MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Din/İlahiyat (https://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/)
-   -   Tarikatlar/Kültler/Mezhepler - Alevilik (https://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/8280-tarikatlar-kultler-mezhepler-alevilik.html)

Misafir 22 Ağustos 2006 22:27

Alevilik-Bektasilik'e bir kisa bakis


Aleviligin dogusu, Islamiyet'in ilk dönemlerinde dek uzanir. Islam dininin peygamberi Hz. Muhammed'in hayatta iken en yakini Hz. Ali idi. Ali, Hz. Muhammed'in amcasinin oglu ve ilk Müslümanlardandi. Islamiyet'in yayilmasi ugruna sinirsiz yararliliklari olmus, ayrica Hz. Muhammed, biricik kizi Fatma'yi da Ali ile evlendirmisti.
Hz. Muhammed, ölümünden sonra yerine varis olarak Ali'yi düsündügünü, degisik yer ve zamanlarda sagliginda belirtmistir. Fakat vefatindan sonra olay, Hz. Muhammed'in düsündügü gibi gelismemistir.
Hz. Muhammed'in cenazesi henüz kaldirilip kendine karsi son görev yapilmadan, Ali ve aile fertleri cenazenin defin isleri ile ugrasirken, yerine kimin halife olacagi kavgasi baslamistir.
Ömer, kitleyi baski altina alarak cenazenin defnedilmesini bile beklemeden, bir oldu bitti ile Ebubekir'i halife ilan etmis ve elde kilic önüne geleni de biata zorlamisti.
Iste bu haksiz halife secimi, Islam icindeki ilk büyük ayriliga neden oldu. Ali'yi tutanlara,daha sonra tarih kitaplari Ali yanlisi, Ali taraftari anlaminda Alevi dedi.
Gelisen diger tarihsel olaylara bu haksizlik düzelecegi yerde, iliskiler daha da gerginlesti. Yeni haksizliklara da beslenerek büyüdü. Ebubekir'in halifeligi, Ömer'in halifeligi izledi. Onu da Osman'in halifeligi takip etti. Halifelik sirasi Ali'ye geldiginde ise tarihte "Hak Olayi" olarak bilinen bir hileli secim yöntemi ile hilafet, Muaviye'ye verildi.
Bundan sonra Islam tarihi, Emeviler ve Abbasiler Ali yanlilari arasinda gelisen bir dizi kanli olaya sahne oldu. Ali, sadece halifeligi kaybetmedi. Arkasindan hayatini da kaybetti. Onu biricik cocuklari Hasan ve Hüseyin'in insanlik disi yöntemlerle katledilmeleri izledi. Tarihe "Kerbela Olayi" olarak gecen soykirimla Hz. Muhammed'in Ali ve Fatma'dan olan tüm soyu yok edilmeye calisildi.
Iste Islamiyet, yeni kitalara ve yeni uluslara yayilirken Islam icindeki bu ayriliklar da yayildi. Türkistan, Mezopotamya ve Anadolu, Emeviler döneminde Islamiyet'le tanisti. Islamiyet icindeki Ali yanlisi akim, Misir'da Fatimi Müslümanligini, Iran'da Sii Müslümanligini, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiye Müslümanligini olustururken, bu akim Anadolu'da da Müslümanligin Anadolululasmasi olan Aleviligi olusturdu. Haci Bektas Veli ise bu özgün olusumun sercesmesi kabul edilir.


Özgürlükcü-Demokratik-Sosyalist cizgi

Alevilik göcebe kabilelere, siradan köylülere, askerlere (yeniceriler) ve yüksek dereceli, özgür ruhlu entelektüellere dayanan, tarihsel temeli nedeniyle sinifli toplumlara, sömürücülüge ve baskici rejimlere karsi olan bir akimdir. Ama bu ögretilerin genis dagilimi Rum Selcuklular döneminde yapildi. Cünkü o dönem, siyasal ve sosyal kararsizlik dönemiydi.
Alevilik-Bektasilik daha Rum-Selcuklular döneminde üc ana ögretisi ve Ali düsüncesi ile gizlenmeye baslamis, Osmanli döneminde bu giderek artmistir. Alevilik-Bektasiligin temel ögretileri Sünniler icin fazlasiyla sapik düsüncelerdi; fakat bu fikirler ilk Islamiyet döneminden, peygamberin Mekke ve Medine dönemlerinde kaynaklandigi icin pek bir sey yapilammiyordu. Ayrica Alevilik-Bektasilik, saldirilardan korunmak icin bazi "gizlenme" taktikleri de gelistirmistir.


Sifre ve Gerceklik olarak Hz. Ali'ye inanma

Bu inanc, Alevilik-Bektasiligin dördüncü ana ögretisidir. "Sifre ve Gerceklik" bicimindeki tanimlamanin ikinci kelimesi Haci Bektas'tan (1248-1327), Anadolu Aleviliginin ideolojik sekillerinden gelmektedir. Alevi inancina göre Haci Bektas, kendi döneminin kamil insani, ikinci Hz. Ali'dir (ruh gücü teorisi). 1517'den sonra Osmanlilar Selcuklu döneminin bu insancil, cesur, entelektüel ideolojisinin isini kesin olarak bitirmeye yöneldiler. Osmanli-Sünni'lik bir problem ile karsi karsiya geldi: Bektasi Yeniceriler. Bu kesim, Alevilik-Bektasiligin bütünüyle ortadan kaldirilmasinin önündeki en büyük engeldi. Aleviligi imhaya yönelik bu siyasi faktörün yanisira, toplumsal planda etkili olan bir faktör daha vardi: Savasci bir gelenege sahip olan göcebeligin 19. yüzyilda yavas yavas cözülmeye baslamasi. Böylece Alevilik ikinci askeri dayanagini da kaybediyordu. Bir baska faktör de, Osmanli Imparatorlugu'nun yeni döneminde (1517'den sonra) Alevilerin, Sünniler ve Hiristiyanlara göre kücük bir azinlik olarak kalmalariydi. (alevilik, günümüz Türkiye Cumhuriyeti'nde ise yüzde 30 ile bir toplumsal kesim olusturmaktadir.)
Aleviligin merkezinde insana verilen büyük önemin bulunmasi, insannin Tanri'dan da önemli olmasi ve buna bagli olarak bir Sosyalist cizginin ortaya konulmasi Alevileri, özellikle de Alevi gencligini, modern, "ilerici" ideolojilere acik hale getirmistir.
Alevilikte südür ögretisinin, kamil insan teorisinin ve özgürlükcü-demokratik-sosyalist cizginin cikis yeri olan ve bire yin inanc özgürlügünü öngören bir ara ögreti daha vardir.
Buna göre her insan, bu arada kötüler ve tanrisizlar da Tanri'nin bir manifestosudur:
Her seyden önce bunlar Tanri'nin basarisiz deneyleridir. Herkes Tanri ve doga bilincine kendi varmalidir. Tanri fikrini kabul etmeyen hic kimse cezalandirilmaz. Buna kara vermek Tanrinin isidir cünkü. Buna karsilik Iran'in "Islam" devrimi, tanrisizligin cezalandirilmasi gerektigi hatta bunun bir zorunluluk oldugu tezine getirdi.
Anadolu Aleviliginde,Insan baskalarina zarar vermemek ve onlarin haklarini cignememek kosuluyla istedigi gibi davranabilir, istedigi gibi yiyip icebilir. Bunun yani sira hickimse kendi yasam tarzini bir baskasina zorla kabul ettiremez. Insanlar, birlikte yasadiklari insanlara kendi yasam tarzlarini gelistirme hakki tanimalidir. Kadin ve erkek icin kesin görev taniklari yoktur.Kadin ve erkek arasinda ayrim yapilamaz, bir digerini üstün görülemez.
Insan kütürel ve ruhsal yasantisinda kesinlikle özgürdür. Bu görüsü ile Alevilik, bireye belirli ve degismez bir düsünce modeli, kurallarina uymayanlari bu dünyada ve öbür dünyada cezalandiracagini vurgulayan bir toplum modeli dayatan dini görüslerden farklidir. Alevilik, bunun gibi, cekirdeginde sosyalist ideoji olsa da herkes icin tek bir toplumsal yasam öneren, kültürel ve ruhsal yasamda "proleterce" davranmayi bekleyen modelleri de reddeder. Alevilik kimseden proleter-püriten bir yasam tarzini benimsemesini istemez.
Aleviligin sosyalizmi kültürel ve ruhsal yasamla degil, ekonommi ile ilgilidir. Kültürel ve ruhsal yasam konusunda önerdigi sey kesin bir cesitliktir. Felsefi olarak Alevilik-Bektasilik bir idealizm-materyalizim bilesimidir. Idealisttir, cünkü dogayi ve evreni Tanri'nin görülebilir bir sureti olarak aciklamaktadir. Materyalisttir, cünkü insanlarin yükselisini, insanlarin gelismesini cevreye dayandirmaktadir. Daha önce de gördügümüz gibi cevher potansiyel olarak, bir tanri müdahalesine ihtiyac duymaksizin mineral, bitkisel, hayvansal ve insansal, ruhsal sekiller gelistirme gücünü icinde barindirmaktadir.


Misafir 23 Ağustos 2006 19:31

KISACA Alevİlİk
Aleviler ve Alevilik:
Aleviler özelikle Türkiye ve az miktarda komşu ülkelerde yaşayan inançsal bir topluluktur. Yaklaşık 20 milyonluk bir nüfusla, Türk, Kürt, Zaza ve diğer halklardan oluşan Aleviler Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturmaktadır. Danimarka’da yasayan Türkiyeli göçmenlerin de yaklaşık 1/3 Alevidir. Aleviler, inanç, yaşam şekli ve kültürleriyle, Türkiye nüfusunun diğer kesiminden önemli oranda farklıdırlar.


Alevilik Nedir?
Alevilik inanç, kültür ve toplumsal yaşamı kapsayan, 3 boyutlu bir öğreti, birçok inancın kaynaşmasından oluşan kendine özgü bir inançtır. Aleviler öğreti ve inançlarını Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Bektaş Veli kamili insanlık yolu, kısaca ‘YOL’ olarak tanımlarlar.
Alevi-Bektaşi inancın temel ilke ve ikrarnamasi: Eline Diline Beline (EDEBe) sahip olmaktır.

Alevilikte tanrı inancı;
Aleviler insan ve doğanın uzaydaki tüm varlıkların birliğine, (Vahdeti-Mevcut = varlığın birliği) aynı kaynaktan oluştuğu düşüncesine ve tanrının (Allah’ın) bunların toplamı olduğuna ve tanrının, alemde en mükemmel varlık olan insanın özünde olduğuna inanırlar.


Alevi öğretisinden bazı deyimler:
Her ne arar isen kendinde ara. - Benim Kabem insandır. - Okunacak en büyük kitap insandır. - İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. - Bilim bizim yolumuzdur. Sevgi bizim dinimizidir, başka dine inanmayız. - Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma. - Enel-Hak (gerçek, tanrı benim)Bu deyimlerden de anlaşılacağı üzere, Alevi öğretisinde (inancında) insan, bilim ve sevginin çok önemli bir yeri vardır.

Aleviliğin kültürel boyutu:
Müzik, dans (semah) deyiş/şiir ve her türlü sanatı kapsar. Alevilerde özelikle deyiş ve semah duygu ve düşünceleri yaymak dile getirmek için bir araç olarak kullanılır, aynı zamanda bir tür ibadettir. Aleviliğin Danimarkalılarında bildiği ‘dansende -dervisher’ (dans eden dervişler) ve sufizmle (tasarrufla da) yakın ilişkisi vardır.

Aleviliğin toplumsal boyutu:
Alevi toplumunda, zor yoktur, her şey, gönüllülük (rıza) üzerine kurulmuştur. Alevilerin toplumsal ütopyası, özlediği toplumsal düzen: Yarin yanağından gayri her şeyin paylaşıldığı, insanları ezmeden ezilmeden mutlu yaşadığıbir tür sosyalist bir düzendir.

Alevi öğretisi.
Doğada olduğu gibi, her şeyin değiştiği ilkesinden hareket eder. Kurallar, sınırlar ve yasaklar topluluk tarafından konulur ve kaldırılabilir. Alevi toplumunda 72 millete bir bakılır, toplumda herkes (ırk, milliyet, cinsiyet (kadın-erkek), eşit, aynı hak ve sorumluluklara sahip olmalıdır.. Aleviler tüm dinlerin temel/öz buyruklarına saygı duyarlar. Irkçılığın, milliyetçiliğin, fanatikliğin Alevi dünya görüşünde (felsefesinde) yeri yoktur.

Aleviliğin tarihi.
M. sonra 800-1100 yıllarında Orta Asyada göçebe halinde yasayan Türkler Ortadoğu ve Anadolu’ya gelirken ‘bavullarında’ kendi inançları (Şamanizm) dışında Budizm ve diğer inançlardan da bir şeyler getirmişlerdir. Anadolu’da bu inançlar, eski İran, Kürt inançları (Zerdüşt vs.) Ve ayrıca, Yahudililik, Hıristiyanlık, İslam ve eski Yunan doğa felsefesinden unsurlarla karışmış ve daha sonraları (Batınilik, Kızılbaşlık, Bektaşilik) ve sonuçta Alevilik olarak ortaya çıkmıştır.
Alevilik: Anadolu’da yasayan çeşitli halk ve kültürlerden oluşmuş ve o tarihte var olan hakim din ve toplumsal düzene karşı bir muhalefet hareketi olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.


‘ALEVİ’ kelimesi:
Alevi kelimesinin çeşitli sembolik anlamları vardır: Felsefî anlamda alevi kelimesi; her şeyin ‘alevi’ öz kaynağı, ‘nur’ kutsal yaratıcı güce bağlanır. Doğada her şeyi hareket ettiren enerji ve canlılarda yasam gücü olarak kabul edilen aşk/sevgiye bağlanır. Diğer inançsal ve toplumsal yönüyle de; İslam peygamberi Muhammed’in amca oğlu ve damadı Hz. Ali’ye bağlanır.İslam’ın o zaman ki Arap toplumunda ki hakim güçlere karşı bir devrim olarak ortaya çıkmasında büyük emeği geçen fakat, İslam dini iktidar olduktan sonra ailece, (Eehli-Beyt olarak) haksizlik ve zulme maruz kalıp katledilen Hz. Ali ve yandaşlarına sevgi ve düşüncesine bağlılığı simgeler.

Alevilik ve İslam
Aleviler bütün dinlerin olduğu gibi, İslam’ında temel/öz buyruğuna inanır/saygı duyarlar, fakat oruç, namaz, haç vb. gibi ibadet ve birçok yüzeysel kural ve Kuran yorumlarına uymazlar. Ayrıca Aleviliğin temel inanç ve ibadet kurumu olan CEM ve cemde olan hiç bir uygulama bilinen islam kuralları içinde yoktur..


Alevilik öğretisi (4 Kapı - 40 Makam):
1200 yıllarında yaşamış ve Alevilerce Pir kabul edilen “Hünkar Bektaş Veli” tarafından kurulmuştur. HBV’nin öğretisi, 4 kapı-40 Makam üzerine kurulmuştur. Sırayla Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, olarak isimlendirilen 4 Kapı, yine sırayla; Yasa - yol - eylem - Hakikat anlamındadır. Ve Hünkar Veli, bu 4 kapıyı, uzayda bulunan ve her zaman hareket hainde olan 4 ana maddeye hava, ateş (enerji) su, toprağa ve bunları da CANa bağlamaktadır. Buna 5 unsur denir. Hünkar ‘Bektaş’ ismi de bu beş unsur (beş-taş) tan gelir. Burada hareket ettirici güç ateş/enerjidir. ‘Her şeyin bir yüzü, bin özü vardır’ önemli olan bu özleri bilmek öğrenmektir.


40 Makam:
İlk makamı iman (inanmaktır): HBV: ‘İnanmak akıl, mantık, bilim üzeredir, akla mantığa sığana kalbinden sahip çık’ ve ‘İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’ diyor. Kırkıncı son makam ise: Kamili-insan, Enel-Hak olmak (Kendini tanrı yerine koyabilecek, bilgi ve olgunluğa ulaşma) makamıdır. Kısaca insan, bilim ve sevgi yolundan 4 kapı-40 makamdan geçerek (tanrıya) tanrısal bir olgunluğa ulaşabilir.


Aleviler tarih boyu ezilmişler:
Aleviler tarih boyu, hakim güçlerin baskı sömürü sistemlerine karşı (inançsal, kültürel ve politik) yönden muhalefet olmuşlardır. Aleviler inançları yüzünden, yüzyıllarca iktidarlar, cahil kitleler ve fanatik dinciler tarafından baskı altında tutulmuş, katliamlara maruz kalmıştır. Buna karşı Aleviler örneğin Osmanlılar döneminde 200"ün üzerinde halk ayaklanmasına öncülük etmiştir. Alevilere ve aydın lâik insanlara yönelik bu iktidar destekli, fanatik-dinci saldırıların en son örneklerinden biri 2 Temmuz 1993"te Sivas’ta olmuştur. Pir Sultan’ı anma şenlikleri altında yapılan etkinliklere katılan 33 aydın, sanatçı ve semahçı genç, güvenlik güçlerinin göz yumması nedeniyle, cahil fanatik kitlelerce kaldıkları Madımak Otelinde, yakılarak katledilmiştir. Yüzlerce yaralı arasında, uluslararası alanda tanınmış, yazar Aziz Nesil’de vardı.


Alevilikte Semah ve Cem;
Semah Alevilerin geleneksel ‘dansıdır’, bir çeşit ibadet biçimidir. Semah kelimesi; gökyüzü/uzay ve müzik ve sözle öğrenme anlamına gelir. Ayrıca evrende ki her şeyin hareket ettiğini, bir dönüşümden geçtiğini sembolize eder. Semahta insan duygusal bir dünyada uzayı/alemi dolanıp, aradığını yine kendinde bulması sergilenir. Semah normal olarak Alevilerin CEM dedikleri özel toplantılarında dönülür.


Alevilikte CEM:
CEM ‘birlik’ demektir. Burada ki birlik hem insanin kendini bilmesi, toplumsal dayanışma, alemdeki varlıkların birliğini kapsar. Cem, derneklerde yapılan genel kurullara benzetilebilir. Cem’de tüm üyeler kendilerini görgüye/ toplum içinde sorguya (dara) çektirirler. Bu yönüyle Cem, bir tür halk mahkemesidir.
Alevilerin kişisel sabit, belirli, yer ve zamanda yapılan ibadet şekilleri yoktur. Önemli olan her an (ibadetli) iyi insan olmaya çalışmaktır.
Aleviliğin en önemli kurumlarının ve ibadetlerinin basında Cem gelir ve topluluk istediği zaman, uygun herhangi bir yerde yapılabilir.

Cem in kaynağı İslam öncesi eski Türk ve Iran inanç ve kültürlerinin İslam la birleştirildiği KIRKLAR MECLİSİ (CEMi) inancına dayanır.. 19 Kadın, 21 erkeğin ve Hz. Ali’nin de olduğu bu Ceme/meclise, Hz. Muhammed Peygamber olarak değil, Hadümül-fukara, fakirlerin hizmetçisi olarak girebilmiştir.. Hizmet Alevilikte en önemli unsurlardan biridir, yola hizmet için girilir, halka hizmet, hakka hizmet olarak kabul edilir..
Bir kaç çeşit Cem vardır. Fakat hepsinin gündeminde, 12 hizmet vardır. 12 hizmetin; sosyal, kültürel, politik, ahlâksal, pratik ve inançsal anlamları vardır. Cem’de kadın erkek, yaşlı, çocuk eşit sayılır, herkes birbirine CAN veya bacı kardeş diye hitap eder. Cem’de 12 hizmetten birisi de semahtır.


Alevilikte Semah ve sembolik anlamları:
* Semah normalde Cem’de dönülür (dönmek hiçbir şeyin durmadığını ölmediğini hareket edip değiştiğini sembolize der. * Semah, Cem dışında ayrıca; toplumsal içeriği olan toplantılarda ve tanıtmak amacı için dönülebilir. Başka yerlerde düğün, eğlencelerde vs. kurallarına uyulamayacağı için, semah dönülmesi uygun görülmez.
* Yüzün üzerinde semah çeşidi vardır, hepsi için geçerli olan, ağır tempoyla baslar, hızlanır ve yavaşlayarak durur. Duyguların/ruhun uçuş ve geri dönüsünü sembolize eder.
* Cemde ve Semah dönülürken normalde çırağ/mum yakılır. Bu ışık, bütün alemi hareket ettiren/yaratan ilâhî NUR olarak kabul edilir. Ayrıca alevi/enerjiyi, bilim ve sevgiyi-aşkı sembolize eder.
* Semahta kadın ve erkek şarttır, bununda birlik, eşitlik, yaradılış, sevgi, karşıtların birliği gibi çok derin anlamları vardır.
* Semah yalın ayak dönülür, duygular dünyasında uçulsa da gerçeğe, doğaya/toprağa bağlılığı sembolize eder. (Oku; benim sadık yârim kara topraktır. A.Veysel)
* Semah günlük, fakat temiz elbiseyle dönülebilir, bazı semahlar dışında (üryan semahı) özel elbise gerekmez. Genelde bele, kendini kontrol etmeyi (Eline Diline Beline sahip olmayı) ve sevdiğine (yola) bağlılığı sembolize eden bir kuşak (kemerbest) bağlanır.
* Bazı semahlarda avuçlar yer ve gökyüzüne döndürülür, yerle gök arasında (1. kapı hava ve 4 kapı toprak / tanrı ve insan) arasında bağ kurulur.
* Gözler genellikle el/avuç içine bakar, bu da aynada kendini (insanda tanrıyı) görmeyi, sembolize eder. (Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme. Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme)
* Semahta kalbe, (döşe) götürülen eller, Alevilerin bir tür selamıdır. İçten ve kalpten sevgi ve yola bağlılığı sembolize eder.
* Bazı semahlarda eller dairenin dışından içine uzatılır. Bu Haktan, hakkıyla, helâl alıp, halkla ‘yarin yanağından gayrisini paylaşmayı’ sembolize eder.
* Bazı semahlardaki figürlerde doğadaki canlı varlıkların (hayvanların, bitkilerin) özeliklerini, emek, sevgi, birlik vbg. çeşitli konuları sembolize eder.

Alevilik insanlık yoludur.


Misafir 23 Ağustos 2006 19:32

On Iki Imam


Düvaz Imam, Düvazde Imam da denir. Hazreti Ali'yle sonradan onun soyundan gelen On Bir Imam, On Iki Imam adini alir. Alevi edebiyatinda bu On iki Imamdan söz eden bir tür dogmustur. Bu konuda nefeslere << Düvaz Imam >> denir. Din ve devlet baskanligi yani Imamlik, Alevilikle siki sikiya ilgilidir. Birinci Imam'dan sonuncu Imam Mehdi'ye gelinceye dek üc yüz elli yila yakin bir zaman gecmistir. Bu Imamlik isinden dolayi bircok tarihsel olaylar olmus, bircok kavgalar cikmis, yeni tarikatlar ya da mezhepler dogmustur. Büyük ayriliklara yol acmistir. Cok kisa olarak onlarin yasantisini vermeye calisacagim.. Birinci Imam Hazreti Ali, daha önce yukarida verildigi icin Imam Hasan'dan baslayacagim


Imam Hasan:

Hz. Ali den sonra gelen Ikinci Imamdir. Hazreti Ali'nin büyük ogludur. Hicretin ikinci ya da ücüncü yilinda dogdu (625). Hazreti Muhammed adini << Hasan >> koymustur. Künyesi << ebu Muhammed >> olup lakaplari << Taki >>, << Zeki >> ve <> dir. << Hasan'ül – Mücteba >> da denir. Anasi, Hazreti Muhammed'in kizi Fatima Hatun'dur. Halk arasinda Fatma ya da Fatma Ana diye anilir ve cok sevilir. Imam Hasan, her bakimdan üstün bir kisiydi. Hz. Ali'nin ölümünden sonra Imam olmus, halk da kendisine uymustu. O sirada Sam Valisi'yken devlet baskanligini türlü oyunlarla elde etmis olan Muaviye'ye mektuplar yazarak yola getirmeye calismissa da, basaramamisti. Adamlarinin hiyaneti yüzünden Halifeligi ona birakmak zorunda kaldi. Medine'de hic bir seye karismadan yasadigi sirada Muaviye tarafindan karisina zehirlettirildi. Ölümü: 669



Imam Hüseyin:

Ücüncü Imamdir. Dogumu: 626. Babasi Hazreti Ali, anasi Fatma'dir. Adini Hazreti Muhammed koymustur. Künyesi << ebuAbdullah >>, lakaplari << el-Sehit >>, << el-Sibt >>,<< Zeki >> ve << Mübarek >> tir. Bes erkek, üc kiz cocugu olmustur. Bunlardan tarihe ve edebiyata gecen << Zeynel' Abidin >> ile << Zeynep >> tir. Hazreti Hüseyin, Kerbela'da sehit edilmistir. ( Kerbela ya bakiniz ) Türbesi Kerbela'dadir. Ölümü 680 tarihindedir. Hasan ile Hüseyin, Hazreti Muhammed'in cok sevdigi iki torunudur.



Imam Zeynel' Abidin:

Dördüncü Imamdir. Hazreti Hüseyin'in ogludur. Anasi Sehribanu'dur. Dogumu: 659. Künyeleri << ebu Muhammed >>, << Ebul Hasan >>. Ünlü lakabi << Zeynel' Abidin >> dir. Cok bilgili, cok iyi huylu, sabiirli ve üstün bir insandi. Kendisine kötülük edenlere bile iyilik ederdi. Zeynel' Abidin, Kerbela faciasinda bulunmus, hastaligi yüzünden, babasi Hüseyin savasa girmesine izin vermemisti. Kerbela'dan Küfe'ye, oradan da Sam'a götürüldü. Zencire vurulmus olarak Yezid'in önüne cikarildi. Serbest birakildi, Medineye döndü. Ölünceye dek orada kaldi. Ölümü 719.



Imam Bakir:

Besinci Imam olup babasi Zeynel' Abidin'dir. Medine'de, 677 tarihinde dogmustur. Künyesi << ebu Cafer >> dir. En yaygin lakabi << Baki >> dir. Ölümü: 733. Büyk bir bilgin ve cok cömert bir insandi.



Imam Cafer Sadik:

Altinci Imam olup babasi Imam Bakir'dir. Dogumu: 699. Künyesi << ebu Abdullah >>; en yaygin lakabi << Sadik >>'tir. Cok bilgili ve iyi ahlakliydi. Onun zamaninda Emevi Devleti yikildi, yerine, Bagdat'ta Abbasogullari Devleti kuruldu. Cafer Sadik, hic bir siyasal olaya karismadi. 765'te Medine'de öldü. Bektasi ve Alevilerin tarikat kurallarini ögreten ve adina << Buyruk >> denilen bir kitablari vardir ki, Cafer Sadik'a mal edilir. Kendisi mezhep kurmadigi halde, ölümünden sonra taraftarlari, onun sözlerine ve eserlerine dayanarak Caferi Mezhebini kurdular. Anadolu Bektasi ve Alevileri mezhep olarak Caferi'dir.



Imam Musa Kazim:

Yedinci Imamdir. Imam Cafer'in ogludur. 745'te dogdu. Yaygin olan künyesi << Ebul Hasan >> dir. Ünlü lakabi << Kazim >> dir. Abbasi hükümdari Mehdi, Musa Kazim'i Bagdad'a getirtti, zindana attirdi. Bir süre sonra Medine'ye gönderdi. Harun kümümdar olunca kendisini Bagdad'a getirterek sehit etti ( 799 ).



Imam Riza:

Sekizinci Imamdir. Babasi Imam Musa Kazim'dir. Dogumu: 770'tir. Künyesi << Ebul Hasan >>; ünlü lakabi << Riza >> dir. Medine'de dogdu. Abbasogullarindan Memun tarafindan zehirlendi. Mezari Horasan'da Tus kenti yakinlarinda bir köydedir. Cok bilgili ve tedbirliydi.



Imam Muhammed Taki:

Dokuzuncu Imamdir. Medine'de dogdu ( 811 ). Imam Riza'nin ogludur. Künyesi << ebu Cafer >> ve << Taki >> dir. 835'te Bagdat'ta öldü. Zehirlendigi söylenir. Dedesi Musa Kazim'in yanina gömüldü.



Imam Naki:

Onuncu Imamdir. 829'da Medine'de dogdu. Künyesi > Ebu Hasan >>, lakabi << Askeri >> dir: << Ali'ül Hadi >>, << Naki >>, << Hadi >> de denir. Semira'da ( Bagdat ) öldü ( 868 ). Orada yatmaktadir. Abbasoglu Mutemed tarafindan sehit edildigine inanilir.



Imam Hasan el - Askeri:

On birinci Imamdir. 846'da dogdu. Babasi onuncu imam Naki'dir. Anasi Susen Hatun'dur. Künyesi << ebu Muhammed >>, lakabi << Askeri >> dir. << Hadi >> ve << Samit >> de denir. 874'de Samira'da öldü. Babasinin yanina gömülmüstür.




Imam Mehdi:

On ikinci ve sonuncu Imamdir. Babasi Imam Askeri, anasi Nercis Hatun'dur. Künyesi << Ebul Kasim Muhammed el - Mehdi >>, lakaplari << Mehdi >> ve << Sahib Zaman >> dir. Babasinin ölümünden sonra halktan gizlenmisti. Bu ilk gizlenise Gaybet-i Sugra ( kücük gizlenis) denir. Bu gizlenis sirasinda ümmetine elcilik yapan ebu Hasan Ali ölünce, Gaybet-I Kübra ( büyük gizlenis ) baslamistir. Mehdi'nin ne oldugu, son gizlenisten sonra anlasilamadi. Muhammed Peygamberin bir gün ortaya cikacagini haber verdigi Mehdi'nin, bu Imam olduguna inanilir. Sikisik zamanlarda isleri yoluna koyacak diye gelmesi beklenir. Nefeslerde Mehdi'ye cok yer verilir. Cok zaman << Sahib Zaman >> diye anilir. Bunun kimi zaman Iran Sahlari olacagi ya da baska birisi görünüsünde gelecegi inanci vardir.


Mystic@L 24 Ağustos 2006 10:50

Kavram Olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?



Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.

Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.


Misafir 25 Ağustos 2006 09:10

Alevİlİk’te Kİrvelİk İkrari


Biz konunun Alevilik’teki anlam ve önemini, nasıl uygulanıp yaşatıldığını ele alacağız.
İslam dinindeki anlamı ve yorumu da, elbetteki toplumsal koşullar ve yaşam biçiminin etkisinde şekillenmiş, kabileler arası dostluk ve barışın sürekli kılınmasında rol oynamış, karşılıklı dayanışma ve saygının sağlanmasında kirvelikten de yararlanılmıştır. Alevilik konuya fazlasıyla önem vermiş, kirveliği geliştirip belirleyici kriterlerden biri haline getirmiş, zengin motiflerle süsleyip zenginleştirmiştir.

Alevi Toplumunda Kirvelik
Alevi toplumundaki kirvelik ve sünnet yaklaşımını, inanç, biyoloji ve sosyolojik açılardan değerlendirmek doğru olur.
Aleviler, kirvelik ve sünnet olgusunu, Sünni İslam şeriatından oldukça farklı bir biçimde algılarlar. Kirvelik birbirini seven ve bunu nesilden nesile ikrar bağı olarak sürdüreceklerinden emin olup kanaat getirilen kişi ve aileler arasında gerçekleşir. Yani tarafların gönül ve rızalarıyla kirve olunur. Bununla birlikte aile ya da kabileler arasındaki düşmanlıklara son vermek, barış ve dostluğu sürekli kılmak amacıyla da kirvelik tesis edilir. Taraflar uzlaştırılıp, kirvelik bağıyla birbirine bağlandıktan sonra, düşmanlık ve kan davaları son bulur. Bu yanıyla barış aktının kutsal bir güvencesi rolüne de sahiptir.
Amaç hatayı asgariye indirgemek, toplumsal yaşamda birlikteliğin, dostluğun, kardeşliğin devamını sağlamaktır. Kirvelik, bu amaca yönelik manevi bağ ve kutsal törelerden biri olarak karşımıza çıkar.
Tüm bunlar dikkate alındığında Alevi toplumunda kirve olan kişiler ve aileler arasında evlilik kesinlikle söz konusu olmaz. Kirvelik de, Musahiplik ikrarı oranında kutsal ve mukaddestir. Hz. Muhammed Mustafa’ya ve Oniki İmamlar’a duyulan sevgi ve saygıyla bütünleştirilerek akt edilerek ömür boyu ve kuşaktan kuşağa devam eder.
İnançsal manadaysa, Hak-Muhammed-Ali üçlemesini teyid ederek Hakk’ın birliğini onaylamak, Ehl-i Beyt soy geleneğine bağlılığı ifade ederek toplumsal barışı yaşama dönüştürmektir.
Kirvelik akti sırasında, kişiler veya aileler, kendi aralarında, Oniki İmamlar’ı ifade amacıyla birbirlerine Oniki Kuruş vermiş sayılırlar. Böylece ikrar verilmiş, gülbenk alınarak ikrar kapısından içeriye adım atmışlardır. Artık her iki ailede karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma duygu ve yükümlülükleri sürekli olarak yerine getirilmeye çalışılır.

Sünnet Erkânı:
Çocuğunu sünnet edecek aile en az bir veya iki hafta önceden lokmasını da yanına alarak çocuğuyla birlikte kirvesini ziyaret eder. “Sünnet erkânı”nın yapılacağı günü ve koşuları birlikte kararlaştırırlar. Kirve; olanakları ölçüsünde bir takım hediyelerle birlikte, sünnet erkânının yapılacağı gün ya da bir süre önce kirvesinin evine gider. Çocuğunu sünnet edecek olan aile kendi yakınlarını, dostlarını, konu komşunu da davet eder.
Küs ve dargın olduğu komşularıyla barışması, onların da gönlünü yaparak, Muhammed honçasında (sofrasında) bulunmalarını sağlaması gerekmektedir. Açıkça görüleceği gibi, kirvelik, Aleviler’de, barışın sağlanmasında önemli kurumlardan biri olarak varlığını sürdüre gelmektedir. Sünnet işlemi yapılmadan önce erkân yerine getirilir. Kurbanlar kesilir, Muhammet Honçası kurulur. Honçanın üzerine bir sini, içerisine kullanılmamış bir havlu ve bir kalıp sabun konulur.
Aile eğer çocuğuna her hangi bir yatırı, Hızır, Düzgün Baba gibi kutsal ad ve mekânları kirve tutmuşsa, mekânlardan getirilmiş olan teberrik de Muhammed sofrasının üzerine konulur. Gerektiğinde bir de vekil tayin edilerek sünnet işlemi yerine getirilir.
Erkân esnasında, hazır bulunan cemaat ayağa kalkar. Honçanın baş tarafında Dede veya erkânı yerine getirecek olan kişi yerini alır. Kirve, sünnet edilecek çocuk, anne ve babası, ailenin diğer bireyleri sırasıyla dedenin karşısında saf tutarlar. Dede, kirvelik ve sünnet konusunda kısa bir bilgi sunduktan sonra, “gerçeğe hü” deyip, cemaati edeperkâna davet ederek, erkânı başlatır.

Erkânı başlama gülbengi:
Bism-i Şah, Allah Allah!
Adem Ata geldi dünyaya oldu zürriyet,
İbrahim Peygamber’den kaldı bu âdet,
Hakk’a kul olduk, Muhammed Mustafa’ya ümmet,
Hem farzdır, hem sünnet,
Muhammed-Ali’ye verelim selavat,
Allahümmesali ala Seyyidina Muhammed
Ve ala Ali Seyyidina Muhammed!

Dünya kuruldu pazartesi,
Hakk’a kul olana indi Muhammed Mustafa,
Ol Oniki İmam ikrar honçası,
Muhammed Ali’ye ikrar verdik olduk Ehl-i Beyt bendesi,
Yolumuz erkânımız sana bağlı ya Hüseyin-i Deşt-i Kerbelâ,
Sen kabul eyle ikrarımızı, Hakk’a niyazımızı!

Hak la illahe illalah
Muhammed’en Resullullah, Aliy-ün veliyullah,
Ehl-i Beyt-i Keremullah, Ademi Seyfullah
Nur-i Naciyullah, İbrahim-i Halilullah, İsa-i Ruhullah, yüzü suyu hürmetine!
Erenlerin, velilerin, nebilerin, mürşid-i kâmillerin, pir-i pakların yüzü suyu hürmetine,
Şu an yerine getirdiğimiz Oniki İmamlar ikrar erkânını huzur-u makamında kabul ve makbul eyle yâ Rabbim!
Ali-el Murtaza’nın ilm-i irfanından, Hasan-ul Müçteba’nın kemaletinden, Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’in yol ve erkânından bizleri ayırma, mahrum etme yâ Rabbim!
Mansur’un dârından, Mürşid-i kâmilin didarından, bizleri mahrum eyleme yâ Rabbim!
Sana gönül verenleri, birliğini kabul edenleri, yol ve erkânında talip olanları ikrarından mahrum eyleme ve ikrarından dönene lanet eyle yâ Rabbim!.
İkrarından dönenin selâmını, kelâmını, lokmasını, Ehl-i Beyt’e bende olan cana nasip eyleme yâ Rabb’ül-alemin!
Yolumuzu yolsuza, pirsize, ikrarsıza, arsıza düşürme!

Muhammed Mustafa ol Şah-ı Merdân
Ali el-Murtaza sana sığındım
Haticet’ül- Kübra, Fatimet’ül-Zehra, Hasan’ül-Müçteba
Hüseyin-i Kerbelâ sana sığındım!

İmam Zeynel ile Muhammed Bakır
İkrar meydanına geldik çok şükür
Caferi Sadık’a erdik çok şükür
Kâzım Musa-Rıza sana sığındım!

Muhammed Tâki’ye verdim salavat
Ali ül -Nâki’den istedim himmet
Hasan’ül-Askeri eleman mürvet
Mehdi Sahib-i Zaman sana sığındım!

On Dört Masum-u Pak Güruhu Naci
Onyedi Kemerbest derdim ilacı
Hünkâr-ı Evliya serimin tacı
Hünkâr Bektaş Veli sana sığındım!

Virdi Derviş senin kulun kurbanın
Yarın arasatta ulu divanın
Senin müminlere çoktur ihsanın
Hüseyin-i Kerbela sana sığındım!

Dil bizden, nefes Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’den ola!
Gerçek erenler demine hü mümine yâ Ali!

Gülbengin bitimiyle başta kirve, sünet olacak kirvesiyle birlikte diz üstüne gelip honçayı niyaz ederek, gönlünden geçen bir Hak lokması’nı tepsiye atarak, tekrar niyaz edip geri çekilir. Ardından çocuğun annesi, babası ve daha sonra orada bulunan cemaat honçayı niyaz edip lokmasını attıktan sonra niyazlarını yenileyip geri çekilirler..
Sıra bizzat sünnetin yapılmasına gelmiştir. Sünneti yapan kişi ya da sünnetçi, kirve, kirveler elerini yıkamak üzere, ellerini üst üste gelecek şekilde yıkamaya başlarlar. Yıkama işlemi üç kez „Yâ Hak, yâ Muhammed yâ Ali” denip tekrarlanır. Bu işlemin anlamı, sünnet olacak çocuktan akan kanın, aileler arasında oluşan ikrar bağının kutsanmasıdır. Sünnet işlemi bitikten sonra kirvenin orada kalması artık uygun görülmez. Ancak kirve bir zaman sonra kirvesi olan çocuğun tekrar ziyaretine gider.
Sosyal boyutlarıyla kirvelik kurumu, Alevi toplumu açısından dayanışmanın, barışın, dostluğun, birlikte hareket etmenin başlıca kaynaklarındandır. Bu, birçok temel kurum ve değerlerden, vasıf ve kriterlerden sadece bir tanesidir.
Biyolojik ve tıbbi anlamda sünnetin, insan sağlığı bakımından da yararlı olduğu bilinmektedir .....


Misafir 29 Ağustos 2006 22:03

Semah Nedir?

Semahlar

Tasavvuf ehlinin, müzik aletleri de çalınarak söylenen neşidelere uyup vecde gel melerine, raks etmelerine, dönmelerine denir. İslam Ansiklopedisi’ne göre ise; aslında “sem” kökünden, “sam” veya “sim” gibi bir mastar olup, “işitmek, duymak, dinlemek, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma, şarkı dinleme” ve nihayet, “yarı dini mahiyette çalgılı ve şarkılı ziyafet” gibi türlü manalara gelmektedir.

Semahlar Anadolu Halk Kültürü’nün müzikal dehası olup, Alevi-Bektaşi toplumunun yüksek müzik zevkinin en bariz örneklerindendir. Kelime
anlamına bakarsak; Abdülbaki Gölpınarlı’nın Tasavvuftan Dilimize Gelen Deyimler ve Atasözleri” adlı kitabına göre sema; (sima) 5 Arapça, “duymak”, “işitmek” anlamında bir sözdür.


Bu çeşit manalar, birkaçı hariç diğerlerinin, kelimenin Eski Arapça’daki “şarkı söyleme” veya “çalgı çalma” manası ile yakından ilgili olduğu açıkça görülmektedir.

İşitmek, duymak, dinlemek kökünden gelen Semah sözcüğü “samah”, “zamah”, “samak” gibi çeşitli şekillerde söylenmektedir.

Tamamıyla Alevi-Bektaşi topluluğuna ait olan semahlar, Doğu Karadeniz’de en az olmak üzere bu topluluğun yaşadığı bütün yörelerde mevcuttur. Ancak bugüne kadar derlenmiş eserler itibarıyla, Sivas, Erzincan, Malatya, Urfa, Muğla (özellikle Fethiye), Denizli ve Ege geneli ile Antalya’da yaygındır.

Semahlar, Alevi Toplumu’nun gizli dernek toplantılarıdır ve dinsel ibadetlerin yerine getirildiği özel günlerde yapılır. Hasat mevsimi gibi yılın belirli günlerinde de yapıldığı söylenmektedir. Dini özellikleri dolayısıyla, gelişigüzel zaman ve mekanlar da oynanmaz. İki, dört, altı, sekiz veya daha fazla kişiyle oynanan oyunlar olup, tek oynandığı görülmemiştir. Semahların karışık oynandığı yerlerde, kadınlarla erkekler arasında belli bir hısımlık, yakınlık gözetilir. Bazı yörelerde çok yakın komşuluk birlikte oynamak için yeterlidir. Bu tarz toplantılarda kadınla erkek arasında herhangi bir erkeklik, dişilik davranışı söz konusu olamaz, böyle davranan kişiler çok ayıplanır ve topluluğa bir daha kabul edilmezler.

Semahların oynandığı Cem Ayinleri’nin en büyük özelliklerinden biri müziğe ve oyuna gösterilen saygıdır. Bu toplantılarda semah oynanırken oturulmaz, ayakta dinlenilip seyredilir. Bağlama bazı yörelerde kutsal sayılıp duvara, insan boyunun bir karış üstüne gelecek şekilde ve Kuran-ı Kerim’le yanyana asılır. Saz çalınacağı zaman, sazı çalacak olana veren kişi öpüp başına koyar, alan kişi de öpüp başına koymadan çalmaya başlamaz.

Semahlar karşılıklı durarak ve ayrık düzende (eller veya kollardan tutuşmadan), Cem Bezmi’nin ortasında açılan boşlukta, dolaşarak oynanır. Çerağ Mumları’nın yandığı “Çerağ Tahtı” denilen yere gelinince, yüzler o tarafa döner, eller hürmetle göğüste birleştirilip boyun hafifçe eğilir. Bu mevkiye sırt dönülmez, orası kutsal bir köşedir. Semah Nefesi okunurken nefesin son kıtasında, şairin şah beyiti geldiğinde oyuncular oldukları yerde hareketsiz kalır, şairin adına hürmeten bu bölümde oynanmaz. Semahlar yalnız bağlama eşliğinde oynanır. Tunceli ve Ege semahlarında kemane de bağlamaya eşlik eder. Davul, zurna (yakın zamana kadar gizli oynandığı için), hiç kullanılmaz. Bazı semahlarda sazlar bir çeşit pedal görevi yaparak, karar sesi civarında dola şan sabit bir melodiyi çalarlar. Hemen bütün semahlar da birbirine benzeyen bu ezgi, vokal bölümü de dahil olmak üzere, bütün eser boyu devam eder. Ton değişirse, sazlar da o tona uygun başka bir sabit melodiye geçerler. (Örn. Bir Kız ile Bir Gelin - Fethiye) Semahlar, özellikle ritmik yapıları bakımından, Türk Halk Müziği Repertuarı’nın en önemli eserlerini oluştururlar. Ana Usuller, (2,3,4 ve üçerli şekillerinden 12) ve Birleşik Usullerin(5,7, 8, 9) tamamıyla, 10 zamanlı Karma usul, semahlar içinde mevcuttur.

Semahlar tek veya birkaç bölümlü olabilirler. Çok bölümlü semahlarda bölümler genellikle birbirinden farklı tonlardadır. İki bölümlü semahların ilk bölümleri “Ağırlama”, ikinci bölümleri ise “Yeldirme”, “Yürütme”, “Pervane” veya “Pervaz” adlarını alırlar. (Örn. Ya Hızır Semahı - Arapkir). Eğer semah üç bölümlüyse, ilk bölüme “Ağırlama”, ikinci bölüme “ İki Ayak” veya “Yürütme”, üçüncü bölüme ise “Yeldirme” veya “Pervaz” denilir. (Örn. Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler -Fethiye). Dört bölümlü semahlar yine “Ağırlama”yla başlar, “ikileme”yle devam eder, “Yürütme”ye geçilip, “Yeldirme” ile son bulur. (Örn, Gine Dertli Dertli-Sivas)

En önemli ritmik özellikleri ise bazı semahlarda birkaç değişik ritm kullanılmasıdır. Ritmik değişiklikler çoğunlukla bölüm geçişlerinde olur ‘ki genellikle aynı anda’ ton da değişmektedir. Tempoları açısından gittikçe hızlanan bir sıra takip ederler. Bazı semahlarda ise, ağır-hızlı-ağır- hızlı düzeni görülür. (Örn. Bugün Yasta Gördüm - Urfa) Ancak bütün semahlar biterken ağırlaşırlar. Bazı Arguvan Semahları arasında temposu sabit olanlara rastlanmış tır.

Sonuç olarak semahların tanıtılabileceği en kısa özet bu olabilir. Müzik Analizi derslerinin en yoğun örneklerini teşkil eden semahları, yaratanlara, derleyen ve notaya alanlara, seslendirerek tanınmalarına katkıda bulunanlara Halk Müziği camiası minnettardır.

Gamze TÜFEKÇİ-İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi
Motif Dergisi 29. Sayı




SEMAHLAR HAKKINDA GENEL BİLGİ

Alevi dinsel oyunlarını halk, ''semah, samah, zamah'' gibi yerel sözlerle adlandırır. Semah katı kurallara sokulmamıştır. Bu, onun değişimini ve çok çeşitli dallara ayrılmasını sağlamıştır. Böylece çeşitli semah türleri doğmuştur.

Semahlar kentlerde kadının baskı ve peçe altında tutulduğu dönemlerde bile kadın erkek birlikte oynanır. Bu, doğa ile insanın zo*runlu uyumundan kaynaklanır. Semahlar kökende göçebe toplumun dinsel oyunudur. Göçebe toplumlarda ise kadın erkek ayrımı yerleşiklerdeki gibi katı kurallarla ayrılmaz. Doğa, kişiyi günlük yaşamın her kesiminde ve dinsel törenlerde eşit kılar. Böylece semahlar kadın ve erkeklerin birlikte oynadıkları oyun durumuna girer. Yalnız erkeklerce oynanan semah türü neredeyse yok gibidir. Salt erkeklerce oy*nanan semah türüne Sivas, Malatya, Tokat çevresinde oynanan "Ya Hızır" semahı örnek verilebilir. Oysa bu semahın da kadın erkek karı*şık oynandığı olur. Yalnız kadınlarca oynanan semahlar oldukça çoktur. Karışık yapılan semahlarda kadın ve erkek sayısının birbirine yaklaşık olmasına çalışılır. ''Çark'' semahında olduğu gibi kimi se*mahların yalnız kadınlarca oynanması kural haline gelmiştir.

Semahlarda yerel ayrılıklar çok görülür. Bunun kökeni de göçe*be toplum yaşam biçiminin devingenliğinden kaynaklanır. Gerektiğinde kurallar yaşam biçimine göre düzenlenir. Ya da yeni kurallar konur. Semahların başlangıcı, oynanışı ve bitiminde görülen bölgesel ayrılıklar biraz da buradan kaynaklanır.


SEMAHTA KİŞİ

Semahların belli sayıda kişilerce oynanmasına özen gösterilir. Bektaşi semahlarını anlatan kaynaklar, semahların 2-4-6-8-10-12 ki*şilik öbeklerce yapıldığını bildirirler. M. Tevfik Oytan semahın başlangıcını şöyle anlatır:
"İlk önce dört can semaha kalkar. Bu ilk semah açılış semahı olduğu için mürşit ve cem erenlerinin tümü ayağa kalkarlar.'' Aynı sayılar Vahit Lutfi Salcı, Bedri Noyan gibi yazarlarca da verilir.

Ancak Alevi semahlarının daha çok 3-5-7-9-12 kişilik öbeklerce yapıldığı gözlenir. Gerçekten Aleviler arasında bu sayılara çok önem verilir. Bu sayıların kutsallığına inanılır. Bu sayılar hayırlı dualar durumunda olan gülkbenklerde de anılır. ''Üçler, beşler, yediler, onlar, ikiler'' den yardım ve şefaat dilenir. Son yıllarda semah oyunlarını ko*nu edinen incelemelerde semah oyuncularının sayılan olarak bu sayılar gösterilir. Bizim halktan öğrendiğimiz sayılar da çok kez bu sayıları doğrular durumdadır.

Bu durumda semahçıların sayısında bir değişiklik söz konusudur. Vahit Lutfi Salcı, M. Tevfik Oytan. Bedri Noyan gibi Bektaşi tarikatının içinden gelen kişilerin böyle bir konuda yanlış yapmış olmaları düşünülemez. Büyük olasılıkla semahçı sayısındaki bu ayrılık. Alevi ve Bektaşi semahlarından kaynaklanır. Bektaşilerin ve Alevlerin bir bölümü birinci sayılarla. Aleviler ise ikinci sayılarla semah ederler.

Ayrıca on altı kişilik, kırk kişilik ve daha kalabalık toplulukla*rın yaptıkları semahlar vardır. On altı kişilik semahın oynanış biçimi başkadır. Dörder kişi karşılıklı dizilirler. Çaprazlama oynarlar. Kırk kişilik semah ise Fethiye Tahtacıları arasında kadir geceleri yapılır. Yeniden doğuşu canlandıran kırklar olayının anısına dayanır. Ama bu semahın kapalı yerde yapılması zordur. Nitekim çok kalabalık öbeklerce oynanan Yatır Semahları da böyledir.


SEMAHTA EZGİ

Semahların ezgisi halk müziğinden kaynaklanır ve türkülüdür. Türkü ile oyun iç içedir. Yörelere göre ezgilerde, vuruşlarda ayrılıklar görülür. Semah ezgileri genellikle 5-7-9 aksak vuruşlu ya da çift vu*ruşlu havalardır. Ezgiler genellikle bağlama ve keman ile çalınır. Vur*malı ve cafcaflı sazlar kullanılmaz. Böylece oyunun kutsallık işlevi ko*runmuş olur;

Çepniler de cemde kesinlikle on iki çalgı bulunur. Bu on iki saz aynı türden olabileceği gibi değişik türlerden de olabilir. Semahlar bu on iki çalgı ile çalınır. Tahtacı cemlerinde ise en az iki, en çok on iki çalgı bulundurmak töredir. Genelde Çepni cemleriyle Tahtacı cemleri büyük benzerlik gösterir. Ezgi ve vuruşlarda yörelere göre ayrımlar görülür. Sözgelimi Sıraçlar Köroğlu havası ile semahın yeldirme bölümünü oynarlar.


SEMAHTA GİYSİ

Semah yapılırken semahçıların üzerindeki giysiler çok renkli ve değişiktir. Daha doğrusu halkın günlük, bayramlık giysisidir. Belli bir kalıp söz konusu değildir. Erkekler de bacılar da temiz giysileri ile se*mah yapmaya özen gösterirler. Bu giysi bacı için üçetek giyildiği dö*nemlerde üçetektir. Fistan giyildiği dönemlerde fistandır. Giysilerde de eskiye bağlılık söz konusu değildir. Kurallarda biçime değil öze önem verilir. Biçim özü bozmadığı sürece değişebilir.

Giysilerde yerel ayrılıklar görülür. Doğu illerinde baş açık se*mah yapmak uygun bulunmaz. Bacıların başları zaten örtülüdür. Erler ise şapka ile semaha kalkmazlar. Semah yapacak erler başlarına mendil, poşu gibi bir şey bağlarlar.


SEMAHA KALKIŞ

Semaha kalkışta da kimi töreler söz konusudur. Bu töreler böl*gelere göre küçük ayrılıklar gösterir. Doğu illerinde semaha kalkmadan önce el, ayak ve yüz yıkanır. Bu bir tür abdest işlevindedir. Kapalı yerlerde yapılan semahlar yalınayak oynanır.

Cemde semahlar başlayacağı zaman semahçılar kendiliğinden semaha çıkarlar. Herhangi bir üşengenlik, çekingenlik olursa belli ki*şiler toplumun üstelemesi ile kalkarlar. Genelde semaha kalkmak bir onur sayıldığından böyle üstelemelere karşı direnilmez.

Anadolu'nun çeşitli yerlerinde cemde ilk semah yapılacağında önce semahçılar dedeye niyaz ederler. Bu nişanın çeşitli bölgelerde değişik biçimlerde olduğu görülür.

Denizli'de er, ******n önünde niyaz eder. Bacı ise sağ elinin parmaklan sol elinin parmakları üzerinde olarak niyaz edenin sırtına hafifçe dokunur biçimde ona niyaz eder. Bu semah iki kişinin oynadı*ğı bir semahtır. er ayağa kalktığında saz yavaş yavaş ve tatlı kıpırda*nışlarla semahı başlatırlar. Kuşkusuz saz ve söz semaha eşlik eder. Bacı bir elinin avucu ile öbür eline tempo tutar. Er kollarını yana açmıştır, bileklerinden başlayarak uygun biçemde kollarını oynatır. Böylece de tempoya uyar. Bunu eşit adımlarla sazın ve sözün vuruşlarına uygun olarak semahçıların oyunu sürdürmeleri izler. Er ile bacı arasındaki aralık sürekli korunur.

Erzincan-Maraş yöresinde semaha kalkan er semah başlama*dan ******n elinin içini öper. Ama bu törenin yaygın biçimi ******n erin sağ omzuna niyaz etmesi biçimindedir. İç Anadolu'da Sivas'tan Toroslara değin geniş alanda semahlara böyle başlanır.

Kimi bölgelerde semaha erbacı selamlaşması ile başlanır.

Antalya Alevilerinin bir bölümünde bacı, erin göğsüne bir şedde bağlar. Elmalı'nın Tekke köyünde bu şedde bağlandıktan sonra bacı secdeye varır.

Kimi bölgelerde ilk semah yapılacağı zaman dede ve tüm cem erenleri topluca ayağa kalkarlar. Semahçılar gelip dedenin önünde niyaza dururlar. Niyazdan sonra dede ve cem erenleri yerlerine otururlar. Dede bir gülbenk okur. Semaha böylece başlanır. Bundan sonraki semahlarda ayağa kalkılmaz.


SEMAHTA FİGÜR

Semahlar kökende değişik ve güzel figürlere dayanır. Figürlerin zenginliği ve güzelliği semahların en üstün yanlarından biridir. Kö*kende dinsel görünümde halk oyunu olmalarına karşın kimi ilkelerle öbür halk oyunlarından ayrılırlar. Semahlarda bireyin bağımsızlığı ana ilkedir. Hiçbir semah türünde hiçbir biçimde oyuncular arasında el ele tutuşulmaz. Her semahçı kendi içinde bağımsızdır. semahlarda bağımsız birimlerin bütüne uyumları söz konusudur.

Semahlar iki ana figüre dayanır. Bunların başında kuşun uçu*şunu andıran kolların aynı anda kalkıp inişi figürü gelir. İkincisi yürüyüş ve ayak figürüdür. Bunlar arasında da bir uyum vardır. Semahlarda kol ve ayak figürleri dışında vücudun başka bölümlerinin figürleri bulunmaz. Müziğin akışına göre bunlar ivedi ya da yavaş biçimde uyumlu olarak hareket ettirilir. Bu, uzun bir vücut eğitimi isteyen bir uğraştır. Öbür halk oyunlarında olduğu gibi semahlarda da çocuklukta başlayan bir öğrenme olayı vardır. Kişi başlangıçta izleyi*cidir. Belli bir yaşa değin semahları izler. Sonra ''gençler'', "gönüller'' semahı denen semah türü ile oyunun içine girer. Bu, alıştırma daha doğrusu çıraklık dönemidir. Kişi daha sonra oynayış yeteneğine göre öbür semahlarda yerini alır.


SEMAH SÖZLERİ

Semahlar Türkçe sözlü deyişlerle oynanır. Bu deyişler gizemci halk yazının ürünleridir. Hemen her dönemde Türkçe egemenliğini korumuştur. Başta Hatayi olmak üzeri Pir Sultan Abdal, Kaygusuz, Nesimi gibi ozanların deyişleri semah sözü olarak türküleşmiştir. Us*ta halk ozanlarının dizelerinde Türkçe bir kuyumcu ustalığı ile işlen*miştir. Coşkun ve içli bir şiir geleneği ortaya konmuştur. Sonra on1arıizleyen birçok yerel ozan ortaya çıkmıştır.

Semah deyişlerinin bir bölümü doğrudan semah sözü olarak yazılmış olmalıdır. Halk ozanlarının yaklaşık olarak tümü bağlama çalar. Bu nedenle aşık sözü halk arasında "ozan, bağlama çalan ve türkü söyleyen" gibi geniş anlam içerir. Halk ozanlarının büyük çoğunluğu bu üç yeteneği birlikte taşımışlardır. Böylece kimi ozanların doğrudan semah sözü yazmaları ve türküleştirmeleri doğaldır.

Dinsel özle beslenen türküler kimileyin belli kuralları, inançları anlatır. Kimi kez ise sevgiyi dile getirir. Kökende sevgi ana konudur . Öbür konular sevgi ekseni çevresine sanılmıştır. Böylece bu dizelerde türkü yolu ile öğütler verilir. Birlik çağrıları yapılır. Sözler dinsel de olsa, dindışı da olsa hep yaşama sevinci doludur, coşkuludur. Se*mahlar yaşamı kucaklayan türkülerdir. Gerek içerikleri, gerek müzik*leriyle öbür türkülerden ayrılırlar. Başka bir bütünlük oluştururlar.

Dinsel çarpıcı sözler çevresinde birleşilmiştir. Bu sözlerin ardında yüzyılların acıları, başkaldırıları yatar. Nitekim dinsel tören olan cemlerde söylenen tevhitler de aynı işlevdedir. "Tevhit" sözü birlik. birleşme anlamındadır. Bunlar coşku yüklü çağırışlardır. Bütün içinde se*mah ve tevhitler oyun ve türkü aracılığı ile bir olmayı, birliği amaçlar. Kimi sözcüklerin müzik ve yinelemelerinden yararlanılır.

Semah sözlerinde de yörelere göre değişiklik vardır. Müzik ve türkülerde de sürekli değişik gelirler. Çeşitli yörelerde yeni semah sözleri doğar. Yeni semahlar gelişir. Törenlerin yaşadığı sürece bu değişme ve gelişmeler sürer. Bu durum yaşamın değişken olmasından kaynaklanır. Çeşitli yörelerde semah sözlerinin değişik ezgilerle ve vuruşlarla çalındıkları olur. Semah sözleri ile müzik birbirine uygunluk gösterir.


SEMAHIN ORTAMI

İlke olarak semahlar dinsel tören olan "cem" ya da "görgü, görüm" de yapılır. Kutsal inanç bütünün bir birimidir. Salt oyun işlevinde algılanmaz. Semaha kalkıştan oturuşa değin tüm kurallar yöre*lere göre kimi ayrılıklar gösterse bile, belirlenmiştir. Bu kurullar yerine getirilmeden semah dönülmez. Her işlem zincirin bir halkasını oluşturur.

Semahların yapıldığı yerlerde etkin bir sıkıdüzen egemendir. tüm görgü töreni boyunca olduğu gibi semahlar süresince de gürültü yapılmaz. Ayrıca semahlar çalınıp söylenirken sigara kullanılmaz. bir şey yenip içilmez. Diz üstü ya da bağdaş kurulup oturulur. Gürültü edenler, uygun olmayan davranışta bulunanlara çeşitli cezalar verilir. Bu cezanın biçimi dedenin ve toplumun kararına bağlıdır. Ceza olarak, toplum için yiyecek, içecek gibi bir şey aldırılabilir. Kişi bir süre *törenden dışarı atılabilir. Ceza verme konusunda da yerel ayrılıklar vardır. Doğuda suçlunun eline bir kova verilir, bir süre bir kıyıda bekletilir. Sivas-Malatya yöresinde dara çekilir. Kişinin suçu ağır ol*duğunda asa ile vurularak cezalandırıldığı olur.

Alevi dinsel törenleri "Görgü'', "Muhabbet cemi" ve ''Abdal Musa" olmak üzere üçe ayrılır. Görgü cemi yıllık dinsel törendir. İnanca göre bir yıl içinde yapılanların hesabı verilir. Muhabbet cemleri her*hangi bir fırsat nedeniyle bir araya gelindiğinde yapılan cemlerdir. Abdal Musa ise görgülerin sonunda ya da görüm yapılmadığı yıllarda tüm toplumu birlikte tutmak amacıyla bir akşam içine sığdırılan din*sel törenlerdir.

Semahlar muhabbet cemlerinde cemin sonuna doğru yapılır. Muhabbet toplantısının sonunda tüm er ve bacılar semaha kalkar. Birinci deste okuyucuları mürşidin iki yanında, ikinci deste okuyucu*ları onların karşısında, üçüncü deste okuyucuların tören odasının sağ ve sol yanında yer alırlar. Birinci deste deyişin ezgisini okur. İkinciler bu ezgiyi bir üçlü aşağı ve yarım ölçü sonradan başlama üzere çok sesli biçimde yineleyerek izlerler. Parçanın sonundaki "la" sesin*de birleşirler. Birinci bölümün yinelenmesi ve ikinci bölümün okunması da bu biçimde söylenerek sürdürülür. Bu okunuş sırasında yanlarda duran üçüncü destedeki kişiler notadaki seslere ''Ya şah-ı Velayet'' diye tempo tutarlar. Orada semah yapanlar da ezginin ve bağlamanın vuruşlarına uygun biçimde ''Ya Şah.. Ya Şah'' diye çağrışırlar.

Görgü cemlerinde belli aralıklarla semah yapılır. Ancak bunlar*da da bir sıra izlenir. Önce tören başlar. Çerağ uyandırılır. Aşıklar sazlarına sarılıp bir iki deyiş okurlar. İlk semah bundan sonra cemi yöneten dede ya da babanın izni ile yapılır. Önce ağır ve yavaş hare*ketli semah deyişleri ile başlanır.

Semahları cemden ayrı düşünmek ve incelemek yanlıştır. Gerek Aleviliğin kutsal kitabı Buyruk'ta; gerekse halk arasında semah on iki hizmetten biri olarak sayılır. Ancak zaman akışı içinde semahların oynandığı ortamda da bir yumuşama olmuştur. Giderek dede katında yapılan toplantılarda da oynanmaya başlanmış, bunu daha geniş eğlentilerde oynanması izlemiştir. Katı kurallara girmeyen Alevi toplumu ''dinsel ortam'' kuralında da direnmemiştir. Mutlu günlerde, eğlencelerde bir banş şöleni gibi, barış sevinci içinde yapılır olmuştur. Topluluğu daha canlı, daha neşeli tutabilme işlevini üstlenmiştir. Gü*nümüzde düğünlerde bile oynanmaktadır.


SEMAHTA DÜZEN

Semah oyununa önce yavaş hareketli semahla başlanır. Bu ge*nelde oyunların yaygın kuralıdır. Yavaş oyun, bir giriş bir ısındırma amacı güder. Ardından ivedi hareketli bir bölüm gelir. Semahlarda da bu kural geçerlidir. Semahlar genellikle ''ağırlama'' ve ''yeldirme'' bö*lümleri olmak üzere iki bölümden oluşur. Doğal olarak ilk semah ağırlamadır. Kişinin oyuna hazırlanması amacı güder. Söz ve ezgi bu ağırlamaya göre seçilmiştir. Hareketler de bu düzene uygundur.

Ağırlama cemde ayak kesilmeksizin yapılan ilk semah olarak tanımlanır. Ağırlamada erler kollarını sağa sola hareket ettirirler. Bacılar kollarını omuz düzeyinden daha yukarıya kaldırmamak üzere aynı hareketi yan tarafa doğru yaparlar. Söz ve ezgiye uygun olarak ayaklar ileri geri atılır.

Semahlar konusunda yaptığım araştırmalarda genellikle Semahtan bahsederken ''oyundur", ''oynanır'' gibi sözcüklerde karşılaştım. Kendisinin kitabından faydalandığım Sayın Yazar Fuat Bozkurt'ta semahlar konusunu anlatırken oyun, oynanır, semahçı gibi sözcükler kullanmıştır. Bana göre aslında bu sözcükler yerine icra edilir, dönülür ve semazen sözcüklerinin kullanılması daha uygundur.

Semahlar dinsel nitelikler taşıdıklarına göre diğer halk oyunlarından ayrılmalıdırlar. Alevi toplumunda kesinlikle ''Semah oynama'' veya "Semah oyunu'' gibi terimler kullanılmaz. "Semah dönme'' veya "dönülür" gibi sözler kullanılır.

Semahların oyun mudur? değil midir? konusunda Sayın İbrahim ÖZER (İbrahim Dede) şöyle düşünüyor:
İnsanlar maneviyatta ve tasavvuf ilmine göre basamaklarla, inanarak ve inandıkları o güçle Allah'a varmayı düşünürler. Bunu şu şekilde tarif edebiliriz.

1. Şeriat Kapısı 2 .Tarikat kapısı

3. Marifet Kapısı 4. Sırr-ı Hakikat Kapısı Semah'ın tarifi şöyle

düşünülebilir. Şeriat kapısında yani birin*ci basamakta adı geçen semah bir folklor oyunu olarak düşünülür ve her yörenin kendine has figürleriyle icra edilir.

Tarikat kapısında, yani ikinci kapıda semah, gerek Alevilerde, gerek Mevlevilerde, gerek Kadirilerde, gerek Nakşibendilerde yapılan ibadetin bir nevi, bir bölümü olarak düşünülebilir. Aleviler bu semahı bağlama eşliğinde yaparlar. Mevleviler bendir eşliğinde yaparlar, Kadi*riler ve Nakşibendiler davulbazlar eşliğinde yaparlar.

Üçüncü kapı ve üçüncü basamak olan marifet kapısında semah, ilahi bir aşkın vermiş olduğu bir iksirdir. Bu aşk geldiğinde o insan sokakta bile dönebilir. Ve hiç bir çalgıya ihtiyaç görmeksizin de*mircinin demire vurmuş olduğu tempoyu dahi kendine bir müzik kabul ederek o aşka ve meşke kendini kaptırır ve böylece 4. kapı olan Hakikat kapısına yol bulduğuna inanarak kendisini tatmin etmiş olur.

Henüz birinci basamakta olan kişiler için semah bir oyun sayılabilir. Çünkü burada kişi henüz çıraklık dönemindedir ve ibadet olayının içine girmemiştir. Bir nevi acemilik dönemidir. Tarikat kapısına gelince semah oyun olmaktan çıkar. Çünkü kişi Semahın ibadetin bir parçası olduğunu anlamıştır ve bunu ibadet amacıyla yapmaktadır.


TheGrudge 13 Eylül 2006 21:14


ALEVİ BİR İŞADAMININ ALEVİLİK TANIMI


ALEVİLİK BİR DİN DEĞİLDİR.


Aleviler İslam'dır.Alevilik bir yoldur.Bu yol peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV)'in yoludur.4. Halifeye,Ehli beyte ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'in sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e bağlıyız.Kitabımız KurAn'ı Kerim'dir,Mabedimiz camilerdir.Aleviler ibadetlerini camilerde ve her Müslüman gibi evinde de yerine getirirler.Aleviler sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed'in sünnet-i seniyyelerini büyük bir huşû içinde yaşamaktadırlar.
ALEVİLERİN YAŞAM ŞEKLİ (TAHALLÂK-U Bİ AHLÂK-I ALLAH)
Aleviler Allah ahlakı ile ahlaklanmaktadırlar .Aleviler, devletine ordusuna, milletine, sıkı sıkıya bağlı ,vatansever birinci sınıf vatandaştırlar.Ülke ekonomisine de büyük katkı sağlamaktadırlar ve sağlamaya büyük azimle,şevkle,gayretle devam edeceklerdir.Alevi toplumu , ekonomimizin büyük,küçük sanayici ve işadamlarını büyük bir azimle ve gayretle desteklemektedirler. CEM ÇANKAYA

Alevi Bir Yazarın Dilinden " Alevilik ve Ehl-i Beyt " Üzerine Bir Eser
Özellikle Alevi Kardeşlerimize Öneririz !
Neden "Alevilik" ve "Ehl-i Beyt?", "Alevilik Müslümanlık mı?" Niçin böyle bir kitaba ihtiyaç duyuldu? Bu konuda çok inceleme ve araştırma yapıldı, çok kitap yayılandı. Bizim çalışmamız ne ilk ne de son olacaktır. Amacımız yeni bir tartışma başlatmak değil, süregelen tartışma ortamı içersinde zemini farklı yönlere kaydırılmak istenen Aleviliği gerçek zeminine oturtabilmektir. Gördüğümüz kadarıyla bu yayınlarda niyetlere göre yorumlar da farklı olabiliyor.Bize göre bazı yazarlar maalesef meseleye, nasıl görmek istiyorlarsa öyle bakıyorlar. Halbuki bu yaklaşım doğru ve objektif bir yaklaşım değildir.

Yine şunu üzülerek görüyoruz ki, konuya menfi bir tavırla yaklaşanları başında yabancı ideoloji mensupları geliyor. Onlar için bu tür konular, hedefe götüren bir vasıtadan ibarettir.İşin içinde memleketi karıştırıp, milleti düşman kamplara ayırmak isteyen dış güçlerin varlığı ayan-beyan ortada.
Ve yine "Aleviliği" ve "Ehl-i Beyti" siyasi menfaatlerine alet etmek isteyenler var. Onu, dini kimliğinden ayırıp bir felsefi teori gibi göstermek isteyenler var¦
http://www.islamustundur.com/211743_2.jpg

Özellikle bazı yazarları Aleviliği islam dışı bir inanış biçimi gibi gösterme gayretleri, kendisini Müslüman olarak gören ve elinden geldiği kadarıyla da inancını yaşamaya çalışan milyonlarca insanımızı rencide ediyor. işte bu yüzden 'Alevilik Müslümanlık mı?' derken, onları içinden birisi olarak bu konuyu öz kaynaklarına dayanarak irdelemeye çalıştık. Alevi-islam ilişkisini kurmaya çalışırken özellikle hepimizi birleştiren ve aynı ortak paydada buluşturan "Ehl-i Beyt" sevgisi üzerinde durduk.
Günümüzde şunu da üzülerek görüyoruz ki asırlardır aynı Allah'a, aynı Kitab'a, aynı Peygamber'e inanan, aynı kıbleye yönelen, sevinçte ve tasada aynı duyguları yaşayan bu vatanı insanları ne hikmetse bugün ayrı din mensupları gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sanki bir tarafta "Ehl-i beyt" taraftarları, diğer tarafta "Ehl-i beyt" karşıtı insanlar varmış gibi lanse ediliyor.
Tabi bütün bu toz- duman bulutunun arasıda kaybolan, kendi değerlerinden, kültüründen uzaklaşmış bir gençliğin feryadı ise kulakları tırmalıyor. Kendi kültürünü tanımayan gençlerin bir kısmı, ideolojik akımlar ve misyoner tuzakları için kolay bir av olabiliyor. işte son günlerde medyaya yansıyan haberler de vehametin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Yeni nesillerin arayış içinde oldukları gün gibi ortada. inancını tayin etmeye çalışan, "Ben neyim?", "Müslüman mıyım?", "O halde Müslümanlık nedir?", "Aleviliğin dindeki yeri nedir?", "Ehl-i beyt nedir? Kimlerdir?" gibi soruları kendisine soran, sorgulayan bir gençlikle karşı karşıyayız!
Dolayısıyla bütün bu olan bitenlere kayıtsız kalmak mümkün değildir. Bu işi istismar edenlerin meydanda cirit attığı bir dönemde, artık bu işin gerçek sahiplerinin, işin erbabı ilim adamları meseleye el koymaları zamanı gelmiş de geçmek üzeredir bile.
Yine bizi bu sahada yazmaya zorunlu kılan sebeplerden biri de bulunduğumuz çevredeki gözlemlerimizdir. Gözlemlediğimiz kadarıyla, bu inanç ve değerleri taşıdığını söyleyen insanlar, maalesef gerekli bilgi ve donanıma sahip değildir.
"Ehl-i beyt nedir?" , "12 imamlar kimlerdir?", "Bu insanlar nasıl bir hayat yaşamış? Neye hizmet etmişlerdir?" gibi soruları cevabı ne yazık ki çoğu zaman yanıtıı bulamamıştır.
Tabi, bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır. Bu ayıptan kurtulmanı yolu da yine Hz. Ali Efendimizde ifadesini bulan ilim ve irfan yoludur.
"Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" diyen Hz. Ali' yi örnek alan bizler, binlerce harf öğreten ilim-irfan sahiplerinin, öğretmenlerin ve kitapları takipçisi olabilmeliyiz. Zamanı bu bilgi çağında, her türlü hurafe ve kulaktan dolma asılsız bilgiler yerine doğru ve güvenilir kaynaklara yönelmeliyiz.
Bizim de gayemiz, temel kaynaklar ışığında bir nebze de olsa hakikate giden yolu gösterebilmektir. Alevilik adına yetkili-yetkisiz, bilen-bilmeyen herkesin çıkıp konuştuğu şu ortamda, işin içersinde olan ve yıllardır bu konularda araştırma ve gözlem yapan biri olarak siyasi ve ticari hiçbir amaç gütmeden tamamen saf bir niyetle karanlığa bir mum da biz yakmak istedik. Mevzuyu, kendisine zorla yakıştırılmak istenen siyasi, ideolojik, felsefi ve hayali paslarından arındırıp ilmi ve objektif olarak incelemekte fayda gördük. Bu ümit ve temenniyle yola çıktığımız bu alanda böylesine mütevazi bir eser ortaya çıktı.
Yüce Rabbimden niyazım, bu eserin hayırlara vesile olmasıdır. Gayret bizden, başarı ve lütuf Allah' tandır. İHSAN ÜNLÜ


İslam dIşI gösterilmeye karşI çIkan AlevIler federasyon kurdu

Aleviliği İslam dışı gösteren açıklamalar Alevi toplumunu hareketlendirdi. ‘Müslümanız’ diyen vakıflar birleşerek ortak hareket etme kararı aldı.
Bu çerçevede 9 Alevi vakfı, Alevi Vakıfları Federasyonu (AVF) adı verilen yeni bir oluşum gerçekleştirdi. Federasyona katılmak isteyen vakıfların İslam’ın temel değerleri olan Allah inancına sahip olması, Hz. Muhammed’in peygamber ve Hz. Ali’nin de O’nun halifesi olduğu gerçeğini kabul etmeleri gerekiyor. Geçtiğimiz hafta kuruluş sürecini tamamlayan federasyonun Genel Başkanı Doğan Bermek, amaçlarının Alevi-İslam inancını yaşatmak ve yaymak olduğunu ifade etti. Bermek, Aleviliği İslam dışı göstermeye çalışanlara tepki gösterirken, “Onlar Aleviliği kendi ideolojileri ve siyasi amaçlarına alet etmek istiyorlar. Federasyonun kurulmasına bizim katkımız yüzde 45 ise onlarınki yüzde 55. Onlar konuştukça Aleviler bize yöneliyor.” dedi. Bermek, Alevilere İslam inancının öğretilmesi için Diyanet ve ilahiyat fakültelerinden destek beklediklerini vurguluyor.
Aleviliğin tanımına yönelik tartışmalar 1990’lı yılların ortalarında başladı. Faik Bulut’un “Ali’siz Alevilik” iddiasıyla başlayan tartışmalar, Alevi Bektaşi Birlikleri Federasyonu (ABBF) Genel Başkanı Ali Doğan’ın “Alevilik, İslam dışıdır.” sözleriyle yeni bir boyut kazandı. Aynı dönemde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker de Ali Doğan’ı destekleyen açıklamalarda bulundu ve mecburi din derslerinin kaldırılması için kampanya başlattı. Erdoğan Çınar’ın, Alevilerin, insanın maymundan evrimleştiğini ileri süren Darwin teorisine binlerce yıldır inandığını ileri sürmesi; Erdoğan Aydın’ın ise Alevilikteki Hz. Ali ile gerçekteki Hz. Ali’nin farklı kişiler olduğunu iddia etmesi ve 12 İmam’a yönelik eleştirileri tartışmaları doruk noktaya çıkardı. Son olarak sosyolog Kamil Fırat’ın yaptığı ‘Kentleşen Aleviler’ adlı araştırmasıyla, Alevilerin “Dinsel kimliğinizi nasıl açıklarsınız?” sorusuna cevap olarak yüzde 34,5’inin sadece “Alevi”, yüzde 32’sinin “hem Müslüman, hem Alevi” ve salt “Müslüman’ım” diyenlerin ise yüzde 12,1 olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırmada ateist olduğunu ifade edenlerin oranı ise yüzde 14,6 çıktı.
Doğan Bermek, Alevileri İslam dışı göstermeye yönelik tartışmaların bir taraftan Alevileri üzerken, diğer yandan ise faydalı sonuçların ortaya çıkmasına vesile olduğunu söyledi. “Aleviler bu tartışmalar sebebiyle İslam’ı daha çok araştırmaya başladılar.” diyen AVF Genel Başkanı, söz konusu iddiaları ortaya atanlara ise şu soruyu yöneltiyor: “Cemlerimizde Allah, Muhammed, Ali diyoruz. Madem Alevilik İslam dışı, öyleyse Cem’de ne söylüyorsunuz?”
AVF Genel Başkanı Bermek, Alevi İslam inancının yaşatılmasını amaç edinen federasyona şu ana kadar Türkiye’de faaliyet gösteren 17 Alevi vakfından 9’unun katıldığını ve 5 vakfın da üyelik için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirme aşamasında olduğunu belirtti.
Birliğe ilk aşamada 9 vakıf katıldı
Federasyona ilk aşamada Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (Cem Vakfı), Anadolu Bilim Kültür ve Cem Vakfı, Gazi Kültür Vakfı, Haydar Eren Kültür ve Eğitim Vakfı, Kartal Cemevi Kültür Eğitim ve Sosyal Dayanışma Vakfı, Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı, Adalar Cem Vakfı, Hüseyin Gazi Kültür Sanat Vakfı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın katıldığını kaydeden Bermek, federasyon kuruluşu başvurusunu temmuzun ilk haftasında İstanbul Valiliği’ne yaptıklarını söyledi. Bermek, Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın ‘onursal başkan’ olduğu federasyona, Aleviliğin tanımında anlaşamadıkları için Mürteza Demir’in genel başkanı olduğu Pir Sultan Abdal, 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nı, Ali Doğan’ın genel başkanı olduğu Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Fermani Altun’un genel başkanı olduğu Dünya Ehl-i Beyt Vakfı’nı davet etmediklerini kaydetti.
Doğan Bermek, federasyonun devletin muhatap kabul edebileceği marjinal olmayan bir kuruluş olduğunu ifade ediyor. Alevilerin sorunlarını kamuoyunun gündemine taşımayı amaçladıklarını belirten AVF Genel Başkanı, şunları kaydediyor: “Alevi İslam inancını benimsemiş insanlarımızın inançlarını öğrenebilmeleri için çalışacağız. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve ilahiyat fakültelerinin desteğini istiyoruz.” ( 16.07.2005 Tarihli Gazeteler)


GusinapsE 2 Ekim 2006 05:47

Alevi & Alevilik
 
Kavram Olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?
Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.
Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.
Alevilik İslamiyet içindeki bir mezhep midir?
Cevaba geçmeden mezhep kelimesi ne anlama geliyor ona bakalım. Mezhep kelimesi Arapça olup “tutulan yol” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Alevilik İslami bir mezheptir. Ancak hemen belirtelim ki İslamiyet eşittir Sünnilik veya Şiilik değildir. Yine Alevi inancına dar mezhepsel bir tanım Alevililerce asla kabul görmemiştir. “Sorma be birader mezhebimizi/Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır” deyimi Alevi inancının mezhepsel tanımı astığının simgesidir.
Alevilik İslami bir inançtır. Ancak bazı art niyetli kimseler Aleviliği İslam’dan ayırmaya çabalamışlardır.
Aleviliği kendi grupsal, ideolojik, bölgesel, etnik çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kimseler Aleviliği bu düşünceye hizmet edecek şekilde tahrif etmişlerdir. Yine Emeviler döneminde doruğa çıkan ve daha sonraları da devam eden Alevi düşmanlığı da Aleviliği İslam dairesi dışında görmüştür. Onlara göre, onlar gibi düşünmeyen herkes İslam dışıdır. Bu düşüncenin çok yanlış olduğu ve çok acılara sebebiyet verdiği ortadadır.
Alevilik İslami bir inançtır. Ancak tekrar tekrar ısrarla belirtelim ki İslamiyet salt Sünnilik değildir. İslamiyet’i eşittir Sünnilik olarak algılayanlar İslamiyet’i bazı biçimsel kurallara indirgeyerek Aleviliğin İslam dışı bir inanç olduğu sonucuna varıyorlar. Halbuki varmaları gereken sonuç “Alevilik Sünnilik değildir ama Sünnilik ve Şiilikten farklı bir İslam inancıdır” sonucu olmalıdır.
Aleviler Allah´a inanırlar mı?
Aslında sorulmaması gereken bir soru bir soru ancak art niyetli kimselerin bulandırdığı kafalar netleşmek zorunda.
Her şeyden önce Alevilik bir inançtır. Bundan hareketle belki de Allah´a en çok inanan, Allah´ın birliğini kabul eden topluluklardan biridir Aleviler. Cem törenine katılanlar bu durumu açıkça görebilirler. Yine binlerce Alevi deyişinde, şiirinde bu açıkça görülür.
Aleviler Allah´a inanırlar, hem de bütün benlikleriyle Allah´in varlığına, birliğine bağlıdırlar. Ancak kimse Alevilerin Allah´a inançlarını Sünni ve ya başka inançtan insanınkiyle kıyaslamaya ve böylece yanlış sonuçlara ulaşmaya kalkışmasın.
Aleviler peygamber olarak kimi kabul ederler?
Aleviler Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul ederler.
Aleviler bütün peygamberler bağlıdırlar.
Son peygamber olan Hz. Muhammed´e bağlılıkları ve inançları sonsuzdur.
Bazı iftiralar sonucu Alevilerin Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul etmedikleri düşüncesi oluştu. Bu tamamen Alevi inancına terstir. Hz. Muhammed, Alevilerin inandıkları, bağlandıkları peygamberdir.
Hz. Muhammed son peygamberdir. Bu doğruyu kimse yanlışa çevirerek, yeni peygamberlikler uydurarak, Hz. Muhammed´in yolundan giden Alevilere yamamaya çalışmasın.
Tekrar belirtelim ki, birilerinin art niyeti ve birilerinin de cehaleti Alevileri bağlamaz.
Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?
Alevi demek; Hz. Ali yanlısı, taraftarı, seveni demektir. Bundan da anlaşılacağı üzere Hz. Ali´nin Alevi inancındaki önemini, yerini anlatmaya gerek yok. Ancak ne var ki bazı kimseler tarih boyunca ve günümüzde de Hz. Ali sevgisini, bağlılığını ya yanlış anladı veya hiç anlamadı. Alevilerin Hz. Ali´ye olan sevgileri, bağlılıkları onun peygamber olduğu anlamında değildir. Aleviler için peygamber son peygamber Hz. Muhammed´dir.
“Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?” diye sormak her ne kadar abes gelse de anlaşılır bir durumdur. Çünkü Hz. Ali´nin adından gelen Alevi kavramı ile kendisini ifade eden bu topluma çok çeşitli tahribatlar yaşatılıyor. İşte bunun içindir ki Hz. Ali taraftarları Alevilere “inancınızda Ali´nin yeri neresidir” diye soruluyor. Bize düşen usanmadan doğrularımızı anlatmaktır
Aleviler namaz kılarlar mı?
Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında “neden namaz kılınmıyor” sorusu geliyor.
Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde “siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşmıştır
Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anlamına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.
Bazıları ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; “Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin”. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, “Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin” gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler “herkesin inancı kendisine” ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.
Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan “günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz” gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. “günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anlamına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir” gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. İnancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: “Dini yalanlayan gördün mü? İste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler”. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.
Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?
Aleviler namazı ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: “su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?” Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez.
İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.
Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i İmran Suresi 191. Ayetinde “Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar”. Bakara s Suresi 239. Ayeti: “Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin”. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.
Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.


Kral_Aslan 20 Temmuz 2007 10:35

Alevilik
 
Alevilik (mezhep)



Alevilik'te ve Şiilik'te önemli bir yere sahip olan Zülfikar isimli kılıcın tensili bir resmi.


Alevilik, İslamiyet'in Türkiye'deki başlıca iki mezhebinden biri. Sünnilikten sonra en fazla mensubu olan ikinci mezheptir. AB'nin yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye'de 12 - 20 milyon Alevi vatandaş bulunmaktadır. [1][2]
Alevilik bazı Alevi kaynaklarında şu şekillerde tanımlanır:
  • Alevilik, İslam'ı benimseyen, Tanrı'nın birliğine (Tevhid) inanan, Muhammed'i Peygamber kabul eden, kitabı Kur'an olan, Muhammed'in Ehlibeyt'ini seven, namazı, niyaz ile bütünleştiren, kıyam, rûku ve secdesi ile ibadetini kendi lisanıyla yapan, ümmet yerine hür insanı, yaratanla yaratılan ayrılığını "Vahdet-i Vücut" ile birleştiren, Tanrı korkusu yerine, sevgisini benimseyen, zahiri (görünen) batınla (görünmeyen), batını zahirle birleştiren, şeriat kapısını aşıp, marifet yolu ile hakikat dünyasına ulaşan, Kur'an'ın şekline değil, özüne inen akıl ve gönlü ile "Seyr-ü süluk" (Ruhsal olgunlaşma) olan bir tasavvuf yoludur.
  • Alevilik, özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, kendi öz diliyle, musikisiyle, semahıyla inancını icra etme biçimine denir.
  • Alevilik, İslamiyet’e ve Kuran’a dayalı, Muhammed’in buyruklarına göre İslam’ı evrensel boyutuyla yorumlayıp, yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan büyük bir düşünce akımı ve tasavvuf felsefesiyle hayat bulan bir inanç bütünlüğüne denir.
Alevilik ve Şiilik

İslamiyet'in Sünnilikten sonra dünyada en çok mensubu olan ikinci mezhebi Şiilik ile çıkış noktası ve 12 İmam inanışı gibi temel kavramları oldukça benzer olsa da anlayış ve genel uygulamalar bakımından bir çok farklılık vardır. Ancak Batılı kaynaklarda Alevilik, genellikle Şiiliğin bir kolu veya Türk veya Osmanlı Şiiliği olarak tanımlanır.

Alevilik'te Allah kavramı

Alevilikte Allah'tan başka tanrı yoktur. Bu yönüyle Alevilik monoteist bir mezheptir. Bununla birlikte Alevilik'te Tanrının insan dahil evrendeki her şeyin içinde olduğu inanışı vardır.

'Dört kapı kırk makam' inancı

Dört Kapi Kirk Makam seklindeki kamil insan olma ilkelerini Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettigine inanilir. Hacı Bektaş "Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur." demiştir.
Dört Kapı şunlardır: 1. Şeriat, 2. Tarikat, 3. Marifet ve 4. Hakikat
Her kapının on makamı vardır.
Şeriat kapısının makamları: 1. İman etmek, 2. İlim ögrenmek, 3. İbadet etmek, 4. Haramdan uzaklaşmak, 5. Ailesine faydalı olmak, 6. Çevreye zarar vermemek, 7. Peygamberin emirlerine uymak, 8. Şefkatli olmak, 9. Temiz olmak ve 10. Yaramaz işlerden sakınmak.
Tarikat kapısının makamları: 1. Tövbe etmek, 2. Mürsidin ögütlerine uymak, 3. Temiz giyinmek, 4. Iyilik yolunda savasmak, 5. Hizmet etmeyi sevmek, 6. Haksizliktan korkmak, 7. Ümitsizlige düsmemek, 8. Ibret almak, 9. Nimet dagitmak ve 10. Özünü fakir görmek
Marifet kapisinin makamlari: 1. Edepli olmak, 2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak, 3. Perhizkarlik, 4. Sabir ve kanaat, 5. Haya, 6. Cömertlik, 7. Ilim, 8. Hosgörü, 9. Özünü bilmek ve 10.Ariflik.
Hakikat kapisinin makamları: 1. Alcakgönüllü olmak, 2. Kimsenin ayibini görmemek, 3. Yapabilecegin hicbir iyiligi esirgememek, 4. Allah’in her yarattigini sevmek, 5. Tüm insanlari bir görmek, 6. Birlige yönelmek ve yöneltmek, 7. Gercegi gizlememek, 8. Manayi bilmek, 9. Tanrisal sirri ögrenmek ve 10. Tanrisal varliga ulasmak.



Alevilikte ibadet

Ana madde: cem Cem, Alevilerin toplu halde ettikleri ibadetin adıdır.
Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manalarına gelmektedir.
Cem'in kaynağı Kırklar Cem'idir.
Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem de bulunanların ayni zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem de bulunanlar birbirlerinden razı olmak zorundalar.
Cem de bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz.
Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir dedenin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir.
Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez.

Cem'de 12 hizmet

1- Mürsid (Dede): Görev itibariyle Muhammed, Ali ve Hacı Bektaşi Veli'yi temsil eder. Cem erkani Baskanligini yapar,ikrar alir nasip verir. Cenaze, Müsahiplik, Nikah, Sünnet, Ad takar (isim takar)
2- Rehber : Görev itibariyle Imam Hüseyin´i temsil eder. Yola girmek isteyenleri hazirlar, yol gösterir. Mürsidin en yakin yardimcisidir.
3-Gözcü : Görev itibariyle Ebuzer Gaffari’yi temsil eder. Rehberin yardimcisidir. Cem’in sessiz ve sakinlik icinde gecmesini saglar. Cem’in bekcisidir.
4- Çeragci (Delilci) : Görev itibariyle Cabir El Ensari’yitemsil eder.Cem evinde bulunan aydinlatma araclarini yakar.Buhardanliklari ve Mumlari (Ceraglari) hazirlar.
5- Zakir (Asik) : Görev itibariyle Bilal Habes’i temsil eder. CEM’de Tevhid, duazde imam, Mersiye, Semah, Nevruzi ye söyler.
6- Süpürgeci(Ferras) : Görev itibariyle Selman’i Piri paki temsil eder. CEM evinin sürekli temizligi ile meskul olur.
7- Meydanci : Görev itibariyle Hüzeyme tül Yemeni’yi temsil eder.CEM evinde Semahserleri kaldirir. Postlari yerine dizer.
8- Niyazci : Görev itibariyle Mahmut el Ensari’yi temsil eder. Kurbanlaritekbirler ve keser. Gelen Lokmalari alir ve dagilimini saglar.
9- Ibrikci : Görev itibariyle Kamber Hz.lerini temsil eder. CEM de Mürsidin ve Cem erenlerinin abdest almalarini saglar.
10- Kapici : Görev itibariyle Gülam Keysani’yi temsil eder. Cem’e gelen erenlerin evlerini gözetler.
11- Peyikçi : Görev itibariyle Amri Ayyari’yi temsil eder. Cem olacagini tüm canlara duyurur.
12- Sakaci : Görev itibariyle Ammari Yaseri’yi temsil eder.Cem evinde Su Serbet, Saka, Süt vb. dagilimini saglar.

Duaz ve deyiş

Duaz, Duazdeh'in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup on iki (12) anlamına gelmektedir.
Duaz, cem ayinlerinde söylenen ve On İki Imamlarin adlarının geçtiği deyişlerdir. Bu deyişlerde Ayrıca On İki Imamlarin yani sıra basta Peygamber ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevi ulularinin adları gecmektedir.
Duaz icin “deyişler”lerdir tanımını yaptık. Anlaşılır olması için böyle bir tanım uygundur. Ancak duaz bir nevi dua olarak da algılana bilinir.
Alevilik ve Aleviler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duaz'in, nefes'in, türkü'nün, deyiş'in farklı anlamlara sahip olduğu açikardır. Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş; Aleviliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır. Yoz ve yobaz üretimden farklı olunduğunun anlaşılması için Deyiş en uygun tanımdır.

Semah

Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".
Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Hz. Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.
Semah yalnız Cemlerde dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semahın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Yani ilahi bir sırdır. Öyle günümüzde yapılanlar gibi herkesin kolunu açarak yapacağı bir dans değildir.

Alevi ocakları

Alevilik, ocaklar şeklinde örgütlenmiş bir inanıştır. Ocakların arasında inanç yönünden küçük farklar olabilmesine rağmen esas felsefe aynıdır. Ama tarikat yapısı olarak incelemek gerektiğinde, Anadolu Aleviliği, Alevi-Caferi, Nusayrilik (Arap aleviliği), Bektaşilik, Mevlevilik,Abdallar,Babailer,Hurufiler,olarak ayrılmalıdır.
Alevilik; şiilik, ismaililik, caferilik gibi, Muhammed'in vefat etmesi, Ali'nin öldürülmesi ve İslamiyet içinde diğer mezheplerce iyi sayılan, ama Alevilerce kötü sayılan kişilerin hakimiyet kurmaya çalışmasına karşı hak yolunu savunmak için bir araya gelen kişilerin mezhebidir. Aleviler 12 imam'ın öncülüğüne inanırlar. Anadolu Alevilerine Kızılbaş da denmiştir.
Alevilik'i ilk benimseyenler ve bu yolu yayanlar Erenler ve Pirlerdir. Türkistan'dan bu inanç Hoca Ahmet Yesevi önderliğinde yayılmıştır,kimi araştırmacı inanç önderleri ve yazarlar Aleviliğin ,Türkmenlerin İslamiyet yorumu olduğularını savunmaktadırlar.Keza baktığımızda ocaklar ve İnanç önderlerinin hepsinin Türkmen oluşu,bu söylemin doğru olduğunun kanıtıdır. Ayrıca, Suriye de Arap ve Kürt Aleviler vardır. Tunus'da Arap Aleviler vardır. İran içerisinde Türkmenler de Alevidir. Türkiye'de Türk, Zaza, Kurmanç ve Arap Alevileri bulunmaktadır. Bu inanışlar da ocaklar gibi, uygulamada farklılıklar barındırmasına rağmen, inanç felsefesinin esası olarak bir bütün arz eder.

Kızılbaşlık

Ana madde: Kızılbaşlık Kızılbaşlık Alevilik içinde bir kol olarak görülse de esasında Aleviliğin ta kendisidir. Kızılbaş kavramı dönem dönem Alevileri karalamak veya küçük düşürmek için kullanılmıştır.
Kızılbaş kelimesi kızıl başlık takan anlamına geliyor. Tarihçesi Uhut savaşına kadar uzanır. Uhut savaşında Ali kendisini Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır. Bu savaştan sonra Ali’ye Kızılbaş denmiştir. Yine Sıffın savaşında Ali’nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır. Alevi devleti olan Safevi ordusunun askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı.

Bektaşilik

Ana madde: Bektaşilik Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Ali ve 12 İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır.
Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.
Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Ali, Oniki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.
Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın "yol evladı" olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın "bel evladı" olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşi’ydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826).
Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.

Siyasi olarak Alevilik

12. ve 13.yüzyılda Anadolu'da oldukça etkin olan alevilik, daha sonra 14. yüzyılın başlarından itibaren devlet otoritesinin yeniden kurulması ve kurulan devletin mezhep olarak sunniliği seçmesi üzerine, cumhuriyet dönemine kadar sürecek baskı ve zulüme maruz kalınmıştır. Kendilerini din dışı olarak gören yönetime karşı defalarca ayaklanmışlardır. İnancın temelinde "eşitlik" "mülkiyetin reddedilmesi" gibi kavramlar olduğundan siyasi olarak da bir duruşu bulunmaktadır.

Türk siyasal hayatında Alevilik

Aleviler, İsmet İnönü'nün deyimiyle, milli mücadele yıllarında 'herkesten çok millici' bulunmuştur. Cumhuriyet Türkiyesi ve onun laikliği seçmesi, (tekkelerinin kapatılmasına rağmen) hoş karşılanmıştır. Aleviler geleneksel olarak, Cumhuriyet devriminin ilkeleri taraftarı olmuşlar,Atatürk ilke ve inkılaplarına herzaman bağlı olduklarını göstermişlerdir, şovenist ve islamcı akımları hiçbir zaman desteklememişlerdir. Maraş, Çorum, Sivas olayları, cumhuriyet tarihinde alevi mezhebine yapılan en şiddetli ve aşikar saldırılardır

Osmanlı Tarihi'nde Alevilik

Osmanlı devleti, kuruluşunda herhangi bir mezhebi kabul etmemiş bir devletti. Kuruluş döneminde, devlet kademelerinin birçok yerinde aleviler yer almıştı. Hatta, fethedilen topraklardan getirilen gayrimüslim çocuklardan oluşan yeniçeri ocağı da aleviliğin bir ocağı olan bektaşiliğe bağlıydı. Fakat devlet, imparatorluğa doğru gittikçe, devlet yönetimi açısından daha uygun olan sünni inancı, daha öncelikli hale gelmeye başladı. Osmanlı'da alevilerin zulüm görmelerine kadar gidecek dışlanmalarını, çaldıran savaşı ve beraberinde getirdiği olaylar zinciri başlattı. Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ile ters düştü. Devlet yönetiminin giderek sünnileşmesinden şikayetçi olan alevi halk, Şah İsmail'in devletinin alevilik tabanlı bir Safevi devleti olması nedeniyle şah İsmail'e sempati duymaya başladı.


sudeniz 10 Ekim 2007 13:22

ALEVÎ-ALEVÎLIK

Dördüncü halife Hz. Ali'nin soyundan gelen, onu diger sahâbeden ve diger üç halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düsüncesi, ister açikça, ister gizlice, Ali'ye uyup onun Kur'an'daki nâs ve Resulullah (s.a.s.)'in vasiyetiyle imamliga tayin edildigini ileri süren; imametin* onun soyundan disari çikmayacagina inanan ve onu diger sahâbeden üstün gören zümrelerin baslattigi fikir ve siyasî kavgalarla ortaya çikan" hareketin genel adidir. Bu fikir ve harekete katilanlar, Ali'ye (r.a.) uyduklari ve onu, öteki sahâbîlerin önüne geçirdikleri için Alevî; buna taraftar olanlara da 'tarafini tutan' anlaminda "Sia"* denilmistir. Sia, Alevîligin ifade ettigi katiliktan daha mûtedîl bir kelimedir ve Islâm âlimleri Alevîlik için Sia'dan farkli olarak 'Râfiza' 'Ravâfiz' tabirlerini kullanirlar.

Islâm tarihinde Hz. Peygamber'den sonra halîfe olarak Hz. Ali'yi taniyanlara, Ali'ye mensup, inanci bakimindan, Ali taraflisi anlaminda "Alevî" tabiri kullanildi. Alevîlik, halifelikte Hz. Ali'nin hakkinin yendigini, sahâbenin Hz. Peygamber'den sonra Ebû Bekr*'e bey'at etmekle, Islâm'a aykiri hareket ettigi iddiasini yansitir. Alevîler Hz. Ali'nin hilâfette hak sahibi oldugunu su sebeplere dayandirirlar: Ali*, Hz. Peygamber'in tabii olarak varisiydi. O, Islam'i ilk kabul eden kimsedir.

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcasinin oglu ve damadidir. Islâm savaslarinin kahramaniydi. Yasadigi sürece Hz. Muhammed'in en yakin yardimcisiydi. Onun bütün islerine bakardi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali'ye olan sevgisini ve güvenini bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacagina isaret etmistir. Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer* ve Osman*'in isbasina getirilisini batil saydilar. Yani bunu serîat kurallarina ve Hz. Peygamber'in sünnetine aykiri görerek bununla savasmayi dinî bir görev kabul ettiler. Ancak, Hz. Peygamber'in, Hz. Ali hakkinda söyledikleri ve Ali'nin üstünlükleri dogru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi diger büyük Sahâbîler hakkinda da söylemistir. Üstelik, hastalandiginda imamliga Hz. Ebû Bekr'i geçirmistir. Diger yandan Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanlarin basina kimin geçecegini isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrilmistir. Böyle bir hadîs olsaydi, Hz. Ebû Bekr'in halife seçildigi sirada yapilan konusma ve müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-i kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber'den isittigini nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak, Allah Resulü'nün cenaze isleriyle ugrasmasi yüzünden, halîfe seçimi sirasinda hazir bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun istisare edilmemis olmasi bir eksiklik sayilabilir. Fakat, Ensâr'in hilâfet konusunu müzâkere etmekte oldugu topluluga Hz. Ömer'le Hz. Ebû Bekr bile sonradan katilmisti. Bu çok önemli meselede yanlis bir adimin atilmasi endisesi ve isin kisa sürede çözülmesi zarûreti, seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapilmasini gerekli kilmistir. Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr'e bey'at* etmistir.


Müslümanlar, Ehl-i Beyt denen 'Ali ve ailesini' öteki Ashâb-i Kîram'dan ve Allah Resulü'nün öteki halîfelerinden ayirmadan severler. Onun ailesine yapilan haksizliga ve zulme karsidirlar ve tarih içinde de karsi olmuslardir. Meselâ, Ahmed b. Hanbel* (rh.a), "Ehlü's-Sünne ve'-l Hadîs" taraftarlarinin Hz. Muhammed (s.a.s.)' in ailesine hak ettikleri muhabbeti gösterdikleri ve Ali Ibn Ebî Tâlib'in (r.a.) haklarini tanidiklari için "Ali'nin 'siasi, taraftari" oldugunu ifade etmektedir. Ayni tavri Imam-i Â'zam da takinarak Abbasîlere karsi Imam Zeyd'i desteklemistir. Bu anlamda Sia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Siddik'a (r.a.), Ömer el-Faruk'a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.)'e ve daha pek çok ashâb-i kirâm'a bugz ve düsmanlik tasiyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir. Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer Ibn-i Abdulaziz'in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali Ibn Ebî Tâlib'e (r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onlarin bu yanlis hareketleri öteki müslümanlari baglamazdi. Çünkü onlar, bütün müslümanlari temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki olaylari göze alarak öteki, müslümanlari zalim görmek ve göstermek haksizliktir ve hakdan sapmadir. Ne Resulullah'in üç halifesi ne de Ashâb-i Kirâm, Ali Ibn Ebi Talib hakkinda düsmanlik eseri birakmamislardir. Alevîlik, zaman içinde parçalanmis ve sayisi yüze varan tarîkatlara ve yollara ayrilmistir.

Ancak bunlari Imam Ebu Câ'fer es-Sâdik'in içtihatlariyla amel eden ve müslümanlarla aralarinda bir fark görmediklerini söyleyen, yeryüzünde Allah'in hâkimiyetini istediklerini haykiran Ca'feriyye ve Zeydiye kollarina bagli müslümanlarla karistirmamak gerekir. Câferî müslümanlari Sia içerisinde incelerken, dünü, bugünü ve îman-amel iliskisiyle gözönüne almak ve ona göre degerlendirme yapmak faydali olacaktir. Câferîlerle, Zeydîleri Alevîligin diger kollari olan Batînîler, * Karmatîler, * hatta kuzey Afrika ve Misir'da uzun yillar hüküm süren Fâtimîlerden, bugün Anadolu'da yasayan Alevîler'den, Lübnan ve Suriye'deki Dürzî ve Nusayrîlerden ayirt etmek gerekir.
Alevîlerden Gulât olanlar yani asiri gidenler Hz. Ali'de, diger halifelerde bulunmayan ilâhî nitelikler ve özellikler olduguna inaniyorlar. Islâm tarihinde bu görüsü ve inanci daha da ileri götürerek, Allah'in Ali'nin varliginda, insan suretinde görünüs alanina çiktigini, onun bir ilâh-insan oldugunu söyleyenler bile çikti. Ali'nin mehdi oldugunu, ölmedigini ve kiyamet gününden önce çikarak dünyada adaleti saglayacagini öne sürdüler. Bunlar "sebeîler"dir. Islâm'da ilk dînî ayrilik hareketini teskil eden ilk Alevîlik, Hz. Ali daha hayatta iken San'ali bir Yahudi olan Ibn Sebe'nin telkini ile baslamistir.

Bundan sonra Ali'nin ve soyunun, hatta Ibn Sem'an, Ebû Mansur el-Iclî, Ebu'l-Hattâb, Horasanli Ebû Müslim gibi Ali ile aile bagi bulunmayan ve sadece taraftarlik yapan birtakim yabancilarin öncülük ettigi tenâsüha, ibâhaya, farzlari terketmenin caiz olduguna ve imanin, imami bilmekten ibaret bulunduguna inanan birçok Alevî kollari meydana çikmistir.
Daginik Alevî kollarini birlestiren Câ'fer es-Sâdik'*a bir aralik gidip gelen ve inanislarinda Islâm'a aykiri seyler bulundugu için kovulan, Imam Câfer'in lânetlemesine ugrayan Ebî Mansur el-Iclî ile Ebû'l-Hattâb'in ekolü, "Ismâiliye*" veya "Yedi Imam" mezhebini olusturmustur. Batinîlik adi verilen bu mezhep Yemen'de köklesmis, Irak, Iran, Horasan ve Türkistan'a kol atmis ve batida Endülüs'e kadar yayilmistir. Bu mezhepten olanlar Bahreyn'de ve Ahsâ'da Karmatiyye mezhep ve hükümetini, Kûfe'de ve Basra'da birçok ihtilâlleri, Magrip'te önce "Alevî Hükûmeti"ni, sonra Misir'da Fâtimî halifeligini vücûda getirmislerdir. Cebel-i Dürûz'da Lübnan'da yasamakta olan "Dürzîlik"le daha birçok firka ve mezhepler Batinîlikten dogmustur. Muhammed b. Nusayr de bu arada bugün Suriye, Lübnan ve Adana yöresinde sâlikleri bulunan "Nusayrîlik"i kurmustur. Hz. Ali'nin ölümünden sonraki gelismeler, özellikle Kerbelâ olayi Hz. Hüseyin'in sehid edilmesi, Alevî toplulugun siyasî bir görüs çevresinde toplanmasina yol açti. Sonralari Sia (Siîlik) adini alan ve daha çok Iran'da gelisen Alevî mezhebinin özünü besleyen bu olaylar zinciri oldu. Islâm ordusunun doguya dogru ilerledigini gören Iran, bagimsizligini kaybedecegini anlayinca, Islâm'in içinde dogan ve gelisen Hz. Ali taraftarligini eski dîn ve siyasetleriyle kaynastirarak benimsedi. Bundan Alevîligin, bir baska kolu dogdu.

Alevî inanci bu yeni ad altinda hizla gelisti. Bu inanca, ruhun bedenden bedene geçisini (tenâsüh) kabul eden Hind inançlari da yine Iran etkisiyle karisti.
Anadolu Alevîligi ise, sadece Batinîlik'in devami degildir. Yesevî, Kalenderî, Hayderî gibi Türk tarikatlarinin, Hurûfiligin, Vücûdiyye ve Dehriyye inançlarinin karistigi, bazi Türk gelenek ve göreneklerinin ve halk siirinin yasadigi bir dünyadir. Onda "tenâsüh", "hulûl", "ibâha" ve bir çesit "istirak" ilkeleriyle birlikte, Türk sölenlerini andiran âyinler de görülür. XIII. yüzyilda Anadolu'nun fikir hayatinda Orta Asya'dan ve Horasan'dan göçen bilgin ve mutasavviflarin derin etkileri olmustur. Bu arada Harezm'li göçmenler, köylere varincaya kadar Anadolu'nun dînî havasinin degismesine yol açmislardir. Bu tarihi kökenlere dayanan Alevîlik günümüzde varligini sürdürmektedir. Siîlik, Bektâsîlik ve Kizilbaslik gibi Alevî kollarinin özel törenleri, toplantilari bulunmaktadir. Bu kollarin hepsinde Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da sehid edildigi 10. Muharrem günü kutsal olup, matem günü kabul edilir. Siîler o gün, özel anma törenleri düzenler, dövünür, aglar, yakinirlar. Kizilbas ve Bektâsîler bu günün acisini çeker, fakat dövünmezler. Alevî törenlerinin en büyügü kadinlarin da katildigi "cem âyini"dir. Bu tören cuma günleri düzenlenir. Cem âyininin küçügüne "dernek" denir. Bu toplantilar sazlisözlü, içkili olur. Özel zikirler yapilir. Töreni yöneten dede tarafindan bir sure veya ayet okunur. Ayrica cem'âyininden baska "görgü âyini", canlardan birinin digerini sikâyeti hâlinde "sorgu âyini" düzenlenir. Nevrûz, hem bahar bayrami, hem de Hz. Ali'nin dogum günü sayildigi için, genellikle kutsal kabul edilir ve törenler düzenlenir . Alevîlik Iran'da oldugu gibi Anadolu'da da daha çok siir ve edebiyatla yayilmistir.

Alevîlerin büyük tanidigi yedi sair; Nesimî, Fuzûlî, Hatâî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî'dir. Bunlardan Nesimî ve Fuzûlî disindakiler tam batinîdirler.
Yollarini müstakil bir dîn ekolü ve Islâmiyetin esasi kabul eden Alevîler, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Oniki Imam ve Haci Bektas Velî'yi kendi yorumcu ve düsünürleri sayarlar.


ispermecet 3 Kasım 2007 12:41

İslam üç ana gruba ayrılmıştır. Sünnilik, Şiilik ve bazılarının müslüman olarak kabul etmedikleri Haricilik.

4 halife döneminde Peygamberin halife olarak seçtiği söylenilen damadı ve aynı zamanda amcasının oğlu Ali yerine sırasıyla Ebubekir, Ömer ve Osman'ın geçmesi Ali bin Ebu Talib taraftaralarınca doğru karşılanmadı. Aynı zamanda peygamberin mirasının bölüşülmesinde istekleri kabul edilmedi. Önce Ömer bin El Hattab, sonra da Osman bin Affan'ın öldürülerek yaşamlarını kaybetmelerinden sorımlu tutuldu. Ancak Osman'ın öldürülmesi sonrası halifeliği elde edebildi.
4,5 yıl süren halifeliği sırasında Osman taraftarları onun hilafetini kabul etmedi. İslamın henüz ilk yıllarında başlayan bu çıkar kavgaları sonunda Emevilerden Muaviye de Osman'ın katili bulunana kadar onun halifeliğini kabul etmeyip kendini halifeliğe atayınca iki halifeli bir yönetim başladı. Bu kısa devre islamda iç kargaşaların ayrılıkların yaşandığı dönemdir. Ali'nin ölümü sonrası Muaviye kısa sürede Müslümanlığı inanılmaz bir hızla yaygınlaşmasını sağladı. İslamın en hızlı yayıldığı dönem bu 100 yıllık emevi dönemidir.

Başlangıçta miras olayları ile ortaya çıkan ayrılıklar daha sonraları yorumlanan İslamda iki ayrı dal ortaya çıkardı.
Sünnilik ve Ali taraftarlarının sürdürdüğü Şiilik.

Bununla da kalmadı bunların aralarında da ayrılmalar başladı.
Şiilik İMAMİYE, ZEYDİYE ve İSMAİLİYE olarak 3 ana dala ayrılır.
Bu sınıflandırmada İsmailiye mezhebinin de 3 ayrı kolu vardır. Alevilik, Nizarilik ve Dürzilik.

Alevilikte Allah, Muhammet, Ali üçlü inancı egemendir. Bağdaştırmacıdır, farklı inanç ve düşünceleri kaynaştıran ileri bir felsefeye sahiptir; ve dolayısı ile ezoteriktir. Batıniliğin, özellikle Hacı Bektaş Veli ile en güzel örneklerinden bir inançtır.


Yerlerin göklerin binasın düzen
Ak üstünde kara yazılar yazan
Engür şerbetini Kırklara ezen
Hünkar Hacı Bektaş Ali kendidir.


we come one 18 Ocak 2008 20:29

-Alevilik nasıl başlamıştır-

Alevilik islam peygamberinin benden sonra ali gelir o benim damadım ve allahın arslanıdır lafı üzerine muhammedin ölümünden sonra halife olarak aliyi görmek isteyenlere denmiştir. alevi demek alinin yanıda olan demektir. mesela musevi nasıl ki musanın zümresine deniyorsa öyle. zaman içerisinde ancak ebubekir, ömer ve osmandan sonra halife olabilen ali bu halifeliğini de peygamberin en son ve en genç karısı ayşe ile cemel adı verilen savaşta alabilmiştir. çünkü ayşe muaviyenin halife olmasını istemektedir. müslümanlar kutuplaşmaya başlarlar. peygamberin hanımı doğruyu bilir diyenler ve alinin hakkı yendi peygamberin vasiyetidir diyenler olarak. aralarında savaş çıkar. ali peygamberin hanımının öldürülmemesi için ayşenin bindiği devenin ayaklarını kırdırır ve kendi adamlarının başına da kırmızı başlıklar taktırır kimin kimden olduğu anlaşılsın diye ve o günden sonra ali yandaşlarının adı kızılbaş olarak kalır. ali savaşı kazanıp halife olduktan sonra birgün camide muaviyenin adamları tarafından öldürülür. ve o günden sonra aleviler camiye gitmez. zaman içerisinde de muaviye güçlendiği, yezid de kerbela da alinin çocukları hasan ve hüseyini öldürdüğü için ibadetlerini gizlerler ve hala alevi ibadetleri gizlenir. semah bir ibadet değil dini bir törendir. ayrıca alevilerin camiye gitmemesi hıristiyanların isanın öldürüldüğü haçı sembol olarak boyunlarında taşımalarından çok daha akıllıcadır. şekil olarak sünnilerden bir farkları olmadığı halde ibadetlerini gizli yapmaları nedeniyle haklarında çeşitli hurafeler uydurulur ve bunlardan biri de mum söndü olayıdır. alevilerin aile içi cinsel ilişkide bulundukları toplantılar düzenledikleri uydurulur. yıpratmaya yönelik bu uydurma çoğu kişi tarafından sorgulanmadan kabul edilir. oysa alevi inancı kısa öz ve nettir. eline diline beline sahip olacaksın. ve bu şartlar esasında tüm dinlerin en net kurallarıdır. alevilikte tarihten gelen gizli ibadet etme zorunluğu ve soyunu sürdürme asimile olmama kaygısı nedeni ile mümkün olduğunca alevi cemaati içerisinden evlenmeler görülür. dayı hala teyze çocukları evlenebilmektedir. ayrıca bu şart bir zorunluluk olmamakla birlikte bir gerekliliktir. çünkü sünni bir aileden alınan kız ya da erkekle er geç bir anlaşmazlık en azından çocuğun nasıl bir inanışla yetiştirileceği gibi bir kaygı doğar. camiye yoksa cemevine mi gidilecektir. tüm bunların yanında aleviler müthiş özgürlükçü bir yapıya sahiptirler. belli bir yaşa gelmiş erkek çocuklardan isteyenler aleviliği öğrenmek üzere dede denen din adamlarının yanında ders alabilir ve ancak ondan sonra alevilerin gizli ibadetlerine katılabilirler. istemeyen erkek çocukları ise zorlanmazlar. ayrıca bir dededen eğitim almak alevi ibadetlerine katılmak zorunluluğu getirmez. sadece ibadetlere katılabilmek için bir anahtardır. ibadet günde beş vakitdeğildir. sünni ibadetlerinden farkı olup dualar da fark eder ama alevi toplumunun hakkettiği saygı nedeniyle ne ibadetleri ne de yaşamlarına ilişkin diğer unsurlara yönelik daha fazla ayrıntı vermek doğru olmayacaktır.


HerHangiBiri 8 Kasım 2008 04:59

Sorularla Alevilik - I


Giriş

Sorularla Alevilik adlı bu çalışmamız benzerlerinden farklı bir anlama sahiptir. Farklılığı, kullanılan dilin sade, anlaşılır olması ve soruların-cevapların somut ve derinlikli olmasıdır. Konuyla ilgili insanların kafalarındaki çelişkilere çözüm niteliğinde açılımlar var. Yine günlük yasam içerisinde gelişen diyaloglarda ortaya çıkan sorular ve bu sorulara mantıksal, tarihsel, inançsal, toplumsal faktörler ele alınarak verilen bütünlüklü cevaplar var.

Bazı ideolojik saplantıları olan, tarihsel ve toplumsal gerçekliğimizi kabul etmeyen, art niyetli, ön yargılı yaklaşımların sahibi olan kişilerce verdiğimiz cevapların anlaşılmayacak olması bizler acısından anlaşılır bir durumdur. Bizlerin bu çalışmayla amaçladığı inançsal, tarihsel, siyasal, toplumsal etkileri de hesaba katarak Alevilik ve Alevilerle ilgili temel sorulara verdiğimiz cevapların bilinmesidir. Bu cevaplarda inanç gerçekliğimiz, felsefemiz, kültürümüz, tarihimiz, yaşam biçimimiz, sorunlara çözüm önerilerimiz var. Yine bu cevaplarda yaşamsal Aleviliğin nasıl olması gerektiği yönünde işaretler var.

Çalışmamız ön yargısız bir şekilde incelendiğinde anlamlı sonuçlara ulaşılacağı kesindir.

Çalışmamızı Hak Erenlerin yolunu layıkıyla sürenlere ithaf ediyoruz.

Erenler Aşk İle.



Kavram Olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?

Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.

Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.

Alevilik İslamiyet içindeki bir mezhep midir?

Cevaba geçmeden mezhep kelimesi ne anlama geliyor ona bakalım. Mezhep kelimesi Arapça olup “tutulan yol” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Alevilik İslami bir mezheptir. Ancak hemen belirtelim ki İslamiyet eşittir Sünnilik veya Şiilik değildir. Yine Alevi inancına dar mezhepsel bir tanım Alevililerce asla kabul görmemiştir. “Sorma be birader mezhebimizi/Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır” deyimi Alevi inancının mezhepsel tanımı astığının simgesidir.

Alevilik İslami bir inançtır. Ancak bazı art niyetli kimseler Aleviliği İslam’dan ayırmaya çabalamışlardır.

Aleviliği kendi grupsal, ideolojik, bölgesel, etnik çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kimseler Aleviliği bu düşünceye hizmet edecek şekilde tahrif etmişlerdir. Yine Emeviler döneminde doruğa çıkan ve daha sonraları da devam eden Alevi düşmanlığı da Aleviliği İslam dairesi dışında görmüştür. Onlara göre, onlar gibi düşünmeyen herkes İslam dışıdır. Bu düşüncenin çok yanlış olduğu ve çok acılara sebebiyet verdiği ortadadır.

Alevilik İslami bir inançtır. Ancak tekrar tekrar ısrarla belirtelim ki İslamiyet salt Sünnilik değildir. İslamiyet’i eşittir Sünnilik olarak algılayanlar İslamiyet’i bazı biçimsel kurallara indirgeyerek Aleviliğin İslam dışı bir inanç olduğu sonucuna varıyorlar. Halbuki varmaları gereken sonuç “Alevilik Sünnilik değildir ama Sünnilik ve Şiilikten farklı bir İslam inancıdır” sonucu olmalıdır.

Aleviler Allah´a inanırlar mı?

Aslında sorulmaması gereken bir soru bir soru ancak art niyetli kimselerin bulandırdığı kafalar netleşmek zorunda.

Her şeyden önce Alevilik bir inançtır. Bundan hareketle belki de Allah´a en çok inanan, Allah´ın birliğini kabul eden topluluklardan biridir Aleviler. Cem törenine katılanlar bu durumu açıkça görebilirler. Yine binlerce Alevi deyişinde, şiirinde bu açıkça görülür.

Aleviler Allah´a inanırlar, hem de bütün benlikleriyle Allah´in varlığına, birliğine bağlıdırlar. Ancak kimse Alevilerin Allah´a inançlarını Sünni ve ya başka inançtan insanınkiyle kıyaslamaya ve böylece yanlış sonuçlara ulaşmaya kalkışmasın.

Aleviler peygamber olarak kimi kabul ederler?

Aleviler Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul ederler.

Aleviler bütün peygamberler bağlıdırlar.

Son peygamber olan Hz. Muhammed´e bağlılıkları ve inançları sonsuzdur.

Bazı iftiralar sonucu Alevilerin Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul etmedikleri düşüncesi oluştu. Bu tamamen Alevi inancına terstir. Hz. Muhammed, Alevilerin inandıkları, bağlandıkları peygamberdir.

Hz. Muhammed son peygamberdir. Bu doğruyu kimse yanlışa çevirerek, yeni peygamberlikler uydurarak, Hz. Muhammed´in yolundan giden Alevilere yamamaya çalışmasın.

Tekrar belirtelim ki, birilerinin art niyeti ve birilerinin de cehaleti Alevileri bağlamaz.

Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?

Alevi demek; Hz. Ali yanlısı, taraftarı, seveni demektir. Bundan da anlaşılacağı üzere Hz. Ali´nin Alevi inancındaki önemini, yerini anlatmaya gerek yok. Ancak ne var ki bazı kimseler tarih boyunca ve günümüzde de Hz. Ali sevgisini, bağlılığını ya yanlış anladı veya hiç anlamadı. Alevilerin Hz. Ali´ye olan sevgileri, bağlılıkları onun peygamber olduğu anlamında değildir. Aleviler için peygamber son peygamber Hz. Muhammed´dir.

“Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?” diye sormak her ne kadar abes gelse de anlaşılır bir durumdur. Çünkü Hz. Ali´nin adından gelen Alevi kavramı ile kendisini ifade eden bu topluma çok çeşitli tahribatlar yaşatılıyor. İşte bunun içindir ki Hz. Ali taraftarları Alevilere “inancınızda Ali´nin yeri neresidir” diye soruluyor. Bize düşen usanmadan doğrularımızı anlatmaktır

Aleviler namaz kılarlar mı?

Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında “neden namaz kılınmıyor” sorusu geliyor.

Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde “siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşmıştır

Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anlamına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.

Bazıları ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; “Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin”. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, “Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin” gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler “herkesin inancı kendisine” ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.

Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan “günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz” gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. “günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anlamına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir” gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. İnancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: “Dini yalanlayan gördün mü? İste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler”. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.

Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.

Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?

Aleviler namazı ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: “su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?” Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez.

İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.

Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i İmran Suresi 191. Ayetinde “Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar”. Bakara s Suresi 239. Ayeti: “Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin”. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.

Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.

Cem nedir?

Cem Alevilerin toplu halde ettikleri ibadetin adıdır.

Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manasına gelmektedir.

Cem'in kaynağı Kırklar Cem'idir.

Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem de bulunanların ayni zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem de bulunalar bir birlerinden Razı Olmak zorundalar.

Cem de bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz.

Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir DEDE´nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir.

Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez.

Cem ibadetini kısa bir şekilde tanımlamak mümkün değil. Bu anlamda Cem'in ne olduğunu ve nasıl uygulandığını tam manasıyla kavramak için en yakındaki Cem evine gidip bilgilenmek gerekiyor.

Dedelik nedir, Dedenin görevleri nelerdir.?

Dede, Alevi toplumunun inançsal önderidir. Dedelik ise kendine has bir is yapısı/hiyerarşisi bulunan bir kurumdur.

Her Alevinin bir dedesi vardır. Her dedenin de bir dedesi (mürşidi) vardır.

Talibin davranışlarından (inanç anlamında) dede sorumludur.

Dede talipleri eğiten, yol gösterendir.

Dede taliplerin bütün düşünsel, manevi sorunlarına çözüm, sorularına cevap getiren kişidir.

Dedelik kurumunun kendisine özgü bir yapılanması var. Bu yapılanma (mürşit-rehber bağlamında) gereği her dede ayni zamanda başka bir dedenin talibidir. Nasıl ki talip bir yanlışa düştüğünde yada hata yaptığında dedesine sığınıyorsa, ayni şekilde dede de talibi olduğu dedesine (mürşidine) sığınıyor. Böylece mükemmel bir denetim mekanizması kurulmuş oluyor. Bu mekanizma halkalar misali bir birine bağlı. Yani bir dedenin görevini layıkıyla yapıp yapmadığını mürşidi tarafından denetlenir.

Herkes Dede olabilir mi?

Dedelik kurumu asırlardan beri var olmuş bir kurumdur. Çok zorlu koşullarda ağır baskılar görmüştür dedeler. Buna rağmen Alevi inancını bu güne değin gelmesini sağlamışlardır. Bu misyonlarını geliştirerek günümüzde de sürdürmekle yükümlüdürler.

Gelelim cevaba: İsteyen herkes dede olamaz. Öz manasıyla dede olmak için Evladı Resul olmak gerekiyor. Yani soyunun Hz. Muhammed ve Hz. Ali´den olması gerekiyor. Ancak hemen belirtelim ki Alevi inancında Yol, yolu kuranında üstündedir. Eğer bir bölgede Evladı Resulden bir dede yoksa ve durum zamanla Yolun bozulmasına sebebiyet verecekse durum değişiyor. Bu manada gerekli bilgi birikimine, yolun edebine, ahlakına uygun olan bir kişi Dergah´tan icazet almak şartıyla dedelik yapabilir. Nitekim tarihte böylesi durumlar çok olmuştur. Evladı Resulden olmayan bir çok kişi Dergahtan gerekli eğitimi aldıktan sonra dedelik yapabilmişlerdir.

On İki Hizmet nedir?

On İki Hizmet, Cem ibadeti sırasında görevli on iki kişinin yerine getirdiği hizmetin adıdır. On İki Hizmet olmazsa Cem de olmaz.

Cem de On İki Hizmet sahipleri tarafından yerine getirilen On İki Hizmet, sembolik olarak algılansa da özde çok derin manalara ve gerçeklere işaret ediyor. Dolayısıyla On İki Hizmet çok önemlidir. On İki Hizmeti biçimsel bazı kurallar algılamamak gerekiyor. Sembolize ettiği hizmetlerin derin felsefi, toplumsal, inançsal boyutları vardır.

On İki Hizmetin dağılımı su şekildedir:

1. Dede(Mürşid)

2. Rehber

3. Gözcü

4. Çerağcı(Delilci)

5. Zakir(Aşık)

6. Ferraş(Süpürgeci)

7. Sakka(İbriktar)

8. Kurbancı(Sofracı)

9. Pervane

10. Peyik(Davetçi)

11. İznikçi(Meydancı)

12. Bekçi

Aleviler domuz eti yerler mi?

Aleviler zorunlu koşullar dışında domuz eti yemezler. Bu zorunlu koşullarında neler olduğu biliniyor. Bazı Alevi inançlı kimselerin domuz eti ve domuz etinden üretilen mamulleri yemeleri Alevi inancının domuz etinin yenilmesini meşru kıldığı anlamına gelmez.

İnsan-ı Kamil kime denilir?

Dört Kapı Kırk Makam da sonuncu kapı olan Hakikat kapısına ulaşmış ve böylece Hakikati kavramı olan insana İnsan-ı Kamil denilir.

Bir insanin manevi anlamda ulaşabileceği en üst boyut İnsan-ı Kamil´lik boyutudur. İnsanin gerçek manada insan olduğu, Hakikat sırrına ulaştığı, canlı cansız her şeyin gizemine vakıf olduğu aşamadır İnsan-ı Kamil´lik. İnsan, aşama aşama giderek ve bütün kapılara ve makamlara ulaşarak İnsan-ı Kamil olur.

Alevi-Sünni kardeşliği nasıl gelişir?

Alevi-Sünni kardeşliği gereklidir, mümkündür. Hatta Alevi-Sünni kardeşliğinin şahsında diğer inançlardan insanlarla da kardeşlik, bir arada, eşit ve özgür bir şekilde yasamak gereklidir ve bu mümkündür de.

Alevi-Sünni kardeşliğinin gerçekleşmesi, kalıcı olması için en önemli nokta; Alevi inanç gerçekliğinin kabul edilmesidir. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan Alevi toplumun tarihten günümüze kadar getirdiği inancını, felsefesini, kültürünü, yasam biçimini kabul etmektir. Alevi toplumunun farklılığını ret etmek, yok saymak, asimle etmeye çalışmak yerine kabul etmektir. İnsani olan, doğru olan, kardeşliği oluşturacak/geliştirecek olan böylesi bir yaklaşımdır. Eğer böylesi bir yaklaşım esas alınmazsa kardeşlik oluşmaz. Alevileri kendilerine benzetmeye, asimle etmeye, dışlamaya, yok saymaya devam ederlerse kardeşlik oluşmaz..

Alevi toplumu inancı uğruna çok bedeller ödemiş/ödeyen bir toplumdur. İnancının kabul edilmesini talep etmek, eşitliği talep etmek Alevi toplumunun hakkidir. Eşitlik olmadan, karşılıklı hoşgörü, saygı olmadan kardeşlik gelişmez. Bu, kardeşliğin doğasına aykırı bir durumdur.

Alevi toplumu kardeşliğe hazırdır ve bunu pratik olarak da diğer inançlara ve mensuplarına saygı temelinde ortaya koymuştur.

Erenler kimlerdir ve Eren kime denir?

Eren, kendini Hak yoluna adayan ve bu yolda bir çok makamı aşarak bazı sırlara vakıf olan kimseye denir. Erenler Hak sırına vakıf olmuş, İnsan.ı Kamil mertebesine ulaşmış kişilerdir. Ancak günlük dilde Erenler kavramı karşıdaki kişiyi yüceltmek, dikkat çekmek, kırıcı olmadan uyarmak içinde kullanılıyor. Yine bilge, olgun, alim, inançlı kimselere de deniliyor.

Enel Hak ne anlama geliyor?

Enel Hak kavramını ilk olarak Hallacı Mansur kullanmıştır ve bu kavramı sık sık tekrarladığı için çok ağır işkenceler altında katledilmiştir.

Enel Hak kavramı Arapça olup kelime manasıyla “ben Hakkım, hakikatım, gerçeğim” anlamına geliyor. Enel Hak; Hakla Hak olmak, insanin kendisini aşması ve Hakka yakınlaşması, Hakkla bütünleşmesidir. Bu manada inancı bir şekiller, biçimler, dogmalar bütünü olarak algılayanlar Enel Hak kavramını da farklı algılamış ve yorumlamışlardır. Hallacı Mansur ve daha sonraları Seyyid Nesimi'nin şahsında dile getirilen bu anlayışın yeteri kadar anlaşılmadığı ve taşıdığı felsefi derinliğin -biçimsel boyutuyla da olsa- onu sahiplenenler tarafından dahi doğru bir şekilde alglanmadığını görüyoruz. Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'yi katledenlerin Enel Hak'kı anlamamalarını ve düşmanlıklarının sebebi bir noktada anlaşılır bir durumdur. Ancak Hallacı Mansur'u sahipleniyor görünenlerinde Enel Hak'kı yeterince algılamadıklarını görmek kabul edilmemesi gereken bir durumdur. Umulur ki Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin yolunu sürdürüyor iddiasında olanlar Enel Hak'kın bilincine varırlar.

Aleviler tavşan eti yerler mi?

Aleviler tavsan eti yemezler. Bunun bir çok sebebi var. Ancak asıl sebep; tavşanın adet görmesi ve etinin çok kanlı olup sağlıksız olmasıdır. Ayrıca tavşan fizyolojik ve biyolojik yapısıyla da ilginçlikler taşıyan bir hayvandır. Tavşanın kafası kedi kafasına, kulakları eşek kulaklarına, arka ayakları köpek ayaklarına, ön ayakları kedi ayaklarına ve kuyruğu domuz kuyruğuna benzemektedir. Yine tavşan kedi ile çiftleşmektedir. Bunca sağlıklı ve yenilmesinde sakınca olmayan hayvan (koyun, keçi sığır vb.) varken Alevilere “neden tavşan yemiyorsunuz” diye sorular sormak düşündürücü olmanın ötesinde art niyetlilikten başka bir şey değildir.

Duaz nedir? Deyiş nedir?

Duaz, Duazdeh'in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup on iki (12) anlamına gelmektedir.

Duaz, cem ayinlerinde söylenen ve On İki Imamlarin adlarının geçtiği deyişlerdir. Bu deyişlerde Ayrıca On İki Imamlarin yani sıra basta Hz. Peygamber ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevi ulularinin adları gecmektedir.

Duaz icin “deyişler”lerdir tanımını yaptık. Anlaşılır olması için böyle bir tanım uygundur. Ancak duaz bir nevi dua olarak da algılana bilinir.

Şüphesiz Alevilik ve Aleviler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duaz'in, nefes'in, türkü'nün, deyiş'in farklı anlamlara sahip olduğu açikardır. Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş; Aleviliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır. Yoz ve yobaz üretimden farklı olunduğunun anlaşılması için Deyiş en uygun tanımlımadır.

Mersiye nedir?

Mersiye, Kerbela vakasını işleyen, Ehlibeyte ve On İki İmamlara bağlılığı, sevgiyi dile getiren bir şiir türüdür. Özelikle Muharrem Ay'ı boyunca söylenen ve Ehlibeyt taraftarlarının olduğu her coğrafyada ve her dilde söylenen ağıtlar bütünüdür mersiyeler. Mersiyelerde zalim olana, haksız olana bir öfke var. Yine mazlum olana, haklı olana bir sevgi ve sempati var. Mersiyeleri salt ağıt boyutuyla algılamak eksiklik olur. Mersiyeler bu noktada bilinç taşımasıdır. Aynı zamanda ne kadar da zaman geçmiş olursa olsun iyinin unutulmayacağının ve kötünün, zalimin her daim lanetleneceğinin göstergeleridir. Edebi açıdan, Ehlibeyte bağlı olanlar için bir edebi zenginliktir.

Düşkünlük nedir?

Düşkünlük bir ceza sistemidir. Alevi toplumunun bunca ağır baskı koşullarına rağmen, birliğini koruyarak bu günlere gelmesinde işlevi göz ardı edilemeyecek bir sistemdir.

Cem ibadeti, bilinen klasik ibadet anlayışlarından farklı bir ibadettir. İbadetle beraber toplumsal meselelerinde çözüme kavuştuğu bir, bir araya gelinmedir.

Cem de insan sadece Allah'a ibadet etmekle kalmayıp topluma da hesap vermekle yükümlüdür. Bu anlamda da Alevi inancı diğer bütün inançlardan önemli farklılıklar taşıyor.

Egemen olanların mahkemelerine gitmeyen Aleviler kendi yargı sistemlerini geliştirdiler. Düşkünlükte bu sistemin önemli ayaklarından birisidir. Öyle ya da böyle bir kişi suç işlemişse bu kişi Dede'nin denetiminde yargılanır. Cem de gerçeklesen bu yargılamaya Cem de bulunan herkes oyları, görüşleri ile katılırlar ve böylece ortak bir karara varılır. Halkın direkt katılımıyla gerçekleşen bir “Halk Mahkemesi”dir bu. Suçun ağırlığına göre bir ceza verilir. Düşkünlük, verilen cezalarin en büyüklerinden birisidir. Düşkün olan kimse toplumdan dışlanır. Düşkünlüğü ve dışlanma süresini halk ortak bir karar ile aldığında Alevi toplumunda suç oranı minimum düzeyde kalmıştır. Toplumdan tecrit edilip dışlanmak çok büyük bir ceza olduğundan, o kişiyi başka toplumlarda içine almazlar. Böylece bir çok suç, daha işlenmeden önüne geçilmiş olur.

Düşkünlük kavramı günümüzde daha çok çıkarcı ve ahlaksız kimseler için kullanılan genel bir kavram şeklini almıştır. Ancak düşkünlüğün çıkış noktası ve asıl anlamı yukarı da izah etmeye çalıştığımız çerçevededir.

Muhabbet Cem'i nedir?

Muhabbet Cem'inin önemi, işlevi günümüzde çok artmıştır. Öz itibariyle Muhabbet Cemlerinin asıl işlevi genç insanları Görgü Cem'ine hazırlamaktır. Günümüzde ise Muhabbet Cemlerinin işlevi çok daha büyüktür. Her tür yozluğun dayatıldığı, değerlerin anlamsızlaştırıldığı, ilişkilerin çıkar çelişkisi etrafında şekillendiği günümüzde Muhabbet Cemleri adeta bir insani olana dönüş programıdır.

Adından da anlaşılacağı gibi Muhabbet Cemleri, muhabbetin olduğu, insani duyarlılığın olduğu, yaşamın anlam ve değer kazandığı bir nurani iklim ortamıdır. Bu atmosferdeki enerji his edilir olmaktan çıkıp insanı başka boyuta, başka alemlere götürür. Götürür ve tekrar özünü bulan insanı sağlamlaştırmış olarak geri getirir. İnsanın en çok da ihtiyaç duyduğu bu değil mi? Yani insan sadece fiziki görüntüsüyle değil, ruhuyla, duygularıyla, düşünceleriyle... yani bir bütün halinde insan olmalıdır.

İnsani olan ne varsa kirletiliyor, anlamsızlaştırılıyor. Sürekli yapay mutluluklar, güdülerin doymak bilmez dürtüleri pompalanıyor. Böylesi koşulların hakim olduğu bir ortamda insani olanın sağlam kalması mümkün değil. Sağlam olmak isteyen ve hayatı anlamlandırmak isteyenlerin sığınağı Muhabbet Cemleridir. Bu muhabbetler bir başlangıçtır. Sonsuz, sınırsız lezzetler,manzaralar diyarına yolculuğun başlangıcı. Perşembe'yi cuma'ya bağlayan gece böylesi bir nurani atmosferin en ideal anıdır.

Zülfikar neyi sembolize ediyor?

Züfikar'in neyi sembolize ettiğine geçmeden önce Züfikar'in ne olduğunu açmamız gerekiyor. Zülfikar, Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali'ye armağan edilen ucu çatal kılıcın adıdır. İnancımıza (Aleviliğe) göre Zülfikar savaş öncesi gökten inmiştir. Hz. Muhammed'de bu gökten inen kutsal kılıcı Hz. Ali'ye hediye etmiştir.

Zülfikar, asırlardır adaletin sembolü olarak işlevini sürdürmeye devam ediyor.

Zülfikar, Hz. Ali'nin kişiliğiyle bir bütünlük haline gelmiştir. Hz. Ali'yi Zülfikarsız düşünmek mümkün değildir.

Zülfikar'ı salt bir savaş aracı olarak görmemek gerekiyor. Zülfikar, gerçek adaletin, hakkaniyetin, doğruluğun, mertliğin sembolidir.

Günümüzde Zülfikar Alevi olmayı (dışsal/zahiri anlamda da olsa) sembolize ediyor. Özelikle de Alevi gençliği Zülfikar'ı kolye şeklinde takıyor. Bu “Aleviyim” demenin, kimliğini Zülfikar'ın tarihsel misyonuyla açıklama biçimidir. Olmadık baskılara maruz kalan Alevinin kimliğini sembolize ediyor Zülfikar. Elbette boynuna her Zülfikar kolyesi takan kişi Alevi değildir. Alevi ise dahi bazıları Zülfikar'ın taşıdığı misyondan, Zülfikar da sembolleşen adalet anlayışından habersizdir. Bütün bunlara rağmen Zülfikar günümüzde Alevi kimliğini simgesel, biçimsel de olsa dışa yansıtıyor.

Şamanizmin ve Zerdüştlüğün Aleviliğe etkileri var mıdır? Eğer varsa bu etkinlik ne boyuttadır ve günümüzde nasıl bir işleve sahiptir?

Seksenli yılların ortasından itibaren çeşitli ideolojik politik grupların Aleviliğe ve Alevilere ilgisi arttı. Bu ilgi elbette Alevi toplumunun geleceğini inşaa etme, Aleviliğin özünü tanıma gibi bir nedene dayanmıyordu. Bu ilginin asıl sebebi kendi dar ideolojik-politik çıkarlarına bir zemin hazırlamak, Aleviliği ve Alevileri kendi ideolojik yapıları için bir arka bahçe olarak hazırlamaktı. İşte soruya kaynaklık eden Şamanizm ve Zerdüştlükte bu nokta da devreye girdi.

Bilindiği gibi Şamanizm eski bir Orta Asya inancıdır. Yine Zerdüştlük de eski bir Mezopotamya inancıdır. Her şeyi etnik kimliğe bağlamak, etnik politikalarına bir inançsal dayanak bulmak isteyen akımlar Alevi inancındaki bazı olguları Şamanizme ve Zerdüştlüğe bağladılar. Ve bu yolla Aleviliği Hz. Ali'den, On İki İmamlardan, Ehlibeytten soyutlayarak kendi “etnik dini” yapmak istediler. Bunun içinde yazılı kaynaklardan yoksun, Alevilik Bilincinden yoksun Alevi kitlelerin beynini karıştırdılar. Bunun sonucunda bazı safdiller ve art niyetli kimseler Aleviliği eşittir Şamanizm veya Zerdüştlük olarak görmeye başladılar. Olayın özü böyledir. Yapılan bunca teori, kaynak bulmak, benzerlik aramak bunun içindir. Elbette Alevi inanç sistemi kültürel anlamda eski Orta Asya ve Mezopotamya inançları olan Şamanizm ve Zerdüştlükten bazı ögeler almıştır. Bu doğaldır da. Ancak bu kültürel birer motif olan ögeleri bütünlüklü bir inanç olan Aleviliğin esası olarak göstermek art niyetlilikten başka bir şey değildir. Şamanizm ve Zerdüştlükte bulunan ve günümüz Alevi kültür yapısı içinde birer “kırıntı” olarak kabul edilen bazı benzerlikleri Aleviliği farklı yönlere çekmek için kullanmak haksızlık ötesi bir durumdur.

Bilinmesi gereken; her inanç diğer inançlardan etkilenmiştir. Çoğu kez coğrafya farklılığı, etnik farklılık inancın kültürel yapısına etki etmiştir. Ancak bu etki Hiç bir zaman inancın merkezini etkilememiştir. Etkilenme alt boyutlarda kalmış ve bu haliyle de bir zenginlik olarak değer kazanmıştır. Unutulmaması gerekir ki inancın özünü belirleyen olmayıp bazı kültürel kazanımlar olarak varlığını sürdürüyor olması eski inancın kendisi değildir.

Aslında söz konusu Aleviler ve Alevilik olunca çok saçma sorular gündeme gelebiliyor. Düşününki günümüzde etkin olarak varlığını sürdüren inançların tarihi en fazla bir kaç bin yıldır. Bu inançlara inanan insanlardan kimse çıkıp demiyor ki; “benim atalarım bundan bilmem kaç yıl önce şöyle bir inanca inanıyordu, bende şimdi bu inanca tekrar dönüyorum”. Ancak bazı “ukala” kişiler diyebiliyor ki; “benim atalarım Şamanist ve Zerdüşttü. Bende şimdi bu inanca inanıyorum, Alevilik bize sonradan dayatılmıştır, ben Alevi değilim” diyebiliyor. Fakat bir Alman, Fransız, İngiliz bunu demiyor. Bundan bir kaç yüz sene önce Almanların, İngilizlerin, İsveçlilerin atalarıda başka inanca inanıyorlardı. Peki bunlar niye eski inançlarına dönmüyorlar da ukala kişi Aleviliği bırakıp “atalarının inancına” dönüyor!!!???

Alevi inancına göre ölüm bir yok oluş mudur?

Cevabı her yöne çekilmeye açık bir soru. Ancak hemen belirtmeliyiz ki Aleviler ölümü bir yok oluş olarak görmüyorlar. Ölüm, yeni bir dönemin/sürecin (buna ebedi süreçte diyebiliriz) başlangıcıdır.

Büyük Alevi önderi Şah İsmail (Hatayi) bir şiirinde “dün doğdum bugün ölürüm/ölen gelsin işte meydan” diyor. Yine bir çok Alevi şiirinde/deyişinde/deyiminde “ölen tendir, can ölmez” sözü geçiyor.

Alevi inancında ölüm ile ilgili önemli bir boyutta “ölmeden evvel ölmek” şeklinde formüle edilen boyuttur. Bu konunun çok derin Batın manası vardır. Farklı anlamlara çekiliyor olmasından dolayı cevabı kısa kesip öz olarak Alevi inancında ölümün bir yok oluş olmadığı inancını tekrar belirtiyoruz.

Ölüm, yeni bir başlangıcın ilk adımıdır. Fakat burada ölümü yücelttiğimiz manası çıkmasın. Gerçeği vurgu manasında belirtiyoruz. Ölüm yaşamın bir gerçeği. Ancak insana ölüm gelene kadar da insanin yapmakla mükellef olduğu görevleri vardır. Ve insanoğlu son nefesine kadarda bu görevleri en doğru şekilde yerine getirmek zorundadır. Hayatın anlamına ulaşmak için doğru bir yaşamın sahibi olmak ve ölüm gerçeğini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Tevella Teberra ne anlama geliyor?

Tevella= dostluk kurma, dost olma anlamına geliyor.

Teberra= uzak durmak anlamına geliyor.

Aleviler arasında Tevella ve Teberra'nin manası ise Ehlibeytin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak anlamına geliyor. Ancak tarihsel süreç içerisinde Tevella Teberra'nin anlamı daha önemli hale gelmiştir. Tevella Teberra iyiden, güzelden, haktan, haklıdan yana olmak; zalime, sömürücüye, haksıza, riyakara da karşı olmak anlamına geliyor. Bu anlamıyla bir duruşu, tavrı sembolize ediyor. Ehlibeytin şahsında bir bütün halinde doğrulardan taraf olmayı, haksıza karşı olmayı temsil ediyor. Bazı dar görüşlü kimseler Tevella Teberra'nin taşıdığı anlamı, sembolize ettiği değerleri dar bir çerçevede ele alıyor. Olayın özü ise öyle sanıldığı gibi dar bir çerçevede değildir. Özde bir duruş, tavır vardır. Ve bu duruş Ehlibeytin şahsında bütünsel bir manaya sahip olup mekan ve zamanla sınırlı değildir. Yer yüzünde haksızlık olduğu müddetçe ve doğruları hakim kılma ideali olduğu müddetçe Tevella Teberra da olacaktır.

Oruç nedir?

Oruç, insanin bedenini disiplin ve denetim altına almak, ruhsal yapısını güçlendirmek için yaptığı bir ibadettir. Oruç ibadeti belirli zamanlarda yeme, içme ve cinsellik gibi istekleri/duyguları terk ederek zihinsel/ruhsal yapıya ağırlık vermektir. Bazı inançlarda oruç tamamıyla yeme-içmeden uzak durmak seklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal mamuller gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir.

Hemen hemen bütün inançlarda oruç ibadeti vardır.

Aleviler oruç tutarlar mı?

Hemen hemen bütün inançlarda oruç ibadeti vardır. Alevi inancında da oruç ibadeti vardır.

Muharrem Orucu nedir?

10 Ekim 680 de Hz. Ali'nin oğlu ve Hz. Muhammet'in torunu Hz. Hüseyin ve sevenleri (toplam 72 kişi) Kerbela'da acımasız bir şekilde katledildiler.
Aleviler bu acı olayı kınamak için, her yıl Muharrem Ayının onuncu gününden başlamak üzere, 12 gün oruç tutarak yas tutarlar. Aleviler Muharrem orucu ile Hz. Hüseyin`in şahsında Ehlibeyte bağlılıklarını dile getirirler ve ayni zamanda zalimin zulmünü lanetlerler .

Muharrem orucunun bir diğer özelliği de insanin kendi iç benliğine yönelmesi, yanlışlarını-doğrularını, eksilerini-artılarını hesaplaması ve bütün bunların sonucunda daha iyiye, doğruya, güzele yönelmesidir. Muharrem orucu, bütün bu özellikleriyle önemli bir ibadettir.

Muharrem Orucu nasıl tutulur?

Kurban Bayramının 1. gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20. günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Niyet edildikten sonra gün doğumu ile gün batimi arasındaki sürede hiç bir şey yenilmez ve içilmez. Gün batimi ile iftar açılır.

Oruc süresince (12 gün boyunca) düğün,nişan,sünnet ve benzer törenler/etkinlikler yapılmaz, kurban kesilmez, et yenilmez, Kerbela Şehitleri'nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez (Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay,kahve,meşrubat,meyve suyu,ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır).

Muharrem orucunun on ikinci günü ise On iki İmamlar 'in anısına on iki çeşit gıdadan oluşan Aşure Çorbası pişirilerek komşulara dağıtılır ve böylece o yılki Muharrem Orucu noktalanır.

Aleviler Ramazan orucu tutarlar mı?

Aleviler Ramazan oruc tutmazlar. Ancak asimle olmuş bazı Aleviler Ramazan ayında oruç tutarlar. Yazar Cemal Şener, Alevilerin Ramazan Orucuna ilişkin görüşlerini şöyle özetliyor; „ORUÇ ibadeti, çok tanrılı dinlerde de tek tanrılı dinlerde de vardır. Oruç İslamiyet ile başlamamıştır. Oruç ibadeti sadece şekli bir ibadet değildir. O kişinin nefis terbiyesi ile ilişkilidir.

Oruç, İslamiyet'ten önce Arap Yarımada-sı'nda Hanifler tarafından da tutulurdu. Hanifler, Hz. İbrahim'in dinine inananlara verilen isimdir. Hz. Muhammet de Hanif dinine inanıyordu.

İslamiyet'ten önceki Hanif dininde oruç; akşam niyetlenip yatınca başlar, ertesi gün güneş batınca sona erer. Sahuru yoktur.

Alevilerde, İslamiyet'ten öncesine dayanan ve Hz. İbrahim geleneği ile süren tüm peygamberlerin tuttuğu Muharrem orucunu tutarlar. Sahur yoktur. Orijinal oruç budur.

Kuran'ı Kerim'deki Bakara Suresi'nin belirttiği oruç da budur. Kuran'da aynen şöyle yazıyor, "Siz ey iman etmiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki, Allah'a karşı saygı ve sorumluluk duygularını kazanasınız."

Görüldüğü gibi bu ayetle bahsedilen oruç, İslamiyet'ten önce tutulan Hanif orucudur. İşte Aleviler bu orucu tutuyorlar.

Aleviler tüm peygamberlerin ve Hz. Muhammet'in de tuttuğu Muharrem orucunu tutuyorlar. Alevi olup da Ramazan orucunu tutanlar ya bilgisizlikten veya asimile olmaktan dolayı tutuyor olabilirler.

Ülkemizde isteyen istediği orucu tutabilir. Ama Alevi inancında/geleneğinde Ramazan orucu tutmak yoktur. Alevilerde, Muharrem orucu, Hızır orucu ve 48 perşembe günlerinde dileyen kişilerin tuttuğu oruç vardır.“

Nevruz Bayramı Aleviler için ne anlama geliyor ve Aleviler Nevruzu nasıl kutlarlar?

Nevruz; Farsça bir kelimedir ve yenigün (yeni/nev gün/ruz) anlamına geliyor. Miladi takvime göre 21 Mart günü Nevruz günüdür.

Nevruz, Alevi toplumun önemli bayramlarından biridir. Yine Nevruz bayramı, salt Aleviler için değil hemen hemen bütün doğu toplumları için önemli bir gündür.

Alevi söylencelerinde Nevruz gününde gerçeklesen önemli olaylar söyle sıralanır:

* Dünya kuruluşunu bugün tamamlar.
* Hz. Muhammed’e nübüvvet bugün ihsan edilir.
* Hz. Ali’nin bugün doğmuştur
* Bugün Hz. Ali ile Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma’nın evlendiği gündür.
* Hz. Muhammed, bugün Gadir-hum’da okuduğu hutbede, Hz. Ali’yi Vasi tayin eder ve kendisinden sonra Müslümanların önderi (imamı) ilan eder.
* Bugün Hz. Ali’nin hilafeti elde ettiği gündür.
* Bugün Haci Bektaş veli’nin Anadolu’ya gelişinin ilk günüdür. Rum Erenlerinin Şah-ı Velayeti karşıladıkları gündür.
* Bugün Gaip Erenleri “Kırklar’ın” toplandığı gün olarak inanılır. Bu nedenle bugün “Kırklar Bayramı” olarak ta bilinir.
* Hz. Hüseyin’in intikamını almak için Muhtar Sakafi önderliğinde gizli bir teşkilat kurulur. İhtilal işareti olarak mahallelerde büyük bir ateş yakılır. Bu günde tesadüfen 21 Mart’a denk gelir. O günden bugüne değin Alevilerce zulme başkaldırı işareti olarak ateş yakılır.
* Bugün Hz. Adem Peygamberin yaratıldığı gündür.

# Alevi toplumu Nevruzu inancı esas alarak kutlarken, bir çok toplumda Nevruz gününe başka anlamlar yükleyerek kutlar. Her toplum kendisine özgü bir anlatımla Nevruzu tanımlar ve yine kendisine özgü bir şekilde kutlar. Alevi toplumu ise Nevruz bayramını su şekilde kutlar:

*Nevruz bayramı erkanı sabahtan başlar. Toplu olarak sabah yemeği yenecekse, önce Dede bir dua okur ve herkese süt ikram edilir ve kahvaltı yapılır. Daha sonra dargınlar barıştırılır. Hasta ve yoksullar ziyaret edilir, gönülleri alınır. Yeni ölmüşlerin evlerine taziyeye gidilir. Türbe ve mezarlıklar ziyaret edilir. Nevruz şenliklerinin yapılacağı ev ve kır yerleri önceden saptandığı için, bu yerlerde tüm hazırlıklar tamamlanır. Yaşlılar için ayrı bir mekanda, gençler için ayrı bir alanda muhabbet sofraları kurulur. Gençler kırlarda şenlikler yaparlar, halaylar çekerler, ateş üstünden atlayarak dilekler tutarlar. Genç kızlar ve oğlanlar karşılıklı mani söylerler...

# Nevruz Bayramı akşamı “Meydan” açılır. Taliplere “Nasip” verilir. Cem evinde toplanılır. Tüm canlar hazır olduktan sonra , saat 20.00 civarında Nevruz Erkanının icrasına başlanır.

Musahiplik nedir?

Musahipliğin temeli dayanışma ve paylaşmaya dayanır. Musahiplik Alevi inancının en önemli kurumlarından biridir. Musahiplik arkadaşlık ötesi bir birlikteliktir.

Musahipler arasında ayrı gayrı bulunmaz. Babailerin deyimiyle "musahipler yarin al yanağından gayrı her şeyde ve yerde ortaklardır". Yine meşhur bir Alevi deyimiyle "musahip musahibini ateşten alandır". Musahiplik zordur, zor olduğu kadar da şereflidir. Musahiplik günümüzdeki anlamıyla "sigorta"dır. Musahipliğin tarihçesi Hz. Muhammed’in hicretinin birinci yılında Müslümanların sayısının çoğalmasıyla geliştirdiği bir birlikteliktir. Musahiplik Kuran-ı Kerim’in şu ayetleriyle açıklanmıştır:

Enfal sur esi ayet 72-73, "Onlar ki inanıp hicret ettiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaştılar ve onlar ki (hicret edenleri) barındırıp yardımda bulundular, işte bunlar, bir birilerinin dostu ve yarıdırlar .

İnkâr edip küfre sapanlar ise bir birilerinin yarıdırlar. Eğer böyle yapmaz (birbirinize dost ve yakın olmaz) sanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir".

Bu ayetlerle Hz. Muhammed hicret edenleri ve hicret edenleri kabul edenleri birbirine kardeş yaptı. Aleviler bu doğrultuda bunu geliştirdiler.

Musahiplik, bazılarının belirttiği gibi tarihte kalan bir kurum değildir. Musahipliğe insanların günümüzde daha çok ihtiyaçları vardır. Çünkü insanlar tarihte olduğu gibi günümüzde de düşünsel ve yaşamsal sorunlarla boğuşmaktalar. İşte bu boğuşmayı kazanmak için insanların musahiplere ihtiyacı vardır. Beraberliğe, kardeşliğe, paylaşmaya ihtiyacı vardır.

Kızılbaşlık nedir ve Kızılbaş kimdir?

Her ne kadar bazıları bir yanılgı içine girip Kızılbaşlığı Alevilik içinde bir kol olarak görseler de esasında Kızılbaşlık Aleviliğin ta kendisidir. Kızılbaş kavramı tarih boyunca ve günümüzde Alevileri aşağılamak, karalamak ve küçük düşürmek için kullanılmıştır. Alevilerin düşmanları Kızılbaşlığı Alevileri küçük düşürmek maksadıyla kullandıkları oranda Aleviler Kızılbaş kavramına sahip çıktılar .

Kızılbaş kelimesi kızıl başlık takan anlamına geliyor. Tarihçesi Uhut savaşına kadar uzanır. Uhut savaşında Hz. Ali kendisini Hz. Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır. Bu savaştan sonra Hz. Ali’ye Kızılbaş denmiştir. Yine Sıffın savaşında Hz. Ali’nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır. Alevi devleti olan Safevi ordusunun askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı.

Alevi düşmanları Alevi kavramını kullanmazlar, onun yerine Kızılbaş kavramını kullanırlardı. Bunu Alevileri aşağılamak amacıyla yaparlardı. Aleviler ise Kızılbaşlığı sahiplenip, kendilerini öyle de ifade ederlerdi.

Sonuç olarak bilinmelidir ki; Kızılbaşlık Alevi inancı içindeki bir kol veya tarikat değildir. Kızılbaşlık Alevi düşmanlarının Alevileri aşağılamak maksadıyla kullandıkları bir terimdir. Ve Kızılbaşlar bütün Alevilerdir, Kızılbaşlıkta Aleviliktir.

Bektaşilik nedir?

Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Hz. Ali ve On İki İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır/örgütlenmesidir.

Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.

Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Hz. Ali, On İki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.

Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın "yol evladı" olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın "bel evladı" olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşi’ydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826).

Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.

Şiilik nedir?

Şiilik, kavram olarak Hz. Ali taraftarlığı demektir. Şiilik sözcüğü Şia kelimesinden türetilmiştir. Her ikisi de aynı anlama gelmektedir: Hz. Ali taraftarlığı.

Genel anlamda Alevilik konusunda, Aleviliğin ne olduğu konusunda kavramlar alabildiğine çarpıtılmış, anlamları değiştirilmiş, her türlü yoruma tâbi tutulacak bir hale gelmiştir. Bu kavramların başında Şiilik kavramı gelmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere Şiilik kavramı, Hz. Peygamberin Hakka yürümesinden sonra Hz. Ali’nin halifeliğine (dini-siyasi önderliğine) inananlar için kullanılmıştır. Şiiliğin bir başka manası da Aleviliktir. Neticede Alevi kelimesi de Hz. Ali’nin isminden türetilmiştir. Ama bir çok olayda, olguda olduğu gibi tarihsel süreç, yoğun baskı ve asimilasyonla geçtiği için, bu kavramlar ve temsil ettikleri değerler de deforme olmuşlar, başka anlamlar yüklenmiş ve başka başkalaşımlar gerçekleşmiştir. Öz olarak Şiilik ve Alevilik aynı şeylerdir. Fakat tarihsel gelişim sürecindeki olaylar bazı değişimler, yenilikler, adetler, sapmalar getirmiştir. Tekrar belirtmek gerekir ki; öz olarak, çıkış noktası olarak ikisi de aynı anlama gelmektedir.

Şiilik ve Aleviliğin ortak noktalarından başlayarak bunları tarihsel süreç içerisinde yaşadıkları farklılaşmaya kadar biraz açalım.

Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali’ye yapılan haksızlıklar, Emevi saltanatı sırasında Hz. Ali’nin soyuna karşı devam etti. Bu süreçte yaşanan haksızlıklar, katliamlar, adaletsizlikler safları iyice netleştirdi. Hz. Ali ve Ehlibeyt taraftarlığı İslam’ın Hak davetini sürdürürken, buna karşın Emevilerde temsilini bulan Sünnilik bir devlet dini oluyordu. Her tarihsel olayda olduğu gibi burada da egemen olanın sözü daha geçerli, getirdiği kurallar daha etkili ve din adına yürüttüğü çalışma daha verimliydi. Emevilerin bu yoğun çalışmaları ve kurumlaşmaları İslamiyet’i bütün coğrafyalara yayıyordu. Bu arada Ehlibeyt taraftarları da davetlerini gerçekleştiriyordu. Ehlibeyt taraftarları, devlet örgütlenmesine sahip olmadıkları için örgütlenmeleri daha çok gönüllülük temeline dayanıyordu. Emevilerinki zora dayanıyordu. Ama yine tarihin kanıtladığı gibi; gönüllülük daha kalıcı olurken, zora dayalı gelişim daha güçlü ama geçici oluyordu. Bunun en büyük örneği Endülüs Emevi Devletidir. Bu devlet hazin bir sonla yıkılmıştır. Çünkü temelinde inanç yerine zora dayalı bir iktidar vardı. Hâlbuki o devlette ve dolayısıyla o coğrafyada Ehlibeyt taraftarları bir çalışma yapmış olsalardı, sonuç daha farklı olurdu. Nitekim Emeviler zor ile İslam’ı yaymaya çalışırken Ehlibeyt taraftarları sevgi ile yapıyordu. Emevilerin ardıllarının İslam adına yaptıkları tahribatları Ehlibeyt taraftarları düzeltiyordu. Ehlibeyt taraftarları inancın özünün; Emevilerin yaptığı ve uyguladığı gibi olmadığını kanıtlıyordu. Nitekim Ehlibeyt taraftarları bu kadar baskı altında gelişim bulmuşsa bunun en büyük sebebi Ehlibeyt taraftarlarının şiddet ve zor yerine sevgiyi esas almalarıdır.

Yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi, Hz. Peygamberin vefatından sonra İslamiyet iki kutuba ayrıldı.

Ehlibeyt ve Ehli sünnet. Bunlardan tarihsel süreç içerisinde bir çok oluşum oluştu. Ehlibeyt taraftarları dünyanın her tarafında, hemen hemen bütün coğrafyalarda varlar. Ama bunların ortak noktaları azalmış, farklılıkları çoğalmıştır. Her coğrafyadaki Ehlibeyt taraftarları, o coğrafyadaki tarihsel gelişmeler çerçevesinde farklılaşmış, yeniden şekillenmiştir. Şüphesiz aynı durum Ehli sünnet taraftarları içinde geçerlidir.

Aradaki fark; Ehli sünnet hemen hemen her zaman bir iktidar diniydi. Bu avantaj kullanılarak ortak noktalar korundu. Ehlibeyt taraftarları ise yoğun baskılar sonucu her zaman gizlenmek zorunda bırakıldılar. Bunun sonucu ortak bir örgütlenme yaratılamadı. Yaratılamayınca da kopukluk başladı ve böylece temel değerlerin dışında kalan ama günlük yaşamda belirleyici bir çok konuda farklılıklar ortaya çıktı. Bunun en can alıcı örneği günümüzde kendisini Alevi ve Şii olarak adlandıran toplumlar arasında görülüyor. Aleviler daha çok Anadolu’da, Balkanlar’da ve kısmen Ortadoğu’da yaşamaktalar. Şiiler ise Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asya’da yaşamaktalar. Aleviler ile Şiiler arasındaki temel noktalar: Peygambere, On İki İmamlar’a, Ehlibeyt’e, Kuran’a, Hz. Ali’ye bağlılıktır. Bunun dışında şüphesiz daha bir çok ortak nokta var. Ama ayrı noktalar da bir o kadar fazla. Şimdi hangisinin haklı veya daha doğru olduğu tartışmasına girmeyeceğiz. Bu tartışma yaklaşık 200 yıl kadardır sürüyor. Ayrılığın başlangıcı 1800’lü yıllara dayanmaktadır. 1500’lü yıllarda başlayan ve Şah İsmail’in önderlik ettiği birliktelik 1800’lü yıllarda son bulmuş, dünyadaki Ehlibeyt taraftarları arasındaki bağlantı kopmuştur. İşte yaşanan bütün farklılıklar bu 200 yıllık zaman diliminde gerçekleşmiştir. Ama farklılık çok belirleyici olmuştur. Örneğin Asyalı bir Şii`nin önder kabul ettiği bir şahsiyeti diğer Ehlibeyt taraftarları tanımıyorlar bile. Yine bir Anadolu Alevisinin önder kabul ettiği birisini diğer Ehlibeyt taraftarları tanımıyorlar. Biz olayın özetini böyle vermeye çalıştık. Sonuç olarak şunu belirtebiliriz ki; Ehlibeyt taraftarları birbirilerine inançlarını empoze etmek, dayatmak, kabullendirmek yerine ya da kendi doğrularını savunmak yerine ortak değerler etrafında buluşmadılar. Bu salt Aleviler için değil, bütün insanlık için geçerlidir. Yine Ehli sünnet için de geçerlidir. Ehlibeyt ve Ehli sünnet taraftarları ortak noktalarda buluşmalı ayrı noktalarda ise karşısındakinin inancına saygı duymalıdır. İnsanlığın huzuru, barışı böylesi bir atmosferde gerçekleşir. Aleviler, Ehlibeyt taraftarları böylesi bir dünyanın özlemi içinde olup bunun için azami çaba sarf edenlerdir. Şimdi sıra diğer inanç sahiplerinde.

Tahtacılar kimlerdir?

Tahtacılar, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan Alevilerdir. Anadolu Alevi mozaiğinin en renkli öğelerinden olan Tahtacılar, genellikle orman işiyle uğraştıkları için bu ismi almışlar. Osmanlı kayıtlarına 16. yüzyılda "Cemaat Tahtacıyan" olarak geçmişlerdir. Bazı bilgilere göre Tahtacılar 11. yüzyılda Anadolu’ya göçen "Ağaçeri"’lerin soyundan gelen bir topluluk. Tahtacılar çoğunlukla göçebelikten yerleşik düzene geçmiş durumdalar.

Tahtacılar tarih boyunca bir çok batılı araştırmacının dikkatini çekmişlerdir. Bu araştırmacıların dikkatini en çok Aleviliği uygulama biçimleri ve doğayla olan ilişkileri çekmiştir.

Tahtacılar tarih boyunca hep doğayla iç içe yaşamışlardır. Doğayı sevmek, onunla birlik olmak, onu yaşamın kaynağı olarak görmek... Bununla beraber Tahtacılar doğal bitkilerden elde ettikleri ilaçlarla kendi dertlerinin dermanını kendileri bulmuşlardır. Yine Tahtacıların giyim kuşamları, el sanatları, yemek kültürleri ile büyük bir kültürel zenginliğe sahipler. Örneğin desen desen halıları, yine büyük kıl çadırlar. Bu çadırlar yağmur geçirmez. Kışın sıcak, yazın serinletici olurlar. Bütün bu özgünlüklerle beraber Alevi öğretisini uygulamaları, Alevi inancının kadına verdiği özgürlüğü yaşamsallaştırmaları, tarih boyunca ve günümüzde bütün Alevilerde olduğu gibi Tahtacılar için de bir aşağılanma konusu olmuşlardır. Tahtacı kadını gerçek anlamıyla yiğit bir kadındır. Zorlu göçebelik koşullarında işin en büyük kısmı Tahtacı kadınının omuzundadır. Tahtacı kadını ana olarak fedakârdır, çocukların bakımı, klasik ev (çadır) işleri, hayvanların bakımı ve hayvansal ürünlerin üretime dönüştürülmesi, bütün bunları Tahtacı kadını gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra dağ koşullarında oluşan yiğitlik ve özgürlük. Yiğitliği iki anlamda kullanabiliriz. Hem fiziksel hem ruhsal yiğitlik.

Başta da belirttiğimiz gibi Tahtacılar Alevi toplumunun önemli bir öğesi durumundadır. Günümüzde her ne kadar yerleşik hayata geçip kendilerine Tahtacı denilmesinden hoşlanmasalar da, Tahtacılar gerçek anlamıyla büyük bir kültürel zenginliğe sahiptirler. Bu zenginlikler salt Tahtacı Aleviler ve diğer Alevi topluluklar için değil, bütün insanlık için bir değerdirler.

Yobazlık nedir ve yobaz kimdir?

Eskimiş, kokuşmuş, kirlenmiş, bozulmuş, miadını doldurmuş olan düşünce ve yaşam biçimini inatla savunan, bunun doğruluğuna katî bir şekilde inanan ve bu doğruluğu kendine yaşam biçimi seçerek dolaylı ya da direkt bunu diğer insanlara dayatan insan yobazdır. Bu yobaz kavramını daha çeşitli örneklerle ele alıp değerlendirmekte mümkün. Fakat öz itibariyle yobaz, geriliği temsil eden kişidir.

Yobazlık gericiliktir. Yobazla muhafazakâr karıştırılmasın. Yine yobazlığı geriye gitme şeklinde belirtirken, bu her türlü yozluğu yenilik adına sunan ve sahiplenen olarak anlaşılmasın. Nasıl ki yobazlık eskimişi, köhnemişi, kirlenmişi temsil ediyorsa; yozluk da yenilik adına sapıtmışı, dejenere edilmişi temsil etmektedir. Yobazlığa da, yozluğa da karşı olmak gerekiyor.

İsmaillilik nedir?

İsmaillilik diye de bilinen İsmailliye mezhebi, adını altıncı imam Caferi Sadık’ın oğlu İsmail’den almaktadır.

İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır ve İmam Caferi Sadık’tan sonra gelen yedinci İmam konusunda anlaşmazlık çıktı. Alevilerin büyük çoğunluğu yedinci imam olarak Musa Kazım’ı tanıdı. Bir kısım Alevi ise yedinci imam olarak İsmail’i tanıdı.

İsmaillilik daha çok Fatımiler vasıtasıyla kuzey Afrika’da gelişim buldu. Diğer Aleviler kadar olmasa da daha bir çok coğrafyada taraftar buldu. İsmailiye’nin diğer Alevi mezheplerinden farkları, talidir. Öz aynıdır. Yine coğrafyanın belli etkileri ve imamlık seçimi konusunda anlaşmazlık olmasına rağmen bir çok noktada birliktelik vardır.

Günümüzde az sayıda da olsa İsmaillilik taraftarı vardır. İsmaillilik diğer Alevi mezhepler gibi tarih boyunca baskılara uğramış, bu baskıların neticesinde çok sayıda taraftarını kaybetmiştir. Bütün asimilasyona rağmen İsmaillilik belki Fatımiler dönemindeki kadar etkin değil ama varlığını sürdürüyor. İsmailiye’yi bir zenginlik olarak algılamak gerekir. Ve onların doğrularına çağdaş ölçüler dahilinde, yine Ehlibeyt’e bağlılık temelinde saygı gösterilmesi gerekmektedir.

Kerbela ne anlama geliyor?

Kerbela günümüzde Irak sınırları içinde yer alan bir bölgenin adıdır.

Kerbela’yı önemli kılan; Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu üçüncü İmam Hüseyin’in 680’de Emevi halifesi Muaviye oğlu Yezid’in askerleri tarafından Kerbela’da şehit edilmesidir. Bu insanlık dışı katliam tarihe "Kerbela Olayı" olarak geçmiştir.

Kerbela Olayının Aleviler için önemi nedir ve Kerbela Olayı nasıl gelişti?

Kerbela olayı aradan asırlar da geçse unutulmayacak kadar derin, anlamlı, öğreticidir.

Kerbela, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, lanetli ile kutsalın, karanlık ile aydınlığın hesaplaşmasıdır. İmam Hüseyin burada kutsallığı, mazlumu, aydınlığı temsil etmektedir.

Kerbela Olayı’nın kökeni Hz. Peygamberin veda hacı’na ve yazılmayan vasiyetine kadar gider. Bilindiği gibi Hz. Muhammed peygamberliğini açıkladıktan sonra İslamiyet hızla gelişti. Bu gelişme Mekkeli müşrikleri telaşlandırdı. Onlar Hz. Muhammed’e olmadık engeller çıkardılar. Hz. Muhammed bütün bu engelleri aştı. Hz. Muhammed bütün bu müşriklerin, putperestlerin çıkardığı sorunlar ve engellerle mücadelede en büyük yardımı Hz. Ali’den görüyordu. Hz. Ali Peygamberin yanında eğitim almış, İslamiyet’i ilk kabul etmiş ve ayni zamanda Peygamberin kızı Hz. Fatma ile evlenerek Peygamberin soyunun sürdürücüsü olmuştu. Hz. Ali Kuran’da geçen ve onlarca hadiste geçen Ehlibeyt’tendir. Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demektir. Ehlibeyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra İslam dini gelişmeye devam etti. O kadar gelişti ki, Mekkeli putperestler bile Müslüman oldular. İşte bu putperestlerin içinde Mekke’nin en zengin kişilerinden biri olan Ebu Süfyan da vardı. Ebu Süfyan ve benzerleri İslam’a Peygambere inandıkları için Müslüman olmadılar. Onlar gelişen İslamiyet’in maddi değerlerine sahip olmak için Müslüman oluyorlardı. Hz. Muhammed bütün bunları görüyor ve ona göre de önlem alıyordu. Hz. Muhammed çok açık bir şekilde kendisinden sonra Müslümanların önderinin (Halifesinin) Hz. Ali olması gerektiğini beyan etmiştir. Ama bütün bunlar hiçe sayıldı. Hz. Muhammed’in vefatından sonra bu eskinin putperest, müşrik bezirganları bir ara geçiş dönemi hazırladılar. Bu dönemde sırasıyla Ebubekir, Ömer ve Osman halife oldular. Daha sonraki dönemde ise Hz. Ali halife oldu. Hz. Ali’nin halifeliği daha baştan engellenmiş ve onun aşağılanması, yiğitliğinin, fedakârlığının basitleştirilmesi sağlanmıştı. Hz. Ali bütün bu oyunlara karşı doğru bildiği Hak yolundan şaşmamış, dünya malına, paraya pula tamah göstermemişti. Hz. Ali kendisine yapılan onca haksızlığa karşın sabır göstermiş, İslam toplumunun içine nifak sokulmasın diye, kan dökülmesin diye insanları doğruluğa davetini sürdürmüştür. Ama ne yazık ki, Hz. Ali’nin bütün bu çabalarına karşın dünya malına tamah gösterenler, gözünü iktidar hırsı bürümüş olanlar bunu anlamıyordu. Nitekim Ebu Süfyan oğlu Muaviye yaptığı bin bir dalavere ve haksızlıkla kendisini halife ilân ediyordu. İslamiyet’i bir iktidar aracı olarak görüyordu. Muaviye Hilafeti de babadan oğula geçecek bir kurum olarak şekillendiriyordu. Muaviye dönemindeki Emevi saltanatı salt Hilafet için değil, aynı zamanda kendi iktidarlarına hizmet edecek bütün din dışı gelenekleri, töreleri, adetleri din adına kurallaştırıyor, kurumlaştırıyordu.

Hz. Ali ve Ehlibeyt var gücüyle bütün olumsuzlukları gidermeye çalışıyor, insanları gerçeğe davete devam ediyorlardı. Ama Muaviye acımasızdı. Hz. Ali şehit ediliyor, ardından ikinci imam Hasan zehirlettirilerek şehit ediliyordu. Bu arada Muaviye ölüyor, yerine oğlu Yezid geçiyordu. Yezid kendi iktidarı için İmam Hüseyin’i tehlikeli görüyordu. Çünkü İmam Hüseyin Ehlibeyttendir. Yani Hz. Peygamberin torunu, Hz. Ali’nin oğluydu. O, doğruluğun, hakkın, adaletin, gerçeklerin yılmaz savunucusuydu.

Bu arada Emevi saraylarında din dışı ne varsa din adına meşru gösteriliyordu. Halk isyan ediyor ama Emevilerin kurduğu askeri teşkilat halka göz açtırmıyordu. İşte Küfe halkı da baskılardan bıkmıştı. Küfeliler her gün İmam Hüseyin’e davet üstüne davet gönderip, kendisini halife olarak kabul ettiklerini belirtiyorlardı. İmam Hüseyin engin öngörüsüyle Küfelilerin ihanet edebileceklerini biliyor buna karşın kendi sorunluluğunun gereğini yerine getireceğini söylüyordu. Ve İmam Hüseyin yakın aile çevresi ile Küfe’ye varmak için yola çıkıyordu. Emevi saltanatının sürdürücüsü lanetli Yezid bu durumu haber alıyor ve önüne engeller çıkarıyor, onu öldürmek için planlar kuruyordu. Yezid ve taraftarları Küfelilerden Hz. Hüseyin taraftarlarını baskı altına aldılar. Bazılarını ise rüşvetle ve çeşitli vaatlerle İmam Hüseyin’den bağlılıklarını vazgeçirdiler. İmam Hüseyin’in ailesi yaklaşık 70 kişiden oluşuyordu. Buna karşın Yezid’in ordusu ise binlerce kişiden. Yezid’in komutanları, İmam Hüseyin’e Yezid’e biat etmesini ve böylelikle onu bırakacaklarını söylediler. İmam Hüseyin asla zalime biat etmeyeceğini, boyun eğmeyeceğini ve gerekirse bunun için şehit olacağını defalarca tekrarladı.

İmam Hüseyin dediği gibi yaptı ve Yezid’e biat etmeyerek, onurlu bir şekilde direnerek şehit düştü.

Kerbela Olayı İslam’da safları netleştirmiştir. Zalime asla biat edilmeyeceğini göstermiştir. Alevilik inancında Kerbela Olayı büyük bir öneme haizdir. Aleviler dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, adları ne olursa olsunlar, Hz. Hüseyin’e bağlıdırlar. Onun için oruç tutarlar, yas tutarlar. Onun çektiği acıları bir nebze de olsa hissetmek için çile çekerler. Aleviler sadece yas tutarak İmam Hüseyin’i anmazlar. Aynı zamanda ondan her defasından bir şeyler öğrenirler. Dünya döndükçe, insanlar varoldu kça Kerbela unutulmayacak.

Nusayrilik nedir?

Adını kurucusu Muhammed Bin Nusayri’den alan Nusayrilik daha çok Ortadoğu ve Anadolu’da gelişmiş, taraftar bulmuştur.

Nusayriler tarih boyunca en çok ezilen Alevi fırkalar arasında ilk sıralarda yer alırlar. Nusayrilere insan onurunu zedeleyen yakıştırmalar, aşağılanmalar, iftiralar yapılmıştır. Günümüzde dahi bu tür sapkın düşünceli kimseler Nusayrileri aşağılamaya, karalamaya, küçük düşürmeye devam ediyorlar.

Nusayriliğin kurucusu olarak tanımlanan Muhammed Bin Nusayr, on birinci (11.) imam Hasan Askeri zamanında yaşamıştır. 11. imam Hasan Askeri’nin en sadık, bilgin öğrencilerindendi.

Nusayriliği diğer Ehlibeyt mezheplerinden/örgütlenmelerinden ayrı tutamayız. Nusayrilikte kesin bir Ehlibeyt bağlılığı vardır. Nusayriliğin inanç temelleri bu bağlılık temelinde şekillenmiştir. Tarih boyunca bazı akımlar ve kimseler Nusayriliği Ehlibeyt dışına atmaya çalıştılar. Ama bunda başarılı olamadılar. Nusayriliğin inanç esasları, bazı şahsiyetsizlerin iftiralarına karşın Ehlibeyt ve On İki İmamlar sevgisi ve bağlılığı temelinde oluşmuştur.

Anlaşılması ve bilinmesi gereken; Nusayrilik bir Alevi inancıdır. Farklılıkları, özgünlükleri olmasına karşın bir Alevi inancıdır. Bu farklılık ve özgünlükler birer zenginlik ve kazanımdır. Nusayrilik bütün çarpıtmalara, karalamalara, saptırılmalara rağmen günümüzde de varlığını sürdüren Ehlibeyt ve On İki İmamlar’a bağlı bir Alevi inancıdır.


HerHangiBiri 8 Kasım 2008 05:06

Sorularla Alevilik - II


“Eline, Beline, Diline sahip ol” ne anlama geliyor?

Herhalde dünyada anlamı bu kadar derin ve kapsamlı olan ama aynı zamanda sadece üç sözcük olan başka bir kavram yoktur. Bazılarının onlarca kitaba, yüz binlerce sözcüğe sığdıramadığını Alevi önderi Hacı Bektaş Veli üç sözcükle anlatmış. ELİNE, BELİNE, DİLİNE SAHİP OL.

İnsanın bu üç organı toplumu ve insanı geliştirdiği, özgürleştirdiği gibi aynı zamanda insanı ve toplumu düşkünleştirir, yozlaştırır. Ulu Hünkâr bütün bu gerçeklikten yola çıkarak Alevi inancında sağlam bir ahlâk sistemi kurmuştur. Şimdi bu ahlâk sistemini biraz daha inceleyelim:

EL: İnsanın eli her türlü iyiliğin ve yine kötülüğün uygulayıcısıdır. İnsan eline sahip olmadı mı katil, hırsız olur. İnsan eline sahip oldu mu üretir. Üreten ve yaratan, çaba sarf eden, emek harcayan insanda güzel insandır. Güzel insanda kendisinden başlayarak topluma hizmet edendir. Toplumsal huzuru, barışı sağlayandır.

BEL: İnsan kendi hayvani cinsel güdülerine hâkim olmadı mı her türlü *****lığı yapar. *****lık, toplumsal çürümeye, ahlâksızlığa götürür. Bunun zıddı olan, yani insan cinselliği olumlu anlamda bir üreme aracı olarak değerlendirdiğinde sonuç yine toplumsal ve bireysel huzur olur. Yine insan doğan çocuğuna gereken ilgiyi göstermedi mi o çocuk toplumun başına belâ olur, her türlü zararlı olaya açık olur. Demek ki; insan eline, beline hâkim olmakla salt hayvani güdülerini dizginlemiyor. Bununla beraber oluşturduğu aile sistemiyle kendisinin vesile olduğu çocuğunu da eğitiyor.

DİL: Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan organdır. Bir insan dilini iyilik için de kullanabilir kötülük için de. İnsan dilini yalandan, riyadan, sahtelikten korumalı ve yalana, sahteliğe alet etmemeli, yani diline sahip olmalı. Duyduğu olumsuzlukları düzeltmeli, yalandan kaçmalı, kilit vurmalı. Dilini iyi, güzel insanı ve dolayısıyla toplumu huzura kavuşturacak şekilde kullanmalı.

Ulu Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Makalat adlı kitabında şöyle sesleniyor insanlığa: "İnsanın üç iyi dostu vardır. Öldüğünde, bunlardan biri evde, öbürü yolda kalır. Üçüncüsü ise kendisiyle birlikte gider. Evde kalan malı, yolda kalan dostlarıdır. Kendisiyle giden ise iyiliğidir."

Bir insan Eline, Beline, Diline sahip olduğu müddetçe iyi bir insandır. Eline sahip olmakla; kendisini her türlü şiddetten, hırsızlıktan, cinayetten korumuş olur. Beline sahip olmakla; çocuğuna iyi bir baba, eşine ise iyi bir eş olur. Yoksa her türlü hayvani güdüyü tatmin etmek için ömrünü geçirir. Diline sahip olan ise kendisini her türlü yalandan, sahtelikten korumuş olur. Eğer insanlık bu ilkeleri asgari bir şekilde uygulasa her türlü yozluğun ve yobazlığın sonu gelir.


Alevi deyişlerinde sıkça gecen “Kırklar” kimleridir ve ne anlama geliyor?

Kırklarla ilgili farklı anlatımlar var. Ama bu zamanı, mekânı farklı anlatımların hemen hemen hepsinin özü aynıdır. Bu ortak öze göre Kırklar; bir gün Hz. Muhammed, Medine’de yaptırdığı ibadethanenin bitişiğindeki toplantı yerine gelir ve kapıya vurur, içeride Kırklar toplantı halindedirler. Yalnızca bir iş için dışarıda bulunan Salman-i Farisi orada yoktur. Hz. Muhammed’e kapıyı açmadan kim olduğunu sorarlar. Peygamber olduğunu söyleyince, "bizim içimizde peygamberin yeri yok" diyerek kapıyı açmazlar. Hz. Muhammed üzülerek geri döner. Yolda, kulağına Tanrıdan bir ses gelir. Bu sese uyarak tekrar kapıyı çalar. Kim o dendiğinde "kavmin seyyidi, yoksulların hizmetçisiyim" karşılığını verir ve kapı açılır. İçerdekilere kimler olduğunu sorar. Onlarda "biz Kırklarız, toplandık, konuşuyoruz" derler. Hz. Muhammed, "siz kırk değil, otuz dokuz kişisiniz" deyince, onlarda "biz kırk kişiyiz, kırkımızda bir kişiyiz" karşılığını verirler. Hz. Muhammed kararsızlık geçirince Hz. Ali koluna bir kesik atar, otuz dokuz kişinin kolundan yere birer damla kan akar. Bu kan damlalarının ortasına bir damla kan da çatıdan düşer. Bu, dışarıda görevli olarak bulunan Salmanı Farisi’nin kanıdır. Sonra Hz. Ali kolunu sarar ve kanı durur. Bundan sonra Salmani Farisi elinde bir üzüm tanesiyle içeri girer ve Hz. Muhammed’e; "al bunu pay et" der. Hz. Muhammed’de üzüm tanesini ezer ve suyunu kırk kişiye pay eder. Üzüm suyundan içen kırk kişi kendilerinden geçerek ayağa kalkıp dönmeye başlarlar. Hz. Muhammed’de onlara eşlik eder. Bir ara Hz. Muhammed’in takkesi yere düşer. Bunu alıp kırka bölerler ve kuşak yapıp bellerine sararlar.

İnanca göre diğer insanlardan farklı ama kim oldukları bilinmeyen Allah dostu erenler vardır. Bunlara "Gayb Erenler" de deniliyor. Kırklarında hepsinin kimler oldukları bilinmiyor. Ama Cem ibadetine kaynaklık ettikleri de bir gerçek.

Yunus Emre Alevimiydi?

Her ne kadar bazıları gizlemeye çalışsa da Yunus Emre bir Alevidir.

Sanatıyla, düşüncesiyle kendinden sonraki kuşakları etkileyecek kadar büyük bir kişilik Yunus Emre, bu kişiliğe giden yolda ilk dersi büyük Alevi önderi Hacı Bektaş-ı Veli’den almıştır.

Yunus Emre Anadolu’da hüküm süren Selçuklu devletinin halkı zulüm altında tuttuğu, baskılar uyguladığı ve bir de durmaksızın yinelenen Moğol saldırılarının olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde bir de kıtlık olunca Anadolu insanı daha da perişan oldu. Perişan olanlardan biri de Yunus Emre’ydi. Hacı Bektaşı Veli’nin yapıtlarından "Vilayetname"’de geçen anlatıma göre Yunus Emre bu kıtlık olan yılda köyünden yola çıkarak ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin dergâhına varıp biraz buğday isteyecekti. Giderken eli boş gitmemek için yolda heybesine alıç doldurdu. Ulu Hünkâr’ın huzuruna varıp halini anlattı. Bir kaç gün misafir kaldıktan sonra gitme vakti gelmişti. Hünkâr, Yunus’a şöyle dedi: "Buğday mı verelim nefes mi?" Yunus: "Nefesi ne edeyim, eşim çocukların aç bana buğday verin." Bunun üzerine Yunus’a buğday verdiler. Yunus dergâhtan ayrılınca yaptığı hatayı fark etti ve tekrar dergâha döndü. Halifeler durumu Hünkâr’a bildirdiler, o da: "Biz kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye sunduk. Varsın ondan nasibini alsın." dedi. İşte asırlardır güncelliğini ve derinliğini koruyan Yunus Emre kişiliğinin başlangıç noktası burasıdır. Yunus bundan sonra yıllarca Tapduk Emre’nin dergâhında emek verir. Bu aynı zamanda eğitimdir de. Bu eğitim sonucu öğrendiklerini insanlarla paylaşmak için bütün Anadolu’yu gezer.

Aleviler için müziğin anlamı ve önemi nedir?

Her dinsel toplumun kendine has bir müziği vardır. Bu müzik, inancın felsefesinin insan ruhuna ve düşüncesine daha kolay hitap etmesini sağlar.

Dinsel müzikler daha çok dinsel törenler, toplantılar sırasında seslendirilir. Genel anlamda dinsel ilâhiler, müzikler gündelik yaşamda yokturlar. Bu durum Aleviler ve Alevi müziği için geçerli değildir. Bu dünyada eşine ender rastlanan bir durumdur. Alevi müziği salt Alevilerin ibadet törenlerinde değil, yaşamın bütününde yer alır. Yine Alevi müziği salt Alevilere hitap etmez. Toplumun bütün kesimlerine hitap eder. Bu Alevi müziğini gündelik yaşamın vazgeçilmez bir parçası yapar.

Alevilerde vazgeçilmez olan saz, söz, semah, Alevilerin belleklerini yitirmelerini engeller, onları moral olarak motive eder, duygularını fetheder, bilinç verir, toplumu birbirine kenetlenmesini sağlar. Alevi önderleri bu gerçeği görmüşler ve önderliklerinin yanı sıra aynı zamanda sanatsal anlamda üretimleri ile Aleviliğin evrenselleşmesini sağlamışlardır. Örneğin Şah İsmail. Şah İsmail’in Hatayi mahlâsı ile yazdığı şiirler, türküler günümüzde dahi popüler.

Anlaşılması ve bilinmesi gerekenler:

Alevi müziği salt dinsel bir müzik olmayıp yaşamın içinde, gündelik sorunlardan tutalım insanın duygularına kadar hitap edebilen ve böylece insanı moral olarak yücelten, onu felsefi olarak geliştiren, toplumsal olarak örgütleyen bir işleve sahiptir. Bu tarih boyunca böyleydi. Günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Caferilik nedir?

Caferilik, On İki İmamlar’ın altıncısı olan İmam Caferi Sadık tarafından kurulmuş bir Alevi mezhebidir. Caferiliğin temelinde Hak-Muhammed-Ali sevgisi, Ehlibeyt’e bağlılık ve On İki İmamlar’a bağlılık vardır.

Caferilik, Ehlibeyte inananların çoğunluğu tarafından kabul görmüştür.

Caferilik inancının temellerini altıncı İmam Caferi Sadık atmıştır. Caferi Sadık, derin bilgisiyle diğer imamlardan farklıdır. Yine İnsanlığı ilgilendiren ilmi konularda yaptığı yorumlarla, getirdiği çözümlerle bir çok insanı eğitmiş, geliştirmiştir. İmam Caferi Sadık bu çok yönlü bilge kişiliğiyle salt Ehlibeyt’e bağlı olanları değil, aynı zamanda Ehli-Sünnet’e bağlı olanlarında hayranlığını kazanmıştır. Caferi Sadık’ın bu çok yönlü gelişkin kişiliği, onun düşüncelerinin Ehli-Sünnet tarafından benimsenmesini beraberinde getirmiştir. Ama maalesef Caferi Sadık’ın düşünceleri genellikle değiştirilmiş, özünden boşaltılmış halde Ehli-Sünnet’e ulaşmıştır. Bunun sonucunda, Caferi Sadık’ın kesin olan Ehlibeyt’e bağlılığı bile tartışılır hale getirilmiştir. Her ne kadar başta Anadolu Alevileri olmak üzere Caferi Sadık düşüncesi sahiplenilmişse de bazı alanlarda Caferilik adı altında geri bir Sünnilik temsil edilir hale gelmiştir. Yine iyi niyetlice de olsa bazı Caferi Aleviler pratikte Sünnileşmişlerdir.

Şüphesiz bu duruma gelinene kadar onlarca aşamadan geçildi. Ve bu tarihsel aşamalarda Aleviler egemen iktidarlar tarafından sürekli ve sistematik bir şekilde asimilasyona tabii tutuldu. Bunun sonucunda maalesef egemenler yer yer başarılı oldular. Egemen güçler bu başarılarıyla tarih boyunca Alevilere önderlik etmiş Caferi Sadık gibi bir önderi bile sahiplendiler. Bu sahiplenme Caferi Sadık´in öz düşüncesi ve inancı ile olmayıp, düşünceleri yontulmuş, inancı değiştirilmiş şekilde gerçekleşti.

Caferilik üzerine bilinmesi gereken temel bilgiler:

Caferi Sadık’ın düşüncesi ve inancının örgütlenmesi olan Caferilik her ne kadar yozlaştırılmaya, çarpıtılmaya çalışılsa da bir Alevi inancıdır. Yine Caferi Sadık bütün çarpıtmalara, yozlaştırılmaya, anlamsızlaştırılmaya karşın büyük bir Alevi önderidir. Aleviler yeniden, inatla, ısrarla ve kararlılıkla Caferi Sadık düşüncesini ve inancını sahipleniyorlar. Alevilik inancı var oldukça Caferi Sadık ulu bir Alevi önderi olarak Aleviler tarafından sahiplenilmeye devam edinilecektir. Caferi Sadık günümüzde de bütün çarpıtmalara, anti propagandaya karşın Alevilere yol göstermeye, önderlik etmeye devam ediyor.

Yedi Ulu Ozan kimlerdir?


Alevi tarihine deyişleriyle, şiirleriyle yön vermiş, Alevi inancına bağlılıklarını yaşamlarıyla kanıtlamış olan yedi ulu ozan şunlardır:

Şah Hatayi

Pir Sultan Abdal

Kul Himmet

Yemeni

Virani

Fuzuli

Seyit Nesimi

Bu yedi ulu ozana Aleviliği teorileştirenler de diyebiliriz. Bu ozanlar Alevilik felsefesini en iyi şekilde dile getirmişlerdir. Bu ozanların şiirleri, söyledikleri sözler Aleviler için adeta kanun sayılmıştır. Cemlerde en çok bu ozanların deyişleri çalınır, şiirleri okunur. Bu ozanların şiirleri ve deyişleri günümüzde de popülerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu ozanlar aradan geçen tarihi silmişler, güncelliğinden hiç bir şey kaybetmeden günümüzde de Alevilerin moral ve direnme gücü olan şiirleri, deyişleriyle ölümsüzleştirmişlerdir. Sanırız bu konuda yanlış bir anlaşılma mevcut. Bazı kimseler Alevi ozanların sayısının yedi ozan ile sınırlandığını düşünmekte, söylemekteler. Bu bir yanılgıdır. Alevilerde şüphesiz ulu mertebesine gelecek daha nice ozanlar var. Yalnız bu ozanlar semboldür. Kimse Alevi ozanların sadece bu yedi ulu ozan ile sınırlı olduğunu sanmasın. Bu yedi ulu ozan diğer ozanların temsilcisi, sözcüsü, sembolü konumundadırlar

Dua nedir ve işlevi nedir?


Son tahlilde insanoğlu aciz içinde olan bir varlıktır. Bu durum insanlık tarihine kadar uzanır. Teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun, yaşam standardı ne kadar yükselmiş olursa olsun insanoğlu her zaman yaratıcı güce muhtaç olacaktır. Dua’da bu aşamada devreye giriyor.

Dua bir ibadet biçimidir. Hz. Peygamberin ifadesiyle "ibadetin özüdür". İnsanlar sıkıntılı anlarında olduğu gibi bolluk ve bereketli dönemlerde de duaya sığınmışlardır.

Duayı diğer ibadetlerden ayıran en büyük özellik onun biçimsel olmayıp daha çok bireysel bir ibadet şekli oluşudur. Yani Allah ile kurulan bire bir "iletişimdir". Bu iletişimin zamanı, mekanı ve biçimi yoktur. Şüphesiz toplumsal olarak bir araya gelindiğinde birlikte okunan dualar da vardır. Bu dualar daha çok ortak noktaların çoğalmasına yaramaktadır.

Tekrar belirtmekte yarar var. Bu ibadetin en önemli özelliği zaman, mekan ve biçimsellikten arınmış olmasıdır, ayrıca yaratıcı güçle insanoğlunun birebir iletişimi olmasıdır. Ama toplumsal gelişim açısından genel duaların bilinmesi ve zikredilmesi de önemlidir.

Alevi Hukuku nedir?

Alevi hukuk sistemi Sünni hukuk sisteminden çok farklıdır. Tarih boyunca Aleviler, kendilerini sürekli ve sistematik bir şekilde baskı altına alan ve zulüm eden egemenlerin hukuk sistemine alternatif bir sistem geliştirdiler. Bu hukuk sisteminin Sünni hukukuyla ortak noktaları çok azdır. Toplumsal yaşamı düzenlemede, toplumsal yaşam içinde çıkan anlaşılmazlıklarda getirilen çözümler, sunulan öneriler bir çok alanda zıtlık teşkil etmişlerdir. Aleviler, Sünni hukuk anlayışına nadiren başvurmuşlar. Kendi aralarında çıkan sorunları kendi Mürşid’leri önderliğinde halk mahkemesi şeklinde çözmüşlerdir. Bu anlamıyla halk mahkemesini toplumun bire bir katıldığı ve çözüm getirdiği, ceza verdiği bir kuruma dönüştürmüşlerdir. Tabii günümüzde bu hukuk anlayışı ne kadar uygulanıyor tartışılır. Fakat gerçek olan Aleviler tarih boyunca zorunlu olmadıkça devletin/devletlerin mahkemelerine başvurmamışlardır.

Alevi hukuk sistemi, toplumsal yaşam içerisinde çıkan irili, ufaklı anlaşmazlıkları Alevi inancının temel ilkelerini esas olarak çözmüştür. Alevilere atfedilen, hiç bir gerçekliği olmayan tamamen Aleviliği ve Alevileri karalamaya yönelik iftiraların aksine; Alevi toplumu kendisini bu hukuk sistemi ile güçlendirmiş ve buna bağlı olarak ta muazzam bir ahlâk sistemi (eline, beline, diline sahip ol) ile iftiracıların aksine müthiş ahlâklı, paylaşımcı, eşit bir toplumsal yaşam oluşturmuştur. Biz burada Alevi hukuk sistemini bütün detaylarıyla açıklamayı gereksiz görüyoruz. Yine de Alevi hukuk sistemini özet olarak belirtmek gerekir:

Alevilikte yargılamanın amacı; haklı olanın hakkını geri almak ve suçlu olanı kötülüklerinden arındırarak tekrar toplumsal yaşam içerisine dönmesini sağlamaktır. Bu anlamda yargılama aynı zamanda bir eleştiri-özeleştiri, arınma, temizlenmesine ve gerçeği bulmak için bir vesiledir.

Alevilikte suç oranına göre cezalar vardır. Alevi hukukunda ceza, cezalıdan öç alma değil, onu düzeltme, yeniden ahlâklı kılma ve topluma kazandırmak için bir araçtır. Alevi hukuk sisteminde toplumsal sorunlarda en ağır ceza teşhir ve tecrit etmedir. Teşhir ve tecrit edilen birisi "düşkün"dür. Düşkün, ceza süresi bitene kadar toplum tarafından dışlanır. Cezası bittikten sonra ise tekrar toplum içine dönebilir.

Buyruk nedir?

Alevi inancı günümüze kadar iki kaynaktan ulaştı. Bunlar sözlü ve yazılı kaynaklardır. Sözlü gelenek daha çok etkili olmuştur. Çünkü Aleviler dünyanın bütün coğrafyalarında hep muhalefet olmuştur. Muhalifliğinden dolayı yazılı kaynakların çoğu yok edilmiştir. Edilemeyen bu kaynaklarından birisi de Buyruk’tur. Altıncı imam Cafer Sadık tarafından yazılan ve Aleviliğin ilkelerini, törenlerini anlatan Buyruk, Alevi inancının en önemli yazılı kaynaklarından birisidir.

Ehlibeyt ne anlama geliyor ve kimlerden oluşuyor?

Anlam olarak Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demek. Bu aile Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

Alevi inancının temelini Ehlibeyt sevgisi ve bağlılığı oluşturuyor. Ehlibeyt’in kutsallığı ve masumluğu Kuran’da şöyle geçiyor:

Ahzap suresi 33. Ayet

"Ey Ehlibeyt, Tanrı sizi her türlü kirden arındırdı ve sizin tertemiz kalmanızı diler".

Yine sevgili Peygamberin Ehlibeyt için söylediği hadisler var. İşte bu hadislerden bir kaçı:

* Kuran ve Ehlibeyt ikizdir.
* Ey halk, biliniz ki bende insanım. Allah’ın daveti bana yakında gelecektir. Bende onu kabul edeceğim. İşte ben size iki mühim ve en değerli emaneti miras bırakıyorum. Bunlardan birincisi Kuran, ikincisi benim Ehlibeyt’imi. Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size Ehlibeyt’imi tavsiye ediyorum. Allah’ın huzurunda size ehlibeytimi tavsiye ediyorum.
* Bana ve Ehlibeyt’ime Selatü selam getirmeyenin duası kabul olmaz.
* Benim şefaatim, ümmetimden Ehlibeytimi sevenleredir.
* Ehlibeytim Nuh un gemisine benzer, ona sarılan ebedi kurtuluşa erer. Kim binmezse helâk olur.
* Ey insanlar, Allah’ı kendi nimeti ile sizi beslediği için seviniz. Beni de Allah’a olan muhabbetinizle seviniz. Ehlibeyt’imi de bana olan muhabbetle seviniz.
* Her şeyin bir esası, bir temeli vardır. Dinin esası da Ehlibeytimdir ve onlara muhabbettir.
* Ehlibeyt’ime eziyet eden, Allah’a eziyet eder.

# Bütün bu hadislerden anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber ümmetine Ehlibeyti’ne uymayı emretmiştir. Ama maalesef ümmetinden bazıları dünya malına tamah gösterip Ehlibeyt’e her türlü düşmanlığı yaptılar. Hz. Hasan’ı zehirlediler, Hz. Hüseyin’i Kerbela’da şehit ettiler. Ama sevgili peygamber olacakları görmüş ve ümmetine şöyle seslenmiştir:

"Yahudiler 71 fırkaya bölündüler, Hıristiyanlar 72 fırkaya bölündüler, sizlerse (Müslümanlar) 73 fırkaya bölüneceksiniz. Ama bu 73 fırkanın içinde sadece bir tanesi doğru yolu bulacaktır. O da benim Ehlibeyt’ime uyanlar olacaktır."

Fazla söze gerek yok. Her şey ortada. Ehlibeyt’e muhabbet ve bağlılık ibadettir.

Semah nedir?

Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".

Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Hz. Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Hz. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.

Semah yalnız Cemlerde dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semahın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Yani ilahi bir sırdır. Öyle günümüzde yapılanlar gibi herkesin kolunu açarak yapacağı bir dans değildir.

SEMAHIN BAZI ÖZELLİKLERİ

Semahı kadınlar ve erkekler oynar/döner. Semah Cemlerde dönülür. (Bunun dışında Alevi inancını tanıtan toplantılarda dönülür.) Semah sırasında Alevi ozanların deyişleri bağlama eşliğinde okunur. Semah sırasında el ele tutuşulmaz, ayaklar çıplaktır. Ya karşı karşıya ya da Halka şeklinde dönülür.

Semah ağır çalınan ve söylenen nefesler eşliğinde dönülür. Nefesler giderek hızlanır, buna bağlı olarakta Semah dönenler hızlanır. Semahçılar Dede/Mürşidin oturduğu bölüme sırtlarını dönmezler. Bölüme geldikleri zaman yüzleri çerağa dönük ve boyunları hafif bükük geçerler.

Özü aynı olan ama farklılıkları tali olan bir çok Semah türü vardır. Belli başlı Semah türlerini sıralayabiliriz:

Miraçlama

Ali Nur Semahı

Kırklar Semahı

Turnalar Semahı

Erkân Semahı

Gönüller Semahı

Ya Hızır Semahı

Nevruz Semahı

Hacı Bektaş Semahı

Muhammed Ali Semahı

Mevlana Alevimiydi?


Mevlevilik bir Alevi kurumumudur?

Mevlâna’nın Alevi olup olmadığı hep tartışılmıştır. Bizce Mevlâna Alevidir! Hatta diyebiliriz ki, Anadolu’daki Aleviliğin gelişmesinde, yaygınlaşmasında katkıları olmuştur.

Mevlâna, bazı kişilerce anlaşılmamakta ya da yarım yamalak anlaşılmaktadır. Bu yanlışlığın temelinde Mevlevilik kurumunun çoğu zaman iktidarlardan yana tavır almasından kaynaklanmaktadır. Ama gözden kaçan -ya da bilinçli bir şekilde gözlerden ırak tutulmaya çalışılan- Mevlâna’nın düşünceleri, felsefesidir. Çünkü bu felsefe ve anlayış, değil iktidar ile uğraşmayı dünya malı ile bile uğraşmamakta, insanın manevi sorunlarına eğilmekte, varlık sorununa cevaplar vermekte. Böylece de insanın iç dünyasıyla ilgilenmekte ve iç bünyeyi kirden arındırmaya davet etmektedir. Şu gerçeği de dile getirmek lâzım; Mevlevilik, Mevlâna’dan çok sonra kurumlaşmıştır. Dolayısıyla Mevlevilik kurumlaşınca da onun yöneticileri sistem ile iyi geçinmeye çalışmışlar, sistemin kendilerine sağladığı olanaklardan yararlanmışlardır. Bunun Mevlâna’nın düşüncesi ile ilgisinin olduğunun, onun felsefesinin orta yolcu olduğunu böylelikle de onun adına kurumlaşanların böyle davrandığını söyleyenler yanılmaktalar.

“Kim olursan ol

+ gel.
+ Yüz bin kere tövbe
+ etsen ve yüz bin kere
+ tövbeni bozmuş olsan da
+ gel.”

# Böylesi bir düşünceye sahip ulu bir şahsiyetin, iktidar diye bir sorunu olduğunu söylemek en hafif deyimle utanmazlıktır. Nasıl ki Hacı Bektaş, Bektaşi dergâhını idare edenlerin sorumlusu sayılmazsa, Mevlâna’dan çok sonraları onun adına dergâh kuranlar, iktidarlar ile haşır neşir olmuşlarsa bunda Mevlâna’nın ne sorumluluğu var? Doğrudur. Mevlevilik adına hareket edenlerden bazıları iktidar ile ilişkiler geliştirmişlerdir. Hatta bu yüzden olsa gerek Mevlevilik, Bektaşilik gibi kitleselleşmemiştir. Ama bunun sorumlusu Mevlâna’nın düşünceleri asla değildi.

Mevlâna, düşünce, inanç itibariyle kesinlikle Alevidir. Mevlevilik özünden saptırılmış, iktidarlara hizmet eder hâle gelmiştir, o ayrı konu. Ama Mevlâna kesinlikle Ehlibeyt taraftarıdır. Bu, ne kadar gizlenmeye çalışılsa da açıktır.

On Dört Masumu Pak kimlerdir?

Henüz çocuk yaşta iken zalimce katledilen ondört çocuğun adıdır. Ondört Masum Pak, arılığın, masumluğun, saflığın sembolüdürler. Ondört Masum Pak, Alevi toplumu için masumiyetin temsilcileri olmaları ile günlük yaşam içinde dahi anılırlar. Ondört Masum Pak, Ehlibeyt ve Oniki İmamlar’ın evlatlarıdırlar.

Ondört Masum-ı Pakların isimleri ve şehadetleri:

* Muhammed Ekber:
Hz. Ali’nin oğludur. Henüz 40 günlük iken Hz. Ali’yi Ebubekir’e biat ettirmek için evine baskın düzenleyen Ömer’in adamı olan Tahir tarafından kapı Hz. Fatma’nın üzerine devrilir. Bu esnada Fatma Ana’nın kucağında bulunan Ekber kapı altında ezilerek şehit olur.

* Abdullah: Hz. Hasan’ın oğludur. Yedi yaşında iken Muaviye’nin adamlarından Talha bin Amir tarafından şehit edilir.

* Abdullah: Hz. Hüseyin’in oğludur. İki yaşında iken Kerbela’da Erzak Dımışki tarafından şehit edilir.

* Kasım: Hz. Hüseyin’in oğludur. Üç yaşında iken Kerbela’da Hezime Kahl tarafından şehit edilir.

* Ali Asgar: Kerbela kıyımında bir yaşındaydı. Babası Hz. Hüseyin tarafından su verilmesi için Yezid’in askerlerine gösterilir. Bu esnada İbni Sadi’nin emriyle Harmele adında bir okçu tarafından şehit edilir.

* Kasım: Zeynel Abidin’in oğludur. Üç yaşında iken Bekir İbni Ur tarafından şehit edilmiştir.

* Ali Eftan: Beşinci İmam Muhammed Bakır’ın oğludur. Altı yaşında şehit edilir.

* Abdullah: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşında İbni Mercan tarafından şehit edilir.

* Yahya Hadi: Altıncı imam Cafer Sadık’ın oğludur. Üç yaşındayken Abbasi hükümdarının huzurunda şehit edilir.

* Salih: Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.

* Tayyip:
Yedinci imam Musa Kazım’ın oğludur. Yedi yaşında iken şehit edilir.

* Cafer Tahir:
Dokuzuncu imam Muhammed Taki’nin oğludur. Dört yaşında iken şehit edilir.

* Cafer:
Onuncu imam Ali Naki’nin oğludur. Bir yaşında iken şehit edilir.

* Kasım:
Onbirinci imam Hasan Askeri’nin oğludur. Bir yaşında iken şehid edilir.

Not:Ayrıca Ondört Masum-i Pak deyimi Hz. Muhammed, Hz. Fatma ve On İki İmamlar içinde kullanılıyor.

On Yedi Kemerbest kimlerdir?


Onyedi Kemerbest; Hz. Muhammed’e, Hz. Ali’ye, Ehlibeyt’e bağlı kırklar meclisinin üyeleri arasında bulunan, Hz. Ali tarafından kemerleri bağlanmış olan onyedi önderdir. Onyedi Kemerbest’in çoğu Ehlibeyt yolu için şehit olmuştur.

Onyedi Kemerbest’in adları:


* 1. Selmani Farisi
* 2. Ammar bin Yaser
* 3. Malik Eşter bin Haris
* 4. Muhammed bin Ebubekir
* 5. Veysel Karani
* 6. Abuzer Gaffari
* 7. Harrim bin Haris
* 8. Abdullah bin Yedi-Hazai
* 9. Abdullah bin Adiel
* 10. Abu el Hişam
* 11. Haris Şeyhani
* 12. Haşim bin Utbe
* 13. Muhammed bin Abu Hazika
* 14. Kamber hazretleri
* 15. Murtefi bin Vezza
* 16. Said bin Kays
* 17. Abdullah bin Abbas

Ahi Evren Alevimiydi?

Ahi Evren, Ahi örgütünün kurucusudur. Ahi örgütlenmesi bir esnaf, zanaatçı, çiftçi örgütlenmesidir. Ahi örgütlenmesinin temelini Baba İlyas attı. Bir kurum olarak gelişmesini ise Ahi Evren sağladı.

Ahi Evren 1169 yılında Azerbaycan’da doğmuştur. Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna ile yaşıt ve aynı zaman diliminde yaşamışlardır. Hacı Bektaş Veli ile musahip oldukları bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin Vilayetnamesinde şu şekilde bahsi geçer: “Hacı Bektaş ile Ahi Evren birbirilerini çok severlerdi. Hatta bir sohbet anında Ahi Evren, ‘her kim bizi şeyh edinirse aslında şeyhi Hacı Bektaş Hünkâr’dır’ demiştir.”.

Bazı olaylar günümüzde oldukça çarpıtılmaktadır. Tarihsel bilgiler tahrif edilmekte, saptırılmakta, gerçek ile bağlantısı koparılıp, yerine farklı amaçlara hizmet eden bilgiler eklenmektedir. Ahilik ve Ahi Evren için de aynı durum geçerli. Ahi Evren hakkında gerçeğinden çok farklı anlamlar yüklenmekte, tarihsel çıkış noktası unutulmakta, içi boşaltılmaktadır. Ahi Evren gerçeğini biraz anlatmaya çalıştık. Daha anlaşılır olması için özetleyelim:
Ahi Evren inanç itibari ile bir Alevidir. Bazı art niyetliler gerçeği saklamak istese de gerçek böyledir. Ahi Evren, çağın çok çok ilerisinde bir kurumlaşma yaratmıştır. Yaratılan bu kurumlaşma bir çok ülkeye örnek olmuştur. Ahi Evren kurumlaşmasının sürekliliğini sağlamak için Ahiliği tekke ve zaviyelere bağladı. Herhangi bir meslekte çalışmak için o mesleğin zaviyesini bağlı olmak gerekiyordu. Atamalar için merkezi tekkeden atama yapılıyordu. Bu tekke Kırşehir’deydi. Ahi Evren 01.04.1261 yılında Kırşehir’de katledildi.

Hayyam kimdir, nasıl bir inanç ve düşünce yapısına sahipti?

Hayyam, 1048 yılında Nişabur’da doğdu. 1122 yılında Nişabur’da hakka yürüdü. Hayyam adı çadırcı anlamına geliyor ve babasının mesleği olan çadır yapıcılığından dolayı verilmiştir.

Ön adı Ömer olan Hayyam, bütün dünyada en çok tanınan şahsiyetlerden biridir. 18. yüzyıldan itibaren Hayyam batı dünyasında tanınmaya başladı. Hayyam’ın dünya çapında tanınmasını sağlayan rubaîleridir. Rubaîler, dörtlüklerden oluşan şiirlerdir. Bu rubaîlerde Hayyam, yaşamın güzelliğini anlatır. Hayyam’ın rubaîleri, bir çok softa tarafından anlaşılmamış ya da yarım yamalak anlaşılmıştır. Hayyam’ın şiirlerinde çok derin manalar gizlidir. Dünya malına heves edenlerin ahmaklığını vurgular Hayyam.

Rubaîlerden örnekler:

Aşk yazılıdır dünya defterinin ilk sayfasında,

gençlik denilen şiirin ilk dizesi başlar aşkla.

Aşk evrenidir yaşadığın, gördüğün her bir şey,

yaşamın asıl anlamı, özü aşktır, öğren, anla.



Aklınla yaşa, aklından başka şey beğenme,

varsa iyi bir arkadaşın kötüye yönelme,

hoş geçin herkesle beğensin herkes seni,

sen kendini bil ama kendini hiç beğenme.



Ölüm bir kere gelir ömrünce ancak.

Bir kere öl bakalım korkak,

varlık bir avuç damar, kan, deri mi?

Bunları yok sayda öz varlığa bak.

Hayyam’a göre doğru yaşam sahibi olmak önemlidir. Doğru yaşam için de, kişisel tutkulardan, kazanç hırsından ve bunların sonucu olan “bir takım alçak kimselerin buyruğu altına girmemektir”.

Hayyam’ın dünya çapında tanınmasını sağlayan rubaîleridir belki fakat Hayyam sadece şair değildi. Gençliğinde iyi bir eğitim almıştı. Bu eğitim doğal yetenekleri ile birleşince, Hayyam başta tıp, astronomi, matematik olmak üzere bir çok bilim dalında -günümüz deyimiyle- profesördü. Bazı batılı tarihçilere göre Hayyam, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü tespit eden kişidir. Bu bağlamda Hayyam çağının çok ilerisinde bir önderdir. Yaşamını aklı ve duyguları ile dengeli bir halde yürütmüş, dolayısıyla çok önemli bilimsel çalışmalar yapmış ve insanların iç dünyalarını da derinlemesine gözlemleyip, çelişkilerine çözümler sunmuştur.

Fatımiler devleti ne zaman kuruldu, kimler kurdu, kaç sene varlığını sürdürdü, Alevi inancının esas olduğu bir devlet miydi?


Adını Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşi, İmam Hasan ile İmam Hüseyin’in annesi olan Fatma’dan alan Fatımiler Devleti Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye’de egemenlik kurdu.

Fatımilerde kesin bir Ehlibeyt bağlılığı vardır. Fatımiler daha çok Aleviliğin İsmailliye koluna bağlıdırlar.

Fatımilerin çıkış noktası Abbasi egemenliğinin olduğu yıllara dayanmaktadır. Bu yıllarda Abbasi iktidarı Alevileri eziyordu. Fatımiler, Abbasi egemenliğine karşı muhalefeti örgütlüyordu. Ne gariptir ki; Abbasi egemenliği Alevilerin sayesinde iktidara gelmişti. Kanlı Emevi iktidarını Aleviler yıkmıştı. Abbasiler iktidara geldiklerinde Ehlibeyt taraftarlarına yani Alevilere baskı uygulamayacaklarını, onların inançlarını özgürce yaşamalarını sağlayacaklarını vaat ediyorlardı. İktidara gelince Emevi iktidarındaki baskı ve zulüm aynen devam etti. Aleviler bu zulme karşı örgütlenmeye başladılar. İşte bu örgütlenme Abbasi iktidarının gözünden kaçmadı. Bunun üzerine Alevilerden bir kısmı Kuzey Afrika’ya ve Yemen’e yöneldiler. Bunlar daha sonra Fatımiler adını alarak bütün Kuzey Afrika’da bir Fatımiler Devleti kurdular. 340 yıla yakın bir dönem iktidar olan Fatımiler, egemenlik alanına İtalya’nın Sicilya bölgesini de kattılar.

Fatımiler Devletinde salt inançsal anlamda gelişmeler olmadı. Bununla beraber günümüzde dahi büyük öneme sahip olan El-Ezher Üniversitesi de dahil olmak üzere bir çok olumlu gelişme yaşandı. El-Ezher Üniversitesi günümüzde Sünni inancın en yoğun öğretildiği merkez olarak ta bilinir. Bu da kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Yine Kahire kentini Fatımiler kurmuşlardır.

Kısaca belirtmek gerekirse...

Fatımiler Alevi inancın gelişmesine öncülük etmişlerdir. El-Ezher Üniversitesi örneğinde olduğu gibi bilime önem vermişlerdir. Ama ne yazık ki; Fatımiler Devleti’nin yenilgiye uğramasından sonra bu kazanımlar ya yok olmuşlar ya da diğer inançlara hizmet edecek hale getirilmişlerdir. Günümüzde Kuzey Afrika topraklarında Fatımilerin izleri olmakla beraber bu izler çok zayıf görünmekteler.

Alevilerde mizahın yeri nedir?


Aleviler tarih boyunca inançlarını baskı altında yaşamak zorunda kaldılar. Sünni inanç küçük bir kesit dışında hep iktidar inancı oldu.

Egemenler İslamiyet adına Alevilere yobazlığı dayattılar. Aleviler bunlara hep direndi. Alevilerin direnci salt zorba iktidara karşı değildi. Aynı zamanda din adına sürdürülen hurafelere, dogmalara, cahilliklere de karşıydı.

Bektaşi Alevilerin akıl dolu, iyi düşünülmüş adeta çoğunlukla Aleviliğin felsefesini anlatan fıkraları günümüzde bile Alevilerin moral kaynağı olmaya devam ediyor.

Bektaşi babalar Allah adına uygulanan hurafeleri mizah yoluyla eleştirmiş, yine mizah yoluyla kendi doğrularını ortaya koymuştur. Bektaşi Alevilerin fıkraları salt mizah içermiyor, aynı zamanda derin bir felsefe ve mantık içeriyor. Alevilerin mizah anlayışı zengindir. Bu büyük bir mirastır. Bu mirasın önemi günümüzde daha çoktur. Çünkü Aleviler günümüzde de ya yozlaşmak ya da yobazlaşmak ikileminde bırakılıyorlar. Egemen güçler Aleviliğin dayandığı felsefi kaynakları yok etmeye çalışıyorlar. Alevilikle çelişen bir çok kavram ve kuralı Aleviliğe yerleştirmeye çalışıyorlar. Aleviler de, Alevilik ve tarih bilincinden yoksun oldukları için bunları kabullenmek zorunda kalıyorlar. Hâlbuki bir Bektaşi babanın fıkrası, bu egemenlerin onlarca tezini çürütecek boyuttadır. Abarttığımız sanılmasın. Ulu Hünkâr Bektaş Veli’nin de buyurduğu gibi "inanmazsan gelir görürsün". Biz de diyoruz ki; öğrenmek isteyenler bu zengin mirasa baksınlar.

Babailer isyanı nasıl gelişti?

Alevi tarihi bir isyanlar, başkaldırmalar tarihidir de. Aleviler tarih boyunca hep zulüm edenlere karşı isyan etmiş, ayaklanmışlardır. BABAİLER isyanı da bu şanlı başkaldırı zincirinin onurlu halkalarından biridir.

Adını Baba İLYAS’tan alan bu ayaklanmanın etkileri yıllarca sürdü. Babailer isyanı Selçuklu devleti için olduğu kadar Aleviler için de önemli bir tarihsel süreçti. Selçuklu devletinin etkinsizleşmesinin sebebi bu şanlı isyandı.

Baba İlyas ve Halifesi (yardımcısı) Baba İshak Anadolu toprakları üzerinde hüküm süren Selçuklu devletinin politikalarından bıkan, vergilere tâbi tutulan, gittikçe yoksullaşan halk kitlelerinin doğal önderi olmuşlardı.

Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, halk üzerindeki baskılarını artırıyordu. Adaletsizlik ve zulüm Anadolu’yu sarmalamış durumdaydı. İşte böyle karanlık günlerde Baba İlyas, günümüzde dahi önemini koruyan hakçı düşüncelerini Anadolu insanına anlatıyordu. Baba İlyas ve ardıllarının düşüncelerini kısaca özetlemek gerekirse: Baba İlyas’a göre Tanrı sevgisi, dinin katı kurallarıyla sağlanamazdı. İnsan ancak kendi gönlünce bu sevgiyi yaratabilirdi. Toplum kadın-erkek ayrımının olmadığı, tüm bireylerin (kadınıyla-erkeğiyle) eşit olduğu bir bütündü. Ama Selçuklular ve onların egemenliğindeki beylikler böyle olması gereken bu tanrısal düzeni kendi çıkarları için bozmuşlar ve bir adaletsiz zulüm düzeni kurmuşlar. Oysa asıl amaç bütün insanların kardeşçe, barış içinde ve beraberce üreterek yaşamaları olmalıydı.

Baba İlyas’ın bu düşünceleri değil 13 asırda, günümüzde dahi insanların özlem duyduğu istemlerinin dile gelmesiydi. Nitekim Babailerin şiarı olan "yarin al yanağından gayrı her şeyde eşitlik" sloganı aradan geçen bu kadar zamana karşın hâlâ güncelliğini koruyor.

1239 yılında Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, ansızın birliklerini insanlığın özlemlerini dile getiren Baba İlyas’ın üzerine sürdü. Ve böylece ayaklanma başladı. Saldırıların başlamasıyla Baba İshak Anadolu’nun dört bir tarafına ayaklanın çağrısını yaptı. Babailer ilk etapta Elbistan, Sivas daha sonraki aşamalarda Amasya ve Kayseri’yi aldılar. II. Gıyasettin Keyhüsrev başkent Konya’yı terk etmek zorunda kaldı.

Baba İlyas’ın Amasya kalesindeki şahadetinden sonra çatışmalar şiddetlendi. Babailer Kırşehir’e yöneldi. Bu arada Selçuklu ordusu toparlandı ve paralı Frenk askerlerini de yanına alarak inisiyatifi ele geçirdi. 1240’ta Baba İshak Amasya’da asılarak şehit edildi ve Babailerin büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi.

Babailerin düşünceleri daha sonraları Hacı Bektaş Veli başta olmak üzere bir çok kimselerin düşüncelerini şekillendirerek yenilmediğini kanıtlamış oldu.

Alevilerde şiirin anlam ve önem nedir?

Herhalde dünyada şiirle bu kadar iç içe olan, şiirle bütünleşen, duygularını ve düşüncelerini şiirle dile getiren başka topluluk yoktur. Aleviler hayallerini, sevgilerini, yergilerini, inançlarını şiirle dile getirmişlerdir. Alevilerin tamamına yakını şairdir dersek abarttığımız sanılmasın.

Alevi şiiri yapı ve ölçü olarak halkın anlayacağı tarzda olduğu için, halkı şiirin içeriğini kolay anlamış ve içselleştirmiştir. İçselleştirdiği için de onu her yerde söylemiş, böylelikle inancını ve moralini bütün olumsuzluklara rağmen korumuştur.

Alevi şiirinin tarihi de Alevi toplumunun tarihi gibi kan ve can vererek yazılmıştır. Pir Sultan, Nesimi örneklerinde olduğu gibi Alevi şiiri halk şiiridir. Egemenlerin şiiri değildir. Dolayısıyla şairi de halktır. Oysa Osmanlı iktidarında ve benzer iktidarlarda şiir dolayısıyla sanat iktidara hizmet etmiştir. Örneğin Osmanlı’da Divan edebiyatı vardır. Divan edebiyatı Osmanlı iktidarını süsleyip-püsleyip anlatıyordu. Ve sanatçılar süsleme karşılığında devletten para alıyorlardı. Buna karşın gelişen Alevi şiiri ise baskıları, sömürüleri kınıyor, halkı bu zulüm karşısında uyarıyor. Onları eşitliğe, kardeşliğe, sevgiye davet ediyordu.

Alevilerde şiir bir çok açıdan önemli bir örgütlenme ve propaganda aracı niteliğindeydi. Alevi yazılı kaynaklarının örneğin Menkıbenamelerin, Velayetnamelerin çoğaltılması imkânı yoktu. Az sayıda var olan yazılı kaynak da ağır baskı koşullarında yok ediliyordu. Bu sebeple Alevi önderleri ağırlığı şiire verdiler. Çünkü şiir bir çok bilgiyi içeriyor ve hafızada tutulması kolay oluyordu. Aleviler şiiri geliştirip günümüze kadar getirdiler. Ama maalesef Alevi sanatçılar, aydınlar bu yüzyılda bütün sanat alanlarında olduğu gibi şiirde de bir gerileme içine girdiler. Var olan tarihsel mirası iyi değerlendirip çağa uygun bir çıkış yapamadılar.

Alevilerde şiirin içeriği başlıca şu konulara ayrılır. İnsan, Hak-Muhammed-Ali sevgisi, Kerbelâ Olayı, doğa sevgisi, yergi (lanetleme) şiirleri, Duazı İmam (On İki İmam), ölüm ile yaşam üzerine şiirler, kavga ve umut şiirleri. Aslında bu listeyi uzatabiliriz. Başta belirttiğimiz gibi Alevi şiiri, yaşamın olumlu olumsuz bütün renklerini yansıtıyor ve bu haliyle de Alevilere moral ve eğitim kaynağı olmaya devam ediyor.

Alevi birisi Sünni birisiyle evlenebilir mi?

Alevi bir kişi ile Sünni bir kişinin evlenmesi O kişilerin bileceği bir iştir. Dini olarak herhangi bir sorun yok. Ama geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki işin pratik tarafı oldukça zor oluyor. Yani evlendikten sonra sorunlar başlıyor. Evli çiftler birbirlerinden kendi inançlarına girmelerini istiyor, hatta bu noktada baskı yapıyor. O vakitte sorunlar başlıyor.

Sonradan alevi oluna bilinir mi?

Evet.

Alevilik bir inançtır. isteyen Alevi olabilir, isteyen Alevilikten çıkabilir. Alevi inancının kurallarını yerine getiren herkes Alevi olabilir

Kirve çocukları evlenebilirler mi?

Kirvelik bilindiği gibi tarihte çok önemli işlevi olan bir kurumsal yapıydı. Kirvelik, kirve olanlar arasında kesin bir kardeşliği emrediyordu. Dolayısıyla, bir nevi sigorta işlevi görüyordu. Zorlu yasam koşulları karşısında insanların bir birlerini desteklemelerini; yardımlaşmayı, dayanışmayı esas alıyordu. Bu bağlamda kirvelik kardeşlikten de yakın olarak görüldüğünde evlilik çoğu bölgelerde mümkün olmuyordu. Ancak değişen koşullar bu geleneği pratikte işlevsiz hale getirdi.

Doğrusuda budur. Yani kirvelerin çocukları bir birleriyle evlenebilirler. Çünkü inanç, insan yaşamını zorlaştırıcı kurallar bütünü değildir. Alevi inancı biçimsel kuralları, hurafeleri, dogmatik düşünceleri, batıl inançları ret eden bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda inanç diye dayatılmak istenen bazı yoz ve yobaz geleneklerin Alevi inancında yeri yoktur. Nitekim tarih boyunca Aleviler bu insan yaşamını zorlaştırıcı gerici geleneklerle çatışmışlardır. Bu demek değildir ki Alevi toplumu geleneklerine ve değerlerine bağlı değildir. Aksine, Alevi toplumu öz değerlerine ve toplumsal bütünlüğü sağlayan değerlerine kesinkes bağlıdır. Bunca baskı ve zulme karşın bu bağlılıktan vazgeçmemiş ve bedeller ödemiştir. Ama toplumu geriye götüren boş inançlara, hurafeye taviz vermemiştir.

Tasavvuf nedir?


Her grup, akım, hizip... tasavvufa farklı manalar vermişler.

Aleviler tasavvufu, insana ve tanrıya gönül gözüyle bakma, dünyayı sevgi temelinde anlamlandırma ve buna uygun yaşama tarzı olarak tanımlarlar. Tasavvuf, Kur’an’ın batini yorumu olarak dinin tebliği ile birlikte varolan, onun özünü anlama ve yaşama halidir. Mutasavvıflar Kur’an tefsirinin geliştirilmesinde büyük rol oynamışlardır. Onlar sadece sözcüklerin mealini yani zahiri manasını vermekle yetinmemiş, sözcüklerin ardındaki simgesel anlamı, batini manasını açığa çıkarmışlardır. Böylece dinin hoşgörüye açık, herkesi kucaklayan özünü yakalamışlardır.

İnsanın maddi alemden kurtulup Hak’ta yok olmasını, ikilikten kurtulup birliğe ulaşmasını, Hak ile Hak olmasını, O yüce aşk halini yaşamasını öğreten ilmi yol tasavvuftur. Alevilik Tasavvufsuz düşünülemez. Aleviliğin İslamiyet’i anlayış, yorumlayış ve yaşayış biçimini hayata geçirme şeklidir.

Tasavvuf, İslam’a sonradan eklenmediği gibi, ondan sapma da değildir. Tasavvuf dinin özüdür.

Tasavvuf, İslam dininin yayıldığı her yere gitmiştir. Dini zahiri olarak anlayan, onu kişisel çıkar ve siyasal amaçlarına göre yorumlayanların karşısında olmuş, kılıca rağmen gönülleri feth etmiştir.

Tasavvuf bir gayb (Gizli,Mana) alemidir. Hak sırlarıyla doludur. Bu alemi benimsemek ve taşımak yüce bir bağlılık (AŞK) gerektirir. Bu aşk hali anlatılmaz yaşanır. Bu aşk halinin ilmi Hak dostlarına aittir. Hak dostları sırlarını yine Hakka aşık olmuş kişilerle paylaşır.

Vahdet-i Vücud ne anlama geliyor?

“Varlığın birliği” anlamına geliyor. Alemde var olan her şey Allah’ın bir yansıması ve insan “varlığın” bir parçası.

Vahdet-i Vücud fikrini savunup geliştirenler arasında Hallac-ı Mansur, Bayazid Bestami, Yunus Emre, Mevlana gibi Alevi toplumunca saygı ile anılan değerli önderler vardır.

Vahdet-i Vücud, öyle kısaca anlatılacak bir olgu değildir. Bu anlamıyla bazı yanlış anlaşılmalar oluyor. Önyargılı dogmatik düşünce/inanç sahipleri olayı derhal farklı boyutlara çekebiliyorlar. Nitekim Hallac-i Mansur ve benzer öncülerin başına gelenler ibret vericidir.

Batın-Zahir ne anlama geliyor?

Batın; içsel, giz, sır anlamına geliyor. Zahir ise görünen, apaçık ortada olan anlamına.

Her şeyin bir önyüzü olduğu gibi birde arka yüzü vardır, bir görünen tarafı olduğu gibi birde görünmeyen tarafı vardır. Görünen taraf Zahir, görünmeyen tarafta Batındır.

Bu açılımdan sonra kavramların inançsal boyutuna da değinelim: eğer kişi tanrısal hakikate ulaşmak istiyorsa kendisini görünen(zahir) ile sınırlamamalıdır. Görünenlerin yanında birde görünmeyen(batin) olanı da anlamaya çalışmalıdır. Sadece görünen, dışsal(zahir) ile kendisini sınırlayanlar hakikat sırrına eremezler. Zahir ve Batin bir bütün olarak ele alınmalıdır.

Tasavvufun bir çok boyutun da olduğu gibi, Zahir-Batin meselesinde de kafalar çoğu zaman karışıyor. Bu tür, her akıma göre farklı manalar taşıyan kavramları iyi irdelemek gerekiyor. Böylece doğru anlamlar verilmiş olur.

Şeyh Bedrettin Alevi miydi?


Şeyh Bedreddin öğrenimine Edirne’de başladı. Bursa ve Konya’da eğitimini tamamladıktan sonra Mısır’a giderek zamanın ünlü bilginlerinden dersler aldı. Şeyh Bedreddin’in düşüncesi ve yaşamı Mısır’da Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışmasından sonra değişti. Çünkü Bedreddin o güne kadar hep Sünni İslam anlayışını benimseyenlerin çevresinde bulunmuş ve kendi düşünceleri de öyle şekillenmişti. Şeyh Hüseyin Ahlati ise Ehlibeyt düşüncesini yani Aleviliği benimseyen birisiydi. Şeyh Bedreddin, Şeyh Hüseyin Ahlati ile yaptığı sayısız tartışma ve sohbet sonrası Aleviliği benimsemişti . Bu aşamadan sonra Şeyh Bedreddin Tebriz’e giderek sarayda düzenlenen tartışmalara katılır. Tekrar Mısır’a dönüşünden kısa bir süre sonra Şeyh Hüseyin Ahlati vefat eder. Şeyh Bedreddin, Hüseyin Ahlati’nin yerine geçer.

Hızır kimdir ve Hıdrellez ne anlama geliyor?

“Yetiş ya Hızır” deyimi asırladır darda kalanın, zorda olanın umut çığlığı olarak söylenmektedir. Hızır, zor durumda kalanların, son çareleri tükenenlerin çağırdıkları, medet diledikleri erendir.

Bilinenlerin aksine Hızır, sadece Anadolu’da değil bir çok coğrafyada aynı anlamda anılmaktadır. Aleviler Hızır’ı bir peygamber olarak kabûl ederler. Ondan Hızır Peygamber, Hızır Aleyhisselam ya da Hızır Nebi olarak söz edilir. İnanca göre Hızır Peygamber ölümsüzlük suyu (Abı hayat) içmişti. Zaman zaman dünyaya gelerek, darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir. Hızır Nebi halk arasında şöyle tarif (tasavvur) edilir: üzerinde çiçeklerden yapılmış bir cübbesi bulunan, ak sakallı, nur yüzlü yaşlı biri olarak betimlenir. Bastığı yerde güller açar, ekinler yeşerir. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan, hastalıklardan arınır, ömür boyu huzurlu yaşar.

Hızır üzerine gerçek mi yoksa hayali biri mi olduğu yönündeki tartışmalar devam etmektedir. Bazı kaynaklar Kuran-ı Kerim’de Kehf sûresinde geçen ve Hz. Musa ile beraber olan ama ismi zikredilmeyen kişinin Hızır olduğu yönündedir. Bütün bu tartışmalar bir yana, Alevilerin algıladığı, andığı Hızır’ı biraz daha somutlaştıralım.

5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece Hızır ile İlyas’ın yeryüzünü gezdiği ve buluştukları gecedir. Buna Hıdrellez denilir. Bu Hıdrellez bayramını bir çok topluluk kendine göre kutluyor. Ayrıca yöreden yöreye tarihi değişen ama genelde birinci ve ikinci ayda olan üç günlük Hızır Orucu tutulmaktadır.

Sonuç olarak; Hacı Bektaşı Veli’nin Vilayetnamesinde anılan Hızır, Aleviler için zor günün, dar günün dostudur. Hızıra Şükran manasında 3 günlük oruç tutuluyor. İnanan kalpler için Hızır her yerde ve her zaman için hazır-nazırdır.

Yeniçeriler Alevi miydi?

Yeniçerilerin Aleviliği konusu en çok çarpıtılan konulardan biridir. Genel anlamda yeniçeriliğin ne anlama geldiğini özetlersek; Yeniçeri ocağı ,1362 yılında I.MURAT tarafından kurulmuş daimi ve ücretli askeri bir teşkilattır. Yeniçeri askerleri, Osmanlı ordusunun ilk düzenli savaş birliğiydi. Kazanılan savaşların sonunda esir olarak alınıp getirilen ve daha sonraki tarihlerde de Hıristiyan tebaadan da devşirilen 8-20 yas arası çocuklar, sıkı disiplin altında askeri eğitim görüyorlar ve "Yeniçeri " oluyorlardı.

Yeniçeriler Osmanlının savaş gücüydü. Bu güce hakim olan unsurlar devlete hakim oluyordu. Devlete hakim olmasa bile sözü geçenlerden oluyordu. Bu durumu gören Alevi önderleri yeniçerileri etkilemeye çalıştılar ve bunda başarılıda oldular. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var: iddia edildiği gibi Aleviler yeniçeri ocağını kurmadı, ancak zamanla yeniçeri ocağı üzerinde büyük bir etkiye sahip oldular. Kısacası yeniçeriler ilk etapta Alevi değillerdi. Zamanla Alevi inancının hakim olduğu bir zümre oldular. Bu hakimiyetin belirgin bir şekilde kendini göstermesi sonucu yeniçeri ocağı kapatıldı (1826 yılında) ve yeniçeriler kıyımdan geçirildi. 1826 tarihi ayni zamanda Osmanlı topraklarında Aleviliğin yasaklanmasının da tarihidir.

Hacı Bektaş Veli kimdir?

Anadolu Alevilerinin piri olan Hacı Bektaş Veli, kesin olmamakla beraber 1210’da doğmuştur (1271’de hakka yürümüştür). Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşmiş, burada çilekeş Anadolu insanının yolunu aydınlatmış, gönüllerini muhabbet ile doyurmuştur -bu misyon bugünde canlılığından hiç bir şey kaybetmeden, hatta daha da sağlamlaşarak devam ediyor-. Hacı Bektaş Veli’yi ölümsüz kılan, onun Anadolu insanı şahsında insana verdiği değerdir.

Hacı Bektaş Veli’nin hayatı hakkında bir çok tez var. Bu tezlerin sahipleri genellikle büyük Hünkar’ı kendi ideolojik şekillenmelerine göre değerlendiriyorlar. Yalnız şu bir gerçek ki; ne kadar muğlaklaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, Hacı Bektaş Veli gerçekliğini yok edemezler. Bu açıdan baktığımızda Hacı Bektaş Veli’nin kronik hayat hikayesinden çok önemli olan onun insanlığa kazandırdığı değerlerdir. Bu değerlerin başında da, ‘her ne arar isen kendinde ara’ ve ‘eline beline diline sahip ol’ ilkeleridir. Bunlar yüzlerce cilde sığacak olanı üç satırla belirtiyor. Aşağıda Hacı Bektaş Veli’nin zengin düşünce değerlerinden bir kaçını aktarıyoruz:

* İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
* Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.
* Eline, beline, diline sahip ol.
* Murada ermek sabır iledir.
* Araştırma açık bir sınavdır.
* Nebiler, Veliler insanlığa tanrının bir hediyesidir.
* Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.
* Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız.
* Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.
* İnsanın cemali sözünün güzelliğidir.
* Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.
* Arifler hem arıdır, hem arıtıcı.
* Her ne ararsan kendinde ara.
* Bir olalım, iri olalım, diri olalım

Balım Sultan kimdir Aleviliğe katkısı nedir?

Bektaşiliği kurumlaştıran önder olarak bilinen Balım Sultan, 1457’de Dinetoka’da doğmuştur. 1517 tarihinde hakka yürümüştür.

Balım Sultan üzerine alabildiğine spekülasyonlar, karalamalar mevcut. Bu iftiraların, eleştirilerin çoğu dayanaksızdır. Diğerleri ise yanlış bilgi ve yanlış yorumlamadan kaynaklanmaktadır. Bu iddiaların neler olduğu ve bunlara karşın gerçeklerin neler olduğuna burada değinmeyeceğiz. Bizce bilinmesi gerekenler, Balım Sultan’ın Bektaşiliği kurumlaştıran önder olduğudur. Kurumlaşma beraberinde sürekliliği de getirmiştir. Ve Bektaşilik günümüze kadar baskılara, katliamlara rağmen gelmiştir. Bektaşiliğin bugüne kadar kurumsal anlamda gelmesindeki en büyük faktör Balım Sultan’dır. Balım Sultan, dergâhtaki bütün çalışmaları kayıt altına almıştır. Gerçi bu kayıtların çoğu çeşitli zamanlarda yok edilmişlerdir. Buna rağmen bu durum Balım Sultan’ın önderlik kabiliyetini göstermektedir. Balım Sultan, salt kayıt tutmakla yetinmemiş, mevcut olan bir çok olguyu da sistemleştirmiştir. İşte Balım Sultan’ın Cem ayinlerinden tutalım, dergâhtaki eğitime kadar verilen bütün hizmetleri sistemleştirmesi bir noktada merkezileştirmesi, bazı dar kafalıların ve art niyetlilerin Balım Sultan’ı karalamalarına nedendir.

Pir Sultan Abdal kimdir ve neler yapmıştır?

Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir. Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.

Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.

Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir.

Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.

Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.

Safevi ne anlama geliyor?


Safevi, büyük Alevi önderi Şah İsmail’in 1501’de kurduğu devletin adıdır. Safevi adı Şah İsmail’in atası olan Şeyh Safiyeddin’den gelir. Şeyh Safiyeddin Safeviye tarikatını kurmuştur. Bu Alevi örgütlenmesi özellikle Batı İran’da ve Azerbaycan’da gelişmişti.

Safevi devletinin kurulmasına, gelişmesine önderlik eden Şah İsmail’dir. Dolayısıyla Şah İsmail’in yaşantısı, önderlik gücü, yetenekleri bilinmeden Safevi devletinin nasıl kurulduğu ve o günün koşulları bilinmez. Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın şehit edilmesinden sonra Safeviye tarikatının önde gelenleri tarafından yıllarca sürecek bir eğitime tâbi tutuldu. Bu gizlilik içinde süren bir eğitimdi. Şah İsmail 15 yaşında ortaya çıkarak babasının ve atalarının intikamını almak için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar var olan Safeviye çalışmalarıyla birleşince Şah İsmail 1501’de Tebriz’i Akkoyunlular devletinden aldı. Böylelikle tarihte Alevilik adına olumlu bir sürecin başlangıcı ilan edildi. Bu ilan edilen; yıllardır ezilen Alevi inancının resmi anlamda ilk defa bir devlet inancı olmasıydı.

Şah İsmail 1501-1510 yılları arasında Safevi devletinin sınırlarını genişleterek Musul ve Bağdat gibi merkezi yerleri de Safevi Devleti sınırları içine aldı.

Şah İsmail’in Hakka yürümesinden (1504) sonra yerine oğlu 1.Tahmasp geçti. Tahmasp, Safevi Devlet örgütlenmesini güçlendirmeye çalışırken babası gibi Osmanlı Devleti’nin saldırılarına maruz kalıyordu. Bu dönemlerde bir çok defa savaşlar çıktı. Bazı önemli merkezler sık sık el değiştiriyordu.

Safevi Devleti tarihinin önemli bir önderi de 1.Abbas’tır. 1.Abbas (doğumu 1588, Hakka yürümesi 1629) orduyu yeniden düzenledi. Kültüre, bilime, sanata, mimariye büyük önem verdi. Bu dönemde başkent İsfahan bu gelişmelerin merkezi oldu. Yine bu dönemde Safevi sınırları Afganistan içlerine kadar genişledi. Safevi Devleti’nin yönetimi bu genişlemeden sonra zayıfladı. Yönetimi eline alan Nadir 1736’da şahlığını ilan ederek bir dönemin kapandığını ilân etti. Kısaca belirtmek gerekirse; Safevi Devleti Alevi tarihi açısından önemli bir dönemi temsil eder. Safevi Devleti kesinlikle ırka dayalı bir devlet modeli değildi. Bu anlamda Safevilerin etnik kimliğini kullanmak isteyenler olayları çarpıtmışlardır. Safevi devleti Alevi inancının resmi olarak tanındığı , gelişmesinin desteklendiği, hatta örgütlendirildiği bir devlettir, önemi de buradadır.

Ahmet Yesevi Alevimiydi?

Ahmet Yesevi, Aleviliği etkileyen en önemli önderlerden biridir. Ona “Türkistan Piri” de deniliyor. Ahmet Yesevi’yi ırkçılığa, yobazlığa mal etmek isteyen, onun yüce şahsiyetini kendi dar düşünceleri için kullanmak isteyenler var. Ahmet Yesevi’yi Alevilik dışı sayanlar mevcut. Bunların bazıları art niyetli, bazıları ise cahillikten böyle davranıyor. Ahmet Yesevi, bir rivayete göre Anadolu’ya ve diğer bölgelere binlerce halife göndermiştir. Bir çok Alevi menkıbesinde ve şiirinde adı geçmekte olan, hatta en büyük pirlerden kabûl edilen bir şahsiyete başka başka anlamlar biçmek, tek kelimeyle gerçeklerin çarpıtılmasıdır. Ahmet Yesevi, düşüncesi itibari ile günümüzde dahi Alevi toplumu içinde yaşatılan bir alimdir. Onun kadın erkek eşitliği için söylediği sözler, hep kendisine ve ona tabii olanlara karşı kullanılmıştır. AhmetYesevi şöyle demektedir; “kadın ve erkek birlikte zikir ve tapınma yaparlarsa, kirlilikten arınırlar. Aralarında düşmanlık yerine sevgi oluşur”. Bu sözler Hoca Ahmet Yesevi ile Alevi felsefesinin kadın erkek eşitliği konusundaki tutumuna bir bütünlük sağlamaktadır. Böylesi düşüncelere sahip olan ulu bir şahsiyeti yobazlaştırmak, ırkçılaştırmak komiklik olmaktadır.

Bilinmesi gereken; Hoca Ahmet Yesevi’nin büyük bir Alevi önderi olduğudur. Yanlış yorum sahiplerini tarih yalanlayacaktır.

Hallac-ı Mansur kimdir ve Aleviler için ne gibi bir öneme sahiptir?

Alevi inancının felsefesini derinden etkileyen ve şekillendirenlerin başında Hallac-ı Mansur gelmektedir. Hallac-ı Mansur, düşüncesiyle, eylemiyle sadece İslami coğrafyalarda değil, bütün dünyada çeşitli inançlara mensup insanları tarafından da saygınlık görmüş, etki bırakmıştır. Tabii ki en büyük sahiplenme Aleviler tarafından gösterilmiştir.

Hallac-ı Mansur, 857 Tur’da doğmuştur. (Şahadeti: Mart 922 Bağdat).

Bütün Alevi önderlerinde olduğu gibi Hallac-ı Mansur hakkında da sağlam ve güvenilir bilgi yoktur. Hallac-ı Mansur hakkındaki bütün bilgiler sözlü gelenekle yaşatılmıştır. Yazılı kaynaklar tahrip edilmiş, Hallac-ı Mansur gerçeği yok edilmek istenmiştir.

Bütün tahribatlara rağmen Hallac-ı Mansur düşüncesi günümüze dek gelmiştir. Hallac-ı Mansur’u bu kadar güçlü kılan ve günümüze kadar gelmesini sağlayan felsefesi bütün boyutlarıyla Alevi öğretisinde yer almıştır. Örneğin Cem töreninin en önemli aşamalarından biri olan ve haklıyı, gerçeği ortaya koyan "Dar-ı Mansur" en büyük kanıttır. Dar-ı Mansur bir noktada mahkeme işlevi görmektedir. Ama bu öyle bildiğimiz mahkemelerden olmayıp, halk mahkemesi şeklindedir. Böyle olduğu için de haklı ve gerçek her zaman daha yoğun gerçekleşmiştir.

Hallac-ı Mansur, düşüncesi için darağacını göze almış ve hiç bir karanlıktan çekinmeden düşüncesini açıklamıştır. Düşünce(si)leri ne kadar "aykırı" olsa da onları ölümüne savunmuştur.

Hallac-ı Mansur kendisini kırbaçlara, darağacına götüren düşüncesini iki kelime ile özetlemiştir: Enel Hak. Enel Hak, ben Hakkım, hakikatim anlamına gelmektedir. Şüphesiz bu iki kelimenin altında yüzlerce cilt kitaba sığmaz derin anlamlar yatmaktadır. Hallac-ı Mansur düşüncesine göre; insan Tanrının bir yansımasıdır. İnsan Tanrıdan ayrı düşünülemez ve eğer insan kalbini kötülüklerden arındırırsa Tanrı ile bütünleşebilir.

Aradan 1000 bin yıl geçmesine rağmen Hallac-ı Mansur’un düşünceleri tartışılmaya ve etkilemeye devam ediyor. Anlaşılan daha da devam edecek

Bozoklu Celal kimdir ve neler yapmıştır?


"Celallenmek" kavramı Türkçe’ye Bozoklu Celal vasıtasıyla girmiştir. Bozoklu Celal’in yaşamı hakkındaki bilgiler günümüze kadar açığa çıkmamıştır. Var olan bilgilere bakılırsa; Bozoklu Celal Tokat yöresinde yaşamış ve bu bölgede örgütlenmesine başlamıştır. Muhtemelen 1520’lerde Bozoklu İsyanı gerçekleşmiştir. Bu yıllarda (1500’ler) Anadolu halkı büyük bir zulüm altındaydı. Egemen Osmanlı iktidarı halkı ağır vergilere bağlarken, onları bir de Alevi oldukları için dışlıyor, en küçük bir hak talebine büyük baskılarla, katliamlarla karşılık veriyordu. Bozoklu Celal böylesi ağır koşulların hüküm sürdüğü topraklarda Alevi inancının biat etmez, baş eğmez ilkelerini hayata geçiriyordu. Alevi inancı Hz. Ali’den, İmam Hüseyin’den başlayarak hiç bir zaman zalime boyun eğmemiştir. Alevi inancını şekillendiren etmenlerden biri de zalimin zulmüne boyun eğmemek, neticesi ne olursa olsun onlara karşı direnmektir. Bozoklu Celal bu şerefli tarihi bilince çıkarmış ve kendisinden sonrakilere örnek olacak şekilde etrafına yaymıştır. Nitekim daha sonra gelişen bir çok ayaklanmaya "Celali Ayaklanması" adı verildi. Bozoklu Celal, tarihe şanlı bir ayaklanmalar zincirinin başlatıcısı, önderi olarak geçmiştir. Bu anlamıyla önemli olan Bozoklu Celal’in kesin olarak kaç yılında yaşadığı ve şahadete ulaştığı değildir. Önemli olan Bozoklu Celal’in baskı ve zulme karşı direnmiş olmasıdır. Ağır baskı koşullarında Osmanlı iktidarına karşı başkaldırmak ve bu başkaldırıyı süreklileştirmek önemli bir olaydır. Bozoklu Celal bunu başarmıştır. Anadolu’nun dört bir tarafında ezilen insanlara kurtuluşun yolunu göstermiştir.

Karacaoğlan Alevimiydi?


Karacaoğlan’ın hangi bölgede doğduğu, hangi inançtan olduğu, hangi aşirete bağlı olduğu hep tartışılmıştır. Bizce bu tartışmaların hiç bir kıymet-i harbiyesi yok. Neden diye sorulacak olursa; çünkü Karacaoğlan doğaya, insana, sevgiye, aşka verdiği önem ile kibre, benliğe, sosyal statüye vermediği önemle her şeyden önce bir Hak aşığıdır. Bu anlamıyla da Alevi bir gelenekten gelmektedir. Ama Karacaoğlan, bilinen klasik tekke dervişlerinden değildir. Bazı kaynaklara göre, Karacaoğlan’ın aşireti dergâhtan uzaklaşmış ve Karacaoğlan da bu sebepten olsa gerek, fazla bir dergâh eğitimi almamıştır. Karacaoğlan’ın aşiretinin neden dergâhtan koptuğu bilinmemektedir. Bu tür bilgiler her vakit tartışılmıştır. Tıpkı Karacaoğlan’ın nereli olduğunun tartışıldığı gibi. Ama kesin olan, Karacaoğlan’ın güney (Maraş, Antep, Adana, Tarsus) bölgesinden olduğudur.


Kaynak Alevikonseyi.Com


HerHangiBiri 15 Kasım 2008 16:38

Sekizinci İmam ve hatırlattıkları

NAMIK KEMAL ZEYBEK

TÜRKİYE / 15/11/2008

Ülkemizde ve İslam âleminde birçok kişinin adı ALİ RIZA’dır. Onlar sekizinci imamın adıyla adlanmışlardır.
Dün onun doğum gününü kutladık... Ankara’da Diyanet Vakfı’nın Konferans Salonu’nda... Kocatepe Camisi’nin eklerinde...
İmam Ali Rıza, İslam Peygamberi’nin torunlarının en seçkinlerindendir. Ehlibeyt çizgisinin maneviyat ve bilim başkanlarından...
Birçok insan onun vesilesiyle İslam oldu ve erenlerden oldu.
Abbasi hükümdarı Memun ona halifeliği teklif etti; kabul ettiremedi. Kendisinin veliahtı olması için yalvardı. Müslümanlar arasında barış ortamı doğsun diye kabul etti ama halife olmayacağını biliyordu.
Sekizince İmam zehirlenerek şehit edildi. Memun kendisinden kuşkulanılmasından korktu. Kendisi de aynı yemekten yemiş ve hastalanmıştı. Halkı ikna etmek için çabaladı. Gerçeği bilmiyoruz...
Bunlar oniki imamlardır.
İslam Peygamberi’ne müjdelenen Kevser’den doğan nur kaynaklarıdır. Peygamberin soyu onlarla sürmüştür. Bugüne kadar...
O en büyük insana ‘ebter’ yani ‘soyu kesik’ diyenlerin soyu nerede?
Kevser’den akıp gelen aydınlatıcı yollar kıyamete kadar sürecek...
O aydınlık kaynağı kesilirse kıyamet kopmuş demektir.
Ehlibeyt’i sevmek ve onların yolunun izini sürmek mümin olan Müslümanlar için
vazgeçilmez şarttır.
Evet... Şiiler ve Aleviler öncelikli olarak Ali ve Ehlibeyt bağlılığını esas almışlardır. Biri fıkıh’a diğeri tasavvufa öncelik vererek...
Ancak!..
Hanefiyim, Şafiyim, diyenler için de Ehlibeyt’e sevgi, saygı ve bağlılık dinin esaslarındandır. Ülkemizde Müslümanların çoğunluğu Hanefi’dir. Şafiler de az değildir. İkinci çoğunluk
Alevi-Bektaşilerdir. Cafer-i Şiiler de az değildir.
Sekizinci imam’a ve bütün imamlara ve ehlibeyt soyuna Hanefi Şafii imamların bakışını yine hatırlatmak isterim.
İmam Şafii demiştir ki:
“Bana Rafızi diyorlarmış, Ehlibeyti sevmek Rafizilikse evet ben Rafiziyim...”
İmam-ı Azam Ebu Hanife hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yayımlanan ve Muhammed Ebû Zehra adlı Sünni âlimin yazdığı kitaptan bir bölümü yeniden ilginize sunuyorum.
Bu iş iyice anlaşılsın istiyorum.
“O evvela Emevilere karşı ayaklanan Peygamberin akrabasıyladır. Sonradan bu işi Abbasiler sırf kendi ellerine alıp Hazreti Ali’nin evlâdını, mahrum bırakınca Hz. Ali evlâdının Abbasilere karşı ayaklanmasını haklı gördü. Emevileri din ve şeriat bakımından hiçbir suretle hak ve hakimiyet sahibi görmüyordu. Fakat işi kılıca sarılmaya vardırarak isyan etmiyordu. Belki de bunu yapmayı kuruyordu, fakat bazı sebepleri hesaba katarak buna imkan görmüyordu. Zeyd bin Zeynel-âbidin, 121 Hicri yılında Hişam bin Abdülmelik’e karşı ayaklanınca, rivayete göre Ebû Hanife: Onun bu çıkışını, Hazreti Peygamber Efendimizin Bedir Harbi çıkışına benzer demiştir.”
Bu konu çok geniş ama yerim dar...
Ne mi istiyorum.
İstiyorum ki Müslümanlar içinde ister Hanefi, ister Şafii, ister Caferi, ister Alevi-Bektaşi olsunlar yol Ehlibeyt yolu olsun; Emevicilik, Muaviyecilik, Yezitcilik olmasın...
Çünkü gerçek İslam’a ulaşmanın yolu burada başlar.


RADİKAL


Muhabbetci 16 Kasım 2008 10:34

Eline yüregine saglik güzel dost...“Kırklar” kimleridir ve ne anlama geliyor? konusuna birkac sey eklemek isterim...

Kirklar olayi sadece alevilikde degil, bircok ehli sünnet alimlerindede gecmekdedir ve bundan baska Islam tarihindede gecer...Zaten Kirklarin asil olayini bilmeyende yoktur...

Hz Muhammed Mustafa(salatü selam olsun ona) ilk vahiy aldiginda "ikra" ve ondan sonra ilk kisilere teblig ettiginde , gizli bulusmalar yapiliyordu...Iste kirklar aynen bu kisilerdir...Yani gizli bulusup, bir evde toplananlar, bu toplantida dini konulari aciklamalari, teblig nasil edilcegini vesaire konusuyorlardi...Taki Vahiy emri gelip " Aciklamasi" istenene kadar..Lakin bu kirklarin toplantilari devam sürdürüldügüne dahil rivayetler mevcut...

Alevilikdeki Kirklarin asli burdan gelme...Kaynaklari beraberinde veriyorum...


- Enes bin Mâlik“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ebdâl) kırk kişidir.

İmâm-ı Taberânînin “rahime-hullahü teâlâ” (Evsat) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Yeryüzünde, her zemân kırk kişi bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir.


İbni Adî “rahimehullahü teâlâ” buyuruyor ki, (Ebdâl, kırk kişidir).


Ebû Nu’aymın “rahime-hullahü teâlâ” (Hilye) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim içinde,her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir. Kırkı ebdâldir. Bunlar, her memleketde bulunurlar) buyuruldu.


Ebû Nu’aymın merfû’ olarak bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim arasında her zemân kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri,İbrâhîm aleyhisselâmın kalbi gibidir. Allahü teâlâ, onların sebebi ile, kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir.

Ebdal türkcede ABDAL olarak bildigimiz ayni kelimedir....

vesselam


asla_asla_deme 18 Ağustos 2009 13:37

KELİME MÂNÂSIYLA Alevî, Hz. Ali’yi seven ve ona mensup olan kişi demektir. Hz. Ali’yi sevenler, başlıca iki gruba ayrılırlar: Hasbî ve samimî taraftarlar ve siyasî taraftarlar. Bunlardan birincisi, ona Allah için muhabbet göstermişlerdir. Bu muhabbet safi, net ve durudur. Kaynağı salâbet (sağlam) ve hamiyet-i diniyedir. Bu hasbî taraftarlar, Hz. Ali’ye (ra) iki nokta-i nazardan teveccüh göstermişlerdir. Birincisi Hz. Ali’nin (ra) yüksek kemalâtı ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve kemalâtı, takva ve ubudiyeti, müminlerin kalb ve dimağlarında, muhabbet ve takdire inkılâp etmiştir. İkincisi, Hz. Ali’nin (ra) Ehl-Beyt silsilesinin mümessili olmasıdır. Müslümanlar o silsilenin başı olan Hz. Ali’ye (ra) samimî bir muhabbet ve derin bir saygı göstermektedirler. Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kur’an ve Sünnet çizgisine uygundur. Dine gölge değil, vesile olmaktadır. Meşrudur, mâkuldür. Fıtrî, hasbî ve samimîdir. Hz. Resûlullah (sav), istikbâlde ortaya çıkacak fitne ve fesatlarda, Hz. Ali’yi (ra) ümmet nazarında ithamlardan korumak için onun kemalât ve meziyetlerini ehemmiyetle şöyle nazara vermekte: “Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.” “Ali’yi yalnız mü’minler sever, ona yalnız münafıklar buğzeder.” “Ben size iki şey bırakıyorum: Kur’an ve Ehl-i Beyt’im. Bunlara temessük ederseniz, kurtulursunuz” gibi hadîs-i şerîfleriyle bu iki ciheti tescil ve ilân etmektedir. Hz. Resûlullah’ın (sav) bu takdirkâr beyanları, onun kemalâtın bir hüccet ve delil teşkil eder. Bu emr-i Peygamberî’den dolayı başta Sahâbe-i Kiram olmak üzere bütün Müslümanlar, Hz. Ali’ye (ra) ve Ehl-i Beyt’e teveccüh göstermişler ve o silsile-i azimeyi hasbî olarak sevmişlerdir. Bu mânâda Hz. Ali’yi (ra) sevmek, dini sevmek, Hz. Peygamber’i (sav) sevmek demektir. İkinci grub taraftarlar ise, onu siyasî mânâda sevenlerdir. Bunlar arasında ciddî bir hedef birliği yoktur; herbiri, ayrı bir sebeble Hz. Ali’ye (ra) taraftarlık gösterirler. Bilindiği gibi, siyasî tercih ve taraftarlığın kendine mahsus bir mantık ve bir hedefi vardır. Genellikle, siyasî faaliyetler, ister istemez siyasî varlığın tesciline ve devamına hizmet edebilecek muhtelif sâiklerin emir ve kontrolüne girer. Bilhassa siyasî tansiyonun yükseldiği zamanlarda, siyasî faaliyetler içerisinde tarafgirlik, menfaat, rekabet, kıskançlık, kin, hased, hırs, soy-sop taraftarlığı gibi hisler, şiddetli ve acımasız bir biçimde ortaya çıkar. İçtimaî bünyede bir çatışma iklimine girilir. Hareket noktaları birbirinden farklı birçok fikirler, aynı hedefte birleşebilir. Siyasî taraftarlık şekil ve satıh üstü hedefler açısından bir birlik ruhu gösterirken, gerçek cephesiyle, yani gaye ve niyet itibariyle birbirinden farklı ve dağınıktır. Siyasî taraftarlar, bir yığını andırır. Bu yığında farklı keyfiyette hizipler, grublar mevcuttur. Genelde her grub, her siyasî hizib, kendi maksadını tahakkuk ettirmek için siyasî kitleye güç ve kuvvet katar. Bu sebeble, siyasî tercih ve tarafgirlikte, fikrî ve hissî bir insicam yani uygunluk bulunmaz. Peki Alevilik bir fırka veya mezhep midir? ALEVİLİK aslında bir fırka veya mezheb değildir. Âl-i Beyt’in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır. Mes’elenin tarihî seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şeklinde gelişmesi şöyle olmuştur: Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid’i yendikten sonra, Anadolu’dan aldığı otuzbin kadar esiri İran’a götürmüştü ve bunları Erdebil’e yerleştirmişti. Bunlar, zamanla Erdebil Şeyhiolarak bilinen Şeyh Ali’ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre sonra Timur, arasıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhi’nin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh: “Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu’dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı istiyorum” dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı. Bu esirler, bu vesile ile, şeyhe olan muhabbetlerini aşırı derecede ziyâdeleştirdiler. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu’ya döndü, bir kısmı da Erdebil’de kaldı. Erdebil Şeyhi, Anadolu’ya dönen bu müritleriyle alâkasını devam ettirdi. Bu tarikatta Hz. Ali (ra) muhabbeti esas alındığı için, bu tarikata devam edenler, Hz. Ali (ra) sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu vasıflarından dolayı Alevî denildi.

Mehmed Kırkıncı


Misafir 22 Ağustos 2009 22:46

Alevilik

Vikipedi, özgür ansiklopedi


Alevilik

Alevilikte önderler
Ehl-i Beyt • Muhammed
Hatice • Fatıma • 12 İmam
Ali • Hasan • Hüseyin • El-Mehdi
14 Masum-u Pak
17 Kemerbest • 40 Erenler

12 İmam
1.Ali • 2.Hasan • 3.Hüseyin
4.Zeynel Abidin • 5.Muhammed el-Bakır
6.Cafer-i Sadık • 7.Musa Kâzım
8.Ali er-Rıza • 9.Muhammed Takî
10.Ali Nakî • 11.Hasan Askeri
12. Muhammed Mehdi

Alevi mutasavvıfla
Ahmet Yesevî • Pir Sultan Abdal
Hacı Bektaş Veli • Abdal Musa
Yunus Emre • Celalettin Rumi
Şah İsmail Hataî

Alevi tarih
Ahilik • Babaî İsyanı
Baba İlyas • Keyhüsrev
Şeyh Cüneyt • Şeyh Haydar
Kızılbaş • Safevi Devleti
Şahkulu İsyanı • Nur Halife İsyanı
Yavuz Sultan Selim • Çaldıran Savaşı
Avşarlar • Kaçarlar

Alevi inanç
Hak-Muhammed-Ali
Kur’an • Buyruk
Dört Kapı
Şeriat • Tarikat • Marifet • Hakikat
Takiyye • Tevella • Teberra

Alevi ibadet
Cem • Cemevi • Keramet
Dua • Oruç • Kurban, Adak
Zekât • Ziyaret • Semah
Müsahip • Düşkünlük

Alevi dini günler
Nevruz • Hıdırellez • Aşure
Kurban Bayram
Masum-u Pak Orucu
Muharrem Orucu • Hıdır Orucu
Hacı Bektaşi Anma Törenleri Abdal Musa Anma Törenleri
Gadir Hum Bayramı

er
Hizipler
Sünnilik • Şiilik


Gruplar
Yesevilik • Bektaşilik
Babailik • Safevilik • Ehl-i Hak • Nusayrilik • Mevlevilik
Işıkçılık

g • td
Alevilik (Arapça: علویون), Türkiye'de Sünnilik'ten sonra en fazla mensubu olan ikinci mezheptir. Türkiye'de en çok Alevi yerleşimi yaklaşık 550'den fazla Alevi köyü ile SivasTunceli , Erzincan ve Tokat illeri gelmektedir. ilindendir. Ardından da

İnanç






Alevilik, Allah-Muhammed-Ali üçlemesi ve Ehl-i Beyt, Oniki İmamları önemseyen Şiiliğin Onikicilik ile ortak noktalara sahip bir yoldur.

Alevilikte incelenmesi gereken asıl inanç varlığın birliğidir.
Alevîlik'te tanrının insan dâhil evrendeki her şeyin içinde olduğu inanışı vardır.
Alevilik Tanrı korkusu yerine sevgisini benimseyen, Kuran'ın şekline değil, özünü kabul ettiklerini belirten, amacı "Seyr-ü süluk" (Ruhsal olgunlaşma) olan bir tasavvuf yoludur.

Özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, kendi öz diliyle, musikisiyle, semahıyla inancını icra etme biçimine denir.En-el Hak (Arapça: أنا الحق, Anal Haq), Arapça "Ben Hakkım" anlamına gelir. "Haktan gayrı degilim" demektir. "Ben Tanrı'yım" anlamına gelmez. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, "Ben Haktan ibaretim, ancak Hak benden ibaret degil" denebilir.

Hayatın amacını insanın ham ervahlıktan çıkarak, insan-ı kâmil olup, özüne dönmek olarak tanımlamaktadır.Mürşid, Pîr ve Rehber huzurunda ikrar verilerek Dört Kapı Kırk MakamCemevidir. aşamasından geçilir. Alevi ibadedinin uygulandığı mekân

Tarihsel Gelişimi

  • Horasan Erenleri ve Kırklar Meclisi
Anadolu'nun İslamlaşmasını sağlayan Hacı Bektaş-ı Veli'yi, Yunus Emre'yi, Abdal Musa'yı, Ebul Vefa'yı, Hoca Ahmet Yesevi'yi Şah İsmail (Hatai)'yi önemser. Ayrıca Aleviler Mustafa Kemal Atatürk'e bağlılıklarıyla tanınır. Şah İsmail Alevilik inancının Türkmenler arasında yayılmasında büyük etkisi olmuştur. Öncelikli hedef Doğu anadolu olduğundan burada ise özellikle ZazalarınKürt topluluklarınında Alevi inancını kabul etmelerinde büyük etkileri olmuştur büyük bir çoğunluğu ve bir kısım

Anadolu’ya gelen Hazret-i Pîr’le ve ozanların nefesleriyle hayat bulduğuna inanılmaktadır.
  • Yedi Ulu Ozan

Ali bin Ebu Talib betimlemesi. Alevi İslam inancında Ali'nin çok özel bir yeri vardır ve Alevi-Şii amentüsünde bulunan imamet anlayışına göre Muhammed öldüğünde yerine imam olması gereken kişi Ali'dir ve imamet Ali'nin soyundan devam eder.




Alevîlik'te ve Şiîlik'te önemli bir yere sahip olan Zülfikar isimli kılıcın temsîlî bir resmi.


Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki kâmil insan olma ilkelerini Hacı Bektâş-ı Velî’nin tespit ettiğine inanılır. Hacı Bektaş, "Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur" demiştir.

Dört Kapı şunlardır:
  • Şeriat,
  • Tarîkat,
  • Mârifet ve
  • Hakîkat
Her kapının on makâmı vardır.
Şeriat kapısının makamları:

  1. İman etmek,
  2. İlim öğrenmek,
  3. İbâdet etmek,
  4. Haramdan uzaklaşmak,
  5. Ailesine faydalı olmak,
  6. Çevreye zarar vermemek,
  7. Peygamberin emirlerine uymak,
  8. Şefkatli olmak,
  9. Temiz olmak ve
  10. Yaramaz işlerden sakınmak.
Tarîkat kapısının makamları:
  1. Tövbe etmek,
  2. Mürşidin ögütlerine uymak,
  3. Temiz giyinmek,
  4. İyilik yolunda savaşmak,
  5. Hizmet etmeyi sevmek,
  6. Haksızlıktan korkmak,
  7. Ümitsizliğe düşmemek,
  8. İbret almak,
  9. Nîmet dağıtmak,
  10. Özünü fakir görmek
Marifet kapısının makamları:
  1. Edepli olmak,
  2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak,
  3. Perhizkârlık,
  4. Sabır ve kanaat,
  5. Haya,
  6. Cömertlik,
  7. İlim,
  8. Hoşgörü,
  9. Özünü bilmek,
  10. Ariflik.
Hakikat kapısının makamları:
  1. Alçakgönüllü olmak,
  2. Kimsenin ayıbını görmemek,
  3. Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek,
  4. Allah’ın her yarattığını sevmek,
  5. Tüm insanları bir görmek,
  6. Birliğe yönelmek ve yöneltmek,
  7. Gerçeği gizlememek,
  8. Mânâyı bilmek,
  9. Tanrısal sırrı öğrenmek ve
  10. Tanrısal varlığa ulaşmak.

Alevilikte İbadet

Aleviler, Muhammed'in son Peygamber olduğuna, Ali'nin ise Veliliğine (ya da İmamlığına) inanırlar.Türk Alevileri,ibadetlerini cem evinde yaparlar. Kadir Gecesi 'ni bağlayan günlerde üç gün ve Muharrem ayında ise 12 gün oruç tutarlar. Muharremden sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar. Muharrem orucundan evvel 3 gün Masumu Paklar orucunu tutarlar.


Türk Alevileri kendi içinde bir çeşit hiyerarşi oluşturmuştur. Örneğin "yol"a gönül vermiş olana "talip" denir. Kişi, yolun kurallarını yerine getirip bilgi düzeyini arttırdıkça yükselir. Alevilik'te "yol" denen deyimin temelini 4 kapı 40 makam anlayışı oluşturmaktadır. Sırasıyla şeriat, tarikat, marifet ve hakikat 4 kapıyı oluşturmaktadır. Bu kapıların hepsinin "alt bölüm" olarak niteleyebileceğimiz on'ar tane makamı vardır. Bütün kapı ve makamların kendi içinde bir anlamı bulunmaktadır. Şeriat kapısı, özetle doğru inanç ve doğru yaşam tarzıdır ve toplumdaki her bireyin inanç ve yaşam kurallarını düzenler. Tarikat kapısı ise tarikata hizmet etmek, Aleviliğin kurallarına özen göstermektir. Marifet kapısı ise bir nevi kendisi için kuralları aşıp başkaları için de birşeyler yapabilmek, fedakar olabilmektir. Hakikat kapısı, bütün dünyevi kaygıları aşıp kişinin Tanrı ile arasındaki sırra nail olması demektir.

Cem

Cem toplu halde ettikleri ibadetin adıdır. Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manasına gelmektedir.
Türk Alevilerinde cemde bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem’e başlanmaz.
Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir Dede nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir,

Cemevi

Ana madde: Cemevi
Alevilerin ibadet ettiği yere “toplanma” anlamında “cemevi” denir; bir olma, bütünleşme yeri, Yaratan’la bir olma, bütünleşme anlamındadır.Cem herhangi bir yerde yapılabilir.Evde ya da temiz olan her yerde yapılabilir.Önemli olan Allah'a sığınmak ve ibadet etmektir. Cemevi ise sadece ibadet amaçlı kullanılmıyor,Cemevleri, salt tapınma maksadı ile kullanılmamış ve kullanılmamaktadır.Türk Alevi topluluğunun tapınma gereksinimi dışında toplumsal, bireysel sorunların çözüme kavuşturulduğu bir meclis işlevi de görmüş ve görmektedir.

Duaz ve deyiş

Duaz, Duazdeh'in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup oniki (12) anlamına gelmektedir.
Duaz, cem âyinlerinde söylenen ve Oniki İmamlar'ın adlarının geçtiği deyişlerdir. Bazen dua olarak da nitelendirilirler. Bu deyişlerde ayrıca Oniki İmamlar'ın yanı sıra başta Peygamber(s.a.v) ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevî ulularının adları geçmektedir.
Alevîlik ve Alevîler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duazın, nefesin, türkünün, deyişin farklı anlamlara sahiptir.Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş Alevîliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır.
Alevilikte Duaz ve Deyişlerin ibadet dili Türkçe'dir.

Mersiye

Ana madde: Mersiye
Mersiye, bir edebiyat terimidir.
Divan edebiyatında ölen bir kimsenin yiğitliğini, cömertliğini, iyiliğini, yaptıklarını övmek ve ölümünden duyulan acıyı dile getirmek için yazılan şiir türüne mersiye adı verilir. Kutsal günlerde, ölüm törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Mersiyeler genellikle mesnevi ve terkib-i bent nazım biçimlerinde yazılmıştır. Ünlü divan şairi Baki'nin Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümü üstüne yazdığı Kanuni Mersiyesi, bu türün en güzel örneklerindendir. 8 beyitten oluşur. Arapça ve Farsça kelimeler çok olduğundan dili ağırdır. Aruz ölçusüyle yazılmıştır.

Semah

Ana madde: Semah
Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibâdeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".
Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.
Geçmişte sadece Cemlerde dönülen semahlar, günümüzde özüne aykırı düşmedikçe izleyiciler önünde de icra edilmektedir.

Muharrem Orucu

Daha çok bilgi için: Kerbela Savaşı
10 Ekim 680 de Ali'nin oğlu ve Muhammed’in torunu Hüseyin ile ailesi ve takipçileri (toplam 72 kişi) Kerbela’da şehit edildiler.
Aleviler bu olayı anmak için, her yıl Muharrem Ayında 12 gün oruç tutarak yas tutarlar. Aleviler Muharrem orucu ile Hüseyin (RA)`in şahsında Ehlibeyt'e bağlılıklarını dile getirirler ve aynı zamanda zalimin zulmü olarak nitelendirdikleri bu olayı lanetlerler .

Alevilikte Kutsal Günler ve Anma Günleri:


  • Muharrem Orucu
  • Aşure Günü
  • Hızır Orucu
  • Hüseyin'in katledilmesi(Kerbela Olayı)
  • 21 Mart- Hz. Ali (e)'ın doğum günü ve Nevruz
  • Gadırhum
  • 5-6 Mayıs:Hıdırellez
  • 6-7 Haziran:Abdal Musa Anma Törenleri
  • 2 Temmuz-Sivas Katliamının yıldönümü
  • 16-18 Ağustos:Hacı Bektaş-ı Veli'yi anma törenleri

Nüfus dağılımı

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c8/Alevis.png/400px-Alevis.png
Türkiye'deki Aleviler. Beyaz renkle gösterilen şehirlerdeki Alevi oranı %10'dan azdır. Renk koyulaştıkça oran artmaktadır


Alevilerin %60 Türkmen, %20'si Zaza ve Kürt, %8'i Arap, kalanı da diğer etnik kökenlerden gelen kişilerden (Arnavut, Boşnak vb.) oluşuyor.
Üçte biri İstanbul bölgesinde yaşayan Alevilerin daha sonra en yoğun olarak bulundukları iller Ankara, Izmir, Adana, Mersin, Bursa, Antalya, Gaziantep,Adıyaman ayrıca Orta ve Doğu Anadolu (Sivas,Malatya, Tokat, Tunceli, Erzincan, Çorum, Amasya ve Kahramanmaraş). Alevilere yaşadıkları yerde ne kadar zamandır bulundukları sorulduğunda, Türkiye geneline göre daha hareketli bir nüfusa sahip oldukları anlaşılıyor. Türkiye genelinde her 10 kişinin 6'sı, doğduğundan beri aynı yerde oturuyor. Halbuki bu her 10 Alevinin sadece dördü için geçerli. Diğer bir deyişle her 10 Aleviden 6'sı doğduğu yerde oturmuyor.

Milliyet gazetesine göre Aleviyim diyenlerin sayısı 4,5 milyon (23/03/2007)
Alevilerin nüfus oranı Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bu oranda bulunuyor.Bu konuda üç kaynak verilebilinir.Birincisi; İttihat Terakki’nin Baha SaitBey’e yaptırdığı araştırmada Alevi nüfus yaklaşık; 4 milyondur. İkinci kaynak Atatürk’ün yanında Erzurum veSivas kongrelerini izleyen Mazhar Müfit Kansu’da Alevi nüfusu; 3-4 milyon olarak belirtir.

. Üçüncü kaynak ise; EnverBehnan Sapalyo, Mezhep veTarikatler kitabında Alevi nüfusu 6 milyon civarında belirtmesidir. O yıllarda yani 1920 yıllarında Türkiye’deki toplam nüfus; 13,5 milyondur.

Tunceli Alevileri

Alevi nufusun en yoğun yaşadığı Dersim'de ki nüfusu; Zaza ve Kürt kökenli Alevilerden oluşturmaktadır.Bölgede Türkmen alevileride bulunmaktadır.

Malatya Alevileri

Malatya nın yaklaşık % 30 u alevi nüfusa sahiptir.. Şu ana kadar resmi kaynak olmadığını düşünerek, Malatya ilinde yaşayan alevilerin nüfusu sadece oy dağılımına bakarak rakam çıkartılır. Malatya'da oyların %90'i üç partiye bölünür : Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi.
Malatya yöresinin dağlık kesiminde yaşayan alevilerin köken olarak bakıldığında Horasan'dan geldikleri söylenebilir. Malatyanın yeşilyurt ve merkez ilçelerinde Kürt kökenli alevi vatandaşlarımızda yaşamaktadırlar.

Adıyaman Alevileri

Adıyaman alevileri 3 aşireten oluşmaktadandır .bunlardan başlıca aşiretler şunlardır hıdırsur ve kavi ,balyan bunlar en nufusu yoğun olan aşiretler bunlardır.bunların en kalabalığı ve en önde gelen vede kültürüyle önden gelen aşiretidir.Hepsi kürtür.hıdırsur aşiretine mensup omaklar vardır. bunlardan başlıca kureyşan kabilesi ve kure usan , birikanlar ,hüseniler gelir. Adıyaman merkeze bağlı (BALYAN)Yaylakonak beldesi belediye başkanlığı aynı zamanda bu belde bir aşiretten oluşmaktadır. Bu aşiret Kürt kökenlilidir. Bu aşiretin cıvarında da bazı köyler ve besni ilçesi, gölbaşı ilçesi, kahta ilçesindede Kürt kökenli aleviler vardır. Balyan aşiretine mensup Mersin'de, Gaziantep'te, Malatyada, Adana'da, Çorum'da, Ankara'da, İstanbul'da kişiler yaşamaktadır. Yurt dışında, örneğin Almanya'da, Fransa'da, İsviçre'de ve İngiltere'de balyan aşiretine bağlı insanlar mevcuttur. Beldenin nufusu seçmen olarak 2300 kişidir. Sadece Mersin ilinde 800 hane ev mevcuttur.adıyaman da alevilerin çoğu ise Kavi aşiretine mensuptur. ADIYAMAN ALEVİ KÖYLERİ: ADIYAMAN ın yaklaşık yüzde 35 i alevidir ve burada ki alevi nüfus Kürt etnik kökeninden gelmektedirler.

MERKEZ:56 köy Atakent beldesi(karışık),Kömür kasabası,Yaylakonak kasabası, Ağaçkonak köyü(kuramıllı), Ahmethoca, Akçalı, Akhisar, Ataköy, Aydınoluk, Bağlıca, Boğazözü, Börgenek,Büyükkırıklı, Çamgazi, Çamlıca, Çamyurdu, Çatalağaç,Çokpınar,Dağkuyucak (karışık), Dandırmaz, Dardağan, Davuthan, Doğanlı, Durukaynak, Ekinci, Elmacık(karışık), Gökçay, Göztepe, Güneşli, İpekli, Karağaç, Karaköy, Karahöyük, Karakoç, Kayacık, Kayaönü, Kındırali, Kızılcahöyük, Kızılcapınar(karışık), Koru köyü, Kozan, Kuşakkaya, Kuştepe (karışık), Lokman (karışık), Mestan, Oluklu, Paşa Mezra köyü, Payamlı, Sarıkaya, Tekpınar, Uzunköy,Varlık ,Yarmakaya, Yayladam,Yazıbaşı, Yedioluk

BESNİ:9 köy Kesmetepe kasabası (karışık), Köseceli köyü (karışık), Akkuyu köyü, Akpınar, Beşkoz, Burunçayır, Gümüşlü, Karalar, Konuklu,
ÇELİKHAN:4 köy Pınarbaşı kasabası, Aksu köyü, Recep köyü, Köseuşağı
GÖLBAŞI:7 köy Çelik, Haydarlı, Yarbaşı, Yeniköy, Çatalağaç, Savran (karışık),Aktoprak
KAHTA:2 köy Ortanca (susan),Bizirin

Sivas Alevileri

Sivas, Türkiye'de en çok Alevi köyü bulunan il'dir. 638.585 kişilik Sivas ilinde aleviler sünnilere göre daha azdır.bunun nedeni de alevi köyleri sünni köylere göre çok yoğun göç vermiştir..bu göçlerde sivasın merkezi ve ilçelerine değil büyükşehirlere ve yurtdışına olmuştur... gerek İstanbul gerek Ankara, İzmir ve yurtdışında Almanya, Hollanda, Fransa gibi yerlerde alevi sivas'lılar, sunni sivas'lılardan daha fazladır.

Erzurum Alevileri

Bir bolümü Horasan bir bölümü de Tunceli'den göçmedir. Merkezde pek olmamalarına karşı güney ilçe ve köylerinde yaşarlar. Erzurumun , Tekman / Hınıs / Aşkale / Şenkaya / Pasinler / Çat/ ilçelerinde orta yoğunlukta bulunmakla beraber Erzurum merkez ve diğer ilçelerinde de azınsanmayacak ölçüde alevi nüfusu mevcuttur.

Sıraçlar

Sıraçlar bir Türkmen boyunun ismidir. Sıraç sözcüğü Kuran da geçmektedir.nur saçan ışık saçan yol ışık anlamlarına gelir. bu güne kadar tam türk ibadetlerini ve geleneklerini sürdürler. Aleviler arasındaki bazı topluluklara da "sıraçlar" denmektedir. Örneğin Hubyar yöresindeki Alevi topluluklarından bazılarına "sıraçlar" denilmektedir. Sıraçlar Alevilikte "Dede" olarak adlandırılan rehbere "Baba" derler. Anadolu'nun başka bölgelerinde de "sıraçlar" olarak nitelenen Alevi toplulukları mevcuttur. Anadolu'da yaşayan kendini türk diye tanomlayan boylar arasında en saf ve katıksız öz be öz türk boyu sıraç türkmenleridir nedeni ise günümüzde bile kendi içlerinden evlenmeleri sünnilerle ve diğer etnik gruplarla kan karışımı olmamasıdır.

Tahtacılar

Ana madde: Tahtacılar
Eskiden orman işleriyle uğraşan göçebe Türkmen aşiretidir, Tamamı Alevidir. Bugün çoğu Tahtacı yerleşiktir. Kazdağları Tahtacı Türkmenlerinin merkezidir. Ancak Gaziantep'e kadar uzanan kıyı hattında, Toroslar'da ve özellikle Ege Bölgesinde pek çok Tahtacı köyü vardır.

Çepniler

Çepniler Aleviliği seçen ilk Türkmen boylarından biridir.Anadolunun değişik yerlerinde yaşarlar. Eski bir çepni yerleşimi olan Görelenin eski adı ise Eleviye'dir. Karadeniz çepnileri bugün ezici olarak Sünnidirler. Sünni çepniler Trabzon, Ordu ve Giresundan başlayarak bu bölge ve çevresinde yerleşiktirler.Alevi olanlarının çoğuda zamanla sunnileşmiştir. Sünnileşmeleri Osmanlı Alevi çatışmaları ile başlamıştır.Cumhuriyetten sonra da pek çok çepni köyü sünnileşmiştir.Osmanlı kayıtları incelendiğinde,karadeniz çepnilerinin bir kısmı sunni iken,bir kısmınında alevi olduğu anlaşılmaktadır.
Aleviliğini bırakmayan çepniler ise daha çok Balıkesir, Manisa, İzmir, Çanakkale, Burdur, Gaziantep gibi illerde yerleşiktirler. Çepniler Hacı Bektaşi Velinin ilk müritliğini yapan Türkmen Aşiretidir. Tokat, Çorum, Amasya gibi illerdeki Alevi köyleri de Çepnidir.

Balkan Alevileri

Osmanlı devletinin kuruluşundan önce Deliorman ve Dobruca bölgelerine Seyyid Sarı SaltukTürkmenler yerleşmişlerdir, Osmanlı devletinin kuruluşundan sonrada yine aynı bölgelere gönüllü Alevi yerleşimleri ve isyana katılan Alevilerin sürgünleri gerçekleşmiştir. Deliorman ve Dobrucada 2.Mahmud'dan önce hemen hemen tüm Türk köyleri Alevi-Bektaşi ve Bedreddini iken, 2.Mahmud'un Bektaşi tekkelerine Nakşibendi şeyhleri atamasıyla ve kuzeyden gelen Sünni-Tatar göçleriyle Sünnilik yayılmıştır. Günümüzde Bulgaristanın bu iki bölgesinde Aleviler halen oldukça etkindirler, bölge Sünnileride Nakşi-Bektaşisi olduklarından kültürel bir ayrışma ve farklılık görülmemektedir. Hatta Sünniler ve Bektaşiler sorunsuz bir şekilde yaşarken,Hacı Bektaş-ı Veli'nin yoluna bağlanmayan ve kendilerini diğer Türklerden ayrı gören, kendilerine Kızılbaş diyen birkaç köy vardır. Yani Anadoludaki Kızılbaş-Bektaşi özdeşleşmesi Bulgaristan ve Romanya'da yoktur, hatta Bektaşi ve Kızılbaşların aralarında hiçbir ilişki bulunmaz. Balkanlarda yasayan ve kendilerini Kizilbas olarak tanımlayan insanların tamamı Türkce konusur ve kendilerini Türk sayarlar.

Ayrıca Makedonya ve Kosova taraflarında da Arnavut kökenli Bektaşi inancına ait gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar Bulgaristan, Yunanistan ve Romanyadaki Alevilerle aynı geçmişe sahip değildirler, Arnavut,Sırp,Makedon devşirmesi olan Yeniçeriler Hristiyan ailelerinden toplanıp Bektaşi tekkelerinde yetişiyorlardı, emekli olup memleketlerine döndüklerinde ise buralarda Bektaşiliği yaydılar ve tekkelerin başında bulundular. Ar navut, Boşnak ve Makedon Bektaşileri, Türkmen kökenli olmadıklarından Alevi-Bektaşi değil yalnızca Bektaşidirler yani Beloğlu diye tarif edilmezler.

Tarihçe


Erenler

Alevilik tarihinde yer edinmiş bilgili kişiler Kelime anlamı : Bilgili kişi , önder ...

Ahilik ve Alevilik

Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir. "Ahilik Teşkilatı" ile, Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde Anadolu'da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.Ahilik'in kurucusu Ahi Evran 13.asırda Kırşehirde yaşamıştır.Günümüzde adı ile anılan bir türbe ve camii bulunmaktadır.Ahiliğin felsefesi akıl-ilim-devlet-sağlıktır

Babai İsyanı

Ana madde: Babailik
Baba İshak ve Baba İlyas'ın çıkardığı bugünkü Alevi yerleşim yerlerini belirleyen isyandır. İsyan Alevilerin çoğunlukta olduğu bölgeler başta olmak üzere, Anadolu'da etkili olmuştur.

Kızılbaş ve Safeviler

Ana maddeler: Kızılbaş ve Safevi Devleti
Safevi ordusunda ki alevi askerlerin başlarına giymiş olduğu kızıl renkli mihverin etrafına Oniki İmam inancını simgeleyen oniki kıvrımlı kumaş ile sarılmış bandı taktıkları için kızılbaş olarak adlandırılmışlardır.


asla_asla_deme 24 Ağustos 2009 14:46

Oniki imam - Oniki imamlar
 
Oniki imam (veya Oniki imamlar), İslam dininin Şia mezhebinin alt mezheplerinden İmamiye-i isna aşeriye (Onikicilik, fıkhî mezhep olarak Caferilik) mezhebinin kabullendiği imam silsilesine verilen addır. Alevilik'te de 12 İmam inancı temel dini esası oluşturur.
Ehli Beyt olarak anılan Ali ile başlayan Oniki imamları İslam Peygamberi Muhammed'in torunlarından Hüseyin'in soyundan devam eder.
Şia'ya göre İslam'ın meşru Halifeliği (Velayeti) Oniki İmamlara aittir. İmamet adı verilen bu husus, Caferi fıkıhının temel kaynağını oluşturur.


Vikipedi





asla_asla_deme 24 Ağustos 2009 14:52

14 Masum-u Pak
 
14 Masum-u Pak küçük yaşta şehit edilen Ehl-i Beyt ve Oniki İmamlar'ın oğluları. Özellikle Alevilikte önemseniyor. Yaşları küçük olduğu için pak ve masum diye adlandırılmıştı.



asla_asla_deme 30 Aralık 2009 02:12

Alevilik Nedir?

Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi


Aleviliğin ne olduğu, gerek Aleviler ve gerekse bu grubun dışında bulunan kişiler ve bilim adamları tarafından tartışılmaktadır. Bu çabalarda genellikle görülen, objektif Aleviliğin ne olduğunu ortaya çıkarmak yerine, kişilere göre Aleviliğin ne olması gerektiği üzerinde toplanmaktadır. Şüphesiz bu tip çalışmaların da yararsız olduğu söylenemez. Ancak bu çalışmalar, sosyal bilim yöntemiyle sosyal gerçeğin araştırılmasından çok, konuya felsefi tarzda bir yaklaşım mahiyetini taşımaktadır.

Bu yazıda, konunun felsefesinin yapılmasından çok çeşitli materyallere ve canlı kaynaklara dayanarak sosyal bir gerçeklik olarak Aleviliğin ne olduğu üzerinde durulacaktır.

En başta Alevi, Peygamber ailesi ve taraftarları anlamına gelir (İbn Haldun,1990:579). Ali tarafını tuttukları için bu manada Ali'nin ordu komutanlarından Abbasoğlu Abdullah, Yasiroğlu Ammar gibi sahabeler de Alevidir. Daha Ali'nin sağlığında onu en üstün sahabe, Halifeliğe en layık insan sayanlara ve Ali'nin komutanlarından Malik-i Eşter ve Sa'saa gibi kimselere de Alevi denmiştir (Yörükan, 1998:463).

Arapça'da Alevilik, Ali'ye mensup, Ali'ye ait anlamlarına gelir. Mezhepler tarihi ve tasavvuf edebiyatında ise, Hz. Ali'yi sevmek, saymak ve her hususta ona bağlı olmak anlamlarında kullanılmıştır. Bu bakımdan Hz. Ali'yi seven, sayan ve ona bağlı olan kimseye "Alevi" denir (Fığlalı, 1996:7).

Ali sevgisinin normal ve kabul edilebilir ölçüsü yanında bunun derece derece Hz. Ali'yi Tanrılığa vardıracak kadar marazi şekilleri de bulunmaktadır. Bu sevgi ve saygı, çok defa "Ehl-i Beyt" sevgi ve saygısı ile bir arada bulunmaktadır. Ev halkı anlamına gelen "Ehl-i Beyt”ten kastedilen, Hz. Muhammed'in ailesi ve soyudur. Rivayete göre bir gün Hz. Muhammed; kızı Fatma, damadı Hz. Ali ve torunları Hasan ile Hüseyin'i hırkasının, abasının altına alarak onları korumuş, şefkat göstermiş ve elini abasının üstüne koymuştur. Bundan sonra kendisi ile 5 kişi olan ocak mensupları, aile üyeleri "Ehl-i Beyt" adıyla anılır olmuştur (Eröz, 1990:33).

Cibali Ocağı Dedesi ve taliplerine göre Alevilik; Allah'a kul, Hz. Muhammed Mustafa'ya ümmet, İmam Ali'ye talip olan, Ehl-i Beyt'i seven ve İmam Hüseyin'in yolundan giden topluluğun kabul edip benimsediği inanç biçimidir. Yani İslamlık eşittir Aleviliktir. Bu tanıma bağlı olan ve yaşamında bunu uygulayan kişi Alevidir (Arslanoğlu,99/12:1 16).

Alevî: Eline, diline ve beline sahip olan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmayan; büyüğüne saygılı, küçüğünü seven, anaya, babaya ve komşusuna saygılı ve itaatkar olan, konuğu Hakk bilip saygıda ve ağırlamada kusur etmeyen; kadını erkeğe eşit gören; 72 milleti bir görüp Yaradan'dan ötürü seven; Allah'ın ademde (insanda) sır olup mekân tuttuğuna ve ademde tecelli ettiğine inanan; her türlü iyiliğin Tanrıdan geldiğine ve her türlü kötü fiilin insanın nefsi nedeniyle insandan olduğuna inanıp iman eden; alçak gönüllü olmayı kendisine düstur edinmiş, başka kişileri kendinden üstün sayan kişidir (a.g.y: 116).

Dede Mustafa Güvenç (1999:42)'e göre Alevilik, Kur'an'dan sonra Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt'in içtihatlarına öncelik veren, bütün insanlığı kucaklayan ve insanlar arasında ırk, renk, soy-sop ayrımı gözetmeyen bir İslami yorumdur. Alevilik, İslam dininin bozulmamış şekli olup aynı zamanda Nazenin tarikatı, Muhammed Ali yolu ve erkânıdır.

İsra Suresi 71 .ayette:"Her insan topluluğunu önderleri (imam) ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklardır" buyrulmaktadır. Alevi inancına göre bu ayet gereği Müslümanların mutlaka bir imama tabi olmaları gerekir. Bunlar Hz. Ali soyundan gelen imamlar olup, günümüzde Türkiye'de bunları takip edenler, Alevi dedeleri olarak kabul edilmektedir.

A. Şianın Kolları a. İmamiye

İbn Haldun (1990:579)'a göre Aleviler, Hz. Ali'yi imam diye andılar. Halifenin özelliklerinden olan imameti anlatmak ve mezheplerine göre Ali'nin namazlarda imam olarak cemaata namaz kıldırmağa Ebubekir'den daha layık olduğuna işaret etmek üzere Ali'ye imam adını verdiler.
Bundan başka İmamiye, Hz. Muhammed'in vefatından sonra halifeliğin Hz. Ali ve onun Fatma'dan doğma oğullarının hakkı olduğunu kabul edenlerin inançlarına verilen addır. Onlara göre, mümin olmak için imamı bilmek ve tayin etmek şarttır. İmamı bilmek dinin temelidir. Hz. Muhammed, Tanrı'ya ortak koşanlar ile ilgili ayetleri Araplar'a okumak üzere Hz. Ebubekir'i göndermiş ise de Peygambere kendi ailesinden birisini göndermesi vahiy ile emredilince Hz. Ali'yi göndermiştir. Ayrıca Tanrı elçisi, Ali'nin katıldığı bütün gazalarda Ali'den başkasını komutan tayin etmemiştir. Ebubekir ile Ömer'e gazalardan birinde Usame bin Zeyd, diğer bir gazada ise Amr İbn As komutanlık yapmıştır. İmamiye'ye göre bütün bunlar, Hz. Muhammed'in kendisinden sonra Hz. Ali'yi kendisine halef tayin etmiş olduğuna ve kendisinden sonra halifeliğin onun oğullarına geçeceğine işarettir (İbn Haldun, 1990:497-499).

İmamet için 4 şartın yerine gelmesi gerekiyor: 1 .İmamın bilim sahibi olması 2. İmamın adaletli olması 3. İmamın ehliyetli olması 4. İmamın akıl sahibi olması. Akıldan kastedilen, iş ve uygulamaya etki edecek derecede duygu ve organlarında kusurlu olmamaktır (a.g.e:486).

İmamiye, hem itikat hem de ibadet ve muamelatta İmam Cafer Sadık'ın görüşlerine dayandığı için buna Caferiyye de denilmektedir. Bunlar 12 imam inancını benimsemişlerdir.

Oniki İmamlar

1. Hz. Ali: Künyesi Ebu'l Hasandır. Ebu Turab, el-Murtaza, Haydar, Esadullah gibi lakapları vardır. Fil yılının 30. senesi Recep ayının on üçüncü (29 Temmuz) günü doğdu. Hz. Muhammed'in amcası Ebu Talib'in oğlu ve aynı zamanda Peygamberin damadıdır (Tercüman, 1987:103). 5 yaşından itibaren Hz. Muhammed'in yanında büyümüştür. Hz. Muhammed'e Hz. Hatice'den sonra ilk inanan, Peygamberin terbiyesi altında yetişen Kur'an ve sünneti en iyi bilen, gerek Hz. Ebubekir ve gerekse Hz. Ömer zamanında kendisine akıl danışılan bir sahabedir (Fığlalı, 1996:238-240).

Hz. Ali, Hz. Muhammed'in Medine'ye göç edeceği gün onun yatağına yatarak müşrikleri oyaladıktan sonra Peygamberin emanetlerini sahiplerine iade edip Hz. Fatma ve annesi Fatma

Binti Esad ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hz. Ali, Peygamberin terbiyesi altında büyüyen, her yönden iyi yetişmiş, özellikle Kur'an ve sünneti, bilimi, helal ve haramı iyi bilen sahabe unvanını kazanmıştır. Ebubekir ve Ömer zamanlarında sahabeler içinde mutlaka kendisinden akıl danışılan bir isim olmuş, tarih ve tabakat kitaplarında "Ebubekir ve Ömer'in Müftüsü" olarak adı geçmiştir. O varını yoğunu fakirlere dağıtan, vefası, cömertliği ve Müslümanların haklarını gözetip korumakla şöhret kazanmış yüce bir şahsiyetti (a.g.e:239-243).

Hz. Muhammed Miraca çıktığında Tanrı kendisine sırlarla dolu nurlu yetmiş bin kelime söyledi. Bunlardan otuz beş binini açıklamakta serbestsin, bunları hayırlı dostlarına ve istediğine söyle, geriye kalan otuz beş binini gizle, buyurdu. Peygamberimiz bu sözlerden bir kısmını kerim ashabına söyledi, geriye kalan sırlarından on binini Hz. Ali'nin kulağına fısıldadı. Hz Ali, bu metin sırlar ve nurlarla dopdolu olduğu vakit heyecanlanarak ve feryat ederek çöllere gider, başını kuyuların içine sokar, ah vah eder, manalar saçar ve daima: "Perde kalksaydı yakıynim artmazdı" buyururdu (A. Eflaki II,1995:171-172).

Hz. Ali'nin üç yüce adeti vardı. Bunlardan birincisi, eve misafir geldiğinde önüne bal çıkarmak; ikincisi fakir ve zavallılara şalvar giydirmek; üçüncüsü ise, mescitlere çerağ göndermekti. Hz. Ali'nin yakınları bu üç adetinin sırrını sorduklarında O buna şu cevabı vermiştir: Fakir misafirlerin ağızları tatlanınca hakkımda dua etmeleri; "insanlar kıyamet gününde çıplak olarak haşrolunacaklar", hadisine göre o günde çıplak olarak dirildiğimde, avret yerimi kapatacak bir şeyimin olması; Yüce Tanrı'nın benim karanlık mezarımı kendi lütfu ile nurlandırması ve beni ışıksız bırakmaması için bunları yapıyorum (A. Eflaki I,1995:441).

Alevi inancına göre, Allahü Taala evreni yaratmadan önce Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin nurlarını yarattı ve evreni bu nurların ışığı ile aydınlattı. Tanrı şeriatı Hz. Muhammed'e, tarikatı ise Hz. Ali'ye verdi. Alevi cemlerinde delil uyandırmak maksadıyla yakılan çerağ (mum) Hz. Ali'nin nurunu temsil eder ve onun için bu kutsaldır (Bozkurt,?: 157).

Tanrı, Nur Suresi 36. Ayette; "(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Onların içinde sabah-akşam O'nu tesbih ederler." buyurarak, insanlara bu çerağın ibadet yapılan mekânlarda yakılmasını emretmiştir. Görüldüğü gibi Alevi dergâhlarında yakılan mum, yukarıdaki ayete ve tasavvufi inanca dayanmasına rağmen, bu törenlerin gizli olması ve Sünnilerce mahiyetinin anlaşılamaması sebebiyle, zaman zaman mum söndü gibi suçlamalara neden olabilmektedir.

Mevlana'nın rivayetine göre, Hz. Ali bir gün sabah namazına gidiyordu, önünde yaşlı bir Yahudi'nin yürümekte olduğunu gördü. Ali; insanlığı, civanmertliği ve ahlakının yüceliği ile o ihtiyara saygı gösterip onun önüne geçmedi ve arkasından yavaş yavaş yürüdü, fakat sabah namazının birinci rekatını kaçırdı. Bunun üzerine Cebrail Hz. Muhammed'e gelerek kendisini Tanrı'nın gönderdiğini ve bir Yahudi'ye saygı göstermesi yüzünden Ali'nin, yüz senelik ibadetten daha hayırlı olan sabah namazının birinci rekatının sevabından mahrum kalmadığını bildirdi (Eflaki I,1995:285).

Fütüvvet, peygamberlerden Hz. Muhammed'e geldi. Kıyamette her peygamber kendi derdine düşerken O, "ümmetim, ümmetim" diye halkın kaydına düşecektir. Fütüvvet, Hz. Muhammed'den Hz. Ali'ye geçti. Hz Muhammed: "Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır ve Ali bendendir, ben Ali'denim, buyurmuştur. Hz. Ali Fütüvvet kutbudur ve 17 kişinin belini bağlamıştır. Bunların başında Selman-ı Farisi gelir. O daHz. Ali'nin emriyle bazılarının
bellerini bağlamıştır. Böylece şedd erkanı (kemerbestlik), Hz. Muhammed, Ali ve Selman vasıtasıyla kurulmuş bir silsile meydana getirmiştir (Arslanoğlu, 1977:20).

Bir gün bir dilenci gelmiş ve bir şey istemişti. Peygamber, buna bir şey verin, dedi. Ali kalktı, gitti ve bir dinar, beş dirhem ve bir kap yemek getirdi. Hz. Muhammed sorunca dedi ki: "O istediği zaman içimden bir parça yemek vermeyi geçirdim. Derken hatırıma beş dirhem vermek geldi. Giderken bir dinarım var, onu da vereyim, dedim. Hatırıma geleni ve içimden geçeni vermemezlik edemezdim." İşte bunun üzerine Hz. Peygamber: "La feta illa Aliy: Ali'den başka er yok" dedi (Arslanoğlu,1977:15).

Hz. Ali: "Bana ayıplarımı gösteren kimseye Tanrı rahmet etsin. Ben iyi huyumla insanlara galip gelirim, imkanım nispetinde onları ıslah ederim. Bana söylemek düşer, kabul ettirmek benim elimde değildir" demiştir (A. Eflaki II, 1995:59).

Hz. Ali'nin yolunun şartı 6 olarak kabul edilmektedir: 1.tövbe 2.teslim 3.ölüm 4.takva 5 .kanaat 6.uzlettir (Arslanoglu, 1997:49).

Alevilere göre Hz. Muhammed'den sonra İslam dini bozulmuştur ve gerçek İslam'ın savunucusu Hz. Ali'dir. Hz. Ali, bütün Türkler'de yiğitlik ve kahramanlığın sembolüdür. Alevi toplumunda ise yiğitlerin alplerin bileşimidir. Oğuz gibi yiğit, Dede Korkut gibi bilgedir. Bir çok Alevi köyünde Hz. Ali'nin Türk olduğuna inanılır. Hz. Muhammed ile Hz. Ali, İbrahim Peygamber'in soyundan gelirler (Bozkurt, 1990:106-108).

2.Hz. Hasan: Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fatıma ile Hz. Ali'nin büyük oğullarıdır.
Hicretin 2.Yılında doğduğu rivayet edilirse de kaynakların çoğunluğu 625 yılında doğmuş
olduğunda birleşirler. Muaviye ile anlaştıktan sonra Medine'ye yerleşti ve burada 10 yıl
yaşadıktan sonra Yezid B. Muaviye ile evlendirilmek vaadiyle karısı Ca'de Binti Eş'as B. Kays
tarafından zehirlenerek şehit edildi. Baki mezarlığında annesi Hz. Fatıma'nın yanına gömüldü
(Tercüman, 1987:163). Doç. İbrahim Sarıçam (1997:297)'a göre Hz. Hasan, karısının
zehirlemesi yüzünden ölmüş olabileceği gibi, Muaviye ile yapılan savaşta almış olduğu
yaralardan da vefat etmiş olabileceğini ileri süreler bulunmaktadır.


3.Hz. Hüseyin: Künyesi Ebu Abdullah'dır. Lakabı Sıbt (torun) ve Şehid'dir. Hz. Ali ile
Hz. Fatıma'nın oğullarıdır. Hicretin dördüncü yılında doğmuş (626); 10 muharrem 61/10 Ekim
tarihinde Yezid'in ordusu tarafından Kerbela'da şehit edilmiştir. Gerek Hz. Hasan ve gerekse
Hz. Hüseyin Hz. Muhammed'in en sevdiği torunlarıdır (Tercüman,1987:104).


4.Ali Zeyne'l Abidin: Künyesi Ebu Muhammed ve Ebu'l Hasan'dır. Lakabı, ibadet
edenlerin ziyneti ve secde edenlerin efendisi anlamına gelen "Zeyne'l Abidin" ve " Seyyidu'l
Sacidin"dir. Babası İmam Hüseyin, annesi son İran hükümdarı Yezdcürd'ün kızı Şehribanu'dur. 5 Şaban 38/6 Ocak 659'da Medine'de doğmuş ve 22 Muharrem 95/17 Ekim 713 tarihinde vefat etmiştir. Medine'de baki mezarlığında gömülüdür (a.g.e:104).


5.Muhammed el-Bakır: Künyesi Ebu Cafer'dir. Lakabı, ilim ve hikmeti yaran, ilmin
derinliğine inmiş anlamına Bakırdır. 3 Safer 57/16 Aralık 676'da Medine'de doğmuş ve 7
Zilhicce 114/28 Ocak 733'de Medine'de vefat etmiş ve babasının yanına gömülmüştür. Babası
Ali Zeyne'l Abidin, annesi Hz. Hasan'ın kızı Ummü Abdullah'dır. O babası Zeynel-Abidin gibi
siyasetten tamamen uzak kalmış ve ilimle meşgul olmuştur. Muhammed el-Bakır, bir çok hadis
ve fıkıh imamı ile görüşerek fikir alış-verişinde bulunmuş olup, büyük bir hadis bilginidir
(Fığlalı, 1996:262).


6.Cafer es-Sadık: Künyesi Ebu Abdullah, lakabı Sadıktır. 17 Rebiülevvel 80/23 Mayıs
699 tarihinde Medine'de doğmuş, 25 Şevval 148/15 Aralık 765 tarihine aynı yerde vefat etmiştir. Baba tarafından Hz. Ali'ye ve Hz. Fatma vasıtasıyla da Hz. Muhammed'e, ana tarafından ise Hz. Ebubekir'e dayanır. Medine'de bahçeli evinde dersler vermiştir. Kendisinden ders alanlar daha sonra fıkıh ve kelamın gelişmesinde önemli katkıları olan şahsiyetlerdir. Bunlar arasında Ebu Hanife, Malik Bin Enes, Mutezile'nin kurucusu Vasıl B. Ata ve meşhur kimyacı Cabir B. Hayyan bulunur (Fığlalı, 1996:264-265).


Bütün kaynakların ittifakla bildirdiğine göre İmam-ı Cafer Sadık, ihlaslı, sabırlı, cömert, hoşgörülü, yiğit ve heybetli bir kişiliğe sahipti (Tercüman, 1987:43).
İmam-ı Cafer Sadık'ın; Zeydin, oğlu Yahya'nın, torunu Mehdi'nin, onun kardeşi İbrahim ve İsa bin Zeydin öldürüleceklerini önceden haber verdiği için kendisinin kerametlerine inanılmaktadır (İbn Haldun, 1990:505).

7.Musa el-Kâzım: Künyesi Ebu'l Hasan, lakabı Kâzım'dır. 7 Safer 128/8 Kasım 745 tarihinde Mekke ile Medine arasındaki Ebva'da doğmuş, babası Cafer es-Sadık, annesi ise Berberi bir kadın olan Hamide'dir. Siyasetle uğraşmamasına rağmen Abbasi Halifelerinin şüphesini çekmiştir. Bu yüzden Onu Abbasi Halifesi El-Mehdi, Bağdat'a getirerek hapsetti. Daha sonra Harun Reşid önce onu Basra'ya, sonra Bağdat'a nakleder, burada hapiste iken 25 Recep 183/1 Eylül 799 tarihinde Bağdat'ta vefat etmiş ve Kazımeyn'de Kureys Mezarlığına defnedilmiştir. İmam Musa Kâzım; alim, tasavvuf ehli, yumuşak huylu, cömert ve yardım sever bir zattı (Fığlalı, 1996:266-267).

8. Ali er-Rıza: Künyesi Ebu'l Hasan, lakabı Rıza'dır. 11 Zilkade 148/29 Aralık 765 tarihinde Medine'de doğmuştur. Babası Musa el-Kâzım, annesi Şehd, Neciyye, Necme veya Mersiye adlı bir cariyedir. Ali er-Rıza, bilim ve tasavvuf ehli olması ile tanınmış, babasından hadis rivayet etmiş ve Medine'de Hz. Muhammed'in mescidinde fetvalar vermiş ve hayatının büyük bir kısmını siyasetten uzak geçirmiştir. Ancak Abbasi Halifesi Me'mun, ona kızı Habib'i vererek kendisine veliaht tayin eder. Bu olay Bağdat'ta tepki uyandırır ve halifeye karşı ayaklanarak Memun'un amcası İbrahim B. Mehdi'ye biad ederler. Me'mun bir ordu ile Bağdat'a gitmek üzere yola çıkar yanına Ali Er-Rıza'yı da alır. Ordunun Tus şehrine varışında fazla miktarda üzüm yemiş, taraftarlarına göre de Ali.B. Hişam tarafından verilen bir narı yiyerek zehirlenmiş ve 3 gün sonra bir hastalıktan 29 Safer 203/5 Eylül 818 tarihinde vefat etmiştir. Buna çok üzülen Me'mun, cenaze namazını bizzat kendisi kıldırır ve 1 yıl önce ölen babası Harun Reşid'in gömüldüğü Tus şehrinin Senabad köyüne, babasının türbesine defneder. Daha sonra burası Meşhed adıyla büyük önem kazanır (a.g.e:267-269).

9.Muhammed et-Taki: Künyesi Ebu Cafer, lakabı Taki'dir. Bazen Cevad ve İbnu'r-Rıza da denilir. 15 Ramazan 195/11 Nisan 811 tarihinde Medine'de doğmuş ve 30 Zilkade 220/25 Kasım 83 5'de Bağdat'ta ölmüş ve Kazımeyn'de defnedilmiştir (Tercüman, 1987:104).

10.Ali en-Naki:Künyesi Ebu'l-Hasan'ül-Askeri, en meşhur lakabı, El-Hadi ve En-Naki'dir. Babası Muhammed El-Cevad (et-Taki), annesi mağripli bir cariye olan Semane'dir. 212/7 Mart 828'de Medine civarında doğmuştur. En-Naki, Medine'ye yerleşir ve orada bilimle uğraşır. Zamanla Ehl-i Beyt taraftarlarının çok olduğu Irak, İran, Mısır gibi yerlerden çok sayıda insan ondan ders almaya gelirler. Halife El-Mütevekkil, evinde çok sayıda insan toplandığı ve silahların bulunduğu ihbarı üzerine evinde arama yaptırır. Eve gelenler onu
kıbleye dönmüş ibadet yapar halde bulurlar. Halife El-Mütevekkil onu Samarra'da ikamete mecbur eder. Orada 20 yıl 9 ay yaşadı ve 3 Recep 254/28 Haziran 868 tarihinde vefat etti ve Samarra'da evine gömüldü (Fığlalı, 1996:270-271).

11.Hasan el-Askeri: Künyesi Ebu Muhammed, lakabı; Hadi, Er-Refik ve Ez-Zeki'dir. Samarra'da El-Asker adlı bir mahallede oturduğu için El-Askeri'dir. 8 Rebiul'ahir 232/2 Aralık 846 tarihinde Medine'de doğmuştur. Hasan El-Askeri babası ile birlikte 2 yaşında iken Samarra'ya gelmiş ve orada yetişmiştir. Kendisinin Hintçe, Türkçe ve Farsça dillerini bilen bilgin bir şahsiyet olduğu rivayet edilir. Bilginliğinin yanında kerem sahibi, bağışlayıcı ve sakin bir tabiata sahipti ve 8 Rebiulevvel 260/2 Ocak 873 tarihinde vefat etmiş ve babasının yanına gömülmüştür (a.g.e:27 1-272).

12.Muhammed el-Mehdi: Künyesi Ebu'l Kasım, lakabı Muntazar, Huccet, Sahibu'z-Zaman ve Mehdi'dir. 15 Şaban 255/30 Temmuz 869 tarihinde doğmuştur. Şiilere göre babası Hasan el-Askeri'nin vefatından sonra gizlenmiştir ve halen sağdır. Kıyametten önce ortaya çıkarak zulümle dolmuş dünyaya adaleti getirecektir (Tercüman, 1987:104).

Alevi inancına göre, Cenab-ı Allah, evreni yaratmadan yüz bin sene önce Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin nurlarını yarattı. Sonra evreni yarattı ve yedi kez çeşitli yaratıkları (Dev kavmi, Peri kavmi, Cin kavmi) yarattı ise de kendini bildirip açığa vuramadı. Sonra kendi sıfatı üzerine Adem'i yarattı ve böylece Ademle zahirleşti ve bilindi, daha önce yaratmış olduğu Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin nurlarını Adem'in beline koydu. Sonra Adem'den Havva'yı yarattı. Ademle Havva'nın evlenmesiyle 124 000 peygamber ve 4444 veli geldi. Yukarıda adı geçen nurlar nesilden nesile geçerek en son Abdül'Muttalib'e kadar geldi. Onda ikiye ayrılarak birisi oğlu Abdullah'a diğeri ise oğlu Ebu Talib'e intikal etti. Abdullah'tan geçen nur, peygamberlerin sonuncusu olarak Hz. Muhammed'de zahirleşti. Ebu Talib'e geçen nur ise Hz. Ali'de velilerin şahı olarak zahirleşti. Sonra Hz. Ali ile Hz. Fatım'nın evlenmesi ile bu iki nur, Hz. Hasan ve Hüseyin'de birleşti. Bu nur sırasıyla 12 imamlara geçerek en son Mehdi'de kaldı. Mehdi mağarada kaybolduğu için halen onda yaşamaktadır. Mehdi tekrar dünyaya gelip dünyayı düzelttikten sonra tekrar Allah'a dönecektir (Bozkurt,?: 1 8-19).

Mehdinin dünyaya dönerek kötülükleri önleyeceği ve dünyayı düzelteceği inancı Sünni bilim ve tasavvuf adamı olan Erzurumlu İbrahim Hakkı tarafından da kabul edilmekte ve Marifetnâme(s.5 1) adlı eserde bu durum şöyle dile getirilmektedir: "Kıyamet alametleri gizli ve açık olarak ikiye ayrılır. Açık alametlerden altıncısı, Hz. Muhammet soyundan Mehdi'nin çıkıp 40 yıl adalet üzere gidip Hz. İsa'yı bulmasıdır.

b. Zeydilik:Hz. Peygamberden sonra Ali ve sırasıyla Hasan, Hüseyin ve onun oğlu Zeynelabidin ve onun oğlu Zeyd bin Ali'nin imamlığını kabul edenlere Zeydiyye adı verilmiştir (İbn Haldun, 1990:505). Zeyd, Ehli Beyt içinde Hz. Hüseyin'den sonra Emeviler'e karşı harekete geçen ilk kimsedir. Fakat adamları O'nu terk etmiş ve 400 askeri ile savaştıktan sonra atılan bir okla 740 yılında şehit olmuştur. Adamları onu küçük bir nehir yatağına gömdüler, fakat bazı köleler onun kabrini Em evi ordusu komutanı Yusuf Bin Ömer'e gösterdiler. O kabri kazdırarak cenazeyi çıkartıp çıplak olarak astırdı ve sonra cesedi yaktırıp küllerini Fırat nehrine attırdı (Mutlu, 1994:211-212.)

İmam-ı Azam, "Eğer insanların onun dedesini (Hz. Hüseyin) yalnız bıraktıkları gibi, onu da yalnız bırakmayacaklarını bilseydim, onunla birlikte cihada katılırdım. Çünkü O hak imamdır. Ancak bu düşünce ile ona sadece para yardımında bulundum", demiştir. İmam-ı Azam, Zeyd'e on bin dirhem göndermiş, bunu öğrenen Emeviler, İmam-ı Azamı sıkı bir kontrol altında tutmuşlardır (a.g.e:2 11-212).

Zeydilere göre Hz. Muhammed isim ve şahıs belirtmek suretiyle bir imam vasiyet etmemiştir. Ancak İmam, vasıfları itibariyle bilinebilir. İmamda bulunması gereken vasıflar, Haşimi, vera sahibi, muttaki, alim ve cömert olması ve imametini ilan ederek ortaya çıkmasıdır. Bu vasıfların Hz. Ali'de bulunması nedeniyle bu kişi Hz. Ali olmalıdır. Ayrıca sahabenin en üstünü Hz. Ali'dir. Buna rağmen Zeydiler, ilk üç halifeyi meşru saymışlardır (Tercüman, 1987:223). Zeydiler, amelde birkaç mesele dışında İmam-I Azam Ebu Hanife'nin görüşlerini benimserler (Mutlu, 1994:209).

Zeydilerde ermiş, yiğit ve cömert olmayanlar imam olamazlar. İmam olmak için mutlaka Hz. Fatıma'nın evlatlarından olmak şarttır. Bütün bunlara rağmen imamlık babadan oğula geçmez, bunun için seçim yapılmaktadır. Onlara göre iki değişik bölgede iki imamın bulunmasında bir mahzur yoktur (Tai, 1998/6:146). Fatma evladından seçilecek olan imamın bilgin, zahit, civanmert, bahadır olmasını, kendisinin biada çağırmasını ve zuhurunu şart koşarlar (İbn Haldun,1990:499).

Zeydilere göre imanın iki temel dayanağı vardır: Bunlardan birincisi, imanın doğrudan bir bilim olduğudur. İkincisi ise bu imanı açıkça ikrar gereklidir. İmanın uygulama biçimleri şunlardır: Allah'ın isteklerini bilmek, helal olanları haramdan ayırmak, yasakları öğrenmek. Allah'ın insanoğluna verdiği emirleri yerine getirmek, adam öldürmek ve zina yapmaktan kaçınmaktır ( Mutlu, 1994:146).

c.Rafizilik: Emevi komutanı Yusuf bin Ömerle savaşacağı sırada Zeydi, terkedenlere, Arapça terkedenler anlamında Rafizi denildi. Rafiziler, şianın aşırı uçlarından olup Hz. Ali'yi İlah olarak görürler (a.g.e:228-229)

İsmail Mutlu'ya (1994:229) göre, Hz. Muhammed hadislerinde Hz. Ali'ye bir grubun aşırı sevgi, bir grubun da aşırı düşmanlık sebebiyle helak olacağını bildirdi. Bunlardan birincisi Rafiziler, ikincisi Haricilerle Emevilerin Nasibi denilen koludur

d.İsmailiyye: Şiilerden bir grup Cafer Sadık'ın oğlu Musa Kazım'ı tanırken, diğer bir grup ise Cafer Sadık'ın büyük oğlu İsmaili imam olarak tanırlar, İsmailiye Ortadoğu'nun eski dinleri ile Yeni Platonculuk'tan derledikleri ve Batınilik denilen bir akidenin temsilcisi olmuşlardır. Onlara göre namaz imamı sevmektir, hac ise imamı ziyaret etmektir. Oruç ise imamın sırrını açığa vurmaktan korunmaktır. Zina Batıni sırları açıklamaktır. Adem Hz. Ali, şeytan ise Ebubekirdir. Ebubekir Ali'ye secde et denildiği halde secde etmemiştir. Anadolu Alevileri, İmam-ı Cafer Sadık'ın oğlu Musa Kâzım'ı İmam olarak kabul eden gruptandır (a.g.e:214-216).

e.Dürzilik: Şiiliğin İsmailiye kolundandır. Onlara göre El-Hakim Allah, Hamza ise peygamberdir. Dürziler İslamın 5 şartını iptal etmişlerdir (a.g.e:222).

Buhara'lı bir Türk olan (407/1016) tarihinde Mısır'a gelen Neştekin Er-Dürzi adında birisi ortaya çıkar. Neştekin, El-Hakim'in görüşlerini kendi lehine propaganda eder ve kendisini "yol gösterenlerin efendisi" olarak tanıtır. Neştekin aşırı fikirlerinden dolayı 510 tarihinde öldürülür. Sonra Hamza çevreye dailer göndererek herhangi bir ibadet zorunluluğu olmayan manevi bir inanç için taraftar toplamaya çalışır (Tercüman,1987:53-54).

Dürzi toplumu akıllılar ve cahiller olmak üzere iki gruba ayrılır. Akıllılar, din işlerini bilen kişilerdir. Bunların özel kıyafetleri vardır, sigara ve şarap içmezler. Söze sadakat, şehvetten kaçınma, haram yememe, insan öldürmeme ve fasıklık, hırsızlık, zina ve riya gibi davranışlardan kendilerini alıkoyma bunların zorunlu görevlerindendir. Akıllıların önderleri, akıllıların üstünde bir tabakadır. Bunların en önemli özellikleri, uzlette yaşamak ve kutsal Dürzi eserlerini kopya etmektir (a.g.e:54).

Cahiller, Dürzilerin ikinci tabakasını teşkil eder. Bunlar Dürzi eserlerin aslını değil de şerhlerini okumaktan başka bir şey yapacak değildir. Bunlar sigara içebilir, refah içinde yaşabilir, dünya zevklerini tadabilirler. Dürzilik 4 esasta özetlenebilir: 1 .ElHakim'i Allah bilmek 2. Emri tanımak ki, bu da Hamza b. Ali'dir. 3.Hududu tanımak. Bunlar Hamza ile beş vezirdir. 4. Yedi esası bilmektir: Kelime-i şahedet, namaz, oruç, hac, zekat, cihat, velayet yerine konan yedi vasiyettir (a.g.e:54).

Dürziler'e göre ahiret, cennet, cehennem, arş, kürsi, hesap, ceza ve mükafat gibi şeyler hep bu dünyadadır (a.g.e. :56)

B. Anadolu Aleviliğinin Oluşmasını Etkileyen Akımlar

Anadolu Aleviliği, Batınilik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik Hurufilik, Yunan felsefesi, tasavvuf gibi akımlarından ve Yunan felsefesi, Şamanizm gibi inanç ve kültürlerden etkilenmiş bir düşünce ve inanç sistemidir. Bunun dışında Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, ruh göçü, paganizm gibi inanç ve kültürlerin de etkisinde kalmıştır. Çünkü her inanç ve kültür eski kültürü tamamen silip yerine tamamen yeni bir kültür ikame edemeyeceği gibi komşu olduğu inanç ve kültürlerden de ister istemez etkilenecektir.

1.Batınilik: Her zahirin (açık) bir batını (gizli) olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil (yorum) ile anlaşılabileceğini ve bunun da masum imam tarafından ve onun yolundan yürüyenlerce bilinebileceğini iddia eden fırkalara denir. Nasıl yumurtanın işe yarayan kısmı kabuğu değil de içi ise, aynen onun gibi Kur'an ve hadislerin de görünen ve ilk anda anlaşılan kısmı değil asıl batini manası değerli ve gereklidir (Tercüman,1987:36).

Kur'anın biçime bağlı yorumu tefsir iken tevil, bu açıklamanın özünü göstermektir. Tevil, batının karşılığıdır. Tefsir şeriatı, tevil ise hakikatı gösterir. Vahiy, Peygamberle sona ermiş, fakat ilham ile keşif yolu ile bilme olgusu devam edecektir. Keşif yolu ile gizli olan, örtülü bulunan gerçeğe ulaşmayı engelleyen sebepler yok edilir (Zelyut, 1992:37).

2.Yesevilik: Ahmet Yesevi (öl. 1166) tarafından kurulan ilk Türk tarikatı olarak bilinir. Ahmet Yesevi'nin şöhreti bütün Türkistan, Mavera'ünnehir, Horasan ve Harezm'e yayıldı. Zamanında zahir ve batın ilminde herkesten üstündü ve müritlerine bu bilimleri anlatıyordu. Bütün vaktini ibadet ve taat ile geçiriyor, boş vakitlerinde de kaşık ve kepçe yontarak geçimini sağlıyordu (Köprülü, 1984:32).

Yesevilik, Türk kültürünü İslami açıdan, İslam'ı Türk kültürü açısından yorumlamış ve İslam'la Türk ruhunun bütünleşmesinde çok önemli rol oynamıştır(Bıçak, 1999:66). Yesevilik başlangıçta Seyhun havalisinde, daha sonra bütün Türkistan'da hızla yayılıp yerleşti. Zamanla da Seyhun'un ötesindeki bozkırlara kadara genişledi. Moğol istilasından sonra Horasan, İran ve Azerbaycan Türkleri arasında rağbet gördü ve XIII. Asırda Yesevi dervişleri vasıtasıyla Anadolu'ya geçti. Anadolu'da en önemli Yesevi dervişleri Hacı Bektaş Veli ve Sarı Saltuk idi (A. Yesevi. 1991:45).

Ahmet Yesevi'nin sağlığında 99 bin müridi olduğu ve bunları Türk dünyasının her yerine göndererek İslam'ın yayılmasına hizmet ettikleri söylenir. Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmeti, Kıpçaklar yani Kuzey Türkleri, Türkmenler, Azeriler, Batı Türkleri yani Anadolu ve Rumeli gibi Türk dünyasının geniş alanlarında etkili olup edebi nüfuz kazanmasını başarabilmiştir (Köprülü, 1984:176).

Ahmet Yesevi, Türkistan'da Hz. Muhammed'den sonra en yüce kişi olarak kabul edilir. O toplumda ve dergâhta kadın ve erkeğin birlikteliğini savunmuştur (Kışlalı,1997:167). Ona göre erkek ve kadın bir ehl-i hak meclisinde birleşerek beraber zikir ve ibadete devam etseler bile, Hak Taala, onların kalplerindeki her türlü kin ve düşmanlığı yok etmeye muktedirdir (Köprülü, 1984:34). Bu inanç Türkiye'deki Alevi topluluğunca benimsendiği için, cem törenlerinde kadın-erkek birlikte zikir yapılır.

Ahmet Yesevi, bir bilim dili olması dolayısıyla Arapça ve Farsça'yı gayet iyi bilmesine rağmen Arap ve Acem dili hastalığına yakalanmamış, göçebe Türkler'e Türkçe ile hitap etmiş ve öz Türkçe şiir, nefes, hikmet ve ilahiler söylemiştir.

Ahmet Yesevi'yi meşgul eden tek şey, halkı irşat ederek doğru yola yöneltmektir. Onun tavsiye ettiği başlıca şeyler şunlardı: Erenlerin sözünü dinlemek, Kur'an ve hadislerin hükümlerine riayet etmek, şeriatla tarikatı bağdaştırmak, züht ve takva esaslarına bağlı kalmak, dünyanın süsüne, malına ve şöhretine bağlanmamak, riyazat ve mücahade yolunu açık tutmak. O ayrıca aşk yoluna girmenin çok zor olduğunu, aşk yolunun faziletli, feyizli fakat çilelerle dolu olduğunu belirtir. Yesevilik'te coşkun, taşkın bir ruh hayatını teşvikten çok, temkinli ve ölçülü davranışlar tavsiye edilir (Tercüman, 1987:215).

Yesevilik'te tarikat adabı şunlardır: İki dizi üzerine çöküp tevazu ve edeple oturmak. Kendini herkesten alçak görmek. Herkesi kendinden daha faziletli bulmak. Şeyh ve azizlerin huzurlarında edepli ve sessiz durmak ve onların meclislerinde izinsiz konuşmamak. Şeyhinin ve başka şeyhlerin velilik sırlarını ve keramet rumuzlarını açıklamayıp saklamaktır (a.g.e:216).

Ahmet Yesevi'nin yanında eğitim gören öğrencileri bir gün kendisinden icazet isterler. Ahmet Yesevi ücret olarak her sene birer çinik darı getiren öğrencilerinden bu darı yığını üzerinde ve yığını hiç bozmadan iki rekat namaz kılanın icazete hak kazanacağını söyler. Öğrencilerden hiçbirisi bunu başaramaz. Orada olmayan Hacı Bektaş Veli geldiğinde bunu öğrenir ve darı yığını üzerine seccadesini atarak iki rekat namaz kılar. Bunun üzerine Ahmet Yesevi'de bulunan Hz. Ali'nin hırkası gelip kendiliğinden Hacı Bektaş Veli'nin sırtına geçer. Seccade ortaya açılıp sofra serilir, taç başına konar, çerağ alevlenir. Ahmet Yesevi, dut ağacından alevlenen çerağı tutup attığında Horasan'dan Kırşehir'deki Hacı Bektaş Tekkesi'ne düşer. Tekkedeki bir tarafı yanık dut ağacı budur. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş'a "Biz senin nasibini Anadolu'da verdik, git o memleketi irşat et”der (Er, 1994:40).

Yesevi'nin kabri hala önemli bir ziyaret yeridir. Türbesi bir hankah ilavesi ile Timur tarafından yeniden yaptırılmıştır. Menkıbeye göre Ahmet Yesevi, Hz. Muhammed 63 yaşında vefat ettiği için bu yaştan sonraki ömrünü yer altında bir hücreye çekilerek orada geçirmiştir (Tercüman, 1987:16).

3.Melamilik: Kelime olarak kötülemek, azarlamak, serzenişte bulunmak ve kınamak anlamlarına gelir. Tasavvuf ıstılahı olarak, yaptığı iyilikleri gösteriş endişesi ile gizlemek, yaptığı kötülükleri nefsiyle mücadele etmek için açığa vurmaktır. Başka bir ifade ile ruhsal hayattan kaynaklanan halleri saklamak, nefisten kaynaklanan davranışlara karşı koymak veya onların aksini yapmaktır (Tercüman, 1987:137).

Melamiliğin doğuşunda ve gelişmesinde Arapların kendilerini diğer ırklardan üstün görmelerinin, Emevilerin Arap olmayanlara mevali (köle) adını takmalarının ve Abbasilerin Hz. Ali evladını kendilerine düşman saymalarının rolü olduğu kabul edilmektedir. Arap hakimiyetinin getirdiği dini baskı diğer kavimleri rahatsız etmiş ve Melamilik akımını güçlendirmiştir. Horasandan başlayan Melamilik, Nişabur, Herat ve Kabil'de yayılmıştır. Türkmen ileri gelenlerinden Muhammed Maşuki Tusi, Süleyman Türkmani ve Ali Abu gibi kimseler, Melamiliğin Türkmenler arasında yayılmasına yardımcı olmuşlardır. Horasan erenleri, Alp erenler ve fütüvvet ehli gibi deyimlerle anlatılanların Melamilikle ilişkili olduğu ileri sürülmüştür (Güner,?:49-50).

Melamilik, bir tarikat olmadığı gibi, bir yaşayış biçimi, İslamiyet'in hayata uygulanmasında değişik bir yorumdur. Bu yönüyle bir tepki hareketidir. Zamanla tarikat; tekke, zaviye, dergâh ve özel kıyafetler ve zikir toplantıları ile kurumlaşmış ve halktan kopmuştur. Bazılarına göre işte Melamilik buna bir tepki olarak doğmuştur. Tasavvuf ve tarikat Tanrı'ya ulaşmak için bir yol ise, bu bir takım gösterişli merasimler ve halktan kopuk bir imtiyazlı sınıf oluşturmakla mümkün olamazdı. İşte gittikçe katılaşan bir takım şekli davranışlar ve gösterişli zikirlere dönüşen tarikat olayına Melamiler karşı çıkmışlardır. Onlara göre, Allah'a bir takım özel kıyafetler, törenler, adet, anane ve zikir meclisleriyle kavuşmak mümkün değildir (Güner,? :45).
Allah'a ulaşmak ancak Hakk'a bağlanmak, toplum içinde yaşayarak halka hizmet etmek, alçak gönüllülük ve aşkla gerçekleşebilir. Bunun için tekke ve zaviye gibi özel yerler de gerekli değildir. Çünkü özel yer ve özel kıyafetlerde riya tehlikesi vardır. Bu da ıhlasın zıddıdır. Bu şekliyle Melamilik tasavvuf hayatını şekle ve dış görünüşe kurban etmek isteyen tasavvufa karşı şiddetli bir reaksiyonu ifade etmektedir (Tercüman, 1987:137).

Melamilerde zaviye, tekke, dergâh ve hangâh gibi tarikat durakları yoktur. Zikri de merasimden saydıkları için bundan vazgeçmişler, zikri Tanrıyı düşünmek, O'nun kudretini ve büyüklüğünü anmak ve idrak etmeye çalışmak şekline dönüştürmüşlerdir. Melamiler, halk gibi çalışarak kazanmak, kendi el emeği ile geçinmek istemişler; şeyh, derviş, hoca gibi sıfatların ardına saklanarak başkalarının sırtından geçinmeyi doğru bulmamışlardır (Güner, ?:46).
Özet olarak Melamet, Hakk'ın hizmetinde olmak, halka saygılı davranmaktır. Melamilik çok defa Kalenderilik'le birlikte anılır (a.g.e: 50).

5.Kalenderilik: Kalenderilik, Nakşibendi tarikatı büyüklerinden Seyyit Celali Buhari tarafından kurulmuştur (a.g.e:50).

Kalender; kayıtsız, laubali, dünya ile alakayı kesmiş, Allah'a yönelmiş gibi anlamlara gelir. Kalenderiliğin en önemli özelliği saç, sakal, bıyık ve kaşların tıraş edilmesidir. Bu tavırda insanların kınanmasını çekme amacı vardır. Esasen Kalenderiye, Melamilikten doğmuş bir tasavvuf hareketidir, fakat ikisi arasında belli farklılıklar vardır: Melami ibadetleri gizler, Kalenderi adetlere karşı çıkar, onları tahrip eder. Melami, halk gibi giyinir, Kalenderi ise bu işe ilgi göstermez, onun amacı "hoş gönül" olduğu için kendisinin tanınması veya tanınmaması onu hiç ilgilendirmez Ayrıca Kalenderiler, farz ibadetlerin dışında ibadet yapmazlar (Tercüman, 1987:126,137).

6.Haydarilik: Haydar Farsça'da arslan demektir. Esadullah yani Alah'ın arslanı denilen Hz. Ali hakkında kullanılır. Hz. Ali hakkında meşhur olduğundan İranlı'lar Ali yerine Haydar kelimesini kullanmışlar ve dilimize Farsça'dan geçmiştir. Haydarilik, Hz. Ali'yi seven vetarikata mensup olan manasına gelir.Kalenderiyeye bağlı olarak 13 .Yüzyılda kurulan tarikatın adıdır (Tercüman, 1982:259).

Haydarilere göre Ali, göktedir ve gök bir semboldür ve Mana (Ali)'nın bulunduğu yerdir. Güneş Muhammed'i, ay ise Selman'ı temsil eder. Ali aynı zamanda Muhammed'i temsil eden güneşte oturmaktadır. Bu yüzden onlara Şemsi denir. Ali ile Muhammed tezahür olarak aynı olmakla beraber nur itibariyle birleşmişlerdir. Haydariliğin, aynı zamanda XV. Asırda yaşamış olan Şeyh Haydar Ali tarafından kurulduğuna da inanırlar. Bu ikinci kol Yunus El-Kilazi (101 1/1602)'ye bağlıdırlar. Onlara göre ay Ali'nin yeridir, güneş ise Muhammed'dir ve gök Selman'dır (Tercüman, 1987:161).

7.Hurufilik: Fazlullah Hurufi tarafından H.800 (1398)'de Horasan'da kurulan bir mezhep ve tarikattır. Hurufilik, evreni sadece harflerden ibaret görmektir. Bu tarikata göre kainattaki her şey 32 harfe dönüştürülebilir. Hurufililik, Allah'ın ve kainatın belli başlı özelliklerinin tarikatın kurucusu Fazlullah'ın zatında tecelli ettiği inancına dayanır. Bu inanışa göre, evrende Allah'tan başka bir varlık yoktur. Ulu Tanrı, "Ben bir gizli hazineydim, bilinmek ve tanınmak istedim, bu yüzden evreni yarattım" şeklindeki kutsi hadis gereğince kendisini önce kelam (söz) suretinde ve harflerle gösterir. Evrendeki her şey harflerden meydana gelir. Fazlullah'ın iki halifesinden birisi olan Seyyid Nesimi, Bağdat'ta derisi yüzülerek feci şekilde öldürülmesinden sonra bu bölgeden başlayarak Anadolu'ya hızla yayılmaya başlar. Anadolu'da Hurufilik, Timur'un Yıldırım Bayezıt'ı esir edip Anadolu birliğinin dağılmasından sonra Alevi Türkler arasında hızla yayıldı (Tercüman, 1982:273).

Hurifilik'te İran'ın kültür özelliklerini bulmak mümkündür. Fazlullah Hurufi, dini dil olarak Arapça'nın yerini Farsça'nın almasını istiyordu. Onun eseri olan Cavidname yeni bir Kur'an gibi görülmekteydi. Farsça'nın Arapça'dan üstün olduğu iddia edilmekteydi. Ayrıca Alıncak'ı ziyaret Mekke'nin yerini almıştı (Türkdoğan, 19995:240).


asla_asla_deme 30 Aralık 2009 15:22


8.Bektaşilik (Hacı Bektaş Veli):Burada üzerinde durulacak olan konu, tarihsel gelişim içinde oluşan Bektaşilik değil, kısaca Hacı Bektaş Veli'nin kişiliği ve tasavvufi inançlarıdır.

Hacı Bektaş Veli,İran'ın kuzeydoğusunda Horasan eyaletinin Nişabur kentinde doğmuştur. Horasan hükümdarı II. İbrahim'in oğludur. Annesi Şeyh Ahmet adlı Nişabur'lu bir bilgininin kızı Hatem Hatun'dur (Yılmaz, 1999:31). Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Miladi 1210-1220 yılları arasında doğduğu kabul edilmektedir (Gülşan,1975:10).

Bektaşi an'anelerine göre Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi'nin halifelerindendir. Bir rivayete göre de Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi'nin halifelerinden Şeyh Lokman Parende'nin müridi idi. Anadolu evliyasından Geyikli Baba, Abdal Musa ve Horoz Dede de Ahmet Yesevi'nin halifeleri arasında sayılmaktadır (A.Yesevi. 1991:45-46).

Hacı Bektaş Veli, hocasından pozitif ve dinsel bilimleri öğrenmeye başlayınca zekâsı ve bilim öğrenme yeteneği hemen fark edilmişti. Çünkü bir konuyu öğrenmek için arkadaşları günlerce beklerken o konuları kısa sürüde anlıyor ve diğer konulara geçmek istiyordu. Öğrenimini tamamladıktan sonra Allah'la baş başa kalmayı tercih ederek yalnız olarak bir yere çekilmişti. Ahmet Yesevi Hazretleri ile görüşmüş, Ahmet Yesevi ona; "Senin için Sulucakarahöyük'ü vatan olarak seçtik", diyerek onu Anadolu'ya göndermiştir (Yılmaz,1999/10:3 1).

Hacı Bektaş Veli buna uyarak önce Necef e giderek Hz. Ali'nin kabrini ziyaret etti ve 40 gün o ulu kişinin yanında kaldı. Bu süre içinde her zamandan fazla ibadet yaptı ve Allah'ı andı. Oradan Mekke'ye geçerek haccını yaptı ve Medine'ye giderek Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret etti. Oradan ayrıldıktan sonra 40 gün kadar Şam ve Kudüs'te kaldı. Oradan Haleb'e gelerek Bustan mevkiinde bulunan Ashab-ı Kehf’in mağarasını ziyaret etti. Sonra Sulucakarahöyük'e gelinceye kadar yolda rastladığı bütün türbe ve yatırları ziyaret etti ve 1433 yılında Orhan gazi dönemindeki ölümüne kadar burada insanları aydınlatma ve öğretme görevini sürdürdü (Yılmaz, 1999/10:31-32).

Hacı Bektaş Veli, Hıristiyanlığın çok yaygın olduğu bir bölge olan Sulucakarahöyük'e yerleşti. Bugün yer altı kilise kalıntılarından da bu durum anlaşılmaktadır. Bu bölgede insanları irşat etti ve gayri Müslimleri de sevgi ile İslam dinini çağırarak onların bu dine inanıp benimsemelerini sağlamış böylece Anadolu'nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur.

Bundan başka Hacı Bektaş Veli, dedelik örgütünü kurarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizmasını geliştirdi. Ayrıca Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine aldı. Böylece kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtararak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan olarak yetiştirmeye çalıştı.

Hacı Bektaş Veli, Arapça ve Farsça'yı bilmesine rağmen Türklük bilinci ile Türkçe yazan buna karşılık edebiyat, geometri, astronomi gibi pozitif bilimlerden haberdar olan (Eğri,99/10:184) aydın bir erendi, İrene Melikoff un iddia ettiği gibi O bir meczup değildi.

Hacı Bektaş Veli, sade yaşayan, samimi, yapmacıksız bir insandı. Bütün yaratıkları severdi. Aynı zamanda alçak gönüllü, ciddi ve hiçbir zaman kutsal liderlik taslamamıştı. Saygılı, terbiyeli, güler yüzlü idi. O vücudunun ve giyim eşyalarının tertemiz olmasına çok dikkat ederdi. İyilik yapmak başlıca isteği idi. Kendisi de hoşgörü örneği idi. Kimsenin ayıbını, kusurunu görmez, yüzüne vurmazdı. "Gördüğünü ört, görmediğini söyleme derdi (Sümer, 1975:4-6).

Hacı Bektaş Veli, bilimi, yıldızlara benzetir. Nasıl insanlar gökte yıldız olmadığı zaman karanlıktan yolu bulamazlarsa, akıl ve bilim marifeti olmayanlar da Hakk'dan yana olan yolu göremezler. O, bilim büyüklerini ana ve babadan daha değerli bulur (Eğri,99/10:183).

Hacı Bektaş Veli, çalışmayı teşvik etmiş "Gündüz şevk ile dünya işine, gece aşk ile ahiret işine sarıl" buyurmuştur (Noyan,98/5:56). Alevi cemlerinin gece yapılmasının sebebi bu olsa gerektir. Çünkü Aleviler gündüz dünya işi ile meşgul olup cem törenlerini genellikle gece veya tatil günlerinde yaparlar.

Hacı Bektaş Veli'ye göre cömertlik dörttür; mal cömertliği beylerindir, zenginlerindir. Ten cömertliği, zahitlerindir. Can cömertliği, aşıklarındır. Gönül cömertliğ ise ariflerindir (a.g.y:57).

Rıza Zelyut (1990:6)'a göre Karamanoglu Mehmet Bey'in 1277 yılında Anadolu'yu işgal etmesi ve burada "Bundan sonra devlet dairelerinde evlerde, sokaklarda, Tükçe'den başka dil kullanılmayacaktır. Aksi hareket edenler, idam olunacaktır", fermanını yayınlanmasına Türkçe bilincini uyandırdığı için Hacı Bektaş Veli etkili olmuştur. Yine Zelyut'a göre, Hacı Bektaş Veli'nin (1240) Babailer İsyanı lideri olan Baba İshak'ın halifesi olduğu, görüşü geleneksel bilgilere uymaz. Çünkü Hacı Bektaş düşüncesinde, bir şeyhin bir komutana mürit olması mümkün değildir.

Alevi inancına göre Hacı Bektaş Veli, öldükten sonra kendi cenazesini kendisi yıkamıştır. Hacı Bektaş Veli bir gün Sarı İsmail'i çağırdı ve ona şunları söyledi: " Bugün günlerden Perşembe ve ben bugün ahirete göçeceğim. Ben ruhumu teslim edince sen kapıyı ört ve dışarı çık. Çile Dağı tarafını gözle, oradan bir boz atlı gelecek ve yüzüne yeşil örtü takmış olacak. Bu zat atını dışarıda bırakacak ve içeri girip bana "Yasin" sure sini okuyacak. Attan inince selamını al, onu ağırla. Hulle donumdan kefenimi getirecek, beni yıkayacak, beni yıkarken su dök. Bana ceviz ağacından taput yapacak ve beni ona koyacak. Sakın onunla söyleşmeyin. Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, onları doyur ve onlara hizmet. Ne kadar mürit ve muhip varsa hepsini davet et, onlara öğüt ver, ağlamasınlar (Zelyut, 1990:19).

Hacı Bektaş Veli'nin ölümü üzerine erenlerin anası Fatma Bacı, Seyyid Mahmud-ı Hayrani, Karaca Ahmet, Kolu Açık Hacı Sultan, Resül Baba, Cemal Seydi vb. bütün erenler atlı-yaya hepsi geldi, yanıp ağlaştılar. Bir müddet sonra Çile Dağı tarafından vasiyet edildiği gibi bir atlı göründü ve Hacı Bektaş Veli'nin önceden anlattığı gibi cenazeyi yıkadı, kefenledi, taputa koydu, cenaze namazını kıldırdı ve götürüp kabre koydular. Boz atlı er, erenlerle vedalaşıp atına atladı ve atı koşturdu gitti. Sarı İsmail, bu kişinin kim olduğunu merak etti ve eğer Hızır ise daha önce görüşmüştüm, tanırım dedi ve ardından koşup yetişti ve şunları söyledi: "Namazını kıldığın er yüzü suyu hürmetine kimsin? bana bildir." Boz atlı er, Sarı İsmail'in niyazına dayanamadı ve örtüsünü açtı. Sarı İsmail'in karşısında birden Hacı Bektaş Veli beliriverdi. Sarı İsmail, atının ayağına düşüp hayranlığını bildirdi ve "Lütfen erenler Şahı, 33 yıl hizmetindeyim, kusurum var, seni bilememişim, suçumu bağışla" dedi. Bunun üzerine Hünkar Hacı Bektaş Veli şunları söyledi: " Er odur ki, ölmeden önce ölür, kendi cenazesini kendisi yıkar. Git var, sen de buna gayret et." Bu sözleri söyledikten sonra birden gözden kayboldu (Zelyut, 1990:19-20).

Eserleri: 1.Kitab'ül Fevaid 2. Fatiha Suresi Tefsiri 3.Şathiyye 4. Hacı Bektaş'ın Nasihatları 5. Hadis-i Erbain Şerhi 6. Şerh-i Besmele 7. Makalat.

Bütün tasavvuf erbabı tarafından benimsenen 4 kapı ve 40 makam inancını Hacı Bektaş Veli'nin Makalatı'nda şöyle açıklanmaktadır: Allah'a giden yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır; gerçeğe ulaşmış kişiler bunların arasından içinde şu 4 mertebenin bulunduğu bir yolu tercih etmişlerdir: 1. Şeriat 2. Tarikat 3 .Marifet 4. Hakikat (Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı,1988:72-85).
Şeriat ve Makamları
1.İnanmak (Amentüye)
2.İslam
3.İlim öğrenmek
4.İhsan (Allah'a sanki O'nu görüyormuş gibi ibadet etmektir.
5.Evlenmek
6.Helal yemek ve helal giyinmektir
7.Kulun Ehl-i sünnet ve'l cemaat üzere bulunmasıdır.
8.Şefkat ve merhamettir (Peygamberimiz'in bir hadisinde;"Şefkat imandandır. Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsinler", buyrulmaktadır.)
9.Helal kazanmak ve faizi haram kılmaktır
10.İyiyi emretmek ve kötülükleri yasaklamaktır.

Tarikat Makamları
1.Yola koyulmak, pirden el almak ve günahlardan tövbe etmektir
2.Kulun bir mürşide mürit olmasıdır
3.Başı tıraş etmek, giyimini ve kişiliğini tasavvuf ehline benzetmeye çalışmaktır
4.Kulun korku ile umut arasında olmasıdır
5.Hizmet etmektir
6.Nefsi ezmek ve kahretmektir.
7.Allah'a dönmek ve Ondan başkasını bırakmaktır
8.Hırka, makas, zenbil (meslek edinmek ve geçimini bir meslekle sağlamak), seccade, icazet, ibret ve hidayettir.
9.Cemaat ve nasihat sahibi olmak ve Allah'ın kullarına karşı sevgi beslemektir.
10.Aşk, şevk, fakirlik ve kanaatkarlıktır.

Marifet Makamları
1.Edepli olmak (İnsan ancak saygı ve edep ile erer. Hz. Ali şeref, mal ve soy ile değil ancak
bilgi ve edep iledir, buyurmuştur.)

2.Allah'tan korkmaktır (Allahüteala, Allah'tan ancak bilgili kullar gerektiği şekilde korkar,
buyurmuştur)

3.Nefis terbiyesi, açlık ve kanaatkarlıktır
4.İkrar ve tasdik etmektir.
5.Utanmaktır (peygamberimiz; haya, imandandır, buyurmuştur)
6.Cömertliktir
7.İlimdir (Bir Hadiste; dünya, bilim adamlarının bilimi, hükümdarların adaleti, cömertlerin el
açıklığı, yoksulların duaları üzerinde durur, buyrulmuştur)

8.Daima sakin olmak; hırs, kin, öfke gibi olumsuz davranışları terk etmektir.
9.Kalp ve gönlü hoşnut etmektir.
10.Kendini bilip tanımaktır (Hz. Peygamber, Kendini tanıyan Rabbi'ni tanır, buyurmuştur.)

Hakikat Makamları
1.Kulun diğer yaratıklar arasında toprak gibi olmasıdır (Bir kişinin incitmesinden incinmemesi ve her şeyi Allah'tan bilmesi ve her şeye rıza göstermesidir)
2.Bütün evrene tek bir gözle bakmak.(kişilerin işlediğine iyi veya kötü dememek, yalnızca iyiliğin ve kötülüğün kendisini görmektir)
3.Cömert olmaktır(Kişinin mal, yiyecek ve giyeceklerden bol bol vermesidir)
4.Ölmedenönce ölmek ve nefsini yok etmektir.
5.Yaratıklardan hiçbirine zarar vermemek ve onlardan cefa görmemektir.
6.Kulun sohbet sırasında gerçekleri söylemesidir.
7.İyi ve olgun kulların girdiği yola girmektir
8.Kendisinde görülen kerametleri gizlemesidir
9.Sabretmektir (Tanrı'ya yakarmak ve O'na ulaşmak)
10.İç gözüyle gözlemde bulunmak Tanrısal bilimi (İlm-ü ledün veya tasavvuf.) öğrenmektir

Dede Güvenç (1999:48)'e göre Şeriat, Hz. Ademden Hz. Muhammed'e kadar olgunlaşarak gelen ilahi kaynaklı İslam'a inanmaktır. Tarikat, şeriatta gaip olarak inanılan ve iman getirilen Allah'a ulaşmak için tutulan yoldur, takva ehli olmaya çalışmak ve nefis ile mücadele etmektir. Marifet; her şeyin yaratılışının aslına varmak ve bu konudaki bilgilere ulaşmaktır. Hakikat ise ölmeden önce ölmek, aslına dönmek ve Hak ile Hak olmaktır. Eğer bu 40 makamdan birisi eksikse olsa, gerçeğe (Hakikat'e) ulaşılamaz. Hacı Bektaş Veli'nin Bazı Sözleri (Göçgün,1998:148-153):

İlimden gidilmeyen yolu sonu karanlıktır.
Gerçek erenlerin izinden çıkma.
Biz olduğumuz gibiyiz, öyle kalacağız.
Alimin ve olgunun sohbeti, cahilin ibadetinden daha hayırlıdır.
Özünle, gözünle, sözünle işinde ol.
Kadınları okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez.
İlmi, bilgiyi aziz, yüce tutan kimse, hiçbir zaman küçülmez, alçalmaz.
Her insanın üç yoldaşı vardır: sabır, kanaat ve utanmaktır. Elinle
koymadığın şeyi alma.
İnsanın olgunluğu, davranışlarının olgunluğudur.
Fikirsiz ilim; kanatsız kuş, Nuhsuz gemidir.
Kimsenin ayıbını arama; kendi ayıbını gör.
Sorulmadan söyleme.
Cahillere ve hak tanımazlara sükut ile karşılık veriniz.
Alimlere ve kendini bilenlere alçak gönüllülük yaraşır.
Allah, cömertleri sever.
Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.
Dost yüzlü düşmandan sakın.
Doğruluk göster, yalanla uğraşma, konuşurken mübalağa etme, abartma.
Çağrılmadan gitme.
Sevgi ve acıma insanlık; hiddet ve şehvet hayvanlıktır.
Hakiki derviş, olgun kişi; kimsenin kınamasından incinmez.
Özünde ve sözünde temiz olmayanların imanı tam değildir.
Allah'tan başka dost aramayınız.
Allah'tan başka her şeyi unutunuz.
Allah'ım iyi, güzel, doğru, faydalı düşünce ve davranışla beni şereflendir.
Hacı Bektaş Veli'nin Diğer Sözleri (Zelyut, 1990:21):
Eline, diline, beline sahip ol.
İbadet, cennet için değil, Hak için yapılmalıdır.
İnsanın gerçek güzelliği sözünün güzelliğidir. İbadetin
yeri başka, işin yeri başkadır.
Yiğit odur ki, kırılmaya değer bir kimseyi bile kırmaz.
Aşıkların tenleri ölür, canları ölmez.
Okunacak en büyük kitap insandır.
Bilgelerin düşünceleri ibadetleridir.
İnsan Tanrı'ya ancak iyi işlerle ulaşabilir.
Kendini bilmeyen Tanrı'yı bilemez.
Çalışmadan geçinen bizden değildir.
İnsan, yerde ve gökte Tanrı'nın vekilidir.
Gönül Kabe'den bile üstündür, Çünkü gönül Tanrı'nın belirdiği yerdir. Kişi,
ilim büyüklerini anadan babadan bile üstün tutmalıdır. Gönüldeki hakikat
yemişi, marifet suyu ile yetişir.
Allah'ı özümüzde, özümüzü Allah'da biliriz.

Hacı Bektaş Veli'nin hemen bütün düşünceleri, günümüzde de geçerli olmakla birlikte kanımızca en dikkate değer ve modern toplumsal anlayışla uygunluk gösteren ikisi: Kadınlarını okutunuz" ile "İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" sözleridir. Ortaçağda Batıda kadın, Adem'i baştan çıkararak cennetten kovduran günahkâr varlık olarak görülürken Hacı Bektaş Veli, kadınların okutulmasını öğütlemiştir. 21. Yüzyıl, bilim çağı olarak nitelendirilmektedir. Şu halde Hacı Bektaş Veli,"Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır", diyerek kendi çağını aşarak 21. Yüzyılın anlayışına sahip son derece ileri görüşlü bir düşünür olduğunu kanıtlamış olmaktadır.

8. Şamanlık: Şamanizm kelimesi Tunguzca'dır ve Şamanlık Sibirya'da ortaya çıkmıştır. Türkler Şaman yerine Kam derler. Kam, tabiatüstü kuvvetlerle temasa geçebilen insandır. Bunlar kendilerine göre bir takım usullerle trans haline girerler, yani kendilerinden geçer ve normal insanların görüp işitemediği şeylerden haber verirlerdi. Bu halleriyle kam veya şamanlar, din adamı olmaktan çok birer kabile büyücüsü durumundaydılar. Gelecekten haber verirler, hastaları iyileştirirler, ruhlar aleminde neler olup bittiğini bilirlerdi. Halbuki din deyince. Her şeyden önce evren ve insan hakkında, en uzak geçmişi ve en uzak geleceği de içine almak üzere, belli bir açıklama getiren inanç sistemini anlıyoruz (Güngör, 1992:61).
Yine Abdülkadir İnan (1976:179,1829)'a göre, Göktürk yazıtları Türkler'in dini hakkında pek az bilgi vermektedir. Bu yazıtlar, koyu Şamanist ruhda yazılmıştır. Eski Türklerin dinleri hakkındaki bildiklerimiz Çin yıllıklarında verilen bilgilerden ibarettir. Çin kaynakları Hun Türkleri'nin Gök Tanrı'ya inandıklarını ve buna kurban sunduklarını kaydederler (İnan, 1976, 179,182).

Kafesoğlu (1984:289,295)'na göre, bir sihir karakteri taşıyan Şamanizm, Türk inanç sistemi olamaz. Bozkır Türk topluluklarının asıl dini "Gök Tanrı Dini"dir. Bu inanç sisteminde Tengri (Tanrı) en yüksek varlık olarak inancın merkezinde yer almıştı. Aynı zamanda semavi mahiyete haiz olup, çok kere "Gök Tanrı" diye anılıyordu.

Şamanizm bir dinden çok, kendi özel usulleri ile kazandığı (extase) hali içinde ruhun bedenden ayrılarak göklere yükseldiğini hisseden bir trans ustasıdır. Ancak Türk inancı ile Şamanizm arasında hayret edilecek bir uyum meydana gelmiştir. Özellikle Türklerdeki atalar kültü, kartal inancı, demircilik ve at kurbanı şamanik vasıf kazanmıştır. Esasen Şamanlığın en büyük özelliği nüfuz ettiği bölge halkının ruh alemine bürünme kabiliyetidir. Şamanlık, ruhun gezip dolaşması"extase", tanrılarla bağlantı kurması konusunda eski Türk topluluklarının tabiata atfettiği gizli kuvvetleri istismar etmiş, yavaş yavaş gelişerek ona yeni unsurlar ekleyerek adeta bir din kimliği kazanmıştır (Kafesoğlu, 1984:288-289).

Şamanizmin en önemli özelliklerinden birisi kadına verdiği değerdir. Bu değer neredeyse bir kadın-erkek eşitliği yaratabilecek kadar önemlidir. İran'ın İslam öncesi inancı olan
Zerdüştlükte kadın; kötü, kirli, şeytanın yansıması iken Şamanizmde kadın kutsaldır (Kışlalı, 1997:122).

Prof. Türkdoğan (1995:102)'a göre Şamanizm, adeta günümüz Alevi-Bektaşi geleneğinde varlığını sürdürmektedir. Cem törenlerine kadınların erkeklerle birlikte katılmaları, musahiplik merasimlerinde çift oluşturmaları, erkeklerle birlikte semah yapmaları, alkollü içkileri(dolu) hoş görmeleri, İslam öncesi Şamanizmin izlerini taşır. Bunun gibi dervişler, pirler veya dedeler Şamanizm kültündeki Kam (ozan)'ların izlerini taşır. On iki imam ile 12 muharrem yas günü 12 ayaklı Türk takvimi ile bağlantılı olabilir.

Şamanizmde kurban sunulmadan ayin ve tören yapılmaz. Kurbanların en önemlisi attır, bundan sonra koyun gelir ve kurbanın makbulü, erkek olanıdır (Eröz, 1990:295). Alevi cem törenlerinin çoğunluğu kurban kesilerek yapılır.

Şamanların olağanüstü halleri olduğuna inanılır. Don değiştimek, ateşte yanmamak, akıldan geçeni bilmek, tabiat güçlerine hükmetmek, ölüyü diriltmek v.s. Bunlar Alevi-Bektaşilikte "Evliya Kültü" olarak devam eder (Aydın: 1998/8:40). Bundan başka Şamanların hem kendi hastalıklarını ve hem de başkalarının hastalıklarını iyileştirdiklerine inanılır (Eröz, 1990:262).

Orta Asya ve Ön Asya'dan Anadolu'ya gelen kitleler, Müslümanlığı kabul etmekle birlikte eski Şaman dinlerine ait İslam'a aykırı bir çok kültürü de İslam'la kaynaştırmışlardı. Anadolu'nun ortasında gezinen bu Şaman babaları, Horasan dervişleri bir lokma bir hırka prensibini kabul etmiş olarak Anadolu kentlerinde geziyor, dolaşıyor, örgütsüz ve sistemsiz fikirler yayıyorlardı. Anadolu'ya daha önce gelip yerleşen kişilere Rum Abdalları denirken, Anadolu'ya gelen her dervişe de hangi kökten gelirse gelsin Horasan erenleri deniyordu. İşte Hacı Bektaş da bunlardan birisi idi (Türkdoğan, 1995:284). Horasan erenlerinin çoğunun düşünceleri sistemsiz ve çalışmaları örgütsüz olabilir. Fakat Hacı Bektaş Veli, düşüncelerini sistemleştirdiği gibi dağınık halde yaşayan Türkleri dedelik örgütü ile bir araya getirmiş ve bu eksikliği mükemmel bir şekilde gidermiştir.

9. Yunan Felsefesi

Özellikle Yunan filozoflarından Platon ile Plotinos'un düşünceleri tasavvufla ve dolayısıyla Alevilikle bağdaşmaktadır. Çünkü sevgi unsuru ve bu unsurun büyük ölçüde Tanrı'ya dayanması düşüncesi her iki felsefede de ortak olan noktalardır. Şimdi bu iki filozofun düşüncelerine kısaca yer verelim.

Platon (Eflatun)
Platon'un ideler teorisine göre bu dünyada gördüğümüz bütün varlıkların (insan, hayvan, bitki veya cansız bir eşya olsun) ideler dünyasında bir idesi, yani aslı, özü ve esası vardır. bu dünyada gördüklerimiz ise onların gölgesi veya görüntüsüdürler. Bir cismin varlığa gelebilmesi ancak idesinden alabildiği pay kadar mümkün olmaktadır.

Bundan başka insan ruhu dünyaya gelmeden önce ideler dünyasında bulunmakta ve şu anda dünyada bulunan bütün varlıkların öz (ide)'lerini orada temaşa etmişti. Bu dünyaya geldikten sonra o idelerin gölgesini görünce onların idelerini hatırladı. Onun için bilgi bir hatırlamadır. Örneğin güzelliğin ne olduğunu bilmeseydik, karşımızdaki nesnenin güzel olduğunu söyleyemezdik. Şu halde ruhumuzda uyuklama halinde de olsa bir güzellik ideali vardır.

Karşımızdaki objenin güzel olup olmadığını içimizdeki güzellik ideali ile karşılaştırır ve güzel olduğu hakkında bir hükme varırız. Algılar insan ruhunda, daha önce ideler dünyasında iken temaşa etmiş olduğu asli şekillerinin hatıralarını uyandırmaya yarar. Uyanan bu hatıralar, insan ruhunu, bu asli şekillere karşı derin bir özleyişle doldururlar. İnsan, güzelliğin kendine karşı duyduğu bu derin özleyişin zoru ile bu ideal formları bu dünyada gerçekleştirmeye çalışır. İşte gerçek "eros"u yani platonik sevginin kaynağını, ruhun bu asli şekillere karşı duyduğu sonsuz istek ve özleyiş meydana getirir (Birand, 1987:54-55).

İnsan öldükten sonra bedeni parçalanır ve ruhu daha önce bulunduğu ideler dünyasına geri dönmektedir. İnsan bu dünyaya geldikten sonra bedenin tutkuları yüzünden sıkıntı içine düşmüştür. İnsan, ancak doğuş çarkını kırarak gerçek mutluluğa erişebilir. Platon'un bu düşünceleri Pisagorculardan gelmektedir. Pisagorcular ruhun ölümsüzlüğüne ve ruh göçüne (tenasuh) inanıyorlardı (Birand, 1987:54).

Platon Timaos diyalogunda, evrene idelere göre düzen veren daha doğrusu maddeyi idelere göre şekillendiren Demiorgus adını verdiği bir Tanrı'dan söz eder. Ona göre tanrıları maddi zevklerin esiri olarak gösteren şiir ve mitolojiler reddedilmelidir. Tanrı'nın iyi ve adil olduğuna inanmalı ve O'nun en üstün varlık, iyiliğin, adaletin, doğruluğun ve mükemmelliğin kaynağı olduğu kabul edilmelidir. Tanrı iyiliğin kendisidir ve yeryüzündeki iyi şeylerin sebebini meydana getirir. Mükemmelliğin kendisi olan Tanrı, ideler sisteminin en tepesinde yer alan İyilik İdesidir (a.g.e: 57,62,63,68). Ona göre Tanrı, tıpkı bir ressam gibi dünyadaki cisimleri onların ideler dünyasındaki idelerine bakarak çizer, şekillendirir ve onları varlığa getirir.

Platon İyi idesini güneşe benzetir. Nasıl güneş hem varlık veriyor hem de aydınlatıyorsa, İyi idesi, öteki idelere hem varlıklarını verir hem de onları aydınlatır. Başka deyimle idelerin doğru bilgisini edinmek için, onları İyi İdesinin ışığında görmek gerekir. ideler yüzdeki göz ile değil akıldaki göz ile görülür. İdeleri bilmek için yol, bilimle özellikle matematikle uğraşmaktır. Onun için Platon, Akademisinin kapısına "Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin" diye yazdırmıştır (Küyel, 1977:29).

İyi idesini bilmek için doğrudan doğruya onu görmek şarttır. Bu, onunla birleşmek anlamına gelir. Onunla birleşmek güçtür, ilkin birleşmeyi hazırlamak gerekir. Hazırlık mağaradaki bağlardan (beş duyu) kurtulmakla gerçekleşir. Bilimle uğraşmak ve matematik yapmak, insanı görünmeyenin bilgisini edinmeye alıştırır. Matematik tamamen duyular evreninden kurtulmaya yetmez. Onun için mükemmel olan İyi İdesine kadar yükseltmez. Mağaradan kurtulmak için matematik yapmak, Pisagorcuların istedikleri gibi "doğuş çarkını kırmak"tır. Doğuş çarkını kırmak, insanın ruhunu bedenin etkilerinden kurtarmasıdır. Çünkü onlara göre beden ruh için bir hapishanedir. Beden kendi istekleri ile ruhu tutuklamıştır, ruhu bu durumdan bir an önce kurtarmak gerekir. Kurtuluşun yolu, bilimle sanatla özellikle müzik ve oranlar konusuyla ilgilenmektir. Demek ki, İyi İdesine yükselebilmek için önce matematik ve sonra sevgi yolunu denenmelidir. Sevgi, ideler idesi olan İyiy'e önceden tanınmış, bilinmiş olan o güzele doğru, ruhun kanatlarıyla yükselmek ve sonsuzlaşmak isteğidir (Küyel, 1977:30).

Plotinos

Plotinos, Hellenistik dönemde yaşamış bir filozoftur. Hellenizm, birbirine zıt ve çeşitli felsefeleri ve dini inançları kaynaştırmıştı. O dönemde felsefeden çözmesi beklenen iki problem vardı. Birisi ruhun geleceği, ikincisi ise gerçekliğin felsefe yoluyla açıklanması sorunu. Bu iki problem birbirine bağlıydı. Ruhun geleceği problemini Sırlar dini, Mitra dini kendilerine göre cevaplandırmışlardı. Şöyle ki, ruh yaratıldıktan sonra işlemiş olduğu günahlardan dolayı kirlenmişti, düşmüştü ve kurtuluşu gerekliydi. İşte Plotinus, ruhun kurtuluşuna uygun bir varlık anlayışını tasarlamayı başarmış bir filozoftu. Onun varlık teorisi Bir, Nus ve Ruh olarak üç hipoztazda toplanmıştı. Bu hipoztas birbirine içten içe bağlıydı. Ruh temizlenmek için bu üç hipoztası iner, gerisin geriye çıkardı. Ruh kurtuluşa ermek için çırpınır dururdu, felsefe yapardı (Küyel, 1 977:45).

Plotinos'un felsefesinin hareket noktasını, her türlü maddi olana karşı bir aleyhtarlık teşkil eder. Çünkü Aristo'dan sonra ortaya çıkan felsefi akımlar (Epikuroscu ve Stoalılar) materyalist idiler. Her iki okul da Platon'a tam bir karşıtlığı ifade ediyordu. İşte Plotinos, Platon'un idealist felsefesine geri dönüyordu. Plotinos, ilgisini ruh ve beden ilişkilerine çevirmiştir. Ona göre ruh, görülmesi ve algılanması mümkün olmayan bir cevherdir. B eden ve ruh birbirinden tamamen ayrı olan iki cevherdir. Yalnız ruh bedene hakimdir ve ona şekil verir ve onu ayakta tutar. Nitekim beden ruhu terk edince beden, çürüyüp dağılır. Ruh aynı zamanda bedeni güzel yapan cevherdir. Güzel olan yalnızca ruhtur. Bedenin güzelliği ancak ruhun güzelliğinin bir yansımasıdır. Ruh bizatihi güzeldir, halbuki beden ruhun bir aynası olmak bakımından güzeldir, çünkü bedene şekil veren ruhtur. Ruh ölümsüz, beden ise ölümlüdür (Aster, 1971:1 6a- 17-a).

Plotinos'a göre bireysel ruhların başka bir de külli bir ruh, bir evren ruhu vardır. İnsanların bireysel ruhları bir şekilde bu külli olan evren ruhunun içinde yer alırlar (Aster, 1971,19-a). Ayrıca herbir insan varlığı kendi ruhsal rehberine (spirit-Guides) de sahiptir (Plotinus, 1952:104).

Plotinos için Allah, kendisinden her şeyin sudur ettiği kaynaktır, var olan her şey Allah'ın emanationu (suduru)'dur. Allah her türlü varlığın kaynağı olduğu için bir şeyin var olması Allah sayesinde mümkün olur. Bundan dolayı Allah mevcuttur, diyemeyiz, çünkü o mevcudiyetin kendisidir ve bizatihi varlıktır. Sonra "Allah birdir" de diyemeyiz çünkü Allah birliğin kendisidir. Yine bunun gibi Allah için müessir ve faildir" de diyemeyiz, çünkü Allah mües sir ve fail olmanın kendisidir (Aster, 1971,20-a).

Plotinus için kendi olgunluğuna ulaşan her varlığın kendiliğinden ve zorunlu olarak bir başka varlığı meydana getirmesi, oluşun bir yasasıdır (Kurtoğlu,1992:63).

İlk varlıktan son varlığa kadar sudurda her şey kendine özgü olan yerinde kalır; sudur eden şeyin sırası, kendisinden sudur ettiği şeyden aşağıdadır ve her şey rehberini izledikçe bu rehberine (zamanla) eşit konuma gelir (Plotinus, 1952:215). Bu durum, tasavvufta, talibin zorlu ve uzun bir eğitimden geçtikten sonra vecd halini yaşayarak Tanrı ile iletişim kurmak suretiyle kamil bir insan olmasını andırmaktadır.

Plotinos'a göre asıl varlık, gerçek varlık, bütün varlık hipoztazlarının en tepesinde olan Bir'dir. O hiç belirleme almaz, her belirleme onun birliğini bozar. O öylesine varlıklarla doludur ki, ondan dolayı varlık ondan taşar yayılır. Bir iyiliğinden dolayı varlığını taşırır, yayar, geçirir, verir, akıtır. Her şey Bir ile varlık kazanır. Birliğini kaybeden, varlığını kaybetmiş olur (Küyel,1977:45-46).

Birden taşan bu dünya, zorunlu olarak, O'nun güzelliklerine sahip olmalıdır (Plotinus,1952:76). Bu demektir ki, Bir güzel olduğuna göre, O'nun eseri olan evrendeki bütün varlıklar da mutlaka güzeldir. Kısacası güzel olan Tanrı, güzel eserler yaratacaktır.

Bir öyle mükemmel bir varlıktır ki, onun bolluğundan ve mükemmelliğinden taşar. Taşan her varlık ötekiyle ilgilidir. Taşan ilk taşkın kendi üzerine kıvrılır, kendine döner, kendine bakar, bu bakışta Nus olduğunu anlar. Taşkın, Nus'tan öteye akıp gider Ruh olduğunu anlar. Ruh kendi üzerine döndüğünde Nus olduğunu, Nus da kendi üzerine döndüğünde Bir olduğunu anlar. Demek ki, Bir taşarak Nusa, Nus taşarak ruha varlığını vermektedir. Ruh, Nusun sonu, duyuların başıdır. Ruh vecd halinde iken kendisinin Nus ve Bir olduğunu bilir. Ruhun yukarı tarafı, Bir ile birleşebilen tarafıdır. Ruh için beden bir kirlilik, bir kötülüktür. Ruhun aşağı tarafında beden, ruh için bir iyilik, bir zarurettir. Düşmüş ruhu aşağı seviyesinden yukarı seviyeye çıkarmak gerekir. Bunun yolu extase (vecd)'dir. Extase ile ruh, yukarı seviyesine çıkar ve Bir ile birleşir, Bir olduğunu bilir. İnsan ruhları evren ruhunun kısımlarıdır, hepsi aynı şeyi (Nus'u) görürler (Küyel, 1977:46)

Plotinos'a göre Bir'den Nus, Nus'tan Ruh, Ruhtan duyu varlıkları nasıl ortaya çıkarlar? Nus kendi kendini düşünmeye başlayınca o, düşünen ve düşünülen olarak ikileşir. Bu ikilikten öteki varlıklar çıkar. Kendi kendini düşünmek, varlıkları düşünmektir. Varlıkları düşünmek varlıkları yaratmaktır (Küyel,1977:46). Plotinos'da Bir'in bilgisine iki yolla varılır:

1.Adım adım düşünerek, diyalektikle
2.Vecde kapılıp sevgiyle.

Sevgi, her varlığı kendi iyiliğini aramaya götüren güçtür. Madde için iyilik surettir, beden için iyilik ruhtur, Ruh için iyilik fazilettir, Nus'tur (akıldır), Bir'dir. Ruhun Bir'e erişmesi mistik bir deneme konusudur ve bir hazırlık gerektirmektedir. Örneğin duyulardan yüz çevirmek ve perhiz yapmak gibi. Bunun sonunda vecd birden bire gelir ve Bir'le birleşmek mümkün olur (Küyel, 1977:47).

Plotinos, evrenin Tanrı'dan nasıl çıktığını ışık örneği ile açıklamaya çalışır. Nasıl güneş her türlü ışığın kaynağı ise Tanrı da var olan her şeyin varlığı, Tanrı ile açıklanabilir. Tanrı, varlığın kendisidir, birliğin kendisidir, etki ve eylemin kendisidir. Plotinos'un Tanrısı, büyük evrensel dinlerde olduğu gibi evreni yoktan var etmemiştir. Ayrıca Aristo ve Platon'da olduğu gibi mevcut malzemeye şekil ve düzen veren değildir. Her şey, Tanrı'dan yayılıp çıkmış ve gelişmiştir (Birand, 1987:124).

Plotinos'a göre vücut ölümlü, ruh ise ölümsüzdür ve kendiliğinden bir birliktir. O ruhun ölümsüzlüğünü tenasuh teorisi ile açıklar. Bir vücuttan ayrılan ruh bir başka vücut kalıbı içinde yeniden dünyaya gelir. Bununla birlikte ruhun asıl hedefi, vücuttan büsbütün kurtulup, saf ruh haline gelmektir (Birand, 1987:125).

Plotinos sisteminde estetik önemli bir yer tutar. Eski Yunan düşüncesinde güzellik, iyilik ve mükemmellik aynı anlamlarda sayılmıştır. Güzelin öteki kavramlardan ayrı olarak tek başına ele alınması denemesi ilk defa Platon'un Symposion adlı eserinde yapılmıştı. Bu konu Plotinos tarafından yeni baştan ele alınır. Plotinos'un estetiği idealistir. Ona göre kendiliğinden güzel olan şey ruhtur, vücut ancak ruhu aksettirdiği ölçüde güzel sayılabilir. Güzelin temaşasına dalan kimse, duyular dünyasında idenin aksini bulur (Birand, 1987:126-127).

Plotinos'a göre insanın ulaşabileceği en üstün bilgi derecesini extase(cezbe) anı meydana getirir. Cezbeye ulaşan insan ruhu Tanrı'ya açılır ve O'nunla birleşir. İnsanın Tanrı'yı doğrudan doğruya bilip kavradığı anlar, ruhun vücuttan ayrılıp Tanrı'ya yöneldiği ve
yükseldiği mutlu anlardır. Bundan dolayı cezbe, en üstün bilgi derecesini ve insanın en yüksek hedefini meydana getirir (Birand, 1987:127).

İnsan her türlü varlığın kaynağı olan Bir'i (Allah) nasıl bilebilir? Plotinos'a göre insanın Allah'ı bilmesi için mistik bilgisinin mesut anlarından faydalanması gerekir. İnsanın Allah'ı doğrudan bildiği anlar, kendi bilincini kaybedip kendi dışına çıktığı extase (vecd) halleridir. İnsan cezbe halinde Allah ile birleştiğini hisseder. Plotinos'un kendisi hayatında bir defa bu anı yaşadığını söylemesine karşılık onun öğrencilerinden olan Prphyrios, Plotinos'un hayatında üç defa extase(vecd) haline geçtiğini iddia etmiştir. Cezbe halinde insan kendi bedeninden sıyrılarak Allah ile birleşme imkânını elde eder(Aster, 1971,22-a).

10. Tasavvuf: Anadolu Aleviliği, İslam tasavvufundan etkilenmiştir. Tasavvufun diğeradı İslam mistisizmidir. Felsefede mistisizm, aklın kavrayamayacağı gerçekleri mistik sezgi ile bilmek anlamına gelir. Hindu mistisizmi, Yahudi mistisizmi, Hıristiyan mistisizmi gibi İslam mistisizmi de vardır. Buna tasavvuf denir (Güngör, 1982:17-18).

Tasavvufi din anlayışının en belirgin özelliği, Kur'an ve hadisin zahiri anlamından çok batıni anlamına önem vermek ve Yaratan ile yaratılan arasında ayrılık kabul etmemektir. Çünkü Allah'tan başka varlık yoktur ve insan Allah'tan gelmiştir, yine Allah'a dönecektir. Ancak bunun için ölümü beklemeye gerek yoktur, nefsi terbiye ederek ezeldeki Birliğe (Tanrı'ya) dönülebilir (Güngör, 1982:22).

Tasavvuf, söz (kal) yolu değil hal (iyi ahlak) yolu, velayet (ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır (Fırat, 1999:131). Kısacası tasavvuf, insanın eğitimini esas alan ve onu olgun insan (kâmil insan) yapmaya çalışan bir yoldur.

Tasavvuf, kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın (iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinlidinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir.

Tasavvuf, herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken olmamaktır (Tercüman, 1987:199).

Tasavvuf, ilahi ahlakla terbiye olmak demektir. Tasavvuf, bencillikten kurtulup diğerkâm olmak, kendisinden çok başkasını düşünmektir (Tercüman, 1987:199).
Cüneydi Bağdadi'ye göre tasavvuf, Allah'ın seni sende öldürmesi ve kendisinde diriltmesidir ve ayrıca O'nun dışındaki her şey ile alakayı keserek Allah ile olmaktır (Kısakürek,1982:101). Gazali'ye göre sufiler, nefsi kötülüklerden uzaklaştırmak, ahlakı kötü sıfatlardan arıtmayı öngörürler. Öyle ki, kalbi Allah'tan gayrı her şeyden ayırmak ve sadece O'nunla doldurmak gerekir (Güngör, 1982:81).
Dinin hem zahiri ve hem de batıni yönünü en iyi anlayan Hz. Muhammed olduğuna göre tasavvuf Hz. Muhammed'le başlaması gerekir. Hz. Muhammed Medine'ye göç ederken Hıra mağarasında Ebubekir 'e Kelime-i tevhid'i sessiz olarak söylemesini telkin etmiş buna gizli zikir denilir. Daha sonra Hz. Ali'ye değişik zamanlarda üç defa aynı sözü sesli olarak tekrarlattığı rivayet edilir. Bunun için Hz. Ali'ye dayanan tarikatların hepsi açık zikir yaparlar (Tercüman, 1987:195). Nitekim Çubuk Yöresinde katıldığımız iki cem töreninde Alevilerin "Allah Allah" diye bağırarak açık zikir yaptıklarına şahit olduk.
Allah, mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır. Hz. Peygamber'in ifadesi ile "Allah güzeldir, güzelliği sever" İnsan, Allah'ı ne kadar tanırsa (marifeti artarsa) O'na karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar (Tercüman,1987:26).

Tasavvuf ehli arasında meşhur olan bir kutsi hadis vardır: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlukatı yarattım." Buna göre başlangıçta sevgi, Allah'tan çıkmış ve evrenin yaratılmasına sebep olmuştur. Bunun için tasavvufta esas olan ulvi ve ilahi aşktır. Gerçek aşk, insan ruhunun, Allah'a karşı özlemidir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de: "...İman edenlerin Allah'a karşı pek şiddetli sevgileri vardır" (Bakara: 165). Ayrıca "Allah kullarını sever, onlar da Allah'ı severler" (Maide:54).

Bir başka anlamda tasavvuf, Allah'ı görür gibi kulluk etmektir. Çünkü biz O'nu görmesek bile Onun bizi görmekte olduğunu bilmek, daima Allah'la beraber olmak ve O'nu hatırdan çıkarmamaktır (Tercüman, 1987:199).

Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde bu konu ile şöyle buyrulmaktadır: ". . .Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir" (Hadid:4). "Andolsun, Biz insanı yarattık ve nefsinin ona fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız" (Kaf: 16). "Kullarım sana Beni sorarlarsa (söyle onlara) Ben çok yakınım..." (Bakara186).

Tasavvufun temeli, insanın yaratılışına dayanmaktadır. Zamanın başlangıcından önce Allah Mutlak Güzellik idi. Mutlak Varlık, Mutlak Güzellik veya mutlak Gerçek olan Tanrı, var olmayan bir dünya, yani yokluk dünyası ile bilinebilirdi (Fığlalı,1996:217-218). Yüce Tanrı, kendi sanat ve sıfatını göstermek isteyince dünyayı yarattı, Kendi zatını göstermek isteyince de Ademi yarattı (A. Eflaki II, 103).

Adem yaratılmadan önce Tanrı, Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dede ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar "Evet" şahit olduk dediler (Araf Suresi: 172). Alevi-Bektaşilere göre Elesti Bezmi ile Yaradan'ın aşkı başlamış ve insan bu Mutlak Güzellik karşısında kendinden geçmiştir (Fığlalı,1996:223). Cenab-ı Allah, kullarından aldığı bu sözleri bir sözleşme olarak yazıp cennetten getirilen Hacer'ül Esved Taşı içine koydu. İşte bu taşı ziyaret etmek, insanların verdikleri bu söze sadık olduklarını göstermek anlamına gelir. Bu taş cennetten çıktığı zaman yeşil zümrüt renginde olup etrafa ışık saçarken, zamanla Ademoğulları'nın yaptıkları kötülükten dolayı utanarak siyahlaştı. Hz. İbrahim Kabe'yi yaptığı zaman bu taşı Kabe duvarına koydu. Hacer'ül Esved'e yüz sürmek, kendi bedenine yüz sürmek anlamına gelir (Bozkurt,?:12). Çünkü Hacer'ül Esvet (Siyah Taş), Adem topraktan yaratıldıktan sonra onun bedeninden arta kalan topraktan oluşmuştur.

Alevi teolojisine göre Hz. Allah, ruhları yaratıp onların ikrarını aldıktan sonra Elestü Bezmi denilen ruhlar Meclisini topladı. Bu mecliste ruhlara bir içki ikram edildi, ruhlar bu içkiden içtikten sonra şad olup neşelendiler. Bu içkiyi fazla kaçıranlar dünyaya zahiri olarak insan sıfatlı divane olarak geldiler ki, bunlara elestü sarhoşu denildi (a.g.e: 14).

İnsanın yaratılışı, kutsallığı ve cennetten çıkarılışı ile ilgili Kur'an-ı Kerim'deki ayetler şunlardır: "Rabbin, meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın. Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu" (Sad Suresi:7 1-74). "Biz: Ey Adem, sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendinize kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik. Bu durum devam ederken Adem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tövbe etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır" (Bakara:35-37).

Yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi Adem bunun üzerine cennetten yeryüzüne indirildi ve yaptıklarından pişman olarak tövbe etti. Bu durum, Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilmiştir: "(Adem ile eşi) dediler ki: Rabbimiz, Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." (Araf:23). İşte tasavvuf burada başlamaktadır. Çünkü Tasavvufun temeli, yaptığı kötülükten pişman olmaya dayanır. İnsan noksan bir varlık olduğu için daima hata yapabilir. Önemli olan hatayı kabul etmek ve bundan pişman olarak doğru yola yönelmektir. Nitekim Adem, cennetteki yasak meyveyi yedikten sonra günahkar olmuş ve cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilmişti. Sonuçta yaptıklarından pişmanlık duyarak tövbe etti ve günahı bağışlandığı için tekrar peygamberliğe kadar yükseldi.

"Sen olmasaydın evreni yaratmazdım", hadis-i kutsisi gereğince Allah Hz. Muhammed'in hatırı için diğer insanları ve evreni yarattı. Adem yasaklanan meyveyi yiyip günahkar olduktan sonra cennette Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nunResulüdür yazısını okudu ve Muhammed'in aşkına kendisinin Allah tarafından affedilmesini diledi (Kısakürek, 1982:106).

Alevi inancına göre. Hz. Allah, Adem Sefiyullah'ı yarattı, alnına Muhammed Ali'nin Nübüvvet ve Velayet nurunu koydu ve Adem'e ruh üfledi. Bunun üzerine Adem aksırarak uykudan uyanır gibi uyandı. Bu sırada bir ses işitti. Adem bu sesi Allah-u Teala'ya sordu. Allah-u Teala buyurdu: "Ya Adem seni ve bütün kainatı hürmetine yarattığım benim Habibim Muhammed Mustafa ve O'nun vasisi muttakilerin imamı, benim veli kulum Ali'nin nurunu senin alnına koydum. Sen aksırınca o nurlar birbirine dokundu. İşittiğin ses odur." Adem, "Ya İlahi, çok sevdiğin Habibin ve dostun veli kulunu ben dahi çok sevdim. İzzet ve azametin hürmetine ve sevdiklerinin hatırı için o nurları bana göster." Allah-u Teala, "Ya Adem sağ elinin şahadet parmağını kaldırıp tırnağına bak" buyurdu. Adem babamız bakınca, Hz. Muhammed ile Hz Ali, televizyon ekranındaki gibi göründüler. Bunun üzerine Adem babamız, "La ilahe İllallah, Muhammedün Resulüllah, Aliyyun Veliyullah" dedi. İçinden bir sevgi ve muhabbet hasıl olup aşkla iştiyakla o nurlara bakarken Cebrail, Ademin karşısında işaretle " Ya Adem, elini ağzına götürerek takbil et(öpme veya yüz sürme) ve "Hu" diye selam ver, dedi. Adem atamız da öyle yaptı, bu davranış, ümmetine sünnet oldu ve o parmağa şahadet parmağı denildi. Günümüzde Sünnilerin camilerde kamet okununca el başparmağını tırnağına takbil ederek gözlerine sürmeleri ve şahadet getirirken baş parmağı kaldırmaları oradan gelir. Alevilikte buna niyaz denilir (Güvenç,99/9:43).

İbn Arabi'nin vahdet-i vücut anlayışına göre, varlık özde birdir, ancak çokluk halinde tezahür etmektedir. Mutlak varlık Allah'tır, var olan her şeyin tek kaynağı O'dur. Her şey yaratılmadan önce Allah'ın ilminde mevcuttu. Şu halde varlıkların suretleri ezelde Allah'ın zatı ile birdir. İnsanın Allah'la bir olmasından kastedilen budur. Yoksa insanın Allah'la birleşerek bir varlık olması değildir (Güngör, 1982:89).

Tasavvufta ikilik yoktur, birlik vardır, yani hiçbir şey yoktur, yalnız Tanrı vardır. Fena Fillah kulun Tanrı'da yok olmasıdır. Tasavvuf eğitiminde kulun, derece derece kötü huylarını terketmesi, onların yerine iyi huyları koyması, cehaleti yok etmesi, bilgi ile bezenmesi, gafleti yok etmesi ve her an Allah'ı hatırına getirmesi gerekir (Tercüman,1987:67).

İkilik ortadan kalkıp birliğe ulaşılınca Allah yüzünü gösterir: Gökteki her yıldızdan parlar, tabiattaki her çiçekten bakar, her güzel yüzde gülümser, her tatlı seste hitap eder, herşeyde Tanrı vardır ve O'ndan başka bir şey yoktur (Eröz, 1990:204). İşte Hallac-ı Mansur'un "Enel Hak" demesinin anlamı budur. Alevilikte insanın kutsallığı ve cem törenlerinde kılınan halka namazlarında dede ile talibin birbirlerinin kıblesi olmaları bu inanca dayanmaktadır. Sünni inançtaki namazda da Kabe bir işaret olmak üzere herkes aynı yöne dönmekle bütün müminler, namazda birbirlerine ve birbirlerinin gönüllerine yönelmiş olmaktadırlar. Yoksa kutsal olan Kabe'nin binası değildir.

Mutasavvuflar, bir dünya menfaati veya cennete gitmek için değil, sadece Allah'ı sevdikleri için ibadet ederler. Tanrı bizi ister cennetine koyar, ister cehennemine, bu tamamen Tanrı'nın bileceği bir iştir, derler. Nitekim kadın erenlerden olan Rabia(714-804) şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam, beni cehennem ateşinde yak, yahut cennet özleyerek Sana ibadet ediyorsam, cenneti bana haram kıl. Yalnız seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi" (Tercüman, 1987:165).

Burada dikkati çeken husus, Rabia'nın sadece güzeller güzeli olan ve güzelliği hiçbir yaratığın güzelliğine benzemeyen ve bütün insanlığın ilk ikrarını verdiği "Kalu Bela'da" O'nun güzelliği karşısında mest olup kendisinden geçtiği o olağanüstü güzelliği istemesidir. Özet olarak tasavvuf Allah aşkına dayanır.

Türk tarihinde Horasan erenleri denilen kimseler tasavvufi İslâm anlayışını yayan şahsiyetlerdir. Bunların çoğunun okuma-yazması yoktu. Fakat Horasan bölgesindeki mutasavvıflardan tasavvufi İslâm anlayışını öğrenmiş, sonra bunları başkalarına öğretmeye başlamışlardı. Bu basitlikleri sayesinde göçebelere nüfuz etmeyi başardılar. Çevrelerindeki halktan oldukça soyutlanmış bir hayat yaşıyorlardı, bu hayat onlara olağanüstü özellikler yakıştırılmasına çok müsait bulunuyordu. En önemli özellikleri bir başka alemle temasa geçebilmeleri idi, işte ermişlik tabiri buradan doğmuştur (Güngör, 1982:186). Bunların Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük hizmetleri olduğunu biliyoruz.

Sonuç olarak tasavvuf, başta Allah aşkına, sonra işlenilen günah ve kötülüklerden tövbe etmeye, yani hatayı kabul etmeye, bütün insanları Tanrı'nın yaratığı olmalarından dolayı hoş görüp sevmeye, bütün canlıları korumaya, dolayısıyla adalete, almak yerine bol bol vermeye ve açları doyurmaya, buna karşılık kendi nefsini terbiye etmek için fazla yememeye, kötü söz söyleme ihtimaline karşı az konuşmaya, vaktinin çoğunu uykuda geçirmeyerek çalışmaya topluma ve insanlığa faydalı olmaya dayanır.

Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi



asla_asla_deme 31 Aralık 2009 12:54


Anadolu Aleviliği

Prof. Niyazi Öktem'e (1995:213-214) göre sufilik, felsefi eğilimlerle birlikte gerçek İslam'ı temsil etmektedir. Basit yaşam tarzı, insana saygı, kul hakkı yememek, Allah'la bütünleşmek, İslam'ın öz ve esası değil midir? Sufilerin en güzel temsilcileri Anadolu Aleviliğinin yetiştirdiği derviş ve ozanlardır. Bunlar saz ve sözleriyle insanlara sevgi ve barışı anlatan Türk sufileri Anadolu kültürünün temel taşlarıdır.

Görüldüğü gibi Anadolu Aleviliği, 12 imam inancı ile birlikte Batınilik, Hurufilik, Şamanlık, Yunan felsefesi, İslam tasavvufu gibi çok çeşitli inanç ve kültürlerin etkisi altında kalarak gelişmiş ve bugünkü halini almıştır. Bundan başka Anadolu Aleviliğinin siyasal tarafı da bulunmaktadır. Bu taraf aslında başlı başına ayrı bir araştırma konusudur. Ancak Aleviliğin doğru anlaşılabilmesi için bu yönüne de kısaca değinilmesi gerekmektedir.

Sünni ideolojiyi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yüceltmiştir. İsmaili ideolojiyi ise Fatımiler gündeme getirmiştir. Görüldüğü gibi amaç hep siyasidir. Şah İsmail, Şii-Alevi ideolojiye sarılmış ve kendi iktidarını güçlendirmek istemiştir. Eğer başarılı olsaydı, onun döneminde olmasa bile daha sonra Aleviliğin özgürlükçü yapısını sürdürmesi zor olurdu. Çünkü egemen güçlerin din yorumu daima baskıcı olmak zorundadır (Öktem, 1995:313).

Selçuklu ve Osmanlı Türk yöneticileri İslam-Arap örf ve adetlerine dayalı Sünni yorumu tercih etmişlerdir. Tuğrul ve Çağrı beyler, Xl. yüzyılda Abbasi Halifesi'nin hizmetine girdiklerinde ve sonra yönetime geldiklerinde Emevi-Abbasi geleneğine bağlı teokratik birdüzeni sürdürmüşlerdir (a.g.e:267).

Hanefi düşünce Türk topluluklarında ikiye bölünmüş, bunlardan birisi, Maturidi düşünce olup o Hanefiliğin özüne sadık kalarak dini akılcı yorumlarla ele almıştır. Hanefiliğin ikinci kolu ise Eş'ari düşüncedir. Selçuklularda Maturidi düşünce ile Eşari düşünce arasında bir rekabet gözlenmiştir. Osmanlı uleması Hanefiliğin Eş'ari kolunu tercih etmiştir (a.g.e:286).

Türk tarihinde Aleviğinin oluşmasında Babai Ayaklanması, Şah Kulu İsyanı, Şeyh Bedrettin Olayı, Şah İsmail ile Yavuz Arasındaki mücadele ve Çaldıran savaş ve Yeniçeri Ocağı'nın kapatılması gibi olaylar etkili olmuştur. Ancak bunların içinde en belirleyici olan şüphesiz Yavuz Selim ve Şah İsmail arasındaki çatışma olsa gerektir.

Sait Başer'e (1998:56) göre Anadolu'da Alevilik, büyük ölçüde Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki çatışmanın bakiyesidir. Çünkü o tarihe kadar İran-Osmanlı inanışları bugün düşündüğümüz kadar farklı görülmüyordu. Yavuz Selim, İran siyasetinin etkisi altında bulunan Erdebil Tekkesi'nin Anadolu'daki nüfuzunu kırabilmek için daha güçlü bir inanç otoritesi olan hilafeti getirdi. Halk arasında taban bulamamakla beraber bunun yanında Arap Müslümanlığı'nın Eş'ari anlayışını medreselere yerleştirdi. Böylece resmi otorite ile Alevi kitle arasında süren çatışma, bugün Alevi-Sünni çatışması diye bilinir. Bu gerçekte doğru değildir, doğru olan Eş'ari ve Maturidi zihniyetlerin çatışmasıdır. Buna rağmen devletin en köklü bir kurumu olan Bektaşi-Yeniçerilik, Maturidi karakterini devam ettirmiştir.

Eşarilerle Maturidiler arasında esasta değilse de ayrıntılarda bazı farklılık ve anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir (Fığlalı, 1980:51-55):

1.Cüz'i irade: Eşarilere göre cüz'i iradeyi yaratan Allah'tır. Maturudilere göre cüz'i irade Allah tarafından yaratılmaz.
2.Kesb: Eşarilere göre kesb, kulun gücünün Allah'ın takdirine yaklaşmasıdır. Bu durumda kesb de aynen fiil gibi Allah'ın yaratığıdır. Maturidi, kesbin tamamen kulun kudreti ve etkisiyle doğduğu görüşündedir.
3.Husun ve kubuh: Eşarilere göre husn ve kubuh(bir şeyin iyi veya kötü oluşu) akılla bilinemez. Maturidilere göre husun ve kubuhun akılla bilinmesi mümkündür.
4.Marifet: Eşarilere göre Allah'ı bilmek şer'an (dinen) vaciptir. Maturidilere göre Allah'ı tanımak ve bilmek aklen vaciptir.
5.Tekvin: Eşarilere göre tekvin, hakki bir sıfat değil, itibari bir sıfattır. Maturidilere göre tekvin, kudret ve irade gibi gerçek bir sıfat olduğu görüşündedirler.
6.Nübüvvet: Eşarilere göre nebilik için erkek olmak şart değildir. Kadında nebi (peygamber) olabilir. Onlara göre Havva, Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Hz. Musa'nın annesi birer nebidirler. Maturidilere göre kadınların peygamber olması caiz değildir.
7.Teklif-i Ma-la Yutak (Kula gücü yetmeyeceği Şeyleri Teklif): Eşarilere göre Allah'ın insanın gücü dışında kalan (cisim yaratmak, göğe çıkmak, uçmak vb.) bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef kılması caizdir. Maturidilere göre böyle bir teklif caiz değildir.
8.Sebep ve hikmet: Eşariler göre Allah'ın fiilleri için bir sebep aranmaz ve bir hikmete de bağlı değildir; çünkü Allah yaptıklarından sorumlu değildir. Maturidilere göre ise Allah'ın fiilleri bir hikmete bağlıdır ve bir sebebe dayanmaktadır, çünkü Allah abesten münezzehtir.
9.Kur'an: Eşarilere göre Kur'an'ın bazısı bazısından büyüktür. Maturidiler'e göre bu doğru değildir.
10.Ezelde Ma'duma Hitab: Eşarilere göre Allah ezelde mükellimdir (Konuşan) Maturidiler bunu kabul etmezler ve Allah'ın ezelde Konuşan olmadığını söylerler.
11.İbadetler: Eş'arilere göre Müslüman olmayanlar da ibadet etmekle mükelleftirler ve eğer ibadet etmezlerse ceza göreceklerdir. Maturidiler ise Müslüman olmayanların ibadet etmekle mükellef olmadıklarını ve dolayısıyla ibadetlerini bıraktıklarından dolayı ceza görmeyeceklerine inanırlar.
12.İrtidat (Dinden Dönme): Eş'arilere göre dinden dönen Müslüman, yeniden iman ederse
eski iyilik ve kötülükleri geri dönmüş olur. Maturidiler'e göre ise, yeniden iman eden kimsenin
dinden dönüşünden önceki iyi ve kötü amelleri geri gelmez.

13.Tövbe-i Ye's: Üzüntü halinde tövbe Eş'arilere göre kabul edilmez. Maturidiler göre ise kabul edilir.
  • İman: Eş'arilere göre iman artar,eksilir. Maturidiler'e göre ise, iman ne artar ne eksilir.

Yukarıda görüldüğü gibi Maturidiler, Eş'ariler'e göre daha akılcıdırlar ve dinsel konulara daha akılcı ve felsefi yaklaşmaktadırlar. Eğer Aleviler inançta Maturidi iseler, daha akılcı olmalarının temeli buraya dayanabilir. Sait Başer'in ifade ettiği gibi, Anadolu'daki Sünni halk da Maturidi inancı benimsediği için Alevi-Sünni halk arasında o tarihlerde bir çelişki ve zıtlık olmamış, buna karşılık, Eş'ari inancı benimseyen ulema ve devşirme yönetici zümre ile Alevi halkı arasında zıtlık ve çatışma yaşanmıştır.

Yine eğer Yavuz Selim döneminden itibaren ulema ve aydın zümre Eş'ari inancı benimsemişse, o tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin akıl ve bilimden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlaması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, Katip Çelebi (1609-1656), Fatih'in Sahn-ı Seman'a koyduğu felsefe ve pozitif bilimlerin programlardan çıkarılmasını eleştirmiş, aritmetik, geometri, astronomi ve coğrafya bilen müftülerle bilmeyenlerin verdikleri fetvaların farklı olacağını, örneklerle açıklamış ve bu bilimlerin medreseliler için gerekli olduğunu yazmıştır. Örneğin Şeyhülislama altı ay gece atı ay gündüz olan yerlerde beş vakit namazın nasıl kılınacağını ve orucun nasıl tutulacağını sormuş, fakat Şeyhülislam, coğrafya ve astronomi bilgisinden yoksun olduğu için bu soruları cevaplandıramamıştır (Akyüz, 1999: 108).

Türkler, Orta Asya'da iken tek bir millet ve bütünsel bir toplum değildi. Horasan'dan Asya içlerine oradan Sibirya'ya kadar farklı Türk boyları ve devletleri vardı. Dolayısıyla benzerliğin yanında farklılaşmalar da vardı. Bu nedenle Anadolu Alevi ve Bektaşileri hangi boydan geliyorsa o izleri taşırlar (Bal,98/8:39).

Bugün Türkiye'de Aleviler; Çepniler, Tahtacılar, Kızılbaşlar, Sıraçlar, Abdallar, Nalcılar, Gülşeniler, Elçi, Tat, Amuca, Arapkirli, Talibi, Bektaşi gibi gruplara ayrılırlar. Bunların hepsi standart Türk kültürünü temsil etmektedirler (Türkdoğan, 1995:117,208).

SONUÇ

Alevilik; Hz. Ali'den adını alan, onun soyu ve onu takip edenler tarafından kurulmuş bir tasavvufi yoldur. Alevilikte on iki imam inancı önemli bir yere sahiptir. Bu yönüyle Alevilik bir İslam inanışıdır. Ona İslam inançları dışında bir kimlik aramak tarihsel ve sosyal gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu, Aleviliğin saf İslam inançları olup, onun dışında bünyesinde hiçbir inancı ve kültürü barındırmadığı anlamına gelmemelidir. Evrensel dinler, aynı kaynaktan çıktıkları ve aynı temel inançları benimsedikleri için Aleviliğin Musevi ve Hıristiyan unsurlar taşıması son derece doğaldır.

Bundan başka Anadolu Aleviliği, Batınilik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik, Melamilik, Hurufilik, Yunan felsefesi, tasavvuf gibi akımlardan ve Şamanizm gibi inanç ve kültürlerden etkilenmiş bir düşünce ve inanç sistemidir. Ayrıca, bir toplumun daha önceki kültürünü tamamen silip yok ederek yeni bir kültür ikame etmesi mümkün değildir. Bu nedenle Aleviliğin Orta Asya Türk kökenli inanç ve kültürlerle bağlantılı olmasının garipsenecek bir yanı da yoktur. Nitekim Alevilikte kadına verilen değer ve çeşitli dinsel törenlerde kurban kesilmesi Şamanizme dayanmaktadır.

Alevilik, bugünkü halini Anadolu'da aldığına göre burada yaşayan toplulukların kültürlerinden etkilenmemesi mümkün değildir. Çünkü birlikte veya komşu yaşayan toplumlar arasında istense de istenmese de kültür alış verişleri olacaktır. Onun için Anadolu Aleviliği bu topraklar üzerinde bulunan toplumların kültürlerinden de etkilenmiştir. Örneğin, paganizmin bakiyesi olan yatırlara çaput bağlama geleneğine hem Alevi hem de Sünni toplumunda rastlanmaktadır.

Anadolu Aleviliği'nin oluşmasında en büyük etken Hacı Bektaş Veli'dir. O, Sulucakarahöyük (Hacıbektaş)'e yerleştikten sonra bu bölgedeki insanları irşat etti ve gayri Müslimleri de sevgi ile İslam dinini çağırarak onların bu dine inanıp benimsemelerini sağladı, böylece Anadolu'nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına katkıda bulunmuştur.

Bundan başka Hacı Bektaş Veli, Anadolu'da dedelik örgütünü kurarak Türk boylarını birbirine bağladı ve bugün için bile hayranlıkla baktığımız muazzam bir dayanışma ve sosyal kontrol mekanizmasını geliştirdi. Ayrıca Bektaşilik tarikatını kurarak soydan Alevi olmayan insanların manevi eğitimlerini üzerine aldı. Böylece kendisinden feyz alan bütün insanları ahlak bozukluklarından kurtararak topluma ve insanlığa faydalı olgun birer insan olarak yetiştirmeye çalıştı.

Ayrıca Hacı Bektaş Veli gerek kadına verdiği emsalsiz değerle ve gerekse bilimin önemine dikkat çekmekle, kendi çağını aşarak 20. ve 21. yüzyılların adamı olduğunu kanıtlamıştır.

Özellikle Yunan filozoflarından Platon ile Plotinos'un düşünceleri tasavvufla ve dolayısıyla Alevilikle bağdaşmaktadır. Çünkü, Alevi din anlayışının temelinde Tanrı sevgisi ve O'nun eseri olduğundan dolayı insan sevgisi yer almaktadır. Alevi din anlayışının özünü şekilsel ibadetlerden çok insan ilişkileri teşkil etmektedir. Bu inanca göre kişi, dışardan ne kadar iyi birisi gibi görünürse görünsün, eğer insan kalbi kırıyor, insanlara zulüm ve kötülük yapıyorsa gerçek mümin sayılmamaktadır. Çünkü, mümin kelimesi, iman eden demek olduğu gibi, kendisinden emin olunan ve kendisine güvenilen anlamına da gelmektedir.

Alevilikte, Platon ve Plotinos gibi filozoflarla çeşitli din ve kültürlerde bulunan ruh göçü inancı da vardır. Ayrıca zaman zaman Sünnilerde de rastladığımız kurtuluş inancı da yer alır. Bu inanca göre, on iki imamlardan Mehdi bir gün dünyaya geri dönecek; adaletsizliklerle dolu olan bu dünyada haksızlıkları ortadan kaldıracak ve dünyaya yeniden bir düzen verecektir.

Alevilikte amaç, tasavvuf idealine göre kamil insanı yetiştirmek olduğu için bu olgunluğa erişen insan; insanlar arasında din, ırk, dil ve inanç farklılıklarını gözetmeyecek ve varlığın birliği ilkesine göre herkesi bir görüp Tanrı'nın yaratığı olarak kutsal kabul edecektir. Sonuçta bu; topluma birlik, bütünlük ve huzur getirecek ve demokratik toplumun kurulmasında yardımcı olacaktır.

Aleviliği bütün yönleriyle bir makalede inceleyebilmek mümkün olamaz. Bu sebepten dolayı Dergimizin gelecek sayılarında bu yazının devamı sayılabilecek "Alevilikte Temel inanç ve Uygulamalar" adlı yazıya da ver verilecektir.


asla_asla_deme 7 Ekim 2010 14:41

Alevi - Alevilik
 
Dördüncü halife Hz. Ali'nin soyundan gelen, onu diger sahâbeden ve diger üç halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düsüncesi, ister açikça, ister gizlice, Ali'ye uyup onun Kur'an'daki nâs ve Resulullah (s.a.s.)'in vasiyetiyle imamliga tayin edildigini ileri süren; imametin* onun soyundan disari çikmayacagina inanan ve onu diger sahâbeden üstün gören zümrelerin baslattigi fikir ve siyasî kavgalarla ortaya çikan" hareketin genel adidir. Bu fikir ve harekete katilanlar, Ali'ye (r.a.) uyduklari ve onu, öteki sahâbîlerin önüne geçirdikleri için Alevî; buna taraftar olanlara da 'tarafini tutan' anlaminda "Sia"* denilmistir. Sia, Alevîligin ifade ettigi katiliktan daha mûtedîl bir kelimedir ve Islâm âlimleri Alevîlik için Sia'dan farkli olarak 'Râfiza' 'Ravâfiz' tabirlerini kullanirlar. Islâm tarihinde Hz. Peygamber'den sonra halîfe olarak Hz. Ali'yi taniyanlara, Ali'ye mensup, inanci bakimindan, Ali taraflisi anlaminda "Alevî" tabiri kullanildi. Alevîlik, halifelikte Hz. Ali'nin hakkinin yendigini, sahâbenin Hz. Peygamber'den sonra Ebû Bekr*'e bey'at etmekle, Islâm'a aykiri hareket ettigi iddiasini yansitir. Alevîler Hz. Ali'nin hilâfette hak sahibi oldugunu su sebeplere dayandirirlar: Ali*, Hz. Peygamber'in tabii olarak varisiydi. O, Islam'i ilk kabul eden kimsedir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcasinin oglu ve damadidir. Islâm savaslarinin kahramaniydi. Yasadigi sürece Hz. Muhammed'in en yakin yardimcisiydi. Onun bütün islerine bakardi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali'ye olan sevgisini ve güvenini bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacagina isaret etmistir. Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer* ve Osman*'in isbasina getirilisini batil saydilar. Yani bunu serîat kurallarina ve Hz. Peygamber'in sünnetine aykiri görerek bununla savasmayi dinî bir görev kabul ettiler. Ancak, Hz. Peygamber'in, Hz. Ali hakkinda söyledikleri ve Ali'nin üstünlükleri dogru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi diger büyük Sahâbîler hakkinda da söylemistir. Üstelik, hastalandiginda imamliga Hz. Ebû Bekr'i geçirmistir. Diger yandan Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanlarin basina kimin geçecegini isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrilmistir. Böyle bir hadîs olsaydi, Hz. Ebû Bekr'in halife seçildigi sirada yapilan konusma ve müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-i kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber'den isittigini nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak, Allah Resulü'nün cenaze isleriyle ugrasmasi yüzünden, halîfe seçimi sirasinda hazir bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun istisare edilmemis olmasi bir eksiklik sayilabilir. Fakat, Ensâr'in hilâfet konusunu müzâkere etmekte oldugu topluluga Hz. Ömer'le Hz. Ebû Bekr bile sonradan katilmisti. Bu çok önemli meselede yanlis bir adimin atilmasi endisesi ve isin kisa sürede çözülmesi zarûreti, seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapilmasini gerekli kilmistir. Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr'e bey'at* etmistir.
Müslümanlar, Ehl-i Beyt denen 'Ali ve ailesini' öteki Ashâb-i Kîram'dan ve Allah Resulü'nün öteki halîfelerinden ayirmadan severler. Onun ailesine yapilan haksizliga ve zulme karsidirlar ve tarih içinde de karsi olmuslardir. Meselâ, Ahmed b. Hanbel* (rh.a), "Ehlü's-Sünne ve'-l Hadîs" taraftarlarinin Hz. Muhammed (s.a.s.)' in ailesine hak ettikleri muhabbeti gösterdikleri ve Ali Ibn Ebî Tâlib'in (r.a.) haklarini tanidiklari için "Ali'nin 'siasi, taraftari" oldugunu ifade etmektedir. Ayni tavri Imam-i Â'zam da takinarak Abbasîlere karsi Imam Zeyd'i desteklemistir. Bu anlamda Sia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Siddik'a (r.a.), Ömer el-Faruk'a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.)'e ve daha pek çok ashâb-i kirâm'a bugz ve düsmanlik tasiyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir. Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer Ibn-i Abdulaziz'in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali Ibn Ebî Tâlib'e (r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onlarin bu yanlis hareketleri öteki müslümanlari baglamazdi. Çünkü onlar, bütün müslümanlari temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki olaylari göze alarak öteki, müslümanlari zalim görmek ve göstermek haksizliktir ve hakdan sapmadir. Ne Resulullah'in üç halifesi ne de Ashâb-i Kirâm, Ali Ibn Ebi Talib hakkinda düsmanlik eseri birakmamislardir. Alevîlik, zaman içinde parçalanmis ve sayisi yüze varan tarîkatlara ve yollara ayrilmistir. Ancak bunlari Imam Ebu Câ'fer es-Sâdik'in içtihatlariyla amel eden ve müslümanlarla aralarinda bir fark görmediklerini söyleyen, yeryüzünde Allah'in hâkimiyetini istediklerini haykiran Ca'feriyye ve Zeydiye kollarina bagli müslümanlarla karistirmamak gerekir. Câferî müslümanlari Sia içerisinde incelerken, dünü, bugünü ve îman-amel iliskisiyle gözönüne almak ve ona göre degerlendirme yapmak faydali olacaktir. Câferîlerle, Zeydîleri Alevîligin diger kollari olan Batînîler, * Karmatîler, * hatta kuzey Afrika ve Misir'da uzun yillar hüküm süren Fâtimîlerden, bugün Anadolu'da yasayan Alevîler'den, Lübnan ve Suriye'deki Dürzî ve Nusayrîlerden ayirt etmek gerekir.
Alevîlerden Gulât olanlar yani asiri gidenler Hz. Ali'de, diger halifelerde bulunmayan ilâhî nitelikler ve özellikler olduguna inaniyorlar. Islâm tarihinde bu görüsü ve inanci daha da ileri götürerek, Allah'in Ali'nin varliginda, insan suretinde görünüs alanina çiktigini, onun bir ilâh-insan oldugunu söyleyenler bile çikti. Ali'nin mehdi oldugunu, ölmedigini ve kiyamet gününden önce çikarak dünyada adaleti saglayacagini öne sürdüler. Bunlar "sebeîler"dir. Islâm'da ilk dînî ayrilik hareketini teskil eden ilk Alevîlik, Hz. Ali daha hayatta iken San'ali bir Yahudi olan Ibn Sebe'nin telkini ile baslamistir. Bundan sonra Ali'nin ve soyunun, hatta Ibn Sem'an, Ebû Mansur el-Iclî, Ebu'l-Hattâb, Horasanli Ebû Müslim gibi Ali ile aile bagi bulunmayan ve sadece taraftarlik yapan birtakim yabancilarin öncülük ettigi tenâsüha, ibâhaya, farzlari terketmenin caiz olduguna ve imanin, imami bilmekten ibaret bulunduguna inanan birçok Alevî kollari meydana çikmistir.
Daginik Alevî kollarini birlestiren Câ'fer es-Sâdik'*a bir aralik gidip gelen ve inanislarinda Islâm'a aykiri seyler bulundugu için kovulan, Imam Câfer'in lânetlemesine ugrayan Ebî Mansur el-Iclî ile Ebû'l-Hattâb'in ekolü, "Ismâiliye*" veya "Yedi Imam" mezhebini olusturmustur. Batinîlik adi verilen bu mezhep Yemen'de köklesmis, Irak, Iran, Horasan ve Türkistan'a kol atmis ve batida Endülüs'e kadar yayilmistir. Bu mezhepten olanlar Bahreyn'de ve Ahsâ'da Karmatiyye mezhep ve hükümetini, Kûfe'de ve Basra'da birçok ihtilâlleri, Magrip'te önce "Alevî Hükûmeti"ni, sonra Misir'da Fâtimî halifeligini vücûda getirmislerdir. Cebel-i Dürûz'da Lübnan'da yasamakta olan "Dürzîlik"le daha birçok firka ve mezhepler Batinîlikten dogmustur. Muhammed b. Nusayr de bu arada bugün Suriye, Lübnan ve Adana yöresinde sâlikleri bulunan "Nusayrîlik"i kurmustur.
Hz. Ali'nin ölümünden sonraki gelismeler, özellikle Kerbelâ olayi Hz. Hüseyin'in sehid edilmesi, Alevî toplulugun siyasî bir görüs çevresinde toplanmasina yol açti. Sonralari Sia (Siîlik) adini alan ve daha çok Iran'da gelisen Alevî mezhebinin özünü besleyen bu olaylar zinciri oldu. Islâm ordusunun doguya dogru ilerledigini gören Iran, bagimsizligini kaybedecegini anlayinca, Islâm'in içinde dogan ve gelisen Hz. Ali taraftarligini eski dîn ve siyasetleriyle kaynastirarak benimsedi. Bundan Alevîligin, bir baska kolu dogdu. Alevî inanci bu yeni ad altinda hizla gelisti. Bu inanca, ruhun bedenden bedene geçisini (tenâsüh) kabul eden Hind inançlari da yine Iran etkisiyle karisti.
Anadolu Alevîligi ise, sadece Batinîlik'in devami degildir. Yesevî, Kalenderî, Hayderî gibi Türk tarikatlarinin, Hurûfiligin, Vücûdiyye ve Dehriyye inançlarinin karistigi, bazi Türk gelenek ve göreneklerinin ve halk siirinin yasadigi bir dünyadir. Onda "tenâsüh", "hulûl", "ibâha" ve bir çesit "istirak" ilkeleriyle birlikte, Türk sölenlerini andiran âyinler de görülür. XIII. yüzyilda Anadolu'nun fikir hayatinda Orta Asya'dan ve Horasan'dan göçen bilgin ve mutasavviflarin derin etkileri olmustur. Bu arada Harezm'li göçmenler, köylere varincaya kadar Anadolu'nun dînî havasinin degismesine yol açmislardir. Bu tarihi kökenlere dayanan Alevîlik günümüzde varligini sürdürmektedir. Siîlik, Bektâsîlik ve Kizilbaslik gibi Alevî kollarinin özel törenleri, toplantilari bulunmaktadir. Bu kollarin hepsinde Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da sehid edildigi 10. Muharrem günü kutsal olup, matem günü kabul edilir. Siîler o gün, özel anma törenleri düzenler, dövünür, aglar, yakinirlar. Kizilbas ve Bektâsîler bu günün acisini çeker, fakat dövünmezler. Alevî törenlerinin en büyügü kadinlarin da katildigi "cem âyini"dir. Bu tören cuma günleri düzenlenir. Cem âyininin küçügüne "dernek" denir. Bu toplantilar sazlisözlü, içkili olur. Özel zikirler yapilir. Töreni yöneten dede tarafindan bir sure veya ayet okunur. Ayrica cem'âyininden baska "görgü âyini", canlardan birinin digerini sikâyeti hâlinde "sorgu âyini" düzenlenir. Nevrûz, hem bahar bayrami, hem de Hz. Ali'nin dogum günü sayildigi için, genellikle kutsal kabul edilir ve törenler düzenlenir .
Alevîlik Iran'da oldugu gibi Anadolu'da da daha çok siir ve edebiyatla yayilmistir. Alevîlerin büyük tanidigi yedi sair; Nesimî, Fuzûlî, Hatâî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî'dir. Bunlardan Nesimî ve Fuzûlî disindakiler tam batinîdirler.
Yollarini müstakil bir dîn ekolü ve Islâmiyetin esasi kabul eden Alevîler, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Oniki Imam ve Haci Bektas Velî'yi kendi yorumcu ve düsünürleri sayarlar.


Hamdi DÖNDÜREN


The Unique 25 Kasım 2010 12:02

ALEVÎ

Hz.Ali'yi tutan, ona taraftar olan, Hz.Muhammed (S.A.V.)'den sonra halife olması gereken ilk kişinin Hz.Ali olduğuna inanan.


ALEVÎLİK

Hz.Ali'ye taraftar olmak, onu tut­mak, onun sevgisinde birleşmek. Pey­gamberden sonra halifelik hakkının Hz.Ali'nin olduğunu öne sürmek. Alevîlikle aynı anlamda kullanılan te­rimlerden biıi de "Şiîlik"tir. Şiî, ta­raftar, Şiîlik de taraftarlık demektir. Hz.Ali'ye taraftar olanlar sık sık bu adla da anılırlar.
Alevîlik İslam siyasî mezhepleri­nin önde gelenidir. Kendi arasında birçok kollara ayrılmış, bunlar arasın­da uzlaştırılması imkânsız görüş fark­ları belirmiştir.
Alevîlerin en ılımlıları, halifelik hakkı Hz. Ali'nin olmakla beraber ondan önce halife olan Hz. Ebubekir ve Ömer ve Osman'a saygısızlık etme­yip, onların halifeliklerini kabullenen­lerdir. Bunlara Zeydiye denir. Hz.Hüseyin'in torunu Zeyd'e mensup olan­lardır.
Halifeliği, yani devlet reisliğini di­nin rükünlerinden biri sayan İmami-ye ise daha sert bir görüş ortaya ko­yar. Bunlara göre Hz.Ali'den önce halife olan ilk üç halife zalimdir. Bun­lara bey'at edenler (uyanlar) da kâfir­dir, lmamiyeye râfızîler de denir şîa çoğunluğunu bunlar teşkil eder.
Alevî gruplardan Hz.Ali'yi pey­gamber, hatta Tanrı mertebesine çı­karan aşırılara ise galiye denir. En sa­pık görüşlere bunlar sahiptir.
Şiî mezheplerden en etkili olanı, en fazla taraftarı bulunan lmamiye'-dir. İmamiye'nin çok önemli görüş­leri vardır. Bunların bazılarını diğer Alevî gruplar da kabullenir. İmami­ye'nin sahip olduğu görüşler Alevîlik­te önemli kavramlardandır. Bu kav­ramların en başlıcaları şunlardır:

1- Nas ve Ta'yin
İmamet (devlet başkanlığı, halife­lik) çözümü halka bırakılabilecek ba­sit bir sorun değildir. Namaz, oruç gi­bi dinin rukünlerindendir. Dolayısıyla Peygamber kendisinden ronra yerine geçecek olanı hayatında tayin etmiş­tir ki bu Hz. Ali'dir. Ali'den sonra da onun evladıdır.
2- Ta'n ve Tekfir
Halifeliği nas (âyet, hadis gibi di­ni metin) ile belirtilmiş olan Hz.Ali'­den önce kendilerine tâbi olunan ilk üç halife meşru halife değildir. Onlar bir hakkı gasbettikleri için zalimdir ve bunlara uyanlar da kâfirdir.
3- Rec'at ve Mehdi
Bazı imamlar ölmemişler, gizli olarak yaşamaktadırlar. Bir gün dö­nüp zulümle dolu dünyayı adaletle dolduracaklardır.
4- Tâkiyye
Baskı ve zor altında kalan bir Ale­vî sahip olduğu görüş ve kanaatin ak­sini benimsemiş görünebilir. Düşman ve muhalifi ile aynı fikirdeymiş gibi davranabilir.


Misafir 11 Haziran 2012 21:43

Alıntı:

balyan asireti ile ilgili daha fazla bilgi istiyorum

balyan aşireti ile ilgili yaklaşık 20 bilgiye rastladım.genelde uydurma diyebileceğim bilgiler.balyan ile ilgili 3 yılı aşkın sürdürdüğüm belgeye dayanan tarihi araştırma sonucunda bilinenin aksi olan durumlar söz konusu.1 balyanlar kürt bir aşirettir malatya adıyaman çevresinde hali hazırda yaşamaktadırlar.aslen şafi mezhebine bağlı olmalarının yanı sıra 150-200 yıl önce alevi diyemeyeceğim şafi karışımı değişik bir mezhebe dönmüşlerdir.şu anda daha çok sola yakın olmakla beraber chp tandanslı oldukları görülmektedir.tunceliden gelme olayları tamamen hayalidir.aşiretin 20 ye yakın ailesi hayvancılıkla uğraştıkları için yaklaşık 120 yıl önce dersime gidip 4 veya 5 yıl kaldıktan sonra tekrar malatyaya dönmüşlerdir.bu olay yarım yamalak bilgiden dolayı dersimde geldiler denilmektedir.buda tamamen adalet partisine yakın bir ailenin balyanlıları türk gösterme kampanyasıdır. zaten bu kampanya çerçevesinde yazılan balyan aşireti kitabı en iyi ıspattır. kaldıki bu aile balyanlı bile değildir.balyan aşireti kürt olmasına rağmen terörden uzak devletine bağlı bir şekilde malatya ,adıyaman,doğanşehir,akçadağ ve yeşilyurt ilçelerinde yaklaşık 30 köy olarak yaşamaktadır. yazdığım siyasi tercihin ıspatını seçim sonuçlarına bakarak görebilirsiniz.kürt oldukları osmanlı kayıtlarında açıkça görülebilir.sonuç olarak 1000 li yıllarda germiyanoğulları döneminde malatyaya bağlı eskiköy(kurnos) civarında yaşadıkları veya beraber geldikleri belgelerle ıspatlıdır.


Misafir 7 Eylül 2012 17:47

balyan aşireti ile ilgili bu bilgileri nereden aldınız ?



Saat: 14:03

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık