Fabl Nedir?Kişileri çoğunlukla hayvanlar, kimi zaman da bitkiler ve cansızlar olan ve bir ahlâk dersi vermek amacıyla söylenmiş kısa öykü. Masal kapsamında da değerlendirilir. Çoğunun sonunda öyküden çıkarılması gereken ders, kısaca belirtilir. Fabllerin düz yazı ve manzum biçiminde yazılmış örnekleri vardır. Fabller kısa yazılardır. Ders ve öğüt verme amacına yöneliktir. Çıkarılacak ders fablin başında ya da sonunda bulunur. Aşağıdaki fabl, ünlü fabl ustası Aisopos (Ezop)’tan Nurullah Ataç’ın yaptığı bir çeviridir: Aslan ile Eşeğin AvlanmasıAslan ile eşek birlik olmuşlar, ava çıkmışlar. Bir mağaranın önüne gelmişler. İçeride yaban keçileri varmış. Aslan dışarıda pusu kurmuş, eşek de içeri girip başlamış keçilerin arasında sıçrayıp anırmaya. Keçiler korkup dışarı fırlamışlar aslan da birçoğunu yakalamış. En sonunda eşek de çıkmış: “Nasıl, yiğitçe savaşmadım mı? Hepsini de korkutup kaçırmadım mı?” diye kurum kurum kurulmuş. Aslan: “Doğrusu ya, senin bir eşek olduğunu bilmesem ben bile korkacaktım.” demiş. Bizi tanıyıp ne olduğumuzu bilenlerin yanında övünmeye, böbürlenmeye gelmez, kendimizle haklı olarak alay ettiririz. Dünyaca tanınmış fabl yazarları; Aisopos (Ezop), Beydaba, La Fontaine (Lâ Fonten)’dir. Çoban AliAğrı Dağın Eteğinde Uçan Güvercin Olsam Türkü Olsam Dillerde (Cano Cano) Diyar Diyar Dolansam Başımdaki Sevdayı Karlı Dağlara Mı Yazsam Bu Bendeki Aşk Değil (Cano Cano) Söyle Bana Nere Gidem Oy Ben Nidem Nasıl Edem Başım Alıp Nere Gidem Bu Bendeki Aşk Değil (Cano Cano) Söyle Bana Nere Gidem Sen Orada Ben Burada Başım Yine Belalarda Koyma Beni Buralarda (Cano Cano) Söyle Bana Nere Gidem Başımdaki Sevdayı Karlı Dağlaramı Yazsam Bu Bendeki Aşk Değil (Cano Cano) Söyle Bana Nere Gidem Oy Ben Nidem Nasıl Edem Başım Alıp Nere Gidem Bu Bendeki Aşk Değil (Cano Cano) Söyle Bana Nere Gidem Köpek Balığı ile Yunus( bir eseri fabıllaştırdım kimse bilmiyor) Okyanuslarda yunuslar varmış.Onlar irilermiş.Onlar güçlülermiş.Onlar insanların dostuymuş.Dara düşen insanlara yardım ederlermiş.Birde okyanuslarda köpek balıkları varmış onlarda irilermiş.Dara düşen insaları parçalayan köpek balıkları.Bir gün bir insan yüzüyormuş okyanusta.Köpek balığı saldırırken o insana yunus gelmiş almış avını köpek balığından.Köpek balığı demiş vay hain yunus sen benim avımı elimden aldın sen hainsin.Yunus aldırmadan bakmış insanın yüzüne gülmüş.İnsan da yunusu öldürüp yüreğini sökmüş.Köpek balığı basmış kahkahayı hahahahah.Avıma karışırsan olacağı budur.Yunuslar bunun olacağını biliyormuş ama o onun için üzülmezmiş insanın hainliği değil köpek balığının kahkahası bitirmiş onu.O günden sonra yunuslar intahar eder olmuşlar. Benim yorumum; En sevdiğim hayvan Köpek Balığıdır.Ve bu durumda köpek balığı tamamen haklıdır.Köpek balığının potansiyel avını yunus elinden aldı belki o insan için iyi bir şey ama köpek balığı bölgesine girmiş bir canlı o.Ne olduğunun önemi yok.Yunusun yaptığı doğru değil hele ki bir insan için.Onun yüreğini sökecek insan için.Köpek Balıkları her zaman kazanır. |
İHTİYAR ve ÜÇ DELİKANLISeksenlik bir ihtiyar ağaç dikiyormuş. - Ev yapsa neyse, ağaç dikiyor bu yaşta, Diye alay ediyormuş üç delikanlı, Bunamış sandıkları ihtiyarla. - Allah rızası için, demişler, söyler misin, Ne hayrını göreceksin bu yaptığın işin? Nuh kadar yaşayacak değilsin ya: Ne diye eziyet edersin kendine Senin olmayan bir gelecek için? Geçmişte ettiklerini düşün artık sen; Vazgeç bu umutlar, bu engin düşüncelerden. Bize göre işler bunlar. - Hiç de öyle değil, demiş ihtiyar; Her dikilen geç büyür ve az sürer; Sizin de benim de ömürlerimizse Birer iplik Tanrıların elinde. Kısa sayılır hepsi, uzun da sürse. En son hangimiz görürüz mavi gökleri? Kim bilir bir an sonra ölmeyeceğini? Torunlarımın torunları, ne mutlu bana, Bu ağacın gölgesinde otururlarsa. Başkalarını sevindirmek az şey mi? Bu zevki almak mı istiyorsunuz elimden? Meyve kadar tatlı bu zevkin kendisi, Hem öyle bir meyve ki bu, yarın da, Yaşadığım her gün de tadabilirim onu. Kim bilir, belki siz yatarken mezarda Ben görürüm yine günlerin doğuşunu. İhtiyarın dediği gibi olmuş: Delikanlılardan biri denizde boğulmuş Amerika seferine yeni çıkmışken. Öteki, devlet kuşunu avlamak için Savaş Tanrısı'nın buyruğunda cenkleşirken Beklenmedik bir kazaya kurban gitmiş. Üçüncüsü aşılamak istediği Bir ağaçtan düşerek ölmüş. İhtiyar ağlamış her üçü için de Ve mezar taşları üstüne Bu anlattıklarımı yazdırmış. FARELERLE BAYKUŞHiç söze başlamayın sakın: "Dinleyin, bir harika anlatacağım" diye. Nereden bilirsiniz dinleyenlerin Şaşacaklarını sizi şaşırtan şeye? Ama alın size bir olay ki, Bu verdiğim öğüdü çürütecek belki. Bir mucize size anlatacağım şey, Masal değil, gerçeğin ta kendisi. Çok yaşlı bir çamı kesmiş devirmişler yere: Bir baykuşun sarayı varmış meğer içinde. Atropos'un tercümanı bu asık yüzlü kuş Çamın zamanla oyulmuş mağaralarında Bütün bir beylik kurmuş. Kulları arasında en çok da Yağ tulumu gibi ayaksız fareler varmış. Baykuş buğdayla beslediği bu farelerin Ayaklarını kendi gagasıyla kesmiş. Baykuşun ince hesaplarına bakın siz: Hazret bir tarihte sürüyle fare avlamış; Bakmış kaçıyor sarayına getirdikleri, Ayaklarını kesmekte bulmuş çareyi. Ayaksız fareleri yiyormuş birer birer, Bugün birini, yarın ötekini. Hepsini birden yemek hem olur iş değil, Hem de sağlık bakımından netameli. Bizimki kadar işliyormuş aklı Yiyecek veriyormuş ölmesinler diye Yiyecek olduğu farelere. Gelsin şimdi bir Descartesçı filozof da Bu baykuş bir saat, bir makinedir desin bana! Kapayıp beslediği bir sürü fareyi Kaçamaz hale getirme fikrini Hangi zemberek verebilirdi ona? Bu da akıl yürütme değilse eğer Ben aklın ne olduğunu bilmiyorum demektir. Baksanıza neler düşünmüş baykuş: Fare milleti tutuldu mu kaçabilir, Onun için tutar tutmaz yiyeceksin; Ama hepsini birden yiyemezsin; Kaldı ki yarınlar için de lâzım yiyecek; Öyleyse artan fareleri beslemek gerek. Ya kaçarlarsa? Bunu nasıl önlemeli? Ayaklarını dibinden kesmeli. Hangi davranışları insanların Bir amaca daha iyi yönelir, söyleyin. Aristo ve Aristocuların Bu değil mi öğrettikleri, sorarım size, Düşünebilmek için gereğince? Bu anlattığım bir masal değil: Ne kadar garip, ne kadar inanılmaz da görünse olmuş bir şey bu. Baykuşun öngörürlüğünü belki abarttım biraz; hayvanların akıl yürütmesinde böylesi bir düzen olduğunu iddia edemem ama şiirde bu kadar abartma da olur, hele benim yazdığım gibilerinde. Beydeba Bülbül ile Bağcı HikayesiGül bahçesi... Kırmızı, pembe, sarı güller... Çevreyi gül kokusuna boğan, rengarenk güllerin yetiştiricisi ihtiyar bir bağcıydı. Geçimini sağlamak bir yana, bir gülün açmasıyla sanki bayram ederdi. Bahçede değil de sanki kalbinde büyütüyordu tomurcukları. Gül mevsiminde bağcı kendisini kaybederdi adeta. Bu yıl yeni bir gülün aşısını yapmıştı. Açılmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Onu veren bahçıvan, "Bu gül, güllerin sultanıdır. Rengi, kokusu çok farklıdır. Diğer güllere benzemez." demişti. Bağcı, gülü özenle büyütüyordu. Daldaki tomurcukları gözü gibi koruyordu. Sonunda tomurcuklar goncaya dönüştü. Gonca patladı ve bahçeyi güzelliğe boğan bir gül çıkıverdi ortaya. Bağcının içi içine sığmıyordu sevinçten. O günü akşama dek bağda geçirdi. Gece uzadı da uzadı. Bağcının gözüne bir türlü uyku girmedi. Sabahı zor etti. Şafaktan sonra, günün ilk ışıklarıyla birlikte bağa gitti. Baktı ki ne görsün! Bir bülbül, güle konmuş, hoyratça yapraklarını yoluyor. Bağcı dehşet içinde olup biteni seyretti bir süre. Bülbülü yakalamak için çok uğraştı. Fakat kaçırdı. Ertesi gün, bülbül yine aynı güle konmuş, kalan yapraklarını yolmuştu. Bağcı bu kez de bülbülü kaçırdı. Artık kararını vermişti. Bir tuzak kuracaktı bülbüle. Ustaca hazırladı tuzağı. Bülbül geldi yine ağaca konmak için, bir güzel tuzağa düştü, bağcı alıp eve götürdü, kafese hapsetti. Bağcı ertesi gün bülbülü kafeste bırakarak bağına gitti. Akşam dönüp geldi, ağlıyordu. - Ben sana ne yaptım da beni buraya hapsediyorsun? Sesimi beğendiysen kafese koymana gerek yok, ben, zaten senin bahçenin bülbülüydüm... Bağcı: - Sen, dedi, kızgın kızgın; benim en güzel gülümü yoldun. - Nasıl olsa, birkaç gün sonra kendisi solacaktı, yaprağını dökecekti, dedi bülbül. Bağcı baktı, doğru söylüyor bülbül... Kızgınlığı geçti, acıyarak serbest bıraktı onu. Bülbül, pencereye kondu. Uçmadan önce: - Beni özgür bıraktın... Çok teşekkür ederim. Ben de buna karşılık sana bir sır söyleyeceğim. Bağının kuzey ucunda, . o büyük dut ağacının yanında bir hazine gizli, dedi. Sonra kanatlanarak gözden kayboldu. Bağcı, başlangıçta inanmadı kuşun söylediğine. Sonra, içine bir kuşkudur düştü, "belki doğrudur" diyerek kazdı bülbülün sözünü ettiği yeri. Kazdı ki ne görsün... Büyük bir küp, içi dolu altın. Ertesi gün bülbül yine bağdaydı. Bağcı, bülbüle: - Bir şeyi, dedi, çok merak ediyorum. - Neyi? - Sen, hazinenin yerini bildin de, tuzağı nasıl fark edemedin? - Kurduğun tuzak, kaza ve kaderin önüme sürdüğü bir araçtı. Bu gibi durumlarda hikmet gözü kapanır insanın, göremez... Ne kadar gözü açık olsa da farkına varamaz... |
ÖLÜME DAİRBuyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç şişesini ne kırmızı kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı başucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar hoş gelip sefalar getirdiniz. Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim. Ne tuhaf şey, hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, kömür küfesiyle beraber ambarın dibine... Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız simsiyah başınızı. Kim bilir nasıl yanmıştır canınız... Ayakta durmayın, oturun, ben sizi ölmüş zannediyordum, hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı hoş gelip sefalar getirdiniz... Yayalar-köylü Yakup, iki gözüm, merhaba. Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp çok sıcak bir yaz günü yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm tabutunuzun toprağa indiğini. Hem galiba tabut biraz kısaydı boyunuzdan. Onu bırakın Ahmet Cemil, vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, o ilâç şişesidir rakı şişesi değil. Günde elli kuruşu tutabilmek için, yapyalnız dünyayı unutabilmek için ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüş zannediyordum. Başucumda durup el ele verdiniz, buyrun, oturun dostlar, hoş gelip sefalar getirdiniz... Bir eski Acem şairi : «Ölüm âdildir» — diyor,— «aynı haşmetle vurur şahı fakiri.» Hâşim, neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, herhangi bir şahın bir gemi ambarında bir kömür küfesiyle öldüğünü?... Bir eski Acem şairi : «Ölüm âdildir» — diyor. Yakup, ne güzel güldünüz, iki gözüm. Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem şairi : «Ölüm âdil...» Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. Boşuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, ölümün âdil olması için hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz... Bir eski Acem şairi... Dostlar beni bırakıp, dostlar, böyle hışımla nereye gidiyorsunuz? |
Bir tür küçük öyküdür. Olaya dayalı bir anlatımı vardır. Hayattan alınan küçücük kesitler, hayvanlar ya da bitkiler arasında geçmiş gibi anlatılır. Bugün daha çok çocuk edebiyatında yer alan fabllerin, toplumu eğitici; örneklendirme ile kötü davranışlardan caydırıcı özelliği ile eskiden büyükleri eğitmede de anlatıldığı sanılmaktadır. Fabllerde soyut konular, olay plânıyla hem somutlaştırılarak hem de hareket kazandırılarak işlenir. Olaylar bizi güldürürken eğitir. İnsanlar arasında geçen iyi-kötü, cesur-korkak, dürüst-ikiyüzlü, gözü tok-aç gözlü… vb. çatışmalar; bu niteliklerin yakıştırıldığı hayvan kahramanlar arasında geçmiş gibi gösterilir. Fabl insanlar arasında geçmekte olan ibret verici olayların, hayvanlar arasında geçen olaylar haline dönüştürülerek anlatılmasıdır. Fabl, hem didaktik, hem de dramatik bir türdür. Latince Fabula kelimesinden gelir; masal, hikaye demektir. Fabl'ler genellikle ahlak dersi veren alegorik hikayelerdir. Fabl'lerde görülen kişilerin ve olayların altında, gerçek kişiler ve olaylar vardır. Bir fabl okunurken veya anlatılan olay takip edilirken, daima eserin iç dünyasına girilerek dile getirilmek istenen asıl düşünce ile temas kurulmalıdır. Aksi halde istenilen neticeye ulaşılamaz. Fabl'lerde kişiler, insan dışındaki çeşitli yaratıklar, hayvanlar, fırtına, ağaç vb. gibi varlıklar olabilir. Ancak eserin örgüsünde alegorik kişilerle, gerçek kişiler arasındaki münasebeti, canlı tutmak bir zarurettir. Sembol varlıkla, gerçek varlık arasında sağlam münasebetler kurulmasını sağlayacak hatırlatıcı çizgiler kesinlikle belirtilmelidir. lale ve gülbir çayırlıkta lale ve gül varmış bu bitkiler konuşabiliyormuş LAle: meraba güll bende senin gibi güzel olmak istiyorum bana yardım edermisin ?? Gül: yardım ederim ama emin misin ? kendin olsan daha iyi olmaz mı hem sen güzel bir lalesin demiş. Lale : lütfen... demiş Gül: anlatıyorum iyi dinle dedi ,anlatmis anlatmış ve sonunda söylediklerini bitirmiş . LAle :aynını yapmış ve çok güzel oldum saol demiş Gül : bişey deil demiş Lale: bu halinden sıkılmış kendi beyaz rengine dönmek istemiş ve kendi rengine dönmüş ve bu renginden hiç sıkılmamış. SON... Günün birinde üç tane papatya konuşurken akıllarına kimin akıllı olduğunu tartışmak gelmişsarı renkli papatya "en akıllı benim çünki rüzgara karşı dimdik durabiliyorum yabni ona hükmede biliyorum"diyerek güzel bir hava atmış.mor renkli papatya ise"benden akıllısı yok benim güzelliğim insanoğlunun gözlerini kamıştırıyo ve büyülüyo ve ona hükmede biliyorum insanoğluda çok büyük ve güçlü bir yaratıktır."diyerek hepsini susturdu.beyaz renkli papatya ise sakin ve akıllı bir sesle"benim kimseye zararım olmaz çevreleriini güzelleştirir varlıklara huzur veririm kimseye hükmetmem herkese muhtaç olduğum gibi bazı konulardada bana muhtaçlardır anlıyacağınız eşitlik hüküm sürür benim dünyamda."diyerek susturduğu arkadaşlarınada güzel bir ders vermiş |
Saat: 01:39 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık