MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Tıp Bilimleri (https://www.msxlabs.org/forum/tip-bilimleri/)
-   -   Diyabet (Şeker Hastalığı) (https://www.msxlabs.org/forum/tip-bilimleri/8804-diyabet-seker-hastaligi.html)

Misafir 8 Eylül 2006 16:35

Diyabet (Şeker Hastalığı)
 

Diyabet

Bu maddedeki yazılar yalnızca bilgi verme amaçlıdır. Yazılanlar, doktor uyarısı ya da uzman önerisi değildir.
şeker hastalığı, DİYABET olarak da bilinir, insülin hormonunun salgılanması ya da dokular tarafından kullanılmasında bozuklukla ortaya çıkan metabolizma hastalığı. Oluşmasında kalıtsal ve çevresel etkenlerin birlikte rol oynadığı şeker hastalığı, vücuttaki yağ, karbonhidrat ve protein metabolizmasında bozuklukların yanı sıra kan damarları ve sinirlerde de yapısal değişikliklere yol açar. Hastalığın tanımlanmasından bu yana pek çok tipi betimlenmiş ve adlandırılmıştır; bununla birlikte, günümüzde ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri’nin sınıflandırdığı beş tip geçerliliğini korumaktadır: İnsüline bağımlı şeker hastalığı, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı, başka bir hastalık ya da bozukluğa bağlı ortaya çıkan şeker hastalığı, gebeliğe bağlı şeker hastalığı ve glikoza dayanıklılığın azalması, insüline bağımlı şeker sıklıkla 25 yaşın altında, öte yandan insüline bağımlı olmayan tip sıklıkla 40 yaşın üstünde ortaya çıktığından, hastalığın bu tipleri eskiden çocukluk çağı şeker hastalığı ve erişkin tipi şeker hastalığı olarak ayırt edilirdi. Günümüzde çocukluk tipinin her yaşta görüldüğü anlaşılmıştır.

Hastalığın nedeni üzerine kesin bilgi elde edilememiştir. İnsüline bağımlı tipinin, altıncı kromozomda yer alan doku uyuşması antijenleriyle ve vücudun kendi pankreas adacık hücrelerine karşı yaptığı antikorlarla ilişkili olduğu düşünülür. İlk belirtiler aşırı miktarda yeme, su içme ve idrara çıkmadır; birlikte ortaya çıktığında her zaman şeker hastalığını düşündüren bu üç belirtinin yanı sıra kilo kaybı da görülür. Glikozun dokularda kullanılmasını sağlayan insülin hormonu yetersiz olduğundan kanda ve idrardaki şeker düzeyi artar.

Tedavi edilmeyen insüline bağımlı şeker hastalarında glikoz enerji sağlamak üzere kullanılamadığından, yağların yıkımı artar; bu durum kanda yağ metabolizmasının ürünleri olan keton cisimlerinin ve asitliğin artmasına (ketoasidoz) ve giderek iştahsızlık, bulantı, kusma gibi belirtilerin ardından koma, hatta ölüme yol açabilir. Hastalığın büyük kan damarlan ve kılcal damarlarda yol açtığı bozukluklar damar sertliğiyle böbrek ve ağtabakada (retina) işlev bozukluklarına neden olur. Aynca, çevrel sinirler, omurilik ve otonom sinir sisteminde ortaya çıkan miyelin kaybı ve Schwann kılıfı dejenerasyonu, özellikle el ve ayaklarda duyu kaybı, bazı reflekslerde azalma, güçsüzlük, ülserleşen yaralar, düzensiz terleme, erkeklerde iktidarsızlık, kabızlık ve ishal gibi çok çeşitli belirtilerle ortaya çıkar.

Şeker hastalığında tanı çeşitli belirtilerin saptanmasından sonra kandaki şeker düzeyinin belirlenmesi, idrarda şeker aranması ve glikoz tolerans testi gibi laboratuvar tekniklerinin uygulanmasıyla konur. Hastalığın tedavisi ve denetim altına alınması oldukça kolaydır; bununla birlikte, hemen her zaman yaşam boyu tedavi gerekmesi ve düzenli insülin şırıngalama ve şeker kısıtlaması gibi uygulamaların hastanın yaşamını kısıtlaması sorun yaratabilir. Vücuttaki hormon miktarını belirli bir düzeyde tutmak amacıyla insülinin belirli aralıklarla (örn. 24 saatte bir) genellikle deri altına şırınga edilmesi gerekir. Tolbutamit, klorpropamit ve tolazamit gibi ağızdan alman ve kan şekerini düşüren ilaçlar önceleri insüline bağımlı olmayan tipin tedavisinde yaygın olarak kullamldıysa da, yan etkileri nedeniyle günümüzde çok az sayıda hastaya önerilmektedir, tlaç tedavisinin yanı sıra hastanın beslenmesi de denetim altına alınır, genel olarak karbonhidrat alımı kısıtlanır. Tedavide dikkat edilmesi gereken bir nokta, insülin dozunun fazla olması ya da yeterince besin alınamaması nedeniyle hastanın insülin şokuna girmesini önlemektir.

Şekersiz diyabet, DİABETES İNSİPİDUS

olarak da bilinir, aşırı susama ve bol miktarda yreltik idrar yapımı ile ortaya çıkan iç lgı sistemi hastalığı. Genellikle 4-5 litre an günlük idrar miktarı daha ağır olgurda 15 litreye kadar çıkabilir. Hastalığın ı önemli nedeninin antidiüretik hormon azopresin) yokluğu ya da bu hormonun kişinin engellenmesi olduğu düşünmektedir. Hipotalamusta üretilen bu hormon, böbreklerde su tutulmasını ve idrar ipımını denetler.

Şekersiz diyabet, psikolojik nedenlere ağlı olan aşırı susuzluk (potamani) ile kaştırılmamalıdır. Su yitiminden ileri gelleyen potomanide idrar hacmindeki artış, İman su miktarıyla orantılıdır. Şekerli diabet, bazı böbrek hastalıkları, vücutta ormalden çok biriken bazı vücut sıvılarının atılması ile daha başka birtakım hastaklarda görülen günlük idrar artışı, şekeriz diyabetteki idrar artışına benzeyebilir. Hastalığın başlıca nedenleri arasında osnoreseptörlerin (çevredeki osmotik basınç değişimleri tarafından uyarılan özel luyu siniri uçları) yetersizliği, urlar, hipofiz arka lobu ya da hipotalamusu tutan rengi, menenjit gibi enfeksiyon hastalıkları, granülomlar, kafatası kırıkları gibi ağır 'aralanmalar ve böbrek borucuk sisteminin antidiüretik hormona yanıt vermemesi ılabilir.

Şekersiz diyabet, vazopresinin üretildiği lipotalamus çekirdeğinin, hipofiz arka lobuna taşınmasını sağlayan iletim yollarının /e biriktiği hipofiz arka lobunun zedelenmesi sonucu gelişirse, “supraoptik hipofiz şekersiz diyabet” (SHDI) adıyla tanınır. Bu zedelenmeler doğumsal, ailesel beyin urları, yaralanma ya da hastalık gibi sonradan edinilmiş bozukluklara bağlı olabilir. Vazopresin salgısı yeterli olduğu halde böbreklerdeki borucuk sistemi bu hormona karşı yanıtsız kalıyorsa “böbreğe bağlı şekersiz diyabet” (NDI [nefrojenik şekersiz diyabet]) söz konusudur. Bu tür şekersiz diyabetin başlıca nedenleri genetik etkenler, kanda potasyum azalması, serum kalsiyum düzeyinin yükselmesi ve başka hastalıklar olabilir. Genetik nedenlere bağlı NDI aileseldir ve bu hastalarda şekersiz diyabet belirtileri tümüyle ya da kısmen görülebilir. Hastalık, yeni doğan bebeklerde görüldüğünde yeterli tedavi yapılmazsa zekâ geriliğine yol açabilir ya da aşırı sıvı yitimi sonucunda ölümle sonuçlanabilir.

SHDI belirtileri hayvanlardan elde edilen ya da bireşimsel vazopresin ve benzeri moleküller verilerek iyileştirilir. Ama bu tedavi hastalığın böbreğe bağlı türünde etkisizdir. Hastalığın her iki türünde de idrar miktarını azaltmak için, böbreklerden atılan tuzlu bileşiklerin vücuda girişi azaltılır ve bazı antidiüretik ilaçlar verilir.

Kan testleri


Kan şekeri düzeyiniz gün boyunca değişir. Diyabeti kontrol altında tutabilmek için bu değişimleri bilmeniz gerekir. Düzenli aralıklarla yapacağınız testler vücudunuzdaki kan şekeri miktarını öğrenmenin en iyi yoludur. Bu bilgi doğrultusunda ihtiyaç duyduğunuz insülin dozu da ortaya çıkacaktır. Ölçümlerinizin sonucunu, ölçüm tarihi ve saati ile tutacağınız bir günlüğe not ediniz. Ayrıca insülin kullanma saatiniz, insülin tipi ve dozu da bu günlüğe kaydedilmelidir. Doktorunuza giderken günlüğünüzü de birlikte götürünüz. Doktorunuz bu bilgileri değerlendirerek kullanmanız gereken insülin dozunda ne gibi değişiklikler yapmanız gerektiğini size anlatacaktır.

İnsülin


Kullanmanız gereken insülinin belirli türleri vardır.

İnsülin tipleri


Kullandığınız insülin cam bir şişe veya cam bir kartuş içindedir. Şu anda ülkemizde bulunan şişe insülinler 1 mililitresinde 100 ünite bulundurmaktadırlar.
Kullandığınız insülin berrak veya bulanık olabilir. Berrak insülinin etkisi çabuk başlar, fazla uzun sürmez. Bu insülinlere kristalize veya kısa etki süreli insülinler denir. Enjeksiyonunuzu yaptıktan yaklaşık 30 dakika sonra etkisini gösterir. Bulanık insülinlerden bazılarının etkisi yavaş başlar (60 - 90 dakika içinde) ve uzun sürer (24 saate yakın). Bu insülinlere NPH veya orta etkili süreli insülinler denir. Bulanık insülinlerden bazıları ise karışım insülindir. İçlerine belli oranda etkisi çabuk başlayan (kristalize) insülin ve orta etki süreli (NPH) insülin bulunmaktadır. Etkileri 30 dakika içinde başlar ama uzun sürer. Bu tip insülin kullanıyorsanız kullandığınız kutunun üstünde 10, 20, 30, 40, 50 gibi rakamlar göreceksiniz. İşte bu rakamlar kullandığınız insülinin içinde, etkisi çabuk başlayan insülinden kaç birim olduğunu gösterir.
Bulanık görünümlü insülinlerin enjekte edilmeden önce, en az on kez yavaşça aşağı yukarı çevrilerek iyice karışması sağlanmalı, fakat hızlı çalkalanmamalıdır. Kullandığınız insülinin dozunda, etkisinin ne zaman başladığını göz önüne alarak, uygun değişiklikler yapmayı öğrenebilirsiniz. Bu konuda doktorunuz size bilgi verebilir.

İnsülin saklanması

  • İnsülininizi buzdolabınızın sebze gözünde veya kapısında bulunan raflarda, dondurucu kısımdan uzakta saklayınız.
  • İnsülini asla dondurmayınız.
  • İnsülini direkt güneş ışığı alan ( pencere önü ) veya çok sıcak olan yerlerde (soba veya radyatörün yanı) bırakmayınız.
  • Eğer sıcak yerlere seyahat ediyorsanız, insülini, buz aküleri olan bir kutu içinde veya termos içinde saklayınız.
  • İnsülin içinde parçacıklar varsa ya da normal dışı bir renk aldıysa kesinlikle kullanmayınız.
  • İnsülin enjeksiyon kalemini buzdolabına koymamalısınız. Kullanmadığınız insülin kartuşlarınızı yine buzdolabında saklayınız.
  • İnsülin enjeksiyon kalemi kullanıyorsanız, kalemin içine taktığınız insülin kartuşunu, çıkarmadan bir ay süre ile oda ısısında saklayabilirsiniz.

Diyet


Diyabette beslenme, kan şekerinizi normal düzeyde tutabilmeniz açısından önemli bir rol oynar. Sağlıklı beslenme sadece sizin için değil herkes için önemlidir. Amaç daha az gıda almanız değil, ihtiyacınız olan gıdaları almanızdır. Reçel, pasta, hazır meyva suları gibi gıdalar kan şekerinizi çabuk yükseltir. Çünkü şeker oranları fazladır ve kısa sürede kana karışırlar. Aslında bütün yiyeceklerde şeker vardır. Fakat pirinç, patates, mısır, mercimek gibi nişastalı yiyeceklerdeki şekerin kana karışma süresi daha uzundur. Bu nedenle kan şekerinizdeki yükselme de daha yavaş olur. Kepekli ekmek, bulgur, sebze, salata, kabuklu meyva gibi lifli gıdalar diyetinizde önemli bir yer tutar. Yağ tüketiminde, özellikle de hayvansal yağların tüketiminde çok dikkatli olmanız gerekir. Hazır gıdalar gibi, tuz yönünden zengin gıdalar da yüksek tansiyona yol açabilir. Piyasada satılan ve "diyabetik" ya da "diyetetik" olduğu belirtilen ürünleri koşulsuz yiyebileceğiniz gıdalar olarak görmeyiniz. Bu ürünler diyet programınıza uymayabilir. Doktorunuz ya da diyet uzmanınız yaşınızı, kilonuzu, gereksinimlerinizi ve zevklerinizi göz önüne alarak ideal diyet programınızı belirleyecektir. Size önerilen diyet programına çok dikkat ediniz. İnsülin uygulama zamanınız ve yemek zamanınız birbiriyle uyumlu ve düzenli olmalıdır. Böylece kendinizi daha iyi ve formda hissedeceksiniz.

Egzersiz


Fiziksel aktivite herkes için olduğu gibi, sizin için de son derece yararlıdır. Düzenli yapılan egzersizler vücudunuzun şekeri daha hızlı tüketmesini sağlar, enerjinizi arttırır. Ev işleri, alışveriş, bahçenizle uğraşmak gibi günlük faaliyetler de egzersiz yerini tutabilir. Özellikle yürüyüş, son derece yararlıdır. Egzersiz programına başlamadan önce doktorunuza danışmanız yararlı olur. Doktorunuz gereksinimlerinizi ve kapasitenizi göz önüne alarak program seçiminize yardımcı olacaktır. Yapacağınız egzersiz çok enerji kullanmayı gerektiriyorsa kan şekerinizi düşürebilir ve bu, insülin dozunu azaltmanız ya da ek olarak besin almanızı gerektirebilir. Bu nedenle yanınızda mutlaka kesme şeker veya şekerli bir yiyecek bulundurunuz.

Lütfen dikkat...


Bir diyabetli olarak beklenmedik sürprizleri engellemek için bazı olumsuz durumların belirtilerini nasıl tanıyabileceğinizi ve nasıl önleyebileceğinizi bilmenizde yarar vardır. Gerek kan şekerinizdeki iniş çıkışların yol açtığı hipoglisemi veya hiperglisemi, gerekse başka bir hastalık geçirmeniz halinde neler yaşayabileceğinizi bilmek, sürpriz sonuçlarla karşılaşmanızı önleyecek gibi, biraz dikkatle farkına varıp alacağınız önlemler, yaşamınızı ve aktivitelerinizi olağan bir şekilde sürdürmenizi sağlayacaktır.

Düşük kan şekeri (Hipoglisemi)


Kan şekerinin aşırı düşmesi veya hipoglisemi (hipo) denen durumda kendinizi kötü hissedersiniz. Nadir de olsa kendinizden geçebilir, bilincinizi kaybedebilirsiniz. Ancak, bu duruma engel olmak elinizdedir.

Hipoglisemi belirtileri
  • Terleme
  • Açlık hissi
  • Baş dönmesi, sinirlilik, çarpıntı
  • Dudaklarınızda uyuşma
hissediyorsanız dikkatli olunuz.

Hipoglisemi' nin nedenleri
  • Gereğinden daha fazla insülin kullanmış olabilirsiniz.
  • Önerilenden daha az gıda almış olabilirsiniz.
  • Yemek yemeyi atlamış olabilirsiniz.
  • Gereğinden daha fazla egzersiz yapmış olabilirsiniz.
  • Aşırı hava sıcaklığı ya da stres yaratan bir durumla karşılaşmış olabilirsiniz.
Kan şekerinin aşırı düşmesi ( hipo ) dakikalar içinde çok çabuk gelişebilir. Bu durumda, bilinciniz yerinde ise vakit kaybetmeden şekerli bir içecek veya yiyecek alınız.Hipo durumunda eğer kendinizi kaybederseniz acilen kullanabilecek bir ilaç olan glukagonu yanınızda ve evinizde bulundurunuz. Yakınlarınız ve arkadaşlarınız, tıpkı insülin gibi deri altına enjekte edilebilen bu ilacı size uygulayabilirler. Bu tip acil durumlarda yakınlarınızın ne yapması gerektiği konusunda doktorunuzdan bilgi alınız.

Yüksek kan şekeri(Hiperglisemi)


Kan şekerinin aşırı yükselmesi veya "hiperglisemi" denen durumda kan şekeriniz kontrolden çıkmıştır. Kendinizi ilk teşhis konulduğunda olduğu gibi kötü hissedebilirsiniz.


Hiperglisemi belirtileri
  • Eğer devamlı susuyorsanız
  • Sık idrara çıkıyorsanız
  • Kendinizi iyi hissetmiyorsanız
  • Kan şekeri seviyeniz doktorunuzun belirttiği seviyenin çok üstündeyse
  • İdrarınızda keton varsa, kan şekeriniz yükselmiş demektir.
Hiperglisemi'nin nedenleri
  • Gereğinden daha az insülin kullanmış olabilirsiniz
  • Önerilenden daha fazla gıda almış olabilirsiniz
  • Başka bir hastalık geçiriyor olabilirsiniz
  • Aşırı stres yaratan bir dönem yaşıyor olabilirsiniz.
Hiperglisemi belirtilerini hissettiğinizde hemen doktorunuza telefon ediniz veya hastaneye başvurunuz. Bu arada, hiçbir zaman insülin enjeksiyonuna ara vermeyiniz.

Başka bir hastalığa yakalandığınızda...
Başka bir hastalığa yakalandığınızda alınacak tedbirleri diyabetli olduğunuzu gözönünde tutarak belirlemeniz gerekir.
  • Başka bir hastalığa yakalandığınızda kan şekeriniz yükselebilir.Bu nedenle kan şekerinizi günde 4 kez ölçünüz.
  • Eğer kan şekerinizi yükselmişse insülin dozunu arttırmalısınız. Kullanmanız gereken dozu doktorunuza sorabilirsiniz.
  • İdrarınızda keton olup olmadığını kontrol ediniz.
  • Hastayken kesinlikle insülin enjeksiyonuna ara vermeyiniz.
  • Bol sıvı alınız.
  • Önerilen diyetinize devam ediniz.
  • Hastalığınız kısa sürede geçmediyse ve durumunuz sizi kaygılandırıyorsa; hemen doktorunuzla temas kurunuz veya hastaneye başvurunuz.

Enjeksiyon


Vücudunuzun, kullandığınız insülinden azami faydayı sağlaması, enjeksiyonu nasıl ve nereye yaptığınıza bağlıdır. Bu nedenle enjeksiyon tekniklerini ve vücudunuzda enjeksiyon için uygun olan noktalara ilişkin bazı temel bilgileri öğrenmeniz, kan şekerinizi normal değerlerinde tutabilmeniz için gerekli sonuçları daha kısa sürede elde etmenizi sağlayacak ve diyabetle yaşamınızı kolaylaştıracaktır.

Ne zaman ve nereye enjeksiyon yapmalısınız?
  • Yemek saatinden 30 dakika önce insülin enjeksiyonunu yapınız. Eğer kan şekerinizi düşük buluyorsanız, enjeksiyonu yaptıktan hemen sonra yemeğinizi yiyiniz.
  • İnsülin enjeksiyonu yapabileceğiniz vücut bölgeleriniz; karın, uyluklar, kolların üst, dış kısımları ve kalçalardır. İnsülinin en çabuk kana karıştığı yer karın bölgesidir. Doktorunuzla uygun vücut bölgeniz konusunda birlikte karar veriniz.
  • Sabahki insülin enjeksiyonları için ayrı, akşamki insülin enjeksiyonları için ayrı bir vücut bölgesi seçebilirsiniz.
  • Seçtiğiniz bölgede hep aynı noktaya enjeksiyon yapmayınız. Aynı bölge içinde kalınız ancak değişik noktalara enjeksiyon yapınız. Bu sayede insülinin kolay emilimini sağlayabilirsiniz.
  • Bir enjeksiyondan önce enjeksiyon yapacağınız bölgeyi alkollü pamukla temizlemeniz gerekmektedir. Ellerinizin sabunla yıkanmış olmasına özen gösteriniz.
Nasıl enjeksiyon yapmalısınız?
  • Eğer insülin enjeksiyon kalemi kullanıyorsanız her enjeksiyondan önce hava kabarcığı olup olmadığını kontrol ederek, hava çıkartma işlemi yapınız.
  • Bulanık insülin kullanıyosanız, enjekte etmeden önce en az on kez yukarı aşağı çevirerek tam karışmasını sağlayınız. Hızlı çalkalamayınız.
  • Enjekte edebilmek için derinizi parmaklarınızla sıkıştırarak kalınca bir kıvrım yapınız.
  • Doktorunuzun önerdiği açıyla ( 90 derece dik olarak ya da 45 derece eğik olarak ) iğneyi deri altına batırınız.
Bazen enjeksiyonu yaptığınız noktadan kan veya insülin çıktığını görebilirsiniz, bunun fazla önemi yoktur. Pamuk ile hafifçe bastırıp bir süre beklerseniz geçecektir. Bu sırada pamukla enjeksiyon bölgesini ovalamayınız, sadece yavaşça bastırınız. İnsülin enjeksiyon kalemi kullanıyorsanız, enjeksiyon sırasında kullanacağınız, silikon kaplı ince ve kısa özel iğne uçları daha az ağrı duymanızı sağlayacaktır. Enjeksiyondan sonra iğne ucunun koruyucu kapağını geçirerek, kalemden ayırınız. Kaleminizin kapağını kapatıp, bir sonraki enjeksiyona kadar taşıma kabında saklayınız. Ev dışında...
Ev dışında geçirdiğiniz saatlerde diyabetin kontrolü evdekine oranla biraz daha fazla özen ve dikkat gerektirir. Aşağıda evden çıkarken hatırlamanız gereken bazı öneriler bulacaksınız.
Yanınızda her zaman, diyabetli olduğunuzu gösteren bir kimlik kartı taşıyınız. Herhangi bir şekilde acil yardıma ihtiyacınız olursa bu kart size yardım etmek isteyenleri yönlendirecektir. Ani bir kan şekeri düşmesi (hipo) durumuna karşı yanınızda her zaman bir kaç adet şeker bulundurunuz. Eğer hipo durumundaysanız kesinlikle araba kullanmayınız. Direksiyon başındaysanız arabayı kenara çekip kontağı kapatınız. Birkaç şeker yiyip kendinizi iyi hissedene kadar dinleniniz.

Lütfen unutmayınız...
  • Ani bir kan şekeri düşmesi (hipo) durumuna karşı yanınızda her zaman birkaç adet şeker bulundurunuz.
  • Kilonuza dikkat ediniz. Kilonuzdaki değişiklik aldığınız insülin miktarının değişmesini gerektirebilir.
  • Kan basıncınızı(tansiyonunuzu) belirli aralıklarla kontrol ettiriniz.
  • Yılda en az birkez göz muayenesine gidiniz. Kan şekerinizin seviyesi görme gücünüzü etkileyebilir.
  • Ayaklarınıza iyi bakınız. Her akşam kontrol ediniz. Dikkatinizi çeken bir değişiklik olursa doktorunuza gösteriniz.
  • Asla sigara kullanmayınız.
  • Alkol konusunda çok dikkatli olunuz. Günde iki bardak şarap veya yarım litre birayı aşmayınız. Alkol kan şekerini düşürür ve hipo durumundan çıkma süresini uzatır.
  • Bağlı bulunduğunuz sigortanın ilaçlarınızın bedelini ödeyip ödemediğini öğreniniz. Eğer gerekiyorsa; doktorunuzdan durumunuzu bildirir rapor düzenlemesini isteyiniz.
Başlarken de belirttiğimiz gibi diyabet, dikkat ve özen gösterildiğinde günlük yaşamınızı normal olarak sürdürmenize engel olmaz. Ayrıca diyabet konusunda uzmanlaşmış doktorlar, klinikler ve dernekler size yardıma hazırdır. Kendinizi yalnız hissetmeyiniz. Diyabetin yaşam zevkinizi kaçırmasına izin vermemek elinizdedir. Şimdi herkes gibi siz de yaşamın tadını çıkarabilirsiniz.

BAKINIZ
İnsülin
Pankreas Nedir - Pankreasın Yapısı ve Görevleri


GusinapsE 11 Eylül 2006 22:26

Diyabete Bağlı Oluşabilecek Hastalıklar
 

Hipoglisemi


Kan şekerinin normal değerlerin altına düşmesidir. Başka sağlık problemi olmayan diyabetikler için kan şekerinin 50 mg/dl'nin altına inmesidir. Kan şekerinin hedef kan şekeri değerlerinin altına inmesi arzu edilmez.


Neden ortaya çıkar?
  • İnsülin veya şeker düşürücü hapların dozlarının fazla uygulanmasına bağlı,
  • Düzenli olarak alınması gereken öğünlerin yeterince veya hiç alınmamasına bağlı,
  • Egzersiz sırasında ve sonrasında yapılan egzersizin arttırdığı enerji ihtiyacını dengeleyecek kadar ek gıda alınmamasına bağlı (egzersizin enerji tüketimini arttırıcı etkisinin 8-10 saat devam edeceğini ve bu dönemde alınan gıda miktarının arttırılması ve insülin dozunun azaltılması gerektiği unutulmamalıdır.)
  • İshal veya diğer eşlik eden besinlerin barsaktan emilmesini azaltan sağlık problemlerine bağlı, olarak ortaya çıkabilir.
Belirtileri
Kan şekeriniz düştüğünde (50 mg/dl'den daha az ise) vücudunuz çoğu zaman sinyal verecektir, ancak vücudunuzun şekeriniz düştüğnde sinyal vermeyebileceğini de unutmayın.
  • Sinirlilik,
  • Titreme,
  • Yorgunluk,
  • Açlık hissi,
  • Soğuk terleme,
  • Baş ağrısı,
  • Bulanık görme,
  • Çarpıntı,
  • Dikkatinizi toplayamama,
sizin fark edebileceğiniz belirtilerdir.
Hipoglisemide çevrenizdekiler sizdeki aşağıdaki değişiklikleri fark edebilirler, bunları genellikle siz fark edemezsiniz.
  • Huzursuzluk,
  • Genelde sakin bir insansanız saldırgan davranışlar; sinirli, saldırgan bir insansanız sakin bir hale bürünmeniz, gibi karakter değişiklikleri,
  • Dalgınlık,
  • Solukluk,
  • Saçma konuşmalar,
  • Uyku hali,
  • Uykudan uyandırılamama,
  • Bayılma,
Bu belirtilerden herhangi biri varsa kan şekerinizi ölçün, eğer kan şekerinizi ölçme imkanınız yoksa şekeriniz düştüğünü varsayarak ilave besin alabilirsiniz. Ancak belirtilerin yanıltıcı olabileceğini asla unutmayın.

Ne yapmalı?
Basit şeker düşmelerinde toplam 10-20 gr katbonhidrat içeren besin almak gereklidir. Bunun yarısını hızla şekeri yükseltecek çay şekeri (3 tane kesme şeker) veya glukoz tabletleri (10 gr, genellikle kutu üzereinde belirtilmiştir) ile, diğer yarısını da bir dilim ekmek içeren bir küçük sandviç ile yapabilirsiniz. Eğer 15 dk içinde kendinizi daha iyi hissetmezseniz aynı miktar besini tekrar alabilirsiniz.
Bazı şekerli besinler: (Her biri yaklaşık 10 gr şeker (karbonhidrat) içerir.)
  • 3 kesme şeker
  • 2 tatlı kaşığı toz şeker
  • 1/2 su bardağı meyve suyu
  • 1/2 su bardağı normal kola
Kan şekeriniz bunlara rağmen düşükse doktorunuza veya hemşirenize haber verin. Eğer hiçbirine ulaşamazsanız en yakın acil servise başvurun.
Eğer baygın olarak bulunduysanız ağızdan bir şey verilmemesi gerekir. Acil müdahele gereklidir. Eğer Glukagen mevcutsa şekildeki (şekil veya tarif) gibi hazırlandıktan sonra cilt altına veya kas içine yapılması gerekir. 10-15 dk içinde bir değişiklik olmazsa ikinci Glukagen'i verip 112 no'lu telefondan yardım isteyiniz. Damardan şekerli serum verilmesi ve tıbbi gözlem-müdahale gereklidir. Glukagen ile ayıldıktan sonra hastanın mutlaka doktoruna haber verilmesi gereklidir. Şiddetli hipoglisemi reaksiyonları her zaman doktora bildirilmesi gereken durumlardır.
Yanınızda şeker hastası olduğunuzu belirten, doktorunuzun, ailenizin telefonlarının yazılı olduğu bir kartı taşıyın.

Glukagon
Glukagon kan şekerini yükselten bir hormondur. İnsülin kullanan şeker hastalarının ulaşılabilir bir yerde bulundurmaları gereklidir. Eğer kan şekeriniz ağızdan şekerli besinler almanıza izin vermeyecek kadar düştü ise glukagon içeren Glukagen adlı ilacın kullanılması gereklidir. Bu insülin gibi iğne olarak yapılan ve 10-15 dk'da kan şekeri yükselticiş etkisini göreceğiniz bir ilaçtır. Baygın durumda arkadaşlarınızın, iş arkadaşlarınızın, ailenizin nasıl glukagen kullanılacağını bilmeleri çok önemlidir. Şeker düşüklüğünden bayıldığınızda glukagen'in yapılması hastaneye gitmeden ayılmanızı ve ağızdan ilave şeker almanızı bu sayede tamamen düzelmenizi sağlayabilir.


Önemli:

Hipoglisemi düzeldikten sonra bu olayın niçin meydana geldiğini kendi kendinize sorun, geçerli bir neden bulamazsanız ilaç dozlarının azaltılması için mutlaka doktorunuza danışın.


NihLe 29 Eylül 2006 13:35

diyabet (ya da şeker hastalığı)


diyabet, tek ortak belirtileri aşın idrar artışı ile aşırı susama olan ve birbirinden ayırt etmek için birine şekersiz, öbürüne şekerli denen, birbiriyle ilintisiz iki ayrı hastalığın ortak adı. Bu tipik belirtileri, “su çeken” ya da “sifon” anlamındaki Yunanca diabetes sözcüğüyle adlandırarak tanımını yapan, Kapadokya’lı hekim Aretaios’tur (İS 2. yy). Günümüzde, başına belirtici bir sıfat eklenmeksizin yalnızca diyabet dendiğinde şekerli diyabet, yani şeker hastalığı anlaşılır. Ayrıca, dokularda aşın demir birikmesinden ileri gelen, diyabetin eşlik ettiği ve derinin koyu tunç rengini aldığı hemokromatoz hastalığına da bazen “bronz diyabet” denir.

Şeker hastalığı (Diabetes Mellitus), vücudumuzda insülin hormonunun hiç üretilememesine, vücudun ihtiyacını karşılayacak kadar üretilememesi, ya da üretilen insülinin yeterince etki gösterememesine bağlı olarak ortaya çıkar.

Diabet (şeker hastalığı) kronik bir hastalık olup hayat boyu tedavi gerektirir. En basit teşhis bir damla kan ile yapılabilen açlık kan şekeri ölçümüdür.
Aşağıdakilerden en az bir tanesi varsa şeker hastalığı (Diabetes Mellitus) teşhisi konulur.
  • Açlık kan şekeri 126 mg/dl veya üzerinde ise
  • Herhangi bir saatte bakılan kan şekeri 200 mg/dl veya daha fazla ve beraberinde çok su içme, çok idrara çıkma veya açıklanamayan kilo kaybı varsa
  • 75 gr glukoz içerek yapılan şeker yüklemesinden iki saat sonra kan şekeri 200 mg/dl veya daha fazla ise
Kan şekeri yükselmesinin belirtileri nelerdir?
  • Her zamankinden daha fazla susama ve su içme
  • Her zamankinden daha fazla acıkma ve yemek yeme
  • Çok sık idrar yapma
  • Gece sık olarak idrar yapmak için uykudan uyanma
  • Cildinizde kuruma
  • Halsizlik ve yorgunluk
  • Bulanık görme
  • Yaraların geç iyileşmesi
Şeker hastalığının birkaç nedeni vardır. Bunun sebebi vücudun glikozu yeterli seviyede kullanamamasıdır. Vücuttaki insülin hormonu yetersiz kalmakta ya da görevini tam anlamıyla yerine getirememektedir. Bu hastalıkta sadece kandaki şeker oranı değil idrardaki şeker oranı da yüksek miktarda bulunabilir.
Diabet hastalığı 3500 yıldır bilinmektedir. Günümüzde dünyada milyonlarca kişi bu hastalıkla yaşamaktadırlar. Bu hastaların 1/3 lik bölümü ise tip 2 adı verilen diabet rahatsızlığı ile yaşamaktadırlar.

DİABET TİPLERİ
Nedenleri ve başlangıç zamanına göre şeker hastalığı başlıca iki tipe ayrılır.
  • Tip I Diabet, çok genç yaşlarda başlar. Bu tipte, pankreasta üretilen insülin miktarı çok düşüktür veya üretim tamamen durmuştur.
  • Tip II Diabet, yetişkin yaşlarda başlar. Burada insülin üretiminin eksikliğinden ziyade, üretilen insülin gerektiği şekilde etki gösterememektedir.
Ayrıca yatkınlığı olan kişilerde, gebelikte üretilen bazı hormonlara ve metabolik yükteki artışa bağlı olarak gebelik sırasında ortaya çıkan ve gestasyonel (gebelik) diabet adı verilen bir diabet çeşidi daha vardır. Bu tip diabette, kan şekeri hamilelik sonrasında genellikle normale döner. Ancak bu kişilerin yaklaşık % 40'ında, sonraki 15 yıl içerisinde Tip II diabet gelişir.
Bu nedenle şeker hastalarının büyük bir kısmında uzun süreli kan şekeri yüksekliğine bağlı olarak, zararlar (komplikasyonlar) ortaya çıkmaktadır.Bu zararlar, yaşam süresi ve kalitesini etkilediğinden, riskli bireylerin (şişmanlar ve ailesinde şeker hastalığı olanlar) taranarak, hastalığın erkenden teşhisi ve hastaların sıkı bir şekilde takibi büyük önem taşımaktadır.
Diabet gelecekteki komplikasyonları önceden bilinebilen ender hastalıklardan biridir. O nedenle, diabetle başa çıkabilmenin temel ilkesi “önlemek tedavi etmekten kolaydır” şeklinde özetlenebilir.

Diabete çıkabilecek komplikasyonlar akut (kısa süreli) ve kronik (yıllar içinde) olmak üzere iki grupta toplanır. Akut komplikosyonlar hipoglisemi (kan şekerinin düzeyinin normalin altına inmesi), hiperglisemi (kan şekerinin düzeyinin normalin üzerine çıkması) ve buna bağlı olarak kanda keton cisimciklerinin artışıyla gelişen “ketoasidoz”dur. Kronik komplikasyonlar ise şöyle özetlenebilir: Kalp-damar hastalıkları; yüksek tansiyon; gözde katarakt, retinopati; böbrekte nefropati, yetmezlik; sinir sisteminde nöropati; deri, ayaklar, üreme organları, idrar yolları, akciğer gibi bölgelerde yerleşen enfeksiyonlar...
Kronik komplikasyonların oluşumunda başta gelen etken hiperglisemi, yani iyi tedavi edilmeyen diabettir. Hiperglisemi sırasında kan bol miktarda glikoz içerir. Glikoz kimyasal yapısı gereği yapışkan bir maddedir. Kan aracığıyla vücudun her hücresine girer. Hem kandaki hem de hücrelerdeki proteinlere yapışır.

Kandaki şekerin sürekli yüksek olduğu durumlarda, bu proteinlerin üstüne giderek artan oranda glikoz kümelenir. Hücre ya da doku görevini yapamaz hale gelir. Sonuçta “kronik” grubuna giren komplikasyonlar ortaya çıkar. Sözgelimi, yüksek tansiyonun sıkça görüldüğü bir aileden gelen diabetli, kendine özen göstermiyorsa, bu bakımdan önemli bir riskle karşı karşıyadır.
Diabet tedavisinde temel hedef kandaki şeker düzeyini “sürekli olarak normal ya da normale yakın değerde” tutmaktır. Bunun ilk basamağını perhiz oluşturur. Genel ilkelerin dışında perhiz, kişinin fizyolojik yapısına (cins, yaş, kilo), sağlık durumuna (Tip 1 yada Tip 2 diabet, gebelik diabeti, diabete eşlik eden başka hastalıklar vb.) ve toplumsal konumuna (okul, meslek, yaşam biçimi vb.) göre düzenlenir. Amaç, diabetlinin dengeli ve doğru beslenmesidir. Diabet perhizi tek cümleyle şöyle özetlenebilir: Gereken, zamanında ve yeterince yenmelidir. “Gereken”, besinlerin türünü; “zamanında”, düzenlenen öğünlerin aynı saatte alınmasını; “yeterince” verilen miktarın aşılmamasını ifade eder. İlk besin grubunu oluşturan karbonhidratlar (şekerler), sindirilme hızı bakımından üçe ayrılır. Toz ya da kesme şeker biçimindeki sofra şekeri ve sofra şekeri içeren tüm besinler (tatlı, reçel, hazır meyve suyu vb.) ile bal diabetlilere yasaklanmıştır. Yanlızca hipoglisemi sırasında kullanılabilir. Kana büyük bir hızla karıştıklarından, bunlara “koşan şekerler” diyebiliriz. Kana nispeten yavaş karışan “yürüyen şekerler” biraz daha güvenli besinlerdir. Başlıca temsilcileri, nişastalılar (ekmek, prinç, patates, makarna, mercimek gibi kuru sebzeler vb.) meyveler (trunçgiller, elma, armut vb.) ve sütlü besinlerdir (yoğurt vb.). En yavaş sindirilen ve bu yüzdende diabetli için en güvenilir sayılan besinler “tırmanan” şekerlerdir. Tüm taze sebzeler ve işlenmemiş tahıllar bu grupta yer alır. Bu bakımdan bolca sebze yemek, beyaz ekmek yerine kepeklisini tercih etmek sağlıklı beslenmenin ilk adımlarıdır. Ayrıca lif bakımından zengin olmaları değerlerini bir kat daha artırır. “Doğru” karbonhidrat içeren (yani yüreyen şekerlerden sınırlı, tırmananlardan ise biraz daha fazla) besinleri alma, gerek Tip 1 gerekse Tip 2 diabette, vücudun insülini çok daha iyi kullanabilmesini sağlar.

Proteinler (et, balık, süt, yumurta vb.) gelişme dönemindeki diabetliler için önemlidir. Yetişkinlerde hayvansal proteine daha az yer verilir. Tip 2 diabette aşırı protein içeren bir beslenme, karaciğerde proteinlerin glikoza dönüşümünü hızlandırır ve kana glikoz geçişi artar (glikoneogenez). Başka bir anlatımla, diabette, karaciğer etin fazlasını karbonhidrata dönüştürüp tekrar kana verir. Ayrıca son veriler, aşırı proteinle beslenmenin böbreklerde diabete bağlı bozuklukları hızlandırdığını göstermiştir. Yağ ise yoğun bir enerji kaynağıdır. Kilo sorunu olan kişilerde yağ tüketimi en az düzeye indirilir. Hayvansal yağlar ve margarin yerine bitkisel kökenli sıvı yağlar önerilir.

Diabet tedavisinin ikinci aşamasını egzersiz (yürüyüş, spor) oluşturur. “Bilerek” yapılan bir egzersiz kaslarda birikmiş glikozun yakılmasını sağlar. “Bilerek”, çünkü kan şekeri 200 mg/dl’nin üstünde ise egzersizin yararı değil, zararı olur; diabetlilerin dalma, paraşütle atlama gibi bireysel sporları yapması doğru olmaz... Egzersizi, eğer gerekiyorsa ilaç (insülin, şeker düşürücü tabletler) izler. Tıbbi desteğin en önemli basamağı ise perhiz, egzersiz, ilaç kullanım kuralları ve diabetlinin kendini izlemesini kapsayan eğitim sürecidir. Kişi, bu süreçte kazandığı yeni alışkanlıkları günlük yaşamına ne kadar çabuk uyarlarsa, diabetle yaşamayı o kadar kolay benimser.


**LP** 7 Ekim 2006 16:49

Diyabette Acil Durumlar
 
HİPOGLİSEMİ
Yüksek veya düşük kan şekerleri ile zaman zaman uğraşmak diyabetli bir hasta için yaşamın bir gerçeğidir. Tip 1 diyabetik hastalarda kan şekerleri daha büyük dalgalanmalar göstermek eğilimindedir. Bununla birlikte tüm diyabetik hastalar bazı acil durumlarla karşılaşabileceklerini bilmelidirler. Bu nedenle böyle durumları nasıl tanıyabileceklerini ve ne yapacaklarını bilmek zorundadırlar. Sizi izleyen sağlık ekibinden bunları öğrenmeli ve aileniz, arkadaşlarınız ve işyerinizdeki insanlara da öğretmelisiniz. Evde sık yapılan kan şekeri ölçümü pek çok acil durumu henüz oluşmadan önler. Diyabetli bir hastada en çok rastlanan acil durum hipoglisemi veya düşük kan şekerleri Tip 1 diyabetli bir hastada diyabetik ketoasidoza (DKA), Tip 2 diyabetli bir hastada ise hiperglisemik hiperosmolar nonketotik sendroma (HHNS) yol açabilir. Tip 1 diyabetik bir hastada HHNS, Tip 2 diyabetik bir hastada ise DKA seyrek olarak görülür. Her iki durum da uygun biçimde tedavi edilmezlerse koma, şok, solunum bozukluğu ve ölüme götürebilir.

Hipoglisemi
Hipoglisemi insülin veya hap kullanan hastaların sıklıkla alışık olduğu bir durumdur. Kan şekerinin olması gerekenden daha düşük olması anlamına gelir. Hipoglisemik reaksiyonun başlangıcında baş dönmesi, terleme ve baygınlık hissedebilirsiniz. Eğer uygun önlemler alınmazsa bilinç kaybı ve kasılmalar görülebilir. Tip 1 diyabetik hastalar ortalama haftada bir veya iki hipoglisemi atağı geçirirler. Tip 2 diyabetiklerde hipoglisemi çok daha seyrektir. Hipoglisemi genellikle injekte edilen insülin etkisinin istenenden daha fazla olması ile meydana gelir. Diyabetik olmayan insanlarda vücut insülin salınımını kan şekeri çok düşmeden durdurur. Ancak diyabetik insanlarda insülin dışarıdan injekte edildiği için böyle bir kontrol mekanizması yoktur. Şeker düşük de olsa insülin emilmeye devam eder.
Başka bir sebep te injekte edilen insülinin emilim ve kullanımının aynı insanda bile farklı zamanlarda değişiklik göstermesidir. Hergün aynı dozlarda insülin injekte ettiğiniz veya hap kullandığınız halde bazı günler şekeriniz düşebilir. Vücudunuzun ne kadar insüline gereksinim duyduğu pekçok faktöre bağlı olarak değişebilir.
Bunlar:
  • Ne kadar gıda aldığınız
  • Ne çeşit yemek yediğiniz
  • Ne kadar egzersiz yaptığınız
  • İnsülin veya haplarla egzersiz arasındaki zaman ilişkisi
  • İnsülin injekte ettiğiniz bölge
  • Başka hastalığınız olup olmadığı
  • Stres altında olup olmadığınızdır.
Ne kadar uğraşırsanız uğraşın tüm bu faktörleri sürekli kontrol altında tutamazsınız. Hipoglisemi genellikle yemeklerden önce, ağır bir egzersiz sırasında veya sonrasında, veya insülin etkisinin en üst noktaya çıktığı saatlerde görülür. Bazen gece uyku sırasında da hipoglisemiye girilebilir.
Bir hastanın hipogliseminin belirtilerini öğrenmesi ve tanıması büyük önem taşır. Her hastada hipoglisemi sırasında hissedilen belirtiler farklı olabilir. Bu nedenle hastalar hipogliseminin kendilerinde ne gibi belirtiler oluşturduğunu öğrenmelidirler. Bunula birlikte hipoglisemi olduğundan emin olmanın tek yolu kan şekerini ölçmektir. Bu nedenle titreme, sinirlilik, terleme, uyuşukluk, çarpıntı, konsantrasyon güçlüğü, başağrısı, baş dönmesi, yüz ve dudaklarda karıncalanma, açlık ve gerginlik hissedildiğinde mutlaka kan şekeri ölçülmelidir. Bu belirtiler günün herhangi bir saatinde görülebilir. Hatta geceyarısı kabus görerek uyanmak bile hipogliseminin bir belirtisi olabilir.

Hipoglisemi belirtileri
Her kişide hipoglisemi değişik belirtiler yaratabilir. Tüm belirtilerin aynı hastada aynı anda görülmesi olanaksızdır. Bazı belirtiler örneğin sinirlilik titreme, açlık, başdönmesi erken uyarı belirtileri olarak adlandırılırlar. Bunlar otonom belirtilerdir; çünkü hipoglisemi merkezi sinir sisteminin otonom sinir sistemi denen bölümünü uyarır. Otonom sinir sistemi vücudumuzun biz düşünmek zorunda kalmadan yaptığı pek çok işlevi düzenler; örneğin kan damarlarının açılıp kapanması, kalp atış hızı, solunum kontrolü gibi. Hipogliseminin bazı belirtileri ise beynin uzun süre düşük kan şekeri ile karşı karşıya kalması sonucu ortaya çıkar. Bunlar sinirlilik, öfke, üzüntü, koordinasyon bozukluğu, bulanık görmedir. Bazı durumlarda arkadaşınızla tartıştığınız için mi yoksa hipoglisemiden dolayı mı sinirli olduğunuzu anlamayabilirsiniz. En iyisi kan şekerinizi ölçmenizdir.
Bazı diyabetiklerde ve özellikle hastalığı uzun süreden beri var olanlarda yaklaşmakta olan hipoglisemiyi gösteren belirtiler farkedilememeye başlayabilir. Buna hipoglisemiyi farkedememe sendromu adı verilir. Böyle hastalarda hiçbir ön belirti olmadan ağır bir hipoglisemik reaksiyon gelişebilir. Kan şekerini çok iyi ve normal sınırlara yakın tutmaya çalışan hastalarda hipoglisemiye daha sık rastlanır. Çok sık hipoglisemiye girmek ve hipoglisemiyi farkedememe sendromuna yol açabilir. Bu da daha ağır hipoglisemi ataklarını davet eder. Bu nedenle sık kan şekeri ölçümü yapmak yoğun insülin tedavisinin ve hipoglisemiyi farkedememe sendromu tedavisinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Hipoglisemi belirtileri bize hipoglisemiyi tanımamızda çok yardımcı olur.

Ancak aynı belirtiler bazen hipoglisemi olmadan başka durumlarda da görülebilir. Eğer kan şekerinizi ölçüp gerçekten hipoglisemide olup olmadığınızı kesin olarak anlamadan hipoglisemiyi tedavi etmeye karar verirseniz kendinize daha çok zarar verebilirsiniz. Kitaplarda hipoglisemi kan şekerinin 50 mg/dl'nin altına düşmesi olarak tanımlansa da pek çok hastada bu düzeyde ve hatta daha düşük kan şekeri değerlerinde herhangi bir belirti olmayabilir. Bazıları ise kan şekeri 50 mg/dl'den daha yüksekken hipoglisemi belirtilerini algılayabilirler. Bu nedenle doktorunuzla hangi kan şekeri değerlerinde hipoglisemi tedavisi uygulayacağınızı tartışmalı ve öğrenmelisiniz. Zamanla hangi değerin sizin için düşük olduğunu öğreneceksiniz.

Hipoglisemi tedavisi
Eğer hipoglisemide olduğunuzdan kuşkulanıyorsanız yapacağınız ilk şey kan şekerinizi ölçmektir. Sizi izleyen sağlık ekibinin hangi düzeyin altında hipoglisemi tedavisi uygulayacağınızı öğrenmelisiniz. Ancak her zaman kan şekerinizi ölçme olanağı bulamayabilirsiniz. Örneğin kan şekeri ölçme cihazınız yanınızda olmayabilir. Bu durumda tedavi uygulamadan eve gitmeyi sakın düşünmeyin. Hele eve kadar otomobil kullanmanız gerekiyorsa. Belirtileri hemen tedavi edin.
Eğer hipoglisemideyseniz sindirim sisteminizden kısa sürede emilecek şekerleri yemeniz veya içmeniz gerekir. Bu şekerli gıdaları sınırsız yiyebileceğiniz anlamına gelmez. Hipoglisemiyi tedavi ederken çok yüksek kan şekeri düzeylerine yol açmamalısınız. Yiyip içebileceğiniz pek çok kısa etkili şeker alternatifi bulunmaktadır. Hipogliseyi cikolata ile tedavi etmeyin. Çikolatanın içindeki yüksek miktardaki yağ şekerin emilimini yavaşlatır.

Hipoglisemi tedavisinde en iyisi yanınızda tartılmış (10-15 gr) paketlenmiş şeker taşımaktır. kesme şeker veya eczanelerde satılan glukoz tabletleri de güvenle kullanılabilir. 2-5 adet glukoz tableti sizi kısa sürede hipoglisemiden çıkaracaktır. Şekeri aldıktan 15 dakika sonra tekrar kan şekerinizi ölçmelisiniz. Kan şekeri hala düşükse aynı dozda şekeri tekrar almalısınız. Eğer en yakın yemeğiniz veya ara öğününüz ilk yarım saat içinde değilse bir ara öğünü almalısınız. Bilinç kaybına yol açan hipoglisemiye ağır hipoglisemi denir. Eğer hipogliseminin ilk belirtileri önemsenmez ve tedavi edilmezse veya doğrudan ağır hipoglisemi gelişebilir. Bu durum beynin şekersiz kalmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Ağır hipoglisemi gerçekten çok acil bir tıbbi durumdur. Ağır hipoglisemi için yapılabilecek en iyi şey alınacak önlemlerle ortaya çıkışını önlemektir. Eğer hipogliseminin ilk belirtileri ciddiye alınır ve uygun şekilde tedavi edilirse ağır hipoglisemilerin büyük bölümü önlenebilir, Bu nedenle belirtiler ortaya çıktığında nerede iseniz ve ne zaman olursa olsun tedavi etmelisiniz. Aileniz, arkadaşlarınız ve işyerinizdekilere de hipoglisemi belirtileri ve tedavisini öğretmelisiniz.

Bazı hastalar hipoglisemi atağı sırasında çok sinirli ve aksi olabilir. Tedavi ve yardım girişimlerini engelleyebilirler. Etrafınızdakiler buna kulak asmamalı ve tedavi ve yardım konusunda ısrarcı olmalıdırlar. Böylece sizi komadan ve hastaneye gitmekten kurtarabilirler.
Eğer bilinciniz hipoglisemiye bağlı olarak kapandıysa herhangi birşey yiyip içemezsiniz. Bu durumda bir başkası tedaviyi üstlenmelidir. Bilinci kapalı hipoglisemik bir hastada yapılacak en güvenli şey bir başkası tarafından injekte edilecek glukagondur.
Glukagon pankreas tarafından üretilen ve karaciğerden kana şeker salınımını uyaran bir hormondur. Ayrıca insülin salınımını da baskılar. Glukagon karaciğerinde depo şeker bulunmayan insanlarda işe yaramaz. Bunlar uzun süreli açlık veya hipoglisemiye maruz kalanlar ve alkoliklerdir.
Özellikle eğer hipoglisemiye eğilimli bir insansanız yakınınızdakilerin glukagon injeksiyonu hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayınız. Glukagon genelikle reçeteyle alınabilen bir kit şeklinde satılmaktadır. Kitte şırıngaya çekilmiş sulandırma sıvısı ve glukagon flakonu bulunmaktadır. Bu şekilde genellikle bir yıl saklanabilir. Eğer glukagon ve sulandırma sıvısı karıştırılırsa 48 saat buzdolabında olmak kaydıyla saklanabilir.
Glukagon bulantı ve kusma yapabilir. Bu nedenle injeksiyondan sonra başınız mide seviyenizin üzerinde olmalıdır. Hipoglisemideki hastalar genellikle glukagona 5-20 dakikada yanıt verilir. Bilinç açılınca biraz sıvı alınmalı ve bir ara öğün yenmelidir. Eğer ilk injeksiyona yanıt vermiyorsa injeksiyon tekrarlanmalı ve profesyonel yardım istenmelidir.
Eğer ağır hipoglisemi geçirdiyseniz sizi izleyen sağlık ekibinin bundan haberdar olması gerekir. Aynı şekilde hafif ama sık hipoglisemiler de ekibe bildirilmelidir. Böylece birlikte diyet, insülin ve egzersiz planında gerekli değişiklikler yapılabilir. Diyabetli hastaların mutlaka hastalıklarını belirten bir kolye, bilezik vs. aksesuar takmaları ya da bunu gösteren bir kimlik taşımaları gerekir.

Gebelik ve hipoglisemi
Gebe hastalarda bebek ve annenin sağlığı bakımından kan şekeri olabildiğince diyabetik olmayan bir kişinin değerlerine yakın tutulmaya çalışılır ve hipoglisemiyi farkedememe sendromu yaşayabilirler. Bu nedenlerde gebelerde hafif ve orta derecede hipoglisemiler daha sık görülür. Bu da gebelikte kan şekeri izlenmesinin önemini daha da artırır. 60 mg/dl'nin altındaki kan şekeri değerleri tedavi edilmelidir.
Bebekler anne rahminde hiperglisemi, yüksek keton düzeyleri ve kan şekeri oynamalarından, hipoglisemiye oranla daha çok zarar görürler. Bu nedenle gebelerde glukagon yapmak gerekiyorsa önce yarım doz yapılır 10 dakika içinde yanıt alınamazsa kalan miktar da injekte edilir. Bunun için de etrafınızdakilerin sizin gibi olduğunuzu ve hipoglisemi durumunda ne yapacaklarını biliyor olması gerekir.

Egzersiz ve hipoglisemi
Egzersiz kan şekerini düşürür, bu nedenle egzersiz sırasında ve sonrasında hipoglisemi açısından fazladan dikkatli olmanız gerekir. Özellikle yalnızken çok ağır egzersizlerden kaçının. Egzersiz için başkalarının etrafta olduğu jimnastik salonları veya havuzları tercih edin. Eğer koşacak veya bisiklete binecekseniz yanınızda bir arkadaşınızın olması iyi olur. Egzersizden önce ara öğün almayı unutmayın.

Egzersiz sırasında kan şekerinizin düşmeye başladığını hissederseniz hemen durun.. Sakın 'Bir tur daha atayım' veya '5 dakika daha devam edeyim' diye düşünmeyin. Eğer egzersize devam etmek istiyorsanız bir ara öğün alıp 15 dakikalık dinlenmeden sonra tekrar başlayabilirsiniz. Eğer bunu yapmazsanız kan şekeriniz kısa sürede tekrar düşecektir. Yapılan çalışmalarda egzersizin hipoglisemi riskinin 4-10 saat sonra egzersiz sırasındakinden bile daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu nedenle egzersizden sonra da kan şekerinizi ölçmeye devam edin.

Cinsel ilişki ve hipoglisemi
Eğer egzersiz sırasında kan şekeriniz düşme eğilimindeyse ve / veya gece hipoglisemileriniz oluyorsa cinsel ilişki sırasında kan şekerinizin düşme olasılığı daha da yüksektir. Bu nedenle cinsel ilişki öncesi ve sonrasında insülin dozunuzu ayarlamak ve ara öğün almak gerekebilir. Ayrıca alkollü olduğunuzda cinsel ilişki hipoglisemi riskini artıracaktır.

Kalp hastalığı ve hipoglisemi
Hipoglisemi kalbinizin her zamankinden daha hızlı atmasına neden olacaktır. Bu durum altta yatan bir kalp hastalığınız varsa diğer insanlara göre sizde daha önemli olabilir. Doktorunuzla bu konuda konuşun. Doktorunuz kan şekerlerinizin hafifçe yüksek olmasını hipoglisemiye tercih eder.

Alkol ve hipoglisemi
Alkol kan şekerini düşürür. Normalde kan şekeriniz düştüğünde karaciğerinizde depolanmış olan nişasta şekere dönüşerek kana verilir. Bu durumunuzu geçici olarak düzeltir ve hipoglisemiyi tedavi etmeniz için size zaman kazandırır. Alkol karaciğerdeki bu işlemi engelleyerek ağır hipoglisemilere neden olabilir.

Şafak olayı
Vücudunuzda sabahları sizi uyandıran ve güne başlamanızı sağlayan enerjiyi veren bir mekanizma bulunmaktadır. Bu büyüme hormonunun etkisiyle olmaktadır. Büyüme hormonu insülinin etkisini bastırır ve kan şekerinizin sabah saat 4 ile 8 arasında yüksek çıkmasına sebep olabilir. Buna şafak olayı denir. Sabah açlık şekerlerinizin yüksek olmasının sebebi olabilir. Yapılması gereken gece insülin dozunun yükseltilmesidir.

Hiperglisemik komalar
Kan şekerinizin uzun süre yüksek gitmesi zaman içinde diyabetin komplikasyonlarının ortaya çıkmasına neden olur. Bunun yanında kan şekerinin kısa süreli de olsa tehlikeli düzeylere çıkması yaşamı tehdit eden bir koma tablosuna ve ölüme sebep olabilir. Hipoglisemide olduğu gibi hiperglisemik komada da hastanın bunun belirtilerini bilip erken önlem alması son derece önemlidir. En iyisi böyle tablolar hiç oluşmadan önlenmesidir.

Diyabetik ketoasidoz
Vücudunuzda gerekenden az insülin olması kan şekerinizin yükselmesine yol açar. Diyabetik ketoasidoz (DKA) diyabetin son derece ciddi ve önemli ve aynı zamanda önlenebilir bir akut yani kısa süreli komplikasyonudur. Genellikle yüksek kan şekerlerinin önemsenmeyip ihmal edilmesi sonucu görülür. DKA vucutta yeterince insülin olmadığı zaman ortaya çıkar ve olguların çok büyük çoğunluğu Tip 1 diyabetiklerdir.

DKA'un başlangıcı çok basit ve görünürde masum olabilir. Örneğin bir insülin dozu atlanır veya insülin etkisini yitirmiş olabilir. Bu beklenmedik kan şekeri yüksekliği eğer kan şekeri ölçülüp te saptanmamışsa sizi koma, şok, solunum güçlüğü ve ölüme kadar götürebilir. Küçük çocuklarda DKA sırasında ayrıca beyin şişmesi (beyin ödemi) görülebilir. DKA Tip 1 diyabetli hastalarda hastaya tanı konulup insülin başlamsından önce görülebilir, bu durumda hastalığın ilk ortaya çıkış seklidir. Tedavi başladıktan kısa süre sonra da ortadan kalkar.
DKA genellikle iki sebepten dolayı görülür.
Birincisi herhangi bir sebeple insülin injeksiyonunun yapılamaması ikincisi ise eşlik eden hastalıktır.
Psikolojik ve sosyal baskılar bazan hastaları insülin yapmamaya zorlayabilir. Özellikle buluğ çağı civarındaki gençler insülin yapacak ve kan şekeri ölçecek sorumluluğa sahip olmayabilir. Ya da insülin injeksiyonlarını yapmayarak hastalığa karşı kendilerince bir isyan veya savaş başlatabilirler. Aynı şekilde duygusal veya zihinsel olarak problemli yetişkinler de tedavilerini uygulamayabilirler ve böylece DKA'un davet edebilirler.

Eğer vücutta yeterince insülin yoksa kaslarınız kendileri için gerekli olan şekeri hücre içine alamazlar. Bu nedenle enerji gereksinimi vücutta depolanmış olan yağların yıkılması ile sağlanmaya çalışılır. Keton cisimleri (ketonlar) yağ yakılması sırasında oluşan ürünlerdir. Eğer keton üretimi onların idrarla atılma kapasitesini aşarsa kanda birikirler. Ketonlar asit yapısındadırlar ve kanda birikmeleri zararlı etkiler yapar. Aynı zamanda kan şekeri de yükseldiğinden idrarla şeker atılımı da artar. Artan idrar şekeri beraberinde suyun da idrarla atılmasına sebep olur. Vücut susuz kalır. Eğer vücudunuzdaki su azalmış ve kanda ketonlar bulunuyorsa siz DKA'dasınız demektir.

Bazı günler kendinizi hasta hisseder ve yemek yiyemeyebilirsiniz. Bu nedenle 'Bugün insülin yapmayayım' diye düşünebilirsiniz. Bu yapabileceğiniz en kötü davranıştır. Herhangi birşey yemeseniz de vücudunuzun insüline gereksinimi vardır. hatta böyle hasta olduğunuz günlerde vücudunuzun gereksinim duyduğu insülin miktarı artabilir. Yani tam tersi insülin dozunu artırmanız gerekebilir.

Hasta olduğunuz günlerde daha sık kan şekeri ve idrar ketonu bakmalısınız. Kendinizi daha iyi hissedene dek bu ikisini 4 saatte bir tekrarlayın. Bulantı olduğunda kan şekeriniz yüksek olmasa bile idrar ketonuna bakın.
İdrarınızda eser (çok küçük) miktarda keton varsa bu genellikle pek önemli değildir. Diyabetli olmayan bir kişinin bile hasta olduğunda idrarında keton çıkabilir. Eğer idrarınızda orta ve yüksek düzeyde keton varsa hemen sizi izleyen sağlık ekibine haber verin. Bu durumda büyük olasılıkla fazladan insülin injeksiyonu yapmanız gerekecektir. Eğer ketonlar hemen azalmaz ve bulantı kusma ortaya çıkarsa acil yardıma gereksiniminiz vardır. Bu durumda genellikle size bakacak birine de gereksiniminiz vardır.

DKA ortaya çıkmadan önce pek çok uyarıcı belirtiler görülebilir. En önemlisi eğer kan şekeriniz düzenli olarak ölçüyorsanız yüksek kan şekerini (>250 mg/dl) gözden kaçırmaz ve gerekli önlemlere DKA'u önleyebilirsiniz. DKA'un diğer belirtileri iştahsızlık, karın ağrısı, kusma ve midede rahatsızlık hissi, bulanık görme, deride sıcaklık, kuruma ve kızarıklık, solunum güçlüğü, halsizlik, uyku hali, solukta elma kokusuna benzer bir koku, susuzluk, ağız kuruluğu ve sık idrara çıkmadır.
DKA oluştuğunda;
  • İnsülin dozunu artırmalı ve ek olarak sık aralıklarla kısa etkili insülin yapmalısınız. Bunun şekli ve dozları konusunda sağlık ekibinize danışınız.
  • Kaybettiğiniz suyu yerine koymak için cok fazla sıvı almalısınız. Bu sıvı su, soda veya şekersiz herhangi bir içecek olabilir. Sıvı günlük 4-5 litrenin altında olmamalıdır.
  • Geçici bir dönem için dinlenme konumunda kalın ve egzersiz yapmayın.
Evde alacağınız bu önlemlerle durumunuzda düzelme olmaz veya kötüleşme olursa hemen hastaneye başvurunuz.

Hiperglisemik hiperosmolar nonketotik sendrom (HHNS)
Tip 2 diyabetik hastaların kan şekerleri Tip 1'lere oranla çok daha az oynamalar gösterme eğilimindedir. Bununla birlikte Tip 2 diyabetiklerde de uzun süreli ve farkına varılamayan kan şekeri yükseklikleri olabilir. Bu da komplikasyonlara zemin hazırlar. Düzenli kan şekeri kontrolü ile yüksek şeker düzeyleri farkedilip tedavi edilirse bu komplikasyonlar önlenmiş olur.
Tip 2 diyabetik hastalarda da akut (kısa süreli) hiperglisemiler görülebilir ve bu durum yaşamı tehdit edebilecek ağırlıkta olabilir. Tip 2 diyabetiklerdeki yüksek kan şekeri genellikle keton oluşumuna yol açmaz ancak kan şekeri 600-1.000 mg/dl gibi çok yüksek düzeylere çıkabilir. Bu derecede yüksek kan şekeri komaya yol açabilir.

HHNS genellikle sadece Tip 2 diyabetli hastalarda görülür. Bunların çoğunluğu insülin kullanmayan yani diyet ve haplarla tedavi edilen insanlardır. HHNS görülen Tip 2 diyabetiklerin üçte biri hastalığına daha önce tanı konulmamış insanlardır. Büyük bölümü ise hastalığa tanı konulmuş ancak hastanın tedaviyi ihmal ettiği veya umursamadığı olgulardır. HHNS stres, alkol, tedavi edilmemiş infeksiyonlar, idrar söktürücü ilaçlar (diüretikler) veya inme tarafından ortaya çıkarılabilir. Ayrıca yaşlı hareketli kısıtlı, kendine bakamayan insanlarda düşük sıvı alımına bağlı HHNS daha sık görülür.

HHNS'de kan şekeri zaman içinde yükselir, bu idrarla sıvı kaybına neden olur ve vücut susuz kalır. Bu olay günler ve haftalar içinde meydana gelir. Aşırı su kaybı hastayı bir bardak su içemeyecek ve tuvalete gidemeyecek duruma getirir. Kanın yoğunluğu su içeriğinin azalması ve aşırı derecede yüksek şekere bağlı olarak artar. Sonunda kasılmalar, koma ve ölüm görülebilir.

HHNS ile ilgili uyarıcı belirtiler kuru ve buruşuk bir dil, aşırı susuzluk (tablo ilerledikçe bu yanıltıcı olarak azalabilir), uyku hali ve bilinç bozukluğu, sıcak ama kuru ve tersiz bir deridir. Eğer kan şekerinin 350 mmg/dl'nin üzerinde ise hemen sağlık ekibinizi arayın, eğer 500 mg/dl'nin üzerindeyse hemen hastaneye başvurunuz.

Eğer günde iki kez bile olsa kan şekerinizi kontrol ediyorsanız yüksek kan şekeri değerlerini erkenden farkedebilir ve HHNS ortaya çıkmadan önleyebilirsiniz. Eğer eşlik eden başka bir hastalık varsa kan şekeriniz daha da yükselebileceğinden günde en az 4 ölçüm yapmalısınız. Ayrıca çok bol miktarda kafein ve alkol içermeyen içecekler almanız da çok önemlidir. Eğer insülin kullanmıyorsanız bile bu dönemde insülin kullanmanız gereklidir. Eşlik eden hastalıklar dışında bazı ilaçlar (diüretik, kortizon, beta blokerler) periton diyalizi ve damardan beslenme sıvıları kan şekerinizi çok yükselterek HHNS'a sebep olabilir. HHNS gelişen Tip 2 diyabetik hastalar önemli bir bölümünün de bakımevlerinde yaşadığı unutulmamalıdır.


Hi-LaL 12 Kasım 2006 07:48

Diyabetli ayak nasıl korunur?
 

İşte bilinmesi gerekenler...


Ayak basınç testi olan padograf ile diyabetin ayaklara verdiği zararın önlenebildiği bildirildi.
Araştırmalar, 30 yaş altında diyabet teşhisi konan hastalarda ayak problemlerinin daha çok görüldüğünü gösterirken, ayak sorunlarının ortaya çıkmasıyla diyabetin süresi arasında da yakın bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor. Diyabetli kişilerin ayak bakımına gösterdikleri özen, diğer insanlara oranla çok daha fazla önem taşıyor. Çünkü ayakla ilgili rahatsızlıklar, diyabetli hastalarda en sık görülen sorunların başında geliyor. Bu sorunlar arasında iltihap, çabuk yaralanma, dış meknlarda çıplak ayakla veya terlikle gezmeyle meydana gelen ciltte ülserler, su toplanmaları, sıyrıklar ve cilt tahrişleri sayılıyor.
Acıbadem Diyabet Merkezi'nden Dr. Yaser Süleymanoğlu, diyabetli ayağa Türkiye'de gerekli önemin verilmediğini belirterek, "Padograf sistemiyle hastanın ayak basınç noktalarının erken safhadaki bozukluklarını tespit etmek mümkün. Bu sayede önlem alınabildiği için erken safhada ayak deformasyonları engellenebiliyor. Ayakta oluşabilecek en küçük bir enfeksiyon, hasta ayağındaki sinirlerin hasar görmesi yüzünden hissetmediği için yaraları kazımaya hatta kesmeye kadar gidebilecek boyutlara ulaşabilir. Tüm bunlar hastanın fiziksel aktivitesini engeller. O yüzden bu konuda erken tanı bizim için çok önemli. Çünkü fiziksel aktivite, şeker hastalığı tedavisinin neredeyse yüzde 80'ini oluşturan temel taşlarından biri" dedi.

DİYABET AYAĞI NASIL ETKİLİYOR?


Diyabetin ayaktaki etkilerinden biri, kan şekerinin sürekli yüksekliği nedeniyle kan dolaşımının azalması. Diyabet, damar duvarlarını bozarak damarların hasar görmesine ve ayaklara giden kan miktarının azalmasına neden oluyor. Bunun sonucunda, ayağın iyileşme ve enfeksiyonlara karşı direnç oluşturma kapasitesi azalıyor. Bu da ayakta meydana gelen yaraların iyileşme süresinin uzamasına, enfeksiyonun yayılmasının kontrol altına alınmasında ve tedavisinde zorluklara yol açıyor. Dr. Süleymanoğlu'na göre kan akımının azalması, tedavide kullanılan ilaçların yeterince ayağa ulaşamamasına ve dolayısıyla ilaç dozlarının artırılmasına neden olabiliyor.
Sinirlerin hasar görmesi, diyabetli ayaklarda görülen bir başka sorun. Sürekli kan şekeri yüksekliği, ayağın his, pozisyon ve ağrı duyusu fonksiyonlarını yerine getiren sinirlerinde de hasara yol açıyor. Sinirlerin hasar görmesi hisle ilgili fonksiyonlarda bozulmaya neden olurken, diyabetli hastaların ayaklarının yaralanma sırasında ağrıyı az veya hiç hissetmemelerine sebep olabiliyor.
Diyabetli ayağın başka bir sorunu da enfeksiyonlara karşı direncin azalması. Kan şekeri normal değerinin üzerine çıktığında, beyaz kan hücrelerinin enfeksiyonları meydana getiren mikroplara karşı savaşma kapasiteleri azalıyor. Bu da ayakta meydana gelen enfeksiyonun hızla yayılmasına ve ayağı daha fazla tahrip etmesine neden oluyor. Kan şekeri yüksekliği, beyaz kan hücrelerinin savunma kapasitelerinin azalmasına neden olurken, genel bağışıklık sistemini de olumsuz yönde etkiliyor. Dr. Süleymanoğlu, tüm bu yaşananların diyabetli hastaların ayaklarında yaraların ve enfeksiyonların oluşması kolaylaştırdığını ve tedavilerini zorlaştırdığını belirtiyor.

PADOGRAF YA DA AYAK BASINÇ TESTİ

Diyabetin ayak üzerindeki etkilerini erken safhalarda tespit ederek gerekli önlemleri almak amacıyla geliştirilen podograf, bilgisayar sistemi ve tarayıcıdan oluşuyor ve üzerindeki sensorler sayesinde ayağın her santimetre karesine uyguladığı basıncın ölçümünü yapıyor. Podograf bu ölçümü yaptıktan sonra özel programı sayesinde hastanın ayağının basınç haritasını otomatik olarak gösterip, ayağın anatomik yapısı hakkında detaylı bilgi veriyor. Podograf sayesinde değişik formlarda görülebilen ayak basınç haritaları, ayaktaki problemlerin daha kolay analiz edilmesini sağlıyor.
Podograf aynı zamanda ayağa en uygun tabanlığı da öneriyor. Diyabetik ayaklarda kullanılan tabanlıklar, ayağı tabanda oluşabilecek aşırı basınçtan koruma amaçlı kullanılıyor. Bu sayede tabanda eşit basınç dağılımı sağlanıyor. Her hastanın ayak yapısı farklı olduğu için, hastanın ayağına uygun olan tabanlık, podograf sayesinde incelenen ayak basınç dağılımıyla belirleniyor. Ayak basınç testi ile ayak analizi, Tip I diyabetli hastaların tanısından 3 yıl sonra ve her yıl yapılması öneriliyor. Tip II diyabetli hastalarda ise tanı konulur konulmaz bakılması ve her yıl bir kez yapılmasını uygun görülüyor.

DİYABETLİ AYAK NASIL KORUNMALI?


Dr. Süleymanoğlu'na göre diyabetli hastalar, öncelikle ayaklarında oluşabilecek küçük sorunların büyük problemlere yol açabileceğini, ayaklarını yaralanmalara karşı titizlikle korumaları gerektiğini ve en ufak bir sorunda sağlık merkezlerine başvurmaları gerektiğini çok iyi bilmeli. Dr. Süleymanoğlu, "Özellikle diyabetli çocukları olan ailelerin erken yaşlarda meydana gelebilecek ayak sorunları nedeniyle dikkatli olmaları gereklidir. Amerika'da 1994 yılında diyabetli olan 67 bin hasta diyabetin neden olduğu ayak sorunları nedeniyle ayak parmaklarını, ayaklarını ve hatta bacaklarını kaybetmek zorunda kalmışlar. Sadece ayakların düzenli bakımı ve korunmasıyla bahsi geçen uzuv kayıpları yüzde 50'nin üzerinde bir oranla engellenebiliyor" dedi.

Günlük ayak kontrolü
Diyabetli hastalar, ayaklarında belirgin problem olmasına rağmen ağrı hissetmeyebiliyor. Bu nedenle günlük olarak ciltte kesi, kızarıklık, şişlik ve tırnaklarda iltihap olup olmadığını kontrol etmeleri gerekiyor. Uzmanlar bu kontrollerin yatmadan önce ve her gün yapılmasını öneriyor.

Ayakların her gün yıkanması: Ayakların temiz ve kuru tutulması, ayak sağlığı için önemli bir yer tutuyor. Ayakların her gün çok sıcak olmayan ılık suyla yıkanması ve yıkama sonrasında iyice kurulanması şart. Parmak aralarının kuru kalmasını sağlamak için talk pudrası veya mısır nişastası kullanılması öneriliyor. Cildin yumuşak ve düzgün kalmasını sağlamak için kaliteli cilt losyonları veya yumuşatıcı baz kremler kullanılması gerekiyor.

Nasırların ve cilt sertliklerinin giderilmesi
Eğer diyabetli hasta ayaklarında nasır veya ciltte sertlikler saptamışsa, kendi tedavi etmeye kalkışmadan hemen bir hekime başvurması gerekiyor. Hasta, eğer hekim uygun görürse nasır ve sertliklerin giderilmesi amacıyla banyo veya duş sonrasında ponza taşı kullanabilir. Nasırların veya sertliklerin asla kesilmemesi gerekiyor.
Tırnakların bakımı: Tırnakların her hafta veya gerektiğinde düzenli olarak kesilmesi gerekiyor. Uzmanlar, tırnakların banyodan sonra, çok kısa olmamak kaydıyla düz bir hat boyunca kesilmesini öneriyor. Tırnakların törpüyle düzeltilmesinde de yarar var.

Ayakkabı ve çorap kullanımı
Hastanın mutlaka her zaman çorap ve ayakkabı giymesi gerekiyor. Ev içinde ve dışında asla çıplak ayakla dolaşmamak, yaralanma riskine karşı koruyucu bir önlem. Çıplak ayakla ayakkabı giyilmesinden de kaçınmak gerekiyor. Ayağa tam oturan, temiz ve dikişsiz, lastik kısmı ciltte iz bırakmayan çorapların tercih edilmesi gerekiyor. Kullanılacak ayakkabının ise giyildikten sonra belirgin boşluk bırakmayan, yumuşak derili, yüksek veya sivri topuklu olmayan, ayak parmaklarının rahat hareket etmesine izin verecek şekilde ön kısmı geniş olan ayakkabılardan seçilmesi gerekiyor. Diyabetli hastaların çok özel durumlar dışında terlik giymeleri ise yasak.

Ayakların sıcak veya soğuktan korunması: Diyabetli hastaların ayaklarında diğer insanlara göre daha kolay güneş yanıkları meydana gelebildiği için, yaz aylarında güneşlenilirken ayakların mutlaka örtülerek direkt güneş ışığından korunması gerekiyor. Kışın ise, ısıtıcılar ve açık ateşler ayaklar için tehlike oluşturabiliyor. Yağmurlu ve karlı havalarda, ayakların asla ıslak kalmamasına da özen göstermek gerekiyor.

Ayakların kan dolaşımı
Kan dolaşımını rahatlatılması için günde 2-3 kez, 5 dakika boyunca ayak parmaklarının ve ayak bileklerinin hareket ettirilmesi öneriliyor. Uzun süreli bacak bacak üzerine atılarak oturulması ise oldukça sakıncalı. Sıkı çoraplardan ve özellikle kadınlar için tayt, jartiyer gibi bacakları sıkan giysilerden kaçınılması gerekiyor. Sigara ise, ayakların kan akımını azalttığı için kesinlikle içilmemesi gerekiyor.


Egzersiz ve fiziksel aktivite
Yürüme, yüzme ve bisiklete binme diyabetli hastaların ayakları için en uygun egzersizler olarak kabul ediliyor. Koşma ve atlama gibi ayakları zorlayan egzersizlerden ise kaçınmak gerekiyor. Egzersiz sırasında uygun spor ayakkabılar giyilmesi, yürüyüş için beton ve sert zeminler yerine toprak ve çim gibi yumuşak zeminlerin tercih edilmesi de diyabetli ayakların korunmasında oldukça önemli."


Misafir 26 Ocak 2007 15:03

Diyabetlilere ayak sağlığı için öneriler
 

Diyabet Nedenli Sinir Hasarı


  • Diyabetli kişilerdesmilev başka bir sebep olmadan ortaya çıkan sinir bozukluklarıdır.
  • Diyabeti olan 100 kişinin 15-20 sinde görülebilir
  • Diyabetlilerde kan şekerinin yüksek olması sinirleri besleyen damarların zarar görmesi sonucu sinirlerin zedelenmesine neden olmaktadır.
  • El-ayak parmaklarında başlayıp bileklersmilev diz-dirsek istikametinde yayılan uyuşukluksmilev hissizlik (ağrıyısmilev batmayısmilev sıcağı hissetmeme)smilev ağrı (sızlamasmilev yanmasmilev bıçak batmasısmilev iğne batması) veya karıncalanma şeklinde olabilir.
  • Bu duruma eldiven-çorap şeklinde hasar diyoruz. Geceleri şiddetlenir. Yürümeyle artar. Sinsi başlarsmilev iyileşmezsmilev ilerler. Kişiyi çok rahatsız eder.
  • Bu his değişikliklerinin dışında kaslarda zayıflama ile ayak şeklinde bozulma olabilir. Şekil bozukluğu ve hissizliksmilev ayaklarımızın farkına varmadan yaralanmasına neden olur.
  • Özellikle ayak tabanında gece artan yanma olabilir. Giysilerin değmesi bile rahatsız eder. Kilo kaybı ve depresyonla birlikte görülebilir.
  • Bu şikayetler kan şekerinin normal değerlerde tutulmasıyla önlenebilirsmilev gerileyebilirsmilev iyileşebilir. Ancak iyileşme uzun süre alabilir.
  • Dinlenirken bile çarpıntı olmasısmilev aniden doğrulunca tansiyon düşmesi kalp-damar sinirlerindeki hasarlasmilev
  • kesik işemesmilev idrar atımında zayıflıksmilev sık idrara gitmesmilev mesanenin boşalmadığı hissismilev erkeklerde cinsel organ sertleşmesindeki bozulma idrar sistemindeki sinir hasarıyla
  • ilişkili olabilir.
  • Midenin geç boşalmasısmilev şişkinliksmilev ağrısmilev bulantısmilev kusmasmilev iştah kaybısmilev ishalsmilev dışkı kaçırmasmilev sindirim sistemi sinirlerinin hasarınasmilev
  • El ve ayaklarda terleme azalırken gövdede artması yada yemekten sonra başsmilev boyunsmilev ensede terleme artışı yine sinir hasarına bağlı olabilir.
  • Kan şeker seviyesinin normal sınırlarda tutulması sinir hasarını azaltır
Bu sinir hasarlarının çeşitli evrelerinde kullanılansmilev kısmen etkili tedaviler vardır.


elfak98 26 Ocak 2007 16:03

Diyabetli olma riskiniz nedir?
 
Diyabetli olduğunuzun farkında değil misiniz? Cevap ne yazık ki, genellikle evettir. Türkiye’de 1997 yılında yapılan araştırma sonuçlarına göre ülkemizde yaklaşık olarak 3 milyon 600 bin kişi diyabetli fakat bunların 1 milyon 200 bininin teşhisi henüz yapılmamıştır.

Genellikle 40 yaş üstündeki insanlarda görülen Tip 2 diyabetin semptomları normal yaşlanma süresinde gizli kalabilir. Sıklıkla kişiler başka sağlık problemleri için başvuruda bulunduğunda tesadüfen diyabet teşhisi konur. Tip 2 diyabetli olanlar daha önceki durumlarına göre daha fazla susama veya acıkma ile halsizlik veya zayıflık hissederler. Bu tür belirtileri olanlar, bu şikayetlerini genellikle çok çalışmalarına veya strese bağlarlar ve doktora başvurmazlar.

Diyabetin diğer tipi olan Tip 1 diyabet, nadiren uzun süre teşhis konmadan seyreder. Tedavi edilmeyen Tip 1 diyabet kısa sürede komaya veya ölüme neden olmaktadır. Tip 1 diyabet genellikle çocukları ve gençleri etkilemekteyken, Tip 2 diyabet genellikle orta yaş ve üstündekileri etkiler. Diyabet vakalarının % 90-95’ini Tip 2 diyabet oluşturmaktadır.
Erken teşhis normal, sağlıklı bir yaşam sağlama şansını vermektedir. Tip 2 diyabetin tedavisi biraz kilo verme, dengeli bir beslenme planı ve fiziksel aktivitede ki artıştan ibarettir. Bu tedbirler yeterli olmazsa doktorunuz size ilaç veya insülin tedavisi verebilir.

Tip 2 diyabet önem verilmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi edilmediği takdirde ciddi ve hayatı tehdit eden sinir hasarı, böbrek hastalığı, kalp damar hastalıkları ve inme gibi komplikasyonlara neden olmaktadır. Birçok insan, bunlara bazı doktorlarda dahil olmak üzere, Tip 2 diyabetini Tip 1 diyabetten daha az ciddi olduğunu düşünmektedirler ve hatalı olarak Tip 2 diyabeti “sınırda diyabet” veya “şekerin dokunuşu” şeklinde tanımlamaktadırlar.

Diyabetin teşhisi basittir ve kendi sağlığınızı tarafsız olarak değerlendirmekle başlar. Araştırmalar fazla kiloların ve yakın akrabalar da Tip 2 diyabet varlığının diyabetli olma riskini artırdığını göstermektedir. Ayrıca bazı etnik gruplarda da diyabet riski fazladır.


Pollyanna 15 Şubat 2007 17:20

TİP 1: İnsülin Gerektiren Diyabet


Bu tip diyabette pankreas çok az insülin yapar ya da hiç insülin yapamaz. Kanda insülin reseptörlerini doldurmaya yetecek kadar insülin olmayınca, hücre yüzeyindeki reseptörler ( kapılar ) kapalı durumda kalır. Hücrenin içine giremeyen şeker kanda birikir. Kan şekeri düzeyi yükselir. Diyabetin bu tipi daha çok genç yaşlarda ortaya çıkar.
Tip 1 diyabetin belirtileri:
  • Çok fazla acıkma
  • Fazla miktarda idrar yapma
  • Ani kilo kaybı olarak sayılabilir. Bu belirtiler genellikle aniden başlar.
TİP 2: İnsülin Gerektirmeyen Diyabet
Bu tip diyabette pankreas insülin üretir ancak miktarı yeterli değildir ya da yeterli derecede kullanılmaz. Vücut insülin reseptörlerini açmak için kandaki insülini kullanamayınca, reseptörler ( kapılar ) kapalı kalır ve kanda çok miktarda şeker birikir.
Tip II diyabet genellikle 40 yaşın üzerinde ve kilosu fazla olan kimselerde görülür.
Tip II diyabetin belirtileri olarak:
  • Sık enfeksiyona yakalanma
  • Ciltteki kesik ya da yaraların zor iyileşmesi
  • Sık idrara çıkma
  • Açlık ve susuzluk hissinin artması
  • Bulanık görme
  • Yorgunluk hissi sayılabilir.
Bu belirtiler uzun dönemde ortaya çıkar.
Kan şekeri, glukoz vücut için gerekli olan enerjiyi sağlar. İhtiyaçtan fazla şeker, gerektiğinde kullanılmak üzere karaciğer ve yağ hücrelerinde depolanır. Şekerin vücutta enerji olarak kullanılması ve depolanması için insüline gereksinim vardır. İnsülin şekerin kanda yükselmesini önleyen bir hormondur, midenin arkasında pankreas adlı organın beta hücrelerinde yapılır ve kana salgılanır. Yemekten sonra kan şekeri yükselince pankreastaki insülin yapan hücreler uyarılır ve kana insülin verilir. İnsülin kan şekerinin hücre içine girmesini sağlar. Böylece kan şekeri normal düzeyde tutulur, yükselmez. Hücrelere giren şeker burada yakılır ve enerji olarak kullanılır. İnsülin eksikliğinde veya etkisizliğinde şeker hastalığı "diyabet" ortaya çıkar. Kanda şeker miktarı artar ve böbreklerden idrarla dışarı atılır. Diyabet : vücudun kan şekerini uygun şekilde kullanamaması ve depolayamamasıdır.

Diyabetin iki tipi vardır:
  1. Tip I diyabet (insüline bağımlı diyabet) Bu hastalarda pankreastan insülin yapımı ya çok azalmış veya durmuştur. Bu durumda kanda insülin yoktur. Kan şekeri düzeyini dengelemek için dışarıdan insülin vermek zorunludur. Genellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde, yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkar.
  2. Tip II diyabet (insüline bağımlı olmayan diyabet) Bu hastalarda pankreasta ileri yaşlara kadar normale yakın düzeyde insülin yapımı vardır. Hatta bazen normalden fazla bile insülin yapımı söz konusu olabilir. Ancak insülin yeterli etkiyi sağlayamamaktadır. Şişmanlık ve yanlış beslenme insülinin istenen etkiyi göstermesini engeller, kan şekeri yükselir. Hastaların çoğunluğu 40 yaşın üzerinde ve şişmandır, ailelerinde diyabetli akrabaları vardır.
Kişi diyabet olduğunu nasıl anlar?
Diyabetli kişilerde sıklıkla aşağıdaki belirtiler görülür;
  • Aşırı susama ve su içme
  • Sık sık idrara çıkma
  • Kilo kaybı
  • Aşırı iştah ve çok yeme
  • Bulanık görme
  • Cilt enfeksiyonları
  • İyileşmeyen yaralar
  • Halsizlik
Tip I diyabetin belirtileri daha erkan yaşlarda ortaya çıkar. Tip II diyabetli hastaların bir kısmında teşhis edildikleri anda yukarıdaki şikayetler söz konusu olmayabilir.

Kimlerde diyabet gelişebilir?
Diyabet herkeste söz konusu olabilir.
  • Yakın akrabalarında diyabet olanlar risk altındadırlar.
  • Yaş artışıyla beraber diyabet gelişme riski artar.
  • 40 yaşın üzerinde ve şişman kişiler diyabete yatkındırlar.
  • Gebelikte diyabet gelişen kadınlarda ileriki yıllarda Tip II diyabete yakalanma sıklığı çok fazladır.
  • Eğer bir kişide Tip II diyabet varsa ailenin diğer üyeleri de risk altındadır.
Tip II diyabet için risk faktörleri
  • Aşırı kilo
  • Hareketsiz yaşam tarzı
  • Ailede diyabet hikayesi
Vücut Kitle İndeksi (BMI) 30 ve üzerinde olanların diyabete yakalanma riski normal kişilere göre 5 kat fazladır.

Diyabet tanısı
12-13 saatlik açlık kan şekerine bakılması uygundur.
  • Açlık kan şekeri 126 mg/dl'den yüksek ise
  • Diyabet belirtileri bulunuyor ve rastgele ölçülen kan şekeri düzeyi 200mg/dl'den yüksek ise
  • Şeker yükleme testi sırasında kan şekeri düzeyi 200mg/dl veya üzerinde ise
Yukarıdaki kriterlerden birisi söz konusu ise o kişi diyabetli olabilir ve doktora başvurmalıdır. Şeker Yükleme Testi olarak bilinen Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT), diyabet tanısında çok önem taşır. Doktor önerisi ile yapılmalıdır.
Açlık kan şekeri ve OGTT’nin yanı sıra diyabet takibinde kullanılan diğer laboratuvar testleri de aşağıdaki gibidir:
HbA1c yaklaşık 1-3 ay boyunca ortalama kan şekeri düzeylerini yansıtan bir test parametresidir. Diyabetli hastada, uzun dönemde yapılan tedavinin etkinliğinin ve hastanın tedaviye uyumunun izlenmesinde önemlidir. HbA1c bu yönde değerli bir testtir.
Fruktozamin; yaklaşık 2 hafta boyunca ortalama kan şekeri düzeylerini yansıtır.
C-peptid; ,nsülin tedavisi gören diyabetik hastalarda vücut insülin deposunun göstergesidir. Pankreas tarafından yapılan insülin düzeyini yansıtır.

Diyabet nasıl tedavi edilir?
Diyabet tedavisinde öncelikle diyabetlinin eğitimi önemlidir. Diyabetli kişiye takip ve tedaviye ilişkin gerekli bilgiler verilmelidir. Edinilen bilgilerin günlük yaşama uygulanması ve sürekliliği önemlidir. Diyabetin tedavisinde insülin enjeksiyonları, diyabet ilaçları ve beslenmenin düzenlenmesi kadar günlük egzersiz de önemli bir tedavi yoludur. Düzenli ve bilinçli yapılan egzersiz vücudun insülini daha etkili kullanmasına yardımcı olarak, kan şekeri düzeyini düşürür.
Diyabet tanısı konulmuş kişiler en az altı ayda bir defa diyabet uzmanı bir endokrinolog tarafından kontrol edilmelidir. Yılda bir defa göz hastalıkları uzmanına kontrollerini yaptırmalı, diyabet konusunda uzman bir diyetisyen ve egzersiz fizyolojistinin programlarını dikkatli bir şekilde uygulamalıdır.

Diyabetli kişiler aynı zamanda günlük kan şekeri düzeylerindeki değişiklikleri izleyebilmek için evde kan şekeri ölçüm cihazlarını kullanmasını öğrenmelidirler. Bu uygulama dengeli beslenme, egzersiz ve ilaç uygulamalarının ne ölçüde istenen sonucun elde edildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Tip II diyabeti olanlarda kilo fazlalığı varsa diyet, spor ve zayıflama ile diyabet kontrol altına alınabilir.

Diyet;
  • Hastanın diyabetinin tipine yani Tip I veya Tip II oluşuna,
  • Yaşına,
  • Kilosuna,
  • Yüksek tansiyon, damar sertliği gibi durumların olup, olmamasına,
  • Kullanılan ilaçlara göre doktor tarafından düzenlenmelidir.
Egzersiz;
  • Kan şekerini düşürür ve vücudun glukozu kullanma yeteneğini artırır.
  • Şişmanlığın sonucu olarak oluşan insülin direncinin düzelmesine yardımcı olur.
  • Kalp hastalıkları için risk faktörlerini azaltır. LDL Kolesterolü (kötü kolesterol) düşürür. HDL Kolesterolü (iyi kolesterol) yükseltir.
  • Egzersiz sırasında kan basıncı düşer.
  • Egzersiz, iyi bir diyetle birlikte TİP II diyabeti ilaç tedavisine gerek kalmadan kontrol altında tutar. Düzenli bir egzersiz ve aktivite diyabetlilerde kan şekerinin düzenlenmesinde etkili bir yoldur.
Diyabet başka hangi problemlere yol açar?
Diyabet hastalarının beslenme, egzersiz ve ilaç tedavisi konusunda gerekli özeni göstermemeleri halinde uzun vadede karşılaşacakları diğer tıbbi sorunları şu şekilde sıralayabiliriz:
  • Kalp krizi
  • İnme
  • Körlük
  • Böbrek yetmezliği
  • Damar bozuklukları
"Kan şekeri düzeyleri normal sınırlara yakın şekilde kontrol altında tutulduğunda bu komplikasyonların %50 veya daha fazla oranda azalması söz konusudur."
Tip II diyabetiklerde kan şekeri ve insülin düzeylerinin yüksekliğine ek olarak trigliserid gibi bazı kan yağlarında da artış görülmektedir.
Bu durumda insülin ve kan yağlarının yüksek seviyelerde olması ileri dönemde komplikasyonların ortaya çıkmasında etkilidir.
Diyabetli hastaların sağlıklı kişilere göre grip ve zatürreye bağlı komplikasyonlardan ölüm oranı 3 kat fazladır. Bu nedenle grip aşısı diyabetli hastalar için koruyucudur.

Diyabet önlenebilir mi?
Tip I diyabetli vakaların çok yakın akrabaları üzerinde yapılan incelemelerde gelecek beş yıl içinde diyabet gelişme riski olan kişilerin saptanabileceği konusunda umut verici bulgular elde edilmektedir. Dengeli bir biçimde kilo vererek ve fazla zorlanmadan yapılacak olan günlük egzersizle, Tip II diyabet riskinin % 58 oranında önlenmesinin mümkün olduğunu gösteren araştırma bulguları vardır.

"Diyabetik Diyet" diye bir şey yoktur.
Diyabetli bir çok kişi yapılan tüm bilimsel açıklamalara rağmen hala mucizevi bir diyet olduğunu düşünmekte ve bu yiyecekleri yediklerinde diyabet sorunlarının ortadan kalkacağına inanmaktadır. Bu yanlış inanç mutlaka değiştirilmeli, düzeltilmelidir. Doktor kontrolünde, doğru eğitim ve sağlıklı beslenme kurallarına uyularak her diyabetli kişi sağlıklı bir kişinin yiyebileceği her şeyi yiyebilir.

Diyabet Şekerli Gıda Yememek Değildir.
AMD, American Diabetes Association'un 1994 yılında belirlediği önerilere kadar diyabetik kişilerin şeker içeren gıdalar yerine patates ve tahıllarda bulunan kompleks karbonhidratları tüketmesi gerektiği kanısı hakimdi. Yeni yaklaşımda diyabetik vakaların gün içinde yedikleri gıdalardaki toplam karbonhidrat miktarının dengede tutulmasının önemi vurgulanmaktadır. Dengeli beslenme ile kan şekeri düzeylerini istenilen sınırlar içinde tutmak mümkündür.

İnsülin tedavisine gerek duyulmayan vakalarda her öğünde ne miktar karbonhidrat tüketilmesi gerektiği diyetisyenler tarafından belirlenmektedir. İnsülin tedavisinde olanlar ise hangi tür gıdayı ne miktarda tüketmeleri gerektiği konusunda daha dikkatli davranmalıdırlar.

Et ve yağ dışındaki gıdaların hemen hemen tümü belirli oranda karbonhidrat içermektedir. Karbonhidratlar ise kan şekeri düzeyini en hızlı artıran unsurdur. Bir kişinin günlük tüketmesi gereken karbonhidrat miktarı o kişinin kilosu, ne zaman ne miktarda egzersiz yaptığı, diyabet tedavisi için kullandığı ilaçlar, yaşı ve kan yağlarının ne düzeyde olduğuna bağlı olarak belirlenmelidir.

Örneğin; 180 cm boyunda 90 kg ağırlığındaki bir kişi mevcut kilosunu koruyabilmek için gün içinde 350 gram karbonhidrat tüketebilir. Bu miktar gün boyunca eşit dağıtıldığı taktirde kan şekeri düzeyinin ani yükselmesi engellenmiş olur.
Diyabetli kişilerde sıklıkla karşılaşılan bir sorun da kan yağları ve kolesterol düzeylerinin yüksek olmasıdır. Kilolu olmasalar dahi bu kişiler beslenmelerinde tükettikleri yağ miktarına dikkat etmelidirler.


KENCISii 29 Ekim 2007 04:15

Diyabet nedir?
 
Sessiz Bir Hastalık
Tip 2 diyabet kanda sürekli yüksek düzeyde şeker (glikoz) olduğunda meydana gelen bir hastalıktır. Dünyada tahmini 140 milyon insan diyabet hastasıdır ve tahminler, bu rakamın, 2025 yılı itibariyle 300 milyona ulaşacağını ileri sürmektedir. Daha da şaşırtıcı olan şey bu insanların üçte birinin hasta olduklarını bilmemeleridir.
Bunun birkaç nedeni vardır. İlk olarak, çoğu insan tip 2 diyabet için risk altında olup olmadığını bilmemektedir. İkinci olarak, tip 2 diyabet olan pek çok hasta asemptomatiktir - yani hasta olmalarına ve hastalığın ilerliyor olma olasılığına rağmen, gözle görülür belirtiler göstermezler. Üçüncü olarak, diyabet belirtilerinin yanlış yorumlanması da sık görülen bir durumdur. Örneğin, aşırı susuzluk, sık idrara çıkma, halsizlik, kilo kaybı ve hatta bulanık görme gibi rahatsızlıklar tedrici olarak ortaya çıkar ve yaşlanmaya yorulabilir; ancak bunlar aslında tip 2 diyabet hastalığının ilerleyişinin klasik belirtileridir.

Kimler diyabet olur?
Tip 2 diyabet güçlü bir genetik bağlantıya sahiptir - "aile içinde dolaşma" eğilimindedir. Tip 2 diyabet genellikle aşırı kilolu veya obez ve 45 yaşın üstündeki insanlar üzerinde etkili olur - ancak, gençler arasında da gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bazı diğer tip 2 diyabet risk faktörleri şunlardır:

  • Ailede geçmişte diyabetin görülmesi
  • Düzenli egzersiz yapılmaması
  • Geçmişte hamilelik sırasında meydana gelen bir diyabet şekli olan gestasyonel diyabetin görülmüş olması
  • Dört kilonun üzerinde bir çocuk dünyaya getirilmesi
  • Etnik köken: Afrikalı-Amerikalılar, Latinolar, Yerli Amerikanlar, Asya ve Pasifik Adalarından gelenler
Şeker ve insülinin diyabetteki rolü
Vücudumuz yediğimiz gıdaların çoğunu şekere dönüştürür. Şeker vücudumuzun yapması gereken işleri yapmak için gerek duyduğu enerjiyi sağlar. Pankreas tarafından üretilen insülin bir sinyal göndererek vücut hücrelerine kandan gelen şekerin girişine izin vermesini söyler. Hücrelere giren şeker vücudumuz için gereken enerjiyi temin eder. Tip 2 diyabet hastalığında, vücudumuz şekeri gereken şekilde kullanamaz.
Tip 2 diyabet hastalığı ya vücut yeterli insülin salgılayamadığında ya da hücreler her zaman insülini "dinlemeyip" yeterli şeker girişine izin vermediğinde gelişir. Buna "insülin direnci" denir. Her iki durumda da, kanda gerekenden fazla şeker kalır. Kontrol edilmediğinde, kanda çok fazla şeker bulunması diyabet ve ilgili diğer komplikasyonların oluşmasına yol açabilir.

Tip 1 ve tip 2 diyabetlerin tespit edilmesi
Diyabetli 10 hastadan yaklaşık 1'inde, pankreas insülin salgılamayı tamamen bırakmıştır. Bu tip 1 diyabettir. Hiç insülin olmaması, vücudun hücrelerine şeker girişine izin vermesini söyleyecek hiçbir mesajın gönderilmemesi anlamına gelir. Bu durumda, şeker kanın içinde birikerek çoğalır. Tip 1 diyabetin tek tedavi yolu günlük insülin alınmasıdır. Tip 1 diyabet genellikle erken dönemde çocuklarda, ergenlerde ve genç yetişkinlerde ortaya çıkar.
10 diyabetli hastadan geri kalan 9'u pek çok nedenden dolayı meydana gelebilen tip 2 diyabet hastalığına sahiptir. En yaygın sebeplerden biri insülin direncidir. Aslına bakılacak olursa, tip 2 diyabeti olan hastaların %90'ı insüline dirençlidir. Tip 2 diyabeti olan hastalar doğal insülinlerini üretmeye devam eder, fakat vücutları bu insülini uygun bir şekilde kullanmaz. Bu ise vücut hücrelerinin, insülinin gönderdiği ve şeker girişine izin vermelerini istediği mesajları her zaman "dinlemediği" anlamına gelir. Bu durumda şekerin hücrelere girişi zorlaşır ve sonuçta şeker sağlıksız bir şekilde kanda birikip çoğalmaya başlar. Tip 2 diyabet güçlü bir genetik bağlantıya sahiptir - yani "aile içinde dolaşma" eğilimindedir. En sık olarak, 45 yaşın üzerindeki yetişkinlerde görülür.


Sedef 21 1 Aralık 2007 17:44

İnsülin Tedavisi
 
İnsülin enjeksiyonu, halk arasında bilinen aksine, sigara ve alkol gibi bağımlılık ve alışkanlık yapmaz. İnsülinin hayat kurtaran bir ilaç olduğunu ve aslında kendimize enjeksiyon yapmakla daha sağlıklı bir yaşam sürmek için gerekli olanı yaptığımızı hatırlamamız bu fikre alışmamızı kolaylaştırabilir.

İnsülin Nedir?
İnsülinin görevini anlayabilmek için öncelikle vücudumuzun, fonksiyonlarını yerine getirmesi için gerekli olan enerjiyi nasıl sağladığını kısaca bilmemiz gerekir.
Yediğimiz besinler sindirime uğradıktan sonra vücudumuzda bulunan enzimler sayesinde şekere parçalanır. Şeker (gukoz) kan akımı ile vücudun tüm bölümlerine taşınır. Vücudumuzun ana besin kaynağı olan şeker, enerji sağlayabilmek için kandan vücut hücrelerinin (kas hücreleri, yağ hücreleri ve karaciğer hücreleri) içine girmelidir.
İnsülin, vücudumuzda midenin altında ve arka tarafında bulunan pankreas adındaki organın, beta hücrelerinden salgılanan bir hormondur. Kandaki şekerin kandan ayrılarak hücre içine girmesini sağlar. Böylelikle kandaki şeker düzeyi de yükselmemiş olur.

Diabetli olmayan bir insanda her gıda alımı sonrası, pankreas alınan besinlerin enerji haline dönüşmesini sağlamak için insülin üretir. Bu demektir ki tüm insanlar insüline bağımlıdır.
Diabetlilerde ise, pankreas yeterli miktarda insülini üretmez veya üretilen insülin hedef hücreler (kas, yağ ve karaciğer hücreleri) tarafından kullanılmaz. Bu durumda vücudumuz için hayati öneme sahip olan insülini dışarıdan vücudumuza sağlamamız gerekmektedir.
İnsülin şu an için, hap ya da tablet şeklinde kullanılamamaktadır. İnsülin bir enjektörle cilt altına enjekte edilmek üzere sıvı halde bulunmaktadır.
İnsülin enjeksiyonu, halk arasında bilinen aksine, sigara ve alkol gibi bağımlılık ve alışkanlık yapmaz. İnsülinin hayat kurtaran bir ilaç olduğunu ve aslında kendimize enjeksiyon yapmakla daha sağlıklı bir yaşam sürmek için gerekli olanı yaptığımızı hatırlamamız bu fikre alışmamızı kolaylaştırabilir.

İnsülin Tedavisinin Amaçları Nelerdir?

  • Kan şekerini normale getirmek
  • Komplikasyonları önlemek
  • Önlenemeyecek düzeyde komplikasyonlar oluşmuşsa ilerlemeyi durdurmak
  • Çocuklar için büyüme ve gelişmenin normal sınırlar içinde gitmesini sağlamak
  • Hamilelik ve gebelikle ilgili komplikasyonları önlemektir.
İnsülin Tedavi Şemasına göre Uygulama Yöntemleri
Günde bir kez insulin enjeksiyonu: Kan şekeri kontrolü ağızdan şeker düşürücü haplarla istenilen düzeyde sağlanamayan yaşlı, sosyal sorunları olan, yalnız yaşayan, hareket kısıtlılığı olan Tip 2 Diabetlilere önerilen en basit insülin uygulaması yöntemidir.
Günde iki kez insulin enjeksiyonu: Genellikle tek dozun yeterli olmadığı durumlarda Tip 2 Diabetlilere önerilen insülin tedavisidir, sabah ve akşam saatlerinde yaklaşık 12 saat aralıkla olmak üzere günde 2 doz insülin uygulaması yapılır.
Günde 3 veya 4 kez insulin enjeksiyonu: Günümüzde en iyi insülini yerine koyma yöntemi olarak önerilmektedir. Gebe olan Diabetliler, Tip 1 Diabetliler, günlük yaşamı yemek ve aktivite yönünden yoğun ve düzensiz olanlar için en uygun yöntemdir. Bu yöntemle çok iyi bir kan şekeri kontrolü sağlanabilir.

Sürekli subkutan insülin infüzyonu (İnsülin pompa tedavisi)
İnsülin pompası aracılığı ile bazal ve bolus insülin uygulanır. Bolus insülin öğünle alınan karbonhidratların kullanılmasını sağlayarak tokluk kan şekeri yükselmelerini önler. Bazal insülin ise 24 saat boyunca gerek öğün aralarında gerek ise gece boyu kan şekeri kontrolünün sağlanmasından sorumludur. Günde 4 veya daha fazla kez insulin uygulamasının yapılması (Yoğun insulin tedavisi) karbonhidrat sayımı yöntemi ile öğün planlamasının yapılmasını gerektirir.

İnsülin Tedavisinin Yan Etkileri Var mıdır?
İnsülin tedavisinin en önemli yan etkisi kan şekeri düşmesidir (hipoglisemi). Kan şekeri 50 ml/dl'nin altına düştüğü zaman hipoglisemi görülür.
  • Doktorunuza danışmadan insülin dozunda değişiklik yaparsanız,
  • öğün atlarsanız
  • Öğünde almanız gereken miktarlardan daha az miktarda karbonhidrat içeren besin tüketirseniz
  • Diğer günlere kıyasla daha fazla hareketliyseniz veya egzersiz yaparsanız hipoglisemi yaşabilirsiniz.
Hipoglisemi belirtileri
  • terleme,
  • titreme,
  • dikkat dağılması,
  • baş dönmesi,
  • şuur bulanıklığı,
  • bulanık görme,
  • uykudan uyanamamadır.
Hipoglisemi evinizden uzakta, yolculukta veya herhangi bir yerde ve zamanda olabilir. Bu nedenle Diabet kimlik kartınızı mutlaka yanınızda taşıyınız.
Hipoglisemi belirtileri hissedince, her zaman yanınızda, işyerinizde, kullandığınız arabada kesme şeker, toz şeker, meyve suyu, limonata gibi basit karbonhidrat içeren bir besin bulundurunuz.
Aile bireylerinin, arkadaşlarınızın ve yardımcılarınızın hipoglisemi belirtilerinin neler olduğunu ve nasıl tedavi edildiğini öğrenmeleri, sizin için hayati önem taşımaktadır.


AeraCura 12 Ekim 2008 00:52

Çocukluk Döneminde Diyabet ve özellikleri

Diyabet çocukluk çağında görülen kronik hastalıkların başında gelmektedir. Bu çağdaki diyabet vakalarının %98’inden fazlasını İnsüline Bağımlı Diyabet(IDDM) vakaları oluşturur.

Bilindiği gibi IDDM, otoimmün veya Tip 1 diyabet terimleri ile eş anlamlı kulanılmakta ve pankreas beta hücrelerinin harap olduğu kronik otoimmün bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. IDDM genetik yatkınlık zemininde çevresel (kimyasal ve/veya viral) bir faktörün tetik çekici rolüyle başlamaktadır. Genellikle pankreas beta hücrelerinin % 80’i harap olduğunda klinik diyabet bulguları ortaya çıkmaktadır. IDDM prediyabet (klinik diyabet öncesi), klinik diyabet, hastalığın iyileşmediği ancak belirtilerin kaybolduğu dönem ve kronik (süregen) diyabet olmak üzere 4 döneme ayrılarak incelenmektedir. IDDM’e neden olan immünolojik saldırının klinik diyabet bulgularından aylar-yıllar önce başladığı bilinmekte ve son yıllarda hastalığın prediyabet döneminde saptanıp tedavi edilmesi üzerine yoğunlaşılmaktadır.

Çocukluk Döneminde Diyabet Ne Sıklıkla Görülmektedir
IDDM sıklığı bakımından ülkeler (bölgeler) arasında belirgin farklılıklar vardır. 15 yaş altı çocuklarda IDDM sıklığı Japonya’da 2/100.000, Finlandiya’da 43/100.000’dir. IDDM insidansı10-12 yaş (büyük pik) ve 2-3 yaş (küçük pik) arasında artmaktadır. İskandinav ülkelerindeki veriler özellikle 5 yaş altında IDDM sıklığında artma olduğunu göstermektedir. IDDM soğuk bölgelerde ve kış aylarında daha sık görülür.IDDM için ailesel bir eğilim sözkonusu olmakla birlikte bilinen bir genetik geçiş yoktur. Tek yumurta ikizlerinden birisinde IDDM varsa diğerinde olma riski %35, IDDM’li anne veya babanın çocuğunda görülme riski %6, genel popülasyondaki risk % 0.5'dir.
Çoçukuk Döneminde Diyabetin Bulguları
Diyabetli çocuklar genellikle diyabetin klinik semptomları olan çok idrar yapma (poliüri), çok su içme (polidipsi) ve kilo kaybı bulguları ile hekime başvururlar.Bu bulgular olduğunda genellikle tanı güçlüğü çekilmez. Bununla birlikte hastalığın akla gelmemesi veya atipik klinik bulguların görülmesi tanıda gecikmeye neden olabilir. Bazı çocuklar gürültülü bulgularla ve birkaç gün içinde gelişen diyabetik ketoasidoz tablosu ile başvurabilirler. Acil olmayan başvurudaki bulgular şunlardır:
  • Daha önce idrar kaçırmayan çocuklarda enürezis (Gece işemesi) başlaması. Bu bulgu idrar yolu enfeksiyonu veya fazla su içmeye bağlanıp diyabet tanısı gözden kaçırılabilir.
  • Özellikle puberte öncesi kızlarda olmak üzere vaginal kandidiyazis (mantar enfeksiyonu).
  • Kusma (gastroenterite bağlanabilir)
  • Kronik kilo kaybı veya büyümekte olan çocuğun yeterli kilo alamaması.
  • Huzursuzluk ve okul performansında azalma.
  • Tekrarlayan deri enfeksiyonları.
Çocuklarda Diyabet Koması
Diyabetli çocukların %50’si Diyabetik Ketoasidoz adı verilen ağır klinik bulgularla seyredebilir. Zamanında farkedilmeyen ve tedavi edilmeyen diyabetik ketoasidoz vakalarında ölüme yolaçan koma tablosu görülebilir. Çocuklarda ağır diyabetik ketoasidoz aşağıdaki bulgularla seyreder.
  • Ağır dehidratasyon (vücudun susuz kalması)
  • Şok (hızlı nabız atımı, tansiyon düşüklüğü, burun kulak parmak uçları vb. organlarda morarma )
  • İnatçı kusma
  • Vücuttaki sıvının azalmasına rağmen devam eden çok idrar yapma
  • Sıvı kaybına, yağ ve kas dokusu yıkımına bağlı kilo kaybı
  • Ketoasidoza bağlı yanaklarda kızarma
  • Nefeste aseton kokusu
  • Diyabetik ketoasidoza bağlı derin ve hızlı solunum
  • Bilinç bozuklukları
Çocukluk çağında diyabet tedavisi
Çocukluk çağında ketoasidoz dışı IDDM tedavisi başlıca 4 bileşenden oluşmaktadır: 1. Diyabet eğitimi, 2. İnsülin yerine koyma tedavisi, 3. Beslenme planlaması ve 4. Egzersiz. Bu bölümde diyabet eğitimine kısaca değinildikten sonra insülin replasman tedavisi üzerinde durulacaktır. Bu çağdaki IDDM tedavisinin amaçları şunlardır:
  • Ailenin katılımı ile çocuk/adolesan ve ailenin ihtiyaçlarını belirleyerek kişisel diyabet bakım planı hazırlanması
  • Psikososyal destek
  • Vücuttaki insülin ve şeker dengesinin kontrolü
  • Normal büyüme ve gelişmenin sağlanması
Bu amaçlara ulaşabilmek için diyabetli çocukların büyüme ile değişen ihtiyaçlarına duyarlı bir tedavi ekibi tarafından izlenmesi gereklidir. Uluslararası Çocuk ve Adolesan Diyabeti Birliği’nin yönergesine göre diyabet tedavi ekibi aşağıdaki kişilerden oluşmalıdır:
  • Hastanın veya ailenin kendisi
  • Pediatrik endokrinolog veya çocuk/adolesan diyabeti konusunda eğitilmiş pediatrist
  • Diayabet eğitimcisi
  • Diyetisyen
  • Psikolog/sosyal hizmet uzmanı
Diyabet Eğitiminin Önemi
Diyabet eğitimi diyabet tedavisinin en önemli bileşenidir. Yakın zamandaki yayınlar diyabet eğitimine insülin tedavisine eşdeğer bir önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.Bunun nedeni diyabet bakımını, dolayısıyla metabolik kontrolün iyileştirilmesini etkileyen en önemli faktörün hastaların kendi kendine bakım becerileri olduğunun gösterilmesidir. Çok küçük yaştaki çocuklar dışındaki her yaştaki çocukların kendi yaşlarına uygun ihtiyaçları ve problemleri dikkate alınarak eğitilmeleri gereklidir. Bazen yapıldığı gibi ailenin eğitilmesi yeterli görülmemeli, diyabet bakım bilincinin küçük yaşlardan itibaren geliştirilebileceği unutulmamalıdır.

Diyabetli çocuk ve aileleri için uygulanacak bir eğitimde genel olarak aşağıdaki konuların işlenmesi önerilmektedir
  • Diyabetin nedenleri
  • İnsülin saklanması
  • İnsülin enjeksiyon teknikleri
  • Kan şekeri ölçümü
  • İnsülin dozlarının ayarlanması
  • Psikososyal ve aile desteği
  • Hipoglisemi ve tedavisi
  • Hastalıklar sırasında diyabet tedavisinin düzenlenmesi
  • Yolculukta diyabet bakımı
  • Diyabet ve egzersiz
  • Beslenme ilkeleri
  • Doğum kontrolü
  • Alkol ve diyabet
  • Diyabetin komplikasyonları


HerHangiBiri 17 Kasım 2008 11:21

Diyabet testleri
 
2 ek

Bu teste dikkat!


HbA1c, diyabet hastaları için glisemik kontrolü gösteren bir ölçü birimidir. Son 2 - 3 ay içindeki ortalama kan şekeri düzeyini verir. Diyabet hastalarının düzenli aralıklarla HbA1c değerini ölçtürmeleri çok önemlidir.
HbA1c, diyabet hastaları için glisemik kontrolü gösteren bir ölçü birimidir. Kırmızı kan hücrelerinde glukozun bağlı olduğu hemoglobin yüzdesini ifade eder. Hemoglobin kırmızı kan hücrelerinde oksijeni bağlar ve taşınmasını sağlar. Test, 120 gün yaşayan ve daha sonra dalakta parçalanan kırmızı kan hücrelerine dayalıdır.
Kısacası HbA1c son 2 -3 ay içindeki ortalama kan glukozu (kan şekeri) düzeyini verir
.Alıntıdaki Ek 61203

Diyabet hastalarının düzenli aralarla (3 -4 ayda bir) HbA1c değerini ölçtürmeleri tüm yılı takip etmiş olmak açısından önemlidir. Çocukluktan ergenliğe geçiş döneminde ise büyüme hormonu salgılandığından bu dönemde kan glukoz düzeyleri ve iyi bir HbA1c değerini elde etmek daha zordur. HbA1c düzeyinin çok düşük olması durumunda, ortalama kan glukozu düzeyiniz çok düşük olacaktır ve hipoglisemi riski artacaktır dikkatli olun.
HbA1c değerinde yüzde 1’lik azalma ile;

  • Mikrovasüler komplikasyonlar (retinopati, nefropati, nörapati) yüzde 37 azalıyor.
  • Diyabet hastalarında iyi bir glisemik kontrol sağlanamaz ise ortaya çıkan bu problemlerden Nöropati’de el ve ayaklarda çorap veya eldiven tarzında yanma, uyuşma olur. Diyabetik retinopati de vitreus kanaması sonucu retina dekolmanı ve körlük meydana gelebilir. Diyabetik nefropati de ise çeşitli evrelerden sonra böbrek yetmezliği (üremi) meydana gelir.
  • Diyabete bağlı ölümler yüzde 21 azalıyor.
  • Miyokard enfarktüsü yüzde 14 azalıyor.
Diyet veya diyabetik gıdalar nasıl yenilmeli?
Diyabetli olan bireyler diyet veya diyabetik gıdalar konusunda bilinçlenmeli ve mutlaka etiket okuma alışkanlığına sahip olmalı.
Üzerinde ‘diyet veya diyabet için uygundur’ yazılı bir yiyecek herkes için uygun olmayabilir. Örneğin diyet bisküvi içinde şeker yoktur fakat un, yağ ve kalori içermektedir, bu nedenle istediğiniz kadar yiyemezsiniz.
Ancak öğün içinde bazı yiyeceklerle değişim yaparak kullanabilirsiniz. Bu konuyu mutlaka beslenme uzmanınızla görüşün ve içindeki karbonhidrat miktarına göre günlük diyet içinde nasıl kullanacağınızı öğrenin.
Alıntıdaki Ek 61204
Dışarıdan satın almak yerine kendinizde Aspartam ve/veya Asesülfam K içeren tatlandırıcıların toz formu ile reçel, kek, pasta, komposto, muhallebi aşüre hazırlayabilirsiniz.

Kimler diyabet riski taşır?
  • Fazla kilolu iseniz
  • Yakın akrabalarınızda Tip 2 diyabetli olan varsa
  • Tansiyon yüksekliğiniz var ise
  • HDL kolesterol veya trigliserit düzeyleriniz normal değil ise
  • 4 kilo üzerinde çocuk doğurmuş iseniz veya gebelikte çıkan bir diyabetiniz varsa daha genç yaşlarda ve daha sık test yaptırmalısınız.
Alkollü içki içilebilir mi?
Diyabet eğitimi çok iyi olanlar ve iyi glisemi kontrolü sağlayan bireyler alkollü içki içmek isterlerse 1 kadeh şarap veya 1 bardak alkolsüz bira veya fazlaca sulandırılmış viski veya rakı içebilirler. Kilo vermesi gereken tip 2 diyabetlilere, nöropati komplikasyonu oluşmuş diyabetlilere, hipoglisemileri sık olan diyabetlilere, kan trigliserid ve kolesterol düzeyi yüksek olan diyabetlilere alkollü içki içmeleri genelde önerilmez.
Aç karnına alınan alkol ciddi hipoglisemilere yol açar, bu nedenle diyabetlilerin aç karnına alkol almamaları gerekir


HerHangiBiri 9 Aralık 2008 10:01

Biyolojik saat ve diyabet riski arasında bağlantı


Biyolojik saat ve şeker hastalığına yakalanma riski arasında bağlantı olduğu saptandı. Fransa'nın Lille kentindeki Pasteur Enstitüsü'nden Philippe Froguel'in, Londra'daki İmparatorluk Koleji'nden Danimarkalı ve Finlandiyalı bilim adamlarıyla yaptığı araştırma, vücudun biyolojik saatini düzenleyen melatonin hormonunun bağlandığı, alıcı MT2'yi üreten gendeki anormalliklerin kandaki şeker oranını yükselttiğini ve tip 2 diyabete yakalanma riskini yüzde 20'ye kadar arttırtığını gösterdi.
Anormalliklerin aşırı kiloya da neden olabileceğini belirten Froguel, ''kötü uykunun, fazla kilo alımına davetiye çıkardığını, hatta hastaların şeker hastalığının ortaya çıkmasından önce çöktüğünü'' ifade etti.

Bilim adamları, melatonin'in rolüyle ilgili araştırma sonucunun şeker hastalığı ve depresyon arasındaki bağlantıya da ışık tuttuğunu, araştırmanın bu kronik hastalıklara yakalananların daha iyi tedavi edilebilmesine katkıda bulunabileceğini belirtti.
23 bin kişinin katıldığı araştırma, "Nature Genetics" dergisinde yayımlandı.
Hormon salgılarının 24 saatlik ritmler halinde düzenlenmesi, "biyolojik saat" olarak adlandırılıyor. Herhangi bir nedenden ötürü bu döngüde düzensizlik olması da biyolojik saatin şaşırmasına yol açıyor. Melatonin hormonu ise biyoritmi belirliyor ya da etkiliyor. Hormon, kişiden kişiye değişse de, yaklaşık olarak 23:00 ile 05:00 saatleri arasında salgılanıyor.

Kontrolsüz diyabet;
kan şekerini yükselten, damarsal ve sinirsel değişiklikler nedeniyle kalp, böbrek ve göz gibi organlarda hasara yol açan bir hastalık olarak nitelendiriliyor.
Vücudun genel sağlık durumunu etkileyebilen diyabette, ağız sağlığı da olumsuz etkileniyor. Diş Hekimi Doç. Dr. Özen Doğan Onur’un verdiği bilgilere göre; kontrolsüz diyabette tükürük yüksek seviyede şeker içerdiğinden, diş çürüğüne sıkça rastlanıyor. Kontrol altındaki diyabette ise şeker içeren gıda alımı kısıtlandığında tükürükteki şeker seviyesi düşüyor ve çürümeler azalıyor.

İltihaplı diş etleri
Diş etleri sağlığı da diyabetik kontrol ile çok sıkı ilişki halinde. Yüksek kan şekeri seviyesinin kan damarlarında kalınlaşmaya ve tıkanmaya neden olduğu, bilinen bir gerçek. Bu bozukluklar, kan damarlarının oksijen taşıma ve metabolizma artıklarını uzaklaştırma faaliyetlerini zayıflatarak, dokuların beslenmesini olumsuz yönde etkiliyor. Bu durum, diş etlerinin iltihaplanmaya karşı direncini düşürüyor. İltihaplı dişetleri ile diyabeti kontrol altına almak güçleşiyor.

Dişler sallanmaya başlıyor
Bazı bakteriler, şeker olan ortamda daha hızlı gelişiyor. Bu nedenledir ki, tükürüğün yüksek seviyelerde şeker içerdiği hastalarda diş eti iltihapları şiddetleniyor. İltihap, kan şeker seviyelerini yükselten önemli bir etken. Diş etlerinde iltihap engellenemediğinde, olduğu yerde sınırlı kalmıyor, dişlerin etrafındaki alveol kemiğini de yavaş yavaş eriterek dişlerin sallanmasına, diş eti iltihabının şiddetlenmesine, çiğneme sırasında ağrılara ve sonunda dişlerin kaybına yol açıyor. Bu süreç yaşanırken hasta, ağrı ve dişlerde sallanmanın yanı sıra, diş etlerinde kanama ve ağızda kötü koku hissediyor. Bu süreçten kurtulmak için; diyabet kontrol altına alınmalı ve iyi bir ağız bakımı sağlanmalıdır. Ağız sağlığı deyince:
  • Çürüksüz dişler
  • Sağlıklı diş etleri
  • Dişler etrafında yeterli alveol kemiği desteği
  • Sağlıklı ağız mukozası (ağız boşluğunda her yeri kaplayan yumuşak dokular)
  • Yeterli ve kaliteli tükürük akla gelmelidir.
Ağız ve diş bakımı nasıl uygulanmalı?
Tüm bireyler, sabah kahvaltıdan sonra ve akşam yatmadan önce olmak üzere günde en az 2 kez yumuşak bir diş fırçasıyla küçük dairesel hareketler eşliğinde dişlerini 3′er dakika fırçalamalı. Dişler fırçalandıktan sonra diş ipi ile dişlerin araları temizlenmeli ve işlem sonrası ağız su ile çalkalanmalı. Diş ipi, dişler arasına yerleştirilirken diş etine fazla bastırılmamalı. Eğer daha önce hiç diş ipi kullanılmadıysa, kullanımdan sonraki ilk günlerde diş etlerinde ağrı hissedilebiliyor. Ne bu ağrı, ne de diş etlerinde kanama, hastayı diş fırçalamaktan ve diş ipi kullanmaktan alıkoymamalıdır. Hastalar, ağızlarında diyabete bağlı daha başka problemler de yaşayabiliyor. Diyabetli hastalar, tükürüklerindeki şeker nedeniyle ağızda mantar enfeksiyonlarına açıktır. Bu sorunun en basit şekli, dudakların birleşim yerinde çatlak ve kızarıklar halinde kendisini belli ediyor. Sigara kullanımı ve takılıp çıkartılabilen protezlerin bütün gün ağızda taşınması, mantar gelişimini daha da hızlandırabiliyor. Ağızda mantar enfeksiyonunun tedavisinde ilaçlardan faydalanılıyor, sigara kullanımı durduruluyor. Protezlerin temizliğine dikkat ediliyor, geceleri de çıkartılması yoluna gidiliyor.

Diş hekimine gitmeden önce…
Diyabetli hastalar diş hekimine gitmeden bir gün önce mutlaka açlık kan şekeri seviyelerini ölçtürmeli ve bu bilgiyi diş hekimine bildirmeli. Kan şekeri seviyeleriyle ilgili sorulara da doğru yanıtlar vermeli. Unutmayalım ki, kontrolsüz diyabette ve yüksek kan şekeri seviyesinde yara iyileşmesi gecikiyor, iltihaplanmalar şiddetleniyor. Herhangi bir cerrahi müdahaleden önce hastanın kan şekeri seviyesinin 180 mg/dl’nin altında olması isteniyor. Kan şeker seviyesinin 180 mg/dl’nin üzerinde olduğu hastalarda ancak acil enfeksiyon müdahalesi yapılıyor. Çünkü enfeksiyon, kan şekerini daha da yükseltiyor. Bunun dışındaki diğer tüm tedaviler kan şekeri seviyesi düşürülene kadar erteleniyor.

En uygunu sabah saatleri
Diyabetli hastalara diş müdahalesi için en uygun zaman kahvaltıdan sonraki sabah saatleridir. Yapılan tedavi, hastanın beslenme düzenini ve ilaç kullanım saatlerini aksatmamalı. Bazı geniş cerrahi müdahalelerde, hastanın hekimi ile görüşülerek hem beslenmede hem de ilaçların dozunda değişiklik yapılabiliyor. Sağlıklı bir ağız elde edebilmek için hem hastanın hem de hekimin emeğine ihtiyaç var. Kontrollü beslenme, düzenli ilaç kullanımı, ihmal edilmeyen ağız temizliği ve diş hekimi kontrolleriyle, ağız sağlığını korumak ve kendi dişlerimiz ile yaşamak daha kolay ve keyifli olacaktır.


_KleopatrA_ 8 Aralık 2009 16:23

Diyabet bunama riskini artırıyor
 
Yapılan araştırmalar diyabetin bunama riskini yüzde 63 oranında artırdığını gösteriyor. Bu nedenle henüz kesin tedavisi bilinmeyen Alzheimer’da risk faktörlerini düşürmek için öncelikle kan şekerini kontrol altında tutmak gerekiyor.
Dünya genelinde global bir salgın olarak ilerleyen diyabetle ilgili çalışmalar devam ettikçe ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Dikkat çekici araştırmalardan biri de diyabet ve Alzheimer ilişkisi üzerine kurulu. Peki bu iki hastalık arasında nasıl bir bağlantı bulunuyor?

Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner’in verdiği bilgiye göre, kılcal damarlardaki daralmaya bağlı olarak ortaya çıkan damarsal bunama, tüm bunama nedenleri arasında Alzheimer hastalığından sonra ikinci sırada yer alıyor.
Damarsal bunama hastalarında kılcal damarlar tıkandığı için hiçbir klinik belirti vermeden sinsi bir şekilde bellek yitimi gerçekleşiyor. Damarların tıkanmasını sağlayan nedenler arasında ise, damarsal tıkanmanın tüm risk faktörlerinin yanında kan şekeri yüksekliği ve yüksek tansiyon ilk sırada yer alıyor.
Günümüzün tartışması ise damarsal bunamada olduğu gibi aynı risk faktörleri Alzheimer hastalığı içinde geçerli midir?
Yani kan şekeri yüksekliği Alzheimer oluşumuna etki ediyor mu? Alzheimer hastalığının gelişmesinde diyabetin de rol aldığını kabul edenlerin sayısının giderek arttığını söyleyen Prof. Şahiner, “Son yıllarda bu varsayıma yönelik bilimsel araştırma verilerine göre kan şekeri yüksekliği bunama riskini artırmaktadır” diye konuşuyor.
Bilimsel çalışmalar devam etse de henüz diyabetin hangi mekanizmayla bunamayı artırdığı tam olarak bilinmiyor.

Diyabet Alzheimer gelişme hızına da etki ediyor

Son olarak bu ilişkiye yönelik heyecan verici sonuçları olan bir çalışma İsveç Uppsala Üniversitesi’nden 2009 yılı Ağustos ayından yayımlandı. Bu çalışmada uzun süreli glukoz metabolizması, insülin salınımı ve etkinliğini ile Alzheimer hastalığı ve damar tıkanıklığına bağlı bunama ile ilişkisi incelenmiş. Ortaya çıkan ilginç sonuçlara göre; 1990 ile 1995 yılları arasında bunaması olmayan 71 yaşında 1125 erkek bireyde oral glukoz yükleme testi ile birlikte insülin düzeyleri ölçülmüş. Daha sonra bu kişiler 12 yıl boyunca sağlık açısından izlenmiş. Toplam 257 bireyde bunama veya bellek bozuklukları görülmüş. Bu 257 hastanın 81’i Alzheimer, 26’sı damarsal bunama tanısı almış.

Hastaların kan basıncı farkları, vücud kütle indeksleri, kolesterol düzeyleri, sigara içmeleri ve eğitim düzey farklılıkları göz alınarak yapılan hesaplamalar “glukoz yükleme sonrasında düşük insülin salınımı” gösteren hastaların Alzheimer riskinin yükseldiği görülmüş. Damarsal bunama hastalarında bu riskin daha da arttığı görülmüş.
Prof. Dr. Türker Şahiner’in verdiği bilgiye göre, diyabet ve Alzheimerle ilgili bir başka dikkat çekici nokta ise diyabetli kişilerde bellek çok daha hızlı şekilde bozuluyor. Yapılan bir başka araştırmada ise diyabet Alzheimer’a zemin hazırladığı gibi hastalığın seyrini de hızlandırdığına dikkat çekiliyor.

Prof. Dr. Türker Şahiner yakın zamanda yapılan çalışmaların diyabet ve bunama ilişkisini çok net ortaya koyacağını belirterek, “Bu nedenle henüz kesin tedavisi bulanamayan Alzheimer hastalığı için risk faktörlerini düşürmek istiyorsak öncelikle kan şekerimizi kontrol altında tutmalıyız. Böylelikle yakın gelecekte ümit verici tedavi seçeneklerini kullanma şansını yakalayabiliriz.”

Diyabetin Türkiye’de ve dünyada görülme sıklığı

Diyabet, dünya genelinde global bir sağlık sorunu olarak kabul ediliyor. Her geçen gün sıklığının artmasıyla birlikte başka kronik hastalıklara neden olabilmesi hastalığın önemini artırıyor. Yapılan araştırmalar, dünya genelinde150 milyon diyabetlinin bulunduğunu gösterirken, bu sayının 2025 yılında 300 milyonu aşacağı tahmin ediliyor.
Anadolu Sağlık Merkezi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları ve Diyabet Uzmanı Dr. Mithat Bıyıklı, Türk toplumunda diyabet görülme oranının %7.2 olduğu ve diyabetin ortaya çıkmasında çok önemli olan glikoz tolerans bozukluğu yani gizli şekerlilerin oranının ise % 6.7 olduğuna dikkat çekiyor.


Diyabette ulaşılması gereken kan şekeri hedefleri

Kan şeker düzeylerindeki hedefler, tedavide en kısa sürede ulaşılması gereken rakamları yansıtıyor. Kan şekeri değerlerinin uluslararası klavuzlarda belirlenen güvenli aralığa çekilmisi gerektiğini söyleyen Dr. Mithat Bıyıklı, ulaşılması gereken hedefleri şöyle ifade ediyor;
Hastanın gerek laboratuvarda kan testleri kontrollerinde, gerekse evde kendi şeker ölçüm cihazı ile yapacağı ölçümlerde; sabah-öğle-akşam yemeklerinden önce açlık kan şekeri değerinin 80-110 mg/dl arası olması gerekir. Açlık kan şekeri kadar önemli olan, bir başka değer de tokluk kan şekeridir. Yine her üç ana öğüne ait yemeğe başladıktan iki saat sonra bakılan tokluk kan şekerinin 80-140 mg/dl arası olması beklenir.
Diyabet tedavisinde kan şekeri yüksekliği kadar düşüklüğü yani hipoglisemi de önemle üzerinde durulan bir konudur. Kan şekeri ölçümlerinde 80 mg/dl’yi alt sınır kabul ederiz. Sonuçlar 60-80 mg/dl arası değerlerde ise birtakım sorunlara neden olabilecek hipoglisemi riskine karşı tedbir alırız. Hastanın ilaç dozlarını yeniden ayarlarız ve diyetini gözden geçiririz. 60 mg/dl altında hipoglisemi değerleri, riskli değerler olarak kabul edilir ve acil şeker yükseltici tedbirler almayı gerektirir.
Eğer açlık kan şekeri 110 mg/dl’nin, ikinci saat tokluk kan şekeri de 140 mg/dl’nin altındaysa hastanın ‘Hemoglobin A1c’değerlerine bakılır. Kan şekerine ait son ve en önemli hedef olarak kabul edilen A1c’nin önemini hastalara anlatmak için “Bu sizin karne notunuzdur!”diyoruz. Çünkü A1c testi hastanın son üç aylık kan şekeri değerlerin ortalamasını yansıtır. Bir anlamda tedavinin kan şekeri düzeyi açısından başarısını gösteren ‘Hemoglobin A1c’ Testi’nin %6.5 değerinin altında sonuç vermesi beklenir.


Mira 23 Haziran 2011 16:47

Şeker Hastalığı
Vücutta karbonhidrat (şeker) metabolizmasının bozulması sonucu kan ve idrarda glikoz miktarının artması şeklinde görülen hastalık. Şeker hastalığının esası vücut için, protein ve yağlarla birlikte önemli bir enerji kaynağı olan glikozun kullanılmasında görülen bozukluktur. Bu bozukluk, hipofizin fazla çalışmasından, hipertiroidden, ensülin-pankreas yetersizliğinden ortaya çıkar. Ayrıca soyaçekme ve aşırı beslenmeden de kaynaklanabilir. Hastalık şu şekilde gelişir: Hücrelerde glikoz yakılması azalınca, vücutta kan şekerini ayarlayan mekanizma kana daha fazla glikoz verir. Böylece, normal şartlarda 100 ml. kanda 70-110 mg. olan şeker, 300 mg.'a hatta 500'e çıkabilir. Kandaki glikoz miktarının bu şekilde aşırı derecede artmasıyla idrardaki şeker de yükselir. Normal durumda idrarda 1 lt.'de 1,3 gr. şeker bulunurken şiddetli durumlarda bu 100 gr.'a kadar çıkar.

İdrar içinde şeker derişiminin artması vücudu, bunu sulandırmak için fazla idrar üretmeye zorlar. Fazla idrar çıkarılmasıyla birlikte vücuttan tuz kaybı da olur. Bunun sonucunda hasta halsiz düşmekle birlikte iştahı açılır ve çok su içmeye başlar, ancak vücut zayıflamaya devam eder. Glikozun yakılmaması vücuttaki yağ ve proteinlerin yakılmasına yol açar ve vücutta keton maddeleri çoğalır. Keton maddelerinin çoğalması komaya neden olur. Hafif şeker ile ağır şeker hastalığı arasındaki fark, glikoz metabolizmasının bozukluk derecesine bağlıdır. Şekerli (diyabetik) hastada enfeksiyonlu hastalıklara karşı direnç azalır, atardamar bozuklukları görülür. Hastalığın tedavisinde, hastanın durumuna, kan ve idrar tahlillerine göre çok sıkı bir gıda rejimi uygulanır. İlâç olarak ensülin ve sülfamitler kullanılır.

Diyabetin Nedenleri
İnsülinin az salgılanmasının birçok bilinen nedeni var­dır. İnsanlar bu nedenlerden bir veya birkaçından dolayı diyabet olabilirler. Halk arasında diyabete yol açtığına ina­nılan pek çok neden varsa da, bunların herhangi bir bilim­sel dayanağı yoktur.

Genetik faktörler
Tek yumurta ikizlerini ve diyabetli kişilerin soyağaçla-nnı inceleyen araştırmacılar, her iki diyabet tipi için de ka­lıtımın önemli bir etken olduğu sonucuna varmışlardır. Tip 1 diyabette, ikizlerden birinde diyabet varsa, diğerinde de görülme riskinin % 50 olduğu belirlenmiştir. Diyabetli ana-babanın çocukları için ise bu ihtimal % 5′tir. Tip 2 diyabet­te, tek yumurta ikizlerinin birinde hastalık görülmesi duru­munda diğerinin de diyabet olma ihtimali neredeyse % 100′dür.

Diyabetin kalıtımsal olarak kime geçeceğini tahmin et­mek oldukça zordur ancak genel nüfusun içinde, diyabete yakalanma eğiliminin çok yüksek olduğu düşünülen aile sayısı epeyce azdır. Bilim adamlan diyabete neden olduğu düşünülen birkaç gen belirlemişlerdir. Aile bireylerini teste tâbi tutarak diyabete yakalanma risklerini belirlemek mümkün olabilir.
Söz konusu genleri tespit etmek çoğunlukla zordur ve bu durum, sadece tek genin etkili olduğu hastalıklardan farklıdır. Bu nedenle anne ya da babanızın diyabeti olsa dahi, bunun mutlaka sizde de görüleceği söylenemez. Aynı şekilde sizde diyabet varsa da, çocuklarınızda görülmeyebilir.
Diyabetin ortaya çıkması konusunda, kalıtımın dışında etkili olan başka faktörlerin de bulunduğu açıktır.

Enfeksiyon
Tip 1 diyabetin çocuklarda ve gençlerde, yılın öksürük ve soğuk algınlığının yaygın olduğu dönemlerinde ortaya çıktığı bir süredir bilinen bir gerçektir. Kabakulak ve Cox-sackie gibi bazı virüslerin pankreası tahrip ederek diyabe­te neden olduğu bilinmektedir. Ancak doktorların diyabeti belli bir enfeksiyona bağladıkları nadiren görülür. Bunun açıklaması, enfeksiyonun ancak yıllar sonra gün ışığına çı­kan bir süreci başlatmış olmasıdır.

Çevresel faktörler
Tip 2 diyabeti olanlar genelde aşın kilolu ve dengesiz beslenme düzenine sahip kişilerdir. Diyabet riskinin düşük olduğu bir ülkeden yüksek olan bir ülkeye taşınan kişile­rin, yeni taşındıkları ülkedeki insanlar kadar risk altında olmaları şaşırtıcıdır. Yaşam tarzında meydana gelen ani değişiklikler de diyabete yakalanma riskini arttırmaktadır.
Topraklannda fosfat bulununca zenginleşen Pasifik adalarından Nauru halkı bunun güzel bir örneğini teşkil et­mektedir. Zenginleşen adalılann yeme alışkanlıkları bir­denbire değişmiş; halk çok fazla kilo almış ve diyabete da­ha eğilimli hale gelmiştir.
Tüm bunlar, beslenme biçimi, çevre ve diyabet arasın­da önemli bağlantılar olduğunu gösterir. Ne var ki, diyabet riskiyle kişinin şeker ve tatlı tüketimi arasında kesin bir bağlantı bulunmamaktadır.

İkincil diyabet
Diğer pankreas hastalıklanndan dolayı diyabet olan az sayıda insan bulunmaktadır. Örneğin, pankreasın iltihap­lanması sonucunda ortaya çıkan pankreatit, salgı bezinin büyük bir bölümünü tahrip ettiği için diyabete neden ola­bilir. Cushing sendromu2 veya akromegali3 gibi hormonal hastalıklan olanlarda da ana hastalığın bir yan etkisi ola­rak diyabet oluşabilir. Aynı zamanda, fazla alkol tüketi­minden ötürü pankreasın zarar görmesi durumunda da di­yabet ortaya çıkabilir.

Stres
Birçok insan, diyabetin başlamasını başka bir hastalık veya kaza gibi stres verici bir olaya bağlasa da, stres ile di­yabet arasında doğrudan bir ilişki olduğunu kanıtlamak zordur. Böyle düşünülmesinin nedeni, insanların stresli dönemlerinde doktora gittikleri zamanda diyabet oldukla­rını öğrenmeleri olabilir.


LaDyGaGa 1 Ocak 2012 16:39

Diyabette diyet
 
Şeker hastalarına şekerli ve unlu yiyeceklerle kızartmaların yanı sıra, asitli ve kafeinli içecekler de yasak… Harvard Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre; her gün kahve içen şeker hastalarının kan şekeri seviyelerinde problem olabiliyor. Kafein, özellikle diyabetli hastalara zarar veriyor ve glikoz seviyelerinin kontrol altına alınmasını güçleştiriyor.
Diyet diyabet tedavisinin en önemli basamağıdır. Diyabet diyeti yasaklar listesi değildir. Dengeli bir beslenmedir. Diyabet diyetinde besin ögeleri dengeli olarak yer almalıdır. Standart yani her diyabetli için aynı olan bir diyet listesi yoktur.

Diyabette diyet


Diyabette diyet; hastanın diyabetinin tipine yani Tip I veya Tip II oluşuna, yaşına, kilosuna, yüksek tansiyon, damar sertliği gibi durumların olup olmamasına, kullanılan ilaçlara göre düzenlenmelidir.
Son yıllarda diyabet diyeti oldukça esnek, serbest ve kişisel özelliklere göre düzenlenmektedir. Diyet açlık demek değildir, sık sık ve az az yenerek kan şekeri dengede tutulmaya çalışılır uzun süre aç kalmak ya da diyette önerilenden daha fazla yemek, kan şekerini yükseltir. Sık sık acıkmak şeker düşüklüğüne bağlı olabileceği gibi yüksek şekere de bağlı olabilir. Et hariç tüm yiyeceklerde şeker vardır, diyette önemli olan şeker yememek değildir, çünkü şeker en önemli enerji kaynağımızdır, önemli olan bazı şekerleri yememektir.(Kesme şeker ve üzüm.) Yiyeceklerdeki besin ögeleri ve kan şekerine olan etkilerinin bilinmesi sağlıklı diyet düzenleme yönünden önemlidir.
Besin ögeleri
  • Karbonhidratlar
  • Proteinler
  • Yağlar
  • Mineraller ve vitaminlerdir.
Karbonhidratlar sağlıklı besin seçiminde kan şekerine olan etkisi yönünden en önemli yiyeceklerdir. Karbonhidratlar basit ve bileşik yapıda bulunur. Bileşik olanlar en çok nişastada ve nişasta içeren besinlerde örneğin; patates, pirinç ve unlu gıdalarda (makarna, ekmek…) bulunur.
Basit şekerler yani daha kolay emilen şekerler ise kesme şeker, süt, meyve, bal, reçel, marmelat, çikolata, biradadır. Üzüm, incir muz gibi meyvalar şekerden oldukça zengin olduğundan ve basit şekerleri içerdiğinden diyabet diyetinde kısıtlı olarak yer alırlar. Basit şekerli yiyecekler süratle barsaklardan emildiği için kan şekerini çabucak yükseltirler. Tip II şekeri olanlarda vücudun insülin yapımı ve gıdalardan emilen şekere insülin cevabı yavaşlamış olduğu için yükselen bu şekeri hemen düşüremez. Sonuç olarak basit şeker içeren yiyecekler diyabet diyetinde iyice kısıtlanmalıdır.

Nişasta ve bileşik yapıda şeker içerenler ise bağırsakta önce basit şekere yani glikoza parçalanıp emilecekleri için emilimleri yavaş olur. Kan şekerini daha yavaş yükseltirler. O halde bu tür yiyecekleri diyabetikler yiyebilirler. Bunlar taze sebzeler, bazı meyveler ve baklagillerdir. Kan şekerinin çabuk ve çok yükselmesini önleyen yani iyi yönde yardım eden diğer bir madde besinlerdeki lifdir . Lifler bağırsakta şekerin emilimini yavaşlatırlar. Lifi fazlaca içeren yiyecekler siyah ekmek, (çavdar, yulaf, kepekli ekmek, kepekli makarna) kepekli tahıl ürünleri ve taze sebzeler ve meyvelerdir. Unutmayın, çok yemek ve diyette izin verilmeyenleri yemek kan şekerinin çok yükselmesi demektir.

Proteinler vücudun yapı taşıdır. Ette, balıkta ve tavukta, peynirde, kuru baklagillerde bulunur. Et, kan şekerini doğrudan yükseltmez ama 2 yönden dikkate alınmalıdır. Son araştırmalar, fazla proteinin böbreklerde aşırı çalışmaya neden olabildiğini ve diyabete bağlı böbrek bozukluğunu hızlandırabileceğini gösterilmiştir. Ayrıca, fazla miktarda (örneğin günde vücut ağırlığının kilogramı için 2.2 gramdan fazla) yenen et, etin enerji kaynağı olarak kullanılamamasına sonuç olarak da vücutta yıkım olaylarının artmasına neden olur.

Yağlar doğrudan yağ olarak, margarin, tereyağ ve sıvı yağlarda; yiyeceklerde ise etlerde, süt ve süt ürünlerinde bulunur. Yağlar çok kalorilidir. 1 gramı 9 kalori verir. Şişmanlarda diyetteki yağ miktarı mutlaka kısıtlanmalıdır. Katı ve hayvansal yağlar içerdikleri kolesterol fazlası nedeni ile damar sertliğini arttırdıklarından tüketilmesi önerilmez. Yağlar, kan şekerini yükseltmez ama şişmanlığı arttırdığı için diyabet tedavisini zorlaştırırlar. Salatalara az miktarda bitkisel yağ ve limon konabilir. Yiyecekleri pişirmek de yağ içeriği yönünden önemlidir. Besinleri kızartırken yağ kullanıldığından, diyette serbest miktarda yenebilen yiyeceklerin bile kalori içeriği artar. Bunun yerine haşlama, fırında pişirme, buğulama tercih edilmelidir.
Tuz alımında kısıtlama, eğer diyabetlide şişmanlık , böbrek bozukluğu veya yüksek tansiyon yoksa pek gerekmez.

Günlük beslenme planı nasıl yapılır?


Günlük beslenme planınızda yer alan yiyecekleri 6 grupta topluyoruz. Bunların dengeli beslenme planındaki miktarı önemlidir. Besinlerin gruplanması yiyeceklerin değişim listeleri şeklinde değişik ve esnek olarak kullanılabilmesine yardımcı olur.Örneğin her değişim grubundaki yiyeceklerden eşdeğer birimi kadar yenebilir.Örneğin süt grubundan 1 bardak süt yerine 1bardak yoğurt yenebilir.Benzer şekilde et grubundan 1 birim olan 1 köfte yerine 1 küçük boy pirzola veya 1 yumurta veya 1 sosis yenebilir. Besin grupları ve pratikte kullanılan birim ölçüleri şöyledir:
  • Ekmek ve nişasta grubu
  • Et ve kuru baklagil grubu
  • Süt grubu
  • Sebze grubu
  • Meyve grubu
  • Yağ grubu
1. Süt değişimi: Süt ve süt ürünleri bu grupta yer alır. 1 su bardağı süt (yaklaşık 250 gram) 1 su bardağı yoğurdun kalorisine eşdeğerdir, yaklaşık 150 kaloridir ve 1 süt değişim birimidir. Yağı alınmış süt ve yoğurdun kalorisi daha azdır.
2. Et değişimi: Et grubunun kalori içeriği içindeki yağ miktarına bağlıdır. 30 gramlık yağsız et örneğin 1 köfte, 1 birim ete eşdeğerdir, 70 kalori içerir. Bunun yerine aynı miktar tavuk, balık, yağsız biftek, 40 gram peynir, balık, yağsız 1 dilim salam veya 1 sosis yiyebilirsiniz.
3. Ekmek değişimi: ekmek, unlu diğer yiyecekler (galeta, bisküvi, tarhana, makarna, şehriye), pirinç bulgur, patates, mısır bu grupta yer alır. 30 gram'lık 1 dilim ekmek 15 g karbonhidrat ve 80 kalori içerir ve bir ekmek değişim birimidir. Bunun yerine küçük patates veya 4 adet kraker (diyet etimek) veya 1 kase sebze çorbası veya 1 kase tarhana çorbası veya 2 -3 yemek kaşığı pirinç pilavı veya 3 kaşık makarna veya 1 su bardağı yağsız patlamış mısır yiyebilirsiniz.
4. Sebze değişimi: Yeşil yapraklı sebzeler, kuşkonmaz, domates, salatalık, turp bu grupta yer alır. Kıvırcık salata, marul, hıyar, kırmızı turp serbest olarak yenebilir. Orta boy bir domates,10 adet sivri biber, 1 sebze birimidir. 1 sebze birimi 30 kalori vermektedir. Sebzeler çiğ ya da pişmiş olarak yenebilir, etli olarak pişirilirse ayrıca yağ konmamalıdır, içindeki et miktarına göre et değişim listesinden azaltma yapılmalıdır.

5. Meyva değişimi: Taze meyvalar C vitamini ve posadan zengindir. Muz, kayısı, portakal, elma potasyumdan zengindir. Meyvalardaki bu posa, bağırsaklardan şekerin emilimini yavaşlattığından kan şekerini çabuk yükselmesini önler, yağların da emilimini azalttığından, kan yağlarının yükselmesini önler. 1 meyva değişim biriminde 15 gram karbonhidrat ve 60 kalori bulunur. Meyvaların anlatılan iyi etkilerinden yararlanabilmek için meyva suyu yerine çiğ olarak kabuğu ile yenmeleri gereklidir. Meyvalardaki şeker oranı fazla olmamakla beraber sınırsız yenmeleri de önerilmez. Küçük boy elma, portakal, armut, 1 dilim karpuz verilebilir. Üzüm, incir, muz gibi meyvalardaki şeker oranı oldukça fazla olduğundan ve basit şeker olduğundan bu meyvalar oldukça kısıtlı olarak yenmelidir.
6. Yağ değişimi: 1 gram yağ 9 kalori vermektedir. Tereyağ, margarin, krema, mayonez, tüm sıvı yağlar, zeytin bu grupta yer alır. 1 yağ değişimi 45 kalori sağlar.1 tatlı kaşığı yağ 1 birimdir. Beslenme planında yağlar 2 yönden önem taşır:
  • Yağlar kalorijen olduğu için kilo azaltmaya yönelik diyetlerde her tür yağ azaltılmalı, derisiz tavuketi, balık eti gibi yağsız etler, yağı azaltılmış süt, az yağlı peynir tercih edilmelidir.
  • Yağlardaki doymamış yağ asidi miktarı damar sertliği oluşumunu engellediğinden diyette yeterli oranda yer almalıdır.
  • Yağlar
  • Mineraller ve vitaminlerdir.
Zeytinyağı, ayçiçek yağı gibi bitkisel yağlar doymamış yağ asitlerini içerdiği için kan kolesterolünü yükseltmezler. Tereyağı, et yağı, margarinler ise doymuş yağ asitlerini taşıdığı için damar sertliği yönünden önemli olan kolesterol ve trigliseritleri yükseltirler.

Diyabet tiplerine göre diyet özellikleri


Tip I iseniz, insülin kullanıyorsanız bilmeniz gereken önemli nokta yemek öğünleri ile insülin yapma zamanlarını ayarlamaktır. Çocuklarda ve büyüme yaşındaki hastalarda kalori kısıtlaması önemli değildir. Çocuğun yaşına ve günlük ihtiyacına göre düzenlenmelidir.
Eğer şekeriniz 40 yaşından sonra ortaya çıkmışsa ve şişmansanız mutlaka kilo vermelisiniz. Yağlardan, özellikle katı ve hayvansal kaynaklı yağlardan kaçınmalı, alkolden iyice uzaklaşmalısınız.
Sıvı yağlar bileşim yönünden faydalı olmasına rağmen kalori yönünden katı yağlarla aynıdır.
Alkol ise 1 gramı 7 kalori içerdiğinden şekerlerden ve proteinlerden daha fazla kalorilidir. Ayrıca bazı şeker düşürücü ilaçlar alkolle beraber alındığında vücutta yaygın kızarıklık, özellikle yüz bölgesinde yanma hissi ve çarpıntı belirtilerine yol açabilmektedir, ayrıca kan şekerini gereğinden fazla düşürerek düşük şeker belirtilerinin de ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bunların yanında, taze sebzeler hem içerdikleri kalorinin az oluşu hem de vitamin ve lif yönünden zengin olduğundan serbest yenilebilir.

Yapay tatlandırıcılar


Çay şekerinin diyabetlinin diyetinde iyice kısıtlanmasından sonra şeker tadı veren maddeler kullanılmaya başlanmıştır. Bunlara tatlandırıcı denir ve 2 grupta toplanır:
  1. Kalorili tatlandırıcılar: Bunların enerji değeri vardır. Fazla miktarda alındıklarında kan şekerini yükseltirler. Bunlardan meyve şekeri (fruktoz) balda ve meyvede bulunur. Kek, pasta yapımında kullanılan tatlandırıcılar fruktozdur. Sorbitol de tatlandırıcı olarak kullanılır. Sorbitol ısıya dayanıklıdır,pişirilmekle tadı kaybolmaz veya acılaşmaz, ayrıca, kıvam arttırıcı özellikleri olduğundan reçel, marmelat gibi tatlıların ve cikletlerin yapımı için uygundur. Ancak fazla alındığında (günde 50-60 gr'ın üzeri) ishal yapabilmektedir.
  2. Kalori içermeyen tatlandırıcılar: Bunlar, günlük kullanılan miktarlarda kalorijen değildirler. Sakarin, Sıklamat, Aspartam bu gruptadır. Sakarin, çay şekerinden 300 kat daha tatlıdır. Ağızda metalik bir tad bırakmaktadır. Yemeklerle birlikte pişirildiğinde bu acı tad artar. Sakarin günlük kullanımdaki dozları ile (örneğin 15-20 tablet) emniyetle kullanılabilir. Aspartam bir aminoasittir. Şekerden 180 kat daha tatlıdır. Günlük dozlarda (15-20 tablet) zararlı yan etkisi yoktur. Diyet kola ve cikletlerin tatlandırılmasında kullanılmaktadır. Ağızda metalik tad bırakmaz. Fenilketonüri denen doğumsal hastalığın varlığında kullanılmamalıdır.
Tatlandırıcılarla ilgili önemli bir nokta da enerji veren tatlandırıcılarla (fruktoz, sorbitol) yapılmış bal, reçel, çikolata gibi yiyeceklerin masum olmadığının bilinmesidir. Diyabetliler için yapıldığı bildirilen bu ürünler sınırsız olarak tüketilmemelidir.


nötrino 16 Ocak 2017 23:20

2. Tür Diyabet ile Şizofreni Arasındaki Bağlantı!


Antipsikotik ilaçların tip 2 diyabet tehlikesini artırdığı biliniyor, fakat, aralarında yetersiz beslenme ve egzersiz noksanlığının da bulunduğu diğer şeyler, şizofren insanları hastalığa karşı özellikle elverişli hale getiriyor. Ancak, yapılan son çalışma, şizofreni sahibi insanlarda bu etmenleri hesaba kattığımız zaman bile diyabet geliştirme tehlikesinin yüksek kaldığını gösteriyor.

Uzun vadeli şizofreni sahibi insanların diyabet sahibi olması, genel nüfusa göre üç kat daha muhtemel. Şizofreni ile diyabet arasındaki bağlantı, ilk olarak 19'uncu yüzyılda kurulmuştu. Bu durum, antipsikotik ilaçların kullanımından çok uzun zaman önce ve beslenme düzenlerinin diyabete neden olmasının daha az muhtemel olduğu bir çağda meydana gelmişti. İlgili durum ise şizofreni ile diyabet arasında ettirgen bir bağlantının bulunduğunu akla getirebilir.

Yapılan çalışma ile, şizofreninin başlangıç aşamasında olduğu insanlarda diyabet tehlikesinin önceden yüksek olup olmadığı araştırıldı yani, bu insanlar antipsikotik ilaçları almaya başlamadan önce veya onları henüz almaya başladıkları zaman. Erken şizofreni ile düşük miktarda antipsikotik ilaç tedavisi reçetesi yazılan veya hiç yazılmayan insanlardan alınan kan örneklerindeki diyabet tehlikesi bulgularını incelemiş olan birden çok çalışmanın verisi birleştirildi. Diyabet, yüksek haldeki kan glikozu ile belli olur. Kandaki glikoz seviyesi ne kadar yüksekse, diyabet tehlikesi de o kadar fazladır.

Şizofreni sahibi insanların, sağlıklı insanlar ile karşılaştırıldıklarında, kanlarında daha yüksek glikoz seviyeleri bulunduğu gösterildi. Ayrıca insülin seviyelerine de bakıldı. İnsülin, glikozun kandan dokuya hareket edişini tetikleyen bir hormondur. Yükselen insülin seviyeleri, 2. tür diyabet insanlarda görülür. Yapılan çalışmayla erken şizofreni sahibi insanlarda, daha yüksek insülin seviyeleri bulunduğu ve insülin direnci seviyelerinin artmış halde olduğu gösterildi.

Şizofreninin Diyabette Doğrudan Bir İşleve Sahip Olduğunun İşaretleri!


Bu sonuçlar, yaptığımız çözümlemeyi, şizofreni sahibi insanların sağlıklı kontrol grubuyla birlikte beslenme düzenleri, yaptıkları egzersiz miktarı ve etnik arka planları bakımından karşılaştırıldığı çalışmalara sınırladığımız zaman bile istatistiksel olarak önemli kalmışlardı. Bu durum, elde ettiğimiz sonuçların, iki grup arasında bulunan yaşam şekli etmenleri veya etnisitedeki farklılıklar tarafından büsbütün yönlendirilmediğini ve bu yüzden, diyabet tehlikesinin artışında doğrudan bir şizofreni rolüne işaret edebileceğini öne sürüyor.

İki durumun da gelişme ihtimalini artırabilen farklı etmenler var. Bunlar arasında genetik bir tehlikenin paylaşılması ile birlikte, gelişimsel tehlike etmenlerinin de paylaşılması bulunuyor. Örneğin, erken doğum ve düşük doğum ağırlığı, hayatın sonraki dönemlerinde hem şizofreni hem de diyabet gelişimi için tehlike etmenleri olarak tanımlanmışlardır. Stres hormonu kortizol seviyelerinin artışı da diyabet için bir tehlike etmenidir. Şizofreni gelişimiyle bağlantılı olan ve kortizol seviyelerini artıran stresin, daha yüksek diyabet tehlikesine katkıda bulunabilmesi de muhtemeldir. Bu bulgular, diyabet ile şizofreni arasındaki bağlantıyı yeniden düşünmeye ve önlemeye dair bir uyarı alarmıdır. Bu durum zihni ve vücudu, doğrudan başlangıçta tedavi etme olayı olarak görülebilir.

Kaynak: The Conversation (15 Ocak 2017)


IrResistibLe 19 Ocak 2017 01:46

Şekerin Zararları


Şeker Tüketiminin Yan Etkisi

1. Şeker Kalbe Zarar Verir


Fazladan şeker tüketimi kalp hastalıklarına yakalanma riskini artırır.
Elde edilen verilere göre şeker kalbin pompalama mekanizmasını etkilemekte ve kalpte arıza riskini artırmaktadır. Şeker temel olarak kalp krizinden sorumlu kötü kolesterolü ve trigliseridleri (bir çeşit yağ asidi) artırır.

2. Şeker Göbek ve Bel Çevresi Yağlarını Artırır


Günümüzün en önemli sağlık sorunlarından biri obezitedir. Çocuklardaki obezite vücudun belli yerlerindeki yağ birikiminin sonucudur. Bunun bir nedeni fruktoz yüklü içecekler ve meşrubatlardır. Aşırı fruktoz alımı (fakat glikoz alımı değil) öncü yağların olgunlaşmasına neden olur. Bu yağlar bel çevresinde birikerek gelecekteki kalp hastalıklarının ve diyabetin riskini artırır. Şeker ayrıca kilo alımını, yeme arzusunu ve uyuma zorluklarını artırır.

3. Şeker Sessiz Katildir


Obezite her hastalığın öncüsüdür ve obezitenin temel nedeni aşırı şeker tüketimidir. Aşırı fruktoz alımı leptin direncini de artırır. Leptin bize yeterli miktarda yemek aldığımızı bildiren bir hormondur. Buradaki problem ise genellikle beyinden gelen bu sinyali dikkate almayız. Şekerin sessiz katil olarak adlandırılmasının nedeni ise yol açtığı hastalıklara haber vermeden yani belirtiler göstermeden neden olmasıdır.

4. Şeker Bağışıklık Sistemini Zayıflatır


Bağışıklık sistemimiz hastalıklara karşı vücudumuzun en önemli güvenlik mekanizmasıdır. Yüksek miktarda şeker alımı çalışmalara göre bağışıklık sisteminin bakterilere, virüslere, parazitlere ve çeşitli mikroorganizmalara karşı mücadele yeteneğini önemli ölçüde zaafa uğratmaktadır. Bir insanın her yemekte şeker kullandığını varsayarsak bu insanın bağışıklık sistemi her bir günde kapasitesinin yarısı kadar güçle işlevini yerine getirir.

5. Şeker ve Alkol Vücutta Karaciğere Karşı Aynı Toksik Etkiyi Gösterir


Bilim adamları ihtiyaç fazlası alınan fruktoz ve glikozun tıpkı alkol gibi karaciğere aynı zehirleyici etkiyi yapmaktadır. Şeker alkol gibi karaciğer üzeride kronik etkilere yol açmaktadır. Elde edilen verilere göre karaciğer hasarı aşırı kalori ya da kilo artışı olmadan da ortaya çıkabilmektedir.

6. Şeker Kronik Hastalıkların Öncüsüdür


Fazla miktarda ve sürekli şeker tüketimi kandaki insülin miktarını artırır. İnsülin pankreas tarafından kan şekerini artırmak için salgılanan bir hormondur. Şeker ne kadar fazla tüketilirse pankreas o kadar insülin salgılar.

Verilere göre kronik insülin yüksekliği bazı kalp hastalıklarına, kansere, sivilceye, polikistik yumurtalık sendromuna, ve hatta miyopa davetiye çıkarmaktadır. Azalan şeker miktarı insülinin de azalmasına neden olur. İnsülin yüksekliğinin neden olduğu birçok kronik rahatsızlık vardır. Bunlar:
  • Şeker bağışıklık sistemini baskı altına alır.
  • Şeker vücudun mineral dengesini bozar.
  • Hamilelik ve emzirme periyodunda aşırı şeker tüketilirse fetüste kas gelişimi olumsuz etkilenir.
  • Gazlı içeceklerdeki şeker çocukların süt tüketimini engeller.
  • Şeker doku ve hücreleri tahrip eden reaktif oksijen türlerini artırır.
  • Şeker çocuklarda hiperaktiviteyi, gerginliği, konsantrasyon problemlerini ve huysuzluğu artırır.
  • Şeker fazlası zararlı olan trigliserid yağ asidi miktarını artırır.
  • Şeker vücudun bakterilere karşı savaşında direncini artırır.
  • Şeker yumurtalık kanserine neden olabilir.
  • Şeker vücutta krom ve bakır minerali eksikliğine neden olur.
  • Şeker yaşlanmayı hızlandırır.
  • Diş çürümelerini hızlandırır.
  • Vücudun kalsiyum ve magnezyum emilimini güçleştirir.
  • Alkol bağımlılığını tetikler.
  • Yaş ilerledikçe gözleri daha zayıf hale getirir.
  • Dopamin, serotonin ve nöroepinefrin gibi nörotransmitterlerin zamansız salımını sağlayarak vücudun duygusal tepkilerini dengesizleştirir.
  • Çocuklarda adrenalinin daha hızlı salınımına neden olur.
  • Gastrit ve oniki parmak bağırsağı ülserini tetikler.
  • Kandaki E vitaminini azaltır.
  • Periyodontal diş hastalıklarına neden olur.
  • Besin alerjilerine neden olur.
  • Çocuklarda egzama gibi cilt hastalıklarına yol açar.
  • DNA’nın yapısını bozabilir.
  • Hamilelik esnasında kan zehirlenmesine neden olur.
  • Kardiyovasküler hastalıklara zemin hazırlar.
  • Katarakta neden olur.
  • Damar tıkanıklığına neden olur.
  • Düşük yoğunluklu lipoproteinleri (LDL) artırır.
  • Enzimlerin fonksiyonlarını bozar.
  • Pankreasın çalışma düzenini bozar ve kadınlarda pankreas kanserine neden olur.
  • Böbreğin boyutunu artırarak böbrekte patolojik değişikliklere neden olur.


nötrino 1 Nisan 2017 14:08

Şeker Hastalığı Teşhisinde Yeni Yöntem!


Köpekler artık şeker hastalığının da tespit edilmesinde kullanılacak.Kanseri tespit eden köpekler gibi şeker hastalığında da sevimli dostlarımız imdada yetişecek. Öyle ki köpekler, diyabet hastalarının kan şekeri düzeyleri düşmek üzereyken onları uyaracak şekilde eğitilecek. Kan şekeri seviyeleri yükseldiğinde veya düştüğünde vücut metabolizmasında değişiklikler olduğunu, kişinin ter veya nefes kokularının değiştiğini söyleyen uzmanlar, "Örneğin, TİP-1 diyabette kişinin nefesi tırnak cilası gibi kokar. Köpeklerin son derece gelişmiş koku alma duyusu nedeniyle kan şekeri düzeyindeki değişiklikleri algılayabileceği düşünülüyor" dedi. Bristol ve Dundee Üniversitesi araştırmacıları 17 kişiden oluşan çalışmada başarılı sonuçlar alındığını açıkladı. Çalışmada kullanılan tıbbi algılama köpeklerinin ise İngiliz yardım kurumu Medical Detection Dogs tarafından eğitildiği ifade edildi.

Kaynak: aHBR Sağlık (31 Mart 2017)



Saat: 01:58

©2005 - 2025, MsXLabs - MaviKaranlık