yunan orduları başkomutanı Kral Konstantin, Kütahya'da topladığı Askerî Şûrada Türk ordusunu yok etmek ve Ankara'yı almak kararını vermişti. Yunan kuvvetleri 13 Ağustos 1921'de Eskişehir - Seyitgazi hattından doğuya doğru yürüyüşe geçtiler. 18 Ağustos'a kadar ordumuz ciddî bir savaşa girmeden Sakarya'ya doğru çekildi. Bu sırada düşman, sol kanadımızı sarmak maksadıyla Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar yaklaşmıştı. Bu sebeple, 23 Ağustos - 13 Eylül arasında ordunun cephesi batıya iken güneye dönerek cephe değiştirdi. Bu vaziyet karşısında Ankara'da heyecan başlamış, düşman daha fazla ilerlediği takdirde şehrin boşaltılması için bütün tedbirler alınmıştı. Ankara'nın boşaltılması Mecliste görüşülürken, Erzurum Milletvekili Durak Bey söz alarak:Arkadaşlar, nereye gidiyoruz? Düşman bizi burada kendisini yenmek için tedbirler düşünürken bulmamalıdır dedi.
23 Ağustostan itibaren ordumuz düşmanla temasa geçti. Meydan savaşı yüz kilometrelik bir cephe üzerinde bütün şiddetiyle cereyan ediyordu. Düşman pek çok uğraşmalara rağmen ordumuzu çevirme hareketinde başarı kazanamadı. Başkomutan: Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunamaz, emri üzerine ordumuz her vatan parçasını karış karış savunuyordu. 10 Eylülde Türk ordusunun giriştiği karşı saldırı hareketi, 12 Eylülde Yunan ordusunun kesin yenilgisiyle sonuçlandı. 13 Eylülde Yunan ordusu geri çekilmek zorunda kaldı (İ3ak. Harita: 3) .
Ordumuzun takibi sonucunda ise Seyitgazi - Afyon hattına çekildi. Savaş 21 gün gece ve gündüz aralıksız devam etmiştir. Sakarya Meydan Savaşı tarihin en uzun süren meydan savaşıdır. Sakarya Zaferini Başkomutan şu emriyle millete müjdeledi :
Yirmi bir gün ve gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi ordumuzun tam bir zaferiyle son bulmuştur.
Mustafa Kemal'in askerî dehası, Türk ordusunun manevî kudreti ve Tür k milletinin kurtuluşa olan inanı bu zaferin kazanılmasında başlıca âmil olmuştur. Sakarya'dan muzaffer dönen Mustafa Kemal, izlenimlerini şöyle özetlemişti. :
Türk Milleti hakikaten büyük millet, hüner ona lâyık kumandan olabilmekte.
Sakarya Zaferi bütün memlekette coşkun bir sevinçle kutlandı. Büyük Millet Meclisi 19 Eylül 1921'de kabul ettiği bir kanunla Mustafa Kemal'e Müşirlik (Mareşallik) rütbesiyle, Gazilik ünvanını verdi.
Sakarya Savaşının Sonuçları:
Sakarya Meydan Savaşının, milli dâvamızın gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu zamana kadar Türk kuvveti hakkında şüphe vardı. Sakarya zaferi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ve Ordularının kudret ve kuvvetini dünyaya bir defa daha tanıtmış, Türk Milletinin yok ve tutsak edilemeyeceğini anlatmıştır.
Maddi ve manevî kuvveti hırpalanmış olan düşmanın zafer umudu ve direnci artık tamamen kırılmıştı. Öyle ki Sakarya'dan sonra bir daha Türklere saldırmaya cesaret edememiştir.
Bu zafer siyasî alanda da olumlu sonuçlar vermiştir. Sovyet Rusya ile, Moskova Antlaşması esas olmak üzere, 13 Ekim 1921'de Kars Antlaşması imza edilmiştir. Fransa ise Ankara İtilâfnamesini imzalayarak Büyük Millet Meclisi Hükümetini resmen tanımıştır.
Kars Antlaşması (13 Ekim 1921)
Moskova Antlaşmasına göre Sovyetler Hükümeti, Kafkasya Cumhuriyetleri (Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan) ile aramızda anlaşmaya aracılık edecekti. Bu cumhuriyetler Rusya'ya bağlı oldukları için Moskova Antlaşmasının imzalanmasından sonra Sovyetler Hükümetinin aracılığıyla, Kafkas Devletleriyle Türkiye arasında Kars Antlaşması imzalandı (13 Ekim 1921). Bu antlaşma koşulları yönünden Moskova Antlaşmasının aynıdır.
Ankara Anlaşması (20 Ekim 1921) :
Sakarya Savaşı sonunda Türk gücü ve Türk dâvasını anlayan Fransız Hükümeti, Ankara Anlaşmasını imzaladı (2ü Ekim 1921) .
Ankara Arılaşmasına göre :
1-Bu Anlaşmanın imzasıyla Türkiye ve Fransa arasında savaş sona erecekti.
2-Fransızlar Güney Cephesinden kuvvetlerini çekeceklerdi.
3-İskenderun bölgesi (Hatay) Fransızlarda kalacak, fakat çoğunluğu Türk olan bura halkı kültür alanında özgürlüğünü koruyacak, Türkçe resmî dil olacaktı.
4-Ankara Anlaşmasının 9. maddesine göre: Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin büyük babası olan Süleyman Şah'ın türbesinin bulunduğu "Caber Kalesi" (Türk mezarı), Türkiye sınırlarından 100 km. kadar uzakta, Suriye toprakları içinde olmasına rağmen, orası Türk toprağı sayılmış, burada asker bulundurmak ve bayrak çekmek hakkı Türkiye'ye verilmiştir.
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı:
Sakarya Savaşından sonra çekilen Yunan kuvvetlerine derhal saldırı askerlikçe uygun görülmemişti. O zaman Avrupa'da hakim olan fikir, Türkler savunma yapar fakat saldıramazdı. Bizde de bu fikri benimseyenler vardı. Bilhassa Müttefiklerin giriştiği barış saldırısından sonra, Meclisteki muhalif milletvekilleri güdülen siyaseti eleştirmeğe başlamışlardı. Bunlar, askeri siyaset nedir? Mademki kesin sonuçlu bir saldırı yapamıyoruz, o halde niçin önerilen anlaşmaları geri çeviriyoruz? Bazıları ise kuvvetimizi göstermek için, muayyen bir alanda taarruz yapalım, diyorlardı. Onlarca silâhla elde edemeyeceğimizi siyaset yolu ile elde etmemiz lâzımdı. Mecliste muhalif grubun ileri sürdüğü bu fikirler, ordu saflarına kadar yayılmıştı. Mustafa Kemal bu olumsuz propagandayı önlemek için Meclisin gizli bir oturumunda, ordunun durumu hakkında açıklama yaparak, bu gibi tartışmalardan çekinmelerini sa1ık verdi.
Çünkü, Müttefiklerin 26 Mart 1922'de yaptıkları barış teklifi, Sevr Antlaşmasının koşullarını ortadan kaldırmıyor, sadece değiştiriyordu. Halbuki, Misakı Mi1lînin gerçek1eşmesi Sevr Ant1aşmasının tamamen ortadan kalkmasına bağlı idi. Bu amaca barış yoluyla değil, ancak silâhlı direnme ile erişmek mümkün olacaktı. Bu fikri Mustafa Kemal de Büyük Millet Meclisinde şöyle savunmuştu :
Hayır efendiler, bizim mühim ve asıl vazifemiz, siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün memleket ve milletin bugün yegane vazifesi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle tardetmektir.
O sırada Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık yetkisinin uzatılması hakkında verilen kanun tasarısı, muhaliflerin tesiriyle Mecliste kabul edilmemişti. Mustafa. Kemal, bu olayı Çankaya'daki evinde hasta yatağında öğrendi. Ertesi gün, Büyük Millet Meclisinin yaptığı gizli bir toplantıda Mustafa Kemal: Düşman karşısında bulunan ordumuz, başsız bırakılmazdı. Binaenaleyh bırakmam ve bırakmayacağım diyerek vatanî vazifesinden ayrılmayacağını bildirdi. 4 Şubat 1922'de Büyük Millet Meclisi ikinci defa olarak Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık vazife ve yetkilerini üç ay daha uzattı. Bu münasebetle söz alan Mustafa Kemal, zafere olan inancını belirterek Meclise teşekkür etti.
Taarruz Hazırlıkları:
Sakarya Savaşında yeni?en Yunan ordusu Eskişehir - Afyon hattına çekilmişti. Sağ kanadını Ahırdağına, sol kanadını Bozdağ'a dayayan düşman, Eskişehir - Afyon - Ahırdağı hattında yeni bir cephe kurmuştu. Yunanılar bu ,hattı tahkim etmişler ve birkaç sıra dikenli tellerle çevirmişlerdi. Yunanlılar hazırladıkları bu mevzilere çok güveniyorlardı.
Türk Ordusuna gelince: Sakarya Savaşından, Büyük Taarruza kadar geçen süre içinde ordumuz planlı bir şekilde hazırlıklarını tamamlamağa çalışmıştır. Memleketin bütün kaynakları ordu emrine verilmişti. Silâh altına a1ınan yeni er1erin ta1im ve terbiyesiyle meşgul olunarak ordunun kuvvetlendirilmesine çalışılmıştır. Saldırı hazırlıklarını düşmanın haber almaması için, kuvvet?er cepheye gece yürüyüşü ile getirilmiştir. Yalnız yolların bozuk, taşıt araçlarının ilkel oluşu cepheye erzak ve cephane taşınmasını güçleştiriyordu. Fakat bütün mahrumiyetlere rağmen ordunun malzeme ve diğer noksanları tamamlanmıştı. Bu ,hazırlık gizli tutulduğu için, düşman yapı?an hazırlığın savunma mahiyetinde olduğunu zannetmişti. Düşmanın haber almasına engel olmak maksadıyla Büyük Taarruzdan bir hafta önce Anadolu ile dış memleketler arasındaki haberleşme kesilmiş ve Anadolu'ya gidiş geliş durdurulmuştu.
Bütün dünya kaynak?arından faydalanan düşman bizden üstün bir durumda bulunuyordu. Yalnız bizim süvarimiz daha fazla idi. Özetle sayı ve ateş kudreti bakımından üstün bir düşmana karşı ruh ve iman kuvvetine sahip olan Türk ordusu manevî üstünlüğüne dayanarak çarpışacaktı.
Türk genel karargâhı Akşehir'de idi. Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar saldırı planını hazırladılar. Mustafâ Kemal saldırı için son hazırlıkları da gözden geçirdikten sonra Ankara'ya döndü. İsmet Paşa 6 Ağustos 1922'de gizli olarak ordulara taarruza hazırlık emrini verdi. Birkaç gün sonra Mustafa Kemal cepheye hareket etti. Mustafa Kemal cepheye gidişini, birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizli tuttu. Hattâ durumu bilenler Mustafa Kemal'in 21 Ağustos 1922 günü, Çankaya'daki köşkünde bir çay ziyafeti vereceğini gazetelerle yaydılar. Mustafa Kemal, 20 Ağustos 1922 günü Akşehir'e gelmiş ve 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabahı için düşmana taarruz emrini vermişti.
C-Büyük Taarruz :
Taarruz planında ana fikir, düşmanın sağ kanadına saldırarak Ege denizi ile bağlantısını kesmek ve bir kuşatma meydan savaşıyla düşmanı anayurtta yok etmekti.
26 Ağustos sabahı saat üçte kalkan Başkomutan, İsmet ve Fevzi Paşalarla beraber savaşın idare edileceği Kocatepe'ye çıktılar. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber başlayan top atışları Türklere yeni bir günü müjdeliyordu. Bu top atışlarıyla büyük saldırı başlamış oldu. Ahırdağını aşan Türk ordusu düşmana. saldırdı. Bir süvari bölüğü, Uşak'tan İzmir'e giden telgraf hatlarını kesti. Bu suretle İzmir'de bulunan Yunan Başkomutanının cephe ile olan bağlantısı kesilmiş oldu. Birinci günü düşmanın ilk hatları ele geçirildi.
27 Ağustos günü düşmanın savunma cephesi yarıldı. Bunun üzerine Yunan tümenleri perişan bir halde geri çekilmeğe başladılar. Birinci Ordu kaçan düşmanı takip ediyor ve peşini bırakmıyordu. Bu sırada 8'inci tümen Afyon'a girdi.
30 Ağustos 1922 günü her iki yandan kuşatılan düşmanın ricat hatları Türk süvari birlikleri tarafından kesildi. Dumlupınar'da kesin sonucu verecek bir meydan savaşına mecbur edildi
Başkumandanlık Meydan Savaşı (30 Ağustos 1922):
30 Ağustosa kadar devam eden takip savaşlarıyla Yunan kuvvetleri doğudan ve güneyden I'inci ve II'nci ordularımız, kuzey ve batıdan süvari kolordumuz tarafından Aslıhanlar bölgesinde tamamen sarıldı. Ateş çemberi içinde kalmış olan düşman Adatepe'de kesin sonuçlu bir savaşa mecbur edildi. Esasen düşman, siperlerinde barınamıyordu. Bu ölüm çemberini yarmak için çok çalıştı, fakat her teşebbüsünde süngü ve ateşle karşılandı. Onlar için teslim olmaktan başka çare kalmamıştı. Akşama kadar devam eden ve Başkumandanlık Meydan Savaşı adı verilen bu savaş sonunda düşman birçok ölü, yaralı, esir vererek perişan bir halde kaçmağa başladı. Böylece 26 Ağustostan beri devam eden Türk saldırısı, Dumlupınar bölgesinde Yunan ordusunun kesin yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş meydanından kaçmağa muvaffak o1an Yunan Ordu1arı Başkomutanı General Trikopis iki gün sonra teslim olmak zorunda kaldı
26 Ağustos sabahı başlayarak beş gün, gece ve gündüz devam eden Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı sona ermiş, düşman tamamıyla yok edilmişti. Yunanlıların çok güvendikleri ve Türklerin, buralarını alması Atina'yı almaları kadar imkansızdır diye övündükleri mevzileri dört günde zaptedilmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, kaçan düşman takip ederek tutunmasına engel olmak ve denize dökerek memleketi kurtarmaktı.
01 Eylül 1922 günü Başkomutan orduya :
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir; ileri!" emrini verdi. Türk ordusu, bütün ağırlığını bırakarak kaçan Yunan efzunlarını kovalayarak İzmir'e doğru yürüyordu. 9 Eylül sabahı Türk ordusu, İzmir'e girdi. O gün İzmir şu telsizi yazdı : '
"Türk süvarileri, bugün 9 Eylül Cumartesi, öğleden evvel saat on bir buçukta, halkın sevinçleri ve gözyaşları arasında İzmir'e girdiler."
10 Eylül günü Başkomutan ve beraberindeki diğer komutanlar; halkın coşkun sevinç ve heyecanı içinde İzmir'e geldiler. Mustafa Kemal yayınladığı bir beyanname ile millete zaferi müjdelerken, ordunun selâmını da bildirdi.
Bundan sonra Yunan kuvvetleri süratle geri çekildiler, I8 Eylülde Batı Anadolu düşmandan tamamıyla temizlenmiş oldu.
MUDANYA MÜTAREKESİ (11 EKİM 1922)
Anadolu'ya Yunan istilasından kurtaran Türk ordusu, bu sefer işgal altında bulunan diğer vatan topraklarını da kurtarmak üzere harekete geçti. Bir kısım kuvvetlerimiz İzmit'den İstanbul istikametinde ilerlerken, bir kısım kuvvetlerimiz de Çanakkale'ye yaklaştı. İstanbul ve Boğazları işgalleri altında bulunduran İtilaf Devletleri, telaşa düşerek anlaşmak istediklerini bildirdiler. İngiltere, İtalya, Fransa temsilcileri Paris'te toplanarak, Türklere teklif olunacak barış esaslarını görüşmeğe başladılar. Görüşmeler sonucunda Türk Hükümetine bir nota verdiler.
Mustafa Kemal tarafından bu notaya verilen cevapta; Meriç nehrine kadar Trakya'nın Türklere teslimi şartıyla, Mudanya'da askeri bir konferansın toplanmasını kabul ettiğimizi ve bu konferansta Türkiye'yi temsil etmek üzere İsmet Paşa'nın delege tayin edildiğini bildirdi.
Mudanya'da büyükçe bir yalı bu konferans için düzenlendi. 3 Ekim'den itibaren delegeler ayrı ayrı savaş gemileriyle Mudanya'ya gelmeğe başladılar. Yunan delegesi General Mazarakis Mudanya'ya geldi. Fakat karaya çıkmayarak müzakerelerin sonucunu gemiden bekledi. Konferansta Türkiye'yi İsmet Paşa, İngiltere'yi General Harington, Fransa'yı General Sharpy (Şarpi), İtalya'yı General Monbelli temsil ediyordu.
Görüşmeler dokuz gün sürdü, bir hayli heyecanlı ve zorlu oldu. Sonunda mütareke Türk görüş ve isteklerine uygun bir şekilde imzalandı (11 Ekim 1922). Yunan delegesi mukaveleyi imza etmek istemedi. Fakat üç gün sonra Yunanlılar bu mukaveleyi resmen kabul ettiklerini bildirdiler.
Mudanya Mütarekesinin Esasları:
1.Bu mukavelenin yürürlüğe girme tarihinden itibaren Türk ve Yunan askeri kuvvetleri arasında savaş bitmiştir.
2.On beş gün içinde Yunan ordusu (Edirne dahil) Meriç ırmağının batısına çekilmiş bulunacaktır.
3.Boşaltılmanın bitmesinden sonra otuz gün içinde, Doğu Trakya Yunan Hükümeti memurları tarafından İtilaf kuvvetlerine, İtilaf kuvvetleri de Türklere teslim edeceklerdir.
4.Barış Konferansının sonucuna kadar, Doğu Trakya'da Türkler 8000 jandarma bulunduracaklardır.
5.Mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul ve Boğazlar da Büyük Millet Meclisi Hükümeti idaresine bırakılacak, İtilaf kuvvetleri barışın imzasına kadar İstanbul'da kalacaklardır.
Mudanya Mütarekesiyle Misakı Millinin topraklarımıza ait kısmı kabul edilmiş oldu.
Mütareke şartlarına göre, Trakya'da askeri ve sivil idareyi ele almak için tayin edilen Refet Paşa 19 Ekim'de İstanbul'a geldi. Halkın samimi tezahüratı arasında İstanbul'a giren gaziler; "Seni de geldik, kurtaracağız, İstanbul…" şarkısını söylüyor, halk ise sevinç gözyaşları döküyordu.


Misafir 7 Ocak 2011 20:24

kardeşler sakaryada hangi savaşlar olduğunu yazar mısınız_?


Misafir 17 Ocak 2011 19:47

tarihleri kaç


Misafir 17 Ocak 2011 20:50

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ ( 23 AĞUSTOS-13 EYLÜL 1921 )

Sakarya Meydan Muharebesi Türk Milleti için bir ölüm kalım savaşı olmuştur. Bu muharebe ile Türk ordularının taktik geri çekilme manevrası sona ermiş; stratejik savunma konsepti kabul edilmiştir.

Yunanlılar, Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kazandıktan sonra, Yunanlıların bu başarılarından bahseden İngiliz Başbakanı Lloyd George: "Milli Türk Kuvvetlerini yenmiş bulunan Yunanistan'ın Sevr Antlaşması esaslarıyla yetinemeyeceği" şeklinde ileri sürdüğü büyük vaatlerle Yunanistan'ı barışa değil taarruza teşvik etmiştir.

Yunan Genelkurmayı, Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden (10-24 Temmuz 1921) sonra, Sakarya'nın doğusuna çekilen Türk ordusuna son darbeyi indirmek amacıyla hazırlıklarını tamamlayıp harekete geçmiştir. Bu arada Türk ordusu da kesin sonuçlu bir meydan savaşı için tüm birliklerini başarılı bir geri çekilme planıyla Sakarya'nın doğusuna çekerek 100 km. genişliğindeki bir cephe hattında toplamıştır.

Yunanlıların bu düşünce ve faaliyetleri karşısında Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921'de TBMM Hükümeti tarafından kabul edilen 144 sayılı kanunla ve geniş yetkilerle üç ay süre ile Türk ordusunun sorumluluğunu üstüne alarak Başkomutanlık görevine getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu yetkilere dayanarak 7-8 Ağustos 1921’de "Tekalif-i Milliye Emirleri"ni yayınlayarak orduyu personel, silah ve araç - gereç bakımından güçlendirmeye çalışmıştır.

Harekât yapılan bölgenin arazi yapısı; Kuzey Anadolu kenar dağları; batıda İç Anadolu batı eşiği; güneyde Batı ve Orta Toroslar, doğuda Kızılırmakla çevrelenmiştir. Harekât bölgesinde Sakarya Nehrinin kolları ile, Ankara Çayı ve Ilıcaözü deresinin açmış olduğu vadi ve çöküntüler, yapılacak harekâtın cinsini belirlemede önemli rol oynamıştır.

Sakarya Meydan Muharebesi Türk Ordusu için bir yokluk ve yoksulluk savaşı olmuştur. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden sonra, insan gücünün 1/2’ini, silah gücünün de 1/10’unu kaybetmiş olan Batı Cephesi Komutanlığı, birliklerine 18 Temmuz 1921 tarihinde Sakarya Nehrinin gerisine çekilme emrini vermiştir.

Başkomutan; Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı; Fevzi Paşa’dır ve Başkomutanlık karargâhı Ankara’dadır. Batı Cephesi Komutanlığı, Yunan taarruzuna karşı, kuvvetlerini Sakarya Nehri doğusunda yedi grup (kolordu) halinde konuşlandırmıştır. Batı Cephesi komutanı Tümgeneral İsmet (İnönü)’dir ve karargâh merkezi Ankara-Polatlı arasında yer alan Alagöz’dedir.

Yunan kuvvetleri 16 tümenden oluşan beş kolordu ve bir süvari tugayından kurulmuştur. Bu kolordulardan üçü Anadolu’da bulunmaktadır.

13 Ağustos’ta ileri harekâta geçen Yunan Ordusu sıklet merkezi Sakarya mevziinin güney kanadına yönelmiş olarak ve kuşatıcı bir tertiple taarruza geçmiştir. Yaklaşık olarak 100 km.lik bir cephede başlayan bu kanlı boğuşma, tarihin önemli meydan muharebelerindendir. Düşmanın üstün kuvvet ve silahlarla yaptığı taarruzlarda Sakarya mevziinde yer yer çekilmeler olmuştur. Muharebeler o kadar kanlı oluyordu ki bazı alaylar mevcutlarının büyük kısmını ve subaylarını kaybediyordu. İşte bu sıralarda Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Batı Cephesi birliklerine şu meşhur emrini yayınladı: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz...” Gerçekten de geri çekilmek zorunda kalan bir birlik, ilk tutunabildiği yerde duruyor, yeniden boğuşuyor ve mevzii savunmak çabası içinde son nefesini veriyordu. Açılan her gediği kapatmak için 70 km.yi bulan cebri yürüyüşlerle, birlik kaydırmaları yapılıyor, her gelen birlik ertesi sabah çelikten bir kale halinde düşman karşısına çıkıyor, vuruşuyor, şehit oluyor, fakat vatan savunuluyordu.

Düşman, Türk kuvvetlerini 23-30 Ağustos günleri arasında bütün zorlamalarına rağmen kuşatıp imha edemeyince kuvvetlerinin büyük kısmıyla Türk cephesini merkezden Haymana istikametinde yarmak istemiştir. 6 Eylül’e kadar da bunun için uğraşmış fakat etten bir Türk duvarına çarpmıştır. Bundan sonra bulunduğu hatlarda savunarak kalmaya karar vermiş ancak, 10 Eylül’de başlatılan genel karşı taarruzla buna da mani olunmuştur.

Yunan kuvvetleri için yapılacak tek şey kalmıştır. Kaçmak, Onlar da öyle yapmıştır. 13 Eylül’e kadar Sakarya nehrinin doğusunda tek Yunan askeri kalmamıştır. 22 gün geceli gündüzlü süren Sakarya Meydan Muharebesi Türk’ün zaferi ile sonuçlanmıştır.

Askerî Sonuçlar:

Sakarya Zaferi'yle inisiyatif Türk ordusuna geçmiştir. Sakarya Muharebeleri, Türk ordusunun moralini ne kadar yükseltmiş ise, Yunan ordusunun moralini de o derece kırmıştır.

Önce Sakarya doğusu, sonra da Afyon-Eskişehir hattına kadar olan vatan parçası Yunanlılardan temizlenmiştir.

Sakarya Meydan Muharebesi sonucu, askeri harekât yön değiştirmiştir. Sakarya Muharebesi sonuna kadar stratejik savunma yapılırken, Sakarya'dan sonra stratejik taarruza dönüş olmuştur. Muharebe sonunda Yunan ordusu stratejik saldırı yapma gücünü yitirmiştir.

Sakarya Zaferi, Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922) ve Başkomutanlık Muharebesi (30 Ağustos 1922) için gerekli olan hazırlıkların yapılmasına zaman kazandırmıştır.

Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289'dur. Yunan ordusunun zayiatı ise; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir. Sakarya Meydan Muharebesinde çok fazla subay kaybı olduğu için bu Muharebeye “Subay Muharebesi” adı da verilmiştir. ATATÜRK’de bu muharebe için “Sakarya Melhame-i Kübrası” yani kan gölü, kan deryası demiştir.

Siyasî Sonuçlar:

Sakarya Zaferi'nden kısa bir süre sonra, 13 Ekim 1921 günü Sovyetlerin aracılığıyla Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Türkiye'nin doğu sınırı kesinlikle güvenlik altına alınmıştır.

Fransa, Sakarya Zaferi'nden sonra bekle-gör tutumunu bırakarak İtilaf devletlerinden kopmuş ve TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması'nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile Fransa tarafından TBMM Hükümeti ve Hatay-İskenderun dışında bugünkü güney sınırımız tanınmıştır. Güney Cephesi güvenlik altına alındığından oradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi'ne kaydırılmıştır.

Batı Anadolu'daki Yunan egemenliğini hiç bir zaman kabullenemeyen İtalyanlar ise, Sakarya Zaferi'nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlamışlar ve 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerleri boşaltmışlardır.

Sakarya Zaferi İngiltere'yi de Ankara'yı tanımaya zorlamış ve 23 Ekim 1921 günü "Tutsakların Serbest Bırakılması Antlaşması" yapılmıştır.

İtilaf devletleriyle yapılan bu siyasi anlaşmalar Sevr Antlaşması’nın geçerliliğini yitirmesi sonucunu doğurmuştur.

1683’de Viyana önlerinde başlayan Türk bozgunu, Haçlı düşüncesini ve gücünü Sakarya’da kırmıştır. Türk ordusunun Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanması, Yunan dış politikalarında da köklü değişikliklere neden olmuştur. Sakarya'dan sonra, Yunanlıların "Ankara'nın alınması" ve "Büyük Bizansın kurulması" gibi düşleri Sakarya'nın bulanık sularına gömülecektir. Hatta, Batı Anadolu'daki isteklerini bile unutmuş görünüp, bu kez yerli RumIarın kuracağı bağımsız bir "İyonya Devleti" görüşüne ağırlık verecekler, Avrupa'da da bu görüşe destek sağlamak isteyeceklerdir.


Mustafa Kemal Paşa Sakarya’da savaş alanında kolordu gözetleme yerinde
( 10 Eylül 1921 )


Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk Topçuları


Yunanlılardan Ganimet Olarak Ele Geçirilen “İsmet” Uçağı


Mustafa Kemal Paşa ATATÜRK ve İsmet Paşa Sakarya Meydan Muharebesi Sonrası Çankaya’da (1921)


Mustafa Kemal (ATATÜRK) Meclis Kürsüsünde


Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal (ATATÜRK) Süvari Birliklerini Denetlerken


Malıköy Tren İstasyon Binası


Sakarya Muharebelerinde Malıköy ve Malıköy Demiryolu İstasyonu; mühimmat deposu, lojistik, ikmal sağlayan indirme ve bindirme istasyonu, hayvan reviri, istasyon yakınındaki bir alan da hava üssü olarak kullanılmıştır. Ayrıca Malıköy’de nokta komutanlığı tesis edilmiş, yaralı ve hasta sevkini sağlayan komisyon kurulmuş, hastaların yararlanabilmesi için bir çay evi (Mehmetçik Gazinosu benzeri) yapılmıştır.

Malıköy Tren İstasyonunun restorasyonunun yapılarak müze haline getirilmesi ve MSB tip projesine göre şehitlik yapılması planlanmış ve bu amaçla bir çalışma başlatılmıştır.


Alagöz Karargâh Müzesi


Kurtuluş savaşında Türk ordusu Sakarya hattına çekilirken, Başkomutan Mustafa Kemal’in karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı karargâhı 1921 yılında Alagöz’deki Çiftlik binasına yerleşmiştir. Mustafa Kemal, bu iki katlı çiftlik evine yerleşerek savaşı buradan yönetmiş ve 9 Eylül 1921 tarihine kadar burada kalmıştır.


Sakarya Şehitliği


Ulusun ve Türk İstiklal Mücadelesi’nin yönünü değiştiren Sakarya Şehitleri için Polatlı İstasyonu’nun 3 km kuzeybatısında, 1961 yılında yapılmıştır.

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ’NE KATILAN TÜRK VE YUNAN KUVVETLERİ ÇİZELGESİ


Subay
Er
Makineli Tüfek
Tüfek
Kılıç
Top
Üç Tonluk Kamyon
Bir Tonluk Kamyon
Uçak

TÜRK KUVVETLERİ
5401
96.326
825
54.572
1309
196
-
-
2

YUNAN KUVVETLERİ
3780
120.000
2768
57.000
1350
386
600
240
18


SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ’NE AİT KAHRAMANLIK DESTANLARI


Kurtuluş Savaşı’ndan Bir Kesit


SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ HAKKINDA

Tarihin genişliğine ve derinliğine boyutları içinde ölçüldüğü zaman Sakarya Meydan Muharebesi’nin değeri çok daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkar. İsmail Habip Sevük der ki : “Viyana’da başlayan çekilme Sakarya’da durdurulmuştur.”

Duraklayıp yıkılmaya doğru hızla giden Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri içerisinden yepyeni, dipdiri bir Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasını sağlayan, İtilaf güçlerinde bir daha saldırma cüret ve cesareti bırakmayan Sakarya Meydan Muharebesi, türlü yönleriyle ve çok önemli sonuçlarıyla tarihte yeni bir çığırın da müjdecisidir.

Mustafa Kemal (ATATÜRK), 19 Eylül 1921’de, kesin sonucun belli olduğu günlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden Sakarya Muharebesi’nin cereyan tarzını bütün ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, bu savaşın niteliği ve Türk ordusunun komutan, subay ve erleri hakkındaki görüşlerini şöyle anlatıyordu:

"...Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan Muharebesi, pek büyük bir meydan Muharebesidir. Savaş tarihinde, benzeri belki olmayan bir meydan savaşıdır. Bundan dolayı ordumuzun savaş tarihine bir örnek bahşeden bu zaferi kazanmış olması itibarıyla, yüce heyetinizi tebrik ederim.

Bu parlak zaferin yapıcısı olan kimseleri, yüksek huzurunuzda ve bu kürsüden büyük hürmet ve takdirlerle anmayı bir vicdan borcu sayarım. Genelkurmay Başkanımız Fevzi Paşa Hazretlerinin bu meydan savaşında yaptığı hizmet, pek büyük bir övgüye layıktır. Pek değerli, erdemli ve kıymetli olan bu büyük adam, savaş meydanlarının hemen her noktasında, gece ve gündüz hazır bulunmuş ve pek isabetli ve değerli tedbirlerini yerinde, gerekenlere bildirmiş ve daima gönül ferahlatan, moral yükseltici öğütler vermiştir. Kendisinin olağanüstü hizmetleri takdirlere ve alkışlara layıktır.

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Hazretleri, derin bir zeka, yorulmaz bir azim, iman ve yetenekle, gece gündüz harekâtın en ufak noktasına varıncaya kadar etkili olmuş ve olağanüstü bir görüşle ordusunu sevk ve idare ederek bu başarıya ve zafere ulaştırmıştır.

Diğer grup ve kolordu ve tümen ve alay komutanların her biri, diğeriyle yarışırcasına, fedakârlık ve beceriklilik göstermişlerdir. Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam; yalnız ifadede isabet edebilmek için diyebilirim ki bu savaş, subay savaşı olmuştur. Bu nedenle subay arkadaşlarımın, en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar değer ve fedakârlıklarını bütün kalp ve vicdanımla ve takdirlerle anarım.

Erlerimizi, her türlü övgüye layık görürüm. Zaten bu milletin evladı, başka türlü düşünülemez. Bu milletin evlatlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için birim bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey ilave etmek isterim: Kahraman Türk askeri, Anadolu savaşlarının anlamını öğrenmiş, yeni bir ülkü ile savaşmıştır. Böyle evlatlara ve böyle evlatlardan oluşmuş ordulara sahip bir millet, elbette hakkını ve istiklalini bütün anlamıyla korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlıktan yoksun bırakmaya kalkışmak hayal ile uğraşmaktır..."


Şerife Bacı


Şerife Bacı’nın Anıtı



KASTAMONU SEYDİLER KÖYÜ’NDEN ŞERİFE BACI

Küre ve Ilgaz dağlarından geçen İnebolu-Ankara yolu, kış aylarında kapanıyordu.

1921 - 1922 kışı çok sert olmuştu. Ankara yolundaki kafileler arasında donma olayları yalnız kendi çevrelerinde birer destan olurken, bu olayın kahramanlarından birisi de, şehrin kapısı sayılan kışla önüne kadar gelmiş, yani taşıdığı yükünü hayatı pahasına gereken yere ulaştırmıştı.

Bu olay, şehir halkının gözleri önünde cereyan ettiği için herkesi ağlatan Kastamonu Seydiler Köyünden Şerife Bacı'nın şehadete intikal olayıdır.

Aralık 1921’de birdenbire kar bastırmış, yollar kapanmış, cepheye giden nakliye kolları geceye kalmadan yakın köy ve hanlara sığınmışlardı.

O gece kar tipisine rağmen sabaha kadar yürüyen ve kışlanın kapısına kadar gelebilen cephane yüklü kağnı arabasının, her nasılsa kafilesinden ayrı olarak, genç bir kadının kışlaya kadar gelebildiği, şehre girmek nasip olmadan şose kenarında sabaha karşı donduğu anlaşılmıştı.

Arabasındaki kıymetli yükün üstüne yorganını örten bu kadının bir elinde övendere olduğu halde, kollarını açarak yorganının üzerine dayanarak kaldığı,görevliler tarafından görülmüştü.

İki çavuş, genç kadının ölüsünü kaldırıp götürecekleri sırada yorganın altından birden bire çığlık kopararak ağlayan bir çocuğun feryadını duyunca şaşırmışlar ve şehit anayı bir yana bırakarak hemen yorganı kaldırmışlardır.

Gördükleri tablo:

Otlarla sarılmış top mermileri arasında birleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır. Cephane ve yavrusu yoluna kendini feda eden bu kahraman anayı arabaya yerleştiren çavuşlar ağlayarak, gün doğarken yola koyuldular.

Öküzler aç ve zayıf olduklarından arabayı çekemediler, bu yüzden çavuşlar öküzlere yardım ettiler.

Bu kutsal yükü gurur ve iftiharla tümen karargahının önüne çektiler.

Şehit kadını alaca önlüğünden ve başındaki benli örtüsünden keşfettiler. Seydiler köyünden hemşerilerine gösterdiler, onlar da ana ve çocuğu alarak köylerine götürdüler.

Bu kadın gibi, adları sanları belirsiz ne analar, babalar ve yavrular vardır ki cephane taşırken yol boylarında şehit olmuşlardır.

Milli mücadele işte bu mucizenin, bu onurlu güzel çılgınlığın adıdır.


Başkomutan Mustafa Kemal (ATATÜRK),
Sakarya Meydan Muharebesini Nutuk’ta Şöyle Anlatır:


“... 12 Ağustos 1921 günü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriyle birlikte Polatlı’ya cephe karargâhına gittim.

Düşman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak tam bir cesaretle gerekli tedbirleri aldırdım ve yapılacak hazırlıkları yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921'de ciddi olarak cephemize doğru ilerlemeye başladı ve taarruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı safhalar ve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızın birçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına kuvvetlerimizi yetiştirdik.

Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Sol kanadımız, Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca görmedik. Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki:

Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.


SAKARYA MARŞI

Hürmet sana ey şan dolu sancağım
Baştan başa arza hakim ol şanım
Türk Ordusu, Türk Ordusu sayende
Sakarya’da kurtuldu şan otağım
Dünyalara bedeldir mah cemalin
Allah’ıma emanettir Kemal’im
O sevimli yüzün asla solmasın
Hiçbir vakit kalbin yasla dolmasın
Ey mert asker durma ileri
Vatanında bir tek düşman kalmasın
Dünyalara bedeldir mah cemalin
Allah’ıma emanettir Kemal’im


Sakarya Meydan Muharebesi zaferle sonuçlandıktan sonra besteci Giritli Ahmet Cemalettin, bu marşı besteleyerek, zaferi müzikle ebedileştirmiştir.


KAYNAKÇA

1. Türk İstiklal Harbi II nci Cilt Batı Cephesi V nci Kısım I nci Kitap Sakarya Meydan Muharebesinin Başlangıç Dönemindeki Olaylar ve Harekât (25 Temmuz-22 Ağustos), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995.

2. Türk İstiklal Harbi Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi ve Sonraki Harekât II nci Cilt 5 nci Kısım 2 nci Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1995.

3. Türk İstiklal Harbi II nci cilt, Batı Cephesi , 5nci Kısım 2nci Kitap (Sakarya Meydan Muharebesi ), Gnkur. Basımevi, Ankara 1973.

4. İbrahim Artuç, Büyük Dönemeç Sakarya Meydan Muharebesi, Kastaş A.Ş. Yayınları, İstanbul, 1985.

5. İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922 Balkan-Birinci Dünya ve İstiklal Harbi, TTK Basımevi, Ankara, 1993.

6. Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1984,

7. Sakarya Meydan Muharebesi Harp Tarihi Broşürü, Genelkurmay Basımevi, 1997


Misafir 4 Şubat 2011 16:16

İzmir>Yunanistan
Urfa,Antep,Maraş>İngiltere
Adana ve çevresi>Fransa
Antalya ve Konya>İtalya


Misafir 6 Şubat 2011 19:53

soru
 
ya hangi ülkeler hangi yerleri işgal ettiler?


Misafir 8 Şubat 2011 22:56

Yunanistan---------->İzmir
İngiltere--------->Urfa,Antep,Maraş
Fransa-----------> Adana ve çevresi
italya---------------->Antalya ve Konya


Misafir 13 Şubat 2011 11:46

İzmir>Yunanistan
Urfa,Antep,Maraş>İngiltere
Adana ve çevresi>Fransa
Antalya ve Konya>İtalya


Gàngstadrà 13 Şubat 2011 17:33

Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1967910)
ya hangi ülkeler hangi yerleri işgal ettiler?

İzmir---------->Yunanistan
Urfa,Antep,Maraş--------->İngiltere
Adana ve çevresi----------->Fransa
Antalya ve Konya----------->İtalya

2 kişi yazmış görmüyormusun?


Misafir 30 Mayıs 2011 16:26

yarın sosyal sınavım var . daha çok bilgi yazarsanız sevinirim . hicri takvim ne anlama geliyo açıklamasını yazın


Misafir 26 Ekim 2011 20:52

milli mücadele
 
arkadaşlar lütfen


Misafir 20 Kasım 2011 15:25

osmanlıda mondoros ateş kes anlaşması yapıldıktan sonra yurdumuz işkal edılıp gemılerle safaş yapıldı ve atyatürk anladı şu zözü dedi geldıkleri gibii giderler dedi v e savaşı kazanıp atatürkün dedigi soz dogruydu


Misafir 30 Kasım 2011 19:36

sakarya meydan savaşı ve herhalde kurtuluş savaşı.


Misafir 7 Aralık 2011 22:32

izmiri yunanistan


Misafir 18 Aralık 2011 18:26

Arkadaşlar; italyanlar, ingilizler, fransızlar kesinlikle istanbuldan öteye geçmediler. Bunlar resmi tarihin uydurmalarıdır. Doğu cephesinde rusya ve ermenistan işgale girişti. Yunanlılarda izmiri istila edip, ankaranın ilçesi polatlıya kadar geldiler. hayali düşman istilaları ile bu millet yıllarca uyutuldu.


Alperhannn 4 Ocak 2012 18:36

1. dünya savaşından sonra adana,antep.urfa yı hangi ülke işgal etti
 
1. dünya savaşından sonra adana,antep.urfa yı hangi ülke işgal etti


Misafir 13 Şubat 2012 16:46

istiklal marşına neden saygı duymalıyız?????
 
Milli marş ve bayrak milletleri temsil eden yegane değerlerdir. Her ikiside geçmişte verilen milli mücadelenin ve bağımsızlığımızın sembolüdür,
Bundan dolayı bayrağımıza ve milli marşımıza sevgi ve saygı duyarız.


Misafir 13 Şubat 2012 17:19

Yunanistan---------->İzmir
İngiltere--------->Urfa,Antep,Maraş
Fransa-----------> Adana ve çevresi
italya---------------->Antalya ve Konya


Misafir 25 Kasım 2012 21:42

adana mersin afyon fransızlar
antalya knya italyanlar işgal
Antep , Urfa , Maraş, İskenderunv,Merzifon ,İmit ,Batum , Eskişehir , Kars


Misafir 26 Kasım 2012 18:29

kısaca yazsanız.olmaz mı?nolur!


Misafir 27 Kasım 2012 09:18

lütfen 1. dünya savaşının sonunda hangi ülkeler hangi bölgeleri işgal etti? lütfen yazın


Misafir 12 Aralık 2012 21:55

Fransızlar; İzmir, Eskişehir, Samsun, Merzifon ve Bartın ile güneyde Musul, Urfa, Maraş, Gaziantep, İngilizler tarafından işgal edildi. İtalyanlarda Antalya, Konya ve Söke çevresine yerleştiler.
İzmir'in İşgali (15 Mayıs 1919)


Misafir 20 Aralık 2012 13:01

ermeniler nereyi işgal etti


_EKSELANS_ 20 Aralık 2012 13:11

1. Dünya Savaşı Ülkemizde bir devletin yıkılışı ve zorlu bir Kurtuluş savaşı sürecinin başlangıcı olmuştur. 1. dünya savaşı bitimi ile beraber yapılan antlaşmalar nedeni ile Osmanlı Ordusunun Tamamına yakını terhis edilmiş ve bir işgal süreci başlamıştır. Bugün bu işgal sürecine dair hazırlamış olduğumuz paylaşımı size sunuyorum.

Anadoluda İşgaller


İzmir———->Yunanistan
Urfa,Antep,Maraş———>İngiltere
Adana ve çevresi———–>Fransa
Antalya ve Konya———–>İtalya

.....[Devamı].....


thekill 20 Aralık 2012 15:45

1.Dünya savaşında ülkemiz genelinde işgal edilen yerler:

İtilaf Devletleri İstanbul'u fiilen işgal etmiştir.
İngiltere ,Musul (ilk işgal), Urfa, Antep ve Maraşı işgal etmiş, ayrıca İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun, Merzifon ve Batuma asker çıkarmışlardır.
Fransa , Adana ve çevresini işgal etmiştir.
İtalya , Antalya ve Konya çevresini işgal etmiştir.
Yunanlılar ,Paris Barış Konferansından sonra İzmiri işgal etmişlerdir.


sanane adımdan 12 Mart 2013 20:25

1. Dünya Savaşı
 
[QUOTE=Misafir;1576182]1.dünya savaşından sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir?acillll evt çok acilllll


Misafir 26 Ekim 2013 17:53

arkadaşlar soruma cevap verin ya bu gün yada yarın yaşimdi yada pazar günü
 
arkadaşlar trablusgarp savaşında biz ingilterelileri yendik ama balkanlar tam o sırada hangi ilimize saldırdı


Misafir 16 Kasım 2013 13:51

Yunanlılar?????


Misafir 6 Aralık 2013 19:26

acillllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll lll bu bilgi lazıııııııııııımmmmmmmmmmmmmm


Misafir 9 Aralık 2013 00:59

güney cephesinde hangi illerimiz düşman işgalinden kurtarıldı


Misafir 3 Şubat 2014 15:19

Ermeniler türkiyemizin neresini işgal etmişlerdir?????? ACİL LAZIM LÜTFEN ÇABUK OLUN..................


Misafir 24 Mayıs 2014 22:57

1.düny savaşında işgal edilen topraklarımız
 
bilmiyorum söyleyin


Misafir 5 Kasım 2014 18:25

Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1576182)
1.dünya savaşından sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir?acillll

İzmir yunanistan


Misafir 12 Kasım 2014 18:10

musul u kim işgal etti...


Misafir 17 Kasım 2014 20:07

asdfgj
 
yunanistan izmiri,urfa,antep ve maraşı ingiltere,antalya ve konyayı ise italya işgal etmiştir


Misafir 18 Kasım 2014 14:55

Yeni Arkadaşlarını Davet Et
 
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına girdikten sonra, İtilaf Devletleri yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı İmparatorluğunu aralarında paylaştılar. Osmanlı Devletinin müttefiki Almanya savaşta yenilince Osmanlı Devleti de yenilmiş sayıldı ve Mondros mütarekesini imzalayarak savaştan çekildi.
Mondros ateşkesi imzalanınca İtilaf Devletleri, daha önce yaptıkları anlaşmalara göre Anadolu'yu işgale başladılar. Adana ve dolayları Fransızlar; İzmir, Eskişehir, Samsun, Merzifon ve Bartın ile güneyde Musul, Urfa, Maraş, Gaziantep, İngilizler tarafından işgal edildi. İtalyanlarda Antalya, Konya ve Söke çevresine yerleştiler.
İzmir'in İşgali (15 Mayıs 1919)
Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru (1917) ve Yunanlılar da İtilaf Devletlerinin tarafına geçmiş ve onlarla birlikte savaşmışlardı. Türkler yenilmiş duruma düşüp de toprakları pay edilmeğe başlanınca, Yunanlılar savaştaki hizmetlerine mukabil İzmir ve civarını istediler. Yunanlıların ve İtilaf Devletlerinin, Türk topraklarını işgali Vilson (Wilson)un: "Bir toprak üzerinde yaşayan insanlar kendi düşünce ve isteğine göre bir idare şekli kabul edecektir" prensibine uymuyordu. İtilaf Devletleri, Yunan Başbakanı Venizelos'a verdikleri sözü yerine getirmek için İzmir'in işgalini haklı gösterecek sebepler aramağa çalıştılar. Venizelos, Aydın Hıristiyanlarının tehlikede olduklarını, Türkler tarafından yok edileceklerini ileri sürerek yardım istedi. O sırada diğer devletler ordularını terhis etmişlerdi. Paris'te kurulan "Meclisi Ali" kendileri adına, Yunan ordusunun bu işi çözmesini düşündü ve İzmir'in işgaline karar verdi.
Azınlıkların Çalışması
Uzun yüzyıllar Türk toplumu içinde hür ve rahat yaşamış olan azınlıklar, yer yer gizli cemiyetler kurmuşlardı. Bunların gayesi asayişi bozarak, mütarekenin 7'nci maddesinin uygulanması için bahaneler yaratıp hak kazanmak ve Avrupa Devletlerinin müdahalelerini sağlayarak yurdumuzun çeşitli bölgelerini kolayca işgal etmekti.
a)Mavri Mira Cemiyet
b)Pontus Rum Cemiyet
c)Hınçak Komitas
Milli Varlığa Düşman Cemiyetler:
c)Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti
b)Teali-i İslam Cemiyet
c)İngiliz Muhipleri Cemiyeti
Bir kısım aydınlar da Amerika mandasını istiyorlardı. Bunlardan başka memleketin hemen her yerinde Hürriyet ve İtilaf, Sulh ve Selamet Cemiyetleri vardı.
Milli cemiyetlerin kurulması:
İstanbul Hükümeti, Türk davasını ele alıp yürütecek durumda değildi. Bütün bu felaketlere karşı kayıtsız, duygusuz bir seyirci durumunda kalmıştı. Bu koşullar altında örgütsüz, başsız Türk Milleti, kurtuluş görevinin kendisine düştüğünü anladı, bizzat çalışmağa karar verdi. Yurtsever Türk evlatları yer yer milli duygulara dayanan cemiyetler kurdular:
a)Trakya-Paşaeli Cemiyeti
b)Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
c)Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyetd)İzmir Reddi İlhak Cemiyeti: İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edileceği duyulunca İzmirli vatanseverler bu cemiyeti kurarak İzmir'in işgaline engel olmak istediler.
1-İngiliz himayesini isteyenler
2-Amerikan mandasını isteyenler
Bağımsız yeni bir Türk devletinin kurulması için verilecek tek karar, Türkün vatanına, Türkün bağımsızlığına saldıranlar kim olursa olsun, bütün milletçe hazırlanıp direnmektir. Bu mücadelenin parolası Ya istiklal, ya ölüm'dür.
MİLLİ BİRLİĞİ MUSTAFA KEMAL TARAFINDAN KURULMASI
Türk İstiklal Savaşı, yeni ve tamamen bağımsız bir Türk Devleti kurmak için girişilen, çok yönlü, milli bir mücadelenin bütünüdür. İstiklal Savaşı vatanın yalnız düşmandan kurtulması için yapılmış askeri ve siyasi bir hareket değildir. Aynı zamanda Türk devriminin bir safhasıdır. Bunu şöyle hulasa edebiliriz:
1-Memleketin yabancı işgal ve istilasından kurtarılması.
2-Saltanatın kaldırılmasıyla, milli egemenliğe dayanan hür ve bağımsız bir devletin kurulması,
3-Hilafetin kaldırılması, laikliğin kabulü.
4-Milli egemenlik ve laiklik esaslarına göre kurulan bu devletin çağdaş Batı medeniyeti seviyesine ulaştırılması.
5-Türk kültürünün yabancı tesirden kurtulması, milli kültürün geliştirilmesi.
6-Osmanlı Devletindeki ekonomik bağımlılığın yeni Türk Devletine bulaştırılmaması.
İstiklal Savaşını dört kısımda tetkik edebiliriz:
1.Milli Birliğin Mustafa Kemal tarafından kurulması,
2.Osmanlı Hükümeti ve iç ayaklanmalarla mücadele,
3.Dış düşmanlarla mücadele,
4.Devrimler.

Bu mücadelede Mustafa Kemal'in dayandığı tek kuvvet kaynağı kahraman ve asil Türk ruhu idi. Mustafa Kemal bu hususu şöyle ifade etmiştir:
Ben 1919 yılının Mayıs'ında Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, Türk milletine güvenerek işe başladım.
Mustafa Kemal Samsun'a çıkar çıkmaz milli kuruluşlar ve ordu komutanları ile ilgi kurarak kurtuluş davamız için düşündüklerini uygulamağa başladı. Samsun'dan Amasya'ya geçen Mustafa Kemal "Vatanın bütünlüğünü ve istiklalin kurtarılması" için milleti birlikte çalışmağa davet eden, Amasya genelgesini yayınladı. (22 Haziran 1919)
Amasya Genelgesinin Maddeleri:
1.Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
2.Merkezi Hükümet, üzerine aldığı yetkileri hakkıyla kullanamamaktadır. Bu hal milletimizin hiçe sayılması sonucuna veriyor.
3.Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4.Duruma çare bulmak, milletin hak isteyen sesini dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin kurulması gereklidir.
5.Anadolu'nun her suretle en emin yeri olan Sivas'ta milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6.Her ilden milletin güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7.Her ihtimale karşı keyfiyetin milli bir sır halinde tutulması gereklidir.
Amasya genelgesi İstiklal Savaşına bir başlangıç ve milli egemenlik yolunda atılmış ilk adımdır. Mustafa Kemal bütün komutan ve valilere gönderdiği diğer bir genelge ile de, milletin içinde bulunduğu feci durumu anlatarak, halkı mitingler yapmağa ve işgal olayını protesto etmeğe devam etti.
Milli Kongreler:
A-Erzurum Kongresi (23 Temmuz 1919):
Kongrede alınan kararlar şunlardır:
1.Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür; vatanın çeşitli parçaları birbirinden ayrılamaz.
2.Yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılışı halinde, millet hep birlikte savunacak ve direnecektir.
3.Vatanın istiklalini korumağa Merkezi Hükümet muktedir olmadığı takdirde, gayeye ulaşmak için bir geçici hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri, milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır.
4.Kuvayı Milliyeyi etken ve milli iradeyi egemen tutmak esastır.
5.Hıristiyan ahaliye siyasi egemenlik ve sosyal dengeyi bozan haklar verilemez.
6.Manda ve himaye kabul olunamaz.
7.Milli Meclisin derhal toplanması ve hükümet işlerinin meclisin denetlenmesine konulmasını sağlamak için çalışılacaktır.
Kongre bir Temsil Heyeti seçerek dağıldı. Bu heyetin vazifesi, kongrede alınan kararları gerçekleştirmekti. Temsil Heyeti Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Kongre sonunda Mustafa Kemal şu sözleri söylemiştir: Tarih kongremizi, ender ve büyük bir eser olarak kabul edecektir.
B-Sivas Kongresi (4 Eylül 1919):
Alınan önemli kararlar şunlardır:
1.Anadolu'da ve Rumeli'de kurulmuş olan bütün Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adını aldı.
2.Memleketi, içinde bulunduğu halden kurtarmak için derhal Milli Meclisin toplanması lazımdır. Milletin mukadderatı bu meclisin denetlemesine bırakılacaktır.
O sırada bazı delegeler, içinde bulunduğumuz durumdan yalnız kendi gücümüzle kurtulacağımızdan şüphe ederek, Amerika Mandasının kabulünü istediler. Uzun tartışmalardan sonra manda fikri reddedildi.
Misakı Milli
1-30 Ekim 1918'de ateşkes imzalandığı vakit Osmanlı Devletinin, düşman ordularının istilası altında bulunan ve Arapların çokluk teşkil ettikleri toprakların mukadderatı halkın özgürce verecekleri oya göre tespit edilecektir. Osmanlı-İslam çoğunluğu ile meskun bulunan kısımların genel topluluğu hiç bir nedenle ayrılık kabul etmez bir bütündür.
2-Halkın oyu ile Anavatana katılmış olan Elviyei Selase (Kars, Ardahan, Artvin) için icap ederse tekrar halkın serbest olarak oyuna müracaat edilmesini kabul ederiz.
3-Türkiye sulhüne bırakılan Batı Trakya'nın hukuki durumunun saptanması da yerli halkın tam bağımsızlık içinde özgürce verecekleri oya uyularak yapılmalıdır.
4-Osmanlı Hükümeti'nin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin güveni her türlü tehlikeden korunmalıdır.
5-İtilaf Devletleri ile kararlaştırılan esaslar içinde azınlıkların hakları gibi, Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanmaları sağlanmalıdır.
6-Milli ve ekonomik gelişmemiz için, siyasi, adli, mali gelişmelerimize engel olacak kayıtlar istemiyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Açılması
23 Nisan 1920 Cuma günü, Meclisin en yaşlı üyesi olan Sinop Mebusu Şerif Bey Meclisi Başkanlığına getirilmiş, böylece Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak vazifesine başlamıştı.
Mustafa Kemal, Meclise Ankara Milletvekili olarak katıldı. Mecliste ilk sözü alarak Mondros Ateşkes'inden o güne kadar, Türk Milletinin geçirdiği mücadele safhalarını anlatarak demiştir ki:
"Hayat demek mücadele, müsademe demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da manen ve maddeten kuvvete, kudrete istinat eden bir keyfiyettir."
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlığına Mustafa Kemal'i seçti (24 Nisan 1920). Mustafa Kemal'in Başkanlığında ilk Bakanlar Kurulu kuruldu (3 Mayıs 1920). Bu hükümete; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti denildi.
İlk Anayasa 20 Ocak 1921'de kabul edildi. Bu kanunun önemli bazı maddeleri şunlardır:
1-Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2-Kanun yapmak ve kanunu yürütmek yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde toplanır.
3-Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.
4-Meclis Başkanı, İcra Vekillerinin de başkanıdır.
Büyük Millet Meclisi Hükümetine Karşı Ayaklanmalar
A.Anzavur Ayaklanması
B-Düzce, Hendek, Adapazarı Ayaklanması
C-Afyonkarahisar ve Konya Ayaklanması
D-Milli Aşireti Ayaklanması
MİLLİ CEPHELERİN KURULMASI
1-Batı Cephesi (Yunanlılara karşı).
2-Güney Cephesi (Fransızlara karşı).
3-Doğu Cephesi (Ermenilere karşı).
Bu cephelerdeki ilk direnme, hareketi, düzenli bir ordunun karşı koyması değildir. Anadolu işgalinin başladığı ilk günlerde memleket birlikten yoksundu. Yeni bir savaş felâketinden henüz çıkmış yorgun ve bitkin bir durumda idi. Osmanlı Hükümeti ateşkes koşullarına uyarak, orduyu terhis etmekte ve gelen düşmanlara karşı direnme değil, teslim olmak düşüncesinde idi. Bu nedenle ilk cepheler, halk tarafından organize edilmiş milis kuvvetleri ile Osmanlı ordusunun arta ka,an bazı birlikleri tarafından kurulmuştu.
İlk Cepheler
A-Batı Anadolu Cepheleri :
Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıktıktan sonra Batı Anadolu'da ilerlemeğe başladılar. Bu ilerleyişi durdurmak için kurulan cepheler şunlardır :
Ayvalık Cephesi, Soma Cephesi, demiş Cephesi, Salihli, Akhisar ve Aydın Cepheleri.
Bu cephelerde üstün düşman kuvvetlerine karşı milis kuvvetleri, giriştikleri çete savaşları ve anî baskınlarla düşmanı bir .hayli hırpaladılar.
B-Güney Cephesi :
Anadolu'nun güney bölgesi evvelâ İngiliz işgali altında bulunuyordu. Sonradan İngilizlerin çekilmesi üzerine, Adana, Maraş, Antep ve Urfa havalisini Fransızlar işgal etmişlerdi. İşgal karşısında ayaklanan halkın fedakârlığı sayesinde bu bölgede de cepheler kurulmuş ve savaşlar. başlamıştır.
Güney Cephesinde düzenli kuvvetler yoktu. Bu nedenle cepheyi millî kuvvetler savunmuştur. Yapılan kanlı ve çetin çarpışmalar sonucunda Fransızlar Adana, Maraş ve Urfa'yı bırakmak zorunda kaldılar. Pek ilkel silâhlarla çarpışmak zorunda kalan bu kuvvetlerin dayandığı tek kuvvet bağımsızlık ve vatan sevgisiydi.
Şehirlerini on ay kahramanca savunan Antepliler, maddî olanaksızlıklar yüzünden şehri teslim etmek zorunda kaldılar. Antep halkının gösterdiği bu cesaret ve fedakârlığı takdir eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 6 Şubat 1921 tarihindeki toplantısında Antep'e "Gazi"lik ünvanını verdi. Fransızlarla yapılan İtilafnamesiyle Antep yine Türklere teslim edildi.
Milli Ordunun Kuruluşu
Mondros Ateşkes'inden sonra ordu terhis edilmiş, silâh ve cephanesi İtilâf Devletlerinin kontrolü altında depolara konmuş bulunuyordu. Halbuki modern silâhlarla donatılmış düşmanla çarpışabilmek için, aynı kuvvette bir Türk Ordusunun kurulması gerekliydi. Her ne kadar cephelerde milis kuvvetler düşmanlarla temasa geçmişse de, kesin bir sonuç alabilmek için millî bir ordunun kurulması ve bir elden idare edi1mesi zorunlu idi. Bu zor unluk dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millî kuvvetleri disiplin altına alarak düzenli. bir Türk ordusunun kurulmasına karar verdi. Yalnız silâh ve cephane temininde güçlük çekiyordu. İtilâf Devletleri, Türklerin faydalanmasına engel olmak maksadiyle bütün silâhları İstanbul'da toplamıştı.
Fakat bu silâhlar, birer kahramanlık menkıbesi teşkil edecek şekilde İstanbul'dan kaçırılarak, Türk Ordusunun bunlardan faydalanması sağlanmıştır. Silâhların kaçırılması olayı., millî mücadelemizin ayrı bir bölümüdür. Bu olayın, Türk milletinin yurdu ve bağımsızlığı için yaptığı hizmetleri göstermesi bakımından ayrı bir değeri vardır.
DOĞU CEPHESİNDE ERMENİLERLE SAVAŞ
Rusya'da 1915'de çıkan ihtilâl Çarlık rejimine son verdi. Çarlığın yıkılması üzerine Kafkasya'nın güneyinde Eriven, Gümrü, Kars çevresinde bir "Ermeni Devleti" kurulmuştu. Ermeni Devletinin başına Türk düşmanı olan "Taşnak Partisi" geçmişti. Ermeniler, Türkiye'nin içinde bulunduğu güç durumdan faydalanarak, büyük bir Ermenistan kurmak istiyorlardı. Mondros Ateşkesi'nden sonra, İtilâf Devletlerinden yardım gören Ermeniler sınır boylarında bulunan Türkleri kütle halinde öldürmeğe başladılar. 1920 yılında da Ermeni zulmü dayanılmaz bir hale gelmişti. Büyük Millet Meclisi Hükümeti Doğu bölgesinde seferberlik ilân etti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'yı Doğu Cephesi Komutanlığına atadı.
Ermeniler, 18 Haziran 1920 tarihinde saldırıya geçerek Oltu çevresini istilâ ettiler. Buna karşılık 28 Eylülde saldırıya geçen Türk Ordusu zaferler kazandı. 30 Ekim'de Kars; 7 Kasımda da Gümrü işgal edildi. Ermenilerin barış istemeleri üzerine görüşmeler başladı. 3 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalandı.
Gümrü Antlaşması, Mi1lî Hükümetin yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma askerî bir başarı sonucunda imzalanmıştır. Ermeniler bu yenilgiden sonra Türklere zarar veremeyecek hale geldiler. Artık Türk toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulması umudu tamamen kırılmış ve Ermeni sorunu ortadan kaldırılmış oldu. Ermenistan, Rus Sovyet
BATI CEPHESİNDE YUNANLILARLA SAVAŞ
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'e çıkan Yunan ordusu az zamanda Batı Anadolu'da birçok şehir ve kasabalarımızı almağa muvaffak olmuştu. İşgal hareketi karşısında kurulan Kuvayi Milliye Teşkilâtı düşmanın ilerlemesine engel olamamış, fakat bir hayli hırpalayıp, oyalamağı başarmıştı.
3-Birinci İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921)
Çerkez Ethem'in başkaldırması üzerine Batı Cephesindeki kuvvetlerinizin büyük bir kısmı, Kütahya bölgesine yollanmıştı. Bu sırada Yunan kuvvetleri biri Bursa, diğeri Uşak'ta olmak üzere iki grupta toplanmışlardı. Cephenin boşaldığını haber alan Yunanlılar, Bursa’dan Eskişehir; Uşak'tan Afyon yönünde ileri harekete geçtiler.
Yunan saldırısı karşısında 6I'inci Tümen Kütahya'da Çerkez Ethem kuvvetleri karşısında bırakıldı. Geri kalan kuvvetler, ilerleyen düşmanı karşılamak üzere Batı Cephesi kuvvet1erinin İnönü'de, Güney Cephesi kuvvetlerinin de Afyon'da toplanmasına karar verildi.
İki koldan ilerleyen Yunan kuvvet1erini İnönü mevzii ilerisinde bulunan 24'üncü Tümen karşıladı. Bu tümen düşmanı oyalayarak zaman kazanmak için gereken her şeyi yapıyordu. İleri yürüyüşe devam eden düşman, 9 Ocak'ta İnönü mevziine saldırıya geçti. Bu saldırıyı da 24'üııcü 4'üncü ve 11'inci tümenler karşıladı. Savaş devam ederken, Batı Cephesi Karargâhı Kütahya'dan 'İnönü'ye geldi
10 Ocak 1921'de düşman yine saldırıya devam etti. Güneydeki birliklerimiz düşmanın şiddetli topçu ateşiyle yaptığı saldırılara karşı koymuşlar ve düşmanı bir hayli hırpalamışlardı. Kuzey kısmı ise üstün düşman kuvvetleri karşısında biraz geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
10-11 Ocak 1921 gecesi fazla kayıp vermiş ve çok hırpalanmış olan düşman, daha fazla ilerlemeğe cesaret edemeyerek Bursa istikametinde geri çekildi. Üstün düşman kuvvetlerine karşı yapılan bu savunma çok çetin koşullar altında geçmiştir. Fakat iyi idare edilen, Türk subay ve erlerinin fedakârlığı sayesinde İnönü Zaferi kazanılmıştır. Albay İsmet, Birinci İnönü Savaşında gösterdiği başarıdan dolayı generalliğe yükseltilmiştir.
Birinci İnönü zaferi millî ordunun ve millî egemenliğin iç ve dışta ününü artırmış, Mîllî Mücadele heyecanını kamçılamıştır. Türk Milletini bir amaç etrafında birleştirerek millî birliği kuvvetlendirmiştir.
4-İkinci İnönü Savaşı (23 Mart-1 Nisan 1921)
Bu savaş, Türk İstiklâl Savaşının ikinci önemli meydan savaşıdır. Birinci İnönü Savaşında yenilerek geri çekilen Yunanlılar, Türk Ordusunun kuvvetlenmesine meydan vermemek için saldırıya geçtiler.
Yunan ordusu Bursa ve Uşak'ta olmak üzere iki grup halinde idi. Türk ordusu Batı Cephesiyle, Güney Cephesi ve Kocaeli Grubuna ayrılmıştı. Batı Cephesindeki kuvvetler Yenişehir, İnegöl hattıyla İnönü mevziine yerleşmişlerdi. Batı cephesindeki kuvvetlerimiz İsmet Paşa'nın kumandasında idi. Kocaeli Grupu Kurmay Başkanlığı emrinde bulunuyordu. Güney Cephesi kuvvetleri ise Afyon civarında toplanmıştı.
Ordu teşkilâtımız tamam olmadığından, düşmanın bir tümeni bizim üç tümenimize bedeldi. Yunan ordusunun teşkilâtı mükemmeldi. Gerek mevcudu, gerekse .ateşli silahlarıyla bizden üstün durumda bulunuyordu.
Yunanlılar 23 Mart 1921'de Bursa ve Uşak bölgelerinde olmak üzere iki koldan ileri harekete geçtiler. Bursa'dan İnönü yönünde ilerleyen düşman, Bilecik ve Pazarcık'ı işgal etti. 26 Mart 1921'de Gündüzbey'de başlayan savaş, 31 Marta kadar aralıksız olarak devam etti. Düşman daha ziyade yanlardan baskı yapmakta idi. Özellikle sağ kanatta çetin savaşlar olmuş, kuvvetlerimizin üstün dayanma ve direnmesi dolayısiyle, bu kanatta savaş bir boğuşma şeklinde cereyan etmişti. Bu bölgede Birinci Tümen Komutanı Albay Kemalettin Sami, Kocaeli Grupu Komutanı Albay Halit ve Albay İzzettin Beyler, büyük gayret ve fedakârlık göstermişlerdir.
30 Mart'ta düşman saldırısı karşısında sıkışık bir duruma düşen sol kanat geri çekildi. Fakat 31 Mart'ta üstünlük tamamen Türk kuvvetlerine geçti. Türk kuvvetlerinin şiddeti savunması karşısında yıpranan Yunan ordusu 31 Mart - 1 Nisan gecesinden itibaren geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilen düşmanı piyade kuvvetlerimiz cepheden, süvari kuvvetlerimiz de yandan takip ettiler. Bu savaş sonunda düşmandan pek çok ganimet ve esir alındı.
Güney Cephesindeki kuvvetlere gelince: 23 Mart günü Afyon istikametinde saldırıya geçen düşman, Afyon'u işgal etti. Kuzeyde İnönü de yenilen düşman geri atıldıktan sonra burada serbest kalan Türk kuvvetleri Güney Cephesi Komutanlığı emrine verildi. Bu kuvvetler düşmanın yan gerilerine saldıracaktı. Bunu anlayan düşman, 7 Nisan 1921'de Afyon'u boşaltarak geri çekildi. 8 Nisan'da Aslıhanlar savaşı adı verilen büyük bir savaş oldu. Üç gün süren bu kanlı savaştan sonra Yunanlılar 11 Nisan'da Dumlupınar mevziine çekildiler.
Bu suretle üstün düşman kuvvetleri, Türk Ordusunun inancı ve iradesi önünde bir defa daha yıkılmış oldu.
Eskişehir ve Kütahya Savaşları
İkinci İnönü Savaşından sonra düşman, kuvvetlerini geriye çekerek, Bursa ve Dumlupınar mevziine yerleşmişti. Bu yenilgiden sonra Yunan Hükümeti ordularını kuvvetlendirmek gereğini duyarak Yunanistan da genel seferberlik ilân etti. Böylece cephedeki tümenlerinin sayısını 11'e çıkarabildi.
Türk ordusu, genel seferberlik yapılmadığı için, gücünü artırmak imkânını bulamamıştı. Yalnız 15 Nisan 1921'de Güney ve Batı Cepheleri kuvvetleri birleştirilerek, Batı Cephesi ismi altında İsmet Paşa emrine verildi. Böylece bütün cephe bir komutana bağlanmış oldu. Ayrıca Kocaeli, Adana, Kafkas Cephelerindeki kuvvetler de Batı Cephesine alınmıştı. Ordumuz yiyecek ve taşıma hususunda güçlük çekiyordu. Bu işlerde bilhassa Türk kadınının büyük bir feragatle çalıştığı görülüyordu. Tümen Komutanı Veysel Bey bunları teftiş ederken arabaları başında hizmete hazır bir durumda olan kadınlara: Erkeklerinin niçin gelmediklerini sorarak, kendilerinin bu işte çok yorulacaklarını söylediği zaman, kadınlar :
Erkeklerimiz hizmette olduğundan emrinize biz geldik. Böyle günde bize bu kadar da iş düşmesin mi? Tek yurtlarımız kurtulsun da biz yorulalım, ölelim cevabını verdiler.
Türk ordusu İnönü - Kütahya - Diğer hattında dört grup halinde düzenlenmiş bulunuyordu. Ayrıca Geyve civarında bir Kocaeli Grupu vardı. Saldırıdan önce Yunan uçakları, orduyu ve halkı Millî Hükümet aleyhine kışkırtan fetvalar ve beyannameler atmağa başladılar. 10 Temmuz 1921 tarihinde ise tekrar saldırıya geçtiler. Düşman Bursa bölgesinden, Kütahya ve İnönü istikametinde olmak üzere iki koldan harekete geçti. Bir tümen de Afyon'a doğru yürüyordu. Düşmanın çevirme hareketini kırmağa muvaffak olan Türk ordusu, üstün kuvvetler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. Cephe Komutanının emriyle Eskişehir - Seyitgazi hattına çekildi. Çekilen ordu Eskişehir'in kuzey ve güneyinde toplandıktan sonra da 25 Temmuz 1921'de Sakarya'nın doğusuna çekildi (Bak. Harita: 3) .
Bu çekilmeğe askerî bakımdan gerek vardı. Bir kere ordumuz toplu bir halde bulunacak, takviye ve düzeni için zaman kazanılmış olacak, düşman ordusuyla arada geniş bir açıklık kalacaktı. Buna karşı düşman kuvvetleri çekilen ordumuzu izlerken, üslerinden uzaklaşmış olacaklardı.
Ordumuzun bu çekilişinden faydalanan düşman, işgal ettiği bölgelerde bulunan halkı türlü işkencelerle öldürüyor, şehir ve köylerimizi yakıyordu. Bu geri çekiliş İngiliz ve Yunanlılara fırsat ve cesaret de vermişti. İngiliz Başvekili Loid Corc: Yunanistan, kazandığı zafer dolayısıyla artık Sevr Antlaşmasıyla yetinemez, daha geniş ölçüde tatmin edilmelidir diyordu.
Sakarya Savaşı
Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilerek büyük bir memleket parçasını düşman istilâsına bırakması halk ve Mecliste fena etki yarattı. Halbuki Başkomutanlığın gayesi orduyu yok olmaktan kurtarmak ve geri çekilerek bir cephe kurmaktı. Ordunun ve halkın manevî kudreti büyük bir sarsıntı geçirmekte idi. Bu vaziyeti önlemek ve halkı aydınlatmak icap ediyordu. Çekiliş bilhassa Mecliste sert ve çetin münakaşalara yol açtı. Bu münakaşalar sonucunda ortaya atılan fikir su idi: Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Su harekâtın elbette bir mesulü vardır. O nerededir? Onu göremiyoruz?
Milletvekilleri, Mustafa Kemal'in ordunun başına gelmesini istiyorlardı. Ordu ve halk O'na güveniyor, bu durumu ancak ordunun başına geçmek suretiyle düzelteceğine inanıyorlardı. Mustafa Kemal, Meclis tarafından teklif edilen Başkomutanlığı kabul etti. Fakat Meclisin bütün yetkilerinin üç ay için kendisine verilmesini istedi. Mustafa Kemal'in bu teklifi Meclisteki muhalifler tarafından, Millî egemenlik bir kişiye verilemez denilerek reddedilmek istendi. Uzun tartışma ve görüşmeler sonucunda Meclisin bütün yetkisi i,iç aylık bir süre için Mustafa Kemal'e bir akıldı. Mustafa Kemal 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edilen bir kanunla Başkomutanlığı üzerine aldı. Başkomutanın vereceği emirler kanun olacaktı.
Yeni bir meydan savaşı için memleketin bütün savaş gücü harekete geçirildi ve şu işler yapıldı
a)Birçok sınıflar silâh altına çağırıldı.
b)Güney ve Doğu Cephesindeki kuvvetler, Sakarya'da toplandı.
c) Memleket içinde düzenin sağlanması ve korunması için, İstiklâl Mahkemelerinin sayısı artırıldı.
Yunanlılara gelince: Eskişehir ve Kütahya Savaşlarını büyük bir zafer sayan Yunanlılar, ordumuzu tamamen yok edecek büyük bir saldırıya hazırlanıyordu. O sırada tahta geçen Kral Konstantin'in amacı, artık yalnız Sevr Antlaşmasını kabul ettirmek değil, eski Bizans İmparatorluğunu diriltmekti. Bunun için de eli silâh tutan bütün Yunanlılar askere alındılar. Memleketin bütün gelir kaynakları ordunun emrine verildi. Diğer tarafta da İngiliz Hükümeti, bol para ve malzeme vermek suretiyle Yunan ordusunu takviye ediyordu. KraI Konstantin, Yunan orduları başkomutanlığını üzerine aldı.
Yunanlılar yine araç - gereç ve asker bakımından bizden üstün durumda bulunuyorlardı. Yunanlıların elinde bulunan topraklarımız memleketimizin bayındır ve zengin yerleriydi. Yolları vardı ve ordularını besleyebiliyordu. Yunanlıların arkaları denizlere ve kuvvetli müttefiklere açıktı.
Bizim elimizde bulunan bölgede düzenli yollar yoktu. Memleket fakirdi. Orduyu beslemekte zorluk çekiyorduk. Yabancı hiç bir devletten yardım görmüyorduk. Bütün bunlara karşın Türklerin Yunanlılardan üstün bir tarafı vardı. Ya üzerinde yaşadığı bu yurdu savunacak, yahut ölecekti, Uğrunda ölünecek toprak, elimizde kalan son yurt parçası idi. Bu son yurt parçasını korumak için göğsünü siper eden orduyu hiç bir kuvvet yenemeyecektir.
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos- 13 Eylül 1921) :
Türk ordusu dört gruba ayrılmıştı. Ayrıca Albay Fahrettin komutasında süvari grubu vardı.
Mustafa Kemal, Ankara'da işlerini bitirdikten sonra Fevzi Paşa ile birlikte Polatlı'daki cephe karargâhına geldi. Bu sırada attan düşerek birkaç kaburga kemiğini kırdı. Ankara'da gerekli tedavi yapıldıktan sonra hemen cepheye döndü. Savaşı sonuna kadar sargılar içinde "Maliköy" de oturduğu yerden yönetti.
Yunan orduları başkomutanı Kral Konstantin, Kütahya'da topladığı Askerî Şûrada Türk ordusunu yok etmek ve Ankara'yı almak kararını vermişti. Yunan kuvvetleri 13 Ağustos 1921'de Eskişehir - Seyitgazi hattından doğuya doğru yürüyüşe geçtiler. 18 Ağustos'a kadar ordumuz ciddî bir savaşa girmeden Sakarya'ya doğru çekildi. Bu sırada düşman, sol kanadımızı sarmak maksadıyla Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar yaklaşmıştı. Bu sebeple, 23 Ağustos - 13 Eylül arasında ordunun cephesi batıya iken güneye dönerek cephe değiştirdi. Bu vaziyet karşısında Ankara'da heyecan başlamış, düşman daha fazla ilerlediği takdirde şehrin boşaltılması için bütün tedbirler alınmıştı. Ankara'nın boşaltılması Mecliste görüşülürken, Erzurum Milletvekili Durak Bey söz alarak:Arkadaşlar, nereye gidiyoruz? Düşman bizi burada kendisini yenmek için tedbirler düşünürken bulmamalıdır dedi.
23 Ağustostan itibaren ordumuz düşmanla temasa geçti. Meydan savaşı yüz kilometrelik bir cephe üzerinde bütün şiddetiyle cereyan ediyordu. Düşman pek çok uğraşmalara rağmen ordumuzu çevirme hareketinde başarı kazanamadı. Başkomutan: Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunamaz, emri üzerine ordumuz her vatan parçasını karış karış savunuyordu. 10 Eylülde Türk ordusunun giriştiği karşı saldırı hareketi, 12 Eylülde Yunan ordusunun kesin yenilgisiyle sonuçlandı. 13 Eylülde Yunan ordusu geri çekilmek zorunda kaldı (İ3ak. Harita: 3) .
Ordumuzun takibi sonucunda ise Seyitgazi - Afyon hattına çekildi. Savaş 21 gün gece ve gündüz aralıksız devam etmiştir. Sakarya Meydan Savaşı tarihin en uzun süren meydan savaşıdır. Sakarya Zaferini Başkomutan şu emriyle millete müjdeledi :
Yirmi bir gün ve gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi ordumuzun tam bir zaferiyle son bulmuştur.
Mustafa Kemal'in askerî dehası, Türk ordusunun manevî kudreti ve Tür k milletinin kurtuluşa olan inanı bu zaferin kazanılmasında başlıca âmil olmuştur. Sakarya'dan muzaffer dönen Mustafa Kemal, izlenimlerini şöyle özetlemişti. :
Türk Milleti hakikaten büyük millet, hüner ona lâyık kumandan olabilmekte.
Sakarya Zaferi bütün memlekette coşkun bir sevinçle kutlandı. Büyük Millet Meclisi 19 Eylül 1921'de kabul ettiği bir kanunla Mustafa Kemal'e Müşirlik (Mareşallik) rütbesiyle, Gazilik ünvanını verdi.
Sakarya Savaşının Sonuçları:
Sakarya Meydan Savaşının, milli dâvamızın gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu zamana kadar Türk kuvveti hakkında şüphe vardı. Sakarya zaferi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ve Ordularının kudret ve kuvvetini dünyaya bir defa daha tanıtmış, Türk Milletinin yok ve tutsak edilemeyeceğini anlatmıştır.
Maddi ve manevî kuvveti hırpalanmış olan düşmanın zafer umudu ve direnci artık tamamen kırılmıştı. Öyle ki Sakarya'dan sonra bir daha Türklere saldırmaya cesaret edememiştir.
Bu zafer siyasî alanda da olumlu sonuçlar vermiştir. Sovyet Rusya ile, Moskova Antlaşması esas olmak üzere, 13 Ekim 1921'de Kars Antlaşması imza edilmiştir. Fransa ise Ankara İtilâfnamesini imzalayarak Büyük Millet Meclisi Hükümetini resmen tanımıştır.
Kars Antlaşması (13 Ekim 1921)
Moskova Antlaşmasına göre Sovyetler Hükümeti, Kafkasya Cumhuriyetleri (Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan) ile aramızda anlaşmaya aracılık edecekti. Bu cumhuriyetler Rusya'ya bağlı oldukları için Moskova Antlaşmasının imzalanmasından sonra Sovyetler Hükümetinin aracılığıyla, Kafkas Devletleriyle Türkiye arasında Kars Antlaşması imzalandı (13 Ekim 1921). Bu antlaşma koşulları yönünden Moskova Antlaşmasının aynıdır.
Ankara Anlaşması (20 Ekim 1921) :
Sakarya Savaşı sonunda Türk gücü ve Türk dâvasını anlayan Fransız Hükümeti, Ankara Anlaşmasını imzaladı (2ü Ekim 1921) .
Ankara Arılaşmasına göre :
1-Bu Anlaşmanın imzasıyla Türkiye ve Fransa arasında savaş sona erecekti.
2-Fransızlar Güney Cephesinden kuvvetlerini çekeceklerdi.
3-İskenderun bölgesi (Hatay) Fransızlarda kalacak, fakat çoğunluğu Türk olan bura halkı kültür alanında özgürlüğünü koruyacak, Türkçe resmî dil olacaktı.
4-Ankara Anlaşmasının 9. maddesine göre: Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin büyük babası olan Süleyman Şah'ın türbesinin bulunduğu "Caber Kalesi" (Türk mezarı), Türkiye sınırlarından 100 km. kadar uzakta, Suriye toprakları içinde olmasına rağmen, orası Türk toprağı sayılmış, burada asker bulundurmak ve bayrak çekmek hakkı Türkiye'ye verilmiştir.
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı:
Sakarya Savaşından sonra çekilen Yunan kuvvetlerine derhal saldırı askerlikçe uygun görülmemişti. O zaman Avrupa'da hakim olan fikir, Türkler savunma yapar fakat saldıramazdı. Bizde de bu fikri benimseyenler vardı. Bilhassa Müttefiklerin giriştiği barış saldırısından sonra, Meclisteki muhalif milletvekilleri güdülen siyaseti eleştirmeğe başlamışlardı. Bunlar, askeri siyaset nedir? Mademki kesin sonuçlu bir saldırı yapamıyoruz, o halde niçin önerilen anlaşmaları geri çeviriyoruz? Bazıları ise kuvvetimizi göstermek için, muayyen bir alanda taarruz yapalım, diyorlardı. Onlarca silâhla elde edemeyeceğimizi siyaset yolu ile elde etmemiz lâzımdı. Mecliste muhalif grubun ileri sürdüğü bu fikirler, ordu saflarına kadar yayılmıştı. Mustafa Kemal bu olumsuz propagandayı önlemek için Meclisin gizli bir oturumunda, ordunun durumu hakkında açıklama yaparak, bu gibi tartışmalardan çekinmelerini sa1ık verdi.
Çünkü, Müttefiklerin 26 Mart 1922'de yaptıkları barış teklifi, Sevr Antlaşmasının koşullarını ortadan kaldırmıyor, sadece değiştiriyordu. Halbuki, Misakı Mi1lînin gerçek1eşmesi Sevr Ant1aşmasının tamamen ortadan kalkmasına bağlı idi. Bu amaca barış yoluyla değil, ancak silâhlı direnme ile erişmek mümkün olacaktı. Bu fikri Mustafa Kemal de Büyük Millet Meclisinde şöyle savunmuştu :
Hayır efendiler, bizim mühim ve asıl vazifemiz, siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün memleket ve milletin bugün yegane vazifesi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle tardetmektir.
O sırada Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık yetkisinin uzatılması hakkında verilen kanun tasarısı, muhaliflerin tesiriyle Mecliste kabul edilmemişti. Mustafa. Kemal, bu olayı Çankaya'daki evinde hasta yatağında öğrendi. Ertesi gün, Büyük Millet Meclisinin yaptığı gizli bir toplantıda Mustafa Kemal: Düşman karşısında bulunan ordumuz, başsız bırakılmazdı. Binaenaleyh bırakmam ve bırakmayacağım diyerek vatanî vazifesinden ayrılmayacağını bildirdi. 4 Şubat 1922'de Büyük Millet Meclisi ikinci defa olarak Gazi Mustafa Kemal'in Başkomutanlık vazife ve yetkilerini üç ay daha uzattı. Bu münasebetle söz alan Mustafa Kemal, zafere olan inancını belirterek Meclise teşekkür etti.
Taarruz Hazırlıkları:
Sakarya Savaşında yeni?en Yunan ordusu Eskişehir - Afyon hattına çekilmişti. Sağ kanadını Ahırdağına, sol kanadını Bozdağ'a dayayan düşman, Eskişehir - Afyon - Ahırdağı hattında yeni bir cephe kurmuştu. Yunanılar bu ,hattı tahkim etmişler ve birkaç sıra dikenli tellerle çevirmişlerdi. Yunanlılar hazırladıkları bu mevzilere çok güveniyorlardı.
Türk Ordusuna gelince: Sakarya Savaşından, Büyük Taarruza kadar geçen süre içinde ordumuz planlı bir şekilde hazırlıklarını tamamlamağa çalışmıştır. Memleketin bütün kaynakları ordu emrine verilmişti. Silâh altına a1ınan yeni er1erin ta1im ve terbiyesiyle meşgul olunarak ordunun kuvvetlendirilmesine çalışılmıştır. Saldırı hazırlıklarını düşmanın haber almaması için, kuvvet?er cepheye gece yürüyüşü ile getirilmiştir. Yalnız yolların bozuk, taşıt araçlarının ilkel oluşu cepheye erzak ve cephane taşınmasını güçleştiriyordu. Fakat bütün mahrumiyetlere rağmen ordunun malzeme ve diğer noksanları tamamlanmıştı. Bu ,hazırlık gizli tutulduğu için, düşman yapı?an hazırlığın savunma mahiyetinde olduğunu zannetmişti. Düşmanın haber almasına engel olmak maksadıyla Büyük Taarruzdan bir hafta önce Anadolu ile dış memleketler arasındaki haberleşme kesilmiş ve Anadolu'ya gidiş geliş durdurulmuştu.
Bütün dünya kaynak?arından faydalanan düşman bizden üstün bir durumda bulunuyordu. Yalnız bizim süvarimiz daha fazla idi. Özetle sayı ve ateş kudreti bakımından üstün bir düşmana karşı ruh ve iman kuvvetine sahip olan Türk ordusu manevî üstünlüğüne dayanarak çarpışacaktı.
Türk genel karargâhı Akşehir'de idi. Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar saldırı planını hazırladılar. Mustafâ Kemal saldırı için son hazırlıkları da gözden geçirdikten sonra Ankara'ya döndü. İsmet Paşa 6 Ağustos 1922'de gizli olarak ordulara taarruza hazırlık emrini verdi. Birkaç gün sonra Mustafa Kemal cepheye hareket etti. Mustafa Kemal cepheye gidişini, birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizli tuttu. Hattâ durumu bilenler Mustafa Kemal'in 21 Ağustos 1922 günü, Çankaya'daki köşkünde bir çay ziyafeti vereceğini gazetelerle yaydılar. Mustafa Kemal, 20 Ağustos 1922 günü Akşehir'e gelmiş ve 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabahı için düşmana taarruz emrini vermişti.
C-Büyük Taarruz :
Taarruz planında ana fikir, düşmanın sağ kanadına saldırarak Ege denizi ile bağlantısını kesmek ve bir kuşatma meydan savaşıyla düşmanı anayurtta yok etmekti.
26 Ağustos sabahı saat üçte kalkan Başkomutan, İsmet ve Fevzi Paşalarla beraber savaşın idare edileceği Kocatepe'ye çıktılar. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber başlayan top atışları Türklere yeni bir günü müjdeliyordu. Bu top atışlarıyla büyük saldırı başlamış oldu. Ahırdağını aşan Türk ordusu düşmana. saldırdı. Bir süvari bölüğü, Uşak'tan İzmir'e giden telgraf hatlarını kesti. Bu suretle İzmir'de bulunan Yunan Başkomutanının cephe ile olan bağlantısı kesilmiş oldu. Birinci günü düşmanın ilk hatları ele geçirildi.
27 Ağustos günü düşmanın savunma cephesi yarıldı. Bunun üzerine Yunan tümenleri perişan bir halde geri çekilmeğe başladılar. Birinci Ordu kaçan düşmanı takip ediyor ve peşini bırakmıyordu. Bu sırada 8'inci tümen Afyon'a girdi.
30 Ağustos 1922 günü her iki yandan kuşatılan düşmanın ricat hatları Türk süvari birlikleri tarafından kesildi. Dumlupınar'da kesin sonucu verecek bir meydan savaşına mecbur edildi
Başkumandanlık Meydan Savaşı (30 Ağustos 1922):
30 Ağustosa kadar devam eden takip savaşlarıyla Yunan kuvvetleri doğudan ve güneyden I'inci ve II'nci ordularımız, kuzey ve batıdan süvari kolordumuz tarafından Aslıhanlar bölgesinde tamamen sarıldı. Ateş çemberi içinde kalmış olan düşman Adatepe'de kesin sonuçlu bir savaşa mecbur edildi. Esasen düşman, siperlerinde barınamıyordu. Bu ölüm çemberini yarmak için çok çalıştı, fakat her teşebbüsünde süngü ve ateşle karşılandı. Onlar için teslim olmaktan başka çare kalmamıştı. Akşama kadar devam eden ve Başkumandanlık Meydan Savaşı adı verilen bu savaş sonunda düşman birçok ölü, yaralı, esir vererek perişan bir halde kaçmağa başladı. Böylece 26 Ağustostan beri devam eden Türk saldırısı, Dumlupınar bölgesinde Yunan ordusunun kesin yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş meydanından kaçmağa muvaffak o1an Yunan Ordu1arı Başkomutanı General Trikopis iki gün sonra teslim olmak zorunda kaldı
26 Ağustos sabahı başlayarak beş gün, gece ve gündüz devam eden Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı sona ermiş, düşman tamamıyla yok edilmişti. Yunanlıların çok güvendikleri ve Türklerin, buralarını alması Atina'yı almaları kadar imkansızdır diye övündükleri mevzileri dört günde zaptedilmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, kaçan düşman takip ederek tutunmasına engel olmak ve denize dökerek memleketi kurtarmaktı.
01 Eylül 1922 günü Başkomutan orduya :
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir; ileri!" emrini verdi. Türk ordusu, bütün ağırlığını bırakarak kaçan Yunan efzunlarını kovalayarak İzmir'e doğru yürüyordu. 9 Eylül sabahı Türk ordusu, İzmir'e girdi. O gün İzmir şu telsizi yazdı : '
"Türk süvarileri, bugün 9 Eylül Cumartesi, öğleden evvel saat on bir buçukta, halkın sevinçleri ve gözyaşları arasında İzmir'e girdiler."
10 Eylül günü Başkomutan ve beraberindeki diğer komutanlar; halkın coşkun sevinç ve heyecanı içinde İzmir'e geldiler. Mustafa Kemal yayınladığı bir beyanname ile millete zaferi müjdelerken, ordunun selâmını da bildirdi.
Bundan sonra Yunan kuvvetleri süratle geri çekildiler, I8 Eylülde Batı Anadolu düşmandan tamamıyla temizlenmiş oldu.
MUDANYA MÜTAREKESİ (11 EKİM 1922)
Anadolu'ya Yunan istilasından kurtaran Türk ordusu, bu sefer işgal altında bulunan diğer vatan topraklarını da kurtarmak üzere harekete geçti. Bir kısım kuvvetlerimiz İzmit'den İstanbul istikametinde ilerlerken, bir kısım kuvvetlerimiz de Çanakkale'ye yaklaştı. İstanbul ve Boğazları işgalleri altında bulunduran İtilaf Devletleri, telaşa düşerek anlaşmak istediklerini bildirdiler. İngiltere, İtalya, Fransa temsilcileri Paris'te toplanarak, Türklere teklif olunacak barış esaslarını görüşmeğe başladılar. Görüşmeler sonucunda Türk Hükümetine bir nota verdiler.
Mustafa Kemal tarafından bu notaya verilen cevapta; Meriç nehrine kadar Trakya'nın Türklere teslimi şartıyla, Mudanya'da askeri bir konferansın toplanmasını kabul ettiğimizi ve bu konferansta Türkiye'yi temsil etmek üzere İsmet Paşa'nın delege tayin edildiğini bildirdi.
Mudanya'da büyükçe bir yalı bu konferans için düzenlendi. 3 Ekim'den itibaren delegeler ayrı ayrı savaş gemileriyle Mudanya'ya gelmeğe başladılar. Yunan delegesi General Mazarakis Mudanya'ya geldi. Fakat karaya çıkmayarak müzakerelerin sonucunu gemiden bekledi. Konferansta Türkiye'yi İsmet Paşa, İngiltere'yi General Harington, Fransa'yı General Sharpy (Şarpi), İtalya'yı General Monbelli temsil ediyordu.
Görüşmeler dokuz gün sürdü, bir hayli heyecanlı ve zorlu oldu. Sonunda mütareke Türk görüş ve isteklerine uygun bir şekilde imzalandı (11 Ekim 1922). Yunan delegesi mukaveleyi imza etmek istemedi. Fakat üç gün sonra Yunanlılar bu mukaveleyi resmen kabul ettiklerini bildirdiler.
Mudanya Mütarekesinin Esasları:
1.Bu mukavelenin yürürlüğe girme tarihinden itibaren Türk ve Yunan askeri kuvvetleri arasında savaş bitmiştir.
2.On beş gün içinde Yunan ordusu (Edirne dahil) Meriç ırmağının batısına çekilmiş bulunacaktır.
3.Boşaltılmanın bitmesinden sonra otuz gün içinde, Doğu Trakya Yunan Hükümeti memurları tarafından İtilaf kuvvetlerine, İtilaf kuvvetleri de Türklere teslim edeceklerdir.
4.Barış Konferansının sonucuna kadar, Doğu Trakya'da Türkler 8000 jandarma bulunduracaklardır.
5.Mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul ve Boğazlar da Büyük Millet Meclisi Hükümeti idaresine bırakılacak, İtilaf kuvvetleri barışın imzasına kadar İstanbul'da kalacaklardır.
Mudanya Mütarekesiyle Misakı Millinin topraklarımıza ait kısmı kabul edilmiş oldu.
Mütareke şartlarına göre, Trakya'da askeri ve sivil idareyi ele almak için tayin edilen Refet Paşa 19 Ekim'de İstanbul'a geldi. Halkın samimi tezahüratı arasında İstanbul'a giren gaziler; "Seni de geldik, kurtaracağız, İstanbul…" şarkısını söylüyor, halk ise sevinç gözyaşları döküyordu.

Kaynak: 1. Dünya Savaşı'ndan sonra düşmanlar hangi topraklarımızı işgal etmişlerdir?


Misafir 23 Kasım 2014 18:21

ingilizler birinci savaşı sonunda ............................ilerimizi işgale başlamıstı .................. yerine ne gelcek?


Misafir 23 Kasım 2014 18:25

yanlış fransa Urfa.Antep,Maraşla
 
Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1912471)
Yunanistan---------->İzmir
İngiltere--------->Urfa,Antep,Maraş
Fransa-----------> Adana ve çevresi
italya---------------->Antalya ve Konya

tarafından işgal edildi bunu bilmeyen varmı?
BEN BUNU 4 YAŞINDA EZBERLEDİM
ŞİMDİ BEN BUNUN SAYESİNDE 36 MADALYA KAZANDIM BUNU İYİ BİLİN

kardeş fransa Adana ve çevresiyle savaşmadı
fransa Urfa,Antep,Maraş'la savaştı


Misafir 4 Şubat 2015 12:58

1. Dünya Savaşı'ndan sonra hangi topraklarımız düşman istilasına uğramıştır?


Misafir 23 Mart 2015 23:56

yüzde yüz emin olmamakla birlikte ( 8. sınıflara il il de sorulabiliyor o nedenle bu şekilde yazdım):
İngiltere: Musul (ilk işgal), Urfa, Antep, Maraş, Afyon, Merzifon, Batum.
Fransa: Adana, Mersin, Toros tünelleri, Dörtyol.
İtalya: Antalya, Konya , Fethiye, Bodrum, Marmaris, Burdur
İtilaf Devletleri Olarak : Boğazlar


Misafir 22 Kasım 2015 12:39

Sakarya Meydan Muharebesi, Anadolu Türk tarihinin en önemli savaşlarından biridir. Yunan General Papulas tarafından Yunan ordularına Ankara'ya harekat emri verilmişti. Savaşı Yunan tarafı kazanırsa TBMM, Sevr Antlaşması'nı kabul etmek durumunda kalacaktı. Öte yandan yirmi dört tümen Rus askeri Kafkaslarda bu savaşın sonucunu beklemekteydi. Savaşı Türklerin kaybetmesi halinde Sevr hızlı bir şekilde uygulamaya geçirilecekti.

Muharebe[değiştir | kaynağı değiştir]

TBMM Ordusu, Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki yenilgisinden sonra cephe kritik bir duruma düşmüştü. Cepheye gelerek durumu yerinde gören ve komutayı eline alan TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi birliklerinin Yunan ordusuyla arada büyük bir mesafe bırakılarak Sakarya Nehri'nin doğusu'na çekilmesine ve savunmayı bu hatta devam ettirmesine karar verdiler.

Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargâhlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı.

TBMM, 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı azlederek, aynı zamanda Başvekil ve Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı bu makama da atadı.

22 Temmuz 1921'de Sakarya Nehri Doğusu'na çekilmeye başlayan Türk ordusu, güneyden kuzeye 5. Süvari Kolordusu (Çal Dağı güneyinde), 12., l., 2., 3., 4. Gruplar ve Mürettep Kolordu birinci hatta olacak şekilde tertiplendi. Çekilişin hızlı bir şekilde tamamlamasından sonra Yunan birlikleri taarruz pozisyonu için tam 9 gün Türk birlikleri ile karşılaşmadan yürüdü. Bu yürüyüşün hangi yöne doğru olduğu Türk keşif birlikleri tarafından tespit edilerek cephe komutanlığına bildirildi. Bu savaşın kaderini belirleyecek stratejik hatalardan biri oldu. Yunan taarruzu baskın olma özelliğini kaybetti. Ancak 14 Ağustos'ta ileri harekata geçen Yunan ordusu, 23 Ağustos'tan itibaren 3. Kolordusu ile Sakarya Nehri doğusundaki Türk kuvvetlerini tespit, 1. Kolordusu ile Haymana istikametinde, 2. Kolordusu ile Mangal Dağı güneydoğusunda kuşatıcı taarruza başladı. Fakat bu taarruzlarında başarısız oldular.





Polatlı'ya ilerleyen Yunan piyadeleri. (Ağustos 1921)
Kuşatma taarruzunda başarı sağlayamayan Yunan kuvvetleri, siklet merkezini ortaya kaydırarak savunma mevzilerini Haymana istikametinde yarmak istedi. 2 Eylül'de Yunan birlikleri, Ankara'ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı'nın tamamını ele geçirdi. Fakat Türk birlikleri Ankara'ya kadar geri çekilmeyerek alan savunması yapmaya başladı. Yunan birlikleri Ankara'ya 50 km kalacak derecede bazı ilerlemeler sağlasa da Türk birliklerinin yıpratıcı savunmasından kurtulamadı. Ayrıca 5. Türk Süvari Kolordusu tarafından cephe ikmal hatlarına yapılan taarruzlar Yunan taarruzunun hızının kırılmasında önemli etkenlerden biri oldu. Yunan ordusu 9 Eylül'e kadar süren yarma teşebbüsünde de başarılı olamayınca, bulunduğu hatlarda kalarak savunmaya karar verdi.

Türk Ordusu'nun 10 Eylül'de başlattığı, bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği, genel karşı taarruzla Yunan kuvvetlerinin savunma için tertiplenmesine mani olundu. Aynı gün Türk birlikleri stratejik bir nokta olan Çal Dağı'nı geri aldı. 13 Eylül'e kadar süren Türk taarruzu sonucunda Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon'un hattının doğusuna kadar çekilerek bu bölgede savunma için tertiplenmeye başladı.

Çekilen Yunan Ordusunu takip amacıyla harekata 13 Eylül 1921 itibariyle süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile devam edildi. Fakat teçhizat ve istihkâm yetersizliği gibi sebeplerle taarruzlar durduruldu. Aynı gün Batı Cephesi'ne bağlı birliklerin komuta yapısı değiştirildi. 1. ve 2. Ordu kuruldu. Grup Komutanlıkları lağvedilerek yerine 1.,2.,3.,4.,5. Kolordular ve Kolordu seviyesinde Kocaeli Grup Komutanlığı kuruldu.

Savaş, 22 gün ve gece sürerek 100 km uzunluğunda bir alanda cereyan etti. Yunan Ordusu Ankara'nın 50 km kadar yakınından geri çekildi.

Yunan ordusu geri çekilirken Türklerin kullanabileceği hiçbir şey bırakmamak için özen gösterdi. Demiryollarını ve köprüleri havaya uçurdu ve birçok köyü yaktı.[18]

Muharebe sonrası[değiştir | kaynağı değiştir]

Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 39.289'dur. Yunan ordusunun zayiatı ise; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir. Sakarya Meydan Muharebesinde çok fazla subay kaybı olduğu için bu Muharebeye “Subay Muharebesi” adı da verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bu muharebe için "Sakarya Melhame-i Kübrası" yani kan gölü, kan deryası demiştir.[6]

Yunanlar için geri çekilmek haricinde başka bir seçenek kalmadı. Geri çekilirken Türk sivil halkına karşı yaptığı tecavüzler, kundaklamalar ve yağmacılık sonucunda 1 milyonun üzerinde sivil Türk evsiz kaldı.[19]

Mayıs 1922'de Yunan Ordusu Başkomutanı General Anastasios Papoulas ve kurmay heyeti istifa etti. Yerine General Georgios Hatzianestis atandı.

Mustafa Kemal Atatürk ünlü "Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." sözünü bu savaşa atfen TBMM'de söylemiştir. Savaşın ardından Albay Fahrettin Altay, Albay Kazım Fikri Özalp, Albay Mehmet Selahattin Adil ve Albay Mehmet Rüştü Sakarya, Mirliva (Tuğgeneral)liğe terfi etti. Mustafa Kemal Paşa ise TBMM tarafından Mareşal rütbesine terfi ettirildi ve Gazi unvanı verildi.

Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi'ne kadar bir askeri rütbesi olmadığını, Osmanlı Devleti tarafından verilmiş olan rütbelerin yine Osmanlı Devleti tarafından alınmış olduğunu belirtir. Nutuk'ta şu ifadeleri kullanır: "Sakarya muharebesi neticesine kadar, bir rütbei askeriyeyi haiz değildim. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisince Müşir (mareşal) rütbesi ile Gazi unvanı tevcih edildi. Osmanlı Devletinin rütbesinin, yine o devlet tarafından alınmış olduğu malûmdur." [20]

Sakarya Savaşı,Türk Tarihi'nde bir dönüm noktasıdır.
1.Sakarya Savaşı'nın kazanılmasıyla,Türk Milleti'nin savaşın kazanılacağına olan inancı yerine gelmiştir. İstanbul'da, tüm camilerde Sakarya Şehitlerine mevlütler okunmuştur. O ana kadar, Ankara'ya mesafeli duran İstanbul Basını'nda dahi bir sevinç duygusu oluşmuştur.
2.Uluslararası toplumun (özellikle İngiltere'nin) TBMM güçlerine bakışı değişmiş ve Yunanistan, arkasındaki İngiltere desteğini kaybetmiştir.
3.13 Eylül 1683 2. Viyana Kuşatması ile başlayan Türk geri çekilmesi yine bir 13 Eylül günü bu savaş ile durmuş, yeniden ilerleme başlamıştır. Bu yönden bu savaşın sembolik önemi de Türk Tarihi açısından çok fazladır.

Üst kademe komutanları[değiştir | kaynağı değiştir]
TBMM Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanı: Mustafa Kemal Atatürk
Başvekil ve Genelkurmay Başkanı: Birinci Ferik Mustafa Fevzi Çakmak
Milli Müdafaa Vekili: Mirliva Refet Paşa
Batı Cephesi: Komutanı Mirliva Mustafa İsmet İnönü 1. Grup: Komutanı Albay İzzettin Çalışlar 24. Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Fuat Bulca
23. Tümen: Komutanı Yarbay Ömer Halis Bıyıktay

2. Grup: Komutanı Albay Mehmet Selahattin Adil 4. Tümen: Komutanı Albay Mehmet Sabri Erçetin
5. Tümen: Komutanı Yarbay Mehmet Kenan Dalbaşar
9. Tümen: Komutanı Albay Sıtkı Üke

3. Grup: Komutanı Mirliva Yusuf İzzet Met 7. Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Derviş
8. Tümen: Komutanı Albay Kazım Sevüktekin
15. Tümen: Komutanı Albay Şükrü Naili Gökberk

4. Grup: Komutanı Albay Kemalettin Sami Gökçen 5. Kafkas Tümeni: Komutanı Yarbay Cemil Cahit Toydemir
61. Tümen: Komutanı Albay Mehmet Rüştü Sakarya

5. Grup: Komutanı Albay Fahrettin Altay 14. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Mehmet Suphi Kula
4. Süvari Tugayı: Komutanı Yarbay Hacı Mehmet Arif Örgüç

12. Grup: Komutanı Albay Halit Karsıalan 11. Tümen: Komutanı Albay Abdülrezzak sonra Yarbay Saffet

Mürettep Kolordu: Komutanı Albay Kazım Fikri Özalp 1. Tümen: Komutanı Yarbay Abdurrahman Nafiz Gürman
17. Tümen: Komutanı Albay Hüseyin Nurettin Özsu
41. Tümen: Komutanı Yarbay Şerif Yaçağaz
1. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Osman Zati Korol

Batı Cephesine Doğrudan Bağlı Birlikler 2. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay Ethem Servet Boral
3. Süvari Tümeni: Komutanı Yarbay İbrahim Çolak

Mürettep Tümen: Komutanı Yarbay Ahmet Zeki Soydemir 3. Kafkas Tümeni: Komutanı Yarbay Halit Akmansü
6. Tümen: Komutanı Yarbay Hüseyin Nazmi Solok
57. Tümen: Komutanı Yarbay Hasan Mümtaz Çeçen


Birinci Dünya Savaşı'nın Nedenleri ve Sonuçları

Sebepleri ;
•ham madde ve sömürge arayışı.
•İngiltere ve Almanya arasındaki ekonomik rekabet.
•silahlanma yarışının hızlanması.
•Fransız ihtilalinin getirdiği milletçilik akımının etkisi.
•Fransızların alsos-loren bölgesini Almanlardan geri almak istemesi.
•devletlerarası bloklaşma.
•Avusturya'nın ve Rusya'nın balkanlar üzerindeki çıkar çatışmaları.
•siyasi birliğini geç tamamlayan Almanya ve İtalya'nın siyasi dengeleri değiştirmesi

1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin Savaştığı Cepheler

Kafkasya cephesi:
Osmanlı devleti doğu Anadolu'da Ruslarla savaştı. Ruslar 1914 yılının aralık ayında doğu ana doluya saldırdı. Enver paşanın yönettiği karşı taarruz, şiddetli soğuklar yüzünden başarısız oldu. Bu nedenlerden dolayı Sarıkamış ve yöresinde askeri birliklerimiz çok kayıplar verdi.

1916 yılında Muş ve Trabzon'u ele geçirdi. Ancak Çanakkale savaşlarından sonra gönderilen Mustafa kemal, muş ve Bitlis'i Ruslardan geri aldı.1917 Rus ihtilali, Kafkas cephesi'nde savaşın durmasına neden oldu.

Kanal cephesi:
Osmanlı Devleti, Mısır'da yeniden egemenlik kurmak ve Süveyş kanalı'nı ele geçirmek amacındaydı. Bu kanal Osmanlılar tarafından alınırsa, İngilizlerin, sömürgeleriyle olan bağlantısı kesilecek ve oralara n aldığı asker ve malzeme desteği önlenecekti.

Bu yüzden Osmanlı Almanya'nın etkisiyle İngilizlerin Elinde bulunan Süveyş kanalı'na bir saldırı düzenledi.(1915) ancak gerekli önlemler alınmadan, hazırlıksız olarak yapılan savaşta İngiliz birlikleri karşısında başarılı olamadı. İngilizler, Sina yarımadası'nı ele geçirerek Suriye sınırına dayandı (1916)
Hicaz ve yemen cephesi:
Bir kısım Osmanlı birlikleri kutsal yerleri korumak için bu bölgede İngilizlerle çarpıştı.

Ancak Sina'da gerek çölün olumsuz koşulları gerekse güçlü İngiliz kuvvetleri karşısında bir sonuç alınamadı.

Osmanlı devleti bu cephede, İngilizler Veonların kışkırttığı Araplarla mücadele etmek zorunda kaldı. Bu cephede İngiliz üstün duruma geçti.

Irak cephesi:
İngilizler, Türk kuvvetlerinin İran' a girmesi ve Hindistan'ı tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca, kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek amacındaydılar. Irak petrollerini ele geçirmeyi planlayan İngiltere, Basra'ya asker çıkardı. İngiliz birlikleriyle savaşan Osmanlı kuvvetleri başarılı oldu.
Küt' ül amare denilen yerde, İngiliz kuvvetleri geri çekildi(1915). Ancak elde edilen bu başarı uzun sürmedi. Yeniden Basra'ya asker çıkaran İngilizler, 1917 yılında Bağdat' a girdiler.

Suriye ve Filistin cephesi:
Bu cephede Türk kuvvetlerine, yıldırım ordular grup komutanı olan alman general liman Von Sanders komuta ediyordu. Bu general, ateşkes hükmü gereğince görevden alındı, yerine Mustafa kemal paşa atandı. Suriye cephesi'nde İngilizlere karşı bazı başarılar kazandı. Mustafa kemal paşa, bugünkü Suriye sınırımızı savunmak için önlemler aldı.

Galiçya, Romanya ve Makedonya cepheleri:
Osmanlı devleti, Avrupa cephelerine kuvvet göndererek, kendi bağlaşıklarını desteklemişti gönderilen kuvvetler 1916-1917 yıllarında Avrupa cephelerinde muharebelere katıldılar. Rusya, Romanya ve Fransa' ya karşı mücadele ettiler.

Çanakkale cephesi:
Türk tarihinin kaderini değiştiren, Türk milletinin vatanını savunmak için canını feda etmekten çekinmediği önemli bir savaştır.

İtilaf devletlerinin bu cephedeki amacı; Rusya'ya silah yardımı yaparak bu devletin doğu Avrupa'ya yönelik saldırısını kolaylaştırmak, Almanya'nın doğuya yayılmasını önlemek, boğazlar ve İstanbul' u alarak Osmanlı devleti'ni savaş dışı bırakmaktı.

İngiltere ayrıca, mısır'daki varlığını güvence altına almak, Ortadoğu'daki zengin petrol yataklarına sahip olmak istiyordu.

İtilaf devleri, Çanakkale boğazı'ndan geçmek için, Şubat 1915'ten itibaren saldırıya geçtiler. Güçlü top atışı ve Nusret mayın gemisinin önceden boğaz'a döktüğü mayınlar yüzünden başarısızlığa uğradılar. 18 Mart 1915' te, daha büyük bir saldırı başlattılar. İtilaf devletleri' nin savaş gemilerinin bir kısmı batırıldı, bir bölümü ise saf dışı edildi.

Böylece Çanakkale'yi denizden geçilemeyeceğini anladılar. Bunun üzerine 25 Nisan tarihinde Gelibolu yarımadası' nda Seddülbahir ve Arı burnu kıyılarına çıkarma yaptılar.

Amaç; Çanakkale'yi karadan geçmekti. İçlerinde Avusturya ve yeni Zelandalı askerlerden oluşan Anzakların da bulunduğu itilaf devleti'nin birlikleri, karşılarında Mustafa kemal' i ve onun inançlı askerlerini buldular.

Türk ordusu, bu cephede büyük bir zafer kazandı. Boğazlar ve İstanbul'a yönelen tehlike önlendi. İtilaf devletleri amaçlarına ulaşamadılar. Bu cephede kazanılan zafer nedeniyle savaş bir süre uzadı.
1 dünya savaşı sonuçları
1.Avrupa ve Asya'da devletlerarası dengeler bozulmuş, Osmanlı, Avusturya-Macar imparatorluğu ve Rusya tarihe karıştı.
2.Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Macaristan kuruldu.
3.yeni siyasi rejimler ortaya çıktı.
4.yenilen devlerin imzaladığı ağır antlaşmalar 2. dünya savaşına ortam hazırladı.
5.sömürgecilik isim değiştirerek "mandacılık" adı altında devam etti.
6.Osmanlı devleti parçalanmış Hıristiyan azınlıktan sonra Müslüman Araplarda bağımsızlıklarını ilan etti.
7.ABD bu savaştan sonra Avrupa politikasına karışmaya başladı.
8.cemiyet-i akvam kuruldu.

1. Dünya Savaşında Yenilen devletlerin imzaladığı antlaşmalar:
•Almanya: versay antlaşması
•Avusturya: st. germain antlaşması
•Macaristan:riyanon antlaşması
•Bulgaristan: nöyyi antlaşması
•Osmanlı devleti: Sevr antlaşması

Ankara’nın başkent ilan edilmesiyle birlikte hızlı bir nüfus artışı yaşanmış ve bu artış beraberinde mimariden ulaşıma toplumsal alanda
hızlı bir yapılanmayı getirmiştir. Bu dönemde tüm ülkelerin ekonomilerini ve ilişkilerini de derinden etkileyen II. Dünya Savaşı patlak
vermiş, Türkiye savaşa girmesede pekçok alanda ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşamıştır. Bu çalışmanın amacı, savaşın Ankara’nın
şehir içi ve şehirler arası ulaştırma sektörüne etkilerini araştırmaktır. Ulaştırma sektörünün ne kadar kullanıldığını gösteren veriler,
halkın gelir düzeyi ile beraber yaşam şeklini de ortaya koymaktadır. II. Dünya savaşı yıllarında Ankara’daki ulaşım verilerini kapsayanbu çalışma, savaşın diğer şehirlerdeki etkilerine de ışık tutacaktır

Özel ve Ticari Araçlar
Özel otomobil kullanımı, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında
Türkiye’de yaygın bir ulaşım türü olmamıştır. Ülkede
özel otomobil sahipliğini etkileyen iki önemli faktör
ortalama gelir düzeyinin düşük, otomobil ve yakıt fiyatlarının
yüksek oluşudur (EGO, 1987, s. 24). Özel otomobil
Ankara’da; hâkimlerin, doktorların, milletvekillerinin ve
zengin esnafın kullandığı, halk için lüks bir ulaşım aracıydı.
Savaşın başlamasıyla beraber çoğu araç sahipleri otomobillerini
ellerinden çıkarmayı daha kârlı görmüşler, paralarını
gayri menkul ve hızla değer kazanan altına yatırmışlardır.
1939 yılında 14,32 lira olan Reşat altını 1940 yılında % 47’lik
artış ile 21,06 lira olmuştur. Ankara’da 1945 Mart ayında
görülen 344,6 oranındaki geçinme endeksi savaş süresince
ölçülen en yüksek seviyedir. 1938 yılında baz olarak 100 esas
alındığında 1939-1946 yıllarına ait Ankara’nın geçinme endeksi
değerleri, 1939’da 102,5; 1940’da 112,1; 1941’de 130,7;
1942’de 220,5, 1943’de 302,6, 1944’de 327,2, 1945’de 344,6,
1946’da 359,5’dir (Bilkur, 1945, s. 14; Eyüboğlu, 1946, s. 16;
T.C. Başbakanlık İstatistik Genel Müdürlüğü, 1961, s. 5).
Savaş döneminde, otomobil fiyatları çok büyük orandayükselmiş, yaşanan benzin sıkıntısından dolayı yükselen
benzin fiyatları özel otomobil sahiplerine ekstra külfet
getirmiştir. Can Kıraç Anılarımla Vehbi Koç kitabında bu
durumu şöyle özetlemiştir: “İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği
ekonomik sıkıntılar işleri zora sokuyordu. Nitekim o
günkü değerlerle üç bin liraya Ankara’da otomobil satmak
kolay bir iş değildi” (1996, s. 136).
1944 yılında 1937 model Chevrolet marka arabanın fiyatı
3.000 lira; 1939 modelinin ise 5.000 liradır ve bu rakam
orta düzeyde bir memur maaşının yaklaşık 100 katıdır. Ayrıca
hükümet savaş yıllarında motorlu taşıtlar ile ilgili iki
önemli karar alarak doktorlar hariç tüm özel araçların trafiğe
çıkmalarını yasaklamış ve taksi gibi ticari araçlar için
de tek-çift uygulaması başlatmıştır (Öymen, 2002, ss. 241-
242). Özel otomobil kullananların sayısında görülen düşüşlerde
bu kararlar da etkili olmuştur. Tüm bu nedenlerden
dolayı Ankara’da 1938 yılında otomobil sayısı 668 iken
1943 yılında bu sayı 551’e, 1944 yılında ise 323’e inmiştir.
1945 yılına gelindiğinde otomobil sayısı 1938 yılına oranla
G.yarıdan fazla düşüş göstermiştir. Savaş yıllarında Ankara
halkı için mali külfet getiren otomobilin önemi ancak savaş
bittikten sonra yeniden artmaya başlamıştır.
Bisiklet sayılarında ise otomobil sayısındaki düşüşün aksine
bir artış yaşanmıştır. Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü
İstatistik Yıllığı’ndaki rakamlardan, Ankara halkının
1938-1945 yılları arasında, özellikle de 1943’e kadar,
vasıta olarak bisikleti tercih ederek aile bütçelerine katkıda
bulundukları anlaşılmaktadır (1946, s. 489). Bisiklet satışlarındaki
artış 1945 yılı sonuna kadar devam etmiş, savaşın
bitmesiyle beraber 1946 yılında halk tekrar otomobile yönelmiştir
(Tablo I).
II. Dünya Savaşı yıllarında sayısı artan tek motorlu taşıt
kamyondur. Savaş yıllarında bisiklet, mali külfet getirmemesi
nedeniyle şehir içi ulaşımda tercih sebebi olurken,
benzin fiyatlarının çok yükseldiği ve benzin kıtlığının yaşandığı
bu yıllarda kamyon sayısında görülen artışlar, ticari
bir araç olduğundan çoğu ailenin geçim kaynağı olarak
yük ve eşya nakliyatında kamyonun kullanıldığını göstermektedir.
Belediye Otobüsleri
Ankara halkının şehir içi ulaşımda kullandığı diğer bir ulaşım
aracı belediye otobüsleridir. Belediye otobüs işletmesi,
1 Ekim 1935 tarihinde Belediye Otobüs İdaresi adı altında
faaliyete geçmiştir. Ankara Belediyesi’ne bağlı Otobüs
İdaresi’nin kurulması ve ithal edilen 100 otobüsün hizmete
girmesiyle yolcuları, sadece sabah, öğle, akşam taşıyan idare,
kısa zamanda Ankara’da tüm gün hizmet vermeye başlamıştır
(EGO, 1987, ss. 44-45). 1937 yılında, Ulus, Bakanlıklar,
Kavaklıdere, Çankaya ve Yenişehir arasında işleyen
otobüslerin temiz ve bakımlı olmasına özen gösterilmiştir
(Günver, 1990, ss. 71-72). Bu dönemde belediye otobüslerinin
ismi EGO değil, Ankara Belediye Otobüsleri anlamına
gelen ABO’dur.1935 yılında 100 olan belediye otobüsü sayısı, savaşın ülke
ekonomisine getirdiği olumsuz etkiler nedeniyle 1942’ye
kadar artış gösterememiştir. Artan Ankara nüfusuna karşın
belediye otobüslerinin azlığı, duraklarda izdihamların
yaşanmasına yol açmıştır. Ankara Belediyesi bu sıkıntıyı
duraklardaki demir kafes sayısını artırarak çözmeye çalışmıştır
(“Otobüs duraklarında,” 1944, s. 1). Tablo II’de görüleceği
gibi, 1942 yılında belediye otobüsleri saat 06.45’de
başlayan seferlerini 23.20’de tamamlamaktadırlar.
1941 yılından itibaren Balkanlarda üç büyük gücün çıkar
kavgaları görülmeye başlanır. Almanların Balkanlara
yayılma politikası kapsamında Bulgaristan’a yerleşmeleri,
Ortadoğu petrolleri ve Akdeniz ticareti açısından
İngiltere’yi telaşlandırmış, Sovyet-Alman ilişkilerinin de
gerginleşmesine neden olmuştur. Bütün bunlar karşısında
Türkiye’nin tutumu, İngiltere’nin savaşa katılma baskısına
ve Almanya’nın kendi saflarına çekme isteğine karşı durmak
olmuştur. Almanya, Türkiye’nin bu tutumu karşısında,
çözümü, Sovyetlere saldırdığında bu bölgeden emin olmak
amacıyla, Türkiye ile 18 Haziran 1941 yılında Türk-Alman
Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı imzalamakta bulmuştur.
22 Haziran 1941’de Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne
saldırması Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den uzaklaşmasına
neden olmuş, daha önce sipariş edilmiş olan ve ancak
1942 yılında gelen 7 yeni otobüs dışındaki diğer belediye
otobüsleri İsviçre ve Amerika’ya sipariş edilmiştir. Savaş
sadece Ankara’da otobüs sayılarını azaltmakla kalmamış,
Sovyetler Birliği’nden temin edildiği için halk arasındakullanılan Uray ismini de silmiştir.

II. Dünya Savaşı başlayana dek belediye otobüsleri Ankara
halkı için önemli bir ulaşım aracı olmuştur. Savaşın başlamasıyla
halk, belediye otobüslerine binmek yerine, günlük
ihtiyaçlarını karşılamak, iş yerine ya da hafta sonu gezinti
yerlerine gitmek için yürümeyi tercih etmiştir. Ankara
Belediyesi’nin özellikle 1940-1943 yılları arasında çocuklara
ve yükseköğretim öğrencilerine uyguladığı indirimler
ile otobüs yolcu sayısında önemli artışlar sağlanmıştır
(Cumhuriyet Halk Partisi, 1940, s. 30). Örneğin Dikmen
hattı ile Baraj-Çiftlik hattının ücretleri tatil günleri de dahil
olmak üzere, 20 kuruştan 15 kuruşa indirilmiştir. Ancak
1943 yılında Belediye giderlerinin artması, benzine yapılan
zamlar, savaşın çok şiddetlenmesi ve seyrinin ne olacağı konusundaki
endişeler otobüs bilet fiyatlarına da yansımıştır.
6 kuruşluk bilet 8 kuruşa, 8,5 kuruşluk bilet 11 kuruşa, 11
kuruşluk bilet 13 kuruşa, 13,5 kuruşluk bilet 16 kuruşa çıkarılmıştır
(“Otobüs bilet,” 1943, s. 6). Bilet fiyatlarına yapılan
bu zamlar, Ankara’da belediye otobüslerini kullanan kişi
sayısında önemli azalmalara neden olmuştur (Tablo III).
Tablo II. Ankara’da Belediye Otobüslerinin 1942 Yılında İlk
ve Son Kalkış Saatleri
İlk Kalkış Son Kalkış İstikamet
06.45 23.00 Ulus-Kavaklıdere
07.15 23.20 Kavaklıdere-Ulus
07.25 23.00 Ulus-Çankaya
07.10 23.20 Çankaya-Ulus
06.30 20.00 Ulus-Dikmen
07.00 20.30 Dikmen-Ulus
06.30 21.00 Ulus-Etlik
07.00 23.00 Etlik-Ulus
07.10 23.00 Ulus-Yenişehir
07.00 23.00 Yenişehir-Ulus
07.00 23.00 Ulus-Cebeci
07.00 23.00 Cebeci-Ulus
07.00 23.00 Cebeci-Askeri Fabrikalar
07.00 17.00 Askeri Fabrikalar-Cebeci
07.00 23.15 Bahçelievler-Ulus
07.00 23.00 Ulus-Bahçelievler
07.00 23.00 Ulus-İstasyon
Kaynak: “Şehir otobüsleri,” 1942, s. 4.
Tablo III. 1935-1947 Yılları Arasında Belediye Otobüsleriyle
Taşınan Yolcu Sayıları
Yıl Yolcu Sayısı
1935 4.318.740
1936 7.713.510
1937 8.666.155
1938 9.628.449
1939 10.150.000
1940 10.900.000
1941 12.400.000
1942 14.150.000
1943 13.850.000
1944 11.271.000
1945 15.612.000
1946 18.490.000
1947 20.671.702
Kaynak: Ankara Belediyesi EGO Genel Müdürlüğü, 1973.
Ülkelerin stratejileri

I. Elizabeth’in uzun ve başarılı saltanatında (1558-1603) İskoçya'daki İngiliz etkisinde farklılık görülmeye başlandı. İngiltere'deki Tudor Hanedanı'yla, İskoçya'daki Stuart Hanedanı arasındaki evlenmeler, iki geleneksel düşmanı birbirine yaklaştırdı. İskoçya Kralı I. James aynı zamanda İngiltere kralı oldu. 1707 yılında iki krallığı birleştiren bir antlaşma imzalandı. Bu tarihten sonra Büyük Britanya tarihi başlar.

1642-1651 yılları arasında gerçekleşen İngiliz İç Savaşı sonucunda krallık devrildi. Bunun yerine önce parlamento idaresinde (1649–1653) sonra da Oliver Cromwell iktidarında (1653–1659) kısa süren bir cumhuriyet kuruldu. Cromwell'in ölümünün ardından parlamento iç karışıklıkları önlemek için sürgündeki kral II. Charles'ı krallığı yeniden kurmak üzere İngiltere'ye davet etti.

18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere, büyük bir sanayi devleti ve sömürge gücü haline gelen Britanya İmparatorluğu'nun merkezi konumundaydı. 19. yüzyılın başlarında Avustralya, Kanada, Hindistan, Afrika’da bazı devletler, Antiller ve Hong Kong gibi dünyanın büyük bir kısmına yayılan dev bir sömürge imparatorluğu kurulmuştu. Kraliçe Victoria (1837-1901) zamanında Birleşik Krallık dünyanın en büyük gücü durumuna geldi. 1877'de Hindistan sömürgeleştirildi. 1882'de Mısır ele geçirildi.

Britanya 20. yy.'a gelindiğinde dünyanın en büyük gücü konumundaydı. Bu gücü sömürgeler, deniz yolları hakimiyeti, küresel şirketler aracılığıyla askeri ve siyasi anlamda da sağlamayı başarabilmiştir. 1871'den itibaren Alman İmparatorluğu'nu kendi etkinliğine karşı en önemli tehdit olarak algılamıştır. Çünkü güçlü bir Almanya, İngitere için en büyük tehdit olacaktır. Fransa ile sürdürdüğü ortaklıkta, Fransa'nın da 1871 yenilgisinden itibaren Alman İmparatorluğu'na karşı olan düşmanlığı belirleyici nokta olmuştur. Yine aynı şekilde Rusya ile I. Dünya Savaşı öncesinde temin ettiği ittifak da, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da Rusya'nın Pan-Slavizm politikası ile Almanya'nın Pan-Cermen politikası karşıtlığı temeline oturmuştur.

Britanya, bir ada ülkesi olması nedeniyle, savunma stratejisini Hollanda ve Belçika'nın Almanya'ya karşı dirençli olması esasına dayandırmaktaydı.[14]

Alman İmparatorluğu'nun İngiltere için gerek ekonomik gerekse de siyasi tehdit haline gelmesi Britanya için tartışmasız bir savaş nedeniydi. Aynı zamanda, sömürgelerin korunması, deniz yollarının kontrol altında tutulması, küresel şirketlerin hakimiyeti ve en önemlisi Ortadoğu Enerji Koridoru'na sahip olmak stratejileri tamamen Alman İmparatorluğu çıkarlarıyla çatışmaktaydı.[14][15][16]

Fransa[değiştir | kaynağı değiştir]

1815 yılında yapılan Waterloo Muharebesi'nde Napolyon'un son yenilgisinden sonra Fransa'da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklama olan Temmuz Devrimi'yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirldi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III. Napolyon İkinci İmparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı'nda yenilen III. Napolyon bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet'in kurulmasıyla fesh edildi.

Fransa 17. yüzyıldan başlayarak 1960'lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa'yı İngiltere'den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu hâline getirdi.

Fransa ve Almanya, 1871 yılından itibaren birbirlerini tehdit olarak görmüşlerdir. Fransa için, kaybettiği Alsace-Lorraine bölgesi hem ekonomik hem de askeri açıdan büyük öneme sahipti. Öte yandan Ren Nehri üzerindeki köprüler ve Belçika'nın güçlü savunmaya sahip olması, Fransa için diğer iki askeri strateji unsuruydu.[14]

Fransa için Alman İmparatorluğu, Merkezi Avrupa'da olduğu kadar, sömürgeleri için de büyük tehdit oluşturuyordu.Çünkü Fransız Askeri-ekonomik-siyasi gücünün temeli sömürgeler üzerine kuruluydu.[14][15][16]

Rusya İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Rusya İmparatorluğu'nun başlangıcı 1721 yılındadır. 1866 yılında toprakları Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın belirli bölümlerini kapsamıştır. 19. yüzyılın başında dünyanın en büyük ülkesi olmuş, toprakları kuzeyde Kuzey Buz Denizi'nden güneyde Karadeniz'e, doğuda Büyük Okyanus'tan batıda Baltık Denizi'ne kadar uzanmıştır.

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında, İmparatorluğun ekonomik yapısı geniş ölçüde köylü ve sayıca daha az ama etkili bir işçi sınıfına dayanmaktaydı. Sanayileşme yetersizdi ve üretim büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Şehirleşme 2-3 şehir dışında son derece az ve nüfusun büyük çoğunluğu taşrada yaşamaktaydı. 1905 Devrimleri, ve ardından gelen 1917 Devrimleri, Rusya'nın bu ekonomik ve siyasi yapısından kaynaklanmıştır.

Rusya 19. yüzyıl'da temelde dört hedef doğrultusunda siyasetini yapmaktaydı:
1.Batısında Panslavizm Politikasıyla Balkanlar ve Doğu Avrupa'da hakimiyet sağlamak. Böylece Slav kökenli halkların kontrolünü eline geçirilmiş olunacaktı.
2.Güneyde Osmanlı İmparatorluğu (Boğazlar'ı ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek) ve İran (Petrol alanları) üstünde hakimiyetini sağlamak.
3.19. yy.'de Orta Asya'nın büyük bölümünü ele geçirmekle elde edilen hakimiyeti devam ettirmek.
4.Doğuda Japonya-Rusya-İngiltere-ABD arasındaki güç dengesini kaybetmemek.

1904-1905 Rus Savaşı'nda büyük yenilgiye uğrayan Rusya, aynı tarihlerde, İngiltere ile İngiliz-Rus Sömürge Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştır.[17]

Batıda Almanya İmparatorluğu'nun Pan-Cermenizm Politikası, güneyde Osmanlı İmparatorluğu ile yüz yılı aşkın süren savaşlar, Pasifik'te İngiltere'ye karşı ABD ile yardımlaşma vb. stratejiler nedeniyle Rusya, İtilaf Devletleri safında yeralmıştır.

[14][15][16]

Almanya[değiştir | kaynağı değiştir]

18 Ocak 1871 yılında Versay Antlaşması'yla kurulan Alman İmparatorluğu, tüm dağınık Alman devletçiklerini -Avusturya hariç- bir arada topladı. İmparatorluk 1884 yılından itibaren ülke dışında sömürgeler kurmaya başladı.[18] Alman İmparatorluğu 1914 yılına kadar, birliğini geç oluşturması nedeniyle geri kaldığı İngiltere-Fransa-Rusya ittifakıyla, ekonomik,siyasi ve askeri yönden başabaş noktasına geldi. Hatta sanayileşme ve iş gücü alanında İngiltere'den (1914 verilerine göre) daha ileri bir seviyeye ulaştı.[19]

II. Wilhelm döneminde Almanya, diğer Avrupa güçleri gibi emperyal bir politika izlemiş ve zaman zaman sömürgeleri konusunda komşu devletlerle sürtüşmeye girmiştir. Bu, Almanya'nın dostluklarını zedelemiştir. Bu yüzden Almanya'ya karşı Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya İmparatorluğu bir anlaşma imzalayarak kutup oluşturmuşlardır. Almanya ise sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifak kurabilmiştir.[20] Almanya'nın emperyal politikası ülke dışına taşmış ve devlet diğer Avrupa güçleri gibi Afrika'nın paylaşımına katılmıştır. Berlin Konferansı'nda bu kıta Avrupa güçlerine pay edilmiştir. Almanya'nın payına Alman Doğu Afrikası, Alman Kuzey-Batı Afrikası, Togo ve Kamerun düşmüştür. Afrika'da, büyük güçler arasında yaşanan bu mücadele I. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden biri olmuştur.[21]

Almanya siyaset alanında ve denizlerde, o sırada Britanya'ya ait olan küresel konumu ele geçirmek ve böylece Britanya'yı otomatik olarak daha alt statüye indirgemek istiyordu.[19] 1900'lerde emperyal ve emperyalist çağın en yüksek noktasında hem Almanya'nın "Alman Ruhu dünyayı yenileyecektir!" deyişiyle yegane küresel statü iddiası, hem de Avrupa Merkezli bir dünyanın tartışmasız "büyük güçleri" olan Britanya ve Fransa'nın iddiası hala etkiliydi.[22]

Alman Ulusal Birliği'nin kurulduğu 1871 ile I. Dünya Savaşı'nın çıktığı 1914 tarihleri arasında Avrupa Tarihi'nin hiç değişmeyen öğesi Almanya ile Fransa arasındaki düşmanlıktır.[23] Fransa'nın 1871 Alman yenilgisi bu düşmanlığın en önemli etkenidir. Aynı zamanda Alsace-Lorraine'in kaybedilmesi iki ülke için, hem ekonomik hem de askeri önemi, bu düşmanlıklarda etkili olmuştur. Çünkü iki ülke arasındaki en önemli savunma noktaları olan Alsace-Lorraine ve Ren Nehri Köprüleri'ne sahip olmak önemliydi.

Öte yandan, Hohenzollern Hanedanı yönetiminde ve mutlakiyetçi yapıdaki Alman İmparatorluğu, siyasi olarak cumhuriyetçi İngiltere ve Fransa'nın yönetim sistemi yönünden de rakibiydi. Bu rekabet, I. Dünya Savaşı'nı, bir nevi mutlakiyet ve cumhuriyet mücadelesi şekline de getirmiştir. Bu mücadelenin sonucu olarak, savaş sonrasında mağlubiyete uğrayan taraftaki bütün mutlakiyetler çökmüş, yerine yeni cumhuriyetler kurulmuştur.[24]

Alman İmparatorluğu 1914'e gelinirken, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifakı dışında, Avrupa'da güçlü bir müttefike sahip değildi. Belki de savaşın daha başındaki bu durum, savaşın sonucunu belirleyecek olaylarda Alman stratejisinin, savaşın kaybı konusundaki en büyük eksikliğiydi. Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok uzun ömürlü olamayacağı, 1914'lerde neredeyse kesin gibi duruyordu. Bu konuda Adolf Hitler bile Kavgam'da, Eğer Reich, Schoenerer'in Habsburglar hakkındaki ikazlarına kulak vermiş olsa idi, Almanya'nın başına bütün dünyaya karşı savaşa girerek uğradığı felaket gelmeyecekti demiştir.[25]

Almanya'nın oluşturmak zorunda kaldığı diğer ittifakları da (Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan) savaşın sonucuna etki edebilecek ekonomik ve askeri düzeyde değildi. Almanya için güvenilmesi gereken temel güç, kendi öz gücüydü.

[14][15][16][26]

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Kutsal Roma İmparatorluğu'nun etkinliği azaldıkça Avusturya'nın arşidükleri bağımsız olarak hareket etmeye başladılar. 1804 yılında arşidükler kendilerini imparator ilan ettiler. 1866'da Prusya-Avusturya Savaşı yenilgisi, ve Alman Konfederasyonu'nun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu, 1867 yılında da Macaristan'la birleşerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu kurdular. Avusturya ve Macaristan aslında içişlerinde bağımsız olan iki ayrı ülkeydiler. Fakat dışişleri açısından tek bir Habsburg İmparatoru tarafından yönetilmekteydiler.

Emperyal bir devlet olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda, 11'in üzerinde etkili etnik grup mevcuttu. Bu etnik grupların büyük kısmı Almanlar, Slavlar ve Macarlar'dan oluşmaktaydı. Etkinlik sahasında (doğu bölgesinde yoğun Slav devletleri, batısında da Germen toplumları) farklı etnik gruplar bulunmaktaydı. 1789 Fransız Devrimi ve beraberinde getirdiği süreç, emperyal devletlerin sonunu hazırlamaktaydı. Uyanan milliyetçilik akımları 19. yüzyıl'da en fazla Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na zarar vermiştir.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun karşısındaki en büyük tehdit Rusya ve Rusya'nın Pan-Slavizm Politikası'ydı. Rusya, Doğu Avrupa'ya ve Balkanlar'a doğru güç alanını genişletmek istiyordu. Bu amaçla gerek Osmanlı içindeki, gerekse de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki tüm etnik unsurlara -başta Slavlar olmak üzere- açık (veya el altından) destek veriyordu. Bunun yanı sıra, batı kanadının güvenliğini sağlamak için, Almanya'yla yapılan ittifak ile sağlamlaştıran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, diğer taraftaki Rusya etkinliğini yok etmek istiyordu.

Aslında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da durumu Osmanlı İmparatorluğu'ndan farklı değildi. İki imparatorluk da kendi geleceklerini tamamen savaş sonunda alınacak bir galibiyete bağlamışlardı. Yani savaş, bir ölüm-kalım mücadelesi idi.

1882 yılında yapılan antlaşmayla kurulan Üçlü İttifak ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya arasında oluşturulan birliktelik (1902 yılında yenilenerek) I. Dünya Savaşı'na kadar sürmüştür. (İtalya, savaşın başında tarafsız kaldıktan sonra, İtilaf Devletleri safında savaşa girmiştir.)[14][27][28]

İtalya[değiştir | kaynağı değiştir]

19. yüzyılın ilk yıllarında İtalya I. Napolyon tarafından işgal edilerek Fransız etkisi altına girdi. Viyana Kongresi İtalya'nın, Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini öngörüyordu. Böylece Papalık Devleti, Sardinya-Piemonte Krallığı, Toskana Grandüklüğü, Modena Düklüğü ve Lombardiya-Venedik Krallığı tekrar kuruldu. Ancak Carbonari adı verilen gizli dernekler İtalya'nın birleşmesi için çalışmaya başladılar. Giuseppe Mazzini ve Giuseppe Garibaldi birleşme hareketinin öncüleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca Sardinya Kralı II. Victor Emmanuel de bu birleşme hareketini destekleyenler arasındaydı.

1848 yılında Lombardiya Avusturya'nın elinde bulunuyordu. İtalya'yı birleştirmek konusunda Fransa'nın desteğini almayı başaran İtalya, 1859'da Fransa ile birlikte Avusturya'yı mağlup etti ve 11 Kasım 1859'da Avusturya ile Piyemonte arasında Zürih'te barış antlaşması yapıldı. Buna göre; Avusturya, Lombardiya'yı Piyemonte'ye verdi. Venedik dâhil olmak üzere diğer İtalyan Devletleri arasında bir konfederasyon oluşturulması ve konfederasyonun fahri başkanının papa, fiilî başkanının Piyemonte olması kabul edildi. Bir süre sonra Kuzey İtalya'daki küçük devletler de Piyemonte'ye katılma kararı aldılar. Böylece bütün Kuzey ve Orta İtalya Piyemonte'ye katılmış oldu. 1870'de Roma, 1886'da da Venedik İtalya birliğine dâhil oldu. Bunların da katılımı sonucu İtalyan Millî Birliği tamamlanmış oldu. İtalya Krallığı kuruldu.

İtalya, Roma devrinden sonra ilk kez tek bir ülke hâline gelebilmişti. Yeni İtalyan Krallığı'nda 20. yy'da Kuzey İtalya hızlı sanayileşerek gelişirken, Güney İtalya'da nüfus hızla yükseliyor ve milyonlarca insan daha iyi bir yaşam için yurtdışına göç etme yolları arıyordu.

19. yüzyılın son yirmi yılından başlayarak İtalya da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeleşme yoluna gitti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yaptığı Trablusgarp Savaşı'nı kazandı. Batı Türkiye'de Oniki Ada; Afrika'da Libya, Etiyopya ve Somali gibi bazı ülkeleri de işgal ederek sömürgeleştirdi.

1882 Yılında, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Üçlü İttifak'ı oluşturan İtalya, 1.Dünya Savaşı'nın başında tarafsız olmasına rağmen, 1915'te Londra Paktı ile İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtalya'ya savaşa girmesi koşuluyla Trento, Trieste, Istria, Dalmaçya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı bölgeleri vadedildi. Savaş süresince 600.000 İtalyan askeri yaşamını yitirdi ve İtalya ekonomisi çöktü. Savaşın sonucunda İtalya'ya verilen sözlerden çoğu tutulmadı. St. Germain Antlaşması ile İtalya galip tarafta olmasına karşın yalnızca Trento, Trieste ve Bolzano'yu alabildi. Bu sonuç İtalyan toplumu arasında büyük hoşnutsuzluklara yol açtı.[29]

İtalya savaş öncesi dönemde mevcut sömürgelerini korumak isterken, aynı zamanda Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika'daki gücünü de arttırmak amacındaydı. Fransa ile eski düşmanlıkları ve yeni ortaya çıkan durum nedeniyle 1915 yılına kadar ortada bir siyaset takip ederken, bu tarihte itilaf devletleri safında savaşa katılmıştır.

[14][15][16]

Osmanlı İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı İmparatorluğu, 1699 Karlofça Antlaşması'ndan beri süregelen gerileme döneminin,son ağır yenilgisini 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları ile almıştı.Bu savaşlarda,imparatorluktan ayrılmış küçük devletlerle dahi başa çıkamaz durumda olduğu görülmüştür. Ülkenin genel Durumu şöyledir:

Ekonomik durumu: Maliye iflas etmiş, yıllık enflasyon %300'lerde (Temmuz-Kasım 1914 aralığında %50)[30], tamamen dışa bağımlı ve cari harcamaları dahi karşılayamayacak durumdadır.

Siyasi durumu: Balkanları ve Mısır'ı kaybetmiş, Ortadoğu'daki kalan toprakları için de endişeli bir Osmanlı İmparatorluğu vardır. Etnik gruplarındaki milliyetçilik ve ayrışma hareketleri nedeniyle, Anadolu'da dahi güvenlik sorunları en üst düzeydeydi. İmparatorluk, İngiliz ve Fransızlar'ın Ortadoğu konusundaki niyetlerini ve -sanılanın aksine- petrolün yeni dönemdeki önemini son derece iyi bilmekteydi. Öte yandan yüzyıldan fazla süredir aralıklarla savaştığı Rusya'nın da Boğazlar ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi üzerindeki hedeflerinin farkındaydı.

Askeri durumu: Balkan Savaşları sonucunda ordunun son derece zayıflamış yapısının ortaya çıkmasına rağmen, İttihat-Terakki Hükümeti iki yıldan kısa bir sürede bu yapıyı reforme ederek, yeni bir ordu oluşturma başarısı göstermiştir. Hükümet, ordu yapısı içerisindeki alaylı/okullu sistemini değiştirerek, okullu subayları faal birliklere, alaylı subayları da ya emekliye ya da geri görevlere sevketmiştir. Öte yandan personel yapısında çok başarılı bir değişim gösteren ordu, aynı başarıyı -ekonomik nedenlerden dolayı- teknoloji ve silahlar yönünde yakalayamamıştır. Alman ekolünün hakim olduğu Osmanlı Ordusu, özellikle lojistik ve sevkiyat konusunda da gerekli düzeyde kabiliyete sahip değildi.

1913 Bab-ı Ali Baskını ile iktidara gelen İttihat-Terakki Hükümeti, savaşın kaçınılmaz olduğunu farkettiği andan itibaren, İngiltere ve Fransa ile uzlaşmak amacıyla çalışırken, Almanya ile de ilişkilerini aynı ölçüde sıkı tutmaya çalışmıştır. Hatta bu öylesine yoğun bir çift taraflı mücadele olmuştur ki, her iki tarafla da son dakikaya kadar görüşmeler devam etmiştir.[31] İngiltere ile yapılan görüşmelerde Osmanlı Hükümeti'nin ittifak için temel beklentisi olan savaş sonrası toprak bütünlüğünün garanti altına alınması isteği, İngiliz tarafından ancak savaş sonrası görüşülebileceği şeklinde yanıtlanmıştır.[32] İngiltere ve Fransa ile ittifakı sağlayamayacağı kesin görünen İttihat ve Terakki hükümeti, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması (Osmanlı-Alman Gizli Antlaşması) imzalayarak savaşa İttifak güçleri yanında girmeyi taahhüt etmiş ve silahlı kuvvetlerinin genel sevk ve idaresi için bir Alman askeri heyetini yetkili kılmayı uygun görmüştür.[33]

Anlaşmadan haberdar olan İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'nun sipariş ettiği iki zırhlıyı Osmanlı İmparatorluğu'na teslim etmekten vazgeçer. Rauf Orbay ve ekibi Londra'dan eli boş döner. Kalabalık bir İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı'na kadar kovaladığı Goben ve Breslav adlı iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı'ndan geçmesine izin verilir. İki gemi 11 Ağustos'ta İstanbul'a gelir. İngiltere'nin bu durumu yansızlığın ihlali olarak değerlendiren bir nota vermesi üzerine, Alman zırhlıları Osmanlı donanmasınca 'satın alınmış' ve gemi mürettebatı fes giydirilerek Osmanlı hizmetine alınmıştır. Goeben (Yavuz Muharebe Kruvazörü), Breslau ise (Midilli Kruvazörü) ismini almıştır (Yavuz ve Midilli Olayı).

26 Ekim'de Osmanlı donanması bir keşif tatbikatı için hazırlanma emri aldı ve ertesi gün toplanma bölgelerine gitmek için Haydarpaşa'dan ayrıldı. 28 Ekimde Osmanlı filosu 4 ayrı görev gücüne ayrılarak Rusya kıyılarında farklı hedeflere yöneldi. Koramiral Souchon 29 ekim 1914 sabah 6:30'da 3 Osmanlı destroyerinin refakatinde bulunan Goeben ile Sivastopol'daki kıyı bataryalarına ateş açtı. Hamidiye kruvazörü 6:30'da Kefe'ye geldi ve yerel yetkilileri 2 saat içinde çatışmaların başlayacağı konusunda uyardı. Hamidiye 9:00 da bir saat süren bir ateşe başladı ve daha sonra da Yalta'ya giderek burada 7 Rus ticaret gemisini batırdı. 2 Osmanlı destroyeri 6:30'da Odessa'ya hücum etti ve 2 Rus gambotunu batırarak birkaç tahıl silosunu tahrip etti. Breslau kruvazörü ve ona eşlik eden Osmanlı destroyeri Novorossisk'e geldi yerel yetkilileri uyararak 10:30'da kıyı bataryalarına ateş etti ve 60 mayın döşediler. Limandaki 7 gemi hasar gördü, biri battı.

30 Ekim günü Rusya Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açmış, bundan birkaç saat sonra Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya'ya savaş ilan ederek, savaşa İttifak Bloku yanında girdiğini duyurmuştur. Bu duyurudan sonra İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.

[14][15][16][31][32][34]

Ayrıca bakınız: Osmanlı-Alman İttifakı

Bulgaristan[değiştir | kaynağı değiştir]

Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemeye başlaması ve Rusya İmparatorluğu'nun da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş hareketi alevlenmişti. 93 Harbi'nden yenilgiyle çıkan Osmanlı, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımıştır.

Bulgaristan Krallığı'nın Balkan Savaşları sonrası konumu, Yunanistan-Sırbistan-Karadağ-Romanya ile batıda Osmanlı İmparatorluğu arasında sıkışmasına yol açmıştı. Savaş öncesi dönemde diğer Balkan Devletleri ile olan düşmanlığı, Bulgaristan için Almanya ile ittifaktan başka bir seçenek bırakmamıştır.[14]
Savaşın Çıkışı

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından öldürüldü. İki devleti bir arada tutan tek unsur olan Habsburg Hanedanı'nın tek veliahtı öldürülmüştü. Avusturya Hükümeti'nin tepkisi çok sert oldu. Fakat Rusya'yı tek başına karşısına almaya çekinen Avusturya, öncelikle Almanya'ya danıştı. Almanya'nın verdiği üstü kapalı desteğin ardından, Avusturya Sırbistan'a 48 saat süreli ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notaya -Rusya'nın desteğiyle-, kaçamak yanıtlar verdi. Bunun üzerine Avusturya 28 Temmuz 1914'te Belgrad'ı bombalamaya başlayarak, Sırbistan'a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliği'ni savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış bulunan Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti. Almanya, barış zamanında hazırlamış olduğu Schlieffen Planı'na uygun olarak, Fransa'yı hemen ezip, seferberliğini tamamlama çabası içinde bulunan Rusya'ya daha sonra dönmek istediğinden, Fransa'ya saldırıda ordusunu, en kolay yol olan, Flander Düzlükleri'nden geçirmek istedi ve bunun için Belçika'ya 'Zararsız Geçiş Hakkı' için başvurdu. Tarafsız bir ülke olan Belçika, İngiltere'ye danıştıktan sonra Almanya'nın önerisini reddedince, Almanya 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika'ya saldırdı. İngiltere de Almanya'ya savaş açtı. Böylece, 4 Ağustos 1914 tarihine gelindiğinde üç cephede savaş başlamıştı: Alman-Fransız Cephesi, Alman-Rus Cephesi ve Avusturya-Sırbistan Cephesi.[35]

[36][37][38]
Cepheler
Savaş başında taraflar arasında, savaşın süresinin çok da uzun olmayacağı konusunda neredeyse bir fikir birlikteliği vardı. Almanya, Schlieffen Planı ile Fransa’yı altı hafta gibi kısa bir sürede devre dışı bırakacağını varsayıyordu. Bu planı 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika’ya saldırarak uygulamaya koysa da, Belçika’nın umulandan daha uzun süre dayanması sonucunda (plandan 12 günlük bir gecikmeyle Liege ele geçirilebildi), Almanya Schlieffen Planı’nın başarısızlığı ile karşı karşıya kaldı. 6-12 Eylül 1914 I. Marne Muharebesi, savaşın akıbeti hakkında taraflara bir fikir vermişti. Schlieffen Planı başarısız olduktan sonra Almanya’nın alternatif bir planı yoktu ve gecikmeler sonucunda Rusya seferberliğini tamamlamak üzereydi.

Almanya’nın hızlı bir harekâtı sonuca ulaştıramamasının ardından, I. Dünya Savaşı’nın yeni ve belirleyici bir özelliği olan ‘siper savaşı’ başlamış oldu.

I. Dünya Savaşı cepheleri 2 ana başlıkta toplanabilir.[26][37][38][39]
Yıllarına göre yaşananlar
Batı Cephesi'nde Schlieffen Planı’na göre altı haftada Fransa’yı işgal etmeyi öngören Almanya, Belçika’nın direnmesi sonucunda bu planda başarısız olmuştur. Almanya’nın ‘Yıldırım Harekatı’ Marne Muharebeleri ile engellenmiştir. Batı Cephesi’nde savaş, 1914 yılında siper savaşına dönmüştür.[36][37][38]

Doğu Cephesi’nde savaş, 2 Ağustos 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’a saldırısı ile başladı. Avusturya, Bosna yolu ile Belgrad’a doğru ilerledi. Avusturya’nın Belgrad’a kolayca gireceği sanılırken, Belgrad ancak üç ay sonra düştü. Ardından iki hafta sonra Sırplar, Belgrad’ı tekrar geriye aldılar. Avusturya Orduları, Tuna’nın kuzeyine çekilmek zorunda kaldılar. Bu olay Avusturya’nın güçsüzlüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Almanya, Batı Cephesi’nde Fransız direnişiyle karşılaştıktan sonra, doğuda da Avusturya’ya güvenemeyeceğini anlamıştır.

Rusya seferberliğini beklenenden kısa sürede tamamlayarak, 17 Ağustos 1914‘te Doğu Prusya’ya girdi. Rusya’nın ilerlemesi karşısında doğudaki Alman Orduları’nın başına Hindenburg ve Ludendorff getirildi. Alman Orduları, Rus Orduları karşısında geri çekilmeye başlayınca, Rus Orduları’nın komutanı Samsonov, Alman Orduları’nın bozgun halinde geri çekildiği düşüncesine kapıldı.Rus Orduları, haberleşmede şifre kullanmayı bıraktı ve hızla Almanya içlerine doğru ilerleyerek, ikmal merkezleriyle olan bağlantılarını zayıflattı.Gerçekte Alman Generalleri, Rus Orduları’nı bilinçli olarak Tannenberg Bölgesi’nde oluşturdukları pusuya doğru çekiyorlardı.Sonunda Rus Ordusu, çember altına alınarak Tannenberg Bölgesi’nde yenilgiye uğratıldı ve 120.000 Rus Askeri esir alındı.Almanya büyük bir zafer kazanmıştı.Rusya vurucu gücünü yitirmişti.

Bundan sonra Batı Cephesi’nde Fransa’nın yükünü hafifletmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya’ya acil silah yardımı yapmak amacıyla 1915 yılındaki Çanakkale Savaşları’na yol açacak planlarını oluşturmaya başlamışlardır.

Diğer taraftan Avusturya, Galiçya Cephesi’nde Rusya’ya karşı bir üstünlük elde edemedi. Bu cephede uzun ve kanlı savaşlar sonucunda taraflar birbirine karşı bir avantaj elde edememiştir.[36][37][38]

1915 yılı[değiştir | kaynağı değiştir]

1915 Yılında Batı Cephesi, İsviçre sınırından Manş Denizi’ne kadar uzanan ve yıl boyunca taraflara somut hiçbir şey kazandırmayan; uzun ve son derece kanlı muharebelerden oluşmaktaydı. Siper savaşının kanlı ve sonuç almaktan uzak niteliği yüzünden bu dönemde (zehirli gazların da yoğun kullanımıyla) binlerce kişi ölmüştür. 1915 Sonbaharı’na kadar geçen sürede Batı Cephesi kayıpları şöyledir: İngiltere 60.000, Fransa 190.000, Almanya 210.000 kişi.

Diğer yönden, Almanya 1915 yılı içerisinde İngiltere’yi (bu savaşta ilk kez kullanılan) zeplinler ile havadan bombalamaya başladı. Bu bombardımanlar 1916 yılına kadar sürdü. Ağır ve kolay hedef olan zeplinler önemli zayiata yol açamadı (İngiltere’de 11.000 kişi bu saldırılarda ölmüştür) ve 1916’da Almanya Zeplin Bombardımanı’nı kesti. Fakat, İngiltere kamuoyu üzerinde bu bombardımanların etkisi büyük oldu. Bir ada ülkesi olan İngiltere’de ilk kez bir saldırıyla karşılaşan halkta Almanya’ya karşı büyük bir nefret uyandı. Günlük yaşam, savaş algısıyla bozuldu.

Savaşın getirdiği bir diğer teknolojik yenilik de Almanlar’ın kullandığı U-Boat(Unterseeboot)’tur. Almanlar denizaltı kullanımıyla, savaş gemilerinin yanında ticaret gemilerini de batırarak, lojistik yönünden başta İngiltere olmak üzere tüm rakip devletlere ciddi zararlar vermiştirler.[36][37][38]

1915’in kış aylarında Rusya’ya karşı yapılan Almanya-Avusturya ortak harekatı başarılı oldu. Almanya ve Avusturya-Macaristan Birlikleri iki hafta içerisinde Rusya içinde 120 km ilerlediler. Rusya’nın talebiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerinden yeni bir cephenin açılması bu dönemde kararlaştırıldı. Bu cephe Çanakkale Cephesi olacaktı.[36][37][38]

1916 yılı[değiştir | kaynağı değiştir]

1916 yılı savaşları da taraflarına hemen hemen hiçbir avantaj kazandırmamıştır. Bu yılın Batı Cephesi’ndeki en önemli savaşları, Verdun Bölgesi’nde olmuştur. Bu savaşlar, aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nın da en kanlı savaşlarıdır. İngiltere tarafından, denizden sıkı bir ablukayla kuşatılmış olan Almanya -zaten sınırlı sayıdaki sömürgelerinden lojistik sağlayamıyordu-, savaşın uzamasının en büyük zararı kendisine vereceğini biliyordu. Schlieffen Planı’nda arkasından dolaşmayı tasarladığı Verdun’u düşürüp Paris’e girmek ve hiç olmazsa Batı Cephesi’nde savaşı bitirmek istiyordu. Başlangıçta başarılar kazanan Almanya, sonradan Fransız komutan Mareşal Petain’in uyguladığı cephe gerisi stratejisi-Fransa’nın diğer bölgeleri ile Verdun arasındaki ulaşım olanaklarının arttırılması ve lojistik sağlamada kolaylık-ile birlikte sonuca gidememiştir.

Verdun Savaşları, Şubat-Haziran 1916 arasında sürmüş ve çok sayıda kayba neden olmuştur (Fransa 350.000, Almanya 300.000). Buna karşın, her iki taraf da bir sonuca ulaşamamıştır. Daha sonra İngiltere, Somme Bölgesi’nden bir karşı saldırıya geçmişse de bunda başarılı olamamıştır. İngilizler'in, bu saldırının ilk gününde 60.000 olmak üzere toplam kaybı 420.000 kişi olmuştur.

1916’da, Batı Cephesi’nde ölü sayısı 1.263.000’e ulaşmıştır. Ayrıca ilk kez bu cephede savaş tarihinde tank kullanılmıştır.[40][41]

1915’in sonlarında İtalya savaşa dahil oldu.Yine aynı dönemde Bulgaristan da savaşa katıldı. Bu iki katılım ile savaş güçleri her iki taraf için de dengelendi. 1916’da Romanya, Almanya ve müttefiklerine savaş açtı. Doğu Cephesi’nde açılan bu yeni rota, Alman ve Avusturya Orduları’nın dört ay gibi kısa bir sürede -1916 Aralık ayında- Bükreş’e girmesiyle son buldu.

Bunun dışında, Doğu Cephesi’nde de Batı Cephesi’nde olduğu gibi, 1916 yılında yapılan savaşlar iki tarafa da bir üstünlük sağlamadı.[36][37][38]

1917 ve 1918 Yılları[değiştir | kaynağı değiştir]

Denizaltı Savaşları[değiştir | kaynağı değiştir]

Askeri açıdan değerlendirildiğinde İttifak Devletleri, 1917’ye kadar olan dönemde başarılı görünmektedir. Fakat, savaş uzadıkça Almanya için sıkıntılar had safhaya çıkmaya başlıyordu. Sömürgelerinin lojistik desteğine rahatlıkla ulaşan İngiltere ve Fransa, denizden abluka altına aldığı Almanya’ya aynı şansı tanımıyordu. Almanya bu ablukayı denizaltıları ile kırmaya çalışıyordu. Bu amaçla deniz savaşlarına ağırlık vermişti.[36][37][38]

ABD'nin Savaşa Girmesi[değiştir | kaynağı değiştir]

Almanya’nın denizaltı savaşına yönelmesi, ABD’nin dış ticaretine çok olumsuz etki yapmıştı. Aynı zamanda, Almanya’nın kurmaya çalıştığı Alman-Meksika İttifakı’da ABD’de büyük bir tepkiye yol açmıştı (Almanya ABD’nin savaşa girmesi durumunda Meksika’nın ABD’ye saldırmasını istiyordu).

Bu iki nedenin ABD’de kamuoyu oluşturmasıyla, Amerikan Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti.

ABD’nin savaşa girmesi, aynı zamanda dönemin en büyük ekonomik imkânlarına sahip olan bir devletin savaşa girmesi demekti. Bu da savaşın kaderine çok önemli etkilerde bulunmuştur.[36][37][38]

Rus İç Savaşları[değiştir | kaynağı değiştir]

1917 Şubat Devrimi[değiştir | kaynağı değiştir]

1905 Devrimleri ile son dönemecine giren İmparatorluğu Rusyası, Tannenberg Savaşı’nda kaybettiği gücünü –Çanakkale Savaşları sonucunda da yardım alamayarak- savaşın sonuna kadar toparlayamadı. Bunun üzerine Menşevikler ve Beyaz Ordu ülkede Şubat Devrimi'ni yaptılar. Menşeviklerin iktidara gelişi, Rusya'nın tüm saldırılarını durdurmasını neden oldu.

1917 Ekim Devrimi[değiştir | kaynağı değiştir]

Bolşevik Partisi öncülüğünde işçiler, köylüler ve askerler 1917 yılının Ekim ayında gerçekleşen Ekim Devrimi'ni yaptılar. Bunun sonucunda, Rusya Brest-Litowsk Antlaşması'yla tamamen savaştan çekildi. Böylece Doğu Cephesi kapanmış oldu. Fakat, Almanya için bu olay savaşın kazanılmasına yol açmamıştır. Ama Osmanlı için, bu olay eski doğu sınırlarına geri dönüş anlamına geri geliyordu.[36][37][38]

Savaşın Sonuçlanması[değiştir | kaynağı değiştir]

1918 Yılı Almanya için sonun başlangıcı olmuştur.Sınırlı kaynakları ile abluka altında, hammadde ve gıda sıkıntısı had safhaya ulaşan Alman İmparatorluğu'nda, Rusya'dan Ekim Devrimi sonucunda hızla yayılan Bolşevik Hareketleri ile grevler ve ayaklanmalar başlamıştı. Bu grevleri önlemeye çalışan hükümet, çok kritik bir hata yaparak, grevcileri -ceza olarak- savaş alanlarına sürdü. Grevciler, bu sefer de Alman Ordusu içerisinde isyanlara ve itaatsizliklere yol açtılar. 1918'de savaş tamamen İttifak Devletleri'nin aleyhine dönmüştü. Rusya'nın savaştan çekilmesiyle, Doğu Cephesi'ndeki gücünü Batı Cephesi'ne kaydıran Almanya, mart ayında General Ludendorff komutasında büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı sonucunda Almanya kısmen başarılı olup cepheyi yarmayı başarsa da, Alman Ordusu içerisindeki isyancılar ve karşı tarafta da Amerikan Tankları'nın cepheye sokulması ile daha fazla ilerleyemedi.İtilaf Devletleri, Alman Ordusu'nu geriye doğru püskürtmeye başladı. Bu saatten sonra, artık İttifak Devletleri için yapılacak pek bir şey kalmamıştı.

İtilaf Devletleri'yle tek tek İttifak Devletleri arasında yapılan mütarekelerle çatışmalar resmi olarak sonlandırılmıştır. Bu mütarekeler, Bulgaristan ile 29 Eylül 1918 tarihinde Selanik Ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile 3 Kasım 1918 tarihinde Villa Giusti Antlaşması ve Almanya ile 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması'dır.
. Dünya Savaşı, kendinden önceki savaşlardan çok farklı özellikler gösterir. Bu, modern çağlardaki en ağır ve en acımasız insan buluşu olan ‘Topyekün Savaş’tır. 20. yüzyıl’dan önceki savaşlar belirli cephelerde sürerdi. Savaşa katılan ülkelerin halkları direkt olarak savaşın etkilerine maruz kalmazlardı. Daha çok gıda ve ihtiyaç maddeleri sıkıntısı halklar üzerinde etkili olurdu. Fakat I. Dünya Savaşı bu durumu değiştirdi. Cephe gerisi saldırıları, sabotajlar vb. savaş taktikleriyle, savaşan devletlerin sosyal hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürmeleri imkânsız hale geldi.

Kara teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]

I. Dünya Savaşı’nın getirdiği bir savaş tarzı siper savaşıdır. Tahkim edilmiş, ağır silahlarla donatılmış siperlerde, iki tarafın çok ağır insan kayıplarına yol açacak çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca, Almanya Ypres Çatışmalarında klor gazı kullanarak tarihteki ilk kimyasal saldırıyı gerçekleştirmiştir.[kaynak belirtilmeli] Başlangıçta itilaf devletlerini korkutsa da, gaz maskesi kullanımı ile zehirli gaz saldırıları etkilerini yitirmiştir. Korumaya karşın kimyasal silahların kullanımı, halkların gözünü korkutmuştur.

Siper savaşlarında kullanılan silahlar büyük gelişmeler gösterdi. Mitralyözler ve yarı otomatik tüfekler kullanıldı. Piyade tüfeklerin atış hızı arttırıldı. Siper aralarında süngü çarpışmaları görülüyordü. Gemilere karşı kullanılan sabit ve hareketli toplar güçlendirildi. 15 km. uzağa ateş edebilen sabit toplar kullanıldı.

İlk olarak İngilizler tarafından Batı cephesinde tanklar ve zırhlı araçlar kullanılmıştır. Tanklara karşı da tanksavarlar geliştirilmiştir.

Ayrıca haberleşme de gelişmiştir. Güçlü sistemler geliştirilip, karşı taraftan istihbarat alma; ve karşı tarafın fark edemeyeceği şekilde haberleşme sistemleri kuruldu.

Deniz teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]

Denizde ise menzili 15 km'ye varan savaş gemileri ve denizaltılar kullanılmıştır. İlk denizaltı olarak bilinen Alman U-Botları, ABD'nin İngiltere'ye insani ve askeri yardım ulaştırmasını engelleyerek itilaf devletlerine ciddi kayıplar verdirtmişlerdir. Denizaltıların kullanımı, sonarın geliştirilmesine neden olmuştur.

Hava teknolojisi[değiştir | kaynağı değiştir]



Dosya:Bombers of WW1.ogg
Medyayı oynat



"Ace of Aces" olarak tanınan ABD'li pilot Yüzbaşı "Eddie" Rickenbacker komutasındaki uçakların Alman hattına karşı düzenlediği bombardıman saldırısını görüntüleyen belgesel
Havada ise uçaktan yararlanılmaya devam edilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda hava gücü, daha çok istihbarat elde etme ve düşmanın istihbarat almasını engelleme görevlerinde kullanılmıştır. Almanlar ise, yine tarihte bir ilk olarak zeplinleri İngiltere’yi bombalama amaçlı kullanmışlardır. Fakat zeplinlerin ağır ve korumasız olması nedeniyle 1916 yılında faaliyetlerine son vermişlerdir. Bunların yanında, düşmanın yük trenlerini bombalama, donanmaları bombalama gibi amaçlarda da kullanıldı. Bir yandan da uçaklara karşı olarak uçaksavar silahlar geliştirilmiştir.

[14][15][37][38]

Etkileri[değiştir | kaynağı değiştir]



I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali. I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali.

I. Dünya Savaşı'nda çenesini kaybedip sakat kalan Fransız gazisi Kızılhaç tarafından temin edilen maskeyi taktığı hali.


Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı savaş, arkasında resmi rakamlara göre toplam 8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp veya esir bırakmıştır.[43] I. Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözümlememiş, ağır yaptırımlar içeren antlaşmaların sonucu olarak savaş sonrası gelişen aşırı milliyetçilik, yeni oluşan faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi ideolojiler II. Dünya Savaşı'na zemin hazırlamıştır.



Saat: 01:02

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık