Arama

Tarikatlar/Kültler/Mezhepler - Ahilik

Güncelleme: 12 Ekim 2014 Gösterim: 9.405 Cevap: 1
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Ocak 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
AHİLİK

Sponsorlu Bağlantılar
Ahilik, terim olarak füıüvvet prensip ve esas­ları dahilinde, V./XI. yüzyılda Türkistan ve İran'dan Anadolu'ya kadar uzanan bölgeler­de, özellikle ticaret ve sanayi merkezlerinde, daha çok esnaf ve sanatkarları bünyesinde top­layan, onlara destek olan bir teşikatııı adıdır.

Ahi kelimesinin kökü hususunda kesin bir bilgi mevcut değildir. Kökünün arapça "karde­şim" demek olan veya türkçe "cömert" an­lamına gelen akı kelimesi olduğu söylenir. Anadolu dışında fütüvvet prensiplerine bağlı olan kişilere civanmert, ayyaş, felâ (çoğulu ) gibi isimler verilmiştir. Bu isimlerin ha­zan ahî ile eşanlamlı oldukları kabul edilmiş­tir.

Fetihler ve daha başka nedenlerle, doğudan batıya doğru olan Müslüman-Türk göçleri es­nasında çeşitli esnaf ve sanatkâr grupların eko­nomik sarsıntıya maruz kalmadan varlıklarını sürdürebilmeleri, gelişmeleri, sosyal, iktisadî ve ahlâkî yapılarını koruyabilmeleri ahilik sa­yesinde mümkün olmuştur. Moğol istilasın­dan sonra meydana gelen kargaşa döneminde olsun, beylikler döneminde siyasî otoritenin zayıfladığı zamanlarda olsun, ahiliğin çeşitli meslek kollarına mensup kişileri bünyesine alacak şekilde organize olması, Anadolu'nun çeşitli kasaba ve köylerinde, gerek siyasi-ikti-sadi, gerek dinî-askerî problemleri çözmek, teşkilata mensup olsun olmasın bütün halkın huzur ve ahengini sağlamak, çapulculuğu, ön­lemek can ve mal güvenliğini sağlamak, ticarî güvenliği sağlamak, kaliteli ve ucuz mal temi­nini garanti etmek gibi iktisadî, idarî ve sosyal vazifeler ifa etmesine imkân vermiştir.

Alıîfik teşkilatı, başlangıç itibariyle Hz. Muhammed zamanına kadar uzanan, Fütüvvet ör­gütlenmesine dayanır. Abbasî halifesi Nasır Lidinillah'ın (575/1180-622/1225) yeniden teşkilatlandırması sonucu, bütün İslâm miİletleri arasında, yaygınlık kazanan fütüvvet men­supları Anadolu'da ahiler adı altında örgütlen­diler. Daha sonra, Nasır, "Füıüvvetnâmc" adı verilen tüzüklerle bu kurumun esas ve kaidele­rini yeniden düzenledi. Şiî müslümanları da bu organizasyona dahil etmek amacıyla 12 İmam'ı da Fütüvvet silsilesine katlı ve bunu sünııi mutasavvıflara kabul ettirdi. Nasır bu­nun ardından, zamanındaki İslâm devletleri başkanlarına fermanlar yazıp kendilerinden fülüvvct şalvarı giymelerini ve şed (kuşak) bağlamalarını isledi. Bir çok devlet başkanı bu isteğe uydu. Selçuklu hükümdarı I. Gıyasettin Keyhüsrcv de bunlardandı. I. Gıyasettin hocası Mecdüddİn İshak'ı (Sadreddin Kone-vî'nin babası) elçi olarak Bağdat'a göndermiş; Mecdüddİn dönüşünde Muhyiddin b. Arabî ve Evhadüddİn Hamit Kirmânî, Ebu Cafer Yczdanyârî ve Ahî Evran Şeyh Nasuriddin Mahmut gibi bir çok mürşit ve alimi Anado­lu'ya gelirmiş ve dinî-tasavvufî irşadda bulun­malarına imkân sağlamıştır. Ktsa zamanda Anadolu'nun pek çok yerinde Evhadüddinve halifelerinin tekke ve zaviyeleri kuruldu. Mü­ritlerin halktan maddi menfaat taleb etmeleri yasaklandı ve halka yardımda bulunmak, cö­mert davranmak temel prensip olarak kabul edildi. Bu, Türkmenleri iş ve meslek sahibi ol­maya zorlayan bir unsurdu. Onların fütüvvet esasları dahilinde tekke ve zaviyelerde şeyh-mürit bağlan, iş yerlerinde usta-çırak bağları İle bağlanıp bir kuruluş oluşturmaları Anado­lu ahiliğinin esasını ve çekirdeğini oluşturdu. l.Keykavus'un fütüvvel şalvarı giymesi bu teş­kilatı güçlendirdiği gibi, onu merkezi otorite­nin bir parçası haline getirdi. Halifenin danış­manı Şihabiiddİn Suhrcverdİ'nin daha sonra I. Alaeddin (616/1219-634/1236) zamanında elçi olarak Konya'ya gelmesi, bu gelişmeyi da­ha da arttırdı. Söz konusu durum, XIII. yüzyıl ortalarından XIV.yüzyıla kadar devlet otorite­sinde görülen zayıflama karşısında ahî teşkila­tının, şehir hayatında gerektiğinde siyasi rol oynamasına, esnaf birliklerine sızarak onlar­dan destek alması ve onları canlandırmasına, Alp'lerle ilişki kurarak Moğol istilasına karşı Selçuklu devleti yanında mücadeleye girişme­lerine, Anadolu'da büyük devlet adamlarının, müderrislerin, kadıların, şeyhlerin ve tacirle­rin ahilerle sıkı münasebet kurmalarına ve ahî-tîğin en ücra köşelere kadar yayılmasına vesile olmuştur. Seyahatname yazarı İbn Batuta, XIV. yüzyıl ortalarında, Sultan Orhan zama­nında Anadolu'nun pek çok kasaba ve köyle­rinde ahî teşkilat ve zaviyelerine rastladığını, oralarda misafiryabancılan ağırladıklarını, İh­tiyaçlarını giderdiklerini, zorbaları ve kötülük yapanları yok etliklerini ifade eder. (Bu açı­dan da Baü'daki şövalyelik kurumuna benzer bir rol oynamıştır.) Nitekim ahilerin Osmanlı devletinin kuruluşunda da büyük hizmetleri olmuştur. Merkezi otoritenin zayıfladığı dö­nemde askerî ve siyâsî gücünü göstererek yer yer (örneğin Ankara'da) devlet vazifesini üst­lendiklerini, ardından şehri I. Murad'a devret­tiklerini, Osmanlılar savaşta iken bozguncula­ra karşı güvenliği sağladıklarını Bursa'yı Düz­mece Mustafa'nın hücumundan kurtardıkları­nı biliyoruz. Gerçekten de Osmanlılar, daha bağından beri ahileri sadık bir yardımcı olarak görmüşlerdir. Çok zengin ve nüfuzlu bir ahî şeyhi olan Şeyh Edebâlî kızını Osman Gazi'ye verecek kadar onunla yakın ilişki içine girmiş, Orhan Gazi bir ahilik unvanı olan "ihtiyarüd-din" lakabını kullanan, şed kuşanıp kuşatan bir ahî, I. Murad şed kuşanmış ve zamanında­ki teşkilâtın başkanı olmuştur. Ahîler ve der­vişler savaşlarda da padişahların en büyük ve güçlü yardımcıları olduğundan kendilerine ev­latlık vakıflar verilerek teşvik edilmişlerdir.

Osmanlı devleti tam anlamıyle kurulduktan sonra ahîlik esnaf birlikleri ve köy gelenekleri halinde devam etmiştir. Şöyle bir teşkilatlan­ma biçimi vardır:

1) Yiğitlik (teşkilata yeni gi­ren yiğitler),

2) Ahîlik (altı bölüktürler, ilk bö­lüğe ashab-ı tarîk (yol arkadaşları) denirdi,

3-6) Nakipler,

7) Halife,

8) Şeyh (Ahî şeyhi ve bundan evvelkilerin başkanı),

9) Şeyhü'1-me-şâyih (şeyhler şeyhi; çeşitli teşkilatları birbirle­rine bağlayan önemli bir unsurdu).

Osmanh esnaf birliklerinin manevî merkezi Kırşehir'di. Debbağların ve bütün esnafın piri sayılan Ahî Evren'in halifeleri, asırlar boyun­ca Anadolu ve Rumeli esnaf teşkilatlarının birlik ve beraberliğini sağlamışlardır. Bunlara Ahî Baba denir ve her şehirde vekilleri bulu­nurdu. Bursa gibi bazı şehirlerdeki ahî baba vekilliklerini tarikat şeyhleri yapıyordu. Ahî baba vekilleri şehir esnaf birliklerinin temsilci­leri tarafından seçilir, kendilerine Kırşehir'de­ki Ahî Baha'dan İcazetname ve devletten be­rat verilirdi. Bunlar, her yıl veya bir kaç yılda bir bütün ülkeyi dolaşır, gittikleri yerlerde kal­falık, ustalık imtihanları yapar, peştemal kuşa­tırlardı. Çarşı pazarlarda fiat kontrolü yapar­lar, kalitesiz mal üretenlere meslekten çıkar­maya kadar cezalar verirlerdi.

Görevleri, sonraları Sercz gibi bazı bölgeler­de kâhya mütevelliliği gibi esnaf görevlerine dönüştürülen ahiliğin XIX. asır sonuna kadar varlığını sürdürdüğübilinmektedir. Günümüz­de bu gelenek bazı köylerde, özellikle Çankı­rı'da yârân sohbetleri tarzında devam etmek­tedir.

İzzet ER

Son düzenleyen Mira; 12 Ekim 2014 22:26 Sebep: Mesaj içeriği değiştirildi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2010       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ahilik (Ahîlik)

Sponsorlu Bağlantılar
Selçuklu Türkleri'nde, dinî ve millî birliğin muhafazasında, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve Osmanlı insanının yetişmesi ve terbiyesinde büyük hizmetler gören içtimaî (sosyal) bir teşkilat.

Arapça "kardeşim" manâsına gelen ahî ile Türkçe "cömert, eli açık" manâsında olan akı kelimeleri ile yakınlık göstermekte ise de, hangisinden geldiği belli değildir. Her iki kelimeden de gelmesi ihtimal dahilindedir. Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Türklerin, esnaf ve sanatkârlarının birliğini, çalışma esas ve usullerini teşkil eden, sosyo-ekonomik bir Türk kurumudur.

Ahilik, ihtiva ettiği hizmetler bakımından cömertlik, mertlik ve mürüvvet manâlarına gelen fütüvvet teşkilatının daha da gelişmiş bir şekli olarak görülmektedir. Sonraları esnaf ve sanatkârlar birliğine unvan olarak verilmiştir. On birinci asrın ikinci yarısından itibaren Anadoluya girmeye başlayan Müslüman Türkler (Selçuklular), Türkistanda ticaret ve sanayi merkezlerinde yaygın fütüvvet ilkelerini de beraberlerinde getirdiler. Bu ilkeler arasında bilhassa; Müslüman kardeşinin işini görmek, onun yardımında bulunmak, hata ve kusurlarını affedip, husumet ve düşmanlık beslememek, ayıp ve kusurlarını örtmek, kendisini başkasından üstün görmemek, musibete uğrayan düşman bile olsa sevinmemek, başta gelmektedir.

Diğer taraftan Horasan ve Mâverâünnehirdeyken Fahreddin-i Razî, Ahmed Yesevî ve Şihabüddin Sühreverdî gibi büyük âlimlerden ders alan Ahi Evren (1171-1262), daha sonra Anadoluya gelerek, Kayseride yerleşmiş ve halkı irşad vazifesine başlamıştı. Kayseride debbağlık yapıp, elinin emeği ile geçinen Ahi Evren, Türkistandan gelen bilhassa esnaf teşekküllerini bir çatı altında toplayıp teşkilatlandırdı. Fütüvvetnamelerden faydalanarak, teşkilatın bir nevi yönetmeliğini yazdı. İslam ahlâkını esas alan bu yönetmeliği, esnaf ve sanatkârlar arasında tatbik etti. Onlar arasında İslam ahlâkına dayalı bir birlik ve kardeşlik kurdu. Böylece ahilik teşkilatı ortaya çıktı. Diğer taraftan, hocası Evhadüddin Kirmanînin kızı olan hanımı Fatma Bacı da kadınları yetiştirip Baciyan grubunu teşkil etti.

Ahilik teşkilatı sayesinde, Anadoluda Rumlar ile Ermenilerin elinde olan sanat ve ticaret hayatına, zamanla Türkler de katılıp, söz sahibi olmaya başladılar. Ayrıca ahiler, yaptıkları zaviyelerde, Müslüman tüccar ve esnafın ahlaki terbiyesi ile de uğraştılar. Ahi zaviyeleri zamanla memleketin her tarafına yayıldı.

Ahiler, içtimaî hayattaki bu hizmetleri yanında ihtiyaç halinde gazalara ve memleket savunmasına da katıldılar. On üçüncü asrın ilk yıllarında Çinin kuzey-batısında katliamlara başlayan, kısa bir müddet içerisinde dünyanın siyasî haritasını alt üst eden ve Anadoluya doğru yaklaşan Moğol tehlikesine karşı tedbir aldılar. Moğolların önlerinden kaçıp gelenlere kucak açarak, Anadolu insanını, Moğollara karşı gaza aşkı ile doldurarak; cihad yolunda Allahü tealanın rızasından başka bir şey düşünmeyen kimseler olarak yetiştirmeye çalıştılar ve bu insafsız düşman karşısında kahramanca mücadele ettiler.

Nihayet Moğollar, 1243 yılında Kayseriyi muhasara edip, çetin bir muharebe sonunda şehri ele geçirince, binlerce ahiyi şehid ettiler. Anadolunun karışıklıklar içerisinde olduğu bu sırada, Ahi Evreni de Kırşehirde öldürdüler.

Kısaca "sulhta muallim, muharebede asker" olan ve Anadolu nun her tarafına yayılmış bulunan ahiler, gerek Moğol zulmü ve gerekse başka karışıklıklarla sıkılan ve bunalan insanlara, maddî ve manevî güç ve moral vererek Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar Anadoluyu dinî ve millî birlik içinde tutmaya muvaffak oldular.

Bu sırada Söğüt civarında gelişmekte olan Osmanlı Beyliğinin emrine koşan ahilerin bir kısmı, uçlara yerleşip zaviyeler kurdular. Doğudan bu mıntıkaya gelen Türkmenlerin erkeklerini, ahi erkekleri, kadınlarını da Fatıma ******n yetiştirdiği bacıyan grubu terbiye etti. Böylece, üç kıtada altı asır at koşturacak olan, istikbaldeki Osmanlı neslinin temelini attılar.

Bu esnada itibarlı bir ahi olan Şeyh Edebali, Osman Gazi ile yakın münasebetler kurup, kızını ona verdi. Orhan Gazi ve Murad-ı Hüdavendigâr, ahilerden olup, vezirleri Alâeddin ve Çandarlı Kara Halil de ahi idiler. Böylece ahilerden bir kısmı âlim, kadı olarak ilim sahasında, bir kısmı vali ve komutan olarak idarî ve askerî alanda, bir kısmı da ticaret ve sanat alanında hizmet vermeye başladılar. Ahilerin; İslam'ın emri olan, zamanın kıymetini bilmek, disiplinli bir hayata sahip olmak, istişare etmek (karşılıklı danışmak, tartışmak), adil olmak ve adalet esaslarını aşıladıkları küçücük bir aşiret, kısa zamanda büyük bir devlet olmaya başladı.

Zaman zaman devletin yükünü hafifletici hizmetlerde de bulunan ahiler, Bursayı Düzmece Mustafanın hücumundan korudukları gibi, 1360 yılında idareleri altındaki Ankarayı Sultan Birinci Murada teslim ettiler.

Bu hizmetlerine karşılık Osmanlılar, ahilere yardımcı olup hürmet göstererek halkı yetiştirmeleri için teşvikte bulundular. Bu yüzden, daha sonra Birinci Muradın ahilerin başı olduğu ve kendisinden Ahi Murad diye bahsedildiği de bilinmektedir. Osmanlı Devleti kuvvetlenip Anadoluya hakim olduktan sonra, ahiler daha ziyade hayırsever bir cemiyet, bir esnaf teşkilatı şeklinde faaliyetlerini devam ettirdiler.

Ahiler arasında, sanatın okumakla değil, ahinin yetişmesi için, üstattan öğrenmesi şartı getirilip; yamaklık, çıraklık, kalfalık, ustalık, yiğitbaşılık, ahi babalık ve kethüdalık safhalarından geçmesi şartı vardı. Gündüz işinde çalışan ahiler, akşamları kendilerine mahsus binalarda sohbetlere katılırlardı. Böylece ahilerin ahlaki terbiyesi, ihmal edilmezdi.

Ahilerin kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. On dördüncü asır seyyahlarından İbn-i Battuta, üstlerine hırka, başlarına sarık sarılı beyaz yünden bir külah ve ayaklarına mest gibi ayakkabı giydiklerini bildirmektedir. Ahiliğe kabul edilen namzede (adaya), şeyh tarafından şedd-i bend denilen ve ahiliğin nişanı kabul edilen bir kuşak kuşatılırdı. Ahiler kuşaklarında, büyükçe bir bıçak taşırlardı.

Ahilik teşkilatında şu mertebeler bulunurdu:

1) Teşkilata yeni giren yiğitler, 2) Ahi bölükleri (Altı bölük olup ilk üç bölüğe eshab-ı tarik, diğer üçüne de nakib denirdi), 3) Halife, 4) Şeyh, 5) Şeyh-ül-meşayıh.

Ahilerin idare heyeti, her sanat kolunda, kendi azaları arasından seçilmiş beş kişiden meydana geliyordu. Kendilerine, kadı tarafından, seçimden sonra resmi vesika, icazet verilip, icraatları ve neticeleri büyük meclise bildirilirdi. Birlik idare heyeti, her ay üç gün toplanırdı. İdare heyeti, birliğin hazinesi mahiyetinde olan orta sandığını idare ederdi.

Ahilerin kendilerine has merasimleri vardı. Bunlardan bazıları şöyledir:

1. Ananevi Ahi Evren merasimleri: Senelik olup, Ahi Evrenin türbesinin bulunduğu Kırşehirde yapılırdı.

2. Yol atası ve yol kardeşliği merasimi: Ahiliğe girmek talebinde bulunan gençlerin, birliğe kabul edilmesi mahiyetindeki bir merasim olup, zamanla çırak kabul etme merasimi halini aldı.

3. Yol sahibi olma merasimi: Çıraklık müddetini tamamlayanların, kalfalığa yükseltilmesi için yapılan merasimdi.

Ahilerin yönetmeliğine göre, ahinin üç şeyi açık olmalıydı: Eli açık, yani cömert olmalı; kapısı açık, yani misafirperver olmalı; sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeli. Üç şeyi de kapalı olmalıydı: Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalı; kimsenin ayıbını görmemeli; dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli.

Ahilik mensuplarının, takdir edilmelerinin yanında cezalandırıldıkları da olurdu. Fütüvvetnamelerde, şu on sekiz şeyin, ahiyi ahilikten çıkarma sebebi olduğu, ayrıca Cehennemlik yapacağı yazılıdır:

1) Şarap içmek, 2) Zina yapmak, 3) Livata yapmak, 4) Dedikodu ve iftira etmek, 5) Münafıklık etmek 6) Gururlanıp kibirlenmek, 7) Sert ve merhametsiz olmak, 8) Hased etmek, kıskanmak, 9) Kin tutmak, affetmemek, 10) Sözünde durmamak, 11) Kadınlara şehvetle bakmak, 12) Yalan söylemek, 13) Hıyanet etmek, 14) Emanete riayet etmemek, 15) İnsanların aybını örtmeyip, açığa vurmak, 16) Cimrilik etmek, 17) Koğuculuk ve gıybet etmek, 18) Hırsızlık etmek.

Yine ahi yönetmeliği olan fütüvvetnamelere göre; ahi, helalinden kazanmalıdır. Hepsinin bir sanatı olmalıdır. Yoksul ve düşkünlere yardım etmeli, cömert olmalıdır. Alimleri sevmeli, hoş tutmalıdır. Fakirleri sevmeli, alçak gönüllü olmalıdır. Temiz, iyi kimselerle sohbet etmeli, namazını kazaya bırakmamalı, haya sahibi olup, nefsine hakim olmalı, dünyaya düşkün olanlarla düşüp kalkmamalıdır. Bunlar, asırlarca Osmanlı insanının ahlâkının temel taşı olan hasletler hâline geldi.

Osmanlı Devletinin bünyesinde, bu hizmetleri hakkıyla yapmış, sanat ve ticaret hayatını Osmanlının maddi ve manevi yapısına göre düzenlemiş olan ahilik teşkilatı, diğer kıymetli müesseseler gibi, bilhassa İngilizlerin desteklediği Mustafa Reşit Paşa'nın hazırladığı Tanzimat Fermanından sonra, büyük bir sarsıntı geçirmiş ve eski işlevini kaybetmiştir.



Son düzenleyen asla_asla_deme; 12 Aralık 2011 13:49

Benzer Konular

27 Ocak 2007 / asla_asla_deme Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / Mira Din/İlahiyat
4 Temmuz 2011 / ThinkerBeLL Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / BARIŞ Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / BARIŞ Din/İlahiyat