MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Türkiye Cumhuriyeti (https://www.msxlabs.org/forum/turkiye-cumhuriyeti/)
-   -   Mafya (https://www.msxlabs.org/forum/turkiye-cumhuriyeti/4771-mafya.html)

Misafir 10 Nisan 2006 22:20

Mafya

Mafya, kendi çıkarlarını korumak için her türlü yola başvuran, gizli ve hiyerarşik bir teşkilatlanmaya dayalı zorla para almak, kumar, kaçakçılık ve fuhuş gibi kanundışı işlerle uğraşan azılı gizli birlikler şebekesidir.

Yakın tarihte mafya


lehçesinde de aynı manayı ifade etmektedir. Mafya şeklinde de söylenen bu kelime, ortaçağ sonlarında kullanılmaya başladı. Ortaçağ sonlarında Müslüman ve İspanyol idarelerini devirmeye yönelik bir teşkilat olarak ortaya çıkan mafyanın kökü mafie denen küçük silahlı gruplara dayanır. Bu gruplar Sicilya'daki toprak sahiplerinden ürünlerini koruma karşılığında haraç almaya başladılar. İdarecilerin keyfi tutum ve davranışlarından yılmış olan halk da mafyaya sığınmaya başladı. Sicilya'nın batısındaki köylerde yerleşik çeşitli mafya aileleri ve aile grupları bir konfedarasyon altında birleştiler. 1900'lü yıllarda kendi yörelerinde ekonomik faaliyetlerin hemen hepsini denetim altına aldılar. Mafya Sicilya'daki büyük toprakların idaresini hızla ele geçirdi. Mafya üyeleri Fransızca'da gizli teşkilat manasına gelen mafia veya maffia kelimeleri SicilyaBenito Mussolini'nin baskıcı idaresi zamanında geniş çapta tutuklandılar. Pekçok mafya üyesi uzun süreli hapis cezasına çarptırıldı. Ağır bir darbe indirilen mafya mensupları İkinci Dünya Savaşından sonra serbest bırakıldılar. Yeniden toparlanan mafya, Sicilya'nın orta ve batı kesimlerindeki kırsal alanlarda tutunamayarak Palermo'ya yöneldi. Burayı kendine merkez üssü olarak seçti.

Sanayi, ticaret ve inşaat sektörlerine, ayrıca rüşvet, şantaj, haraç ve kaçakçılık işlerine girdi. İtalya'dan ABD'ye olan göç hareketi sırasında Amerikan Suç Teşkilatlarıyla yakın münasebet kuran mafya, ABD'ye gönderilen eroyinin işlenmesi ve taşınması işiyle uğraşmaya başladı. Bu işten elde edilen yüksek miktarda para, mafya içindeki çeşitli gruplar arasında şiddetli bir rekabet doğurdu. Bunun neticesinde cinayetler arttı. Resmi makamlar mafya üyelerinin üzerine yeniden gittiler. Sicilya ve İtalya'dan göç eden gruplar içindeki mafya üyeleri, ABD ve Güney Amerika ülkelerinde benzer bir teşkilatlanmaya girdiler. Bu ülkelerde meydana gelen kanundışı faaliyetler, mafya tarafından yürütüldü. İçki yasağının kaldırılmasından sonra Amerikan mafyası; kumar, sarı sendikacılık, dolandırıcılık, tefecilik, uyuşturucu kaçakçılığı ve fuhuş gibi işlere girdi. ABD'deki en büyük ve en güçlü suç teşkilatı durumuna gelen mafya, kanundışı yollarla kazanılan paraları otel, lokanta ve eğlence yeri gibi yerlere yatırdı.

ABD idaresi mafya hakkında yaptığı takibat ve soruşturma neticesinde, ülkenin dört bir yanına dağılmış pekçok bağımsız grup veya aile tarafından mafya faaliyetlerinin yürütüldüğünü tesbit etti. Buna göre her şehirde bir veya birkaç aile hakimdir. Her ailenin başında bulunan don adı verilen patronlar ve her patronun altında yardımcılık vazifesini yürüten bir ikinci don ile kurmay olarak güçlü ve nüfuzlu konumu olan bir consigliere (danışman) bulunur. Patron yardımcısına bağlı olarak çalışan coporegimeler (teğmen), patronun teşkilatın kanundışı işleriyle doğrudan ilişkiye girmemesini sağlar. Ailenin kanuni olan işleri, otomatik satış makinaları (marketler, lokantalar vb.) ile fuhuş, kumar ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi kanundışı işleri caporegimelere bağlı mangalar tarafından yürütülür.

Bugün çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren mafyanın ABD'deki ağırlığı giderek azalmaktadır. İtalyan ve Sicilyalı azınlıkların ABD toplumuyla kaynaşması ve mafyanın kolayca eleman bulamaması bu neticeyi doğurmuştur.

Mafya'nın geçmişi

1282 yılında Fransızların İtalyayı işgal etmesiyle fransız halkının başlattığı direniş örgütünün adı. Mafya adı direniş sloganından gelmektedir M.A.F.I.A('morte alla francia, italia aneta' yani 'italya, fransa'ya olum diye haykiriyor' diğer bir rivayet 'morte alla francia italia anelia' yani 'zulum yapan fransizlara olum'). Sonraları devletleri yıkmak için kurulan gizli örgütler mafya adını almıştır.


Misafir 10 Nisan 2006 22:26

ATO'DAN ''HAYATIMIZ MAFYA'' RAPORU



http://195.155.145.1/turkce/bulten/20020624.gif



ATO’DAN “HAYATIMIZ MAFYA RAPORURAPORA GÖRE TÜRKİYE’DE MAFYANIN CİRİT ATTIĞI 100’ E YAKIN FAALİYET ALANI BULUNUYOR.




YERALTI EKONOMİSİNİN BÜYÜKLÜĞÜ MİLLİ GELİRİN DÖRTTE BİRİ OLAN 60 MİLYAR DOLARI BULUYOR.




RAPORA GÖRE ÜST DÜZEY MAFYA ÜYELERİ METROSEKSÜEL. İYİ GİYİNİYOR, İYİ YAŞIYOR, MAFYA DİZİLERİ İZLİYORLAR.




ATO BAŞKANI AYGÜN: MAFYA, SON YILLARDA TÜRKIYE’NIN IÇ TEHDITLERINDEN BIRI HALINE GELDI. -




BİR KAMU YATIRIMI İÇİN KOYULAN HER DÖRT TUĞLANIN BİRİ, YASA DIŞI ORGANİZASYONLARA GIDIYOR.




Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Marziye, Yılan Hikayesi,Tatlı Kaçıklar, Ana, Alacakaranlık gibi en çok izlenen dizilere konu olan Mafya, hayatımızın her alanına nüfuz ederek, neredeyse el atmadık sektör bırakmadı. Yanına üç -beş hemşehrisini alıp beline silah takan herkes mafya babası oluyor, mafya gibi yaşıyor.




Demokrasinin en kutsal mabetlerine kadar girmeye cüret eden mafyanın ve mafya ekonomisinin ulaştığı boyut Ankara Ticaret Odası (ATO)’nın son raporuna konu oldu. Türk mafyanın içyüzünü ortaya koyan ''Hayatımız Mafya'' raporuna göre Türkiye’de mafyanın cirit attığı 100’e yakın faaliyet alanı bulunuyor. Mafyanın el attığı bu sektörler arasında ne yazık ki eğitim yuvası okullar, şifa dağıtan hastaneler, keyifle izlediğimiz futbol bile var.




Rapora ilişkin ATO’dan yapılan yazılı açıklamada 1 trilyon dolar olduğu tahmin edilen dünya örgütlü suç ekonomisinden Türkiye’nin de payını aldığı belirtiliyor. Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğünün 238 milyar dolar olan milli gelirin dörtte birine ulaştığı ve 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısını aşıyor.




İTALYAN MAFYASINA TAŞ ÇIKARTIYOR




Rapora göre Türkiye organize suç örgütleri tarafından dört bir yandan sarılmış durumda. 1998-2002 yılları arasında yaklaşık 17 bin kişi çete üyesi olmaktan polis tarafından yakalandı, küçük bir ülkenin ordusunu donatacak kadar silah ele geçirildi. Polisin Türkiye genelinde yaptığı çalışmalarına göre, mafya toplam 3 bin 12 olaya karıştı. Yine 9 bin 53’ü İstanbul’da olmak üzere 17 bin 105 kişi gözaltına alındı, 4 bin 182 kişi tutuklandı, 118 Kalaşnikof ele geçirildi.




MAFYANIN BAŞKENTİ İSTANBUL




Rakamlar, mafyanın başkentinin İstanbul olduğunu gösteriyor. 1998’de kurulan İstanbul Organize Şube Müdürlüğü ekipleri, 2002 yılı sonuna kadar 454 suç örgütünü çökertti, 325 çete liderini yakaladı. Aynı dönemde çeteler sadece İstanbul’da 1.637 olaya karıştı. Bu rakam gösteriyor ki, adına mafya da desek, çete de desek, Türkiye’deki organize suçların neredeyse yarısı İstanbul’da işleniyor. Raporda; mafyanın yoğun olarak faaliyet gösterdiği iller ise şu şekilde sıralanıyor: Adana, Ankara, Aydın, Antalya, Balıkesir, Bursa, G.Antep, İçel, İzmir, Kayseri, Kocaeli ve Samsun.




EN YAYGINI OTOPARK MAFYASI




Mafyanın en yaygınını otopark mafyası oluşturuyor. Mafya, özellikle büyük şehirlerde cadde ve sokakları parselleyip görevlendirdiği değnekçiler aracılığıyla otopark ücreti topluyor. Para vermeyenler dövülüyor, arabalar çiziliyor, lastikler yarılıyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi üç büyük ilimizde 2 milyona yakın otomobil bulunduğu ve bu kentlerdeki otopark ücretlerinin 2-10 milyon lira arasında değiştiği dikkate alındığında sadece otopark mafyasının yıllık cirosu trilyonlarla ifade ediliyor.




Özellikle İstanbul’daki otopark mafyası şu sıralar tarihi evleri hedef alarak yürek burkan bir başka kıyıma neden oluyor. Mafya adına çalışan kundakçılar çoğu ahşap olan tarihi evleri yakıyor, daha sonra bulundukları arazileri ucuza kapatıp otoparka dönüştürerek büyük rant elde ediyor. Türk insanı da mafya yüzünden, otopark ücreti olarak Avrupa ülkelerine kıyasla üç-beş kat fazla para ödüyoruz.




BOŞ BULDUĞU HER ALANDA AT KOŞTURUYOR




Mafya, hayatın her alanına nüfuz ederek, el atmadık sektör bırakmadı.




Arazi mafyası, yeşil ve kamu arazilerini gasp ediyor, gerektiğinde kendilerine yer açabilmek için gözlerini bile kırpmadan orman yakıyor.




Çek - senet mafyası, Silah zoruyla yaralama ve adam kaçırma yoluyla tahsilat yapıyor. Çekin sahibinden "masraf" adı altında para alınıyor. Bu oran işin riskine göre yüzde 50’ye kadar yükselebiliyor.




Organ mafyası, yoksul ve paraya ihtiyacı olan kişilerden düşük bedellerle, zaman zaman ise bedelsiz olarak temin ettiği organları 50-100 bin euro fiyatla yurtiçi ve dışındaki zenginlere satıyor.




Çocuk mafyası, özellikle varoşlardan kaçırılan fakir ve yaşları küçük çocuklar, çocuğu olmayan zengin ailelere satılıyor, okul çağındaki çocukları zorla dilendirilip çalıştırılıyor.




Önceleri rakip firmaları korkutarak ihaleden çekilmeleri için ikna yöntemlerine başvuran ihale mafyası ise, son yıllarda bizzat ihaleye giriyor. Ardından firmalardan yüzde alarak çekiliyor.




Belli başlı diğer mafya türleri ise şu şekilde sıralanıyor: Uyuşturucu Mafyası, Kumar Mafyası, Altın-pırlanta mafyası, Kira-Tahliye Mafyası, Fuhuş Mafyası, İcra Mafyası, Nakliye Mafyası, İnşaat Mafyası, Ehliyet mafyası, Sigara mafyası, Silah Mafyası, Odun-Kömür Mafyası, Hal-Pazar Mafyası, İlaç Mafyası, Sahil Mafyası, İthalat-İhracat Mafyası, Bebek-Çocuk Mafyası, Boşanma-Evlenme Mafyası, Dilenci Mafyası, Vize ve Pasaport Mafyası, Döviz Mafyası, Gecekondu Mafyası, Turizm Mafyası, Kapıcı Mafyası, Hamal Mafyası, Seyyar Satıcı Mafyası, Plaka Mafyası, Fırın Mafyası , Çayhane Mafyası, Kantin mafyası, Nükleer-maden-Civa Kaçakçılığı Mafyası, Ulaşım (taksi, dolmuş, okul servisi, iş servisi) Mafyası, Nakliyat Mafyası, Oto Çekici Mafyası, Oto Kaçakçılığı Mafyası, Otogar Mafyası, Orman Mafyası, Futbol Mafyası, Kaldırım mafyası, Pazaryeri Mafyası, Su Mafyası, Insan Mafyası. Pornografi Mafyası, Reçete Mafyası, Özelleştirme Mafyası, Milli Emlak Mafyası, İş Takip Mafyası, Kokoreç-Balık ve Simit Mafyası, Balık Pazarı Mafyası, Yedd-i Emin ve İcra Mafyası, Hırsızlık Malı Pazarlama Mafyası, Müzik Mafyası, Kitap Mafyası, Bilet Jeton Mafyası, Kumar Mafyası, Kapıcı Mafyası, Kıraathane Mafyası, Göçmen Mafyası, Silah Ticareti Mafyası, Tarihi Eser Kaçakçılığı Mafyası, Kalpazanlık, Yetkisiz Para Ticareti ve Tefecilik Mafyası, Kimyasal Atık-Çöp ve Çevre Suçları Mafyası, Koruma ve Haraç Mafyası, Bilişim Suçları Mafyası, Telefon Dinleme ve İzleme Mafyası, Hapisane Mafyası, Naylon Fatura Mafyası, Gümrük Mafyası.




Yaşam alanları giderek yaygınlaşan mafya dünyasını adlandırmakta çok sayıda ifade kullanıldığına dikkat çekilen araştırmada bunların başlıcaları şu şekilde sıralandı: Mafya Ekonomisi, Yeraltı Ekonomisi, Suç Ekonomisi, Kurşun Ekonomisi, Karapara Ekonomisi, Yasa Dışı Ekonomi.




BİLDİK AMA ETKİLİ YÖNTEMLER




Adam kaçırma (Adam kaldırma), Öldürme (Temizleme), Yaralama (Topuktan vurma vs.), Dövme, Ev ve işyeri basma, Tehdit, Tecavüz, Silah zoruyla el koyma, Şantaj, kurşunlama, kundaklama gibi yöntemler kullanıyor. Çete üyeleri arasında adam dövmek, yaralamak, veya öldürmek nedeniyle sabıkalı olmak yükselmek için önemli bir avantaj yaratıyor.




TÜRK TİPİ MAFYA




Raporda Türk tipi mafyanın klasik özelliklerine de yer verildi. Buna göre, organize suş örgütlerinin yapısı bir şirket ya da holding yapısına çok benziyor. Örgüt, pramit şeklinde yapılanıyor. En yetkili karar mercii olan baba bir holdingin yönetim kurulu başkanı gibi doğal olarak pramitin en tepesinde bulunuyor. Daha altta ise orta kademe baba yardımcıları yer alıyor. Özendirme ve terfi müessesesi yasal örgütlerden farksız. Mafya üyesi eğitimi, başarıları ve tecrübesi ile rutbe alıyor. Suçu üstlenmek örgütte kalmanın en önemli unsurlarından sayılıyor. Zorda kalmadıkca güvenlik kuvvetlerine yönelik herhangi bir eylem yapılmıyor. Devlet mekanizması içerisinde bir çok unsuru kullanmak ve aracılık yapmak en büyük özellikleri arasında yer alıyor. Yakın çevre, akraba ve dostlara sürekli aylık, hediye verilmesi liderliğin gereği olarak kabul ediliyor. Sicili temiz kişilere şirket kurdurarak kara para aklıyor, küsleri barıştırarak komisyon alıyorlar. İlk yapılanma aşamasında güvenlik teşkilatından ayrılma veya emekli kişileri istihdam edilerek bunların güçlerinden yararlanılıyor. Örgüt içinde Lüks bir yaşam sergilinerek örgüt yapısını tanımayanları örgütün içine çekilmeye çalışılıyor.




Rapora göre Türk mafyasının yazılı olmayan kuralları var. Üyelerden lidere karşı mutlak itaat beklenir. Örgütün genişlemesinde hemşehricilik önemli yer tutuyor. Aranan şahıslar pasaportlarını sicili temiz kişiler üzerine çıkarıyorlar. Mal varlıklarını ise genellikle başkaları üzerine kayıtlı. Eylem yaparken kullandıkları arabalar ise genel olarak kiralık ve sahte plakalı.




HALKLA İLİŞKİLERİ PEKİYİ




Raporda mafya örgütlerinin etkili halkla ilişkiler faaliyeti yürüterek topluma hitap eden yöntemler kullandıkları belirtiliyor. Toplumsal değerlere saygı gösteren tavırları, kurdukları yardım vakıfları, adalet dağıtıyor görüntüsü veren davranışlarının yanısıra tanınmış sanatçılarla kol kola olmaları mafya imajının yumuşamasına neden olduğu vurgulanıyor.




Medyanın, haber programlarında, mafyadan sözederken kullandığı Ünlü Baba, Yeraltı dünyasının tanınmış ismi, Ünlü kabadayı, Çete reisi gibi tanımlamalar ise üstü kapalı olarak övgü içerdiği kaydedilen raporda bu terimlerin, izleyicilerin bir kısmında korku, bir kısmında ise özenti yarattığı ifade ediliyor.




DİZİLER ÖZENDİRİYOR




Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Marziye, Yılan Hikayesi, Tatlı Kaçıklar, Ana, Alacakaranlık gibi televizyon dizilerinin uzmanlar tarafından özellikle çocuklar üzerinde özendirici etki yarattığına ve iyi mafya kavramı yerleştirdiğine dikkat çekildiği belirtilen raporda, mafya babalarının Robin Hood gibi gösterilmesinin de yanlışlığına vurgu yapılıyor.




Olaylara mafyatik yaklaşım tarzının giderek yaygınlaştığına dikkat çekilen raporda, buna örnek olarak çocuk bezi reklamlarında bile mafya tiplemesinin kullanıldığı vurgulanıyor.




MAFYA DA METROSEKSÜEL




Rapora göre, Yöneticiler yasal örgütlerde olduğu gibi iyi giyimli, ciddi, prensip sahibi bir görüntü çiziyor. Uyuşturucu satıyor ancak kendisi kullanmıyor. Ancak bu “mafyaseksüel imaj” aşağılara indikçe değişiyor. Giyim kötüleşiyor, konuşma bozuluyor, dile ağır bir mafya jargonu yerleşiyor.




Rapora göre mafya üyesinin bağlı olduğu örgüte aidiyet duygusu yasal organizasyonlardaki çalışanlardan daha fazla. Diğer yandan bir mafya üyesi, örgütüne daha fazla güven duyuyor. Çünkü hapse girdiğinde geride bıraktığı ailesine ve kendisine örgüt liderinin bakacağını düşünüyor.




MAFYA DİZİLERİ İZLİYORLAR




Raporda mafya konusunda bilimsel çalışmalarıyla tanınan Mahmut Cengiz adlı bir emniyet mensubunun mafya üyeleri arasında yaptığı bir ankete de yer veriliyor. Buna göre mafya üyelerinin yüzde 54’ü evli, dörtte üçü en az dört kişilik bir aileden geliyor ve yüzde 10’u üniversite mezunu. Mafya üyelerinin en çok izlediği televizyon dizisi ise Kurtlar vadisi gibi mafya dizileri. Ankete göre Mafya üyelerinin eğitim şansı bulmaları halinde en çok bürokrat ve mühendislik olmak istiyorlar. Aralarında ciddi sayıda polis ve asker olmak isteyenlerin olması anketin en ilginç bulguları arasında yer alıyor.




MAFYA YASALARI




Raporda mafyanın kendi yasaları ve inanışları, stratejileri ve yaşam felsefelerine de yer veriliyor. Buna örnek olarak Omerta Kuralı adı verilen Bilip Susmak, Partito adı verilen Üst düzey ilişkilerle sorunu çözmek, Cosca adı verilen Sorunu şiddetle çözmek ve Solidariti adı verilen dayanışma yasaları gösteriliyor.




ATO BAŞKANI AYGÜN




Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, mafyanın son yıllarda Türkiye’nin iç tehditlerinden biri haline geldiğini söyledi. Sistemdeki aksaklıklar ve boşlukların sürekli suçlu ve mağdur ürettiğini dile getiren Aygün, işsizlik, kentsel ve yaşamsal hizmet ve ihtiyaçların yeterince karşılanmaması sonucu mafya ekonomisinin ur gibi büyüdüğüne dikkat çekti. Aygün şunları söyledi:




Namusuyla kazanmanın, üstün ahlakın, erdemin yerini (para kazan da nasıl kazanırsan kazan), (gemisini yürüten kaptan), (köşeyi dönmek), (namuslu olmak enayiliktir), gibi yozlaşmış değerlerin aldığı dönemden geçiyoruz. Ne yazık ki bu ülkede, okulda, hastanede, otoparkta, hergün en az bir kere mafya ile karşılaşıyoruz. Mafya ekonomisi ülke ekonomisine ciddi maliyetler yüklüyor. Bir kamu yatırımı için koyulan dört tuğlanın biri, yasa dışı organizasyonlara gidiyor. Devlete alınan her 4 kalemden biri, bu tür organizasyonların hanesine gelir olarak yazılıyor. Rüşvetin, yolsuzluğun maliyeti kamu kurumuna maliyet olarak geri dönüyor. Bu ülke beyaz yakalılar tarafından işin kitabına uydurularak soyuluyor. Namuslu tüccarlarımız artık kamu ihalelerine girmek istemiyor. Düzen hepimizi bozdu. Namusuyla iş yapmak enayilik olarak görülüyor. Ekonomik istikrarsızlık ve sosyal dengelerin bozulması mafyanın faaliyet alanını patlattı. Enflasyonist ortam, ekonomik kargaşa, para piyasalarındaki spekülatif hareketler, kayıt dışı ekonominin motoru durumundaki mafya ekonomisinin ekmeğine yağ sürüyor. Mafya, devletin boş bıraktığı hiç bir alanı kaçırmıyor ve bu boşlukları süratle dolduruyor.”






GusinapsE 10 Nisan 2006 22:32

Mafya Kapitalizmin Hamurundadır

Nazım Yıldırım


Hatırlanacaktır, üzerinden uzun zaman geçmedi. Tam da Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ilişkin kritik kararının hemen öncesine denk gelen bir zamanda, gerekçeleri hiç de anlaşılmaz olmayan manevralar egemen sınıflar tarafından yürürlüğe konmuş; herkesçe tanınan mafya babaları tutuklanıp, kimileri de yurtdışından getirtilmişti. Hatta gazetecilerden başlayan ve kimi bürokratları da kapsayan uzun listelerle, ucu Yargıtay Başkanına bile uzanan, mafyanın bazı “karanlık” ilişkileri ortaya serilmişti. Düzenlenen bu ilginç isimli operasyonlar esnasında yine şahit olduk ki, önde gelen devlet yetkilileri ve burjuva medya, mafyaya karşı sistematik bir mücadele yürütülüyormuş izlenimi yaratmaya bayılıyor. Halbuki emniyetin yaptığı tutuklamaların tozu dumanı ortalığı sardığında, sayfalarca haberin konusu mafya olmasına rağmen, bunların içeriğinde magazin ağırlıklı dedikodulardan başka bir şey de yoktu.
Düzenli aralıklarla olmasa bile bu türden müsamereleri egemen sınıflar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bizlere izletiyorlar. Ve bu müsamereler, çoğu kez, medyanın sağduyu sahibi kalemlerinin ve sistemin aklıselim akademisyenlerinin olmazsa olmaz bir çağrısıyla tamamlanıyor: mafyaya karşı hukuk devletini güçlendirilelim!
Tıkır tıkır işleyen bir hukuk sistemi ve “basiretli” yöneticilerle mafyayı yok etmek gerçekten de mümkün mü acaba? Mesele bu kadar basit mi? Yoksa daha derinlerde yatan sebepler, o hukuku ve o yöneticilerin ne yapacaklarını belirleyen daha temel faktörler midir mafyayı da yaratan?
Ankara Ticaret Odasının yaptırdığı araştırmada, bugün Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğünün, 238 milyar dolar olan milli gelirin dörtte birine ulaştığı, yani 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısından fazladır. Birleşmiş Milletlerin yayınladığı bir rapora göre ise, çokuluslu suç örgütlerinin yasadışı faaliyetlerinden elde ettikleri gelir yıllık 1 trilyon dolar civarında. Yani neredeyse dünyadaki en yoksul 3 milyar insanın toplam geliri kadar. Bu devasa rakamlar da ortaya açıkça koyuyor ki, mafya ne Türkiye’de ne de dünyada istisnai ya da arızi bir olgudur. Bu yüzden reformistlerin bu türden çağrıları boşuna ve ikiyüzlüdür. Mafyaya karşı mücadele hukuk devletiyle sağlanacakmış! Kimin devletinde? Kimin hukuku ile?


Mafya nereden doğar?
Kapitalist üretim genelleşmiş meta üretimidir. Bu yüzden kapitalizm mümkün olan her şeyi metalaştırır. Ancak kendi geleceğini tehlikeye sokacak, istikrarsızlık yaratacak ürünler ya da faaliyetler için bazı kısıtlamalar da getirmek zorundadır. Bu kısıtlamaları ve yasakları da kendi zor aygıtı, yani devleti aracılığıyla uygular. Uymayanlar cezalandırılır. Yine de, yukarıda belirtilen rakamların ortaya net bir biçimde koyduğu gibi, kapitalizmin uzun vadeli yararı ve istikrarı için yasakladığı ve kısıtlılar listesine aldığı mallar, hizmetler, birilerince üretilir ve pazarlanır. Yani tek tek kapitalistler için sistemin genel çıkarıyla uyumlu olmayan çıkarlar söz konusu olabilir ve onlar bunu hayata geçirmekten kaçınmazlar. Çünkü kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise yasal ya da yasadışı her türlü yolu kullanmayı gerektirir.

Bu durum, kapitalizmin çelişkili yapısı içinde anlaşılmaz değildir. Sonuçta kapitalist ekonominin doğası anarşiktir ve bir kapitalistin her şeyden önce gelen motivasyonu kendi sermayesini büyütmek için mümkün olan en yüksek kârı en kısa süre içerisinde elde etmektir. Bu yüzden yasal alanda faaliyet gösteren kapitalistlerin yasadışı ilişkilere bulaşmayacağını varsaymak budalalık olur. Kapitalistler açısından yasal ya da yasadışı alanın arasında bir ayrım yapmak anlamsızdır. Yasadışı faaliyetleri ile belirli bir düzeye geldikten sonra işlerinin bir bölümünü yasal alanda sürdürmeye başlayanlar olduğu gibi, ihtiyaç duyduğunda yasadışı yollarla etkinliğini sürdüren kapitalistler de söz konusudur. Zaten mafya ekonomisinin ulaştığı düzey başka türlü açıklanamaz; kapitalistler faaliyetlerini, olabildiği ölçüde yasal, olmadığı yerde yasadışı yollarla gerçekleştirmektedirler.


Mafya Ne Tip Faaliyetlerle İştigal Eder?

Mafya dendiğinde akla ilk gelen faaliyetler; uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi işler olsa da, ithali yasaklanan ya da kısıtlanan malların ülkeye sokulmasından, sendikal anlaşmazlıklarda patronların sendikayı sindirme faaliyetlerine kadar pek çok alanda bu örgütler arz-ı endam ederler. Hele ki “küreselleşme çağı”nda mafyanın faaliyetleri iyice çeşitlenmiştir; nükleer madde kaçakçılığı, teknoloji hırsızlıkları, marka taklitleri, kara para operasyonları, insan kaçakçılığı bunlardan sadece birkaçıdır.
Birçok kapitalist, “geciken tahsilât” sorununu “çek-senet mafyası”yla çözer. Burjuva devletin yargı organlarına intikali halinde pis kokuların yayılacağı, rüşvet vb. şeyler içeren işlerinde de patronlar hakem olarak “mafya”yı arabulucu yaparlar. Denetim altında tutulan, dolayısıyla kazancı yüksek olan, kumarhane, genelev ve benzeri yerlerin işletmeciliğinde de mafya patronlarının hâkimiyeti görülür.
Mafyanın bir diğer önemli faaliyet alanı devlet eliyle dağıtılan rantlarla ilgilidir. Devlet ihalelerinde, devlet bankası kredilerinin dağıtılmasında, ihracat, üretim teşviklerinde, özelleştirme ihalelerinde mafya, ihaleye girişleri engellemek ya da ihalenin belli bir firmada kalmasını sağlamak üzere devlet görevlilerini “ikna etmek” suretiyle çeşitli etkilerde bulunur ve payını alır. Ya da, devlet bankası kredilerinin belli kişilere kullandırılmasında aracılık etmek, anlaşmalara hakemlik etmek, sırasında bizzat kredi kullanmak yoluyla da devletin sağladığı ranttan nasiplenir. Hazine arazilerine el konulması ve bunların pazarlanması, ya da inşaat izni olmayan yerler için hileyle ruhsat alınması, mafyanın devlet üzerinden elde ettiği kazanç kapılarıdır. Bütün bu işleri gerçekleştirebilmek için elbette mafya bürokrasi içinde kendisi ile işbirliği yapan unsurlarla da birlikte çalışır.
Kapitalist toplumda zor kullanma tekeline, kapitalistler adına onların devleti sahiptir. Diğer kapitalistlerden farklı olarak mafya, yasadışılığı gereği, silahlanmak durumundadır. Ancak bu durum her koşulda devletle mafyayı karşı karşıya getirmez. Siyaset erbabı, polis, savcı vb. ile işbirliği halinde faaliyetlerini sürdüren mafya, kapitalistlerin genel çıkarlarının savunucusu ve kollayıcısı devletle de iç içe geçmiştir. Çünkü yasadışı işlerini sürdürülebilir hale getirebilmek için devletin içinde yuvalanmak zorunda olan mafya gibi, devlet de, kendi bekasını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kimi yasadışı işleri hayata geçirirken mafyayı kullanır.
Terörle mücadele adı altında sürdürülen kontrgerilla faaliyetlerinde kullanılan paramiliter grupların bir ayağının mafyada bir ayağının da devlet içinde olduğu, dünyada da, Türkiye’de de iyi bilinmektedir. Örneğin Güney Amerika ülkelerinde mücadele eden devrimcilerin karşısına çıkarılan karşı-devrimci güçlerin, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlerle finanse edildiği, ABD mahkemelerinde bile belgelenmiştir. Benzer örnekler Kürt halkına karşı yürütülen savaş sırasında Türkiye’de de yaşanmıştır. Başbakanlığın örtülü ödeneğinden trilyonlarca liranın kimseye hesap verilmeksizin aktarıldığı kontrgerilla içinde görev almış ülkücülerin, uyuşturucu trafiğinde köşe başlarını tuttukları herkesin malumudur. Bir kısmı PKK karşıtı kontrgerilla faaliyeti finansmanında kullanılmak bir kısmı da şahsi hesaplara geçmek üzere, mafyatik ekonomik ilişkilerle sağlanan gelirler devletin koruyucu kanatları altında elde edilmiştir.
Mafya örgütleri ve dolayısıyla üyeleri sanıldığı gibi başıboş değillerdir. İstediklerini keyiflerince yapan haydutların devri çoktan kapanmıştır. Kapitalizm haydutluğu da kendisi için yaptırır. Dünyadaki bütün gizli servisler, başka bir ifadeyle devletler, hiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş olan mafya örgütlerini tepeden kontrol ederler.


Mafya Sadece Az Gelişmiş Kapitalist Ülkelere Özgü Bir Sorun Değildir!

Bir dünya sistemi olan kapitalizm kendi bağrında taşıdığı mafyatik özü her yere götürmüştür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde mafya yok mu? Elbette var. Hem de diğerlerine göre kat kat büyüğüyle var. Örneğin, mafyanın isim babalığını yapan İtalya’da, mafya ekonomisinin büyüklüğü milli gelirin yüzde yirmisine yakın. Milano Ticaret Odasının araştırmasına göre, mafyanın İtalya’daki yıllık cirosu yaklaşık 133 milyar dolar.

Dünya mafyasının kontrol ettiği toplam sermayenin 8,4 trilyon dolar olduğu ve bunun %70’inin ABD mafyası tarafından kontrol edildiği tahmin ediliyor. Dünyada kara para dolaşımının ve aklanmasının sağlandığı 55 mali cennet var. Örneğin Cayman Adaları dünyanın beşinci büyük bankacılık merkezi. Bu adadaki banka ve şirket sayısı, nüfustan bile fazla. Bu malî cennetlerden yönetilen para hacminin en az 3 trilyon dolarla dünyanın toplam gelirinin yüzde 15’ini bulduğu sanılıyor.

Büyük bankalar da, off-shore bankacılığı adı verilen sistemle, hem yüksek komisyonlar karşılığı kara para aklıyor hem de bu yolla elde edilen gelirlerle mafya örgütlerini finanse ediyor. Kara para bankacılık sisteminde aklanarak dolaşıyor ve hem yasal faaliyetlere (yani kapitalizmin güya temiz para kazandığı faaliyetlere) hem de yine yeraltının finansmanına akıyor. Kara paranın makbul yatırım araçları arasında devlet tahvilleri, hazine bonoları var. Pek çok ülkede mafya örgütleri devletin önemli borç kaynağı durumunda ve böylesi araçlar vesilesiyle hükümetlerin kısa vadeli ekonomik politikalarını belirlemede dahi etkili oluyorlar.

Tayland’da uyuşturucudan elde edilen milyarlarca dolar mafya tarafından tekstil sanayiine yatırım yapılarak değerlendirilmiş durumda. Çin mafyası kara parayı serbest bölgeye akıtıyor ve yıllık iş hacmi 200 milyar dolar civarında. Rusya’da 1300 civarında olduğu tahmin edilen, birbirlerine karmaşık ilişkilerle bağlı mafya örgütleri ekonominin yüzde 40’ını, 35-40 bin işletmeyi, en az 400 bankayı kontrolünde tutuyor. Kimileri bu yüzden Rusya’daki sisteme “mafya kapitalizmi” diyor. Bu tanımlama gerçekliğin bir yönüne işaret etse de Rusya’da, Kolombiya’da ve daha pek çok ülkedeki mevcut sistemleri “mafya kapitalizmi” olarak niteleyenler aslında mafya ve kapitalizmin genelde nasıl iç içe geçtiğini anlamıyorlar.

Tüm bu anlatılanların ve yukarda belirtilen verilerin işaret ettiği gerçeklik, sistemin niteliği gereği oluşan ve kısaca mafya adı verilen yapıların kapitalizmin hamurunda var olduğu ve kapitalizm yıkılmadığı sürece ortadan kalkmayacağıdır. Bugün mafya ve kapitalist devletler aynı bütünlüğün parçalarıdır ve birbirlerinden ayrılamazlar. Yani mafya örgütlerinin faaliyetleri devletlerin engellemek isteyip de engellemeyi başaramadığı faaliyetler değildir. Mafyaya yönelik çeşitli dönemlerde düzenlenen operasyonlarsa mafyayı ortadan kaldırmak amacıyla değil, devletin mafya üzerindeki denetimini pekiştirmek için yapılır. Yıllardır yapılan tutuklamalara ve “çökertilen” mafya örgütlerine rağmen yeraltı faaliyetlerinin artarak sürmesi, kapitalistlerin niyetlerinin mafyayı ortadan kaldırmak olmadığının en açık göstergesidir.

Kapitalist sistemin lümpenleştirdiği ezilen kesimlerin bağrındaki öfkeyi kullanarak yine sistemi besleyen bir mecraya akıtan mafya örgütleri özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde popülerleşirler. Kapitalizm kendisine yönelecek tehdidin bir bölümünü böyle kontrol etmeye çalışır. 1930’ların Amerika’sında etkinliği yükselen mafyanın bu durumu tesadüfî değildi. Bu yüzden bugün de, sefaletin ve toplumsal adaletsizliğin kırbacı altında yaşayan yoksul gençler, kurtuluşlarını, televizyon dizilerinden görerek özendikleri, delikanlılıklarıyla mafyada boy gösterebilenler gibi olarak sağlayacaklarını sanıyorlar. Gerçek hayatta buna yeltenenlerin her birinin, sırası geldiğinde böcek gibi ezildiklerini bile bile üstelik. Sebebi de çok açık. Çünkü bugün onların yanılsamalarını dağıtacak ve mafyanın yerine onlara umut olacak başka bir güç ortada yok.

İşçiler içinde yaşadıkları insanlık dışı toplumsal sistemi değiştirmedikçe, hiçbir şekilde kendi yaşam koşullarını da değiştiremezler. Bu yüzden, bu toplumda var olan her türlü melanetle mücadelenin kapitalizme karşı mücadele denizine akmadıkça bir sonuç elde edilemeyeceği iyi kavranmalıdır. Gün geçtikçe insanlığı daha büyük sorunlarla yüz yüze bırakan kapitalist sistemin ideologları ne kadar yanıltmaya kalksalar da, mafyayı da kapitalizm yaratmıştır. Mafyasız bir kapitalizm olamaz. Devleti mafyayla daha yoğun bir mücadeleye çağırmak devleti de mafyayı da anlamamaktır. Bilmeliyiz ki, mafyanın varlığını, iyi işlemeyen hukuk düzenine ya da ahlakı bozuk yöneticilerin rezilliğine dayanarak açıklamak masum bir yanılgının sonucu değildir. Kapitalizmin papazları, pis kokuların ayyuka çıktığı böylesi zamanlarda sistemin iyileştirilebilir olduğu yanılsamasını işçilerin zihninde yaygınlaştırmak için bu görüşleri dillendirmektedirler.

Yaşlı kapitalizm çürüyor ve kapitalizm dâhilinde hiçbir sorunun gerçek çözümünün sağlanamayacağı gerçeği insanlık için tek kurtuluş yolu olan sosyalizme olan ihtiyacı yakıcılaştırıyor. Geçen yüzyılın başlarında sosyalistlerin öngördükleri ikilemin bugün en somut halleriyle yüz yüzeyiz. Kapitalizm insanlık arabasının yönünü barbarlığa doğru kırmıştır ve uçurumdan aşağı son sürat sürmektedir.



Mystic@L 10 Nisan 2006 22:41

http://www.sabah.com.tr/2004/10/12/im//035443B83B96724695DA47DCb.jpg http://www.sabah.com.tr/i/1_pix_beyaz.gif http://www.sabah.com.tr/i/1_pix_beyaz.gif ...Ve Peker cezaevinde

Çete kurmaktan aranan Sedat Peker dün adliyeye teslim olmaya gelirken polis tarafından 10 dakika gözaltına alındı. Sonra savcılığa çıkarılan Peker Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderildi.

Sedat Peker cezaevinde

Sedat Peker ve ağabeyi Atilla Peker teslim oldu. Gıyabi tutuklama kararı vicahiye çevrilen Peker, Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderildi.

Çıkar amaçlı suç örgütü oluşturduğu iddiasıyla 35 adamıyla birlikte gözaltına alınıp delil yetersizliği nedeniyle serbest bırakılan, daha sonra hakkında gıyabi tutukluluk kararı çıkarılan Sedat Peker teslim oldu. Hakkında arama kararı çıkarılan ve yurtdışına kaçma ihtimaline karşı tüm sınır kapıları uyarılan Sedat Peker, dün saat 15.15 sıralarında beraberinde avukatları Mehmet Doğurga, Bülent Kılıç, Turgay Özdoğan ile Beşiktaş'ta bulunan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ne geldi. Bu sırada aynı kapının girişinde bekleyen Organize Suçlar Bürosu dedektifleri Peker'i gözaltına almak istedi. Peker, teslim olacağını söyleyerek, direnmek istedi ama dedektifler, Peker'i gözaltına aldılar. Kısa süre sonra ise mahkeme binasına Peker'in ağabeyi Atilla Peker ile aranan sanıklardan Hüseyin Nalbantoğlu geldi. Atilla Peker ve Nalbantoğlu içeri girerek teslim oldu. Yaklaşık 10 dakika sonra ise Organize Suçlar Bürosu ekibi, Sedat Peker'i adliyeye getirdi. Nöbetçi İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne çıkartılan Peker kardeşler hakkındaki giyabi tutuklama kararı vicahiye çevrildi. Zanlılar tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderildi. Önceki gün de aynı operasyonunda gözaltına alınan zanlılardan Atilla Ekser adliyeye gelerek teslim olmuştu. Hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan Alibin Kalkan, Hakan Öztürk ve Ali Şahin Gürman ise aranıyor. Bu arada Peker'in eğlence kulüplerinin güvenliğini ele geçirmek için görevlendirdiği Boğaç Kaan Murathan'ın, Rize Valisi Enver Sedatoğlu'na kendilerini işadamı olarak tanıtarak silah ruhsatı almayı başardığı iddia edildi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün durumu bildirmesi üzerine ruhsatın iptal edildiği ileri sürüldü.


Misafir 10 Nisan 2006 22:47

İzmit'te mafya savaşı
gönderen: anti-mafya Monday March 13, 2006 at 04:35 PM

Geçtiğimiz Cuma İzmit'te, Susurluk olayında Kocaeli Çetesi olarak adı geçen çetenin elebaşı Hadi Özcan'ın da içinde bulunduğu ve ülkü ocakları başkanına ait olan otomobile, minibüs yolunda kalaşnikofla açılan ateş sırasında yoldaki bir yolcu minibüsü de isabet aldı. minibüs şoförü de dahil, 9 kişi yaralandı. Minibüs'te yaralananlardan İnci Ercan şu an kafasında bir mermiyle Kocaeli Üni. Hastanesi'nde yoğunbakımda bulunuyor. Hadi Özcan'ın bulunduğu arabada yine kafasından vurulan bir kişi de yoğun bakımda ve umut kesilmek üzere. İnci Ercan yaşam savaşında, ama umutlar gün geçtikçe tükeniyor, çünkü durumu değişmiyor, zaman geçiyor..
Olayda ateş açan "kar maskeli kişiler"in kullandığı otomobil daha sonra seri numaralrı silinmiş ve yakılmış olarak bulundu. Bu, olayın profesyonel ellerce, daha da ötesi devlet eliyle gerçekleştirildiği şüphesini yaratıyor. Henüz bir fail bile yakalanmış değil..

Derin devlet mi deniyor? Devlet her zaman derin!
Susurluk devlettir! Şemdinli devlettir!


GusinapsE 10 Nisan 2006 22:51

PKK’da mafya çatışması

PKK’dan ayrılan eski örgüt militanları silah kaçakçılığı, uyuşturucu, çek senet tahsilatı işine girdi. PKK kendisinden kopan ve mafyalarla birlikte çalışan mensupların peşini bırakmıyor. Öte yandan, çözülen PKK’nın parçaları artık bağımsız hareket ediyor.
http://www.aksiyon.com.tr/resim/556/50.jpg

PKK, silahlı eylemlere yeniden başladı. Her geçen gün saldırıların şiddeti artıyor. Yollara mayınlar döşeniyor, vur-kaç taktiğiyle güvenlik güçlerine zarar verilmeye çalışılıyor. Terör örgütü, bu eylemlerle “ben de varım” demek istiyor. Ancak, kendi içinde önemli sorunlar da yaşamıyor değil. Özellikle, tek merkezden yönetilen katı hiyerarşik sistemin bozulmasının bir sonucu olarak örgütün küçük gruplar halinde bağımsız hareket etmesi gözlerden kaçmıyor. Aslında söz konusu bölünme örgütün taktiksel planı değil. Daha çok kendi içindeki parçalanmanın bir delili. Nitekim, dağda eli silahlı teröristler arasında başlayan çözülme şehirlerde mafyalaşma olarak karşımıza çıkıyor. “Mafya, çete” gibi kavramlarla ifade edilen bu rant kavgası, farklı grupları karşı karşıya getiriyor.

Örgüt içindeki çıkar çatışması eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın öldürülmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. Fırat Aydınkaya, Özgür Gündem gazetesinde yer alan bir yazısında, cinayetin Kürt cephesindeki değişik çetelerin işi olabileceği şüphesinin değişmediğini söylüyor. Aydınkaya’nın kullandığı “çete” ibaresini İmralı’daki terörist başı Abdullah Öcalan da açıklamalarında kullanarak, artan bölünmeleri ve ayrılığı mafyalaşma olarak tanımlıyor. Öcalan, örgütte liderlik ve rant kavgasının yaşandığını, bu durumun da hizipçiliği körüklediğini söylüyor: “Bunlar Şemdin (Şemdin Sakık’ı kastediyor) tarzıyla gençlerimizi ölüme götürmeyi bir yanlışlık görmeyecek kadar mafyalaşmışlardır.”

Öcalan’ın altını çizdiği mafyalaşma PKK’da son bir yılda iyice kendini belli ediyor. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, haraç alma, çek senet tahsilatı ve insan kaçakçılığı gibi organize işlerden büyük paralar kazanan örgüt mensupları, PKK’dan bağımsız ama PKK adına hareket ederek oluşturdukları gruplarıyla rant sağlıyor. PKK’nın dağdaki sorumluları ise bu işlerden elde edilen paraların kendilerine ulaşmamasından rahatsız. Bu nedenle onlara karşı ciddi bir savaş başlatmış durumda.

Örgüt kaynaklarına ve bildirilerine yansıyan bilgilere göre PKK’lılar, Türkiye’de özellikle sahil kesiminde ve kısmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Kıbrıs ve Avrupa ülkelerinde mafyalaşmış vaziyette. Kandil’de bulunan terörist Murat Karayılan zaman zaman yaptığı açıklamalarda, bazı örgüt üyelerinin mafyalaştığını, uyuşturucu, kadın ticareti, insan kaçakçılığı gibi alanlardan elde ettikleri paralarla kendilerine lüks hayatlar sağladıklarını dile getiriyor. Karayılan, “Bizden ayrılan hainler gidip kendileri gruplar oluşturuyor. Bunlarda dava yok, tamamen kendi çıkarları var. Artık mafya olmuş bunlar. Kıbrıs’talar, Avrupa’dalar. Sahil şehirlerinde keyif çatıyorlar.” diyor.

Türkiye ve Avrupa’da Kürtlerden zorla toplanan paraların Kandil’e ulaşmaması üzerine sorunun halledilmesi için geçmiş dönemlerde terörist Rıza Altun’un görevlendirildiği, Altun’un kayıp paralarla ilgili kapsamlı soruşturma yürüttüğü ve paraları kendi zimmetine geçiren veya kendi şahsi çıkarı için kullanan çok sayıda örgüt sorumlusunun cezalandırılması yönünde rapor hazırladığı belirtiliyor. Bu raporlarda ismi geçenlerin mafyalaştığı ve kendi başına hareket ettikleri vurgusu yapılarak öldürülmeleri gerektiği şerhi düşülüyor. Musul’dan Suriye’ye giderken Senpal kasabası yakınlarında öldürülen Meysa Baki, Himmet Toprak, Nebo Ali, Hacı Cumali ve Zekerya İbrahim’in PKK tetikçileri tarafından paraları örgüte teslim etmedikleri gerekçesiyle cezalandırıldığı ileri sürülüyor. Aynı akıbeti PKK’nın Ermenistan’daki kasası olarak bilinen ve Ermeni mafyası ile işbirliği içinde olan Murat Yücel ve sevgilisi Mizgin kod adlı örgüt mensubu da yaşadı. Söz konusu kişilerin, PKK’dan talimat alan Kargo Süleyman kod adlı tetikçi tarafından başları kesilerek öldürüldükleri belirtiliyor.

Yine terör örgütü adına uzun yıllar çalışan ancak sonradan PKK’dan ayrılarak bulundukları ülkelerdeki mafyalarla işbirliği içine giren örgütün Avrupa kasası Salih Tatoğlu, Rusya Federasyonu sorumlusu Nuran Uçar infaz edilirken bunları Almanya’da Mustafa Günaydın, Ermenistan’daki mali işler sorumlusu Murat Bayun, Karabağ’da 300 bin dolar alarak kaçan İran sorumlularından Muhammed Aslan, Urumiye’de 400 bin Euro’yu zimmetine geçiren örgütün mali işleri sorumlularından Kemal Durmaz’ın Belçika’daki infazları takip ediyor.

Türkiye, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa hattı üzerinden insan kaçakçılığı yapan ve Murat Karayılan tarafından “insan mafyası” olarak tanımlanan Celal Güneş ve ekibi geçtiğimiz aylarda Romanya’da yakalandı. Celal Güneş Romanya Organize Suçlarla Mücadele Birimi’ndeki ilk ifadesinde örgütün mafyalaşması ile ilgili önemli bilgiler veriyor: “Kendi adıma çalışıyorum ve bu ticaretten büyük para kazanıyorum. Eskiden PKK adına çalıştım. Benim gibi olan başkaları da var. Artık herkes kendi grubuyla birlikte hareket ediyor.” Romanya ve Türkiye emniyet birimlerince hazırlanan raporda da Celal Güneş’in önceleri insan kaçakçılığından topladığı paraları Kuzey Irak’a aktardığı ancak son dönemlerde elde edilen paraları kendisi için kullandığı kaydediliyor.

Örgütten ayrılıp kendi oluşturdukları gruplarıyla mafyacılığa başlayan PKK’lılar haricinde mafya gibi hareket eden ve tamamen PKK’daki bölünmüş gruplar adına çalışan örgüt mensupları da var. Bunlar, silahlı gruplar adına hareket ediyor ve Kürtlerden haraç topluyor. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu’daki silah, uyuşturucu ve mazot kaçakçılığından da pay alıyor. Elde edilen gelirler de silahlı militanlar için harcanıyor. Terörün şehirdeki kolu olan ve bir mafya grubu gibi hareket eden teröristler PKK’dan ayrılan ve mafyalaşan gruplara karşı da mücadele ediyor.

PKK paramparça

PKK’daki parçalanmanın giderek arttığına dikkat çeken Emniyet yetkilileri, örgüt içinde Abdullah Öcalan’a muhalif 1500 kişinin kamplarda infaz edildiğini söylüyor. Terörist başı Öcalan’ın talimatı ile infazı gerçekleştirilen 50’ye yakın üst düzey örgüt yöneticisi bulunduğu belirtiliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün PKK ile ilgili bir raporunda terör örgütünün yediye bölündüğüne dikkat çekiliyor. Raporda, PKK’lı teröristlerin bugün sadece sekizi Kandil Dağı’nda olmak üzere örgüte ait Irak ve İran topraklarında yer alan toplam 24 farklı kampta örgütsel faaliyetlerine devam ettiği vurgulanıyor.

Raporda terör örgütü PKK’nın içinde, Mehmet Can Yüce ve Meral Kıdır’ın başını çektiği Devrimci Çizgi Savaşçıları Grubu; Sait Çürükkaya, Yıldırım Kaya ve Ayhan Çiftçi’den oluşan Özgürlük İnisiyatifi; cezaevinde yatan Ferhat Güllü’nün de aralarında bulunduğu Kürt Aydın Grubu; Vejin M. Cahit Şener, Cihangir Hazır ve Abdurrahman Kayıkçı’nın öncülüğündeki 4. grup; Hamili Yıldırım, Orhan İlbay ve Haydar Alpaslan Kayıkçı’nın öncülüğündeki 5. grup; Selahattin Çelik, Şükrü Gülmüş ve Baran Funderkan’ın bir araya gelerek oluşturdukları 6. grup ile en son Osman Öcalan’ın da içerisinde yer aldığı bir grup üst düzey örgüt mensubu tarafından kurulan Demokratik Barış İnisiyatifi diye 7 ayrı grubun bulunduğu belirtiliyor.

2-5 Ağustos 2004 tarihinde yaptığı kongre ile PWD (Partiya Welatparez Demokratik) Demokratik Yurtsever Parti isimli partiye dönüşen 7. grubun içinde, 6 Temmuz günü Diyarbakır’da öldürülen Hikmet Fidan da yer alıyordu. Ama emniyet raporunda ele alınmayan ve dağdaki asıl grup içinde de bölünmenin olduğu örgütün kendi kaynaklarında ortaya çıkıyor. Murat Karayılan ile Cemil Bayık grubu arasında ciddi bir tartışmanın olduğu ve iki grubun birbirinden bağımsız hareket ettiği belirtiliyor.

Dağda şiddet yanlısı PKK ile PKK Devrimci Çizgi Grubu sonuna kadar silahlı mücadeleyi savunuyor. Devrimci Çizgi Grubu daha çok Tunceli kırsalında faaliyet yürütüyor. Bu grup çoğunlukla üniversite eğitimi almış kişilerden oluşuyor. Pek çoğunun Kürtçe bilmediği PKK Devrimci Çizgi Grubu, zaman zaman PKK’dan bağımsız olarak silahlı eylemde bulunuyor. Terörist Murat Karayılan’ın kaçırılan er Coşkun Kırandi’yi teslim etmeye hazır olduklarını açıkladığı sırada Bingöl’ün Yayladere İlçesi Belediye Başkanı Haşim Akyürek’in kaçırılması bir tezat olarak algılandı. Ancak Belediye başkanını PKK Devrimci Çizgi Grubunun kaçırdığı ve Karayılan’dan bağımsız hareket ettikleri belirtiliyor.

Bu gruplar haricinde emniyetin raporuna yansımayan iki grup daha bulunuyor. Üniversite öğrencilerinden oluşan Demokratik Gençlik (Dem-Genç) daha çok gençleri örgütleme ve şehirlerde gösteri ve yürüyüş eylemleri düzenliyor. Haziran ayında emniyet birimlerince Ankara ve Sivas’ta yapılan operasyonlarda toplam 21 kişi tutuklandı. Diğer bir grup ise Dem-Genç’in aksine silahlı eylemi savunan ve şehirlerde daha çok patlayıcı madde kullanarak eylem yapmak isteyen Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK). Bunlar Kandil’den emir aldıkları gibi çoğu zaman da bağımsız hareket etmeyi yeğliyorlar. Çeşme ve Kuşadası’ndaki patlamaları gerçekleştiren örgüt kendi eylemlerine devam edeceklerini de belirtiyor.





Mystic@L 10 Nisan 2006 22:52

Abdullah Çatlı
Nevşehir'de 1956 yılında doğdu. 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı, 1978'de Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkan Yardımcısı oldu.

Çok sayıda siyasi cinayet, bombalama, kahve tarama ve hapisten adam kaçırma gibi olayların örgütleyicisi olarak suçlandı.

25 Ağustos 1978'de Sakarya'da Nevzat Bor ve Mustafa Pehlivanlı'yla birlikte gözaltına alındı. İstanbul'a götürülen Çatlı, daha sonra serbest bırakıldı. Ankara polisi tarafından tekrar gözaltına alınan Çatlı, tekrar serbest bırakıldı.

Çatlı, ÜGD Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, ÜGD'nin yerine Ülkü Yolu Derneği'ni Nevşehir'de kurdu. 11 Temmuz 1978'de Ankara'da işlenen Doç. Dr. Bedrettin Cömert cinayetinin faili olarak arandı.

7 TİP'li genç cinayeti
9 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi gencin öldürüldüğü olayın düzenleyicisi ve baş sorumlusu olarak hakkında 1982 yılında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.

Çatlı, daha sonra İstanbul'a yerleşerek Hasan Kurtoğlu sahte kimliğiyle yaşadı ve birçok eyleme karıştı. Bu dönemde, silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla yakın ilişki kurdu.

Mehmet Ali Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılması olayının organizasyonunda yer aldığı, Ağca'yı evinde sakladığı ileri sürüldü.

12 Eylül'den sonra Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden sağladığı sahte pasaportla yurtdışına çıktı. 13 Mayıs 1981'de Ağca tarafından gerçekleştirilen Papa suikastının düzenleyicileri arasında yer aldığı öne sürüldü.

22 Şubat 1982'de İsviçre'de Mehmet Saral adına düzenlenmiş bir pasaportla, Mehmet Tarol adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Oral Çelik ve Durmuş Unutmaz adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Mehmet Şener'le birlikte yakalandı. Çatlı serbest bırakılırken, Mehmet Şener tutuklandı.

ASALA ve Papa

MİT'in resmi belgelerinde, 22 Ekim 1983'te Paris'te MİT'le temasa geçtiği ve ASALA'ya karşı beş ayrı eylemde yer aldıktan sonra 24 Ekim 1984'te uyuşturucuyla yakalandığı gerekçesiyle ilişkisinin kesildiği yer aldı.

22 Ekim 1984'te Paris'te 450 gram eroinle yakalandığı için Fransa'da 4.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Papa suikastını kendisinin planladığını, Oral Çelik'i bulabileceğini, bildiklerinden dolayı iki kez öldürülmek istendiğini, serbest kalmak garantisiyle herşeyi anlatabileceğini söyledi. Ancak mahkemede verdiği ifadede söylediklerini reddetti.

Uyuşturucu bulundurmak suçuyla yedi yıl ceza aldığı İsviçre'ye iade edildi. Bu dönemde Türkiye'nin iade talebi, idamla yargılandığı gerekçesiyle Fransa tarafından reddedildi. 21 Mart 1990'da İsviçre Bostadel Cezaevi'nden kaçtı.

Türkiye'ye gizlice geldikten sonra Şahin Ekli ismiyle kullandığı pasaportun sahte olduğunun anlaşılması üzerine 1993'te Yeşilköy Havalimanı'nda gözaltına alındı ancak serbest bırakıldı.

İşadamı Mehmet Özbey
Çatlı, 3 Ekim 1994'te İstanbul'da yabancı plakalı kaçak durumdaki araç ile yakalandı ve Mehmet Özbey kimliğiyle çıkarıldığı savcılık tarafından kayden işlem yapılarak serbest bırakıldı.

Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğiyle Baysa İnşaat, GSC Tekstil Ürünleri, Limon Lokantacılık, Japet Et Mamülleri, Sultan Tekstil ve Gülden Tekstil adlarında altı şirkette ortaklığı olduğu ortaya çıktı.

Çatlı; Mehmet Özbay, Mehmet Özbey, Abdullah Çatalı, Abdullah Çaltı, Mehmet Saral, Hasan Dağarslan, Hasan Kurtoğlu ve Şahin Ekli sahte isimlerini kullanıyordu.

Çatlı, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında, DYP Milletvekili Sedat Bucak, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve sevgilisi Gonca Us'un da içinde bulunduğu bir arabada öldü.

Çatlı'nın üzerinden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın imzasının bulunduğu silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport çıktı. Çatlı'nın otopsi raporunda ölmeden önce kokain kullandığı belirlendi.




Misafir 10 Nisan 2006 22:54

Dünden bugüne adım adım Susurluk...
Herşey bir trafik kazasıyla başladı ve hiçbir şey eskisi gibi olmadı!
Susurluk'ta Mercedes marka otomobilin bir kamyona arkadan çarpması sonucu ortaya çıkan ilişkiler ve iddialar, yaklaşık 4 yıldır kamuoyunun gündeminden düşmedi.
İstanbul yönüne seyir halinde olan 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, 3 Kasım 1996 günü saat 19.15 sıralarında Susurluk'un Uçakyolu Mevkii'nde benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarptı. Kazada, özel otomobilde bulunan 4 kişiden 3'ü ölürken, 1'i ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Buraya kadar her şey normal bir trafik kazası gibi görünürken, aradan geçen saatler içerisinde kazada ölen kişilerin İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üzerinden ''Mehmet Özbay'' adına düzenlenmiş kimlik çıkan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us, yaralanan kişinin de DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu anlaşılınca olay Türkiye gündemine adeta ''bomba gibi'' düştü.
''Temiz toplum, temiz siyaset'' anlayışını savunanların ''Milat'' olarak kabul ettikleri 3 Kasım 1996 tarihinden sonra ortaya çıkan ilişkiler ve iddialar, yaklaşık 4 yıldır kamuoyunda değişik boyutlarıyla tartışılır hale geldi.

İlk ceza kamyoncuya
Kazadan bir gün sonra ''Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu birden fazla kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına yol açmak'' suçundan tutuklanan kamyon şoförü Hasan Gökçe, kazada 8'de 6 oranında kusurlu bulunduğu için 26 Mayıs 1997'de Susurluk Asliye Ceza Mahkemesi'nce 3 yıl hapis ve 945 bin lira ağır para cezasına çarptırıldı.
Hapis cezası 6 milyon 420 bin lira ağır para cezasına çevrilen Gökçe, ayrıca Hüseyin Kocadağ'ın eşi Kıymet Kocadağ'a da 100 milyon lira tazminat ödemeye mahkum edildi. Uzun süre Denizli'nin Buldan İlçesi'ndeki evinde olayın şokunu atlatmaya çalışan Gökçe, daha sonra şoförlüğe geri döndü, ancak 1 Temmuz 1998'de Manisa'nın Ahmetli İlçesi'nde başka bir kamyonla çarpıştı.
Bu kazaya ilişkin Ahmetli Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanan Gökçe, olayda kusuru bulunmadığı gerekçesiyle beraat etti.

DGM çete soruşturması başlattı
Medyanın kazadan sonra olayı ''Siyasetçi-polis-mafya'' üçgeni içinde tutması nedeniyle yayınlanan haberleri ihbar kabul eden İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 Kasım 1996'da, ''Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak'' suçundan soruşturma başlattı.
Soruşturma sırasında, milletvekili Sedat Edip Bucak'ın resmi korumalığını yapan özel timci polis memurları Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz'ın, kumarhaneci Ömer Lütfü Topal'ın 28 Temmuz 1996'da Sarıyer'de öldürülmesinden sonra gelen bir telefon ihbarı üzerine Topal'ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir'le birlikte İstanbul Emniyeti'nce gözlem altına alındığı, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın talimatıyla Ankara'ya gönderilerek serbest bırakıldığı ve daha sonra Bucak'a koruma olarak verildiği ortaya çıktı.
Ataköy'deki evinde yeşil pasaport, Mehmet Ağar imzalı Emniyet Genel Müdürlüğü'nde uzman olarak görev yaptığını gösterir belge ve silahlarla yakalanan uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz'ün de, yine aynı şekilde Ankara'dan gelen talimatla serbest bırakıldığı anlaşıldı.
Bu arada, İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı'nın, Özel Tim'de görevli polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu'nun oğlunun sünnet düğününde dönemin Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve polis memuru Ayhan Çarkın'la oynarken çekilmiş fotoğrafları da basında yer aldı.
Silivri'de otomobili terk halinde bulunan MİT eski görevlisi işadamı Tarık Ümit'in kaybolmasından da, bazı özel tim mensupları ve polis şeflerinin sorumlu oldukları öne sürüldü. Soruşturmayı yürüten DGM Cumhuriyet Savcıları Aykut Cengiz Engin, Ahmet Gürses ve İrfan Özliyen, bildiklerini dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e şifai olarak anlatan İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı ve MİT eski görevlisi olan Emniyet Genel Müdürü Müşaviri Korkut Eken'in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişiyi dinledi.
Savcılar ayrıca, talimat yazısıyla Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Dilaver Kahveci'nin, 4 Aralık 1996'da milletvekili Sedat Edip Bucak'ın Ankara'daki lojmanında ifadesinin alınmasını sağladılar.

Dava açılıyor
Soruşturma aşamasında özel timci polis memurları Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy'u 13 Ocak, Mustafa Altunok ve Enver Ulu ile Bucak'ın şoförü Abdülgani Kızılkaya'nın da 14 Ocak 1997 tarihinde ''Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak'' suçundan tutuklanarak Metris Cezaevi'ne gönderilmesini sağlayan savcılar, 27 Ocak 1997'de savcılık sorgusunun ardından mahkemece tutuklandığını anlayınca DGM'den firar eden polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu ile Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, polis memuru Ayhan Akça, uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz, Topal'ın iş ortakları Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan hakkında da gıyabi tutuklama kararları çıkarttılar.
Bu kişilerden Yaşar Öz'ün gıyabi tutukluluğu 8 Nisan 1997, İbrahim Şahin'in 11 Mart 1997, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça'nın 12 Mart 1997, Ali Fevzi Bir'in 9 Ekim 1997 ve Sami Hoştan'ın da 6 Şubat 1998 tarihinde vicahiye çevrildi. Soruşturmayı 6 Mart 1997'de tamamlayan İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, İbrahim Şahin, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ziya Bandırmalıoğlu, Abdülgani Kızılkaya, Yaşar Öz ve Korkut Eken hakkında ''Cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak'' ile ''Hakkında yakalama ve tevkif müzekkeresi bulunan kişiyi yetkili mercilere haber vermemek'' suçundan 5 ile 9'ar yıl arasında ağır hapis cezası istemiyle dava açtı.
Kazada öldükleri için Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us hakkında dava açılmasına gerek görmeyen başsavcılık, daha sonraları yakalanan Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan ve Haluk Kırcı'yı da ek iddianamelerle davanın sanıkları arasına kattı.

İddianame: "Kontroldan çıkmışlar"
Susurluk'taki kaza, ortaya atılan iddialar, sanıkların ilişkileri ve ele geçirilen delillerin detaylı olarak irdelendiği 42 sayfalık ana iddianamede, ''Türkiye'de katliam sanığı olarak aranan silahlı eylemci ile bu kişiyi yakalamakla görevli üst düzey bir emniyet mensubu, polis memurları ve bir milletvekilinin bir arada olmasının, ruhsatlı silahlarının yanı sıra saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılan vahim silahlar ve mermileri yanlarında bulundurmaları, basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir'' tespitine yer verildi.
"Yasadışı bölücü terör örgütlerine destek veren kişilerle hukuki yollarla mücadele edebilmek imkanı bulunmadığını düşünen bir kısım görevlilerin, muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, bir kısım yönetici ve siyasetçiler ile Özel Harekat Daire Başkanlığı'nda görevli bazı polis memurlarından teşekkül oluşturdukları'' iddiasının da yer aldığı iddianamede, ''Bu teşekküldeki şahısların kimlikleri, görev alanları ve ülkedeki etkinlikleri dikkate alındığında teşekkülün eylemlerinin yetkili ve görevli merciler tarafından artık kontrol edilemez boyutlara ulaştığı görülmüştür'' denildi.
İstanbul 6 No'lu DGM'de açılan davanın ilk duruşması, 2 Haziran 1997 tarihinde yapıldı.

Erken gelen bayram
Yargılama aşamasında bu sanıklardan Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy 290, Mustafa Altunok 204, Abdülgani Kızılkaya 193, İbrahim Şahin 185, Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu 184'er, Enver Ulu 141, Ali Fevzi Bir 119 ve Sami Hoştan da 31 gün tutuklu kaldıktan sonra kutlamalar eşliğinde Metris Cezaevi'nden tahliye edildiler.
Başka bir dava kapsamında tutuklu bulunan Yaşar Öz ise, bu davadan 105 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu. Sonradan yakalanan Haluk Kırcı da, bu davada 155 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi.


Misafir 10 Nisan 2006 23:19

Alphonse Capone (17 Ocak1899-1947), Brooklyn doğumlu İtalyan asıllı mafya lideri.
Amerikan ekonomisinin zor günler yaşadığı 1930'larda güç kazanmaya başlayan Al Capone dönemin yasakları ve bu yasakların doğurduğu fırsatları son derece profesyonel yöntemlerle karşılamış, böylece hem maddi hem de politik güçlerini artırmıştır.
Büyük Buhran yıllarında neredeyse hükümet kadar söz sahibi olan ünlü gangster Al Capone suç işlemeye çocukken başladığını şu sözlerle açıklamıştır;
Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.
Al Capone' un işlediği en kanlı olay rakibi Bugs Moran çetesinden 7 kişiyi polis kiyafeti giymis adamlarına öldürttüğü katliamdır.Amerika'da cok meshur olmustur. 14 Şubat'a denk gelmesi enteresan bir tesadüftür.
Amerikalı gangster Al Capone, 17 Mayıs 1929'da ruhsatsız silah taşımaktan bir yıl hapis cezası yedi.
İşlediği diğer suçlardan dolayı bir türlü ele geçmeyen Al Capone, vergi kaçakçılığından 22 Ekim 1931 tarihinde 11 yıl hapis cezası aldı.Vergi kaçakçılığından yakalanarak ünlü Alkadraz hapishanesine atılan Capone orada hastalanmış ve çıktıktan kısa bir süre sonra ölmüştür.


Mystic@L 10 Nisan 2006 23:28

Sedat Peker Kimdir?

Sedat Peker ile ilgili operasyonun isimleri bile ilginç. Birincisi Avrasya, ikincisi ise Kelebek operasyonu olarak kayıtlara geçti. İşin şaşırtıcı yanıysa ilk verilen intiba, sanki Sedat Peker'i en yakın ağaca asacaklardı. Görsel ve yazılı medyanın ilk sırasına oturan Peker'i mahkeme serbest bırakınca o bile şaşırmıştı. Gerçi akabinde Savcı'nın itirazı üzerine gıyabi tutuklaması çıkmış ve Sedat Peker bir ambulansla Adliye'ye gelip teslim oldu. Fakat Sedat Peker'in polisler arasında ilk Adliye'ye götürülürken 'Bana Komplo kurdular' diye sürekli bağırmasının nedenini çok yönlü araştırıp bu kitapta detaylı olarak yazdım. Türkiye'de Organize Suçlar ilk kez 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmaya başladı. Demokrasi, Liberal Ekonomiyi, Liberal Ekonomiyse yer altı dünyasının gelişimini hızlandırdı.1980'ler Turgut Özal'ı, Özal ise serbest ekonomiyi ve yurt dışındaki kara paranın hayali ihracatla Türkiye'ye akışı hızlanmasını sağladı. Yeraltı dünyasının tanınmış isimleri fabrikalar almaya, Akdeniz Bölgesinde Turizme el atmaya başladılar. Sedat Peker Operasyonu sıradan bir Operasyon olmayıp, o ve onun gibilerini kızağa çekerek meydanı başkalarına mı bırakıp, bırakmadıklarını hep birlikte göreceğiz.



GusinapsE 11 Nisan 2006 00:00


MAFYA ÖRGÜTLERININ TARIHI

Mafyanin tarihte ilk varligi, Italya’nin Sicilya adasinda ortaya çikmis fakat daha sonralari tüm ülkeye yayilmistir. Genellikle ekonomik temele dayanan ve siyasi hedeflere de yönelen, karmasik ve gizli suç organizasyonlari seklinde gelisme göstermistir. Italyanca’daki “MORTE ALLA FRANCIA ITALIA ANESTA” yani “Fransa’ya ölüm, yasasin Italya” sözlerinin bas harflerinden olusan MAFIA ; 18. yüzyilin ortalarinda Sicilya ve Sardunya Adalarindaki halkin Italya’ya bagli kalabilmek için Fransa’ya karsi verdigi bagimsizlik mücadelesinden dogmustur.
19’ncu yüzyilda birbirine düsman gruplarin bir mücadele araci olarak silahli çeteler beslemeleri veya bunlara basvurmalari da mafyanin dogumuna sebep olmustur. Mevcut toplumsal ve siyasal yapiyla çelisen ideolojik görüsleri, hukuka aykiri yöntemlerle sisteme egemen kilmak amaciyla olusturulmustur.
Baslangiçta yeralti bir yurtsever dernegi olarak kurulan MAFYA özellikle ülkedeki sosyal, ekonomik ve siyasal dalgalanmalar sonrasinda, bu siyasi yapilanma, amaç ve sekil degistirerek, toprak sahiplerinin arazilerinin yagmalanmasinin önlenmesinde silahli gruplar olarak kiralanmislar, bilahare bu silahli gruplarin aileleri 20’nci yüzyil baslarinda A.B.D’ye göç etmeleri ile mafya bu ülkede de zemin bulmus ve çok kisa sürede gelismistir. Böylece organize suçluluk (MAFYA) Dünya gündemini etkilemistir. Organize suçlarin tüm dünyada yayginlasmasi üzerine bu suçlarla mücadele için çareler aranmasina yönelinmistir. Bu kapsamda; özellikle “Suçlarin Kovusturulmasi”, “Delillerin Saglanmasi”, “Zanlilarin Konumu” ile “Koruma Tedbirleri” ve “Yargilama Yöntemi”ne iliskin istisnai ceza yargilamasi usulleri kabul edilmistir.
A.B.D’de organize suçluluk denilince akla LA COSA NOSTRA (LCN) denilen bu yirmi dört aile gelmektedir. LCN hem sendika kasasina egemen olmak, hem de isvereni baski altina almak için isçi sendikalarini denetimine almis; kurduklari firmalari yasa disi yollarla tekellestirmis, sans oyunlarini kontrol altina almis, is yerlerini haraca baglamis, tefecilik ve cürüm esyasi ticareti ile ilgilenmis ve son yillarda da giderek artan bir sekilde de uyusturucu ticaretine girmistir.
Ülkemizde ;
Mahalle kabadayilari ve bunlarin etrafinda toplanan adamlarinin olusturduklari küçük gruplar halindeki olusumlar, 1970’li yillara gelindiginde ülkemizdeki ekonomik sikinti ve sosyal dengesizlikler nedeniyle baba tabir edilen sahislar ve bunlarin adamlarindan olusan organizasyonlar olarak ortaya çikmistir.
Ülke içerisindeki ekonomik sinirlamalar, halkin ihtiyaç duydugu birçok tüketim malinin darligina sebep olurken, bu mallarin karaborsasinin olusmasina neden olmustur. Ülkede zor bulunan veya hiç bulunamayan bu mallarin temin edilmesi halinde getirecegi karin cazibesi, organize suç gruplarini harekete geçirmistir. Özellikle kaçakçilik faaliyetlerinin dogurdugu riskler bu organizasyonlarin kamu ve siyasal alanda etkili ve yetkili insanlarin yardimina ihtiyaç duymalarini zorunlu kilmistir.
Bu faaliyetler 1970’li yillarda silah, yabanci içki, sigara ve döviz kaçakçiligi ile baslamistir.
1980’li yillarda ihracatin arttirilmasi için hükümetin verdigi tesvikler sayesinde organize suç örgütleri, yurt disinda bulundurdugu dövizleri, ihracat karsiligi kazanilmis gibi gösterip ülkeye getirmeye baslamis, bu arada silah kaçakçiliginin yerini altin kaçakçiligi almistir.
1980’li yillarin ortalarina gelindiginde ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle bir çok isadaminin borçlarini ödeyemez duruma düsmesiyle birlikte, yasal yollardan tahsil edilmesi çok zaman alan hatta bazen de imkansiz olan alacaklarini bir an önce elde edebilmek için organize suç örgütleri devreye girmeye baslamis ve çek-senet tahsilati sektör haline gelmistir. Örgütlenen gruplar, kamuya ait arazileri isgal ederek satilmasina aracilik etme, ihaleye giren kisileri tehdit ve baski altinda tutarak menfaat temin etme, gelir düzeyi yüksek insanlari tehdit ve baski altina alarak haraç alma olaylarini gerçeklestirmeye baslamislardir.
1997 yilina gelindiginde; çek-senet tahsilati, ihale, kiralik suç, hirsizlik mali pazarlama, okul çeteleri, kasa hirsizligi, oto hirsizligi, fuhus, göçmen kaçakçiligi, isçi simsarligi, kara para aklama konulari organize hale gelmistir. Karaborsa ile baslayan haksiz kazanç, özellestirme ihaleleri ile trendinin en üst sinirina yükselmistir.
1980 öncesine intikal eden bir gelisim sürecine sahip olan bu suçlar 1997-2001 yillari itibariyle ülke gündeminde en belirgin seklini almistir. Bu durum organize suçun yeni olusan bir suç türü gibi algilanmasina neden olmus ve bu suç türü dünya ülkelerini etkiledigi gibi, ülkemizde de liberal ekonomik sisteme geçis ile gündemin üst siralarinda yerini bulmustur. Bu hizli gelisim neticesinde; organizasyonlarin ortaya çikarilmasi ve çökertilmesi, klasik zabita yöntemlerinin disinda daha profesyonel yöntemlerin kullanilmasi ile organize suçlarla mücadele süreci baslamistir



Misafir 14 Nisan 2006 14:33

DÜNYADA MAFYA ÖRGÜTLERİ
 
ÇİN MAFYASI;ÇİN ÜÇLÜSÜ /TRAİDLAR)


http://www.polisiye.com/yazi_resimleri/400_1.jpg


Triad’lar, gasp, uyusturucu kaçakçiligi, fuhus, kumar ve yan suç gruplari olarak adlandirilan Çin video sektörü, kitaplar, gazeteler ve eglence hizmetlerinin de dahil oldugu genis bir suç yelpazesine sahiptir. Örgütün çok genis denizler ötesi bir aginin bulunmasi, kolaylikla uluslararasi suç faaliyetlerine de karismasina imkan saglamaktadir.
Çinli Triad’lar, Amsterdam, Londra, Manchester, New York ve San Francisco sehirlerinin de dahil oldugu Çinli topluluklarin bulundugu dünyanin her yerinde iyi bir sekilde örgütlenmislerdir.

Silah kaçakçiligi ile baglantili olarak ABD ve Avrupa’ya özellikle eroin kaçakçiligi ve hirsizlik, lüks otomobil, zengin piyasalara yat ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne tüketim mallari kaçakçiligi ve uluslararasi kredi karti sahtekarligi gibi diger tip suçlar, Triad’larin uluslararasi boyutta yogun olarak yürüttügü faaliyetlerdendir.

1994 yilinda Ispanyol polisinin kayitlarina göre, Ispanya’nin Galicia bölgesinde Çinli yasadisi göçmenlerin sayisindaki hizli artisa binaen yapilan arastirmalarda, Triad’larin yasa disi insan kaçakçiligi ve eroin ticareti basta olmak üzere birçok suçla istigal olduklari ve hizla Avrupa Birligi ülkelerinde örgütlendikleri tespit edilmistir.


İTALYAN MAFYASI COSA NOSTRA




Belirtilen örgütlerden en önemlisi açikça Cosa Nostra’dir. Italya’da diger suç örgütleri ile karsilastirildiginda, Cosa Nostra, ülke içinde ve disinda, güç ve zenginlik olarak çok iyi durumdadir. Kendi yönetim modelini dikte edip, önemli operasyonlarin arkasinda bir motor gibi hareket etme stratejisi olan bir örgüttür.

Cosa Nostra’nin birçok faaliyetlerinin halen bölgesel olmasi ve Güney Italya’da konuslanmasina ragmen, Cosa Nostra her geçen gün uluslararasi bir yapi arz etmeye baslayarak, Avrupa ve Amerika’yi tehdit etmektedir. Avrupa ve Amerika’ya göç dalgasinda etkin bir rol oynayan örgüt, Almanya örneginde oldugu gibi ABD’de de bu sayede eroin piyasasinin önemli bir bölümüne sahiptir.

Örgütün halihazirda 180’den fazla mafya ailesi bünyesinde, yaklasik 5.000 örgüt üyesi vardir. “Pismanlik Yasasi” çerçevesinde güvenlik kuvvetleri ile isbirligine gidenlerin itiraflari neticesinde diger örgütler gibi Cosa Nostra da son 5 yilda büyük darbeler yemistir. Su anda, örgüt Sicilya mafyasi ve KADEK agirlikli Türk mafyasi basta olmak üzere, Napoli, Kolombiya, Çin ve Rus mafyalarinin destegi ile ayakta durmaya çalismaktadir.

Sicilya mafyasinin, bununla birlikte bazi problemleri bulunmaktadir. Ilk olarak, Italya’da uyusturucu pazarinda bir tekel kuramadigi gibi Avrupa’daki uyusturucu faaliyetleri de iyice zayiflamistir. Mafyanin 1983-1992 tarihleri arasinda Italyan Adli Makamlarina yönelik saldirilari da mezkur zayiflamanin belirgin göstergesidir. Siyasi irade ile baglarin kurulmasi ve devletle gizli iliskilerin tesisi, bu zayiflamanin güçlendirilmesi çalismalarinda birer asama olarak degerlendirilmekte idi. Son zamanlarda hassas bir kamuoyunun olusmasi ve degisen siyasal ortamdan ciddi rahatsizliklar duyan Sicilya mafyasi halen suç örgütü olma ve güvenlik kuvvetlerinin ana sorununu teskil etme özelliklerini muhafaza etmektedir.
Napoli Camorra

Örgütün, faaliyetleri 5.731.426 nüfuslu, 549 belediyeye sahip olan Compania bölgesinde, Napoli sehrinde ortaya çikmis olup, faaliyetleri buradan yürütülmektedir.

Camorra’nin teskilat yapisi, üst derecede yöneticinin bulunmadigi, tepesiz bir piramit ve basibos çetelerin olusturdugu bir örgüt seklindedir. Mafya tipi organizasyonlar içinde Camorra’nin en belirgin amaci stratejik suç ittifaklarina katilarak, faaliyetlerini bölgesel sinirlar boyunca genisleterek yaymaktir. Önemli denecek ölçüde sansasyonel cinayetleri bulunmamaktadir. Halihazirda 100’den fazla mafya ailesi bünyesinde 6 ila 7 bin örgüt üyesi bulunmaktadir.

Camorra ile ilgili en önemli tespitlerden biri de, bu örgütün uyusturucudan elde ettigi kara parayi aklama operasyonlarini rahatlikla Hollanda, Ingiltere ve Almanya’da gerçeklestirmekte olmasidir.

Cosa Nostra ve Ndrangheta gibi yedigi darbeler sonucunda hizli bir düsüse geçen Napoli’nin Camorra örgütü, gasp, haraç ve sigara kaçakçiligi yollariyla pes etmemeyi hedeflemekte, 21 milyar dolarlik cirosu ile elemanlarini beslemeye devam etmektedir.
Calabrion Ndrangheta

Bu örgüt 2.146.724 milyon nüfus ve 409 belediyeli Colobrio’nun güneyinde yer alan bir bölgede ortaya çikmis ve buradan da yönetilmektedir. Örgütün faaliyetleri genellikle Italya’nin merkez ve kuzey bölgelerinde yogunlasmaktadir. Cosa Nostra örgütüyle yakin baglantilari vardir. Yatay teskilatlanma biçimine sahip olup, bölgesel veya yerel düzeyde sorumlulari bulunmamaktadir.

En çok rastlanilan faaliyeti, perakendecilerden, rakiplerden, mütesebbislerden ve is adamlarindan para toplamaktir. Fidye için adam kaçirmak da Ndrangheta’nin geleneksel finansal dayanagi haline gelmistir. Geçmiste özellikle 1985’ten sonra Calabria klanlari uyusturucu kaçakçiligina el atmislardir. Örgüt mensuplarinin en fazla, Fransa, Almanya, Ispanya, Hollanda’da yerlestigi bilinmektedir.
Sacra Corona Unita

Bu örgüt, Puglia bölgesinin güneyinde yapilanmistir ve yukarida arz edilen Cosa Nostra, Camorra ve Ndrangheta örgütleriyle özellikle uyusturucu kaçakçiligi konusunda yakin baglanti ve iliskileri vardir. Örgütün bilinen faaliyetleri 1980 yili itibariyla tanimlandigindan, yeni mafya tipi organizasyonlar içerisinde yerini almaktadir. Faaliyetlerinin az olusu ve çok küçük bir örgüt olmasi gerçegine ragmen, gerçeklestirmis oldugu faaliyetlerinin niteligi itibariyla, en az büyük örgütler kadar acimasiz ve zalimdir. Örgütün degisik 50 topluluktan olusan yaklasik 1000 üyesi bulunmaktadir





JAPON MAFYASI YAKUZA
Piramit seklindeki örgütlenisi, alt üst iliskisi, insanlara yaklasimi, kati kurallari, devleti ve ülkeyi her seyden üstün tutusu ve görüntüsü ile Yakuza, ender bir yapiya sahiptir. Siyah takim elbiseli, beyaz kravatli, günes gözlüklü, çogu ustura trasli, vücudu dövmeli, serçe parmagi kesik Japon mafyasi, isleyis tarziyla, Rus ve Italyan mafyalarini geride birakir.
Yakuza'nin, Japonya'da saklanma ya da yer altina çekilme gibi bir sorunu yoktur. Çünkü her zaman gözler önündedir, alkislarla siyasal zemindedir, devletin içindedir, polisle kol koladir. Devlet görevlileriyle olan bu danislikli hareket tarzi, Japon mafyasina toplum düzenini koruma misyonu yüklemistir. Suç unsurlarini asgariye indirip çözümü polise havale etmek de, en önemli islevlerindendir. Tamamen geleneksel Japon anlayisi üzerine kurulmus olan Yakuza, yaklasik 20 bin kisilik ordusuyla, ülke genelini en ücra sokaklarina kadar kontrolü altinda tutmasiyla meshurdur. Üyelerini asiri sagci sokak gençlerinden de seçen Japon mafyasi, büyük holdinglerden, köse baslarindaki küçük is yerlerine, partilerden karakollara kadar genis bir yelpazede görülür.

En sert kati kurallarla donatilmis Japon mafyasinin kendi arasinda çeliski ya da çikar hesaplasmasina girdigi pek nadirdir; aksine son derece uyumlu bir çalisma tarzi vardir. Hangi üyenin hangi gruba bagli oldugu, vücutlarina islenmis dövmelerle belirginlesmistir, hangi mafya grubunun hangi alani kontrolünde tutacagi da çok önceden beri netlestirilmis, bölgeler paylastirilmistir.

Kendi içinde hata yapan üyesinin küçük serçe parmagini keserek cezalandiran Yakuza, hatalarin çogalmasi ile diger parmaklari da sirasiyla keser. Eger hata affedilecek ölçüyü zorluyorsa direk polise teslim edilir, birkaç yil cezaevine gönderilir, kendisini düzelterek gelmisse ayni grup içine terfi edilerek yeniden alinir.

Çünkü Japon mafyasi Yakuza üye olarak arasina aldigi kisilerin akilli, uyumlu, kurallari bilen, Japonya'nin birligine, aileye sadik ve yeri geldiginde acimasiz bir kisilige sahip olmasini ister. Genellikle devlete ait olmayan özel isyerlerini haraca baglayan Yakuza, para toplama isini aksatmadan, periyodik olarak mükemmel bir sekilde organize eder. Japon mafyasinin elde ettigi gelir, büyük holdinglerin ülke payina düsen kazancindan daha da fazladir. Ekonomik isleyis diger bazi ülkelerin tersinedir. Mafya babasinin elemanlarina para vermesi söz konusu degildir. Aksine üyeler dostlarini beslerler.

Daha önceleri topladigi "vergi"lerle ayakta duran ve insanlarda derin korkulara yol açan Japon mafyasi Yakuza, son yillarda uyusturucu ve fuhus sektörüne yönelince, eski popülaritesini kaybetmeye basladi.
Tayland, Filipinler, Kore gibi bazi Güney Asya ve Kolombiya, Arjantin, Brezilya gibi Güney Amerika ülkelerinden getirilen kadinlar, Yakuza araciligiyla, fuhus merkezlerinde Japon erkeklerine bahisle sunularak, herkesin gözü önünde, izleyenlerin alkis temposuyla fuhus gösterileri yapilir. Böylesi yerlere, Japon olmayan erkekleri almazlar. Japon kadinlarinin girmesine izin verilmez. Bu sektörden korkunç gelir elde eden Yakuza'ya, polis hiç bir sekilde müdahale etmez.

Kirli islerde yabancilari kullanmada uzman olan Japon mafyasinin, özellikle buraya para kazanmak amaciyla gelen basta üçüncü dünya ülkeleri insani olmak üzere, "gözü kara" kisileri seçmesi de diger bir noktadir. Uyusturucu trafiginde Çin, Iran, Pakistan gibi ülkelerin insanlarini taseron olarak kullanan Yakuza, "vizesiz gençlerden seçtikleri kisileri", görevleri bitince paçavra gibi polise teslim eder ve yurtdisi edilmesini saglar. Bu anlamda, Japonya'ya yillar önce gelmis olan basta Iran'lilar ve Çinliler, bu ülkeyi ve insanlarini, yakindan tanimak avantajini yakaladilar. Yakuza-polis iliskisini çok iyi bir sekilde çözdüler. Çinliler, halen Yakuza ile iç içe olmayi sürdürürken, Japonlara göre sert yapiya sahip Iranlilarla Yakuza üyeleri arasinda daha önceleri yasanan yeralti hesaplasmalari ise zaman zaman kanli oldu.
Japon mafyasinin, toplum düzenini saglayip bir anlamda ön kontrolör görevini yapmasi ve bunu yürütürken polisle olan paralelligi ve danisikligini söz konusudur.
Ayrica bu yapidaki elemanlarin, son derece islek olan tren istasyonlari yakininda, elini agzina götürüp sesler çikararak isaretle uyusturucu satmalari, her gün göz önünde yasanan bir gerçektir.

Japon organize suç örgütü olarak tarif edilse de aslinda diger suç örgütlerinden bir kaç açidan çok farkli özelliklere sahip olan topluluktur.
Ilk olarak yer altinda degil sokaklardadir. Ikincisi de siyaset ve polis ile açik iliski içerisindedir.

Küçük mahalle derecesinde yasamlarini sürdüren Japonlar, güvenlik teskilatinin da kurumsallasmamasi sebebiyle suça karsi toplumsal boyutta bir korumaya sahip degillerdir. Gündüzleri islettikleri meyhane, bakkal, seyyar arabali yemek dükkanlarini aksam olunca hirsizlik gibi suçlara karsi koruma, ertesi güne saglam bir sekilde mallarini çikarmak sorunu içindedir Japonlar. Çözüm olarak issiz suça egilimli gençlerden, mahalleyi bekleme, gireni çikani kollama, mallari, dükkanlari geceleri korumalari istenir ve bunun karsiliginda belirli bir bedel ödenmesi teklif edilir. Mahallenin biçkin delikanlilari bunu kabul ederler.
Verilen bu göre fazlasiyla yerine getirilir ve bu olusum gittikçe teskilatlasmaya baslar ve mahalleyi de asarak bulunduklari bölgelerin koruma ve güvenligini zorla ve bedel karsiliginda ellerine geçirmeye baslarlar. Bu sekilde Yakuza denilen kurum olusmaya baslar. Bu gelismeler özellikle Meiji dönemine (1800”lerin ikinci yarisi) kadar bu sekilde sürer. Daha sonrasinda ise batililasma hareketleri, gelisme, ikinci dünya savasi sonrasinda baslayan hizli sanayilesme suresi ile birlikte bu olusum kendini daha da farkli boyutlara (holdingler-siyasilerle ile iliskiler boyutuna) tasir.

Iste bu sebepledir ki, halen günümüzde organize Japon suç örgütü bu kadar bariz bir sekilde ortada gezebilmektedir. Çünkü bu örgütü temelde kuranlar yine bildigimiz tarlada çalisan Japonlardir ve kendileri için kurmuslardir.

Japon gece yasantisi içerisinde olmazsa olmazlardan birisidir Japon organize suç örgütü. Bunun bir sebebi de, Japon polisinin - özellikle de karakol polislerinin- adres sorma ve yaslilara yardim etmekten baska bir ise yaramamalarindan kaynaklanmaktadir. tüm gece hayatini ayakta tutan da , göreceli olarak güvenligini saglayan da söz konusu Japon organize suç örgütüdür. Elbette ki bu yaptiklari görev karsiliginda mekan sahiplerinden belirli bir bedel almaktadirlar bu isleri yani gece hayatini bizzat idare edenler söz konusu Japon organize suç örgütünün alt tayfasidir. Bunlara Chinpira denilir. büyük babalar ortalarda gözükmez onlar genelde, diger büyük grup (Kumi) babalariyla vakit geçirirler.
Bu Japon organize suç örgütünün en kuvvetli oldugu yerler Japonya’nin güney batisi diyebilecegimiz(Hiroshima-Yamaguchi) Çin bölgesi’dir.

20.000 küsur üyesi 600.000 yandasi oldugu tahmin edilmektedir. Devlet bu kadar kalabalik, güçlü, onurlu bir örgütle basa çikamadigi için is birligine girismistir. Çogu faaliyetine göz yumulur. Tabii ki Yakuza’nin sadece Japonya’da is yaptigini düsünmek komiktir. Bütün uzak dogu'da faaliyet gösterir. ABD’deki mafyalarla yakin iliski içindedir. Bir Yakuza, içinden kesinlikle çikilamayacak bir duruma düstügünde, iskence görecegini ve agzindan zorla laf alinacagini gördügünde disleriyle dilinin altindaki damari sertçe isirarak intihar eder.

"Yakuza" deyimi Hanafunda (çiçek kagitlari) adli bir tür kart oyunundaki en kötü sonuç olan 20 sayisindan türetilmistir.toplami 20 sayisini veren üçlü kagit kombinasyonunun (8,9,3) Japoncasidir Yakuza.

"Yubitsume" denilen serçe parmagini kesme ise bir hata yada suçu affettirmek için yapilir ve bagliligin simgesidir. Vücuda delicesine yapilmis dövmeler ise bir çesit mertlik ve cesurluk gösterisidir. Tamami asiri sagci olan Yakuza aileleri çok kati bir seflik sistemine göre örgütlenir.



KOLOMBIYALI KARTELLER



Kolombiyali karteller, birçok yönüyle birbirlerine benzemektedir. Birçok uluslararasi suç örgütünden farkli olarak degisik her türlü suçla ilgilenen Kolombiyali karteller, uyusturucu isinde bir numaradir. Gerçekte, karteller -ki su an kokain endüstrisinde hakim olan Cali karteli için özellikle durum böyledir- diger gruplardan daha fazla olarak aralarinda bir suç kültürü olusturmak suretiyle isbirligine gitmisler ve her geçen gün de bunu arttirmislardir. Hatta kartel kendi içinde isbölümü ve uzmanlasmaya gitmek suretiyle bir sanayi gelistirmistir.

Gerek Kolombiya gerekse ABD ve Avrupa’daki faaliyetlerinde, Kolombiyali karteller, lojistik ve pazarlama gibi konularda uzmanlasmis hücre tipi yapilanmaya sahiptir. Bu yapilanma sayesinde, örgüt üyeleri arasindaki iliski ortadan kaldirilmakta ve örgüte ihanet en alt düzeye indirilmektedir. Cali karteli tipki diger uluslararasi sirketler gibi faaliyetlerini yürütmektedir.

Örnegin, özellikle son yillarda Bati ve Dogu Avrupa ve Eski Sovyetler Birligi topraklarinda piyasasini genisletmek amacina yönelik olarak, kokaine nazaran daha ucuz, daha rahat tasinabilen ve yüksek kar marjini saglayan Kolombiya eroinin üretimi ile ortaya çikan diger yan ürünlerini artirma çabasi içerisine girmistir. ABD’den sonra, Avrupa’da da bu kartellerin yayginlasmasi, bölgedeki yüksek eroin tüketimi ile bagdastirilmaktadir.

800 klani ve 25 bin dolayinda örgüt elemani ve yaklasik 100 bin yandasi ile Kolombiya mafyasi, Avrupa mafyasi ile isbirligine giderek Avrupa piyasalarina son 10 yilda Kolombiya’dan eroin sevkiyati yapmaktadir. Hatta, bu konuda en fazla isbirligini Türk mafyasi ile gerçeklestirmekte, eroin sevki tehlikeye girdiginde, Kolombiya mafyasinin kullandigi gemiler Türk mafyasinin emrine verilmektedir. En son Lucky-S ve Kismetim 1 gemilerinde ele geçirilen tonlarca uyusturucu maddenin orijini ve gemilerin bandiralari göz önüne alindiginda olayin ciddiyeti çok daha iyi anlasilacaktir
.
MEDELLIN KARTELI
Pablo Escobar 1949'da dogmus bir köylü ve ögretmenin çocugu. Lisedeyken de antik mezar taslarini çalip tüccarlara satarmis. Hapisten kaçtiktan sonra 1993'de polis tarafindan vurularak öldürülmüstür.
Pablo Escobar, yasadigi Kolombiya’nin Medellin kasabasindaki karargahindan, uluslar arasi bir kokain dagitim sebekesi örgütlemeyi basarmis bir efsaneydi.Dahasi dünya çapinda faaliyet gösteren yeni gangsterlerin bir prototipiydi.

Escobar’in 1990’da 3 Milyar Dolara varan bir servetin sahibi oldugu tahmin ediliyordu.Bu servet, gayrimenkuller ve Escobar’in faks ve bilgisayar agiyla denetledigi deniz asiri yatirimlar sayesinde aklaniyordu.

Söylentilere göre Escobar, 1000 silahli adamdan olusan özel bir ordu besliyordu. Sorusturmacilara, politikacilara ve polislere karsi düzenlenen genis çapli suikastlarda kullandigi bu ordu, ona “Narkoterörist” unvanini kazandirmisti.
Ama Escobar’in eylemleri bir süre sonra çizmeyi asmaya basladi. Bunun üzerine Escobar Kolombiya yetkililerine teslim oldu ve onlara, kokain imparatorlugunu dagitmayi da içeren, barisçil bir çözüm önerisinde bulundu. Ne var ki kokain islerini, Bogota’da kendisi için özel olarak insa edilmis hapishaneden yönetmeyi sürdürdü.

1992’de hapisten kaçtigi zaman, onu ortadan kaldirmak isteyenlerce tam bir sürek avi baslatildi. CIA, taktik danismanlari destegindeki, özel görevler için hazirlanmis bir polis timi

Escobar’in pesine düstü. Bu sürek avinda, casus uydular ve Amerika’nin bölgeye gönderdigi bir C 130 tipi kesif uçagi da vardi. Ama Escobar’in ölmesini isteyen baskalari da vardi.



RUS MAFYASI(ORGANIZTSYA)



Onlarca yil Avrupa’yi, hatta dünyayi dehsete götüren Italyan mafyasi’nin zayiflamasi en çok Rus organize suç gruplarinin isine yaramistir. Berlin duvarinin yikilmasindan sonra is hacmini yüzlere, binlere katlayan Rus mafyasi “Organiztsya”, tüm Avrupa, hatta Afrika ve denizasiri ülkelerde bile yasa disi egemenligini kanitlamistir.

Rus mafyasi, yillik 200 milyar dolarlik cirosu ile organize edilmis örgütler arasinda birinci siraya oturmustur. 114 bin aktif elemana ve sayilari 3 milyona ulasan yandaslara sahip olan Rus örgütlü suç gruplarinin en önemli faaliyet alanlarini; antik esyalarin çalinmasi ve bunlarin batiya kaçakçiligi, fuhus, oto kaçakçiligi, silah ticareti ve uyusturucu kaçakçiligi olarak tanimlayabiliriz. Diger birçok faaliyetleri de bu listeye ekleyebiliriz. Ancak en çok karsilasilan suç tipleri bunlardir.

Rus organize suç gruplari; iç ve uluslararasi piyasalarda faaliyet gösteren, prototip firsatçi örgütlü suç gruplari içerisinde degerlendirilmektedir. Tipki Sicilya mafyasinda oldugu gibi, diger rakip örgütlü suç gruplarini tasfiye etmek suretiyle kendi bölgelerinde kontrolü elinde tutmak amacina yönelik yerel düzeyde faaliyetlerini yogunlastirmaktadir. Uluslararasi düzeyde de; kaçakçilik veya otodan silaha, tibbi malzemeden ham maddeye kadar kar imkani saglayan her türlü yasa disi faaliyetlerdeki hünerlerini de sergiledikleri yakinen bilinmektedir.

Rus mafyasinin en etkili klani “Solntsevo” yani Günes Tugayi’dir. Adini Moskova’daki bir semtten alan bu klan, Rus mafyasinin Avrupa’daki en etkili koludur. Berlin, Viyana ve Roma’yi kendilerine üs olarak seçmislerdir. Zaten, en azili babalarindan biri olan Yuri Essin’de halen Roma’da tutuklu bulunmaktadir.

Eski Sovyetler Birligi’nin kalintisi bazi Polit Büro üyelerinin intikamlarindan çekinen Rus mafyasinin babalarinin, simdilik Avrupa baskentlerinde yasayarak irtibat müesseseleri araciligiyla ülkedeki örgütlerini rahatça yönettikleri ve burada konuk olduklari ülkelerin mafyalari ile de isbirligine girdikleri bilinen bir gerçektir. Hatta buralarda, “royalties” yani telif hakki olarak kazançlarindan yüzde vermektedirler. Özetle, mafya örgütleri arasinda da know-how veya joint venture seklinde ekonomik anlasmalar olabilmektedir. Örnegin, bugün Almanya’da gayrimenkul piyasasini özellikle, Wiesbaden’de, elinde bulunduran Italyan Camorra örgütü, Rus mafyasi adina toplu konutlari satin almaktadir.


Misafir 14 Nisan 2006 16:08

Kara Para
 
Kara para, yasa dışı yollardan elde edilen her türlü kazanç.
Kara-para terimleri arasında bulunan para yıkama kavramı Mafya babası Al Capone'un yasadışı yolar ile elde ettiği paraları yasalık kazandırmak için çamaşırhaneler açması ve bu yolla bu paraları yasal yolla kazanmış gibi göstermesi ile ortaya çıkmıştır. Kara-para kavramının Dünya literatürüne girişi 1973 Watergate skandalı ile kullanılmaya başlanmıştır.

Haksız ve gayrikanuni yollardan para yerine geçen her türlü kıymetli evrakla, mal ve gelirleri veya bir para biriminden diğer bir para birimine çevrilmesi de dahil, sözü edilen para, evrak, mal ve gelirlerin birbirine dönüştürülmesinden elde edilen her türlü menfaat ve değer.

Uluslararası literatüre göre yasal olmasına rağmen kayıt dışı olan ekonomik faaliyetler kara para adıyla değil, gri para olarak adlandırılmaktadır.

Organize suç örgütlerinin istikrarlı bir politik ve ekonomik yapılanmanın olmadığı özellikle Güney Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinde çok büyük rakamlarla ifade edilen kara paranın arzettiği tehlikeyi işaret etmek içinJean Ziegler'in İsviçre Daha Beyaz Yıkar adlı kitabında; ABD bankalarının net aktifleri 4.2 trilyon civarındadır ve her yıl resmi ve kayıtlı sektöre giren paranın % 10'nu kara-paradır. Bu para yaklaşık olarak ABD'nin savunma bütçesine eşittir. Yine bu rakam bütün Batı Avrupa ülkelerinin 1 yıllık petrol alımlarını karşılayacak bir boyuttadır. demektedir.

Kara-paraya karşı önlem alınmazsa 2020 yılında ABD Başkanı'nı mafya seçtirtecektir. (The Economist)

Türkiye'de Tanımı

Türkiye'de kara para tanımına giren uygulamalar aşağıdaki yasalarda belirtilmektedir.

1918 Sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'daki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paraya, 6136 Sayılı Ateşli, Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanundaki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paraya, 2238 Sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkındaki Kanun'daki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paraya, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkındaki Kanun'daki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paraya, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunun 344. Maddesinin 2 ve 3 Numaralı Bentlerindeki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen gelir ve paraya, 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu'ndaki Devletin Şahsiyetine Karşı işlenen cürümlerden elde edilen paraya, Yine 765 Sayılı Türk Ceza Kanunundaki 179, 192, 264, 316, 317, 318, 319, 322, 325, 332, 333, 335, 339, 341, 342, 345, 350, 403, 404, 406, 435, 436, 495, 496, 497, 498, 499, 500, 504 ve 505. Maddelerindeki fiillerin işlenmesi suretiyle elde edilen paralara kara para denilmektedir.

Kara Para aklama yöntemleri

Uyuşturucu kaçakçısı 20 bin dolarlık çeki, herhangi bir kurumda çek tahsildarı olarak çalışan arkadaşına verir. Bir çek tahsildarının elinde yüksek miktarda nakit bulundurması hiçte garipsenecek bir durum olmadığından ve bu kişinin günlük işlemler için sık sık bankaya gitmesi gerektiğinden, uyuşturucu tacirinin kara parası kolaylıkla sisteme dahil olur. Uyuşturucu kaçakçısı verdiği 20 bin dolar karşılığı 16 bin dolar alır. Kaçakçıya yapılan ödeme ise çek tahsildarının sıklıkla kullandığı posta çeki formunda yapılır. 4 bin dolarlık fazlalık ise çek tahsildarına kalmaktadır. Bu aşamadan sonra uyuşturucu kaçakçısı, elindeki posta çeklerini bir kıyı bankasında daha önce açtırdığı hesaba aktarır. Bu sistem ile 20 milyon dolar bile aklanabilir. Ancak rakamın fazlalaşması durumunda birden fazla çek tahsildarının kullanılması yoluna gidilecektir.
Her piyango çekilişi sonrasında ya da lotoda 6 rakamın tutturulması sonucunda, kara-para aklayıcısı büyük ikramiyenin kime çıktığını daha önceden öğrenir. O kişiye çıkan paradan daha fazla bir parayı bilet sahibine vererek piyango biletini yada loto kağıdını ondan satın alır. Sonra bu kazanılan ikramiye parası daha önceden anlaşılmış olan bir banka müdürü ya da avukat aracılığı ile tahsil edilir. Böylece kara-para bir talih kuşu olarak uçar uçar uçar ve bankacılık sektörünün gözü önünde aklanılmış bir hale gelir.

Atadan kalma eski yöntemler diye adlandırılan paravan şirketler kurmak, sahte ve şişirilmiş faturalar kullanmak, yabancı ülkelerde bloke edilen parayı teminat olarak göstererek yerel bankadan kredi almak, kumarhane işletmek, at yarışı gibi bahis işletmeleri açmak, vergi cenneti olan ülkelerden alınan kredi kartlarını kullanmak, nakit para ile büyük bina, malikane, turizm tesisi vb satın alımları yapmak, kıymetli tablo ve sanat eserlerini satın almak ve hediye etmek, kazanılan kara-paranın yurtdışına doğrudan kaçırılması, kara-parayı hisse senedi ve tahvil gibi kıymetli evraka dönüştürmek, serbest bölgelerdeki aşırı liberal bankacılık hizmetlerinden yararlanmak, turizm şirketleri kurup seyahat çekleriyle para transferi yapmak, nakit para ile taşınmazlar dışında büyük satın alımlar yapmak gibi uygulamalar internet ve sanal ortamın kullanılmasından önceki döneme ait yöntemlerdir. Borsadaki aracı kurumların % 20'ye yakınının içeriden kara-para aklamak isteyenlerle organik ve inorganik ilişki içinde bulunduğu iddiası da sıklıkla söylenilmektedir.

Mücadele Yolları


Özel sektörde kartel ve tröstleşme önlenilmeli ve vergisiz kazanç elden geldiğince ortadan kaldırılarak yeraltı ekonomisi azaltılmalıdır.

Üretimden tüketime kadar olan bütün basamaklarda vergi kaçırılması önlenmeli ve büyük oranlardaki para hareketlenmeleri izlenmelidir.

Merkezi idare, temel bazı fonksiyonları dışındaki bütün görev ve yetkilerini yöresel yönetimlerle paylaşmalı ve hatta bu yetkilerini devretmelidir. Yerel yönetimler kendilerine bırakılan alanlarda tam yetkili olmalıdırlar.

Bankacılık, vergi ve gümrük gibi ekonomi yönetimi ve denetimi ile doğrudan ilgili kurumlarla, suç araştırması ve soruşturması yapan kolluk kuvvetleri arasında sıkı bir işbirliği sağlanılmalı ve kurumlar arası bilgi paylaşımına zemin hazırlanılmalıdır.
Medya organize suçlarla mücadeleye tam destek vermeli ve mafya mensuplarını efsaneleştirecek yayınlar yapmamalıdır.


Misafir 14 Nisan 2006 19:31

Haluk Kırcı'nın sonunu, Sedat Peker'e yönelik Kelebek Operasyonu'nda telefondaki "İdi Amin" sözü getirdi.

Ukrayna'da yakalanan Bahçelievler Katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı'nın izi, Kelebek Operasyonu'nda telefon dinleme sırasında ortaya çıktı. İki çetecinin telefonda "İdi Amin"den söz etmesi ipucu oldu.

EŞİNİ BİLE ARAMIYORDU
Lakabı "İdi Amin" olan ve yakalanmamak için eşi ve çocuğunu bile telefonla aramayan Haluk Kırcı'yla ilgili isimleri takibe alan polis Ukrayna'daki adresi belirledi. Bilgilerin aktarıldığı Ukrayna polisi Kırcı'yı yakaladı.

İADESİ SÜRE ALACAK
Süresi geçmiş Türk pasaportu nedeniyle Kırcı'nın önce sınırdışı edilmesi planlandı. Sonra iade benimsendi. İade iki ayı bulacak.

Kırcı, polisin Sedat Peker için kurduğu ağa takıldı

Emniyet güçleri, Peker'e karşı yürütülen 'Kelebek Operasyonu' kapsamında telefonları dinlerken, Kırcı'nın izine ulaştı. Telefon konuşmalarında 'İdi Amin' adının geçmesi polisi harekete geçirdi.

"İdi Amin" ve "Esmeray" diye de tanınan Bahçelievler katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı, Sedat Peker'e karşı yürütülen Kelebek Operasyonu'na takıldığı için yakalandığı öğrenildi. Alınan bilgiye göre, Sedat Peker organizasyonunu çökertmek için aylarca telefon dinleyen emniyet güçleri, İstanbul'da yeraltı dünyasının tanınmış iki isminin telefon konuşmaları sırasında "İdi Amin" lafını telaffuz ettiğini fark etti. Bu ip ucundan yola çıkan polis, üç ay süren takip sonrası, Haluk Kırcı'nın Ukrayna'da Azak Denizi kıyısındaki Maripol kasabasında kaldığı adrese ulaştı. Operasyonda geçmişte Ayvaz Korkmaz'ın iadesinde de emniyetle çalışan Ukrayna Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nin katkısı oldu.

AZAK DENİZİ KIYISINDA
Önceki yıllarda da defalarca polisin takibinden kurtulmayı başaran Haluk Kırcı'nın, yakalanmamak için eşi ve çocuğunu bile telefonla aramadığı belirlendi. Kırcı'nın eşi, çocukları ve Türkiye ilişkileriyle irtibatı yanında bulunan adamlar üzerinden yürüttüğü anlaşıldı. Bunun üzerine polis, Haluk Kırcı'nın yanında olup da Türkiye ile haberleşmeyi sağlayan, ayrıca Kırcı'nın ihtiyacı olan parayı getirip götüren kişilerin telefonlarını ve bulundukları adresleri Ukrayna Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'ne iletti. Ayrıca, Haluk Kırcı'nın fotoğrafı, parmak izi ve Türkiye'de hakkında çıkarılmış gıyabi tutuklama kararı da Ukrayna polisine iletildi. Uyarıları dikkate elan Ukrayna polisi, Kırcı'nın etrafındaki kişileri takip ederek, "İdi Amin" ve "Esmeray" diye tanınan Bahçelievler Katliamı hükümlüsünün adresini nokta olarak belirledi. Ukrayna ve Türkhttps://www.msxlabs.org/2004/10/25/im//40A91252901B744499D21002b.jpgpolisi arasında karşılıklı mutabakat sağlandıktan sonra Kırcı ve Türk arkadaşlarının bulunduğu Azak Denizi kıyısındaki Maripol adlı küçük kasabadaki apart otele benzeyen binaya cuma gecesi sabaha karşı operasyon düzenlendi.

PASAPORT SÜRESİ BİTMİŞ
Kaleşnikoflu onlarca polisin katıldığı operasyonda, Haluk Kırcı ve yanındaki 3 kişi Ukrayna polisince kıskıvrak yakalandı. Operasyon sırasında, Kırcı'nın, "silahla karşılık verme olasılığı"na karşı, Ukrayna polisi tüm yolları tuttu ve binanı etrafı çelik yelekli timler tarafından çevrildi. Yanında silah olmadığı anlaşılan Kırcı'yla birlikte 3 kişi daha gözaltına alındı. Haluk Kırcı'nın üzerinde yapılan aramada kendi adına düzenlenmiş Türk pasaportu çıktı. Ancak pasaportun süresinin geçmiş olduğu anlaşıldı. Kırcı'- nın bu pasaportu, Türkiye'de, "Yanlışlıkla tahliye" edildiğinde resmi yoldan aldığı sanılıyor. Haluk Kırcı ilk yakalandığında, pasaportun süresi geçmiş olduğundan Ukrayna polisi kendisini sınır dışı etmeyi planladı. Ancak, daha sonra bundan vazgeçilerek, Kırcı'nın mahkeme kararıyla iade edilmesi planlandı. Bu durumda Kırcı'nın yaklaşık bir iki ay sonra Türkiye'ye iade edilmesi bekleniyor.

REİS BAĞLANTISI
Abdullah Çatlı, Susurluk kazasında ölmeden önce, en yakın arkadaşı Haluk Kırcı idi. Çatlı ölünce, "Reis" lakabını Sedat Peker üstlendi. Peker, sadece Çatlı'nın lakabını almakla kalmadı, emniyet yetkililerine göre, onun bazı ilişkilerine de sahip çıkmaya çalıştı. Sedat Peker'in, "ortak dostları" aracılığıyla Kırcı ile bağlantısını sürdürdüğü belirlendi


Mystic@L 14 Nisan 2006 19:54

Dostum Peker ne iyi etmiş

İBRAHİM TATLISES: Dostum Peker in böyle bir internet sitesini hizmete açması çok güzel. Londra ya, Paris e gidiyorum. Oradaki insanlar tarihlerine sinek bile kondurmuyor, biz böcek bile konduruyoruz. Türklerin birliği için önemli.
SEDAT PEKER: Turan idealini sanal ortamda sağladık. Dünya üzerinde yaşayan 300 milyon insana ulaşmak için böyle bir internet sitesi kurduk. Siteyi Türkçe nin yanı sıra, Rus mezalimi altında yaşayan Türklere ulaşmak için Rusça da da yaptık.
VELİ KÜÇÜK: Türk birliği mutlaka tecessüs edecektir. Asil Türk milletinin yolu Tanrı dağlarından, Ergenekon dan geçecek. Globalleşmeye ve Avrupa Birliği ne karşı değiliz. Ancak onurluca girmek istiyoruz. Yalvarmayacağız.

Gecede kimler vardı kimler...
Geceye Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Mehmet Ali Yılmaz, Abdülhaluk Çay, Sadi Somuncuoğ-lu, emekli general Veli Küçük, Prof. Şener Üşümezsoy, Ord. Prof. Reha Oğuz Türkkan, İbrahim Tatlıses, Mehmet Ali Erbil, Adnan Şenses, Seda Sayan, Gönül Yazar, Osman Yağmurdereli, Hakan Altun, Şenol İpek ve Cengiz Kurtoğlu da katıldı.

Sanal ortamda çatışma çıktı
Sitede, ülkücülerle sol görüşlü olanlar arasında sokak çatışmaları kadar ürkütücü mesaj çatışmaları yaşanıyor. Cahit Sıtkı Tarancı nın "Ben ölecek adam değilim" adlı şiirinin altında yer alan görüşler kısmında, kendisini Marmara Üniversitesi Yurtsever Demokrat Öğrenci Lideri olarak tanıtan Ali Ekber Kul, "Koyu bir sosyalist olarak size sesleniyorum; yolumuz devrim yolu, gelin kardeşler gelin, yurdumuza faşist doldu, vurun kardeşler vurun" diye yazıyor.

İnfaz kararı aldılar
Ülkücüler de "Senin bu sitede ne işin var. Defol git Rusya ya!" ya da "Unutma ki her sözün bir bedeli vardır ve sen bu bedeli ağır ödeyeceksin!" diye tepki gösteriyor. Sol söylemlere en büyük tepki ise, Türk İntikam Tugayı imzasıyla dile getirilmiş: "10.05.2002 de ÖZTÜRKLER / TÜRK TURAN TARİHİ da sosyalist söylemler yapan Ali Ekber Kul hakkında infaz kararı oybirliğiyle alınmıştır. İnfaz en kısa zamanda gerçekleştirilecek." Bu arada siteyi beğenmediklerini belirtenlerin bağlantısı anında kesiliyor.

Çete kurmaktan cezaevine girdi
Peker, 1970 te Sakarya da doğdu. Adı ilk kez "Uyuşturucuyla mücadele eden baba" olarak duyulan Peker, Susurluk raporuna da girdi. "Tehditle tahsilat yapmak", "zorla alıkoymak", "adam öldürmeye azmettirmek" suçlarından 7 ay aranan Peker, teslim olacağını bildirerek, 19 Ağustos 1998 de Romanya dan Türkiye ye geldi. Ekim 1998 de Peker ve 12 adamı hakkında İstanbul DGM de, "Çete kurmak ve yönetmek" suçundan dava açıldı.

Hapiste rokfor keyfi!
Peker, 24 Mayıs 1999 da tahliye edildi. Peker in halen tutuksuz yargılandığı dava, "çete" suçları DGM yetki alanından çıktığı için İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ne gönderildi. Bayrampaşa Cezaevi nde tutuklu bulunduğu 8.5 ayda Peker krallar gibi yaşamıştı. Rokfor peynirinden çamaşır makinesine kadar her istediğini cezaevine getirtmişti. Kokoreç makinesi dışında...



Misafir 14 Nisan 2006 20:01

http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/00/11/09/turkiye/03tur.jpg
Erginler'in işkence yöntemleri

Murat EĞİLMEZ / UŞAK, DHA





‘‘Nuriş çetesi’’nin, cezaevinde işkence yaptığı Özay Dalkılıç, kardeşi ve arkadaşı için 20 milyar lira ödeyerek canlarını kurtardıklarını söyledi. Dalkılıç, Ergin kardeşlerin falaka, dayak, kaş tıraşı, idrar içirme gibi yöntemler kullandıklarını anlattı.

Uşak E Tipi Cezaevi'nde isyan çıkarıp katliam yapan Karagümrük Çetesi lideri 'Nuriş' lakaplı Nuri Ergin ve kardeşi Vedat Ergin'in, cezaevinde işkence yaptığı 3 kişiyi DHA muhabiri buldu. Vedat Ergin'in demir çubukla dövüp kaşlarını jiletle kazıdığı av malzemesi satıcısı Özay Dalkılıç, kardeşi Özgür Dalkılıç ve arkadaşı Gökhan Uğur, 20 milyar lira haraç verip canlarını kurtardıklarını açıkladı.

‘Nuriş' ve ekibinin, isyan çıkarıp devlete meydan okumasından aylar önce Uşak Cezaevi'nde kontrolü tam ele geçirdiği ortaya çıktı. Polise mukavemet ettikleri gerekçesiyle 3 ay önce tutuklanıp 6 gün cezaevinde kalan Dalkılıç kardeşler ve arkadaşları Gökhan Uğur'u, Uşak'ta bulduk. Özay Dalkılıç'ın av malzemesi sattığı işyerinde yaptığımız görüşmede, uğradıkları işkenceyi anlatan çete mağduru 39 yaşındaki Özay Dalkılıç, kardeşi 19 yaşındaki Özgür Dalkılıç ve arkadaşı 21 yaşındaki Gökhan Uğur, o dehşet anlarını yeniden yaşadı.

Cezaevine girer girmez Ergin kardeşlerin talimatıyla kaşlarının jiletle traş edildiğini, demir sopalarla dövüldüklerini ve tek tek sorguya alındıklarını söyleyen Özay Dalkılıç korku dolu 6 günü şöyle anlattı: ‘‘Vedat Ergin, elinde silah adamlarıyla birlikte beni falakaya yatırdı. Uzun süre demir sopayla dövdükten sonra kaşlarımı jiletle kesen Vedat Ergin, ‘Söyle ulan kaç paran var. Mal varlığın ne durumda, konuşmazsan kaşlarınla kalmam vücudundaki tüm fazlalıkları jiletle kazırım' dedi. Kardeşim ve arkadaşı da benden sonra Vedat Ergin tarafından işkenceden geçirildi, kaşları kazındı ve konuşturuldu. Vedat Ergin ‘Size 20 milyar lira ceza kesiyorum. 10 milyar lirası hemen gelmezse hepinizi geberteceğim' dedi. Annemi arayarak, 10 milyar bulmasını yoksa beni ve kardeşimi öldüreceklerini söyledim.’’

25 BİN TÜFEK FİŞEĞİNİ GASP ETTİLER

Annesi Esel Metin Dalkılıç'ın, kendilerine ait Opel Vectra marka otomobili ve panelvan minibüsü değerinin çok altında satarak parayı Ergin'in dışardaki adamlarına ulaştırdığını anlatan Özay Dalkılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:

‘‘Bununla da yetinmediler. Dışarıdaki adamları av malzemesi mağazamızı basarak 9 Magnum Mossberg ve Üzümlü marka av tüfeği, 25 bin adet fişek ve 5 milyar lira para aldılar. Annem polise başvurup şikayetçi oldu. Operasyon yapan polis, 'Efe' lakaplı bir kişi, 'Hacı' lakaplı Oğuz Bitik ve Lütfü adındaki üç gaspçıyı 5 milyar lira para ve silahların bir kısmıyla yakaladı. Nuriş'in adamı oldukları önesürülen ve gözaltına alınan üç gaspçı Uşak Cezaevi'ne gönderildi.’’


İdrarını mahkûmlara içiriyordu

Irza geçme suçundan gelen mahkumları Ergin Kardeşlerin tuvalette yatırdığını belirten Özgür Dalkılıç, ancak filmlerde görülecek olayları şöyle anlattı:

‘‘Vedat Ergin esrar içip bu mahkumları köpek gibi döğüştürüp kahkahalar atıyordu. Kavga eden mahkumlar kan revan içinde kalıyordu. Ergin'in emriyle az dayak yiyene, çok dayak yiyen tekrar vuruyordu. Bize konuşursak kesinlikle öldürüleceğimiz her fırsatta söyleniyordu. Silahı ağzımıza sokup korku salıyorlardı. Ben annemin girişiminden sonra savcı tarafından çağırıldığımda Vedat Ergin bana, cezaevinde ağabeylik yaptıklarını kimseye kötü davranılmadığını, kendilerinden memnun olduğumuzu söylememizi istedi. Ağabeyim korkudan onların istediği şekilde konuştu, ben herşeyi göze alıp içerde gördüğümüz işkenceyi savcıya anlattım. Savcı kaşlarımızın traş ediliğini zaten görüyordu. Savcı anlattıklarımdan sonra benim içeri gitmemi söyledi. Ben onların yanına gidersem ve anlattıklarımı öğrenirlerse öldürüleceğimi söyledim. O zaman Savcı da ‘Vedat Ergin'in istediği gibi konuştum dersin' dedi.’’


Vedat Ergin, dışarda geziyordu


NURİŞ Çetesi'nin cezaevinde işkence yaptığı Özay Dalkılıç, dışarı çıktığında, Vedat Ergin'i bir restoranda gördüğünü de iddia etti. Dalkılıç, ‘‘Değirmen Restoran'da bir gece Vedat Ergin, birkaç gardiyan ve ikinci müdürle yemek yedi. Orada polisler vardı. Ancak polisler korkup kaçtı. Bu alçaklar emniyet dahil herkesi sindirmişti. Bizi hala tehdit ediyorlar’’ dedi.

Özgür Dalkılıç ise işkenceyi Vedat Ergin'in yönettiğini belirterek, ‘‘Nuri Ergin, perde arkasındaydı, son kararı, ölüm emrini hep o veriyordu. Cezaevi müdürünün karşısına geçip, ‘Aman ha dikkat edin kaçarım' diyerek dalga geçiyordu. Kaşlarım kesilirken duyduğum acıdan çok, onurumun kırılması beni yıktı. Annem istedikleri parayı vermeseydi bizi jiletle, bıçakla doğrayıp öldüreceklerdi’ diye konuştu.

PARA KASALARI VARDI

Özgür Dalkılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:

‘Tüm Uşak'ı haraca bağlamışlardı. Onların sözünden dışarı çıkanlara insanın aklına gelmeyecek işkencelere tabi tutuyorlardı. Suyla ıslattıkları yerde yatırıp bir parça ekmek için suyun içinde emekletip köpek gibi havlamamamızı, kedi gibi miyavlamamızı isteyip gülüşüyorlardı.’’

Yaşadığı dehşeti anlatan Gökhan Uğur ise ‘‘Hem girişte, hem çıkışta kaşlarımı iki kez jiletle kazıdılar. Gözlerimle Vedat Ergin'in işkence için idrarını mahkumlara içirdiğini gördüm. Bizi su döktükleri odalarda saatlerce zıplatıp, komando marşları söyletiyorlardı. Cezaevinde para kasaları vardı. Herkesi haraca kesmişlerdi. Bıçakla, keserle, demirle, işkence ettikleri kişilerden topladıkları haraçları, bu kasaya dolduruyorlardı. Yaşadıklarım kabus gibiydi. Hiçbir zaman unutamam’’ dedi.



Nuriş'in 15 adamı Erzurum'a


UŞAK E Tipi Cezaevi'ni kan gölüne çeviren Nuri Ergin'in aynı cezaevinde bulunanan 15 adamı, Erzurum'a nakledildi. Bu kişilere ikinci bir emre kadar görüş yasağı getirildi.  DHA


Mystic@L 14 Nisan 2006 20:22

MAFIA_MAFYA

Her zaman bir mafyadan sözedilir. Allah zeval vermesin, memleketimizde her çeşit işin mafyası vardır. Bu konuda İtalyanlarla rahatlıkla mücadele edebiliriz. Arazi mafyası vardır, çek-senet mafyası var, ihale mafyası, otopark mafyası, gümrük mafyası!... Say sayabildiğin kadar! Yığınla mafya vardır!

Peki mafya kelimesinin anlamı nedir? Hiç düşündün mü? Nereden gelmektedir bu 'mafya'kelimesi?

Aslında hiçbir dünya dilinde böyle bir kelime yok. Bu kelime bir kısaltmanın sonucu. Kelimenin aslı MAFİA imiş!Biz mafya diye okuyoruz. Peki bu MAFİA neyin kısaltması?İtalyanca bir sloganın baş harflerinin sıralanması ile oluşuyor bu kısaltma: Morte Alle Francia, İtalia Anela!
Her kelimenin baş harfi alındığında ortaya MAFİA çıkıyor. Sloganın anlamı ise: Fransa'ya ölüm, İtalya kükrüyor!

Bu sloganı, Korsika Adası'nın Fransa'dan bağımsızlığı için Fransa'yla savaşan ve İtalya'ya bağlanmak isteyen Korsikalı şövalyeler kullanıyorlarmış. Rahat hareket edebilmek için de bu yapılanmalarını ve diğer tüm çalışmalarını gizlice yapıyorlarmış. Yeraltında kendileri için hazırladıkları dehlizlerde toplanırlarmış. Örgütlerinin adı ise
daha önce söylediğim gibi MAFİA imiş!

Bu hareket, Avrupa tarihini oldukça etkilemiş bir harekettir. Bugün bile Fransızlarla İtalyanlar arasındaki sorunlardan biri Korsika adasıdır. Gerçi geçenlerde, 3 asır sonra Fransa, Korsika'ya özerk bir statü tanımak zorunda kaldı ama, yine de bu olay 17.yüzyıl Avrupasına ve hatta günümüze kadar uzanan bir iz bırakmıştır. O yüzden bu kelime dünyanın diğer yerlerinde, gayri-kanuni teşekküller için de çokça kulanılır olmuştur. Bilirsin işte, sıkça 'yeraltı dünyası' deriz, 'mafya' deriz.

Ben birkaç gündür kendimi böyle bir 'mafya' gibi, bir 'gizli ajan' gibi hissediyorum. Bilinmeyen bir yerlerden, karanlık bir perdenin ardından senden haber alabilmek için çırpınıp duruyorum. Kılıcını çekmiş bir Korsikalı şövalye gibi, Fransayla değil ama, ümitsizliğimle yeraltından savaşıyorum. Bu gizli şövalyenin savaşı da, zaten sadece ümitsizliğiyle!...



GusinapsE 15 Nisan 2006 01:03

ÜLKEMIZDE ORGANİZE SUÇLAR VE
EN ÇOK RASTLANAN ÇIKAR AMAÇLI SUÇLAR

Uyusturucu madde kaçakçiligi,
Silah ve mühimmat kaçakçiligi,
Kiymetli maden kaçakçiligi,
Tarihi eser kaçakçiligi,
Stratejik madde kaçakçiligi (uranyum vb) ve çevre suçlari,
Oto hirsizligi,
Kara para aklama,
Ihale, sübvansiyon ve kredi yolsuzlugu,
Hayvan Kaçakçiligi,
Arazi suçlari,
Kiralik Suç Islemleri,
Tehditle Para Alma,
Kumar, illegal sans oyunlari,
Karaborsa,
Çek-senet tahsilati,
Gasp Soygun,
Yasadisi organ ticareti,
Hayvan Hirsizligi
Kapkaççilik,
Yabanci ülkelere illegal isçi gönderilmesi,
Yasa disi göçmen kaçakçiligi,
Sanat Eserleri,Antika ve Mücevher hirsizligi,
Adam kaçirma ve fidye,
Fuhus,
Diger Hirsizliklar,
Orman Envali Kaçakçiligi,
Çocuk ticareti,
Pornografi,
Beyaz Kadin Ticareti,
Dolandiricilik,
Bilgisayar Suçlari,
Kalpazanlik,
Kredi Kartlari Sahteciligi,
Pasaport Sahteciligi,
Diger Sahtecilikler,
Okul Ögrencilerine Yönelik Suçlar,
Yasadisi Is Takibi,


Yukarida sayilan suçlar, zaten kolluk kuvvetlerince suç kabul edilerek kovusturulmaktadir. Ancak, organize bir grup tarafindan islenmeleri halinde, bu suçlar organize suç kabul edilmelidir. Ayrica organize grup acisindan suç islemek bir süreklilik arz etmelidir. Sayilan suçlarda da görüldügü gibi hafif suçlar dahi organize biçimde islenebilmekte ve bu suçlar mutlaka disa dönük cebir ve siddet kullanilmasini gerektirmemektedir. Burada günümüz teknolojisine paralel teknik olarak islenen suçlarda görülebilir. Sonuç olarak organize suç olarak nitelendirilen suç türü sinirli sayida degildir ve çok degisik sekillerde karsimiza çikabilir. Önemli olan tespit edilen suçlarda bu organizelik özelligini gözden kaçirmadan suçun ortaya çikarilabilmesidir. Ancak bu sekilde gerçek adalet saglanmis ve kamuoyunun güveni kazanilmis olur.




Misafir 15 Nisan 2006 01:09

Kürt Ahmet'e 14 yıl oğluna 91 yıl istendi

Kürt Ahmet" lakaplı Ahmet Turgut'un da aralarında bulunduğu 50 kişi hakkında, "Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve bu örgüte üye olmak, adam yaralamak, gasp ve tehdit" suçu işledikleri iddiasıyla, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dava açtı. Evinde, içinde gizli kamera tertibatı olan bir çanta bulunan Turgut hakkında 7 yıldan 14 yıla kadar hapis, oğlu Kadir Turgut hakkında 46 yıldan 91 yıl 6 aya kadar ağır hapis istendi.

DOKTOR VE SUBAYA DA CEZA
Turgut'un, müebbet hapise mahkum yeğeni Kadir Turgut'u cezaevinden çıkartabilmek için Ankara Numune Hastanesi'nde görevli Dr. Göksel Bayam'ın imzaladığı "Akli dengesi bozuk" yönünde rapor aldığı belirtildi. Doktor hakkında 3-11 yıl, emekli albay Eşref Hatipoğlu'na ise 2 yıldan 4 yıla


arwen 15 Nisan 2006 01:26

Sedat Peker'in yakalanma komedisine daha önce değinmiştim. Peker serbest bırakıldı, daha sonra tutuklandı. Hatta tutuklanmaya, devlete meydan okurcasına ambulansla geldi. Üstelik de ağzında, "Devlet isterse hapis de yatarım" söylemiyle... Bu söylemi çok komik buluyorum. Mafya babaları yakalandı mı bir devletçi oluyorlar, bir devletçi oluyorlar, sormayın gitsin. Sanırsınız ki bütün hayatlarını devlet memuriyetine adamışlar; o kasaba senin bu köy senin tayinleri çıkmış, dolaşmışlar, devlet hizmetinde dirsek çürütmüşler, şimdi de devlet onlardan, "Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası" için hapse girmelerini istiyor. Onlar da mağdur mağdur hapse giriyorlar. Adam mafya kardeşim. Hâkimle yakın ilişkisi var, avukatla yakın ilişkisi var, askerle yakın ilişkisi var, emniyet güçleriyle yakın ilişkisi var. Bu ilişkiler de öyle yenilir yutulur cinsten değil, bayağı bir çıkar ilişkisi... Susurluk rezaleti Sedat Peker'in 'devlet erkanıyla' pespaye ilişkilerinin yanında solda sıfır kalır. Ama adam çıkıyor ve diyor ki, "Devlet isterse hapis yatarım..." Sanki adam kaçıran o değil, adam tehdit eden o değil, haraç alan o değil, çete oluşturup işadamlarına korku salan o değil. Sıkıya geldi mi savunma basit, "Devlet isterse hapis yatarım"... Ama adam haklı, onu hapis yatıracak devletle o kadar büyük bir al takke ver külah ilişkisi içinde ki, onun hapis yatması devlete karşı bir lütuf. Sedat Peker rezaleti cinlerimin tepeme toplanması için yetiyor. Bir kere daha anlıyorum ki nerede mafya varsa orada mutlaka devlet var! Devlet olmadan mafyanın ayakta kalması mümkün değil. Hapse girmesi ise hiç mümkün değil!


Misafir 15 Nisan 2006 01:32

SEDAT BUCAK VE BUCAK AŞİRETİ

Bucak aşireti hakkındaki bilgiler aşağıda takdim edilmektedir. Ancak bu bilgileri rapor haline getiren kamu görevlilerinin, çok dikkatli ve itinalı bir üslup kullandıkları dikkatten uzak tutulmamalıdır. Köken olarak Diyarbakırlı olan Bucaklar, 200 yıl kadar önce Diyarbakır'dan Siverek'e gelmişlerdir. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Şeyh Sait isyanı sırasında, Cumhuriyet'ten yana tavır almış ve isyancılara karşı savaşmışlardır.
Bucaklar üç kez (Atatürk zamanında, İ. İnönü zamanında ve 27 Mayıs'tan sonra) sürülmekten kurtulamamışlardır. Ancak, Şeyh Sait isyanından bu yana devletin yanında yeralmışlardır.
27 Mayıs'tan sonra aşiretin lideri Celal Bucak ve Sedat Bucak'ın babası Hakkı Bucak, Yassıada'da bir süre tutuklu kalmalarına rağmen Siverek'teki iktidarlarını muhafaza etmişlerdir.
Ş. Urfa / Siverek ilçesinde 1980 yılı öncesinde de aşiretler arası çatışmaların yaşandığı bilinmektedir. Dolayısıyla Siverek, PKK ve KUK gibi iki Kürtçü örgütün aşiretleri yanlarına alarak olayları tırmandırmaya çalıştıkları bir yöredir.
Bucak aşireti "Zaza" olup, Demokrat Parti zamanından bu yana TBMM'nde temsilci bulundurmaktadır.
Sedat Bucak, amcası Mehmet Celal Bucak'ın ölümünden sonra, Bucak Aşireti reisi olmuştur.
Ş. Urfa milletvikili Sedat Edip Bucak'ın liderliğini yaptığı "Bucak Aşireti," Siverek ve Hilvan ilçelerine büyük ölçüde hakim olup, aşiret içerisinde kayda değer bir ayrılık - hizip bulunmamaktadır.
PKK'nın Ş. Urfa / Siverek'e verdiği önem ve bu alanda hakimiyet sağlama arayışlarına paralel olarak 1993 Eylül ayından itibaren Bucak aşiretinin de 350 - 400 civarında mensubunu silahlandırdığı bilinmektedir.
PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede Eylül 1993 tarihinden itibaren tamamen Devlet yanında yer alan aşiretin, Siverek ve Hilvan'da 1000 civarında korucusu bulunmakta olup, bunlardan 350 kadarı devletten maaş alan "Geçici Köy Korucusu" statüsündedir.
Çoğunlukta olan ve devletin izni ile silah taşıyıp, görev yapan korucular ise, "Gönüllü Köy Korucusu" olarak sınıflandırılmaktadırlar. Ayrıca, aşiretin özel koruma olarak adlandırılan silahlı mensupları da bulunmaktadır. Özel koruma ve gönüllü korucular devletten maaş almamaktadırlar. (14)
Sedat Bucak'ın 1993 eylül ayından itibaren Siverek'e bağlı köyleri tek tek gezerek, PKK mensuplarını barındırmamaları uyarısında bulunduğu, yöredeki ikinci büyük aşiret olan İZOL aşiretinin de Bucaklar'ın kararını benimseyerek silahlandıkları mevcut bilgilerdendir.
Bucak aşireti liderliğinde başlatılan bahsekonu çalışmalar, bölge halkında, aşiret mensuplarının güvenlik kuvvetlerinin kontrolü dışında hareket edebileceği endişesini doğurmuştur. Bazı eski suçlu ve işsizlerin Bucak grubuna sızdığı iddiaları, zaman zaman bazı mahallere gereksiz yere ateş açılması, halk üzerinde korku ve panik yaratmıştır.
S. Bucak Devlet Güvenlik Güçleri ile yakın işbirliği içerisinde aşiretini silahlandırmış, muhtelif tarihlerde Siverek'teki evinde yetkililerle toplantılar gerçekleştirmiştir.
Aralık 1993 ayında yine Siverek'teki evde yapılan bir toplantıda; S. Bucak, Korkut Eken'e kısa bir brifing vererek, devletten özellikle roketatar ve benzeri güçte silah istediğini dile getirmiştir. Keza S. Bucak, İl J. A. K. Alb. Seral Saral'dan da Jandarma bölgesinde "illegal adam alma yetkisi" istemiştir. Anılan, ayrıca PKK faaliyetlerinin Diyarbakır / Çermik'te yoğunlaştığı, Çermik'e de müdahale etmek istedikleri, ancak Çermik J. Blg. Komutanlığı'nın Bucaklar'a zorluk çıkardığını, benzer olumsuzlukların Viranşehir İlçe J.Bl.K.'lığı ile de yaşandığını belirtmiştir. Bunun üzerine Alb. S. Saral ve K. Eken bu olumsuzlukların süratle halli için girişimde bulunacaklarını taahhüt etmişlerdir.
Mezkûr dönemi müteakip Siverek ve çevresinde PKK'ya önemli darbeler vurulmuştur. Ancak bölgede mahalli güvenlik güçlerinin operasyonları tamamen BUCAK aşiretine devretme eğilimine girmesi, operasyonların aşiret ileri gelenlerince planlanması ve uygulanması, bölgede Devlet kontrolünün zayıflamakta olduğunu da ortaya koymuştur.
Bilahare aşiret mensuplarınca ilçe merkezinde gelişi güzel ateş açılması, bazı şahısların güvenlik güçlerinin bilgisi dışında evlerinden alınıp, sorgulanmaları, 29.11.1993 tarihinde Siverek'de bazı işyerlerinin Bucaklılar tarafından taranması, 07.12.1993 günü Siverek yakınlarında iki teröristin ölü ele geçtiği olayda yakalanan ve yer göstermesi gereken Hatun Taşkaya adlı milisin, Bucaklılar'ın otosunda trafik kazası sonucu 3 aşiret mensubu ile birlikte ölmesi, Bucak aşiretinin bölgedeki Kırvar, Karakeçili gibi aşiretleri de hakimiyeti altına alma girişimleri, Bucak aşiretinin kontrol dışı gelişimini ortaya koyar mahiyettedir.
Aşiretin Siverek bölgesinde PKK'ya karşı etkin olması, aşirete bazı ayrıcalıkların tanınmasını beraberinde getirmiştir. Kaçakçılığa adı karışanlara müsamahalı davranılmış, silah talepleri büyük ölçüde yerine getirilmiş, hatta havaya ateş ederek yaptıkları gövde gösterileri hoşgörü ile karşılanmıştır.
Keza, Bucak - Devlet ilişkileri mahalli üst düzey temaslarla sınırlı kalmamış, zamanın Em. Gn. Md. Mehmet Ağar ve OHAL Valisi Ünal Erkan ile çok samimi ilişkiler geliştirilmiştir. (Aşiret reisinin siyasi ilişkileri nedense zikredilmemektedir.)
Diğer taraftan, aşiret mensuplarından uyuşturucu ve silah kaçakçılığına adı karışanların sayısal olarak fazlalığı dikkat çekmektedir.
Dönem içerisinde, Bucak aşiretinin korucu başlarından Adil Akpirinç adlı şahsın, Ş. Urfa Emn. Md.'lüğü Narkotik Şb. ekiplerince yüklü miktarda eroinle yakalandığı öğrenilmiştir. (17.11.1997 Radikal)
Ancak, tüm yakalanmalarda konu aşiretten uzak tutulmakta, bireysel faaliyet olarak yansıtılmaktadır. Esasen bu tavrın dışına aşiret yapısı itibariyle, çıkmak mümkün olmamaktadır.
Aşiret ile PKK arasında husumet doğması ve çatışma çıkmasının, ideolojik olmaktan ziyade, PKK'nın aşiret dokusunu bozar tarzda propagandaya yönelmesi ve aşiretten "vergi" adı altında yüksek miktarlarda para talep etmesinden kaynaklandığı belirtilebilecektir.
Bucak aşireti korucuları, 1993 son dönemi itibariyle polis veya jandarma ile pusu faaliyetlerine katılmaya başlamıştır. Ayrıca aşiret mensupları, kendi aralarında haberleşmeyi sağlamak amacıyla merkezi Sedat Edip Bucak'ın evi olmak üzere telsiz sistemi oluşturmuşlardır.
"Bucak Aşireti Korucubaşı Bedir Yiğitbay'ın ocak 1997 itibariyle çevresinde yaptığı konuşmalarda "Bucaklar devlettir, devlet onlara hiçbirşey yapmıyor, aşiretin himayesindeki iki kişi Siverek / Çaylarbaşı - Susık (Bükeç 09-72) köyünde bulunmaktadır. Devlet soruşturması da bir şey yapamaz" şeklinde beyanda bulunduğu yolunda duyumlar alınmıştır.
Ayrıca Siverek'teki Kejan aşiretinin reisi Ahmet Kıran'ın, Bahçelievler katliamı ve Topal cinayetine adı karışan Haluk Kırcı'nın Sedat Bucak'ın evinde saklandığını ve kendisine yeni bir kimlik hazırlandığını açıklaması (21.10.1997 Radikal) üzerine, evinin bir bölümü DYP Siverek Belediyesi'nce yıktırılmıştır. (01.11.1997 Milliyet).
(KEJAN aşiretinin KIRVAR aşireti, Ahmet Kıran'ın da Ahmet Kırvar olduğu değerlendirilmektedir.)
Bu durum, aşirette yer alan şahısların kendilerini ayrıcalıklı gördüklerinin bir göstergesi olarak belirtilebilecektir.
Öte yandan, Bucak aşireti ileri gelenlerinin devletten toplu veya aylık para aldıkları hakkında bir belirlememiz mevcut değildir. Gönüllü korucular da aşiretten para aldıklarını kesinlikle beyan etmemektedirler.
Ancak, aşiret gelirlerinin özel ve gönüllü korucuların istihdamında kullanıldığı bir vakıadır. Başka bir deyişle aşiret, varlığını ve yapısını muhafaza için PKK ile yaptığı silahlı mücadeleyi devlete çok iyi pazarlayabilmiş, yasadışı davranışlarlarını da bu sayede örtebilmiştir.
Susurluk olayını müteakip devlet kuruluşları nezdindeki itibarı bir ölçüde sarsılan Bucak camiası ile yöresel ilişkilerin daha ihtiyatlı sürdürüldüğü gözlenmektedir.
Bunun yanısıra, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)'nin devreye girmesi ile birlikte toprak ağalığından vazgeçmek isteyen bölgedeki aşiret reisleri, artık sanayi tesisleri kurma yarışına girmişlerdir.
GAP, bölgedeki aşiretlerin toplumsal rolünü de değiştirmeye başlamış, aşiretler ve reisleri artık sahip oldukları köy sayısı ve arazilerinin büyüklüğü ile değil, kurdukları sanayi tesisi sayısı ile yarışır duruma gelmişlerdir.
Bucak aşireti reisi ve DYP Şanlıurfa Milletvekili S. Edip Bucak'ın kardeşi Murat Bucak da, özelleştirilen bir teneke fabrikasını satın alarak sanayiciliğe başlamıştır.
Bu durum, yüzyıllardır bölgede birden fazla köye ve onbinlerce dönüm araziye sahip olarak bilinen bazı aşiret reislerinin, yatırımlar nedeni ile köylerini terk ederek, "ağalıklarına" son verip, çeşitli merkezlere yerleşmelerine neden olmuştur.
Sonuç olarak, bölgesel nitelikte de olsa aşiretin ve silahlı mensuplarının "devlet içinde devlet" görünümünden süratle uzaklaşmalarını ancak, iyileştirme girişimleri müddetince gönlülü korucuları dağıtma veya silahlarını kısa zamanda toplama gibi aşireti PKK'ya yakınlaştırıcı radikal uygulamalardan kaçınılmasının yararlı olacağı mütalaa edilmektedir.
Yukarıdaki satırlarda; "Devletten maaş alan 340 - 400 Geçici Köy Korucusu, devletin izni ile silah taşıyan Gönüllü Köy Korucusu, ayrıca aşiretin özel koruma olarak adlandırılan silahlı mensupları ibareleri ile Sedat Bucak İl Jandarma Alay Komutanı Albay Seral Saral'dan Jandarma Bölgesinde 'İllegal adam alma yetkisi' istemiştir cümlesi, bölgede güvenlik güçlerinin operasyonları tamamen Bucak Aşireti'ne devretme eğilimine girmesi, operasyonların aşiret ileri gelenlerince planlanması ve uygulanması, Bucak aşiretinin bölgedeki Kırvar, Karakeçili gibi aşiretleri de hakimiyeti altına alma girişimleri, kaçakçılığa adı karışanlara müsamahalı davranılması, silah taleplerinin büyük ölçüde yerine getirilmesi, aşiret mensuplarından uyuşturucu ve silah kaçakçılığına adı karışanların sayısal olarak fazlalığı, Korucubaşı Adil Akpirinç'in yüklü miktarda eroinle yakalanması" gibi ifadeler Bucak Aşireti'nin durumunu yansıtmaktadır.
"Aşiret ile PKK arasında husumet doğması ve çatışma çıkmasının, ideolojik olmaktan ziyade, PKK'nın aşiret dokusunu bozar tarzda propagandaya yönelmesi ve 'vergi' adı altında yüksek miktarlarda para talep etmesinden kaynaklandığı" şeklindeki değerlendirme özellikle Sayın Başbakan'ın dikkatine sunulmalıdır.
Bilhassa "aşiret, varlığını ve yapısını muhafaza için PKK ile yaptığı silahlı mücadeleyi devlete çok iyi pazarlayabilmiş, yasadışı davranışlarını da bu sayede örtebilmiştir" yorumu dikkate değer bir ifadedir.
Sonuç olarak da aşiretin ve silahlı mensuplarının "devlet içinde devlet" görünümünden süratle uzaklaştırılmaları, ancak aşireti PKK'ya yakınlaştırıcı radikal uygulamalardan kaçınılması gerektiği aşikardır.
Aşiretin, aşiret yöneticilerinin devletle ilişkilerinin gözden geçirilmesi, yasadışı tüm iş ve işlemlerinin özel bir çalışmayla ortaya konması gerektiği düşünülmektedir


GusinapsE 15 Nisan 2006 02:33

ORGANIZE SUÇUN TANIMI

Çagimizda ulusal ve uluslar arasi baglantili özellikle uyusturucu ve psikotrop maddeler, mali suçlar ile silah kaçakçiligi basta olmak üzere, yüksek kazanç saglayan ve genelde organizasyon meydana getirmek suretiyle islenen suçlar, toplumun baris ve sükununu esasli biçimde ihlal etmekte, kamu otoritesini çok yakindan mesgul etmektedir. Bu suç türleri “Organize Suçlar” basligi altinda incelenmektedir
Ancak halen mücadele edilen suç türleri dikkate alindiginda, Ülkemize mahsus bir yapi karsimiza çikmaktadir. Mali Suçlar, Uyusturucu Madde Kaçakçiligi ve Silah Kaçakçiliginin disinda yine Organize Suçlar basligi içerisinde baska bir ayrima da gidilmistir. Bu tasnif Kamuoyunda da mafya olarak bilinen ve polis literatüründe asayise müessir suçlarin belli bir organizasyon içerisinde islenmesi ve süreklilik arz etmesidir.
Organize suçlulugun olusum süreci öncelikle adi suçlarin islenmesi ile baslayip cezaevi ortamlarinda bir araya gelerek grup olusturmak ve bunun organizasyon halinde devam ettirmek suretiyle, sabikalilardan kendilerine yandas edinerek, aralarinda bir hiyerarsik yapi içerisinde bu güne kadar bir artis göstermistir. Bu yapilanmanin altinda yatan neden, suç isleyen insanlarin öncelikle cezaevlerinde baslayan kader arkadasliklarinin, disari çiktiklarinda birliktelige dönüsmesi ile kuvvet bulmustur.
Bu çerçeve içerisinde mücadele açisindan da baska bir organik yapilanma olusturulmustur. Bu yapilanma içerisinde yer alan suçlar adam öldürmek, adam yaralamak, tehdit, çek senet tahsilatçiligi, haraç alma, adam kaçirma, ihaleye fesat karistirma ve sadece uyusturucu kaçakçiligi, mali suçlar ile tesekkül halinde silah kaçakçiliginin haricindeki bahsi geçen suçlar yer almistir. Bütün bu degerlendirmenin isiginda Organize Suçlar kavrami, Örgütlü Suç tabir ettigimiz genel bir baslik altinda incelenmektedir.
Kriminoloji açidan diger suç konularindan karmasik ve çözülmesi güç bir yapilanma gösteren organize suçlar ayni zamanda koruyucu ve yardimci roller ile organizasyona karisan adli, idari ve politik unsurlari da çok iyi kullanmaktadir. Birçok suç türünü bünyesinde barindiran ve bunu meslek haline getiren kriminal bir husustur. Basta iktisadi unsurlara yönelmek sarti ile sosyal ve siyasi yapi içerisinde kendisini kamufle etmistir. Kesin hedef; dolayli ve dolaysiz haksiz kazançtir. Organize Suçlar konularina göre degerlendirildiginde; bir ülkeyi temel almak kaydi ile diger ülkelerde de yapilanma ve irtibat söz konusudur. Bilhassa adli mekanizmanin zaafindan, yargilama sürecinin uzunlugundan, genel anlamda hukuki tedbirlerin yetersizliginden ve suç psikolojisinden hareketle yapilanmasini tamamlamaktadir. Ulusal ve uluslar arasi düzeyde organizasyon olusturarak, yasalara aykiri biçimde, haksiz menfaat veya yüksek kazanç saglamak amaciyla ekonomik veya idari yapiyi dogrudan veya dolayli olarak kontrol eden, ele geçiren ve desifrasyonu için uzun süreli hassas çalisma gerektiren suçlar organize suçlar olarak adlandirilmaktadir.
Avrupa Organize suçlulukla mücadele çalisma grubunun 28/31 Mart 1996 tarihinde Almanya’nin Leipzig sehrinde yapmis oldugu toplantida organize suçun olusmasi için bazi kriterler tespit edilmistir.

Buna göre;
1. Haksiz kazanç temin etmek üzere bir araya gelmis ve aralarinda isbölümü iliskisi bulunan hiyerarsik bir yapinin bulunmasi,
2. Kazancin suçtan elde edilmesi,
3. Suç isleme konusunda bir sürekliligin bulunmasi,
4. Mevcut organize yapi içerisinde uygulanan bir yaptirim sisteminin olmasi,
5. Siddet, tehdit gibi yöntemlerin kullanilmasi,
6. Kamuya ve özel sektöre nüfuz edilmesi,
7. Elde edilen kara paranin aklanmasi gereklidir.
Bu kriterlerden besini içinde barindirmayan suç türleri örgüt gibi adlarla anilsalar bile organize suçlulukla mücadele kapsamina girmemektedir. Diger suç türlerini daha önce bahsedilen asayise müessir adi suç türleri içerisinde tasnif etmek mümkündür. Bu tasnifin nedeni ise mücadelede belirli ilkeler çizmek ve mevcut mücadele yöntemleri disinda organize suçun olusumuna paralel mücadele gelistirmek içindir.
Organize suç örgütlerinin faaliyetlerini artirmasi, toplum düzeni için açik bir tehlike olusturma sürecine girmesi ve planli, bilinçli bir sekilde kanuni bosluklari kullanabilecek kapasiteye ulasmasi üzerine kanuni düzenlemelerin yetersiz kaldigi görülmüs, toplum gündemini yogun bir sekilde isgal eden bu gruplarla mücadelenin daha etkin yapilabilmesi amaciyla, Türkiye Büyük Millet Meclisince 30.07.1999 günü 4422 kanun numarasi ile Çikar Amaçli Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kabul edilmis ve 01.08.1999 günlü Resmi Gazetede yayinlanarak yürürlüge girmistir.
Bu kanun ile Organize suç örgütleri, ileriye dönük ve daha genis bir çerçeveden bakilarak degerlendirilmis ve tanimlanmistir. Bu tanimlamaya göre; “Dogrudan veya dolayli biçimde bir kurumun, kurulusun veya tesebbüsün yönetim ve denetimini ele geçirmek, kamu hizmetlerinde, basin ve yayin kuruluslari üzerinde, ihale, imtiyaz ve ruhsat islemlerinde nüfuz ve denetim elde etmek, ekonomik faaliyetlerde kartel ve tröst yaratmak, madde ve esyanin azalmasini ve darligini, fiyatlarin düsmesini veya artmasini temin etmek, kendilerin veya baskalarina haksiz çikar saglamak, seçimlerde oy elde etmek veya seçimleri engellemek maksadiyla zor veya tehdit uygulamak veya kisileri kendilerine tabi kilmaya zorlamak veya mensuplari arasinda her ne suretle olursa olsun açik veya gizli isbirligi yapmak suretiyle yildirma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç islemek için olusturulan yapilanma çikar amaçli suç örgütüdür. Mücadele perspektifi bu kriter ve tanimlamalar çerçevesinde olusturulmaktadir.

Organize suç örgütleri toplum içerisinde yasadisi ekonomik ve siyasi güç olma amacini tasidiklarindan demokrasi ve hukuk devleti için büyük bir sorun ve tehdit unsuru olusturmaktadirlar. Bu gruplar uyusturucu kaçakçiligi, isçi simsarligi, organ ve doku kaçakçiligi, tarihi eser kaçakçiligi, alacak-verecek iliskilerine aracilik etmek, çek-senet tahsilati, gasp, soygun, adam kaçirma, adam yaralama ve öldürme suçlari basta olmak üzere gerektigi yer ve durumda çikar saglamak amaciyla her türlü suçu islemek ve isletmek, bu yoldan halk arasinda korku-panik ve dehset duygusu yaratarak önce ekonomik ve sonrasinda siyasi bir güç kazanmak amacini tasimakta, bir yandan hukuk devletini tahrip ederken, diger yandan demokrasilerin imkanlarini istismar etmektedirler. Yasadisi yollardan elde edilen finansman, organize suç örgütlerince politik sisteme, basina ve kamu yönetimine nüfuz edilmesinde ve onlarin yönlendirilmesinde bir güç unsuru olarak kullanilmaktadir. Bu örgütler sivil toplum alani içerisinde yasadisi ekonomik ve siyasi güç odagi olma gayesi ile bir araya gelmis, sistematik yapilanmalar oldugu için demokratik sistemler için büyük bir sorundur.
Organize suçlari isleyenler, serbest piyasa ekonomisinin sagladigi imkanlardan yasal çerçevede faaliyet gösteren isadamlari gibi yararlanmakta, yasadisi faaliyetlerini yasal çerçevede faaliyet gösteren paravan kuruluslar vasitasiyla yürütmeyi ve bu sayede gerçek faaliyetlerini kamufle etmeyi bir taktik olarak benimsemislerdir.
Öte yandan organize suçlar, bati ülkelerinin yerlesmis demokrasilerini ekonomik ve siyasi yönlerden tehdit ettigi kadar; demokratik sürecini gelistirmeye çalisan ülkeler açisindan da ciddi bir sorun olusturmaktadir. Suç örgütlerinin ekonomik güç odagi haline gelmeleri, demokratik hukuk devleti içindeki güçler dengesini yönlendirebilmesi imkanini yaratmis, Italya örneginde görüldügü gibi demokratik hukuk devletinin karsi mücadelesini zorlastirmistir. Güney Amerika ülkesi Kolombiya’dan tüm dünyaya uyusturucu sevkiyati yapan Cali Kartelinin 800 subesi ve 25 Bin civarinda örgüt elemanina sahip olmasi ve geçtigimiz yillarda devletle savasma cüretini göstermesi bir suç organizasyonunun toplum düzeni için ne kadar büyük bir tehdit olusturabileceginin göstergesi olmasi bakimindan önemli bir örnektir.
Organize suçlar ve terörizmin uyguladiklari siddet ve toplum düzenini tahrip etmesi bakimindan birbirinden ayri iki olgu olmadigi ve demokrasileri hedef alan iki büyük tehdit oldugu açikça görülmektedir. Organize suç toplumun düzenini bozan, verimliligini azaltan, kurumlari yozlastiran bir hastalik olarak dünya gündemindedir.




Misafir 15 Nisan 2006 10:44

Mehmet Ali Ağca Ülkücü görüşü benimseyen Ağca, 1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak 25 Haziran 1979'da yakalandı. Ağca, çeşitli ifadelerinde Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan'ın isimlerini verdi.

Polis tarafından soruşturma sürdürülürken gereken ek gözaltı süresi verilmedi ve Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu.

23 Kasım 1979'da aynı cezaevinden kaçırılan Ağca, 26 Kasım 1979'da Milliyet Gazetesi yakınındaki bir çöp kutusunda bulunan mektupta kendi el yazısıyla Papa'yı vuracağını bildirdi. 28 Nisan 1980'de İpekçi davasından dolayı ölüm cezasına çarptırıldı.

13 Mayıs 1981'de Papa'ya suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı. Papa soruşturması boyunca 128 kez ifade verdi, 22 Mart 1986'da ömür boyu hapse mahkum edildi.

Halen İtalyan hapishanesinde yatan ve "Ben mesihim" gibi ilginç iddialarda bulunan Ağca, 1999 yılının son günlerinde de evlenmek istediğini belirterek yine dikkatleri üzerine çekti.

13 Mayıs 2000'de Papa, Portekiz'in Fatima kentinde, Meryem Ana'nın yaklaşık bir asırdır saklanan üçüncü sırrını açıkladı. Papa, 83 yıl önce üç çocuğa görünerek üç sır veren Meryem Ana'nın Ağca suikastını o zamandan bildiğini ve kendisini ölümden kurtardığını söyledi. Papa'ya suikast girişiminin anahtarının Fatima kentinin üçüncü sırrında olduğunu iddia eden Mehmet Ali Ağca, bu sırrın açıklanmasını istemişti. Tarihlerin de bunu doğruladığını savunan Ağca, serbest kaldıktan sonra Fatima kentini zirayet etmek istediğini sık sık dile getirmiş, bu kente yerleşmek istediğini söylemişti.

Papa'nın Fatima'nın üçüncü sırrını açıklamasının ardından Ağca, "O gün bin kere de ateş edilseydi Papa yine kurtulurdu" dedi.

Türkiye'ye iade edildi
13 Haziran 2000'de İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Ağca'nın affını imzaladı. Ağca, THY'ye ait kargo tipi bir uçakla sabaha karşı İstanbul'a getirildi. Sadece gasp suçundan Türkiye'ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Kadıköy Adliyesi'nde gasp davasıyla ilgili mahkemeye çıkarılan terörist Ağca'nın ilk sözü, "Ben, Abdi İpekçi'nin katili değilim. Ben sadece bir aktördüm" oldu.

Ağca, daha sonra çıkarıldığı bütün duruşmalarda şov yaptı. Her duruşmadan sonra basın mensuplarına mektup dağıtan Ağca, Vatikan'a tehdit savurdu. Vatikan'dan hesap soracağını ileri süren Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi. Vatikan'da kral olmaktansa, Afrika'da maymun olmayı tercih ederim" dedi.

Erken af
Ağca, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkeme'sinde görülen gasp davasında, iki gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ağca'nın bu cezası, hapiste kaldığı süre ve iyi hali gözetilerek 7 yıl 2 aya indirildi. Ancak Ağca, Şartla Salıverilme Yasası'ndan yararlanamadı.

İpekçi davasında tanık olmayı reddetti
Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin olarak Yalçın Özbey ve Yusuf Çelikkaya hakkında "Taammüden adam öldürmek suçuna katılmak"tan 20 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası istemiyle yeni bir dava açıldı. Ancak İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın ilk duruşmasına getirilen Ağca, yeni davada tanıklık yapmayacağını söyleyerek yemin etmedi. İfadesini "yeminsiz" veren Ağca, "Yalçın Özbey, bazı yerlerde İpekçi suikastına karıştığını anlatıp övünüyordu. Bu trajedide övünecek ne varsa? Ben bu karanlık suikastın en büyük mağduruyum" dedi
http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/sicakhaber/resimler/kim/agca.jpg


Misafir 15 Nisan 2006 23:03

'Asıl mafya hortumcular'
"Mafya dizileri gençlere zararlı, yasaklanmalı" diyen Çolak'tan inciler: 1980'e kadar beş parasız adam, şimdi yat, kat sahibi... Asıl baba onlar... Bizimki mafyalık değil, kabadayılık. Türk milletinin hepsi kabadayıdır. Biri çalıyor, biri koruyor, biri de korutturuyor. Hep aynı sahtekârlığın parçalarıyız


Mystic@L 15 Nisan 2006 23:17

Sedat Peker

Rizeli bir aileden gelen Sedat Peker, 1970 yılında Sakarya'da doğdu. "Köroğlu" lakaplı Peker, Almanya'da büyüdü. Peker'in adı ilk olarak "uyuşturucuyla mücadele eden baba" olarak duyuldu, daha sonra Susurluk Raporu'nda geçti.


HAKKINDA YAZILANLAR

Peker çağırdı ünlüler koştu
Milliyet 24 Mayıs 2002
BELMA AKÇURA, DENİZ ALTUNTAŞ

Sedat Peker bir internet sitesi açtı ve bunu 1.500 kişilik davetle kutladı. Gecede Susurlukçular, sanatçılar ve siyasetçiler de vardı. Davetlilerin tamamına, 14 ayar altından bir rozet hediye edildi...

Reis lakaplı Sedat Peker, Turan idealini temsilen, dünyadaki bütün Türkleri internet aracılığıyla buluşturmayı amaçlayan "www.ozturkler.com" sitesini, birbirinden ilginç konukların buluştuğu bir törenle açtı. Sitenin açılışı, Hilton Convention Center da 1.500 kişinin katılımıyla yapıldı. Peker in kurduğu sitenin tanıtım gecesinde tüm davetlilere girişte 14 ayar altından rozet hediye edildi.

ZEken e alkış yağmuru
Davetliler, duvarlardaki Türk hükümdarlarının fotoğraflarına bakarak gözlemelerini yerken, dev bir Türklük haritası önünde demir dövüldü. Otağ gibi düzenlenen mekânda Mehteran grubu da bir gösteri sundu. Gecenin sunuculuğunu Erkan Yolaç üstlendi. Eski Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz, Türk dünyasına hizmeti geçen Türkçülere birer plaket verirken; cezaevindeki Korkut Eken in plaketi oğlu Koray Eken e verilirken salon alkışlarla inledi. Emekli orgeneral Muhittin Fisunoğlu ise plaketini almaya gelmedi.

Peker plaketini almadı
Plaketini almayanlar arasında yer alan Peker, töreni uzaktan manevi oğlu olan şarkıcı Küçük Onur la izledi. Peker, ödülü almama gerekçesini de, "İnsanlar layık oldukları şeyleri almalı. Ben bu ödüle layık değilim. Ülkemize daha çok hizmet etmemiz lazım" diye açıkladı. Ödül töreninin ardından modern dans grubu Kafkas oyunları sergiledi. Gecenin sonuna doğru Muazzez Abacı sahne aldı.










Misafir 16 Nisan 2006 01:58

Kürşat Yılmaz'ı cezaevinden kimler kaçırdı?

https://www.msxlabs.org/images98/bant98/emailx.gif



Uğur DÜNDAR








Kamuoyunda ‘‘Ülkücü Baba’’ olarak bilinen Kürşat Yılmaz, şubat ayında Burdur Cezaevi'nden firar ederken, yanında adamı Ali Oymak ve Uzman Çavuş Numan Güvenir vardı.

Bu üçlü cezaevinden yaklaşık üç kilometre uzaklaştıktan sonra, kendilerini bekleyen bir otomobile bindiler. İddiaya göre, otomobil resmi plaka taşıyordu ve Ankara'dan gelmişti! Araç, firarileri Ankara'ya götürdü. Önemli bir kişi, firarileri başkentte birkaç gün ağırladı.

VARNA'DAN GELEN MEKTUP

Bulgaristan'da yakalanıp bu ülkeye sahte pasaportla girmek suçundan bir yıl hapis cezasına çarptırılan Kürşat Yılmaz, cezaevi firarından sonra yaşadıklarını anlatmaya hazır.

Daha neler neler anlatacak Kürşat Yılmaz! Ancak bir koşulu var. Bu koşulun ne olduğunu, hafta içinde Bulgaristan'daki avukatı aracılığıyla gönderdiği mektuptan okuyoruz:

‘‘Kürşat Yılmaz, kişisel ve aşağılık çıkarları uğruna insanları kullananları, Türk halkı tanısın istiyor. Ülkede gerçekten hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, temiz topluma geçiş sürecinde, üstüne düşeni yapmak istiyor.

Hiçbir şeyden korkmadan ve yılmadan, devletine ve ülkesine olduğuna inandığı borcunu ödüyor. Bu noktada devletini, milletini ve halkını sevdiğini söyleyen herkese çağrıda bulunuyor. Gelin, gerçekten temiz Türkiye'yi kuralım. Ben, üzerime düşenleri yapmaya hazırım.

Sayın Dündar, daha önceki açıklamalarımda da belirttiğim gibi, şu anda söylediklerimiz sadece hafif bir esinti! Eğer rüzgârı estirirsek, buna kimse dayanamaz. Kalkacak toz bulutu, her tarafı kasıp kavurur. İnanın buna sizler bile hazır değilsiniz! Kaldı ki, maksadım asla devletimin itibarını zedelemek değil. Amacım, kendi çıkarları uğruna devletimi pervasızca kullananları gözler önüne çıkarmak.

Buradan hükümete ve muhalefete sesleniyorum. Temiz toplum yolunda samimi olan herkesi de bu öneriyi desteklemeye çağırıyorum. Ben ve benim durumumda olanlara ceza muafiyeti getirilsin. O zaman her şey ortaya dökülecektir. Ben zaten 8 yıldır cezaevlerinde yatıyorum. Toplumu asıl kirletenler de bedel ödesinler.

Temiz toplum ve gerçek hukuk devleti mi istiyorsunuz? Ülkesini seven, genç, pırıl pırıl, tertemiz, yeni bir nesil, ikibinli yılların temiz Türkiye'sini kursun.

Var mısınız?’’

Kürşat Yılmaz'ın bu önerisine ‘‘hayır’’ demek mümkün değil.

İtalya örneğine bakın. Temiz toplum hareketi, mafya babalarının politikacılar, işadamı ve bürokratlarla olan ilişkilerini itiraf etmeleriyle başlamadı mı?

Türkiye'de de böyle olacak! İtirafçılara ceza indirimi ve yaşam güvencesi sağlayan bir yasanın çıkmasıyla birlikte, her şey çorap söküğü gibi ortaya dökülecek.

O takdirde, Kürşat Yılmaz da bildiklerini anlatacak, diğerleri de...

ÜNLÜ ZİYARETÇİLER

Dikkatli okuyucularımız hatırlayacaktır. ‘‘Ülkücü Baba’’ Yılmaz'ın cezaevi firarından sonra başlatılan soruşturmada, bazı önemli kişilerin onu ziyaret ettikleri belirlenmişti. Bunlardan biri Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e yıllardır hizmet veren danışman Hayrettin Gökdemir'di. Gökdemir, medyaya Kürşat Yılmaz'la ilişkisini anlatırken ‘‘Kendisiyle zaman zaman görüşürüm’’ demişti. Vali Oğuz Berberoğlu ve Bayrampaşa Cezaevi'nin sansasyonel eski savcısı Necati Özdemir de idam istemiyle yargılanan ‘‘Ülkücü Baba’’nın ziyaretçileri arasındaydı.

İŞTE SORULAR

Kürşat Yılmaz cezaevinde krallar gibi yaşıyor, özel koğuşunun anahtarını cebinde taşıyordu.

Şimdi yazımızın başına dönüyor ve yetkili, aynı zamanda etkili kişilere şu soruları soruyoruz:

1- Kürşat Yılmaz, Burdur Cezaevi'nden firar ettikten sonra resmi plakalı bir araca bindi mi?

2- Yılmaz, adamı Ali Oymak'la birlikte Ankara'nın Çankaya Semti'nde bir evde kaldı mı?

3- İkili, birkaç gün süreyle ‘‘önemli’’ bir kişinin konuğu oldu mu?

Kürşat Yılmaz'ın mektubundan itirafçılara ceza muafiyeti ya da indirimi sağlandığı takdirde, bu sorulara yanıt vermeye hazır olduğu anlaşılıyor.

Peki ya cezaevinde ziyaret edip ona müthiş(!) görevler öneren ‘‘yetkili ve etkili’’ kişiler? Onlar da hazırlar mı?


Mystic@L 16 Nisan 2006 16:09

ABDULLAH ÇATLI

Büyük Reis Abdullah ÇATLI 3 Kasim 1996 da hakka yürümüstür

Abdullah ÇATLI kirk yasindaydi. Turan ülkesi kadar büyük bir akrep isirmisti beynini. Ümmet cografyasi kadar genis bir kor düsmüstü yüregine.

Ülküleri için yasadi. Ülkesi için öldü. O sadece Gökçenimizin ve Selcenimizin babasiydi...

Abdullah ÇATLI ondan gelen ve ona dönen her fani gibi ölüme yürüdü. Ardindan çok sey söylendi. Ruhunu muazzep, ailesi ve daostlarini müteessir kilacak çok seyler yazildi.

Bilmeye çalisti herkes onu... Ögrenmeye çalisti..Lakin kimse anlamaya gayret etmedi.

Abdullah ÇATLI kirk yasindaydi. Turan ülkesi kadar büyük bir akrep isirmisti beynini. Ümmet cografyasi kadar genis bir kor düsmüstü yüregine.

Ülküleri için yasadi. Ülkesi için öldü. O sadece Gökcenimizin ve Selcenimizin babasiydi...

"Mafya" dedikleri çirkefe ne tenezzül gösterdi, ne de bu kavrami bir lahza olsun telaffuz etti.

Yillar var ki, ülkemiz örtülü bir savas içinde. ABDULLAH ÇATLI bu savasta yan tuttu. Yan tutmakla kalmadi, risk aldi, bedel verdi.

Kimileri deniz gibi köpürür,
Kimileri dalga dalga secdede,
Kimileri kiliç gibi savasiyor,
Kimileri kanimizi içmede.

diyordu ya, hani sair. ABDULLAH ÇATLI kiliç gibi savasti, onurlu bir ömür sürdü. Hakka yürüdü. Mevla rahmet eylesin.

Ruhun Sad Mekanin Cennet olsun BÜYÜK REIS...

EY KARA TOPRAK ÇATLASANDA HER ZERREN SOGUKTAN,

SANA SEREFSIZCE DÖNMEYECEGIM !


Misafir 16 Nisan 2006 17:09

İstanbul’u kana bulayacağım






Kardeşi öldürülen Sincar Aşireti reisi Murat Sincar ‘Kana kan alınacak’ diyerek intikam yemini etti.


Mardinli Sincar Aşireti'ne mensup Sadi Sincar'ın, karakoldaki ağabeyi için tehditle yemek yaptırdığı ve parasını ödemediği gerekçesiyle restoran sahibi Gaffur Karaca tarafından öldürülmesi, Büyükada' da gerginliğe yol açtı. Aşiretin reisi Murat Sincar'ın tehditleri üzerine polis önlemler aldı. Kafasına isabet eden tek kurşunla yaşamını yitiren Sadi Sincar'ın ağabeyi, Sincar Aşireti'nin reisi Murat Sincar, katil zanlısı Gaffur Karaca'ya tehditler yağdırdı.

Allah’ın gönderdiği psikopatlardan biriyim

Murat Sincar, ‘‘Allah'ın son zamanlarda gönderdiği en büyük psikopatlardan biriyim. Kana kan alınacak. Bu kan da bir candan alınmayacak. İstanbul'u kana bulayacağım. Gaffur Karaca, Taksim Meydanı'nda etekle dolaşsın’’ dedi. Sincar, kardeşi Sadi Sincar'ı Gaffur Karaca ile barıştıran ANAP Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar için de şunları söyledi:

Kardeşimin ölümünden Mustafa Taşar sorumlu

‘‘Kardeşim Sadi ile Gaffur Karaca arasında husumet vardı. Karaca, yaklaşık bir ay önce Mustafa Taşar'ı devreye sokarak barışmak istedi. Taşar arabulucu oldu ve barıştık. Kardeşimin ölümünden Mustafa Taşar sorumludur. İstanbul'da onun bir kedisini bile yaşatmayacağım.’’ Yazılı bir açıklama yapan Taşar ise ‘Öleni de öldüreni de tanımam’ dedi. Gaffur Karaca' ya, dün olay yerinde tatbikat yaptırıldı. Yoğun güvenlik önlemi altında cinayet yerine götürülen Gaffur Karaca, olayı detaylarıyla anlattı. Polis kıyafeti giydirilen Karaca, tatbikatta basın mensuplarına dönerek, ‘‘İşadamları korkmayın. Bütün pislikler temizlenecek’’ diye bağırdı.


Sadi Sincar Büyükada'da öldürüldü<


Büyükada'ya 1984'ten bu yana yoğun olarak yerleşen Sincar Aşireti'ne mensup Davut Sincar, önceki gün polis tarafından ruhsatsız tabancayla yakalandı. Davut Sincar'ın kardeşi Sadi Sincar (24), akşam saatlerin-de adanın ünlü Birtat Restoran'ın ortağı Gaffur Karaca'yı arayarak, ‘‘Karakol-daki abim için yemek hazırla’’ dedi. Karaca kebapları hazırlattı.

Restoranda 3 el ateş etti

Gece 23.00'te gelen Sadi Sincar, kebap paketini aldıktan sonra, silahını çekti ve önceden kavgalı olduğu Gaffur Karaca'ya gözdağı vermek için restoranda üç el ateş etti. Buna çok sinirlenen Gaffur Karaca, ruhsatlı tabancasını çıkardı ve Sadi Sincar'ı tek kurşunla şakağından vurarak öldürdü. Cinayet üzerine restorandaki müşteriler ve garsonlar büyük panik yaşadı.

Aşiret, ismini gazeteci cinayetiyle duyurmuştu
Sincar Aşireti adını ilk kez, 1989’da gazeteci Sami Başaran cinayetiyle duyurdu. Aşiret reisi Cemal Sincar, röportaj için bürosuna gelen Gazete Gazetesi'nin muhabirleri Sami Başaran ile Ahmet Altınkaya'yı kurşun yağmuruna tuttu. Başaran yaşamını yitirirken Altınkaya ağır yaralı kurtuldu. Aşiretin önde gelen isimlerinden, kapatılan DEP'in Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, 1992'de, Batman'da uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüştü. http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/02/17/turkiye/50tur.jpg


Misafir 19 Nisan 2006 11:13

CEM ERSEVER

Cem Ersever, kısaca JİTEM olarak anılan Jandarma Genel Komutanlığı'nın Güneydoğu Anadolu'daki İstihbarat biriminin kurucusu ve uzun süre yöneticisi olan bir Jandarma subayıdır. Mart 1993'te istifa etmiştir. Ersever, Güneydoğu Anadolu'da uzun süren görevi esnasında PKK ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almıştır. Silahlı çatışmalara bizzat girmiş, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK'ya karşı ve yandaş olan kişi ve guruplarla iritbatlar kurmuş, bütün bunları tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür.
Subay ve istihbarat sorumlusu olarak bölgedeki tüm faaliyetlerin ya içinde bulunmuş ya da içeriği hakkında bilgi sahibi olmuştur.
Ersever, önceleri normal bir Jandarma subayı olarak görev yapmış, sonraları çok önemli yetkilerle donatıldığı için tüm kuruluşlar ve yöredeki gayri kanuni guruplarla ilişikler geliştirmiştir. İlişkileri sınır ötesine de taşmış, IKPP lideri Barzani ve KYB lideri Talabani arasında sürekli olarak Barzani'ye yakın olmuş, ancak her ikisinin Ankara'yla ilişki kurmasında etkili rol oynamıştır.
Kerküklü olması sebebiyle Iraklı Türkmenler'le de yakın ilişkileri vardır. Irak İstihbarat Servisi ile de irtibat içinde olmuştur. Bu ilişkinin bölgede görev yaptığı 1976 yıllarından itibaren başladığını kendisi de reddetmemiş, irtibatı PKK ile mücadeleye bağlamıştır. Sık sık gittiği Kuzey Irak'ta İngiliz ve ABD istihbarat guruplarıyla da irtibatı hep düşünülmüştür.
Emekli olduktan sonra bir tepki içine girmiş, PKK ile mücadelede aksaklık, eksiklik ve yetersizlik olarak belirlediği hususlarda kamuoyu oluşturma faaliyetlerine başlamıştır. Tempo dergisi, Aydınlık, Tercüman ve Daily News gazetelerinde röportajları ve açıklamaları yayımlanmıştır.
Bu arada, IKPP'nin Ankara Temsilcisi Hayrullah Salih'ten partinin büro olarak kullandığı daireyi kiralamış (veya kullanmış) ve bir siyasi dergi çıkarma hazırlıklarına başlamış, Ahmet Aydın adıyla iki kitap yazmış, Tempo dergisindeki açıklamaları sebebiyle aleyhinde Askeri Mahkemede dava açılmıştır. Ersever bölgeye ve Kürt problemine ilişkin çeşitli görüşleri yanında Jandarma Genel Komutanlığı'nın ve Asayiş Kolordu Komutanlığı'nın atama, çalışma tarzı ve icraatlarını ayrıntılı şekilde eleştiren açıklamalarda bulunmuştur.
Ancak gelişmeler beklediği yönde olmamış, destek görmemiş, Silahlı Kuvvetler tepki göstermiş, mali yönden ve güvenlik açısından sıkıntıya girmiştir.
Cem Ersever'in öldürülmesi ise halen faili meçhul olaylar arasındadır. MİT'e göre; Hanefi Avcı "Mahmut Yıldırım'ı çağırarak gerekli yerlerde görüştüğünü söyleyerek, son dönemdeki faaliyetlerinden ötürü Cem Ersever'in ortadan kaldırılması gerektiğini bildirmiş, daha sonra Mustafa Deniz ve Neval Boz'a (sevgilisi, karısı) yönelerek onların işbirliğini sağlamış onlar da Avcı'nın talimatıyla Cem Ersever'i infaz grubuna teslim etmişlerdir."
Aydınlık dergisi Ersever'in öldürülüşünü kendi mantığı içinde bir yere yerleştirmekte ve "Kasım 1994'te, uyuşturucu trafiğinin elemanı ve tanığı olması sebebiyle, Abdullah Çatlı ve ekibi tarafından Başbakanlık Poligonu'nda sorgulandı ve arkadaşları Mustafa Deniz ve Neval Boz ile birlikte öldürüldü" şeklinde açıklamalar yapmaktadır.
MİT'in açıklamaları gerçeklerden uzaktır.
Mantıklı ve tutarlı açıklamayı ise -nedense MİT'in sürekli olarak itham ettiği- Hanefi Avcı yapmıştır.
Avcı, TBMM Susurluk Komisyonu'na 4.2.1997 tarihinde yaptığı açıklamada "Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel'in şoförü (jandarma elemanı) Kemal Uzuner'in evinde Cem'in arşivinin muhafaza edildiğini,
jandarmanın Kemal'in evindeki malzemeleri, arşivi aldığı, Kemal'le randevulaşan Ersever'i yakaladığı, eve gelen Mustafa Deniz ve Neval Boz'u da ele geçirdiğini anlatmaktadır.
Sorgulamayı yapanlar arasında Mahmut Yıldırım'ın (Yeşil) olduğu iddiası yaygındır.
MİT de sonunda mantıklı bir izah yapmakta ve "Ersever ve arkadaşlarının teröristlerin harekat tarzı konusunda çok tecrübeli, kendi güvenlikleri yönünden de çok dikkatli oldukları bilinmektedir. Buna rağmen herhangi bir mücadele emaresi olmadan cinayeti işleyenlerce ele geçirilmiş olmaları dikkati çekmektedir. Bu durum Ersever ve arkadaşlarının kendileri açısından 'güvenilir' saydıkları kişilerce veya bunların aracılığı ile yakalanmış oldukları ihtimaline kuvvet kazandırmaktadır" demektedir.
Eylemin gerçekleşme biçimi, her üçünün fiziki bir zorlanmaya maruz kalmamaları, cinayette PKK ihtimalini yok etmektedir. PKK'nın çok şey bilen bu kişileri "konuşturmadan" öldürmesi beklenemez.
Basının, devlet içinde bir hesaplaşma olduğu veya devletin çok etkili görevlerde bulunanları dahi koruyamadığı veya kolayca feda ettiği kanaatine yol açan yayınlarını da bu vesileyle doğruluk payı olan yorumlar olarak kabul etmek yanıltıcı değildir. Birçok polis görevlisi "Cem'in öldürülmesini değil, son zamanlardaki faaliyetleri dolayısıyla sorgulanacağını, korkutulacağını tahmin ediyorduk" ifadesiyle olaya ışık tutmuşlardır.
Görüştüğümüz Gümrük Teşkilatı şoförü Kemal Uzuner, Cem'in evine geldiğini, kapalı valizini aldığını, diğer kişilerin de eve geldiğini sonra gittiklerini, anlatmakta ve Cem'le yıllara dayalı ilişkisini açıklamakta, ancak silahlı mücadeleye alışkın ve yatkın Cem ve arkadaşlarının o saatlerde ve ev dışında kaybolmasına hiçbir açıklık getirememektedir.
Aslında görüştüğümüz onlarca kişiden sonra olayın cereyan tarzı hakkında bir şüphe duymamak gerekir. Ersever'in zararlı olmaya başladığı, giderek devleti ve kurumlarını hedef tuttuğu, ilişkilerinin yanlış boyutunun büyüdüğü ve yargı önünde bir cezayı hakettiği muhakkaktır. Burada ve olayı uzunca anlatarak Sayın Başbakan'ın dikkatine sunmak istediğimiz temel husus; bu dönemde Ankara'da oluşan havanın göstergesi olması itibarıyla bu konunun taşıdığı önemdir.
MİT'in tabiriyle yakalayanlar Cem'i ve arkadaşlarını "infaz grubuna teslim" etmişlerdi. "İnfaz grubu" ibaresi kanaatimizce birçok olayın düğüm noktasıdır. "İnfaz grubu"na kim emir verebilir? Böyle bir grubu kimler kurabilir? Devlette bu yetki olacaksa sistem nasıl işleyecektir? Ve hangi amaçla bu sistem çalıştırılacaktır?
Şu husus bilinmektedir. OHAL bölgesinde bu karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına çok daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir. 1996 yılında Kolordu Komutanı'nın her türlü düzensizliğe son vermek için harekete geçmesi bu adam öldürmedeki keyfiliği de bir noktaya kadar önlemiştir. Çünkü mahkemelere kadar gitmiş bir konu nedeniyle elden ele teslim edilen kişilerin devlet elindeyken köprü altında ölü olarak bulunmasının faili meçhul olamayacağı aşikârdır.
OHAL Bölgesi'nde bunlar olurken, Cem Ersever ve arkadaşlarının Ankara'da faili meçhul bir cinayete kurban olmaları artık kamu yararının dışında kamu zararı tevlit eder boyutlara gelindiğini ispat eden bir örnek oluşturmaktadır.

MAHMUT YILDIRIM (YEŞİL)
Sn. Başbakan'a hiçbir açıklama yapmadan, MİT'in Yeşil hakkındaki tesbitlerini, olduğu gibi takdim etmekte fayda görülmüştür. Burada yer almayan ancak devlet kurumlarımızın üzüntü verici ve mutlaka tashih edilmesi gereken tutumlarının delili olan farklı ilişkilere daha ileride temas edilecektir.
Aşağıdaki ifadelerin tamamı, değiştirilmeden Milli İstihbarat Teşkilâtı'mızın cümleleriyle sunulmaktadır.
Yeşil Kod Mahmut Yıldırım
Gerçek Adı: Mahmut Yıldırım
Kod Adı: Ahmet Yeşil-Mehmet Kırmızı
Tire-Sakallı-Terminatör

- Salih-Derdi oğlu, Bingöl/Solhan 1953 doğumludur


Misafir 20 Nisan 2006 14:06

RAPORA GÖRE TÜRKİYE’DE MAFYANIN CİRİT ATTIĞI 100’ E YAKIN FAALİYET ALANI BULUNUYOR.
YERALTI EKONOMİSİNİN BÜYÜKLÜĞÜ MİLLİ GELİRİN DÖRTTE BİRİ OLAN 60 MİLYAR DOLARI BULUYOR.

RAPORA GÖRE ÜST DÜZEY MAFYA ÜYELERİ METROSEKSÜEL. İYİ GİYİNİYOR, İYİ YAŞIYOR, MAFYA DİZİLERİ İZLİYORLAR.

ATO BAŞKANI AYGÜN: MAFYA, SON YILLARDA TÜRKIYE’NIN IÇ TEHDITLERINDEN BIRI HALINE GELDI.
-
BİR KAMU YATIRIMI İÇİN KOYULAN HER DÖRT TUĞLANIN BİRİ, YASA DIŞI ORGANİZASYONLARA GIDIYOR.

Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Marziye, Yılan Hikayesi,Tatlı Kaçıklar, Ana, Alacakaranlık gibi en çok izlenen dizilere konu olan Mafya, hayatımızın her alanına nüfuz ederek, neredeyse el atmadık sektör bırakmadı. Yanına üç -beş hemşehrisini alıp beline silah takan herkes mafya babası oluyor, mafya gibi yaşıyor.
Demokrasinin en kutsal mabetlerine kadar girmeye cüret eden mafyanın ve mafya ekonomisinin ulaştığı boyut Ankara Ticaret Odası (ATO)’nın son raporuna konu oldu. Türk mafyanın içyüzünü ortaya koyan ''Hayatımız Mafya'' raporuna göre Türkiye’de mafyanın cirit attığı 100’e yakın faaliyet alanı bulunuyor. Mafyanın el attığı bu sektörler arasında ne yazık ki eğitim yuvası okullar, şifa dağıtan hastaneler, keyifle izlediğimiz futbol bile var.
Rapora ilişkin ATO’dan yapılan yazılı açıklamada 1 trilyon dolar olduğu tahmin edilen dünya örgütlü suç ekonomisinden Türkiye’nin de payını aldığı belirtiliyor. Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğünün 238 milyar dolar olan milli gelirin dörtte birine ulaştığı ve 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısını aşıyor.
İTALYAN MAFYASINA TAŞ ÇIKARTIYOR

Rapora göre Türkiye organize suç örgütleri tarafından dört bir yandan sarılmış durumda. 1998-2002 yılları arasında yaklaşık 17 bin kişi çete üyesi olmaktan polis tarafından yakalandı, küçük bir ülkenin ordusunu donatacak kadar silah ele geçirildi. Polisin Türkiye genelinde yaptığı çalışmalarına göre, mafya toplam 3 bin 12 olaya karıştı. Yine 9 bin 53’ü İstanbul’da olmak üzere 17 bin 105 kişi gözaltına alındı, 4 bin 182 kişi tutuklandı, 118 Kalaşnikof ele geçirildi.
MAFYANIN BAŞKENTİ İSTANBUL

Rakamlar, mafyanın başkentinin İstanbul olduğunu gösteriyor. 1998’de kurulan İstanbul Organize Şube Müdürlüğü ekipleri, 2002 yılı sonuna kadar 454 suç örgütünü çökertti, 325 çete liderini yakaladı. Aynı dönemde çeteler sadece İstanbul’da 1.637 olaya karıştı. Bu rakam gösteriyor ki, adına mafya da desek, çete de desek, Türkiye’deki organize suçların neredeyse yarısı İstanbul’da işleniyor. Raporda; mafyanın yoğun olarak faaliyet gösterdiği iller ise şu şekilde sıralanıyor: Adana, Ankara, Aydın, Antalya, Balıkesir, Bursa, G.Antep, İçel, İzmir, Kayseri, Kocaeli ve Samsun.
EN YAYGINI OTOPARK MAFYASI

Mafyanın en yaygınını otopark mafyası oluşturuyor. Mafya, özellikle büyük şehirlerde cadde ve sokakları parselleyip görevlendirdiği değnekçiler aracılığıyla otopark ücreti topluyor. Para vermeyenler dövülüyor, arabalar çiziliyor, lastikler yarılıyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi üç büyük ilimizde 2 milyona yakın otomobil bulunduğu ve bu kentlerdeki otopark ücretlerinin 2-10 milyon lira arasında değiştiği dikkate alındığında sadece otopark mafyasının yıllık cirosu trilyonlarla ifade ediliyor.
Özellikle İstanbul’daki otopark mafyası şu sıralar tarihi evleri hedef alarak yürek burkan bir başka kıyıma neden oluyor. Mafya adına çalışan kundakçılar çoğu ahşap olan tarihi evleri yakıyor, daha sonra bulundukları arazileri ucuza kapatıp otoparka dönüştürerek büyük rant elde ediyor. Türk insanı da mafya yüzünden, otopark ücreti olarak Avrupa ülkelerine kıyasla üç-beş kat fazla para ödüyoruz.
BOŞ BULDUĞU HER ALANDA AT KOŞTURUYOR

Mafya, hayatın her alanına nüfuz ederek, el atmadık sektör bırakmadı.
Arazi mafyası, yeşil ve kamu arazilerini gasp ediyor, gerektiğinde kendilerine yer açabilmek için gözlerini bile kırpmadan orman yakıyor.
Çek - senet mafyası, Silah zoruyla yaralama ve adam kaçırma yoluyla tahsilat yapıyor. Çekin sahibinden "masraf" adı altında para alınıyor. Bu oran işin riskine göre yüzde 50’ye kadar yükselebiliyor.
Organ mafyası, yoksul ve paraya ihtiyacı olan kişilerden düşük bedellerle, zaman zaman ise bedelsiz olarak temin ettiği organları 50-100 bin euro fiyatla yurtiçi ve dışındaki zenginlere satıyor.
Çocuk mafyası, özellikle varoşlardan kaçırılan fakir ve yaşları küçük çocuklar, çocuğu olmayan zengin ailelere satılıyor, okul çağındaki çocukları zorla dilendirilip çalıştırılıyor.
Önceleri rakip firmaları korkutarak ihaleden çekilmeleri için ikna yöntemlerine başvuran ihale mafyası ise, son yıllarda bizzat ihaleye giriyor. Ardından firmalardan yüzde alarak çekiliyor.
Belli başlı diğer mafya türleri ise şu şekilde sıralanıyor: Uyuşturucu Mafyası, Kumar Mafyası, Altın-pırlanta mafyası, Kira-Tahliye Mafyası, Fuhuş Mafyası, İcra Mafyası, Nakliye Mafyası, İnşaat Mafyası, Ehliyet mafyası, Sigara mafyası, Silah Mafyası, Odun-Kömür Mafyası, Hal-Pazar Mafyası, İlaç Mafyası, Sahil Mafyası, İthalat-İhracat Mafyası, Bebek-Çocuk Mafyası, Boşanma-Evlenme Mafyası, Dilenci Mafyası, Vize ve Pasaport Mafyası, Döviz Mafyası, Gecekondu Mafyası, Turizm Mafyası, Kapıcı Mafyası, Hamal Mafyası, Seyyar Satıcı Mafyası, Plaka Mafyası, Fırın Mafyası , Çayhane Mafyası, Kantin mafyası, Nükleer-maden-Civa Kaçakçılığı Mafyası, Ulaşım (taksi, dolmuş, okul servisi, iş servisi) Mafyası, Nakliyat Mafyası, Oto Çekici Mafyası, Oto Kaçakçılığı Mafyası, Otogar Mafyası, Orman Mafyası, Futbol Mafyası, Kaldırım mafyası, Pazaryeri Mafyası, Su Mafyası, Insan Mafyası. Pornografi Mafyası, Reçete Mafyası, Özelleştirme Mafyası, Milli Emlak Mafyası, İş Takip Mafyası, Kokoreç-Balık ve Simit Mafyası, Balık Pazarı Mafyası, Yedd-i Emin ve İcra Mafyası, Hırsızlık Malı Pazarlama Mafyası, Müzik Mafyası, Kitap Mafyası, Bilet Jeton Mafyası, Kumar Mafyası, Kapıcı Mafyası, Kıraathane Mafyası, Göçmen Mafyası, Silah Ticareti Mafyası, Tarihi Eser Kaçakçılığı Mafyası, Kalpazanlık, Yetkisiz Para Ticareti ve Tefecilik Mafyası, Kimyasal Atık-Çöp ve Çevre Suçları Mafyası, Koruma ve Haraç Mafyası, Bilişim Suçları Mafyası, Telefon Dinleme ve İzleme Mafyası, Hapisane Mafyası, Naylon Fatura Mafyası, Gümrük Mafyası.
Yaşam alanları giderek yaygınlaşan mafya dünyasını adlandırmakta çok sayıda ifade kullanıldığına dikkat çekilen araştırmada bunların başlıcaları şu şekilde sıralandı: Mafya Ekonomisi, Yeraltı Ekonomisi, Suç Ekonomisi, Kurşun Ekonomisi, Karapara Ekonomisi, Yasa Dışı Ekonomi.
BİLDİK AMA ETKİLİ YÖNTEMLER

Adam kaçırma (Adam kaldırma), Öldürme (Temizleme), Yaralama (Topuktan vurma vs.), Dövme, Ev ve işyeri basma, Tehdit, Tecavüz, Silah zoruyla el koyma, Şantaj, kurşunlama, kundaklama gibi yöntemler kullanıyor. Çete üyeleri arasında adam dövmek, yaralamak, veya öldürmek nedeniyle sabıkalı olmak yükselmek için önemli bir avantaj yaratıyor.
TÜRK TİPİ MAFYA

Raporda Türk tipi mafyanın klasik özelliklerine de yer verildi. Buna göre, organize suş örgütlerinin yapısı bir şirket ya da holding yapısına çok benziyor. Örgüt, pramit şeklinde yapılanıyor. En yetkili karar mercii olan baba bir holdingin yönetim kurulu başkanı gibi doğal olarak pramitin en tepesinde bulunuyor. Daha altta ise orta kademe baba yardımcıları yer alıyor. Özendirme ve terfi müessesesi yasal örgütlerden farksız. Mafya üyesi eğitimi, başarıları ve tecrübesi ile rutbe alıyor. Suçu üstlenmek örgütte kalmanın en önemli unsurlarından sayılıyor. Zorda kalmadıkca güvenlik kuvvetlerine yönelik herhangi bir eylem yapılmıyor. Devlet mekanizması içerisinde bir çok unsuru kullanmak ve aracılık yapmak en büyük özellikleri arasında yer alıyor. Yakın çevre, akraba ve dostlara sürekli aylık, hediye verilmesi liderliğin gereği olarak kabul ediliyor. Sicili temiz kişilere şirket kurdurarak kara para aklıyor, küsleri barıştırarak komisyon alıyorlar. İlk yapılanma aşamasında güvenlik teşkilatından ayrılma veya emekli kişileri istihdam edilerek bunların güçlerinden yararlanılıyor. Örgüt içinde Lüks bir yaşam sergilinerek örgüt yapısını tanımayanları örgütün içine çekilmeye çalışılıyor.
Rapora göre Türk mafyasının yazılı olmayan kuralları var. Üyelerden lidere karşı mutlak itaat beklenir. Örgütün genişlemesinde hemşehricilik önemli yer tutuyor. Aranan şahıslar pasaportlarını sicili temiz kişiler üzerine çıkarıyorlar. Mal varlıklarını ise genellikle başkaları üzerine kayıtlı. Eylem yaparken kullandıkları arabalar ise genel olarak kiralık ve sahte plakalı.
HALKLA İLİŞKİLERİ PEKİYİ

Raporda mafya örgütlerinin etkili halkla ilişkiler faaliyeti yürüterek topluma hitap eden yöntemler kullandıkları belirtiliyor. Toplumsal değerlere saygı gösteren tavırları, kurdukları yardım vakıfları, adalet dağıtıyor görüntüsü veren davranışlarının yanısıra tanınmış sanatçılarla kol kola olmaları mafya imajının yumuşamasına neden olduğu vurgulanıyor.
Medyanın, haber programlarında, mafyadan sözederken kullandığı Ünlü Baba, Yeraltı dünyasının tanınmış ismi, Ünlü kabadayı, Çete reisi gibi tanımlamalar ise üstü kapalı olarak övgü içerdiği kaydedilen raporda bu terimlerin, izleyicilerin bir kısmında korku, bir kısmında ise özenti yarattığı ifade ediliyor.
DİZİLER ÖZENDİRİYOR

Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, Marziye, Yılan Hikayesi, Tatlı Kaçıklar, Ana, Alacakaranlık gibi televizyon dizilerinin uzmanlar tarafından özellikle çocuklar üzerinde özendirici etki yarattığına ve iyi mafya kavramı yerleştirdiğine dikkat çekildiği belirtilen raporda, mafya babalarının Robin Hood gibi gösterilmesinin de yanlışlığına vurgu yapılıyor.
Olaylara mafyatik yaklaşım tarzının giderek yaygınlaştığına dikkat çekilen raporda, buna örnek olarak çocuk bezi reklamlarında bile mafya tiplemesinin kullanıldığı vurgulanıyor.
MAFYA DA METROSEKSÜEL

Rapora göre, Yöneticiler yasal örgütlerde olduğu gibi iyi giyimli, ciddi, prensip sahibi bir görüntü çiziyor. Uyuşturucu satıyor ancak kendisi kullanmıyor. Ancak bu “mafyaseksüel imaj” aşağılara indikçe değişiyor. Giyim kötüleşiyor, konuşma bozuluyor, dile ağır bir mafya jargonu yerleşiyor.
Rapora göre mafya üyesinin bağlı olduğu örgüte aidiyet duygusu yasal organizasyonlardaki çalışanlardan daha fazla. Diğer yandan bir mafya üyesi, örgütüne daha fazla güven duyuyor. Çünkü hapse girdiğinde geride bıraktığı ailesine ve kendisine örgüt liderinin bakacağını düşünüyor.
MAFYA DİZİLERİ İZLİYORLAR

Raporda mafya konusunda bilimsel çalışmalarıyla tanınan Mahmut Cengiz adlı bir emniyet mensubunun mafya üyeleri arasında yaptığı bir ankete de yer veriliyor. Buna göre mafya üyelerinin yüzde 54’ü evli, dörtte üçü en az dört kişilik bir aileden geliyor ve yüzde 10’u üniversite mezunu. Mafya üyelerinin en çok izlediği televizyon dizisi ise Kurtlar vadisi gibi mafya dizileri. Ankete göre Mafya üyelerinin eğitim şansı bulmaları halinde en çok bürokrat ve mühendislik olmak istiyorlar. Aralarında ciddi sayıda polis ve asker olmak isteyenlerin olması anketin en ilginç bulguları arasında yer alıyor.
MAFYA YASALARI

Raporda mafyanın kendi yasaları ve inanışları, stratejileri ve yaşam felsefelerine de yer veriliyor. Buna örnek olarak Omerta Kuralı adı verilen Bilip Susmak, Partito adı verilen Üst düzey ilişkilerle sorunu çözmek, Cosca adı verilen Sorunu şiddetle çözmek ve Solidariti adı verilen dayanışma yasaları gösteriliyor.
ATO BAŞKANI AYGÜN

Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, mafyanın son yıllarda Türkiye’nin iç tehditlerinden biri haline geldiğini söyledi. Sistemdeki aksaklıklar ve boşlukların sürekli suçlu ve mağdur ürettiğini dile getiren Aygün, işsizlik, kentsel ve yaşamsal hizmet ve ihtiyaçların yeterince karşılanmaması sonucu mafya ekonomisinin ur gibi büyüdüğüne dikkat çekti. Aygün şunları söyledi: Namusuyla kazanmanın, üstün ahlakın, erdemin yerini (para kazan da nasıl kazanırsan kazan), (gemisini yürüten kaptan), (köşeyi dönmek), (namuslu olmak enayiliktir), gibi yozlaşmış değerlerin aldığı dönemden geçiyoruz. Ne yazık ki bu ülkede, okulda, hastanede, otoparkta, hergün en az bir kere mafya ile karşılaşıyoruz. Mafya ekonomisi ülke ekonomisine ciddi maliyetler yüklüyor. Bir kamu yatırımı için koyulan dört tuğlanın biri, yasa dışı organizasyonlara gidiyor. Devlete alınan her 4 kalemden biri, bu tür organizasyonların hanesine gelir olarak yazılıyor. Rüşvetin, yolsuzluğun maliyeti kamu kurumuna maliyet olarak geri dönüyor. Bu ülke beyaz yakalılar tarafından işin kitabına uydurularak soyuluyor. Namuslu tüccarlarımız artık kamu ihalelerine girmek istemiyor. Düzen hepimizi bozdu. Namusuyla iş yapmak enayilik olarak görülüyor. Ekonomik istikrarsızlık ve sosyal dengelerin bozulması mafyanın faaliyet alanını patlattı. Enflasyonist ortam, ekonomik kargaşa, para piyasalarındaki spekülatif hareketler, kayıt dışı ekonominin motoru durumundaki mafya ekonomisinin ekmeğine yağ sürüyor. Mafya, devletin boş bıraktığı hiç bir alanı kaçırmıyor ve bu boşlukları süratle dolduruyor.”


Mystic@L 20 Nisan 2006 23:25

Mehmet Ali Ağca kimdir?

Ağca’nın kimliğini 1970’li yıllarda anti-komünist histeriden ve bunun örgütlenmelerinden bağımsız ele alamayız. Son zamanlarda Ağca’yı sosyolojik değerlendirmeler çerçevesinde, varoşa vurmuş Malatyalı genç çocuk olarak değerlendirmek, kimliğini asimile etmek moda haline geldi.
Hiç ilgisi yok! Ağca, Türkiye’de kontrgerillanın kanlı bilmeceleri içerisinde tetikçilik yapmış bir ülkücüdür. Ağca’nın kimliği bu şekilde tarif edilebilir. İlişkilerine gelince... İstedikleri kadar bu noktada bağlantıları olmadığını söylesinler, Ağca, MHP’nin paramiliter güçleri ile bağlantılıdır. Bu konuda devletin raporları var. Daha İpekçi öldürülmeden birkaç ay önce Ağca’nın sansasyonel bir eylem yapacağına dair devletin istihbarat kurumunda bilgi bulunmaktadır. Ağca’nın kimliği değerlendirilirken bu ilişkiler üzerinde de durmak gerekir. Yani kontrgerillanın paramiliter boyutunun yanı sıra devletin çelik çekirdeği ve istihbarat örgütleri içerisindeki konumlanışı çerçevesinde de değerlendirmek gerekiyor. Devletin istihbarat örgütleri Ağca’nın varlığından haberdardırlar. Ülkücülerle irtibatını tespit eden ve bunu raporlarına geçiren de devletin istihbarat kuruluşudur. O nedenle burada bir soru işareti yok. Ağca, ülkücü bir militandır. İpekçi’nin öldürülmesinden cezaevinden firarına, oradan Roma’ya uzanan serüveni içerisinde hemen hemen tüm dönemeç noktalarında ülkücü kadroların yardımını görmüştür. Bu kadrolar 70’li yıllarda Türkiye’de kontrgerillanın paramiliter yan örgütü olarak işlev görmüştür. - Peki Ağca Susurluk’u yaratan olaylar zincirinin hangi halkasını oluşturuyor? Ağca, öyle sanıldığı gibi önemli bir isim değildir. Düz tetikçidir. Ağca’nın bütünü görmesi zaten düşünülemez. Dolayısıyla Ağca etrafında yaratılan mitosun da bir değeri yok. O mitosu hem Vatikan yarattı hem de Türkiye. “Konuşursa yer yerinden oynar” diyorlar. Konuşursa bizim bilmediğimiz neyi söyleyecek. Her şey son derece açık cereyan etti. Susurluk’tan önce de gladionun eylemleri biliniyordu. Üstelik de bunun politik, ekonomik, siyasal, askeri çerçevesi çok net bir şekilde ortaya konulmuştu. Uyuşturucu bağlantıları boyutu, silah kaçakçılığı boyutu, katliamlar boyutu... Bunların hepsi Türkiye’de yeterince analiz edilmişti. Ağca da bu çerçeve içerisinde bir tetikçidir. Bu tetikçilere çok fazla değer vermek gerekmiyor. Ağca ismi etrafında meseleyi kilitlemek çok doğru değil. Tam tersine burada işin devletle ilgili büyük sermaye ile, uluslararası güçlerle ve mason yapılarla hatta Vatikan’la ilgili boyutlarını irdelemekte yarar var. Ağca’nın yaptığı eylemlerin planlanmasında, yönlendirilmesinde, yönetilmesinde, finanse edilmesinde Ağca’nın özerk bir konumu olamaz. Ama tetikçi olarak da önemli bir tetikçidir. Yani değer verdikleri, kolladıkları bir tetikçidir. - Ağca neden Türkiye’ye getirildi. Daha öncesinden de birçok mafya babasının Türkiye’ye gönderildiğini gözlemliyoruz... Bir takım hesaplar var muhakkak. Fakat bu hesapları araştırma adına asıl unsarları gözden kaçırmamak gerekiyor. Burada hep yöntemsel hatalar yapılıyor. İnsanlar bir takım varsayımlara yönlendiriliyor. Ama esas halka gözden kaçırılıyor. Esas üzerinde durulması gereken, Türkiye’deki uyuşturucu trafiğidir ve bunun gladio ile bağlantısıdır. Kirli savaş döneminde muazzam şekilde semiren bir takım sermaye gruplarının varlığıdır. Türkiye’de 70’lı yıllarda MHP’ye ve ülkücü kuruluşlara yardım etmeyen işadamı sayısı son derece azdır. Bunlar üzerinde durulması gerekmektedir. Önemli olan tetiği çeken el değil, tarihsel faillerdir. Muazzam bir bilgi bombardımanı, dezanformasyon vardır. Ağca’nın getirilmesini de bundan bağımsız göremeyiz. Türkiye’de ciddi bir psikolojik savaş yürütülüyor. Artık hedef insanların beyinleridir. Ağca’da bundan bağımsız düşünülemez. Ağca’nın söyleyeceği yeni hiçbir şey yoktur. Hızla bu manipülasyonun dışına çıkmalıyız. Neyi öğreceğiz? Basın tekellerini irdelemek açısından bir fırsattır. Abi Adnan Ağca’nın açıklamaları var. Verilen paralar ortada. Ve o paralar reddedilmiyor. O paralar niye verildi Adnan Ağca’ya? “Abim yıllarca orada neyle yaşadı” diyor Adnan Ağca. Dilinin altındaki baklayı çıkardı aslında. “Yıllarca cezaevinde kim finanse etti?” diyor. Şimdi bu sorunun cevabı son derece önemli. - Türkiye’de yeni bir imaj mı yaratılmak isteniyor; özellikle AB üyeliği gözönüne alınacak olursa? Türkiye’de bu anlamda bir imaj yaratılamaz. Çünkü sistemin özü ortada. Yani bir defa sistem uyuşturucu parasına oturmuş durumda. Türkiye’de dış borç anlamında taahhütlerini yerine getirmesi uyuşturucu ticareti ile bağlantılı. Dolayısıyla Türkiye’de hukuk reformu yapılması, çetelerin yargılanması her zaman hayal. Birkaçının ceza alması yeterli değil. Tümü sistemle ilgili. Bu sistemin nefes boruları uyuşturucu ticareti sayesinde işliyor. Bu konunun üzerine gidilmeden bir yenilenme, atılımlar yapılması mümkün değil. Dünyada kirli para trafiği açısından Türkiye’nin önceliği var. Bu iyi değerlendirilmeli. Bu açıdan Türkiye’de sistemin kendini yenilemesi veya reformist atılımlar söz konusu bile değil. ABD Türkiye’nin bağırsaklarını temizlemesini istiyor. O tam bir saçmalık. Kim kimden arınmayı istiyor. Arınmayı isteyenlerin durumu ortada. Oradan bize demokrasi mi gelecek. Açlar demokrasisi mi gelecek!.. Araştırmacı Yazar Suat Parlar




Misafir 22 Nisan 2006 10:08

MEHMET ALİ YAPRAK VE KAÇIRILMASI

Topal'ın öldürülmesiyle ilgili olarak Park Holding, Havaş ihalesi, Turgay Ciner'in servetinin kaynakları, Topal'ın Havaş ihalesine Park Holding arkasına gizlenerek ve gizli ortak olarak katıldığı ve Holding'in gizli ve kirli işlerinin bulunduğu iddialarıyla da çeşitli yorumlar getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak Topal'ın öldürülmesi ile Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasıyla gelişen olaylar arasında irtibat vardır.

¯¯-

Mehmet Ali Yaprak bir iş adamıdır. Radyo ve TV'si ve şirketleri vardır. Gerçekte ise fevkalâde güçlü bir çete reisidir.
Yaprak Holding'e ait bilgiler ilişikte sunulmaktadır.
Captagon'un dağıtımının ise Hidayet Turizm tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mehmet Ali Yaprak gibi güçlü bir reisin kaçırılması kolay ve herhangi bir çetinin üstesinden gelebileceği bir iş değildir.
30 Kasım 1997 tarihli toplantıda MİT ve Yaprak grubu ilişkilerine atıf yapılmış daha önce de Eymür - Haluk Koral görüşmeleri nakledilmişti.
Mehmet Ali Yaprak olayı ile ilgili olarak MİT'in takdimi aşağıdadır.
"Mehmet Ali Yaprak 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce seçim masrafları olarak Mehmet Ağar'a dolayısıyla DYP'ye 500 milyar lira yardımda bulunmuş, konuyu bilen Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin de bilahare aynı şahıstan 100 milyar lira rüşvet almıştır. M. A. Yaprak Gaziantep'teki Yaprak TV ve Hidayet Turizm Firması'nın sahibi olup, esas gelirini Suriye ve Suudi Arabistan bağlantılı uyuşturucu ticaretinden sağlamaktadır.
M. A. Yaprak'ın seçimlerden önce Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin'e verdiği paralardan haberdar olan Abdullah Çatlı adı geçenden kendilerinin de para almaları için Ercan (Ersoy) ve Ayhan isimli polis memurlarının da aralarında bulunduğu bir ekibe M. A. Yaprak'ı kaçırtmış, olayda altı, yedi şahıs polis maskesiyle görev almıştır. M. A. Yaprak'ın evi ve işyeri ile ilgili istihbarat, Abdullah Çatlı'nın isteği doğrultusunda, Gaziantep'te halı saha işleten ve Mehmet Ali Yaprak'la geçmişten sorunları bulunan Ülkücü görüşe mensup Yahya... adlı şahsa verilen talimatla temin edilmiş ve anılan ile yapılacak pazarlık sırasında olayın videoya kaydedilmesi planlanmıştır. Kaçırılma olayını erken saatlerde gerçekleştiren şahıslar, M. A. Yaprak'ı Siverek'e götürmüşlerdir. Olayın polise intikalini müteakip, olayın istihbaratını yapan Yahya (Efe) adlı şahsın kardeşi, polis tarafından Gaziantep'te gözaltına alınmıştır.
Bunun yanısıra, söz konusu olayla ilgili olarak Mehmet Eymür tarafından; "Gaziantep'li Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasından sonra, Gaziantep'te ikamet eden Haluk Koral isimli bir tanıdığının telefonla kendisini arayarak, kaçırılan Gaziantepli zengin işadamının yakın tanıdığı olduğunu belirterek yardım istediğini, Adıgeçene (H. Koral) "direkt bir yardımının olamayacağını, ayrıca kaçırılan şahıs hakkında da müsbet şeyler söylenmediğini, ancak M. Ali Yaprak'ın Abdullah Çatlı tarafından kaçırıldığına dair bir duyum alındığını, adıgeçenin Siverek'e götürüldüğünün söylendiğini, bu nedenle Bucaklar'la görüşmesinin yararlı olabileceğinin" belirtildiğini, Bir süre sonra H. Koral'ın tekrar kendisini (M. Eymür) arayarak, M. A. Yaprak'ın serbest bırakıldığını, söylenenlerin doğru çıktığını bildirdiğini, Olaydan bir müddet sonra Operasyon Başkanlığı'ndan bir personelin gelerek; "eski elemanlarımızdan Müfit Sement'in isminin de kaçırılma olayına karıştırıldığını, Müfit'in bize bilgi getirmek için olay tarihinde Gaziantep'e gittiğini, olayda aktif rol almadığını bildirdiğini, Abdullah Çatlı'nın kendisinden (M. Sement) video kamerasını alıp Gaziantep'e gelmek istediğini, Gaziantep'e gittiğinde kaçırılma olayının gidişinden önce olduğunu öğrendiğini, bu nedenle aynı gün İstanbul'a geri döndüğünü" ifade ettiğini, Bu bilgiler üzerine H. Koral'la temasa geçilerek, ilk görüşmede verilen bilgilerin M. Sement'ten alındığını, bu nedenle yardımcı olan anılan şahsı olayın içine katmamalarının yararlı olacağını söylediğini, H. Koral'ın da bunu kabul ettiğini,
15.02.1997 tarihinde ise personelimiz yeni öğrendiği hususları ilgili olarak yaptığı açıklamada; "M. Sement'in olaya anlattığından daha fazla girdiğini, Siverek'e gidip M. A. Yaprak'ın sorgulanması sırasında videoya kaydettiğini, ayrıca M. A. Yaprak'ın iki kez kaçırıldığını, ilk kaçırmaya İbrahim Şahin'in ekibi ile Cengiz Cömert (Geçmiş dönemde bilgilerinden istifade edilmiştir) ve Hasan Aydostlu'nun (İngiltere'de Nafiz Bostancı işine karışan ve geçmiş dönemde Muğla'da bilgilerinden istifade edilen) de katıldığını, Cengiz Cömert'in kaçıran gruba, M. Eymür'ün de işin içinde olduğunu söyleyerek M. A. Yaprak'tan gasp edilen paradan namına para aldığını, olayın polisler arasında da böyle bilindiğini söylediği," hususları iddia edilmiştir.
Bu anlatımda çeşitli yanlışlar ve olayı farklı mecraya götüren ifadeler vardır. Yaprak, Hidayet Turizm'in sahibi değildir. Yaprak'ın kaçırılmasını Hidayet Turizm ilgililerinin organize ettiği, hedefin, captagon imalathanesinin yerini öğrenmek ve orijinal captagon'un içine ilave edilen ve "Hacı'nın malı" olarak Arap aleminde meşhur olan uyuşturucunun formülünü zorla almak olduğu bilinmektedir.
Kaçırma olayını Çatlı'nın bir grup polisle organize ettiği, Yaprak'tan serbest bırakılma karşılığı 1 - 2 milyon Mark alındığı, aslında Hidayet Turizm'in 10 milyon Mark ödediği, fakat bu miktardan kaçıranların haberdar olmadığı ve pay alamadıkları, gerçek ödemenin miktarının öğrenilmesi - duyulması üzerine Çatlı ve ekibinin Ankara ile ilişkilerinin bozulduğu hatta koptuğu iddia edilmektedir.
Bu durum karşısında polislerin ve Çatlı'nın Yaprak'ı ikinci kere kaçırdıkları, konuşturdukları, konuşmaları videoya kaydettikleri, bandın bir suretinin Bucaklar'a, bir suretinin Mehmet Eymür'e (Müfit Sement vasıtasıyla) teslim edildiği, orijinal bandın ise Ankara'yla yapılan pazarlık sonucu imha edildiği de iddialar arasındadır.
Haluk Koral'ın Eymür'ü aradığı ve yardım istediği de doğru değildir. Eymür Müfit Sement'i kurtarmak için devreye girmiş, yüzleştirme yapılması, araçta bulunan parmak izinin Sement'e ait olması sebebiyle olayın kapatılması yönünde gayret sarfetmiştir.
İkinci kaçırma olayının, Ankara'nın bilgisi ve tasvibi dışında olması, polisin sert reaksiyonunu çekmesi üzerine Eymür, Sement'in adının ortaya çıkmaması için Yaprak grubunun etkili isimlerinden Haluk Koral'la temasa geçmiştir.
Neticede savcının "yüzleştirme" kararı da uygulanmamış, tarafların olayın büyümemesi, kendi hesaplarını kendilerinin zaman içinde görme arzusu ile kapatılmıştır.
Başbakanlık, Gaziantep Savcısı'nın işlemlerindeki eksikliği Adalet Bakanlığı'na Ocak 1997'de bildirmiş olmasına rağmen Eylül 1997'deki yazımıza kadar Bakanlık, eski bakan Şevket Kazan'ın talimatına rağmen harekete geçmemiştir.
Bu kısa takdim, Devlet ilgili ve yetkililerinin uyuşturucu konusunu, kaçakçılığı, kirli parayı, Devlet'in tahribi pahasına nasıl ele aldıklarını gösteren ilgi çekici bir örnektir.
Bu arada saygın bir kuruluş olan MİT'in eski mensuplarının (Müfit Sement, Hasan Aydostlu) gibi şahısların nasıl bir ilişki içinde oldukları, yine saygın bir kuruluş olan Emniyat Teşkilâtı'nın uyuşturucu imalatını durdurmak değil, diğer uyuşturucu tacirlerinin hizmetine girdiğini gösteren acı bir örnek olduğu belirtilmelidir.
Kaçıran grupların her defasında işin içinden sıyrılabilmeleri ancak bu ilişkilerle mümkün olabilirdi.
Her iki kaçırma olayında güvenli bölge olan Bucaklar'ın kontrolündeki topraklara gidilmesi, üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Osmanlı döneminin Beylerbeyliği ünvanı kullanılmıyorsa da Aşiret beyliğinin devam ettiği ve Siverek yöresinin devletin kontrolünün dışına terkedildiği aşikârdır.
Bu vesileyle ve durumun vehametini ortaya koymak üzere bir parantez açarak Yaprak ve Hidayet ailelerinin şemasını Sayın Başbakan'a takdim etmek ihtiyacı duyulmuştur.
Teknik olarak bu bilgilerin ek'te sunulması gerekirse de, yeraltı dünyasının bu kara, kirli ve kanlı paradan beslenerek nasıl legalize olmaya gittiğinin delili sunulmak istenmektedir. (Şemalar 58 ve 59. sayfalarda yer alıyor.)
Şemanın açık izahı (Ek: 7)'de sunulmuştur. Ek bilgilerde milyonlarca dolarlık uyuşturucu geliri sağlayan bir sistemin kurulduğu açıkça görülecektir.
Sistem; MİT'teki ve emniyetteki bilgilere rağmen çalışmaya devam etmektedir. Kaçakçıların devletten güçlü olamayacağı gerçeği karşısında, devletinin elinin kolunun nasıl bağlandığı araştırılmalı, soruşturulmalıdır.


¯¯- Mehmet Ali Yaprak olayının Ankara ve İstanbul gruplarının arasının açılmasında bir dönüm noktası olduğu iddiasına yer verilmişti. Bu anlaşmazlık 1996 yılında grupların birbirinden uzaklaşmasına yol açmış veya yeni gelişmeler grupların eski koordineli çalışmalarını zaten ortadan kaldırmıştır. Doksan altı yılı Çatlı'nın üzerindeki koruyucu örtünün incelemeye başladığı, OHAL bölgesindeki başıboşluğun da kontrole alınmaya çalışıldığı, keza Ömer Lütfi Topal'ın tedirginliğinin arttığı bir dönemdir.
Mehmet Ağar'ın milletvekili seçilmesi, daha aylar öncesinde bu hususun biliniyor olması, ne kadar nüfuz sahibi olursa olsun vatan - millet için yapılan işlerin koordinasyonunun zedelenmesine yol açmıştır.
Topal'ın öldürüldüğü dönem de işte bu oluşuma rastlamıştır.

( RAPORDAKİ 68, 69, 70, 71 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

BEHÇET CANTÜRK
Ermeni asıllı Behçet Cantürk'ün geçmişiyle ilgili kısa istihbarat bilgisi aşağıdadır.
Reşit - Hatun oğlu, 1950 Diyarbakır/Lice doğumlu olan adıgeçenin;
- 20.11.1975 tarihinde Lice bölgesinde meydana gelen deprem sonrasında devletin yöreye yeterli yardım yapmadığını ileri sürerek, halkı ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan olduğu,
- 1981 yılı itibariyle Suriye'de bulunan Asala mensupları ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu,
- 16.06.1983 tarihinde İstanbul/Kapalıçarşı'da gerçekleştirilen Ermeni terör eylemini organize eden şahıslardan olduğu,
- Temmuz 1984 tarihi itibariyle sorgulanan şahsın; uyuşturucu madde faaliyetlerini DDKD (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin yan kuruluşu) örgütü namına yaptığını ve bu örgütün üyesi olduğunu itiraf ettiğini,
- 1984 sonunda uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan tutuklandığı ve 1985 yılında beraat ettiği,
- 1990 yılında bazı Kürt aydınlarıyla birleşerek "Ulusal Platform" adlı bir birlik oluşturdukları, bilahare Mezopotamya A.Ş Adlı bir şirketi kurdukları ve Mezopotamya isimli bir gazete yayınlamak üzere girişimde bulundukları,
- 1992 yılı itibariyle PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu kaçakçılarından para toplanmasına aracılık yaptığı,
- Nisan 1992 tarihinde Türkiye'ye Pakistan'dan 6 ton baz morfin, 5 ton esrar getirdiği ve bu uyuşturucuların Savaş Buldan, Hurşit Han, Adnan Yıldırım, Cahit Kocakaya, Eyüp Kocakaya, Ferda Seven isimli şahıslar tarafından satın alındığı, B. Cantürk'ün yine bu şahıslardan muhtelif tarihlerde PKK'ya verilmek üzere para topladığı,
- 1992 tarihi itibariyle Özgür Gündem Gazetesi'nin finansörlerinden olduğu...
Bu özet bilgi adıgeçenin kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcıdır.
Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet, Cantürk'le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede "Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adıgeçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir."
Böylece 100 kişiye yakın olduğu tesbit edilen ve zamanın Başbakanı'nın ifade ettiği "PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesi"nden bir kişi eksilmiştir.
Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli olup, olmadığı tartışmasına girilmemiştir. Ancak zaruri bazı sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir? Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk nasıl paylaşılmalıdır?
"Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz" itirazı da kanaatimizce geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle sayın Başbakan'a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır.
Yoksa Yeşil ve benzerlerinin Türk Ordusu'nun bir subayını (Cem Ersever olayı) sorgulaması ve öldürdüğünü etrafa söylemesi, Tarık Ümit gibi bayağı ve bir kaçakçının "falancayı aldık, sorgulayıp, öldürdük" gibi bayağı ve kendini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinliklerini, Abdullah Çatlı gibi devletin emrinde çalışan bir kişinin, kaçakçılık yapıp etrafa korku salmasını ve bundan istifade edip başkalarının da haraçtan pay almasını temin eden alaturkalık, basitlik, geri kalmış bir ülkenin ciddiyetten uzak operasyonlarına izin veren bir yapı, ülkemizin gerçekten haketmediği bir durumdur.
Bu davranışlara izin veren anlayış bir grup insanının -sivil ve kamu görevlilerinin- kısa sürede çizgiyi aşıp vatan - millet hizmetinden kişisel menfaate dönmelerine yol açmıştır.
Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden haberdardır. Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının bardağı taşırmasıyla etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak konular gazete makalelelerinin ve haberlerinin ana konusu haline gelmiştir.
Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise devlet adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli göstergesidir.
Mesela İzmit - Adapazarı - Bolu ekseninde meydana gelen cinayetlerin gerçekleşmesinde ortak noktalardan biri de, Polis - Jandarma - İtirafçı örgüt mensupları faaliyetlerinin yörede yoğunlaşmış olmasıdır.
Uygulayıcılar, bu ekseni değiştirmek ihtiyacını dahi duymamışlar, yarattıkları ürküntü, güçlerinin delili olmuştur.
Söz konusu eylemlerde öldürülen şahıslar özellikle dikkate alındığında; OHAL Bölgesi'nde öldürülen Kürtçü şahıslar ile diğerlerinin farkının ekonomik bakımdan arzettikleri finansman gücü olduğu ortaya çıkmaktadır.


¯-- Yukarıda ifade edilen hususların benzer konularda meselâ Savaş Buldan'ın öldürülmesi için de geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Adı geçen kaçakçılığı, PKK yanlısı bölücü eylemleri ile tescilli bir şahıstır. Medet Serhat Yöş, Metin Can, Vedat Aydın için de aynı hususlar geçerlidir. Ülkenin birliğine, bütünlüğüne aykırı eylem sahipleri ağır bir cezayı haketmişlerdir. Yapılanlarla aramızdaki tek itilâf uygulamanın şekline ve neticelerine ilişkindir.
Nitekim Musa Anter'in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip edenlerin dahi- pişman olduğu tesbit edilmiştir.
Musa Anter'in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok işin filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı etkinin, kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme kararının hatalı olduğu söylenmektedir. (Adıgeçenler hakkında bilgi Ek: 9'dadır.)
Öldürülen başka gazeteciler de vardır.

( RAPORDAKİ 75 NUMARALI SAYFA "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

(12) ...güvenerek Diyarbakır'a gittim. Bu arada Jitem çatısı altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa tespit edip, adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu bu tarzda talimat alıyorduk. Bu grup içersinde eski itirafçılardan Ali Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdulkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep Tiriz, Adil Timurtaş ve eski TİKKO'cu Fatih adındaki kişiler vardı. Antalya'da örgüt tarafından öldürülen Numan kod (Salahattin Görgülü) adındaki kişi bizim grubumuzun istihbaratçısıydı. Örgütle ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci Talat, Diyarbakır Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle infaz ettik. Batman'da iki kişiyi; birini evinden, diğerini evin önünden alarak Batman Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da bir vatandaş infaz edildi. Bu çalışmalar beş ay sürdü. Yine o dönemde Salahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda bir şahıs Celil kod Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan birlikte gidip infaz ettiler..." (Ek: 10)

( RAPORDAKİ 77, 78, 79, 80 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI" OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)

Buradaki acımasızlık, gerçekten üzerinde durulması gereken bir husustur. "Çatlı'ya pekâlâ yeni bir profil, yeni bir hüviyet ve yerüstünde yaşama fırsatı -eğer hak etmişse- verilebilir veya -hak etmemişse- verilmez, yargıya teslim edilebilirdi."
Bunların hiçbiri yapılmamıştır. Çatlı Ankara'ya geldiğinde eski-yeni Bakanlarla, Milletvekilleriyle beraber olabiliyor, Meclis kulisinde çay içip restoranda yemek yiyebiliyordu ama Erdek'te çakırkeyif olduğunda havaya iki el ateş edince karakoldan iki polis, hakkında hemen yasal işlem yapmışlar, parmak izini alıp kendisini de nezarethaneye atmışlardır. Bilahare telefonlar çalışmış, serbest bırakılmışsa da haleti ruhiyesini anlamak zor değildir. Devletin savcısı, hakimi bir yana, tanıması imkânsız her polis ve karakol dahi kendisi için potansiyel bir tehditti. Devletin zirveleri ile irtibatlanmış bir kişi bu çelişkiler yumağı içinde ne yapmalıydı, ne yapabilirdi?
Güven Sazak'ın çiftliğine gittiğinde Ahmet Baydar'la, Drej Ali'yle, Hazine Müsteşarı Osman Ünsal'la birlikte olabiliyor, Sedat Bucak'ın yazıhanesinde siyasilerle bir araya geliyor ama BOTAŞ Boru Hattı temizliği için ihaleye girmek üzere Hadi Özcan'la finansman problemi konuşmak zorunda kalıyordu. (13)
Susurluk olayının pekçok görüntüsünde, Abdullah Çatlı vardır. Ama Çatlı'nın net resminin zemini, Ankara'nın silueti ile tamamlanmaktadır.
Topal cinayetinde Çatlı'nın parmak izi ortaya çıkmıştır. Ama Çatlı'nın ailesine bıraktığı toplam paranın 2 milyon DM olduğu dikkate alınırsa, sadece Topal'dan sızdırılan milyonlarca doların akibetini sormak gerekir. (Bu tahmin Başkanlığımıza değil Çatlı sempatizanı bazı kişilere aittir.)
Çatlı'nın dosyası yeniden açılmalıdır. Tüm ilişkileri, irtibatları bilinmektedir. İsviçre'den Türkiye'ye nasıl geldiği araştırılmalı, görevlendirilmeleriyle ilgili tüm bilgiler derlenmeli, Topal'ı Çatlı'nın ve polislerin öldürdüğü bilgisini MİT'in nasıl elde ettiğini ve İstanbul Emniyet Müdürü'nü tek sayfalık bir not'la nasıl uyardığını, niçin bu sonuca vardıklarını, hüviyeti hâlâ sisler içinde kalan uyuşturucu irtibatlısı gerçek Mehmet Özbay - Çatlı ilişkisinin detayları ortaya konmalıdır.
Hatta Abdullah Çatlı'nın kullandığı 12 ayrı hüviyet, pasaport, muhtemelen sürücü belgesi vs.'nin nasıl elde edildiği de ortaya çıkarılmalı. Çatlı'nın hangi tarihten itibaren, kimlerin emrinde hangi işlerde bulunduğu tesbit edilmelidir.
Böylece kamuoyunun Çatlı hakkında objektif bir karara varması ve devlet kurumlarının hata ve sevaplarıyla - caydırıcı olmaksızın - yıkanıp aklanması sağlanmalıdır.
Bu konudaki öneriler son bölümde sunulacaktır.


¯¯ Çatlı'dan bahsederken, kamuoyunun ilgisini çekmemiş bir konuya ilişkin tesbitler (Ek: 11)'de Sn. Başbakan'ın dikkatine sunulmuştur.
Ek: 11'de yer alan konu, hukuk sisteminin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmış, sağ ve sol teröristler, eylemciler veya gruplar için kayda değer bir farklılık yaratmıştır.
Bir ceza hukuku profesörünün ve bir yüksek yargıcın katkısıyla hazırlanan notun Adalet Bakanlığı'nca değerlendirilmesi temenni edilecektir.


Mystic@L 22 Nisan 2006 10:45

RUS MAFYASI (ORGANIZTSYA)


Onlarca yil Avrupa’yi, hatta dünyayi dehsete götüren Italyan mafyasi’nin zayiflamasi en çok Rus organize suç gruplarinin isine yaramistir. Berlin duvarinin yikilmasindan sonra is hacmini yüzlere, binlere katlayan Rus mafyasi “Organiztsya”, tüm Avrupa, hatta Afrika ve denizasiri ülkelerde bile yasa disi egemenligini kanitlamistir.

Rus mafyasi, yillik 200 milyar dolarlik cirosu ile organize edilmis örgütler arasinda birinci siraya oturmustur. 114 bin aktif elemana ve sayilari 3 milyona ulasan yandaslara sahip olan Rus örgütlü suç gruplarinin en önemli faaliyet alanlarini; antik esyalarin çalinmasi ve bunlarin batiya kaçakçiligi, fuhus, oto kaçakçiligi, silah ticareti ve uyusturucu kaçakçiligi olarak tanimlayabiliriz. Diger birçok faaliyetleri de bu listeye ekleyebiliriz. Ancak en çok karsilasilan suç tipleri bunlardir.

Rus organize suç gruplari; iç ve uluslararasi piyasalarda faaliyet gösteren, prototip firsatçi örgütlü suç gruplari içerisinde degerlendirilmektedir. Tipki Sicilya mafyasinda oldugu gibi, diger rakip örgütlü suç gruplarini tasfiye etmek suretiyle kendi bölgelerinde kontrolü elinde tutmak amacina yönelik yerel düzeyde faaliyetlerini yogunlastirmaktadir. Uluslararasi düzeyde de; kaçakçilik veya otodan silaha, tibbi malzemeden ham maddeye kadar kar imkani saglayan her türlü yasa disi faaliyetlerdeki hünerlerini de sergiledikleri yakinen bilinmektedir.

Rus mafyasinin en etkili klani “Solntsevo” yani Günes Tugayi’dir. Adini Moskova’daki bir semtten alan bu klan, Rus mafyasinin Avrupa’daki en etkili koludur. Berlin, Viyana ve Roma’yi kendilerine üs olarak seçmislerdir. Zaten, en azili babalarindan biri olan Yuri Essin’de halen Roma’da tutuklu bulunmaktadir.

Eski Sovyetler Birligi’nin kalintisi bazi Polit Büro üyelerinin intikamlarindan çekinen Rus mafyasinin babalarinin, simdilik Avrupa baskentlerinde yasayarak irtibat müesseseleri araciligiyla ülkedeki örgütlerini rahatça yönettikleri ve burada konuk olduklari ülkelerin mafyalari ile de isbirligine girdikleri bilinen bir gerçektir. Hatta buralarda, “royalties” yani telif hakki olarak kazançlarindan yüzde vermektedirler. Özetle, mafya örgütleri arasinda da know-how veya joint venture seklinde ekonomik anlasmalar olabilmektedir. Örnegin, bugün Almanya’da gayrimenkul piyasasini özellikle, Wiesbaden’de, elinde bulunduran Italyan Camorra örgütü, Rus mafyasi adina toplu konutlari satin almaktADIR


Misafir 22 Nisan 2006 11:24

Behçet Cantürk

(1950 Diyarbakır-1994 İstanbul) Bölücü-Uyuşturucu Kaçakçısı.
Cantürk'ün babası Kürt, annesi ise Ermeni asıllıydı. 1975 yılından itibaren bazı kaçakçıların faaliyetlerine ortak oldu. 1975 yılında Türkiye Komünist Partisi'nin denetimindeki İlerici Gençlik Derneği'nin (İGD) tertiplediği Diyarbakır Lice protesto yürüyüşünün organize etti ve derneğe para yardımında bulundu. Aynı yıl askere gitmemek amacıyla rüşvet vererek Konya Askeri Hastanesi'nden çürük raporu aldı. 1977 yılında silah kaçakçılığına başladı. 1978 sonlarında Devrimci Doğu Kültür Dernekleri'ne (DDKD) üye oldu, Aynı tarihte, DDKD'yi maddi yönden kuvvetlendirmek amacıyla silah, mühimmat, uyuşturucu madde ve gümrük kaçakçılığına başlamışdı.1979 yılında Bulgaristan'dan kaçak olarak PKK'ye silah getirdı. 1981 yılında, illegal olarak Suriye'ye gitti ve ASALA üyeleriyle, ASALA DDKD işbirliği ile uyuşturucu madde kaçakçılığı faaliyetlerini birlikte organize etme kararı aldı.

1981-1983 yılları arasında Kapalıçarşı'da kuyumcu Ermeni ve Süryanilerle altın ve pırlanta kaçakçılığı yaptı. 1983 tarihinde Dündar Kılıç ve İsmail Hacısüleymanoğlu'nun, Kapalıçarşı'daki gayrimüslim ve Diyarbakırlılara, altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirebilmek amacıyla baskı yapması üzerine, ASALA'nın Kapalıçarşı'ya yaptığı bombalı ve silahlı eylemi organize etti.
1983'den 1994'e dek Diyarbakır'daki uyuşturucu tekelini elinde tutuyordu. 22 Haziran 1984 tarihinde PKK üyesi olduğu gerekçesi ile Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca tutuklandı. Mart 1993 ayı itibarıyla Akdeniz'de batırılan Kısmetim I gemisinde bulunan 3 ton uyuşturucuya Hüseyin Baybaşın ile ortak olduğu, PKK'ye para toplanmasında kaçakçılar ile örgüt arasında aracılık yaptığı, Nisan 1992 tarihinde İranlı Hüsno adlı şahıs ile birlikte Pakistan'dan Türkiye'ye 6 ton bazmorfin ve 5 ton esrar getirdiği iddia edildi.
14 Ocak 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Cantürk'ün ve şöförünün cesetleri, bir gün sonra Sapanca yakınlarında bulundu.

HAKKINDA YAZILANLAR

80'li yılların başında askeri yönetime rağmen uyuşturucu ve silah kaçakçılığında hız kesmeyen ve ülkenin, elinde en çok nakit tutan ailesi olarak tanımlanan Cantürkler, Lice'yi de "Eroin başkenti" haline getirdiler. Diyarbakır ve Lice'de korkuyla karışık saygıyla anılan, uluslararası eroin kaçakçılığında etkin bir rol oynayan aile ile ilgili belgeler Narkotik ve MİT'te hatırı sayılır kalınlıkta dosyalar oluşturmaya başladı. Avusturya istihbaratından gelen "Cantürk" dosyasında bakın neler vardı:

Ağabey Nizamettin Cantürk'ün büyük eroin tüccarı olduğu hakkında dış basında çıkan, tekzip edilmemiş yazılar. Kayınbiraderleri Vehbi Orakçı'nın, Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Sığınak Köyü'ne bağlı Şemo Mezrası'nda yapılan operasyonlar sırasında ele geçirilen 33 kilo eroin ve tam teşekküllü eroin laboratuvarının ayrıntıları.

Cantürklerin kirli çamaşırları, Içişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 090681 "Şifre Yıldırım Telsizi" ile 4 Haziran 1981 günü 6 ilin valiliklerine duyuruldu. Behçet Cantürk'ün doğum yeri olan, ülkenin bir ucundaki Lice'yi daha iyi tanımak için, Alman Quik Dergisi'nin 10 yıl önce, "Eroin kaçakçısı Türkler Lice'den geliyor" başlıklı haberinde yeralan, Düzeldorf Kaçakçılık Savcısı Hans Heliman'ın resmi açıklamalarına kulak verelim: "Türkler bizim için 1977 yılından beri dert oldu. Gün geçtikce sayıları artıyor. Son günlerde yakalananların hepsinin Lice'den geldiği saptandı. Bu yüzden yakalanmaları da kolay olmaya başladı. Bizce, Lice'de mükemmel eroin laboratuarları olmalı. "

Quik Dergisi, Lice denilince ilk akla gelen, daha doğrusu akıllardan hiç çıkmayan Cantürk Ailesi'ni "Eroin Kralı" olarak kapağına çıkartmıştı. Lice'de yaşayan ve Cantürk soyadını taşımayanların yüz yüze gelmekten bile çekindiği aileyi böylesine açık ve tehlikeli bir şekilde teşhir eden dergi, her nedense tekzip edilmemişti.

Cantürklerin, kendi adlarını verdikleri sokağından hükmettikleri Lice için, Federal Alman Polisi bir araştırma ekibi oluşturdu. Italyan polisi özel bir arşiv, Amerikan Narkotiği FNI ise daha ileri gidip bir broşür hazırlattı. Kısacası, dünya üzerinde Istanbul ve ankara'nın adını bile duymayan narkotik dedektifleri Lice'den haberdardı.

"Güvenilir kaynaktan alınan bir haberde”, Diyarbakır Ili, Lice Ilçesi halkından Reşit oğlu Behçet Cantürk ile Reşit oğlu Nizamettin Cantürk'ün Italya'dan bir gemi ile 7. 65 mm çapında Baretta marka tabancayı yakın bir zamanda Mersin-Antalya arasındaki sahilden çıkarttıkları ve çıkartma sırasında tabancaların bir miktarının ıslanarak paslandığı ve çıkarttıkları tabancalardan 13 bin adedini Diyarbakır yakınlarında sakladıkları, iki bin adedini ise şu anda paslarını gidermek için Van Ili Başkale Ilçesi yakınlarındaki bir köyde silah ustaları tarafından paslarının giderilerek boyandığı, boyama işleri bitince 2 bin adet tabancanın Iran'a verilip karşılığında baz morfin alacakları, diğer 13 bin tabancanın da ülkemizde dağıtımını yapacakları, ayrıca Behçet Cantürk'ün annesinin Ermeni olduğu, isminin Hatun olduğu, 1965 yılında aile için bir çatışmada öldürüldüğü, fakat merdivenden düşmüş gibi gösterildiği, Hatun'un erkek kardeşinin adının Sietro olup, halen Halep şehrinde kuyumculuk ve ticaretle iştigal ettiği. Garabet isimli dayısının ise halen Istanbul ili Kadıköy semtinde sigara bayiğininin bulunduğu, ayrıca Istanbul Kapalıçarşı'da çok sayıda akrabasının bulunduğu, bu akrabalarından bir tanesinin adının Tato olduğu. "

EROIN ALEMLERI
"Ayrıca, Behçet Cantürk'ün kardeşi Sabit Cantürk de, Lice Ilçesi Kumlucaaltı'nda bir kulübünün olduğu, devamlı olarak akşamları eroin alemleri tertip ederek halkı eroine alıştırmaya teşvik ettiği, bunu maksatlı olarak yaptığı, eroine bağımlılık kazandırdığı şahıslara eroin kaçakçılığı yaptırdığı ve bunların Marsilya'ya yakın Italya'da bulunan Ermeniler ile işbirliği kurarak, Ermeni ideolojisine yardım ettikleri ve halkı silahlandırmak amacıyla kaçakçılık yaptıkları, yukarıda söz koünusu edilen tabancaları da bahis konusu Ermeniler aracılığıyya ülkemize soktukları, adı geçenlerin Halep'teki akrabalarının sık sık ziyarete gittikleri. Iran'dan aldıkları uyuşturucuyu Halep üzerinden Italya'ya kaçırdıkları, ayrıca Diyarbakır Lice depreminde Ermeni grupların depremzedelere para yardımı yaptıkları ve bu arada Behçet Cantürk'e 10 milyon Türk Lirası verdikleri, bu ailenin para ile kaçakçılık başlatmasının talimatının Ermenilerce verildiği istihbar edilmiştir. "

"Yukarıda belirtilen hususların, güvenilir elemanlarımızdan çok gizli tetkik ve tahkikatının yaptırılarak, konu üzerinde hassasiyetle durularak, suçluların suç delilleriyle birlikte yakalanmalarının temini ile neticeden bilgi verilmesini önemle rica ederim. "

Büyük Göç
Polisin geçmişini didik didik ettiği Behçet Cantürk, işlerini daha da büyüterek 70'li yılların sonunda 50 bin liraya Diyarbakır'da Demir Oteli satın aldı.

1979 yılında ailesiyle birlikte Istanbul'a yerleşerek otelcilik ve emlak alım-satım işlerine başladı. Diyarbakır'ı asla defterinden silmeyen Cantürk, Diyarbakırspor'a yüklü bağışlarda bulundu.

1983 yılında ASALA militanı Mıgırdıç Madaryan tarafından gerçekleştirilen Kapalıçarşı Baskını'nda parmağı olduğu ileri sürülen Behçet Cantürk, 1984 yılında dönemin Kaçakçılık ve Istihbarat Daire Başkanı Atilla Aytek'in düzenlediği bir operasyonla Diyarbakır'da ağabeyi Nizamettin Cantürk ve üvey kardeşi Azed Cantürk'le birlikte gözaltına alındı.

Behçet Cantürk, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı, ASALA örgütüne yardım ettiği, Kapalıçarşı baskınını düzenlediği gerekçeleriyle, Diyarbakır ve Ankara Askeri Mahkemeleri'nde idam talebiyle yargılanmaya başladı.

BEHÇET CANTÜRK'ÜN ASALA'lı DOSTLARI
Ermeni ASALA örgütü tarafından düzenlenen kanlı Kapalıçarşı baskınının planlayıcısı olarak suçlanan ve idam talebiyle yargılanan Behçet Cantürk 1985 yılında beraat etti. Cantürk, artık MIT arşivlerini zenginleştirmekten başka işe yaramayan ifadelerinde ASALA üyesi dostlarını şöyle sıralamıştı:
*Garo Palancıyan: Teyzemin kocasıdır, Suriye Gizli Servisi El Muhaberat'a mensuptur.
*Ohannes Palancıyan: Şato teyzemin oğludur. Kamışlı ASALA sorumlusudur. Muhaberata kayıtlıdır.
*Samuel Nalbantçı: Süslü teyzemin kocasıdır. Muhaberat'a kayıtlıdır.
*Setro Sarhıslıyan: Halep'te kuyumculuk yapar. Diyarbakır Ermenileri'nin büyüğüdür.
* Misag Sarhıslıyan: Asala'nın üst düzeyinde bir şahıstır. Teyzemin kızıyla evlidir. Halep'te kuyumculuk yapar.
*Aram Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'ya maddi destek sağlar. Eroin işiyle de uğraşır.
*Hayo Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'nın üst düzey görevlisidir.
*Agop: Soyadını bilmiyorum. Teyzemin damadı olur.
*Dikran Basmacıyan: Eroin kaçakçısıdır.
*Torko Kilerciyan: Doktordur. Amerika'da oturur. ASALA mensubudur ve örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Nubar Kilerciyan: Hollanda'da oturur. ASALA mensubudur. Örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Erkan Köroğlu: İsveç'te oturur. Mensubu olduğu ASALA adına eroin kaçakçılığı yapar.
*Bedros Demirciyan: Annemin amcasının oğludur. ASALA mensubudur.
24-1-94


Behçet Cantürk'ün Anıları: Beco
Soner Yalçın
Su Yayınları

Annesi Ermeni'ydi: Hatun Demirciyan. Yaşamı boyunca "Ermeni Dönmesi" aşağılanmalarına maruz kaldı. İlk cinayetini işlediğinde 15 yaşındaydı. İkincisinde 19... Uyuşturucu sevkıyatına 23 yaşında başladı. Eşini ve oğlunu Lice depreminde kaybettiğinde ise 25 yaşındaydı... Otobüs firması ve oteller satın aldı. Karadeniz mafyasıyla işbirliği onu silah kaçakçılığına götürdü. Müteahhitlik devlet ihalelerinin kapısını araladı. Sarı Avni O'nu İsviçre ve İtalya'daki uluslararası kaçakçılarla tanıştırdı. Asala ve PKK'ya yardım ettiği iddiasıyla işkenceli sorgulardan geçti... Hep beraat etti. Öldürülecek 67 Kürt işadamı listesinde ilk sırada onun ismi vardı... Düğmeye basıldı... Son sevkıyatı 5.5 ton baz morfindi. Son yolculuğu ise evineydi. Öyle olmadı. Zırhlı otomobil 14 Ocak 1994 Cuma günü polis yeleği giymiş kişilerce durduruldu. Bir gün sonra... Sapanca'da... Şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş olarak bulundu... İşte Behçet Cantürk'ün Yaşam Öyküsü... http://www.biyografi.net/biyografi/resim/kisi/509.jpg


Misafir 23 Nisan 2006 10:17

Ali Yasak

1956 yılında Urfa'da doğdu.Türk işadamı. Drej Ali diye tanınıyor.19 Aralık 1977 tarihinde Ülkü Ocakları Derneği Urfa Şubesi Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 1978 yılında Urfa Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği Başkanı oldu. 12 Ocak 1978'de kanunsuz yürüyüşe katılmaktan tutuklanmış, 25 Ocak 1978 tarihinde yapılan mahkemesinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. 26 Ocak 1978'te karşıt görüşlülerle girdiği silahlı çatışma neticesinde yaralandı.1988'de Milliyet gazetesini kardeşi ile ilgili bir haber yüzünden tarattı. Korkut Eken, DGM savcılığına 24 Şubat 1997'de verdiği ifadede, Çatlı gibi Yasak'ın da, 1987-88'de MİT tarafından, yurtdışında PKK ile mücadelede kullanıldığını söyledi.


Mystic@L 23 Nisan 2006 10:54

KOLOMBIYALI KARTELLER


Kolombiyali karteller, birçok yönüyle birbirlerine benzemektedir. Birçok uluslararasi suç örgütünden farkli olarak degisik her türlü suçla ilgilenen Kolombiyali karteller, uyusturucu isinde bir numaradir. Gerçekte, karteller -ki su an kokain endüstrisinde hakim olan Cali karteli için özellikle durum böyledir- diger gruplardan daha fazla olarak aralarinda bir suç kültürü olusturmak suretiyle isbirligine gitmisler ve her geçen gün de bunu arttirmislardir. Hatta kartel kendi içinde isbölümü ve uzmanlasmaya gitmek suretiyle bir sanayi gelistirmistir.

Gerek Kolombiya gerekse ABD ve Avrupa’daki faaliyetlerinde, Kolombiyali karteller, lojistik ve pazarlama gibi konularda uzmanlasmis hücre tipi yapilanmaya sahiptir. Bu yapilanma sayesinde, örgüt üyeleri arasindaki iliski ortadan kaldirilmakta ve örgüte ihanet en alt düzeye indirilmektedir. Cali karteli tipki diger uluslararasi sirketler gibi faaliyetlerini yürütmektedir.

Örnegin, özellikle son yillarda Bati ve Dogu Avrupa ve Eski Sovyetler Birligi topraklarinda piyasasini genisletmek amacina yönelik olarak, kokaine nazaran daha ucuz, daha rahat tasinabilen ve yüksek kar marjini saglayan Kolombiya eroinin üretimi ile ortaya çikan diger yan ürünlerini artirma çabasi içerisine girmistir. ABD’den sonra, Avrupa’da da bu kartellerin yayginlasmasi, bölgedeki yüksek eroin tüketimi ile bagdastirilmaktadir.

800 klani ve 25 bin dolayinda örgüt elemani ve yaklasik 100 bin yandasi ile Kolombiya mafyasi, Avrupa mafyasi ile isbirligine giderek Avrupa piyasalarina son 10 yilda Kolombiya’dan eroin sevkiyati yapmaktadir. Hatta, bu konuda en fazla isbirligini Türk mafyasi ile gerçeklestirmekte, eroin sevki tehlikeye girdiginde, Kolombiya mafyasinin kullandigi gemiler Türk mafyasinin emrine verilmektedir. En son Lucky-S ve Kismetim 1 gemilerinde ele geçirilen tonlarca uyusturucu maddenin orijini ve gemilerin bandiralari göz önüne alindiginda olayin ciddiyeti çok daha iyi anlasilacaktir.
MEDELLIN KARTELI
Pablo Escobar 1949'da dogmus bir köylü ve ögretmenin çocugu. Lisedeyken de antik mezar taslarini çalip tüccarlara satarmis. Hapisten kaçtiktan sonra 1993'de polis tarafindan vurularak öldürülmüstür.
Pablo Escobar, yasadigi Kolombiya’nin Medellin kasabasindaki karargahindan, uluslar arasi bir kokain dagitim sebekesi örgütlemeyi basarmis bir efsaneydi.Dahasi dünya çapinda faaliyet gösteren yeni gangsterlerin bir prototipiydi.

Escobar’in 1990’da 3 Milyar Dolara varan bir servetin sahibi oldugu tahmin ediliyordu.Bu servet, gayrimenkuller ve Escobar’in faks ve bilgisayar agiyla denetledigi deniz asiri yatirimlar sayesinde aklaniyordu.

Söylentilere göre Escobar, 1000 silahli adamdan olusan özel bir ordu besliyordu. Sorusturmacilara, politikacilara ve polislere karsi düzenlenen genis çapli suikastlarda kullandigi bu ordu, ona “Narkoterörist” unvanini kazandirmisti.
Ama Escobar’in eylemleri bir süre sonra çizmeyi asmaya basladi. Bunun üzerine Escobar Kolombiya yetkililerine teslim oldu ve onlara, kokain imparatorlugunu dagitmayi da içeren, barisçil bir çözüm önerisinde bulundu. Ne var ki kokain islerini, Bogota’da kendisi için özel olarak insa edilmis hapishaneden yönetmeyi sürdürdü.

1992’de hapisten kaçtigi zaman, onu ortadan kaldirmak isteyenlerce tam bir sürek avi baslatildi. CIA, taktik danismanlari destegindeki, özel görevler için hazirlanmis bir polis timi

Escobar’in pesine düstü. Bu sürek avinda, casus uydular ve Amerika’nin bölgeye gönderdigi bir C 130 tipi kesif uçagi da vardi. Ama Escobar’in ölmesini isteyen baskalari da vardi.


Misafir 24 Nisan 2006 14:36

PKK’da mafya çatışması

PKK’dan ayrılan eski örgüt militanları silah kaçakçılığı, uyuşturucu, çek senet tahsilatı işine girdi. PKK kendisinden kopan ve mafyalarla birlikte çalışan mensupların peşini bırakmıyor. Öte yandan, çözülen PKK’nın parçaları artık bağımsız hareket ediyor.
http://www.aksiyon.com.tr/resim/556/50.jpg PKK, silahlı eylemlere yeniden başladı. Her geçen gün saldırıların şiddeti artıyor. Yollara mayınlar döşeniyor, vur-kaç taktiğiyle güvenlik güçlerine zarar verilmeye çalışılıyor. Terör örgütü, bu eylemlerle “ben de varım” demek istiyor. Ancak, kendi içinde önemli sorunlar da yaşamıyor değil. Özellikle, tek merkezden yönetilen katı hiyerarşik sistemin bozulmasının bir sonucu olarak örgütün küçük gruplar halinde bağımsız hareket etmesi gözlerden kaçmıyor. Aslında söz konusu bölünme örgütün taktiksel planı değil. Daha çok kendi içindeki parçalanmanın bir delili. Nitekim, dağda eli silahlı teröristler arasında başlayan çözülme şehirlerde mafyalaşma olarak karşımıza çıkıyor. “Mafya, çete” gibi kavramlarla ifade edilen bu rant kavgası, farklı grupları karşı karşıya getiriyor.

Örgüt içindeki çıkar çatışması eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın öldürülmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. Fırat Aydınkaya, Özgür Gündem gazetesinde yer alan bir yazısında, cinayetin Kürt cephesindeki değişik çetelerin işi olabileceği şüphesinin değişmediğini söylüyor. Aydınkaya’nın kullandığı “çete” ibaresini İmralı’daki terörist başı Abdullah Öcalan da açıklamalarında kullanarak, artan bölünmeleri ve ayrılığı mafyalaşma olarak tanımlıyor. Öcalan, örgütte liderlik ve rant kavgasının yaşandığını, bu durumun da hizipçiliği körüklediğini söylüyor: “Bunlar Şemdin (Şemdin Sakık’ı kastediyor) tarzıyla gençlerimizi ölüme götürmeyi bir yanlışlık görmeyecek kadar mafyalaşmışlardır.”

Öcalan’ın altını çizdiği mafyalaşma PKK’da son bir yılda iyice kendini belli ediyor. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, haraç alma, çek senet tahsilatı ve insan kaçakçılığı gibi organize işlerden büyük paralar kazanan örgüt mensupları, PKK’dan bağımsız ama PKK adına hareket ederek oluşturdukları gruplarıyla rant sağlıyor. PKK’nın dağdaki sorumluları ise bu işlerden elde edilen paraların kendilerine ulaşmamasından rahatsız. Bu nedenle onlara karşı ciddi bir savaş başlatmış durumda.

Örgüt kaynaklarına ve bildirilerine yansıyan bilgilere göre PKK’lılar, Türkiye’de özellikle sahil kesiminde ve kısmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Kıbrıs ve Avrupa ülkelerinde mafyalaşmış vaziyette. Kandil’de bulunan terörist Murat Karayılan zaman zaman yaptığı açıklamalarda, bazı örgüt üyelerinin mafyalaştığını, uyuşturucu, kadın ticareti, insan kaçakçılığı gibi alanlardan elde ettikleri paralarla kendilerine lüks hayatlar sağladıklarını dile getiriyor. Karayılan, “Bizden ayrılan hainler gidip kendileri gruplar oluşturuyor. Bunlarda dava yok, tamamen kendi çıkarları var. Artık mafya olmuş bunlar. Kıbrıs’talar, Avrupa’dalar. Sahil şehirlerinde keyif çatıyorlar.” diyor.

Türkiye ve Avrupa’da Kürtlerden zorla toplanan paraların Kandil’e ulaşmaması üzerine sorunun halledilmesi için geçmiş dönemlerde terörist Rıza Altun’un görevlendirildiği, Altun’un kayıp paralarla ilgili kapsamlı soruşturma yürüttüğü ve paraları kendi zimmetine geçiren veya kendi şahsi çıkarı için kullanan çok sayıda örgüt sorumlusunun cezalandırılması yönünde rapor hazırladığı belirtiliyor. Bu raporlarda ismi geçenlerin mafyalaştığı ve kendi başına hareket ettikleri vurgusu yapılarak öldürülmeleri gerektiği şerhi düşülüyor. Musul’dan Suriye’ye giderken Senpal kasabası yakınlarında öldürülen Meysa Baki, Himmet Toprak, Nebo Ali, Hacı Cumali ve Zekerya İbrahim’in PKK tetikçileri tarafından paraları örgüte teslim etmedikleri gerekçesiyle cezalandırıldığı ileri sürülüyor. Aynı akıbeti PKK’nın Ermenistan’daki kasası olarak bilinen ve Ermeni mafyası ile işbirliği içinde olan Murat Yücel ve sevgilisi Mizgin kod adlı örgüt mensubu da yaşadı. Söz konusu kişilerin, PKK’dan talimat alan Kargo Süleyman kod adlı tetikçi tarafından başları kesilerek öldürüldükleri belirtiliyor.

Yine terör örgütü adına uzun yıllar çalışan ancak sonradan PKK’dan ayrılarak bulundukları ülkelerdeki mafyalarla işbirliği içine giren örgütün Avrupa kasası Salih Tatoğlu, Rusya Federasyonu sorumlusu Nuran Uçar infaz edilirken bunları Almanya’da Mustafa Günaydın, Ermenistan’daki mali işler sorumlusu Murat Bayun, Karabağ’da 300 bin dolar alarak kaçan İran sorumlularından Muhammed Aslan, Urumiye’de 400 bin Euro’yu zimmetine geçiren örgütün mali işleri sorumlularından Kemal Durmaz’ın Belçika’daki infazları takip ediyor.

Türkiye, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa hattı üzerinden insan kaçakçılığı yapan ve Murat Karayılan tarafından “insan mafyası” olarak tanımlanan Celal Güneş ve ekibi geçtiğimiz aylarda Romanya’da yakalandı. Celal Güneş Romanya Organize Suçlarla Mücadele Birimi’ndeki ilk ifadesinde örgütün mafyalaşması ile ilgili önemli bilgiler veriyor: “Kendi adıma çalışıyorum ve bu ticaretten büyük para kazanıyorum. Eskiden PKK adına çalıştım. Benim gibi olan başkaları da var. Artık herkes kendi grubuyla birlikte hareket ediyor.” Romanya ve Türkiye emniyet birimlerince hazırlanan raporda da Celal Güneş’in önceleri insan kaçakçılığından topladığı paraları Kuzey Irak’a aktardığı ancak son dönemlerde elde edilen paraları kendisi için kullandığı kaydediliyor.

Örgütten ayrılıp kendi oluşturdukları gruplarıyla mafyacılığa başlayan PKK’lılar haricinde mafya gibi hareket eden ve tamamen PKK’daki bölünmüş gruplar adına çalışan örgüt mensupları da var. Bunlar, silahlı gruplar adına hareket ediyor ve Kürtlerden haraç topluyor. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu’daki silah, uyuşturucu ve mazot kaçakçılığından da pay alıyor. Elde edilen gelirler de silahlı militanlar için harcanıyor. Terörün şehirdeki kolu olan ve bir mafya grubu gibi hareket eden teröristler PKK’dan ayrılan ve mafyalaşan gruplara karşı da mücadele ediyor.

PKK paramparça

PKK’daki parçalanmanın giderek arttığına dikkat çeken Emniyet yetkilileri, örgüt içinde Abdullah Öcalan’a muhalif 1500 kişinin kamplarda infaz edildiğini söylüyor. Terörist başı Öcalan’ın talimatı ile infazı gerçekleştirilen 50’ye yakın üst düzey örgüt yöneticisi bulunduğu belirtiliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün PKK ile ilgili bir raporunda terör örgütünün yediye bölündüğüne dikkat çekiliyor. Raporda, PKK’lı teröristlerin bugün sadece sekizi Kandil Dağı’nda olmak üzere örgüte ait Irak ve İran topraklarında yer alan toplam 24 farklı kampta örgütsel faaliyetlerine devam ettiği vurgulanıyor.

Raporda terör örgütü PKK’nın içinde, Mehmet Can Yüce ve Meral Kıdır’ın başını çektiği Devrimci Çizgi Savaşçıları Grubu; Sait Çürükkaya, Yıldırım Kaya ve Ayhan Çiftçi’den oluşan Özgürlük İnisiyatifi; cezaevinde yatan Ferhat Güllü’nün de aralarında bulunduğu Kürt Aydın Grubu; Vejin M. Cahit Şener, Cihangir Hazır ve Abdurrahman Kayıkçı’nın öncülüğündeki 4. grup; Hamili Yıldırım, Orhan İlbay ve Haydar Alpaslan Kayıkçı’nın öncülüğündeki 5. grup; Selahattin Çelik, Şükrü Gülmüş ve Baran Funderkan’ın bir araya gelerek oluşturdukları 6. grup ile en son Osman Öcalan’ın da içerisinde yer aldığı bir grup üst düzey örgüt mensubu tarafından kurulan Demokratik Barış İnisiyatifi diye 7 ayrı grubun bulunduğu belirtiliyor.

2-5 Ağustos 2004 tarihinde yaptığı kongre ile PWD (Partiya Welatparez Demokratik) Demokratik Yurtsever Parti isimli partiye dönüşen 7. grubun içinde, 6 Temmuz günü Diyarbakır’da öldürülen Hikmet Fidan da yer alıyordu. Ama emniyet raporunda ele alınmayan ve dağdaki asıl grup içinde de bölünmenin olduğu örgütün kendi kaynaklarında ortaya çıkıyor. Murat Karayılan ile Cemil Bayık grubu arasında ciddi bir tartışmanın olduğu ve iki grubun birbirinden bağımsız hareket ettiği belirtiliyor.

Dağda şiddet yanlısı PKK ile PKK Devrimci Çizgi Grubu sonuna kadar silahlı mücadeleyi savunuyor. Devrimci Çizgi Grubu daha çok Tunceli kırsalında faaliyet yürütüyor. Bu grup çoğunlukla üniversite eğitimi almış kişilerden oluşuyor. Pek çoğunun Kürtçe bilmediği PKK Devrimci Çizgi Grubu, zaman zaman PKK’dan bağımsız olarak silahlı eylemde bulunuyor. Terörist Murat Karayılan’ın kaçırılan er Coşkun Kırandi’yi teslim etmeye hazır olduklarını açıkladığı sırada Bingöl’ün Yayladere İlçesi Belediye Başkanı Haşim Akyürek’in kaçırılması bir tezat olarak algılandı. Ancak Belediye başkanını PKK Devrimci Çizgi Grubunun kaçırdığı ve Karayılan’dan bağımsız hareket ettikleri belirtiliyor.

Bu gruplar haricinde emniyetin raporuna yansımayan iki grup daha bulunuyor. Üniversite öğrencilerinden oluşan Demokratik Gençlik (Dem-Genç) daha çok gençleri örgütleme ve şehirlerde gösteri ve yürüyüş eylemleri düzenliyor. Haziran ayında emniyet birimlerince Ankara ve Sivas’ta yapılan operasyonlarda toplam 21 kişi tutuklandı. Diğer bir grup ise Dem-Genç’in aksine silahlı eylemi savunan ve şehirlerde daha çok patlayıcı madde kullanarak eylem yapmak isteyen Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK). Bunlar Kandil’den emir aldıkları gibi çoğu zaman da bağımsız hareket etmeyi yeğliyorlar. Çeşme ve Kuşadası’ndaki patlamaları gerçekleştiren örgüt kendi eylemlerine devam edeceklerini de belirtiyor.


Misafir 6 Mayıs 2006 21:32

İzmit'te mafya savaşı
gönderen: anti-mafya Monday March 13, 2006 at 04:35 PM

Geçtiğimiz Cuma İzmit'te, Susurluk olayında Kocaeli Çetesi olarak adı geçen çetenin elebaşı Hadi Özcan'ın da içinde bulunduğu ve ülkü ocakları başkanına ait olan otomobile, minibüs yolunda kalaşnikofla açılan ateş sırasında yoldaki bir yolcu minibüsü de isabet aldı. minibüs şoförü de dahil, 9 kişi yaralandı. Minibüs'te yaralananlardan İnci Ercan şu an kafasında bir mermiyle Kocaeli Üni. Hastanesi'nde yoğunbakımda bulunuyor. Hadi Özcan'ın bulunduğu arabada yine kafasından vurulan bir kişi de yoğun bakımda ve umut kesilmek üzere. İnci Ercan yaşam savaşında, ama umutlar gün geçtikçe tükeniyor, çünkü durumu değişmiyor, zaman geçiyor..
Olayda ateş açan "kar maskeli kişiler"in kullandığı otomobil daha sonra seri numaralrı silinmiş ve yakılmış olarak bulundu. Bu, olayın profesyonel ellerce, daha da ötesi devlet eliyle gerçekleştirildiği şüphesini yaratıyor. Henüz bir fail bile yakalanmış değil..

Derin devlet mi deniyor? Devlet her zaman derin!
Susurluk devlettir! Şemdinli devlettir


KafKasKarTaLi 7 Mayıs 2006 22:28

Mafya Kapitalizmin Hamurundadır


Hatırlanacaktır, üzerinden uzun zaman geçmedi. Tam da Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ilişkin kritik kararının hemen öncesine denk gelen bir zamanda, gerekçeleri hiç de anlaşılmaz olmayan manevralar egemen sınıflar tarafından yürürlüğe konmuş; herkesçe tanınan mafya babaları tutuklanıp, kimileri de yurtdışından getirtilmişti. Hatta gazetecilerden başlayan ve kimi bürokratları da kapsayan uzun listelerle, ucu Yargıtay Başkanına bile uzanan, mafyanın bazı “karanlık” ilişkileri ortaya serilmişti. Düzenlenen bu ilginç isimli operasyonlar esnasında yine şahit olduk ki, önde gelen devlet yetkilileri ve burjuva medya, mafyaya karşı sistematik bir mücadele yürütülüyormuş izlenimi yaratmaya bayılıyor. Halbuki emniyetin yaptığı tutuklamaların tozu dumanı ortalığı sardığında, sayfalarca haberin konusu mafya olmasına rağmen, bunların içeriğinde magazin ağırlıklı dedikodulardan başka bir şey de yoktu.
Düzenli aralıklarla olmasa bile bu türden müsamereleri egemen sınıflar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bizlere izletiyorlar. Ve bu müsamereler, çoğu kez, medyanın sağduyu sahibi kalemlerinin ve sistemin aklıselim akademisyenlerinin olmazsa olmaz bir çağrısıyla tamamlanıyor: mafyaya karşı hukuk devletini güçlendirilelim!
Tıkır tıkır işleyen bir hukuk sistemi ve “basiretli” yöneticilerle mafyayı yok etmek gerçekten de mümkün mü acaba? Mesele bu kadar basit mi? Yoksa daha derinlerde yatan sebepler, o hukuku ve o yöneticilerin ne yapacaklarını belirleyen daha temel faktörler midir mafyayı da yaratan?
Ankara Ticaret Odasının yaptırdığı araştırmada, bugün Türkiye’de yeraltı ekonomisinin büyüklüğünün, 238 milyar dolar olan milli gelirin dörtte birine ulaştığı, yani 60 milyar dolar civarında olduğu ifade ediliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2004 yılı bütçesinin yarısından fazladır. Birleşmiş Milletlerin yayınladığı bir rapora göre ise, çokuluslu suç örgütlerinin yasadışı faaliyetlerinden elde ettikleri gelir yıllık 1 trilyon dolar civarında. Yani neredeyse dünyadaki en yoksul 3 milyar insanın toplam geliri kadar. Bu devasa rakamlar da ortaya açıkça koyuyor ki, mafya ne Türkiye’de ne de dünyada istisnai ya da arızi bir olgudur. Bu yüzden reformistlerin bu türden çağrıları boşuna ve ikiyüzlüdür. Mafyaya karşı mücadele hukuk devletiyle sağlanacakmış! Kimin devletinde? Kimin hukuku ile?

Mafya Nerden Dogar?

Kapitalist üretim genelleşmiş meta üretimidir. Bu yüzden kapitalizm mümkün olan her şeyi metalaştırır. Ancak kendi geleceğini tehlikeye sokacak, istikrarsızlık yaratacak ürünler ya da faaliyetler için bazı kısıtlamalar da getirmek zorundadır. Bu kısıtlamaları ve yasakları da kendi zor aygıtı, yani devleti aracılığıyla uygular. Uymayanlar cezalandırılır. Yine de, yukarıda belirtilen rakamların ortaya net bir biçimde koyduğu gibi, kapitalizmin uzun vadeli yararı ve istikrarı için yasakladığı ve kısıtlılar listesine aldığı mallar, hizmetler, birilerince üretilir ve pazarlanır. Yani tek tek kapitalistler için sistemin genel çıkarıyla uyumlu olmayan çıkarlar söz konusu olabilir ve onlar bunu hayata geçirmekten kaçınmazlar. Çünkü kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise yasal ya da yasadışı her türlü yolu kullanmayı gerektirir.
Bu durum, kapitalizmin çelişkili yapısı içinde anlaşılmaz değildir. Sonuçta kapitalist ekonominin doğası anarşiktir ve bir kapitalistin her şeyden önce gelen motivasyonu kendi sermayesini büyütmek için mümkün olan en yüksek kârı en kısa süre içerisinde elde etmektir. Bu yüzden yasal alanda faaliyet gösteren kapitalistlerin yasadışı ilişkilere bulaşmayacağını varsaymak budalalık olur. Kapitalistler açısından yasal ya da yasadışı alanın arasında bir ayrım yapmak anlamsızdır. Yasadışı faaliyetleri ile belirli bir düzeye geldikten sonra işlerinin bir bölümünü yasal alanda sürdürmeye başlayanlar olduğu gibi, ihtiyaç duyduğunda yasadışı yollarla etkinliğini sürdüren kapitalistler de söz konusudur. Zaten mafya ekonomisinin ulaştığı düzey başka türlü açıklanamaz; kapitalistler faaliyetlerini, olabildiği ölçüde yasal, olmadığı yerde yasadışı yollarla gerçekleştirmektedirler.

Mafya Ne Tip Faaliyetlerle İştigal Eder?

Mafya dendiğinde akla ilk gelen faaliyetler; uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi işler olsa da, ithali yasaklanan ya da kısıtlanan malların ülkeye sokulmasından, sendikal anlaşmazlıklarda patronların sendikayı sindirme faaliyetlerine kadar pek çok alanda bu örgütler arz-ı endam ederler. Hele ki “küreselleşme çağı”nda mafyanın faaliyetleri iyice çeşitlenmiştir; nükleer madde kaçakçılığı, teknoloji hırsızlıkları, marka taklitleri, kara para operasyonları, insan kaçakçılığı bunlardan sadece birkaçıdır.
Birçok kapitalist, “geciken tahsilât” sorununu “çek-senet mafyası”yla çözer. Burjuva devletin yargı organlarına intikali halinde pis kokuların yayılacağı, rüşvet vb. şeyler içeren işlerinde de patronlar hakem olarak “mafya”yı arabulucu yaparlar. Denetim altında tutulan, dolayısıyla kazancı yüksek olan, kumarhane, genelev ve benzeri yerlerin işletmeciliğinde de mafya patronlarının hâkimiyeti görülür.
Mafyanın bir diğer önemli faaliyet alanı devlet eliyle dağıtılan rantlarla ilgilidir. Devlet ihalelerinde, devlet bankası kredilerinin dağıtılmasında, ihracat, üretim teşviklerinde, özelleştirme ihalelerinde mafya, ihaleye girişleri engellemek ya da ihalenin belli bir firmada kalmasını sağlamak üzere devlet görevlilerini “ikna etmek” suretiyle çeşitli etkilerde bulunur ve payını alır. Ya da, devlet bankası kredilerinin belli kişilere kullandırılmasında aracılık etmek, anlaşmalara hakemlik etmek, sırasında bizzat kredi kullanmak yoluyla da devletin sağladığı ranttan nasiplenir. Hazine arazilerine el konulması ve bunların pazarlanması, ya da inşaat izni olmayan yerler için hileyle ruhsat alınması, mafyanın devlet üzerinden elde ettiği kazanç kapılarıdır. Bütün bu işleri gerçekleştirebilmek için elbette mafya bürokrasi içinde kendisi ile işbirliği yapan unsurlarla da birlikte çalışır.
Kapitalist toplumda zor kullanma tekeline, kapitalistler adına onların devleti sahiptir. Diğer kapitalistlerden farklı olarak mafya, yasadışılığı gereği, silahlanmak durumundadır. Ancak bu durum her koşulda devletle mafyayı karşı karşıya getirmez. Siyaset erbabı, polis, savcı vb. ile işbirliği halinde faaliyetlerini sürdüren mafya, kapitalistlerin genel çıkarlarının savunucusu ve kollayıcısı devletle de iç içe geçmiştir. Çünkü yasadışı işlerini sürdürülebilir hale getirebilmek için devletin içinde yuvalanmak zorunda olan mafya gibi, devlet de, kendi bekasını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu kimi yasadışı işleri hayata geçirirken mafyayı kullanır.
Terörle mücadele adı altında sürdürülen kontrgerilla faaliyetlerinde kullanılan paramiliter grupların bir ayağının mafyada bir ayağının da devlet içinde olduğu, dünyada da, Türkiye’de de iyi bilinmektedir. Örneğin Güney Amerika ülkelerinde mücadele eden devrimcilerin karşısına çıkarılan karşı-devrimci güçlerin, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlerle finanse edildiği, ABD mahkemelerinde bile belgelenmiştir. Benzer örnekler Kürt halkına karşı yürütülen savaş sırasında Türkiye’de de yaşanmıştır. Başbakanlığın örtülü ödeneğinden trilyonlarca liranın kimseye hesap verilmeksizin aktarıldığı kontrgerilla içinde görev almış ülkücülerin, uyuşturucu trafiğinde köşe başlarını tuttukları herkesin malumudur. Bir kısmı PKK karşıtı kontrgerilla faaliyeti finansmanında kullanılmak bir kısmı da şahsi hesaplara geçmek üzere, mafyatik ekonomik ilişkilerle sağlanan gelirler devletin koruyucu kanatları altında elde edilmiştir.
Mafya örgütleri ve dolayısıyla üyeleri sanıldığı gibi başıboş değillerdir. İstediklerini keyiflerince yapan haydutların devri çoktan kapanmıştır. Kapitalizm haydutluğu da kendisi için yaptırır. Dünyadaki bütün gizli servisler, başka bir ifadeyle devletler, hiyerarşik bir biçimde örgütlenmiş olan mafya örgütlerini tepeden kontrol ederler.


Mafya Sadece Az Gelişmiş Kapitalist Ülkelere Özbü Bir
Sorun Degildir!

Bir dünya sistemi olan kapitalizm kendi bağrında taşıdığı mafyatik özü her yere götürmüştür. Gelişmiş kapitalist ülkelerde mafya yok mu? Elbette var. Hem de diğerlerine göre kat kat büyüğüyle var. Örneğin, mafyanın isim babalığını yapan İtalya’da, mafya ekonomisinin büyüklüğü milli gelirin yüzde yirmisine yakın. Milano Ticaret Odasının araştırmasına göre, mafyanın İtalya’daki yıllık cirosu yaklaşık 133 milyar dolar.
Dünya mafyasının kontrol ettiği toplam sermayenin 8,4 trilyon dolar olduğu ve bunun %70’inin ABD mafyası tarafından kontrol edildiği tahmin ediliyor. Dünyada kara para dolaşımının ve aklanmasının sağlandığı 55 mali cennet var. Örneğin Cayman Adaları dünyanın beşinci büyük bankacılık merkezi. Bu adadaki banka ve şirket sayısı, nüfustan bile fazla. Bu malî cennetlerden yönetilen para hacminin en az 3 trilyon dolarla dünyanın toplam gelirinin yüzde 15’ini bulduğu sanılıyor.
Büyük bankalar da, off-shore bankacılığı adı verilen sistemle, hem yüksek komisyonlar karşılığı kara para aklıyor hem de bu yolla elde edilen gelirlerle mafya örgütlerini finanse ediyor. Kara para bankacılık sisteminde aklanarak dolaşıyor ve hem yasal faaliyetlere (yani kapitalizmin güya temiz para kazandığı faaliyetlere) hem de yine yeraltının finansmanına akıyor. Kara paranın makbul yatırım araçları arasında devlet tahvilleri, hazine bonoları var. Pek çok ülkede mafya örgütleri devletin önemli borç kaynağı durumunda ve böylesi araçlar vesilesiyle hükümetlerin kısa vadeli ekonomik politikalarını belirlemede dahi etkili oluyorlar.
Tayland’da uyuşturucudan elde edilen milyarlarca dolar mafya tarafından tekstil sanayiine yatırım yapılarak değerlendirilmiş durumda. Çin mafyası kara parayı serbest bölgeye akıtıyor ve yıllık iş hacmi 200 milyar dolar civarında. Rusya’da 1300 civarında olduğu tahmin edilen, birbirlerine karmaşık ilişkilerle bağlı mafya örgütleri ekonominin yüzde 40’ını, 35-40 bin işletmeyi, en az 400 bankayı kontrolünde tutuyor. Kimileri bu yüzden Rusya’daki sisteme “mafya kapitalizmi” diyor. Bu tanımlama gerçekliğin bir yönüne işaret etse de Rusya’da, Kolombiya’da ve daha pek çok ülkedeki mevcut sistemleri “mafya kapitalizmi” olarak niteleyenler aslında mafya ve kapitalizmin genelde nasıl iç içe geçtiğini anlamıyorlar.
Tüm bu anlatılanların ve yukarda belirtilen verilerin işaret ettiği gerçeklik, sistemin niteliği gereği oluşan ve kısaca mafya adı verilen yapıların kapitalizmin hamurunda var olduğu ve kapitalizm yıkılmadığı sürece ortadan kalkmayacağıdır. Bugün mafya ve kapitalist devletler aynı bütünlüğün parçalarıdır ve birbirlerinden ayrılamazlar. Yani mafya örgütlerinin faaliyetleri devletlerin engellemek isteyip de engellemeyi başaramadığı faaliyetler değildir. Mafyaya yönelik çeşitli dönemlerde düzenlenen operasyonlarsa mafyayı ortadan kaldırmak amacıyla değil, devletin mafya üzerindeki denetimini pekiştirmek için yapılır. Yıllardır yapılan tutuklamalara ve “çökertilen” mafya örgütlerine rağmen yeraltı faaliyetlerinin artarak sürmesi, kapitalistlerin niyetlerinin mafyayı ortadan kaldırmak olmadığının en açık göstergesidir.
Kapitalist sistemin lümpenleştirdiği ezilen kesimlerin bağrındaki öfkeyi kullanarak yine sistemi besleyen bir mecraya akıtan mafya örgütleri özellikle kapitalizmin kriz dönemlerinde popülerleşirler. Kapitalizm kendisine yönelecek tehdidin bir bölümünü böyle kontrol etmeye çalışır. 1930’ların Amerika’sında etkinliği yükselen mafyanın bu durumu tesadüfî değildi. Bu yüzden bugün de, sefaletin ve toplumsal adaletsizliğin kırbacı altında yaşayan yoksul gençler, kurtuluşlarını, televizyon dizilerinden görerek özendikleri, delikanlılıklarıyla mafyada boy gösterebilenler gibi olarak sağlayacaklarını sanıyorlar. Gerçek hayatta buna yeltenenlerin her birinin, sırası geldiğinde böcek gibi ezildiklerini bile bile üstelik. Sebebi de çok açık. Çünkü bugün onların yanılsamalarını dağıtacak ve mafyanın yerine onlara umut olacak başka bir güç ortada yok.
İşçiler içinde yaşadıkları insanlık dışı toplumsal sistemi değiştirmedikçe, hiçbir şekilde kendi yaşam koşullarını da değiştiremezler. Bu yüzden, bu toplumda var olan her türlü melanetle mücadelenin kapitalizme karşı mücadele denizine akmadıkça bir sonuç elde edilemeyeceği iyi kavranmalıdır. Gün geçtikçe insanlığı daha büyük sorunlarla yüz yüze bırakan kapitalist sistemin ideologları ne kadar yanıltmaya kalksalar da, mafyayı da kapitalizm yaratmıştır. Mafyasız bir kapitalizm olamaz. Devleti mafyayla daha yoğun bir mücadeleye çağırmak devleti de mafyayı da anlamamaktır. Bilmeliyiz ki, mafyanın varlığını, iyi işlemeyen hukuk düzenine ya da ahlakı bozuk yöneticilerin rezilliğine dayanarak açıklamak masum bir yanılgının sonucu değildir. Kapitalizmin papazları, pis kokuların ayyuka çıktığı böylesi zamanlarda sistemin iyileştirilebilir olduğu yanılsamasını işçilerin zihninde yaygınlaştırmak için bu görüşleri dillendirmektedirler.
Yaşlı kapitalizm çürüyor ve kapitalizm dâhilinde hiçbir sorunun gerçek çözümünün sağlanamayacağı gerçeği insanlık için tek kurtuluş yolu olan sosyalizme olan ihtiyacı yakıcılaştırıyor. Geçen yüzyılın başlarında sosyalistlerin öngördükleri ikilemin bugün en somut halleriyle yüz yüzeyiz. Kapitalizm insanlık arabasının yönünü barbarlığa doğru kırmıştır ve uçurumdan aşağı son sürat sürmektedir.


Mystic@L 10 Temmuz 2006 00:48

Bizde yamuk olmaz

Şükrü KÜÇÜKŞAHİN

Kürt Ahmet'in oğlu Özdemir Turgut, Ankara'da ANAP'ın ikinci bölge adayı
ANAP'ın Ankara ikinci bölgeden beşinci sırada aday gösterdiği Özdemir Turgut, kamuoyunun babasını yanlış tanıdığını belirterek, ‘‘Bir yanlışımız olmamıştır. Bundan sonra da olmayacak’’ diye konuşuyor. Turgut, ANAP'a ek 30 bin oy getireceğini
iddia ediyor.
RÖPORTAJ için Hürriyet'e gösterişli Cherokee marka jeepiyle geliyor. Plaka yerinde, kırmızı zemin üzerine sarı harflerle yazılmış ‘‘Özdemir Turgut’’ levhası hemen dikkat çekiyor.
‘‘Bu yasal mı?’’ sorusuna, ‘‘Yasal değil; ama seçim zamanı idare ediliyor. Konvoyla giderken dikkat çekmemi sağlıyor’’ karşılığını veriyor. Özdemir Turgut, ANAP'ın listesinde İkinci Bölge 5'inci sırada. Ve ANAP'ın Ankara'da en çok tartışılan adayı. Nedeni, Özdemir Turgut'un Ankara'da ‘‘Kürt Ahmet’’ lakabıyla tanınan Ahmet Turgut'un oğlu olması.
Özdemir Turgut, ismi üzerinde çıkan tartışmanın farkında. Ancak babasını savunurken çok rahat görünüyor. Turgut'a göre, ‘‘Kamuoyu babasını yanlış tanıyor.’’ ANAP adayı, hemen ekliyor: ‘‘Babam Ahmet Turgut pırlanta gibi bir insandır.’’
İFTİHAR EDİYORUM
Babasının, oğlu üzerindeki manevi otoritesi Özdemir Turgut'un her halinden belli oluyor. Örneğin, Turgut saygıda kusur etmeyen biri. Çünkü, babası ona, ‘‘Yanında çalışan kapıcı da olsa, birisi içeri girdiğinde ayağa kalkıp, önünü ilikleyip ona selam vereceksin’’ diye nasihat etmiş. Turgut, devam ediyor: ‘‘Ben hala babamın yanında sigara içmem, ayak ayak üstüne atmam. Kardeşim de benim yanımda bunları yapamaz. Hiçbir küçüğümüz büyüğün yanında böyle davranmaz, konuşmaz da. Bunları hep babadan öğrendik.’’ Sohbetin tam bu bölümünde Turgut, ‘‘Şimdi bunu yazarsınız, babam sigara içtiğimi öğrenir, ayıp olur’’ diye kısa bir tereddüt de geçiriyor.
Peki adı üzerinde bu kadar tartışma çıkan ‘‘Kürt Ahmet’’ kim? Özdemir Turgut yanıtına, ‘‘Öyle bir babanın evladıyım ki iftihar ediyorum’’ diye başlayıp, şöyle sürdürüyor:
‘‘Kimse için kötülük düşünmeyen, yapıcı, iyiliksever biri. İçkisi, sigarası yoktur. Sabıkası da yoktur. Yeraltı dünyası denince bunun içine ne giriyor bilmiyorum; ama bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. ‘‘Kürt Ahmet’’ lakabı ailemizin 200 yıl önce Doğu'dan gelmesinden dolayı. Yoksa, telefonlarımız dinlenir, yaptığımız herşey devlet tarafından bilinir. Bizim adımız ne PKK'ya haraç verenler, ne 12 Eylül döneminde tutuklananlar, ne de bugün ele geçen binden fazla çete mensubu arasında yer almaz.’’
Ardından sözü lideri Mesut Yılmaz'ın çeteler ve mafyayla mücadelesine getiriyor Özdemir Turgut:
‘‘Benim Genel Başkanıma en büyük hayranlığım da çeteler ve mafya ile yaptığı mücadele içindir. Eğer bazı yakınlarımızın katıldığı olaylar olmuşsa, bu tamamen cehalettendir.’’
OYUN SALONU İŞLETMİŞ
‘‘Ailenin zenginliği nereden geliyor’’ sorusuna ise Turgut şu karşılığı veriyor: ‘‘Babam bir yandan devlet memurluğu yaparken, diğer yandan akşamları oyun salonu işletiyordu. Buradan hem büyük gelir elde etti, hem de geniş bir çevre edindi. Ama 1978'den sonra bu tür işleri bıraktı.’’
Turgut, annesini, babası trafikte bir sürücüyle tartışırken, kalp krizi geçirmesi sonucu kaybediyor. Bu olay üzerine bazı akrabaları, ‘‘üzüntüden’’ ölümün sorumlusu gördükleri sürücüyü vuruyor.
Kardeşi Melih de, yakın arkadaşı Umut Dedeman'ı kaza kurşunu ile öldürmekle suçlanıyor. Her iki olay nedeniyle Turgut ailesinin mensupları mahkeme önüne çıkıyor. Ama, özellikle ikinci olaydan çok etkileniyorlar.
Turgut, ‘‘Neyse ki, mahkeme bütün yargılama aşamalarında ölümde kasıt olmadığını ortaya koydu. Umut bizim ailemizden biriydi. Her iki olaydan da büyük üzüntü duyduk’’ diye konuşuyor.
EN ANKARALI
Turgut, bütün milletvekili adayları içinde ‘‘en Ankaralı’’ kendisini görüyor. Haymana'da 1955 yılında doğduğunu, Altındağ ve Gülveren'de, gecekondu mahallelerinde büyüdüğünü anlatıyor; ‘‘Zaten o zaman Altındağ'dan başka Ankara da yoktu’’ diyor.
Çocukluk yıllarında arkadaşlarına ‘‘biraz fazla takıldığı için’’, okulu bırakıyor. Ortaokul ve lise diplomasını dışardan bitirme sınavları ile alıyor. Şimdi okumadığına pişman. Bu nedenle iki oğlunu Amerika'da eğitime göndermiş, küçük kızını da özel bir okulda okutuyor.
Okulu bıraktıktan sonra akrabalarının yanında çalışmaya başlayan Turgut, babası gibi 18 yaşında geldiğinde evleniyor. Gelin, annesinin önerdiği, dayı kızı. Bu genç yaştaki evliliği nedeniyle bugün 44 yaşında ve torun sahibi olmaktan büyük haz duyduğunu söylüyor.
30 bin oy getireceğim
Kendi işini 18 yaşında Et Balık Kurumunda toptancılık yaparak kuran Turgut, daha sonra işleri büyütüyor, demir ticareti, inşaat malzemeleri pazarlaması, kağıt toptancılığı, kafe işletmeciliği gibi alanlara yatırım yapıyor. 1981 yılında, Türkiye'nin ilk buz pateni tesislerini Kurtuluş Parkı içinde kuruyor. Ansera İnşaat'ın sahibi. Ansera, Portakal Çiçeği Vadisi'nde 148 dükkan ve 2 sinema salonlu iş merkezi inşaatını sürdürüyor. Turgut'un politikaya yakınlığı 1984 yılında başlıyor. 1988'de aktif particiliğe başlıyor. Neden ANAP'ı tercih ettiğini, ‘‘Ben kavga sevmem. ANAP, kavgadan uzak, her eğilimi barındıran bir parti’’ diye açıklıyor.
Aktif siyasetteki ilk görevi, ANAP Ankara İl Yönetim Kurulu üyeliği. Bunu, İl Başkan Yardımcılığı ve vekilliği görevleri izliyor. Turgut, 1991 ve 1995'de milletvekili adayı oluyor.
Turgut'un Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile tanışıklığı yok. Turgut, ‘‘Beni isim ve fizik olarak biliyordur; ama öyle fazla bir konuşmuşluğumuz yok’’ diyor. Turgut, seçim bölgesi olarak Haymana, Bala ve Polatlı ilçelerinde çalışıyor. Ailesinin dahil olduğu Şıhbızın aşiretinin bu bölgede yerleşik olduğunu ve ANAP'ın oylarını en az 30 bin arttıracağı iddiasını ortaya atıyor.
Özdemir Turgut, sohbetin sonunda seçmene şu güvenceyi veriyor: ‘‘Bir yanlışımız olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır.’’



Mystic@L 12 Temmuz 2006 03:30

Behçet Cantürk

(1950 Diyarbakır-1994 İstanbul) Bölücü-Uyuşturucu Kaçakçısı.
Cantürk'ün babası Kürt, annesi ise Ermeni asıllıydı. 1975 yılından itibaren bazı kaçakçıların faaliyetlerine ortak oldu. 1975 yılında Türkiye Komünist Partisi'nin denetimindeki İlerici Gençlik Derneği'nin (İGD) tertiplediği Diyarbakır Lice protesto yürüyüşünün organize etti ve derneğe para yardımında bulundu. Aynı yıl askere gitmemek amacıyla rüşvet vererek Konya Askeri Hastanesi'nden çürük raporu aldı. 1977 yılında silah kaçakçılığına başladı. 1978 sonlarında Devrimci Doğu Kültür Dernekleri'ne (DDKD) üye oldu, Aynı tarihte, DDKD'yi maddi yönden kuvvetlendirmek amacıyla silah, mühimmat, uyuşturucu madde ve gümrük kaçakçılığına başlamışdı.1979 yılında Bulgaristan'dan kaçak olarak PKK'ye silah getirdı. 1981 yılında, illegal olarak Suriye'ye gitti ve ASALA üyeleriyle, ASALA DDKD işbirliği ile uyuşturucu madde kaçakçılığı faaliyetlerini birlikte organize etme kararı aldı.

1981-1983 yılları arasında Kapalıçarşı'da kuyumcu Ermeni ve Süryanilerle altın ve pırlanta kaçakçılığı yaptı. 1983 tarihinde Dündar Kılıç ve İsmail Hacısüleymanoğlu'nun, Kapalıçarşı'daki gayrimüslim ve Diyarbakırlılara, altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirebilmek amacıyla baskı yapması üzerine, ASALA'nın Kapalıçarşı'ya yaptığı bombalı ve silahlı eylemi organize etti.
1983'den 1994'e dek Diyarbakır'daki uyuşturucu tekelini elinde tutuyordu. 22 Haziran 1984 tarihinde PKK üyesi olduğu gerekçesi ile Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca tutuklandı. Mart 1993 ayı itibarıyla Akdeniz'de batırılan Kısmetim I gemisinde bulunan 3 ton uyuşturucuya Hüseyin Baybaşın ile ortak olduğu, PKK'ye para toplanmasında kaçakçılar ile örgüt arasında aracılık yaptığı, Nisan 1992 tarihinde İranlı Hüsno adlı şahıs ile birlikte Pakistan'dan Türkiye'ye 6 ton bazmorfin ve 5 ton esrar getirdiği iddia edildi.
14 Ocak 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Cantürk'ün ve şöförünün cesetleri, bir gün sonra Sapanca yakınlarında bulundu.

HAKKINDA YAZILANLAR

80'li yılların başında askeri yönetime rağmen uyuşturucu ve silah kaçakçılığında hız kesmeyen ve ülkenin, elinde en çok nakit tutan ailesi olarak tanımlanan Cantürkler, Lice'yi de "Eroin başkenti" haline getirdiler. Diyarbakır ve Lice'de korkuyla karışık saygıyla anılan, uluslararası eroin kaçakçılığında etkin bir rol oynayan aile ile ilgili belgeler Narkotik ve MİT'te hatırı sayılır kalınlıkta dosyalar oluşturmaya başladı. Avusturya istihbaratından gelen "Cantürk" dosyasında bakın neler vardı:

Ağabey Nizamettin Cantürk'ün büyük eroin tüccarı olduğu hakkında dış basında çıkan, tekzip edilmemiş yazılar. Kayınbiraderleri Vehbi Orakçı'nın, Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Kılıçlar Köyü'nde basılan eroin laboratuarı ve elde edilen silahlarla ilgili bilgiler. Lice yakınlarındaki Sığınak Köyü'ne bağlı Şemo Mezrası'nda yapılan operasyonlar sırasında ele geçirilen 33 kilo eroin ve tam teşekküllü eroin laboratuvarının ayrıntıları.

Cantürklerin kirli çamaşırları, Içişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 090681 "Şifre Yıldırım Telsizi" ile 4 Haziran 1981 günü 6 ilin valiliklerine duyuruldu. Behçet Cantürk'ün doğum yeri olan, ülkenin bir ucundaki Lice'yi daha iyi tanımak için, Alman Quik Dergisi'nin 10 yıl önce, "Eroin kaçakçısı Türkler Lice'den geliyor" başlıklı haberinde yeralan, Düzeldorf Kaçakçılık Savcısı Hans Heliman'ın resmi açıklamalarına kulak verelim: "Türkler bizim için 1977 yılından beri dert oldu. Gün geçtikce sayıları artıyor. Son günlerde yakalananların hepsinin Lice'den geldiği saptandı. Bu yüzden yakalanmaları da kolay olmaya başladı. Bizce, Lice'de mükemmel eroin laboratuarları olmalı. "

Quik Dergisi, Lice denilince ilk akla gelen, daha doğrusu akıllardan hiç çıkmayan Cantürk Ailesi'ni "Eroin Kralı" olarak kapağına çıkartmıştı. Lice'de yaşayan ve Cantürk soyadını taşımayanların yüz yüze gelmekten bile çekindiği aileyi böylesine açık ve tehlikeli bir şekilde teşhir eden dergi, her nedense tekzip edilmemişti.

Cantürklerin, kendi adlarını verdikleri sokağından hükmettikleri Lice için, Federal Alman Polisi bir araştırma ekibi oluşturdu. Italyan polisi özel bir arşiv, Amerikan Narkotiği FNI ise daha ileri gidip bir broşür hazırlattı. Kısacası, dünya üzerinde Istanbul ve ankara'nın adını bile duymayan narkotik dedektifleri Lice'den haberdardı.

"Güvenilir kaynaktan alınan bir haberde', Diyarbakır Ili, Lice Ilçesi halkından Reşit oğlu Behçet Cantürk ile Reşit oğlu Nizamettin Cantürk'ün Italya'dan bir gemi ile 7. 65 mm çapında Baretta marka tabancayı yakın bir zamanda Mersin-Antalya arasındaki sahilden çıkarttıkları ve çıkartma sırasında tabancaların bir miktarının ıslanarak paslandığı ve çıkarttıkları tabancalardan 13 bin adedini Diyarbakır yakınlarında sakladıkları, iki bin adedini ise şu anda paslarını gidermek için Van Ili Başkale Ilçesi yakınlarındaki bir köyde silah ustaları tarafından paslarının giderilerek boyandığı, boyama işleri bitince 2 bin adet tabancanın Iran'a verilip karşılığında baz morfin alacakları, diğer 13 bin tabancanın da ülkemizde dağıtımını yapacakları, ayrıca Behçet Cantürk'ün annesinin Ermeni olduğu, isminin Hatun olduğu, 1965 yılında aile için bir çatışmada öldürüldüğü, fakat merdivenden düşmüş gibi gösterildiği, Hatun'un erkek kardeşinin adının Sietro olup, halen Halep şehrinde kuyumculuk ve ticaretle iştigal ettiği. Garabet isimli dayısının ise halen Istanbul ili Kadıköy semtinde sigara bayiğininin bulunduğu, ayrıca Istanbul Kapalıçarşı'da çok sayıda akrabasının bulunduğu, bu akrabalarından bir tanesinin adının Tato olduğu. "

EROIN ALEMLERI
"Ayrıca, Behçet Cantürk'ün kardeşi Sabit Cantürk de, Lice Ilçesi Kumlucaaltı'nda bir kulübünün olduğu, devamlı olarak akşamları eroin alemleri tertip ederek halkı eroine alıştırmaya teşvik ettiği, bunu maksatlı olarak yaptığı, eroine bağımlılık kazandırdığı şahıslara eroin kaçakçılığı yaptırdığı ve bunların Marsilya'ya yakın Italya'da bulunan Ermeniler ile işbirliği kurarak, Ermeni ideolojisine yardım ettikleri ve halkı silahlandırmak amacıyla kaçakçılık yaptıkları, yukarıda söz koünusu edilen tabancaları da bahis konusu Ermeniler aracılığıyya ülkemize soktukları, adı geçenlerin Halep'teki akrabalarının sık sık ziyarete gittikleri. Iran'dan aldıkları uyuşturucuyu Halep üzerinden Italya'ya kaçırdıkları, ayrıca Diyarbakır Lice depreminde Ermeni grupların depremzedelere para yardımı yaptıkları ve bu arada Behçet Cantürk'e 10 milyon Türk Lirası verdikleri, bu ailenin para ile kaçakçılık başlatmasının talimatının Ermenilerce verildiği istihbar edilmiştir. "

"Yukarıda belirtilen hususların, güvenilir elemanlarımızdan çok gizli tetkik ve tahkikatının yaptırılarak, konu üzerinde hassasiyetle durularak, suçluların suç delilleriyle birlikte yakalanmalarının temini ile neticeden bilgi verilmesini önemle rica ederim. "

Büyük Göç
Polisin geçmişini didik didik ettiği Behçet Cantürk, işlerini daha da büyüterek 70'li yılların sonunda 50 bin liraya Diyarbakır'da Demir Oteli satın aldı.

1979 yılında ailesiyle birlikte Istanbul'a yerleşerek otelcilik ve emlak alım-satım işlerine başladı. Diyarbakır'ı asla defterinden silmeyen Cantürk, Diyarbakırspor'a yüklü bağışlarda bulundu.

1983 yılında ASALA militanı Mıgırdıç Madaryan tarafından gerçekleştirilen Kapalıçarşı Baskını'nda parmağı olduğu ileri sürülen Behçet Cantürk, 1984 yılında dönemin Kaçakçılık ve Istihbarat Daire Başkanı Atilla Aytek'in düzenlediği bir operasyonla Diyarbakır'da ağabeyi Nizamettin Cantürk ve üvey kardeşi Azed Cantürk'le birlikte gözaltına alındı.

Behçet Cantürk, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı, ASALA örgütüne yardım ettiği, Kapalıçarşı baskınını düzenlediği gerekçeleriyle, Diyarbakır ve Ankara Askeri Mahkemeleri'nde idam talebiyle yargılanmaya başladı.


YASKA 10 Ağustos 2006 15:38

[
kurşat yılmaz,alioymak ve numan güvenirin resmini görmek istiyorum



https://www.msxlabs.org/images98/bant98/emailx.gif

















Mystic@L 10 Ağustos 2006 22:44

buyrun YASKA

Kürşat Yılmaz

http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/sicakhaber/resimler/kim/kursatyilmaz.jpg 12 Eylül öncesinde Ülkücü Gençler Derneği (ÜGD) üyesi olan Yılmaz, sonraki yıllarda çek - senet tahsilatı işine girdi. İlk yasadışı işi sahte piyango bileti basmak olan Yılmaz, kısa sürede yakalandı.

Yılmaz, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Kalemi'nde çalışan Polis Memuresi Tülay Çetin'le sürpriz bir evlilik yapmasıyla tekrar gündeme geldi. İki cinayete karıştı ve cezaevinde bulunduğu dönemde özel izinle evlenen Yılmaz'ın adı ilk olarak Banker Kastelli olarak bilinen Cevher Özden'i ayaklarından kurşunlanması olayında duyuldu.

Yılmaz'ın adının karıştığı en büyük olay, 1991'i 1992'ye bağlayan yılbaşı gecesi, Çakıl Gazinosu'nda işlenen Ayanoğlu cinayeti oldu.

Yılmaz, "Kısmetim 1" gemisiyle ilgili davada 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılan Derya Ayanoğlu'nun babası armatör Osman Ayanoğlu'nu adamı Yavuz Kaşıkçı'yı öldürtmek suçundan yakalandı. Ancak delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. 1992'de Kayhan Güvelioğlu'nu öldüren Yılmaz, 19 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Bayrampaşa Cezaevi'nden Çanakkale Cezaevi'ne sevkedilen Yılmaz, 1994'te hastaneye giderken firar etti. Dört ay sonra yakalanıp yeniden Bayrampaşa'ya konuldu. Daha sonra Sinop ve Ünye kapalı, Ünye ve İskilip yarı açık cezaevlerini dolaştı.









Saat: 23:12

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık