Kutsal Emanetler 1 ek Kutsal Emanetleremanatı mukaddeseHz. Muhammed ve sahabilerine ait kabul edilerek toplanan ve korunan eşyalara verilen ad. Bu eşyaların büyük bölümü I. Selim’in (Yavuz) Mısır seferinde (1517) ele geçirilerek İstanbul’a getirilmiş, bazıları da daha sonra çeşitli İslam ülkelerinden derlenmiştir. Bugün Topkapı Sarayı’nda korunan emanat-ı mukaddese önce iç hâzineye konmuş, sonra has odaya alınmış, daha sonra da sırf bu iş için hazırlanan Hırka-i Saadet Dairesi’ne aktarılmıştır. Emanat-ı mukaddesenin en önemli bölümünü Hz. Muhammed’in eşyaları oluşturmaktadır. Bunlar onun Ka’b bin Züheyr’e armağan ettiği hırkası, Uhud Savaşı’nda kırılan dişinin parçası, sakalı, siyah renkli sancağı, mührü, nalınının teki, Mısır hükümdarı Mukavkas’ı İslama davet eden mektubu, iki kılıcı, yayı, asası, teyemmüm için kullandığı öne sürülen taşı ve ayak izlerini taşıyan altı (dördü taş, ikisi tuğla) kalıptır. Bunlar üzerinde yapılan incelemeler mühür ve nalının sonraki bir dönemde yapılmış olduğunu, teyemmüm taşının da bir Asur tableti olduğunu ortaya çıkarmıştır. Emanat-ı mukaddese içinde başka peygamberlere ait olduğu kabul edilen eşyalar da bulunmaktadır. Hz. Musa’nın asası, Hz. İbrahim’in tenceresi, Hz. Yusuf’un sarığı ve Hz. Davud’un kılıcı bunlar arasındadır. Osmanlı padişahlarının yaptırdıkları onarmalar sırasında değiştirilen Kâbe eşyaları da emanat-ı mukaddese arasında saklanmaktadır. Kâbe’nln altın su oluğu, Hacer-i Esved’in altın ve gümüş çerçeveleri, Ma- kam-ı İbrahim’in gümüş kapağı, Kâbe kilit ve anahtarları bunların en önemlileridir. Emanat-ı mukaddese içinde Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ait olduğu kabul edilen yazma Kuran’lar, Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin’e ait olduğu kabul edilen seccadeler ile başta dört halife olmak üzere çeşitli sahabilere ait olduğu varsayılan kılıçlar da bulunmaktadır. Yapılan incelemeler sonunda Kuran ve seccadelerin sonraki dönemlerden kalma olduğu saptanmıştır. Kabza ve kınları sonradan yenilenerek değerli taş ve madenlerle süslenmiş kılıçların büyük çoğunluğunun demirlerinin o dönemlerden kaldığı anlaşılmıştır; dolayısıyla bunlar ilgili kişilere ait olabilir. kaynak: Ana Britannica Bir kısım emanetler Hırkai Saadet, Sancak-ı Şerif, Nalın-ı Saadet, Kadeh-i Şerif, Kadem-i Şerifler, Sakal-ı Şerifler, kılıçları, yay, Uhud'da kırılan diş, teyemmüm edilen toprak, Mühr-i Şerif vs. gibi Hazreti Peygamber'e (s.a.v ) ait eşyalar. Hz. İbrahim'in (as) tenceresi, Hz. Yusuf'un (as) sarığı, Hz. Musa'nın (as) âsâsı, Hz. Davut'un kılıcı, Hz. Ebubekir'e ait sakal teli, Hz. Osman'ın okuduğu esnada şehit edildiğine inanılan Kur'an-ı Kerim, sahabe kılıçları, Hz. Fatıma'nın gömleği, duvağı, hırkası, Hz. Hüseyin'in cübbesi, hırka parçası, sarığı, İmam-ı Azam'ın cübbesi, Veysel Karani'nin külâhı, Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin, İmam-ı Şarani'nin tâcları, Hz. Mevlânâ'nın kâseleri. Kâbe-i Muazzama'nın altın olukları, Hacerü'l Esved'in altın ve gümüş mahfazaları, Tevbe Kapısı kanadı, Kâbe kilidi ve anahtarları, Kâbe örtüleri, Kâbe'de ve Mescid-i Nebevi'de kullanılmış askı ve kandil, buhurdan, gülabdan gibi objeler, buraların tamirlerinden getirilmiş tahta, taş, cam, çini vb. parçaları, Hz. Peygamber'in kabrine ait örtüler, kabir toprakları, Kabri Saadet'in temizliğinden getirilmiş Cevher-i Saadet denilen tozlar, vs. gibi Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Nebevî'ye ait hatıralarla yukarıda bahsedilen Emânetlerin Kâbe'den veya Mısır'dan naklinde ve zaman içinde muhafazasında kullanılmış olan sandık, çekmece, yazılı ve yazısız örtüler, bohçalar, kılıç kılıfları, Kur'an mahfazaları ile Has Oda'nın hizmetinde kullanılan süpürgeler, faraşlar, mumlar, öd ağaçları, ünlü hattatlara ait ya da padişah ketebeli levhalar, hilye-i saadetler, seccadeler, tesbihler, bakır ve gümüş taslar, kandiller, tarikat başlıkları, zemzem sürahileri, destimaller ve destimal kalıpları... |
1 ek Hacerü’l-EsvedKâbe’nin doğu köşesinde, Müslümanlarca kutsal sayılan kara taş. Yerden 1,5 metre yükseklikte, 30 cm çapında bir yumurta biçimindedir; üzerinde kırmızı ve sarı damarlar vardır. İslam öncesinde putperest Arapların da tapındığı taşın dış yüzü hacıların el sürmesi nedeniyle aşınmış, parlak bir görünüm almıştır. Bir göktaşı parçası ya da volkanik bir kaya olduğu sanılan Hacerü’l-Esved yaygın İslam inanışına göre Cennet’ten kovulduğunda Hz. Âdem’e verilmiştir. Hz. İbrahim’in Hacerü’l-Esved’i Mekke yakınlarındaki Ebu Kubays Dağından getirip tavafın başlama noktasını gösteren işaret olarak buraya yerleştirdiğine inanılır. Hz. Muhammed’in bu taşı öptüğü, elini sürdüğü ve uzaktan sağ elini kaldırarak selamladığı söylenir. Bu nedenle hacıların Hacerü’l-Esved’i öpmeleri, buna olanak yoksa ellerini sürmeleri, en azından uzaktan selamlamaları sünnettir. İslam geleneğinin aktardığına göre Hz. Muhammed Hacerü’l-Esved’in Tann’mn yeryüzündeki sağ eli olduğunu, onu öpen ya da elini sürenin Tanrı’nm elini öpmüş, tokalaşmış gibi olacağını, bu taşın kıyamet günü kendisine gerektiği gibi el sürenler lehinde tanıklık edeceğini söylemiştir. Öte yandan Hz. Ömer’in Hacerü’l-Esved’e seslenerek, “Senin bir taş olduğunu, ne bir yarar, ne de zarar verebileceğini biliyorum. Tanrı elçisinin yüz sürdüğünü görmeseydim sana yüzümü sürmezdim” dediği, bunun üzerine Hz. Ali’nin onu, “Hem yararı, hem zararı vardır. Sözlerinde duran müminlerin lehlerinde, kâfirlerin de aleyhlerinde tanıklık edecektir” biçiminde uyardığı anlatılır. Hacerü’l-Esved, ilk kez Emevi hanedanından Yezid bin Muaviye dönemindeki Mekke Kuşatması (683) sırasında olmak üzere çeşitli olaylarda kırılıp parçalandı. İlk kırılışında üç parçaya ayrılan taşı Abdullah bin Zübeyr birleştirerek gümüş bir çerçeve içine aldırdı. Karmatiler taşı 930’da Kâbe’ den alıp Ahsa’ya götürdüler, karşılığında fidye almak amacıyla yaklaşık 20 yıl burada tuttular. Sonraki olaylarda toplam 12 parçaya bölünen taşın gümüş çerçevesini son kez Osmanlı padişahı Abdülmecid (hd 1839-61) yeniletti. Çeşitli zamanlarda kopan küçük parçacıklardan bir bölümü İstanbul’a getirilerek bazı cami ve türbelere konmuştur. Bunlardan üçünün İstanbul’da Kadırga’daki Sokollu Mehmed Paşa Camisi’nde, birinin de I. Süleyman’ın (Kanuni) türbesinde bulunduğu bilinmektedir. kaynak: Ana Britannica |
1 ek Kutsal emanetler'e aynı anlamda Mukaddes emanetlerEmanat-ı mübareke, Emanat-ı müteharrike de denir. Bu tür eşyaya daha Peygamber hayattayken rastlanır. O dönemde Hz. Muhammet'in tıraş olduktan sonra arta kalan sakal kılları, halk tarafından kutsal bir eşya gibi saklanırdı. Hz. Muhammet'in ölümünden sonra geriye kalan hırkası, mührü ve sakal kılları, halife Ebubekir tarafından koruma altına alınarak saklandı. Emevi ve abbasi halifeleri dönemlerinde bu iş daha da önem kazandı; yalnızca Peygamberin eşyası değil, eşlerinin ve sahabenin eşyası da koruma altına alındı. Daha sonraları bunlar arasında İslam öncesi peygamberlerle ilgili olduğu söylenen eşyaya da yer verildi. Bir süre sonra da bunlara Kâbe’nin altın oluğu, Haceriesvet'i koruyan örtü, Tevbe kapısı’nın (Babı tevbe) bir kanadı, halife Ali ve öteki din büyüklerine ait oldukları öne sürülen kılıç, ok, yay vb. eşya da eklendi. Bütün bu eşyanın gerçekten ilgili kişilerin olup olmadığı kanıtlanmamıştır. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı osmanlı topraklarına katarak hilafeti üstlenmesinden (1517) sonra Kutsal emanetler İstanbul'a getirilerek Topkapı sarayı'nın Hırkai saadet dairesi diye anılan özel bölümünde koruma altına alındı. Osmanlı hanedanının son bulmasından sonra Kutsal emanetler Suudi Arabistan tarafından istendiyse de bu istek kabul edilmedi. Sakal-ı ŞerifCenab-ı Peygamber Aleyhisselâm traş olduğu zaman saç ve sakal telleri ashab tarafından toplanır, hatıra olarak saklanırdı. Veda Haccı'nda traş olurken de Resûlullah'ın (sas) saç telleri çevresindeki ashabı tarafından kapışılmıştı. Bunlardan biri de alnına düşen saçları almak için Allah Resûlü'ne (sas) rica eden Halid bin Velid'di. Halid bin Velid, bu saç tellerini ölünceye kadar sarığının arasında taşıdı. Yemame Savaşı devam ederken başından sarığı düştü. Hazreti Halid, yere düşen sarığını almak için canını düşünmeden düşmanlar arasına daldı. Etrafındakiler bu hali garipseyerek ikaz ettiklerinde "Ben bunu başlığımın kıymetinden dolayı yapmıyorum. Fakat onun içinde Peygamber Aleyhisselâm'ın saçı bulunduğu için müşriklerin eline düşmesini istemiyorum. Ben onu hangi tarafa yönelttimse orası fetholundu." dedi. Bugün birçok tarihi camide, hatta aileler, şahıslar elinde Sakal-ı Şerif bulunmaktadır. Hırka-i Saadet Dairesi'nde de ellinin üzerinde Sakal-ı Şerif vardı. Cam mahfazalardaki Sakal-ı Şerifler kırk kat bohçaya sarılarak saklanır. Mübarek gün ve gecelerde salâvat-ı şerifeler okunarak ziyarete açılır, gönüllerdeki Peygamber (sas) sevgisi tazelenir, dünya gözüyle görmeden kendisine iman edenler bir nebze olsun hasret giderirler. |
1 ek Hırka-i Saadet DairesiMUKADDES EMANETLER DAİRESİ olarak da bilinir, Topkapı Sarayı’nda emanat-ı mukaddesenin korunduğu daire. Bu kutsal emanetler arasında Hz. Muhammed’in, “Bürde Kasidesi”ni beğendiği için Ka’b bin Züheyr’e giydirdiği hırkası (Hırka-i Saadet), Hz. Muhammed ile ilk üç halifenin kılıçları da vardır. Bu eşyanın çoğu 1517’de Mısır’dan getirilmiştir. I. Selim’in (hd 1512-20) yaptırdığı Hırka-i Saadet Dairesi’ni IV. Murad (hd 1623-40) yeniden inşa ettirdi. Dairenin bakımı, temizliği ve hizmetleri has odaklarca yürütülürdü. Buradaki en önemli gelenek olan sürekli Kuran okunması 1924’e değin sürdü. Her yıl ramazan ayının 12. günü bütün kutsal eşya özel çekmeceleri ve mahfazaları ile çıkarılarak Revan Köşkü’ne taşınır, daire temizlenip gülsuyu ile yıkandıktan sonra tekbirlerle yeniden yerlerine konurdu. Ramazanın 15. günü sadrazam ve şeyhülislam başta olmak üzere bütün görevliler Ayasofya’da öğle namazı kıldıktan sonra alay düzeni içinde saraya girerlerdi. Arz Odası önünde padişah da bu alaya katıldıktan sonra Hırka-i Saadet Dairesi’ne gidilerek Has Oda ağalarının gümüş sandıktan çıkardıkları Hırka-i Saadet’e yüz sürülürdü. Bu sırada hünkâr imamı ve müezzinleri Kuran okurlardı. Ziyaret sırasmda padişah, Hırka-i Saadet’e sürülen üstü yazılı tülbentleri ve hırkanın eteğinin batırıldığı su ile doldurulmuş şişeleri törene katılanlara armağan ederdi. Bu törenden sonra valide sultanın öncülüğünde harem halkı da Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi. Padişahın bu ziyarete nezaret etmesi de bir gelenekti. 19. yüzyılda Topkapı Sarayı’ndan yeni saraylara taşınıldıktan sonra, padişahların Hırka-i Saadet ziyareti için alaylar düzenlenmeye başladı. Tahta çıkan veliaht, darü’s-saade ağası ile silahdar ağanın eşliğinde Hırka-i Saadet’i ziyaret eder, cülus töreni bundan sonra başlardı. |
1 ek Hırka-i SaadetPeygamberimiz Hz. Muhammed'in hırkası. En son hırkası olup vefatından sonra üzerinden çıkarılan hırka olduğu rivayeti yaygındır. Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır'ın fethedilmesiyle birlikte diğer kutsal emanetlerle birlikte Osmanlılara geçmiştir. İstanbul'a getirilen bu emanetler Topkapı Sarayı'nda özel bir dairede muhafaza altına alınmıştır. Burada söz konusu olan Hırka-i Saadet'in, peygamberimizin sağlığında kendisiyle ilgili olarak yazdığı bir kasideden dolayı şair Kâab İbn-i Züheyr'e verdiği hırka olduğu da söylenmektedir. Hırka-i Saadet'in daha önceden korunduğu iç mahfaza.(Sultan 3. Murad tarafından yaptırılmıştır.) Emânât-ı Mübâreke, Osmanlı Sarayı'nda devamlı imtiyazlı bir mevkide bulunduruldu. Hepsi kıymetli kumaşlardan som sırma işlemeli bohçalara sarılıp altından, gümüşten, sedef kakmalı ahşaptan sandıklara konulurdu. Sandıklar padişahın mührüyle mühürlenir, altın/gümüş anahtarları padişah namına silahdar ağada bulunurdu. Padişahlar Rida-i Cenab-ı Peygamberî'nin (Hırka-i Saadet'in) muhafızı olmakla iftihar ederler, gece gündüz tazim ve hürmette kusur etmezlerdi. Sarayda yanıbaşlarında bulundurdukları gibi gittikleri seferlere de beraber götürürlerdi. Her yıl Ramazan ayının on beşinde gerçekleştirilen Hırka-i Saadet ziyareti Osmanlı protokolünün en önemli törenlerindendi. |
1 ek Hırka-i Şerif Camisiİstanbul’da, Fatih semtinde Hz. Muhammed’e ait kutsal hırkanın saklanması için 1850/51’de yapılan cami. Mimarı bilinmemekle birlikte, üslup özelliklerine bakarak, Balyan ailesinin elinden çıkmış olabileceğini düşünen sanat tarihçileri vardır. Hz. Muhammed’in Veysel Karani’ ye armağan ettiği ve Hırka-i Şerif diye anılan kutsal hırka daha önce, bugünkü caminin avlusunda bulunan ve II. Mahmud tarafından yaptırılmış olan bir yapıda saklanıyordu. Dönemin öbür camileri gibi Hırka-i Şerif Camisi’nin de bütün kuzey cephesini enine genişleyen iki katlı hünkâr dairesi kaplar, iki kat arasında bulunan, saçak hizasındaki iyice çıkıntılı iki yatay silme, bu cephenin enine etkisini daha da artırır. Zemin katta tam ortada yer alan cümle kapısının hizasına, üst katta büyük bir yuvarlak pencere getirilmiştir. Yalın bir dikdörtgen biçimindeki cümle kapısı gibi bu yuvarlak pencere de alışılmamış bir öğedir. Bunların iki yanında, zemin katta önünde iki sütun bulunan loggia benzeri birer girinti, üst katta ise üçer tane pencere vardır. Cephenin iki ucunda, şerefe altlarındaki bezemeleriyle Dolmabahçe Camisi’ninkileri andıran iki minare yükselir. Cümle kapısının arkasındaki küçük holün iki yanında çeşitli hacimler ve hünkâr dairesinin üst katma çıkan merdivenler vardır; dipteki kapıdan ise asıl cami mekânına geçilir. Büyük pencerelerin aydınlattığı sekizgen planlı cami mekânı tek bir kubbeyle örtülüdür. Hünkâr dairesinden geçilen hünkâr mahfeli, giriş kapısının üstünden içeriye taşar. Çeşitli renklerde mermer mozaikle bezeli mihrap, minber ve vaaz kürsüsünde rokoko üslubundan izler görülür. Caminin kıble yönünde, mihrap duvarına bitişik olarak, gene sekizgen planlı Hırka-i Şerif Dairesi yer alır. Buraya üst kattan, kadınlar mahfelinin iki yanındaki camekânlı geçitten ulaşılır. Hırka-i Şerif Çamisi’ndeki yazıları ünlü hattat Mustafa İzzet yazmıştır. Ayrıca, bir tanesi minber kapısı üstünde olmak üzere, Abdülmecid’in elinden çıkmış hat örnekleri de vardır. |
1 ek Mescid-i Aksa |
1 ek Hz. İbrahim'in (as) tenceresiHazreti İbrahim'e nispet edilen tencere, silindir bir kutu içerisinde olup kutunun üzerindeki etikette "Padişahımız Sultan Mehmet Hazretleri huzur-ı hümayunlarında Hasodabaşı Mustafa Ağa Kethüda'ya teslim eylediği İbrahim'in mermer kazganlarının mahfazasıdır. Sene 1058" yazılıdır. Tencere, genellikle Suriye Bölgesi'nde bulunan silisli (kumlu) granitten oyularak imal edilmiştir. Hz. Yusuf'un (as) amâmesi/sarığıPeygamber Efendimiz'den ve ashabdan yadigâr olan Süyûf-ı Mübareke, Mukaddes Emânetler içinde önemli bir grubu teşkil eder. Tabanları çelik olan kılıçların üzerlerine daha sonraki dönemlerde kıymetli madenler ve taşlarla işlemeler yapılmış, her bir yanı zamanla birer sanat şaheseri haline getirilmiştir. Osmanlı padişahları tahta geçtikten sonra Eyüp Sultan Türbesi'nde merasimle bu kılıçlardan birini kuşanırlardı. Kılıç alayı, Batılı yazarlarca kralların taç giyme törenlerine benzetilmiştir. |
1 ek Resulullah'in (sav) yalancı peygambere gonderdiği mektup.İki Cihan Sultanı (sas), çeşitli devlet büyükleriyle birlikte Bizans İmparatoru Herakliyus'a da bir elçi ile İslam'a davet mektubu göndermişti. Herakliyus, gerçeği bildiği halde adamlarının kendisine inanmayacağından ve saltanatı kaybedebileceğinden korktuğu için iman etmedi. Fakat Resulullah'ın (sas) mektubunu altın bir mahfazanın içine yerleştirip sakladı. Peygamber Efendimiz (sas) Herakliyus'un inanmamakla kendisine yazık ettiğini söyleyip, mektubunu muhafaza ettikleri müddetçe evlatlarının saltanatının devam edeceğini bildirmişti. Tarihçiler hicretten 7 asır sonra bile aynı ailenin bu mektuba gösterdikleri saygı sebebiyle saltanatta bulunduklarını kaydeder. Ecdadımız da Allah'ın Habibi'nin (sas) izinde, gül kokusunu taşıyan hatıralarının gölgesinde iken rahmet-i ilahiyyenin rüzgarından istifade edecekleri itikadında idiler. |
1 ek Hazreti Fatıma'nın (ra) Sandığıİngilizler, emanetler konusunu Lozan'da masaya getirmek istediler. Filizlenmekte olan yeni Türk devleti böyle bir konuyu hiçbir şekilde tartışmaya açmadı. Mukaddes Emanetlerin, milletimize tevdi edilmiş bir vedia olarak muhafazasına devam edildi. 1960'lı yıllarda bir kısmı Topkapı Sarayı Müzesi'ne bağlı olarak ziyaretçilere açıldı. Birçoğu ise eskiden olduğu gibi kıymetli muhafazaları içinde kamuoyundan gizli kaldı. Mukaddes Emanetler ilk kez bir kitap ile günyüzüne çıkıyor. Topkapı Sarayı müdür yardımcılarından Hilmi Aydın tarafından yazılan ve Işık Yayınları'nca basılan "Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler" isimli kitap Mukaddes Emanetler'i arkalarındaki Asr-ı Saadet'e kadar ulaşan hikayeleriyle birlikte anlatıyor. Hazırlanışında araştırmacı Ahmet Doğru'nun da önemli katkısı olduğu belirtilen eserde emanetlerin birçoğunun ilk kez çekilmiş fotoğraları da yer alıyor. Hz. Fatıma'nın (r. anhâ) hırkasıYeşil atlas üzerine sarı sırma ile kelime-i tevhid ve çehar yâr-ı güzînin isimleri işli bohça içinde muhafaza edilen hırka, deve tüyü renginde yünlü kumaştan ve geniş kolludur. Model olarak bol ve düz bir feraceyi andırmaktadır. Birçok yerleri erimiş, harap haldeki hırkanın içinin bazı kısımlarında mavi astar, göğüs kısmında ise örme düğmeler vardır. "Kırım Hanı sülalesinden Fatıma Sultan'ın terekesinden zuhur edip Hazine-i Hümâyûn'a gelen eşya" ile birlikte Topkapı Sarayı'na gelmiştir. |
Saat: 01:55 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık