Arama

Sivil İtaatsizlik

Güncelleme: 26 Şubat 2007 Gösterim: 6.280 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sivil İtaatsizlik
“Herkesin suskun olduğu bir cumhuriyette, özgürlüğün varlığı tartışılır.”
Sponsorlu Bağlantılar
Montesquieu
I. Giriş
Sivil itaatsizlik (Civil Disobedience) gibi hukuk devletinde sınır problemi oluşturan bir konudan bahsedebilmek için, öncelikle Hukuk’un tanımını yapmamız gerekmektedir.
Genel olarak kabul gören tanımına göre;
“Hukuk, adalete yönelmiş, toplumsal bir yaşama düzenidir.”
Bu tanımdan hukukun, benzer toplumsal kurallardan ayırt edici fonksiyonlarını çıkartabiliriz.
Hukukun fonksiyonları;
“Adalet”, “Toplumsal İhtiyaçların Karşılanması” ve “Düzen” dir.
Hukuku ancak, bu fonksiyonları bir arada ele alarak tanımlayabildiğimiz halde, her üç fonksiyon aralarında çelişik (antinomik, çatışık) bir ilişkiyi de taşımaktadırlar. Uygulayıcı, bu üç fonksiyon arasında belirli bir denge kurmak zorundadır.
Toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına yönelik her yaklaşım, adaletli ve düzene uygun olmadığı gibi, hukukun, normatif yanını gösteren düzen fonksiyonu da her zaman toplumsal yarara uygun ve adaletli sonuca ulaşmak için yeterli olmayacaktır.
Hukukun fonksiyonları arasındaki bu çelişik ilişki, bizi özellikle düzen fonksiyonu ile adalet ilişkisi açısından ilgilendirmektedir.
Çünkü, sivil itaatsizlik bu noktada ortaya çıkmaktadır.

II. Sivil İtaatsizliğin Tanımı
“Sivil itaatsizlik ya da dörtköşe bir delikte yuvarlak bir çivi olma serbestisi. ”
Sivil itaatsizlik, kavram olarak ilk kez 19. yüzyılda Henry Davit Thoreau tarafından kullanılmıştır.
Bir tanıma göre sivil itaatsizlik;
“Yönetim siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylemdir.”
Diğer bir tanımda ise;
“Hukuk devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir.”
şeklinde ifade edilmektedir.
Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi sivil itaatsizlik kavramı, yasanın özüne itaat çerçevesinde, yasaya itaatsizlik şeklinde bir paradoksu içermektedir.
Sivil itaatsizlik her şeyden önce bir “Siyasi İfade” biçimidir. Kişi, bireysel ya da kitlesel bir davranışla, kural dışı protesto yürüyüşü, açlık grevi yapabilir, işgal eylemine karışabilir, bir parktaki ağaçların kesilmesine karşı çıkabilir, ya da gecekondu yıkımına gelen dozerlerin önüne çıkarak pasif direniş gösterebilir. Demokratik Hukuk Devletinde, siyasi ifadeler ya sistemle bütünleşir, korunur, kurumsallaşır, ya da sistem dışında bırakılır, yasaklanır. Bu kritik çizgiyi belirleyen faktör, her şeyden önce siyasi ifadeye yüklenen “şiddet” unsurudur. Sivil itaatsizlik, şiddet unsurunu taşımayan bir muhalefet tipi, ya da siyasi ifade biçimi olduğu ölçüde sistemin içinde kalan, ama yeni hukuk devleti anlayışında birey olmanın bir ifadesi olarak düşünülmektedir.

III. Sivil İtaatsizliğin Unsurları
Yukarıdaki tanıma bağlı olarak “Sivil İtaatsizlik” kavramının unsurlarını şu şekilde sayabiliriz;
  • Yasaya aykırılık,
  • Şiddet içermeme,
  • Kamuya açık oluş,
  • Hukuk devleti düşüncesine dayalı bir siyasi-ahlâki yönelim,
  • Çiğnenen hukuk normunun yaptırımına katılma ve katlanma tutumudur.
Bu unsurları kısaca ele alacak olursak;
1. Yasaya aykırılık; Yasaya aykırılık ile, bir pozitif hukuk normuna karşı oluş anlaşılmaktadır. Buna göre sivil itaatsizlik, bazı yasaklayıcı kurallara karşı gelmekle (ceza kurallarının, disiplin kurallarının çiğnenmesi gibi) ya da, hukuken buyurulan bir edimi yerine getirmemekle (vergi ödemekten kaçınma gibi) gerçekleşebilir.
Sivil itaatsizlik, doğrudan veya dolaylı olarak ortaya konabilir.
Doğrudan sivil itaatsizlikte, söz konusu pozitif hukuk normuna, bu kuralın getirdiği düzenlemeyi çiğneyerek yapılan bir protesto eylemi ile karşı çıkış sözkonusudur. Bu duruma örnek olarak, ülkemizde frekans ve yayın yapmaya ilişkin yasal düzenleme yapılmadan önceki özel radyo ve televizyon yayınlarını gösterebiliriz.
Dolaylı sivil itaatsizlikte ise, karşı çıkılan hukuk kuralı ile protesto eylemi aynı değildir. İlgili pozitif hukuk metnine aykırı davranılmaksızın bir protesto eylemi sözkonusudur. Örneğin, uluslararası bir askeri anlaşma gereği yerleştirilen uzun menzilli füzelerin kaldırılması için girişilen bir protesto eyleminde, bu anlaşma metninin çiğnenmesi mümkün olmadığından, konuya kamuoyunun dikkatini çekecek, başka bir protesto yapılabilir. Gandi’nin pasif direniş tutumu da dolaylı protestonun tipik örneklerinden biridir.
2. Şiddetsizlik; Şiddet kullanımı diğer protesto biçimlerini sivil itaatsizlikten ayıran en temel özelliklerden birisidir. Sivil itaatsizlik şiddet içermemelidir. Ancak, eylemin yapısı gereği, az da olsa ortaya bir hareketlilik çıkıyorsa; burada temel ölçüt, üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkının ve özgürlüğünün çiğnenmemesidir.
Örneğin, basın özgürlüğünü savunmak için yapılan yolu kapatma veya oturma eyleminde, hastaneye giden yegâne yol kapatılıyorsa; bu artık bir sivil itaatsizlik olarak değerlendirilemez. Ya da öğrenim harçlarının artırılmasını kınamak için öğrencilerin yaptıkları oturma eylemi, bu boyutta kaldığı sürece bir sivil itaatsizliktir. Ancak, kışkırtmaya kapılarak, çevreye zarar verme biçimine dönüştüğü an sivil itaatsizlikten çıkar.
3. Kamuya açıklık;Sivil itaatsizlik kavramının tartışmalı bir diğer unsuru da kamuya açıklıktır.
Sivil itaatsizlik vicdanlarda yatan bir adalet, bir hakkâniyet duygusuna çağrı niteliğinde olduğundan, kamuya açıklık vasfı aranmaktadır. Sadece olaydan mağdur olanın değil, “her insanın böyle bir olguya karşı tepki duyması gerektiği” öngörüsünden hareket etmektedir.
Kişisel çıkar arayışlarının ötesinde, aynı durumdaki herkes için adalete yönelik bir çözüm arayışı olan sivil itaatsizlik, bu yönüyle kamusallığını da ortaya koymaktadır.
4. Hukuk devleti düşüncesine dayalı bir siyasi-ahlâki yönelim; Sivil itaatsizlik, “hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkıştır”. Ancak, sistemin bütününe yönelik genel bir kabul sözkonusudur. Hatta bu o kadar açıktır ki, eylemde bulunan, bu aksayan kural için öngörülen yaptırımı bile kabul etmektedir.
Sivil itaatsizlik, toplumsal-siyasal durum karşısında, yasaya aykırı davranışa zorunlu kılacak, vicdani bir duygu-düşünce sürecidir. Bu vicdani süreç sivil itaatsizliğe götüren süreçtir. Ancak, diğer unsurları taşıyan herhangi bir davranışın sivil itaatsizlik eylemi sayılabilmesi için, hukuk normunun uygulanmasının, ağır bir haksızlığa yol açması koşulu aranmaktadır.
5. Çiğnenen pozitif hukuk normunun yaptırımına katılma ve katlanma tutumu; Şiddet içermeme unsurunda olduğu gibi, bu katlanma tutumu da sivil itaatsizliği, diğer protesto çeşitlerinden ayırmaktadır.
Hukuka bağlılık ana kural olmakla birlikte, sivil itaatsizlik sistem içinde yer alan özgün bir düzenlemeye karşı çıkış şeklinde kendini göstermektedir.
“Aslında sivil itaatsizlik, sistemin değerlerine yönelik bir çağrıdır. Protesto konusu olan somut uygulama, adaletli olmadığı ya da uygun olmadığı için öncelikle sisteme şikayet edilmektedir.”
Sokrates’in, kendisine verilen ölüm cezasına, kendini kurtarma olanaklarını redddetmek bahasına katlanması, bu unsura örnek olarak verilebilir. O, ölüm cezasının haksız oluşunu değil, düşünce özgürlüğünün, sistemin (Atina Sitesi’nin) daha temelli bir unsuru olduğunu vurgulamayı ödevi sayıyordu.

IV. Sivil İtaatsizlik Örnekleri
Sivil itaatsizlik ilk olarak Eski Yunan uygarlığında Socrates ve Antigone olayıyla karşımıza çıkmaktadır. Çağımızda ise, Thoreau, Gandhi ve King sivil itaatsizliğin öncüleri sayılmaktadırlar.
1. Socrates olayı
Sokrates olayı, bir felsefe hocasıyla o günkü Atina yönetiminin özgürlük anlayışları arasındaki çatışmadan doğan bir sivil itaatsizlik eylemidir.
Sokrates’in yargılamasında ortaya çıkan yasaya aykırılık, gençleri baştan çıkarma suçudur. Atina Sitesi’nde esas olan düşünce, sitenin korunması olduğu için gençlerle ilgili düzenlemelere ağır cezalar verilmekteydi. Sokrates’e de bu suçla birlikte ölüm cezası öngörülmüştür. Sokrates savunmasında, kendisine yöneltilen suçun sözkonusu olmadığı gibi, asıl amacının düşünce özgürlüğünün önemini vurgulamak olduğunu söylüyordu. Hatta bunun üstünde o kadar hassasiyetle durmaktaydı ki, sitenin de varlığını koruyabilmesi için en temel ilke olarak, özgür düşünceyi esas alması gerektiğini savunuyordu.
Bu suça bağlı olarak başlangıcından itibaren Sokrates, hiçbir itirazda bulunmaksızın yargılanmaya razı olmuştur. Hatta, ilk aşamada lehine gelişmiş olan durumu tamamen gözardı ederek, savunmasını düşünce özgürlüğüne ilişkin bir söyleve dönüştürmüştür. Yönetim tarafından böyle bir suçun varlığı kabul edilecekse, kendisine verilen ölüm cezasını da hiç itirazsız benimseyeceğini söyleyerek sisteme olan bağlılığını da göstermiştir.
Sokrates’i bu yargılamaya götüren başlangıç aslında Delphoi’li bir kâhinin kendisi için söylediği bir sözden kaynaklanıyordu. Kâhin, Sokrates’in Atina’nın en bilgili insanı olduğunu söylüyordu. Sokrates de başka insanların neyi bilip, neyi bilmediklerini öğrenerek, kendisi için söylenmiş olan bu sözün doğruluğunu araştırıyordu. Bu gerekçe ile başladığı sorgulama ve diyaloglar, onu sözkonusu yargılama sürecine kadar getirmiş ve bir çok düşman sahibi olmasına yol açmıştır. Sokrates aslında, kimsenin bir şey bilmediğini, oysa kendisinin “bir şey bilmediğini bildiğini”, bu nedenle de farklı bir konumda olduğunu mantıken ispatlıyordu. Yerleşik değerleri sorgulamak anlamına gelen bu tutum, Site’de söz sahibi olanları fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bu aynı zamanda mevcut sisteme karşı yöneltilmiş ahlâki ve siyasi nitelikte bir eleştiridir.
Sokrates, kendisine verilmiş olan ölüm cezasının haksızlığını tartışmamaktadır. Gençleri baştan çıkarma suçunun, aslında düşünce özgürlüğüne yönelik bir eylem olduğunu ve Site’nin de olayı bu şekilde değerlendirmesi gerektiğini savunmasına esas yapmıştır.
Sivil itaatsizlik olarak değerlendirilen, sözkonusu suçun işlenmemiş olması ya da cezanın haksız oluşu değil, düşünce özgürlüğü karşısında Sokrates’in takındığı tavırla, Site’nin değerlendirmesi arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
2. Antigone olayı
Tehebai kralı Kreon, Antigone’nin dayısıdır. Antigone’nin erkek kardeşi Polyneikes, dayısına karşı savaşır. Savaşı kaybeden Polyneikes öldürülür. Kreon, kendisine karşı savaşan Polyneikes’in cesedinin gömülmesini yasaklar ve bu yasağa karşı gelenin de ölüm cezasına çarptırılacağını ilân eder. Fakat Antigone bu emri dinlemez. İnsan onuruna aykırı bulduğu bu durumu ortadan kaldırmak için kardeşinin cesedini gömer. Kralın karşısında da bu davranışıyla öğünür. Vicdanının yazılı olmayan sarsılmaz kanunlarını, devletin yüksek menfaatine ve siyasi kanunlarına karşı savunur. Kreon, Antigone’yi ölüme mahkum eder ve Antiogone bu karar infaz edilmeden önce intihar ederek hayatına son verir.
Bu olaydaki sivil itaatsizlik, yönetimin vermiş olduğu karardan çok, insan onuru kavramına Antigone’nin verdiği anlama ilişkin olarak ortaya çıkmaktadır.
Antigone, Kreon’un kardeşine ölüm cezası vermesine ve bunu yerine getirmesine karşı çıkmaksızın, sadece ölünün ortada bırakılmasının insan onuruna aykırı olduğunu savunmaktadır. Suçlu bile olsa ölünün insan onuruna aykırı bir şekilde sergilenmesine razı olmamıştır.
Antigone’nin eyleminde, hiçbir şiddet unsuru bulunmadığı gibi, davranışı nedeniyle verilen cezayı da göze almaktadır.
Antigone’nin bu davranışındaki temel yaklaşım, iki farklı açıdan değerlendirilebilir.
1. Bireyci veya anarşist nitelikte basit bir başkaldırma,
2. Evrensel bir ahlâk yasasının açık ve etkin bir yansıması olan ahlâk bilincinin, vicdanın bir ifadesi.
Devletin, dinin veya partinin kendi ülkülerine bağlı olup olmadıklarını, ancak onlara bağlı olan bu bilinç denetleyebilir. Eğer site, din veya parti kendi ülküsünden ayrılırsa, bilinçli insanın ödevi onlardan ayrılmak; hatta baskı yaparlarsa onlarla savaşmaktır. Antigone’nin tavrındaki bu yapıcı eleştiri haklı bir başkaldırıyı simgelemektedir.
3. Henry David THOREAU (1817 - 1862)
Sivil itaatsizlik kavramını teorik çalışmalarıyla ilk kez ortaya koymuştur. Thoreau’nun, Gandhi ve King’in fikirlerinin oluşmasında büyük etkisi olmuştur.
Thoreau’nun sivil itaatsizlik hakkındaki fikirlerini şu sözleriyle özetleyebiliriz;
“İyi ve kötü üzerinde, çoğunluğun değil, yalnız vicdanların karar verdiği bir hükümet olamaz mı ? Bir yurttaş, vicdanını bir an için dahi olsa yasa koyucunun eline bırakmalı mıdır ? Bırakmalıysa, neden bir vicdanı var. Bana kalırsa önce insan olmalıyız; sonra uyruk. Doğruya olan saygımız ölçüsünde, yasaya saygı beslemeye özenmeliyiz.
Her zaman, ‘halk çoğunluğu yeterince eğitilmiş değildir’ denir. Azınlık, çoğunluktan ne daha akıllıdır, ne de daha iyidir. Çoğunluğun sizin kadar iyi olması pek o kadar önemli de değildir. Binlerce insan, kafaca savaşa ve diğer bütün kötülüklere karşıdırlar. Ancak, bu karşı oluşlarını bir şekilde gösteremezler. Ya da vatandaş olarak sadece oy verir, bu yolda savaşanlara sadece yolun açık olsun derler; o kadar. Siyasi iktidarın belirlenmesi için oy verme işi, bir çeşit kumardır. Sadece doğruya oy vermek bile, doğru uğrunda bir şey yapmak değildir. Akıllı bir insan doğruyu rastlantıya bırakamaz.
Haksız bir takım yasalar vardır. Onlara boyun eğmekle yetinelim mi ? Yoksa onları değiştirmeye mi çalışalım ? İnsanlar böyle bir durum karşısında genel olarak şöyle düşünürler: Yasaların değiştirilmesi fikrine çoğunluğun katılmasına kadar bekleyelim. Yasaya karşı gelirsek, ortaya çıkan sonuç, düşünülen yarardan daha tehlikeli olabilir.
O halde, yarardan çok zarar meydana gelecekse, Yasa Koyucu, neden akıllı azınlığını dinlemiyor ? Niçin hep İsa’yı çarmığa geriyor ? Copernicus’u, Luther’i afaroz ediyor ?
Ben şunu bilir, şunu söylerim; bir tek namuslu insan, Massachussets Eyaletinde köle kullanmaktan vazgeçse ve bu nedenle hapse atılsaydı; Amerika’da köleliğin köküne çoktan kibrit suyu dökülmüş olurdu. Atılan adım ne denli küçük olursa olsun, bir kere bir iş iyi yapıldı mı, dünya durdukça yapılmış demektir.”
4. Mahatma GANDHİ (1869 - 1948)
Gandhi, Thoreau’nun görüşlerini eski Hint düşüncesi ahimsa (şiddetsizlik, tüm sevgi) ile bağdaştırmıştır. Kabagüçsüz direnme biçimindeki siyasi eylem kuramı, bu temel üzerinde yükselir. Ülkesinin dinsel felsefesi onun düşünsel omurgasıdır.
Gandi’nin uyguladığı yöntem, pasif direniş yoluyla eylem yapmaktır. Eylemlerine 1920 yılında, bütün Hindistan halkına, İngilizlere karşı işbirliği yapmama konusundaki çağrıları ile başladı. İki taktik uygulamaktaydı. İlki, vergi ödememe, mahkemelere karşı grev, okul, sivil ve askeri düzenlemeleri reddetmek; ikincisi, milli bağımsızlık isteğini her fırsatta dile getirmek. Her iki yöntem de son derece başarılı olmuştur.
Hermann Hesse, Gandhi için şu sözleri söylemiştir; “Sonsuz gibi görünen kimi gerçekleri bulduğu pek o kadar önemli değil. Bunlara her köşede, bucakta rastlanır. Asıl dikkate değer olan, O’nun bu gerçekleri hemen ve tavizsiz gerçekleştirmeye girişmesidir. Ancak, başkalarına karşı bir takım talepler olarak değil, tersine kendi benliğinden ve arzularından vazgeçmek bahasına, bizzat kendisine karşı talepler olarak.”
Gandhi, determinist bir tarih anlayışını reddeder. O’na göre; ‘insan özgür bir iradeye sahiptir. Hiçbir şey onu istemediği bir şeyi yapmaya yazgılı kılamaz’. Gandhi, insanları bütünsel bir devrime çağırır. Ancak, bir toplum üyelerinden daha iyi olamayacağından, işe bireyden başlamak gerekir. O, dünyanın her yerinde uygulanabilir bir siyasal yöntem arıyordu. Karşıtlarıyla ve kendilerine karşı savaşım verdikleriyle diyalog arıyor ve bunu hiç kesmemeye çalışıyordu. Gandhi’nin en büyük başarısı, emperyalist egemenlik tutkusu içinde olan İngilizler’in bu arzularını yavaş yavaş zayıflatarak sıfır noktasına indirmek, onlara doğru yolu buldurmak olmuştur.
Ülkesinde süregelen İngiliz sömürgeciliğini yıkmayı başaran Gandhi, insanlık tarihi için “şiddetsiz siyasal istemin” bir anıtı olmuştur.
Gandhi’nin başarılarını şu şekilde özetleyebiliriz;
1. Kolonileşmiş toplumların kurtuluşunun acilen ve kabagüç kullanmaksızın gerçekleşebileceğini göstermiş olması;
2. Sivil itaatsizliğin, direnmenin yalnızca etkili bir aracı olmayıp, tersine toplumun iyileşmesinde felsefi temeli oluşturduğunu ortaya koymuş olması;
3. Bireyin diğerleriyle birlikte, hatta tek başına da, dünyanın toplumsal ve siyasi yapısının değişmesine yol açabilecek moral güçler geliştirebileceğini kanıtlamış olması. Gandhi’nin varsa bir tek doğmasından sözedilebilir; “Şiddetsizliği Uygulamak”. Şiddetsizliği uygulamanın yolunu da; “Yaşamı öylesine yalınlaştırmalı ki, kaba güç gereksiz olsun” şeklinde ifade etmektedir.
Gandhi’nin şu sözleri onun ilkelerini özetlemektedir;
“…Satyagrahi toplum yasalarına aklını kullanarak, kendi özgür istemiyle boyun eğer. Çünkü bunu kutsal bir görev bilir. Ancak, toplum yasalarına bu şekilde titizlikle uyduktan sonradır ki insan, hangi kuralın iyi ve adaletli, hangisinin haksız ve adaletsiz olduğuna karar verebilir. Ancak o zaman insan, çok iyi belirlenmiş durumlarda, bazı yasalara karşı boyun eğmezliğe başvurmak hakkını kazanabilir. … Şuna inandım ki, bir halk yasalara uymamak yoluna başvurmak yeterliliğini kazanmadan önce, onun bütün gereklerini tümüyle öğrenmelidir. … Hiç kimse öyle bulduğu için, mutlak biçimde haklı olduğunu ya da bir şeyin kesinlikle doğru olduğunu ileri süremez. Özgür kararıyla yanlış bulabildiği sürece bu, ancak onun için yanlıştır. Buna göre haksız olduğunu bildiği bir şeyi yapmaması ve her ne olursa olsun bunun sonuçlarına katlanması gerektiği ortadadır. İşte bu, ruhsal gücün kullanılabilmesi için yegâne anahtardır.
Vicdani konularda çoğunluğun yasası yetkili değildir.
Bu sözleri hükmedilecek cezayı hafifletmek için söylemiyorum. Amacım, bana yapılan uyarıya, yasaya olan saygısızlığımdan değil, varlığımızın o yüce yasasına, yani vicdanımızın sesine uyduğum için boyun eğmediğimi göstermektir.”
Gandhi’ye göre şiddetsizlik, hem onu kullananı hem de kendisine karşı kullanılanı kutsar. “Günahtan nefret et, günahkardan değil” sözü, onun felsefesini ve ne derece engin görüşlü olduğunu açıkça göstermektedir.
5. Martin Luther KİNG (1929 - 1968)
Amerika Birleşik Devletleri’nde ırk ve inanç ayrımına karşı büyük bir hareketin başlamasının öncüsü olan King, insanların içinde küllenmiş olan kardeşlik ve eşitlik ateşini yeniden yakmıştır. Ölümünden sonra dahi, yaptığı mücadelenin etkileri sürmüş ve ırkçılığa karşı mücadelede önemli katkıları olmuştur. Bu nedenle, 1964 Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür.
King’in 1963 yılında Washington’da yaptığı “I have a dream” adlı söylevi, mevcut düzende değişiklik yapabilmek için, yasal çerçeve içinde sürekli çalışmak gerektiğini belirten, sözlü bir denemedir. Bu söylevin bir bölümünü buraya aktarmak istiyorum.
“Bir düş kurarım ben hep. Bu düşte Georgia’nın kırmızı renkli tepelerinde, eski esirlerin oğulları ile, eski esir sahiplerinin oğulları kardeşlik sofrasında bir arada otururlar.”
Amerika’da siyah ve beyazların birbirini yediği, toplumsal hareketlerin tam ortasında söylenen bu sözler, sivil itaatsizliğin övgüsü niteliğindedir.
Baptist rahibi olan King, vaazlarında ve yazılarında şunları söylemektedir.
“Tüm insanlar, içinden kurtulmaları mümkün olmayan bir ortaklık ağına yakalanmış durumdadırlar; bir tek kader giysisiyle birbirlerine bağlıdırlar. Birini doğrudan etkileyen ne varsa öbürünü de dolaylı etkiler. Siz olmanız gerektiği gibi olmadıkça ben de, asla olmam gerektiği gibi olamam; ben olmam gerektiği gibi olmadıkça, siz olmanız gerektiği gibi olamazsınız.
Sivil itaatsizlik, yaratmayı amaçladığı bunalım ve gerilim yoluyla, ısrarla müzakere masasına oturmaya yanaşmayan toplumu, sorunla yüzyüze gelmeye zorlar. Sorunu daha fazla göz ardı edilemiyecek biçimde dramatik duruma sokar.
Dünyanın en üstesinden gelinmez kötülükleri … yoksulluk, ırkçılık ve savaş üçlüsü bile, ancak şiddetsizlik yöntemleriyle ortadan kaldırılabilir. Böylesine yerleşmiş ekonomik, siyasal ve sosyal kötülüklerin bile yok edilmesinde, kaçınılmaz ahlâki gerek, ancak sevgidir. … Ben sevgiden söz ettiğim zaman, duygusal ya da zayıf bir cevaptan söz etmiyorum. Ben tüm büyük dinlerin hayatta en yüksek birleştirici ilke olarak gördüğü o güçten söz ediyorum. Her nasılsa sevgi, nihai gerçeğin kapısını açan anahtar olabilmektedir. Hindu, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve Budist inançların nihai gerçekle ilgili bu ortak inancı, Hazreti Yahya’nın şu sözleri ile özetlenmektedir; ‘Birbirimizi sevelim, çünkü sevgi Tanrı’dır. Seven herkes Tanrı’dan doğmadır ve Tanrı’yı bilmektedir’.
Şiddetsizliğin tam merkezinde sevgi ilkesi bulunmaktadır. Şiddetsiz Militan, insan onuru uğruna verilen mücadelede, dünyanın baskı altındaki insanlarının asla hınçlanıp, nefret kampanyalarına kalkışmaması gerektiğine inanır. Bir olaya aynıyla cevap vermek, evrende nefretin varlığını daha da yoğunlaştırmaktan başka işe yaramaz. Hayat yolunda, nefret zincirini koparmaya birilerinin aklı ve ahlâkı yetmek zorundadır. Bu da ancak sevgiyi hayatlarımızın merkezi haline getirmekle yapılabilir.
Sevgi, gerçek ve bir de gerekeni yapabilme cesareti; ömür boyu sürecek bu yolculukta bize yol gösteren temel rehberler olmak zorundadır.

V. Çağdaş Gelişmeler
Dünya tarihi içinde savaşlarla geçen dönemler, ne yazık ki birer özgürlük arayışından çok, gündelik yaşamı sürdürebilme ve hatta yaşıyabilme mücadelesi ile geçen kayıp yıllar olmuştur. İkinci dünya savaşının bitmesiyle birlikte dünyada yeniden özgürlük rüzgarları esmeye başlamıştır. Daha çok genç insanların topluma karşı çıkma ve daha özgür yaşama istemleri ile ortaya çıkan bu akım, yaşamın her alanında giyimden müziğe, eğitimden aile yaşantısına kadar etkili olmuştur.
Ortaya çıkan bu eğilim edebiyat, müzik ve sinema yoluyla coğrafi yakınlık çizgisinden başlıyarak dalga dalga tüm dünya ülkelerinde etkisini göstermiştir. Batıda özgürlük sevinci ile başlıyan bu hareket ne yazık ki uyuşturucu batağında kendini bitirmiştir. Ancak, düşünce özgürlüğü üzerinde olumlu etkileri olmuştur.
Zenginleşmenin ve sanayileşmenin insanların mutluluğu için yeterli olacağı yönündeki inançlar, çevre kirliliği, yabancılaşma ve yalnızlaşma şeklinde yeni sorunlar olarak insanların karşısına çıkmıştır. İnsanlık bir yerde ciddi bir hata yapmıştı. İşte yirminci yüzyıl bu hatayı onarma yolundaki çabaların bir tarihi olarak kendisini ortaya koymuştur. Çevre bilinci; var olan dünyanın şu an için elimizdeki biricik varlığımız olduğu; aslında sevgi ve paylaşmanın sınırlı insan ömrünün tek tesellisi olduğu artık anlaşılmıştı. Bu manevi atılım ve istek ne yazık ki çoğu din tüccarı siyasiler tarafından kendi kısır emelleri için alet edilmekte, manevi açılım için yakalanmış olan bu fırsat dini doğmalarla boğulmaya çalışılmaktadır.
Çevre bilinci insanlarda o kadar etkili bir hal almıştır ki, bu amaç için oluşturulan teşkilatlar siyasi partiler olarak yönetime katılabilmişler, güç kullanabilen derneklere dönüşmüşler, neredeyse birebir uluslararası alanda devletlerle mücadele edebilecek güce kavuşmuşlardır. Bunun örneği olarak Green Peace ve Fransız devletinin nükleer denemeleri ile ilgili gelişmeleri örnek verebiliriz. Fransa’nın Güney Pasifik adalarında yaptığı nükleer denemelerin, sadece o bölgeye değil, tüm dünyaya zarar verdiği herkes tarafından bilinmekte ve eleştirilmektedir. Bu denemelerin durdurulması için “Onu en zayıf yerinden vur”, “Fransız Şarabı İçme” kampanyalarını örnek gösterebiliriz. Green Peace kendi maddi olanaklarıyla bir reklam kampanyası başlatarak Fransa’nın en önemli ihraç ürünü olan şarabın satın alınmaması konusunda etkili bir uygulama başlatmıştır.
Balinaların, fokların ve diğer soyu tükenmekte olan hayvanların avlanması konusunda da etkili sivil itaatsizlik girişimleri vardır. Avcı derneklerine karşı da aynı çevre bilinci içinde yaklaşıldığını görmekteyiz. Avcılığın bir spor olarak değerlendirilmesine şiddetle karşı çıkanlar aynı eleştirici tutumlarını kürk giyen şık hanımlara karşı da göstermektedirler. Avrupa ve Amerika’da özellikle kendine bunu iş edinmiş guruplar, tiyatro, opera ya da şık restorant önlerinde hanımların kürklerine çıkmaz boya ile saldırıda bulunmaktadırlar. Korkarım yakın bir gelecekte çevrecilerin vejeteryan kanatları kasap dükkanlarına saldırarak bu vahşi sergilenmenin ve katliamın durdurulmasını da isteyeceklerdir.

Bazı Sivil İtaatsizlik Olayları
Almanya

1. Atom enerjisi santrali kurulması amacıyla yapılan, ormandan yer açma çalışmalarının engellenmesi ve Whyl’de ilk alan işgali. (18-20/02/1975)
2. Elektrik parasının atom enerjisinden elde edilen kısmının ödenmemesi için çağrı. (19/02/1977)
3. Balıkçıların, kimyasal maddelerden zarar görmüş balıkları Bayer’in kapıcı odasına doldurmaları. (13/10/1980)
4. Yeni atom silahlarının yerleştirilmesini protesto etmek amacıyla, metro istasyonlarındaki imdat frenlerinin aynı anda çekilmesi. (19/02/1977) Amerika
5. Belediyenin otobüslere koyduğu ırklara göre oturma düzeninin çiğnenmesi. (01/12/1955)
6. Irk ayırımı yapan güney eyaletlerine, siyah ve beyazların birlikte oturdukları otobüslerle özgürlük seyahati. (28/05/1961)
7. Vietnam savaşını protesto etmek amacıyla, askerlik dairesinin önünde oturma eylemi. (17/10/1967)
8. Greenpeace’in, Nevada çölünde Yaka Flat atom silahları deneme bölgesine girmesi. (16-19/04/1983)
Avusturya
9. Liman yapımı çalışmaları için gerekli ağaç kesimini engellemek için ağaçlara sarılmak. (29/10/1983)
10.Greenpeace’in, enerji santralının zararlı maddeler yaymasını protesto etmek amacıyla santralın bacasını işgali. (02/04/1984)
11.Askeri bir merasim geçişinin, oturma eylemi ile engellenmesi. (26/10/1985)
Fransa
12.Mururoa’daki nükleer denemeleri protesto amacıyla, 1966’dan beri vergi ödemekten kaçınma.
13.Greenpeace’in, Mururoa’daki nükleer denemeleri protesto amacıyla yaptıkları.
İngiltere
14.“Operation Gandhi” adlı grubun Savunma Bakanlığı’nın girişinde yaptıkları oturma eylemi. (11/01/1952)
15.Greenpeace’in, eylem gemisi “Sirius” tarafından İngiliz nükleer artıklarının Atlantik okyanusunda suya bırakılmasının engellenmesi. (1978)
16.Silah sergisinin önünde insandan halı yapılması.
İtalya
17.İşsizliği protesto amacıyla, yasadışı ve kendiliğinden yol yapımına başlanması. “Tersine Grev” olarak adlandırılmaktadır. (Sicilya 1956)
18.Silahlanma harcamalarını protesto amacıyla vergi boykotu. (05/01/1986)
Japonya
19.Greenpeace’in, 15 metrelik lastik balinasıyla Japon balina avlama gemilerinin okyanusa açılmalarını engellemesi. (21/12/1987)

Türkiye’de Sivil İtaatsizlik Örnekleri
Ülkemizde yapılan birkaç sivil itaatsizlik örneğini belirtmek istiyorum.
20.03 Ocak 1991 tarihli genel işçi direnişi, şiddetsiz ve yasaya aykırı bir sivil itaatsizlik örneği olarak verilebilir. Bu eylem bir ücret artışı isteminden çok, 12 Eylül hareketiyle kısıtlanmış olan temel hak ve özgürlükler rejminin düzeltilmesi amacına yönelmiş olmasıyla dikkati çekmektedir.
21.11 Nisan 1993 tarihinde adliye çalışanları tarafından yapılan eylem, özlük haklarının korunması ve adli mekanizmanın aksıyan yönlerinin bir an önce düzeltilmesi amacını taşımaktaydı.
22.Bir başka tipik olay, özel radyo ve televizyon yayınlarının yasayla düzenlenmesinden önce yaşanan, yasa dışı yayın ve protesto eylemleridir. Bu hareket “Konuşan Türkiye” sloganıyla bir düşünce ve ifade özgürlüğü istemine dönüşmüştür.
Aynı şekilde, çevrenin, doğal varlıkların ve tarihi eserlerimizin korunması konusunda hassas bir kamuoyunun, bu konuda gayret gösteren demokratik kitle örgütlerince oluşturulduğunu görmekteyiz.

VI. Sonuç
Yukarıda, hukukun “Adalet”, “Toplumsal İhtiyaçların Karşılanması” ve “Düzen” olmak üzere üç fonksiyonu bulunduğu belirtilerek, bu üç fonksiyon arasındaki çatışkıya özellikle değinilmişti. Sivil itaatsizliğe ilişkin problemler, hukukun düzen fonksiyonu ile adalet fonksiyonu arasında çıkmaktadır. Her iki fonksiyon da gerek hukuk uygulayıcıları (yetkili makamlar) ve gerekse hukukun süjesi olan kişiler açısından tartışılabilen, önemli problemleri gündeme getirmektedir.
İnsan onurunun ve onurlu yaşama hakkının kabulü, bizi zorunlu olarak, “adaletle davranmayan yasa koyucuya karşı çıkma hakkıyla” donatmaktadır.
Bir sistemden bahsederken, sözkonusu sistemin çoğulcu demokratik bir hukuk sistemi olduğu öngörüsünden hareket ediyoruz. Çoğulcu demokrasinin en belirgin özelliği çok sesliliktir. Gerçek birlik, kuşkusuz çok seslilikteki uyumdur. Konu “devlet” olduğunda uyum nedir ? Nasıl sağlanır ? sorularını açık yüreklilikle sormak gerekir. Bir orkestra şefinin yönetimindeki bir uyum mudur istenen? Eğer böyle ise bir müzisyenin, elindeki müzik aletini, bilerek ve isteyerek çalmama ya da bozuk çalma gibi bir özgürlüğünün bulunduğu ve bunun bir “Sivil İtaatsizlik” sayılacağı söylenebilir mi ? Bireyin bir kurala karşı çıkışı olarak gözlemlenen bu eylemler karşısında devletin tavrı ne olmalıdır ? Bunları Sivil İtaatsizlik olguları olarak adlandırabilir miyiz ? Devlet Sivil İtaatsizlik karşısında ne kadar hoş görülü olabilir ?
Sivil İtaatsizlik, kamuoyunun nabzını tutmada, bireysel ya da kitlesel tepkileri ölçmede, ihlâl edilen kuralın haklılığını düşünmek ve yeniden değerlendirmek yoluyla demokratik ölçümlemeye varmada yararlı olabilir. Ancak, yapılan eylemin toplumun savunulan değerlerini mi, yoksa, kimi baskı guruplarının çıkarlarını mı temsil ettiğinin araştırılması ise işin bir başka yönüdür. Öte yandan, Sivil İtaatsizliğin anarşiye varabileceği boyutu da gözden uzak tutulamaz.

Kaynak: hukuk.gen.tr

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Şubat 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SİVİL İTAATSİZLİK KAVRAMI
Sivil itaatsizlik kavramı akademik alanda çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Sivil itaatsizliğin meşruluğu konusundaki çalışmaları ile tanınan John Rawls’a göre sivil itaatsizlik, “yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen (aleni), şiddete dayanmayan, vicdani, ancak yasal olmayan politik bir eylemdir”.[1]
Howard Zinn ise tanımı genişleterek, sivil itaatsizliği “acil toplumsal hedefler uğruna, yasaların bilinçli ve hedeflenmiş ihlali”olarak tanımlamıştır[2]. Diğer bir tanım ise, “hukuk devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemi” şeklindedir[3].
Bu tanımlara bağlı kalınarak sivil itaatsizlik kavramının taşıdığı unsurlar şu şekilde özetlenebilir[4]:
- Sivil İtaatsizlik Yasadışı Ancak Meşru Bir Eylemdir: Sivil itaatsizlik, haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yollar denendikten sonra girişilen “yasadışı” bir eylemdir. Ancak yasadışı eyleme girişmek ilke olarak yasadışı örgütlenmeyi ya da eylemi savunmak anlamına gelmez. Sivil itaatsizlik, toplumsal sözleşmenin çiğnenmesinden duyulan kaygıyı dile getirmek için başvurulan bir tepki türüdür. Bu anlamıyla sivil itaatsizlik yasadışı ancak “meşru” bir eylem olarak değerlendirilir.
- Sivil İtaatsizlik Kamuya Açık, Aleni Bir Eylemdir: Sivil itaatsizlik kavramının en önemli unsurlarından biri kamuya açıklıktır. Sivil itaatsizlik vicdanlarda yatan bir adalet, bir hakkâniyet duygusuna çağrı niteliğinde olduğundan, kamuya açıklık vasfı aranmaktadır. Sadece olaydan mağdur olanın değil, “her insanın böyle bir olguya karşı tepki duyması gerektiği” öngörüsünden hareket etmektedir. Kişisel çıkar arayışlarının ötesinde, aynı durumdaki herkes için adalete yönelik bir çözüm arayışı olan sivil itaatsizlik, bu yönüyle kamusallığını da ortaya koymaktadır.
- Sivil İtaatsizlik Şiddet Kullanımını Dışlayan Bir Eylemdir: Şiddet kullanımı diğer protesto biçimlerini sivil itaatsizlikten ayıran en temel özelliklerden birisidir. Sivil itaatsizlik şiddetsiz olmalıdır. Şiddet, şiddeti doğurmakta ve çoğunlukla da tırmandırmaktadır. Sivil itaatsiz, kendisine karşı şiddeti haklı kılacak ve çoğaltacak bir şiddet kullanımına girmemelidir. Çünkü sivil itaatsizlik çoğunluğa yapılan bir çağrı, gönderilen bir mesajdır. Bu çağrı toplumda ortak bir adalet anlayışının varlığını temel almaktadır. Dolayısıyla, insanları yaralayabilecek, incitebilecek şiddet eylemleri sivil itaatsizliğin kamuoyuna çağrı karekteri ile uyuşmamaktadır. Başkalarının özgürlüklerinin sınırlanması yolundaki davranışlar, eylemin sivil itaatsizlik özelliğinin belirginsizleşmesine yol açmaktadır.
- Sivil İtaatsizlik Hukuk Devleti Düşüncesine Dayalı Siyasi ve Ahlaki Bir Yönelimdir: Sivil itaatsizlik, “hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkıştır”. Dolayısıyla, sistemin bütününe yönelik genel bir kabul söz konusudur. Hatta bu o kadar açıktır ki, eylemde bulunan, bu aksayan kural için öngörülen yaptırımı bile kabul etmektedir. Sivil itaatsizlik, toplumsal durum karşısında, yasaya aykırı davranışa zorunlu kılacak, vicdani bir duygu-düşünce sürecidir. Bu vicdani süreç kişiyi sivil itaatsizliğe götüren süreçtir. Ancak, diğer unsurları taşıyan herhangi bir davranışın sivil itaatsizlik eylemi sayılabilmesi için, hukuk normunun uygulanmasının ağır bir haksızlığa yol açması koşulu aranmaktadır.
- Sivil İtaatsizlik, Çiğnenen Pozitif Hukuk Normunun Yaptırımına Katlanma Tutumunu Gerektiren Bir Eylemdir: Sivil itaatsizlik eylemi pozitif hukuk normunun çiğnenmesi karşısında, çiğnenen hukuk kuralının yaptırımını göze alma ve bu yaptırıma katlanma içerikli bir tutum içermektedir. Diğer bir deyişle, sivil itaatsizlikte eylemin sonunda hukuki sorumluluktan kaçılması, eylemin inkar edilmesi söz konusu değildir. Ancak literatürde hukuki sorumluluk konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı teorisyenler hukuki sorumluluğu üstlenmenin eylemcilerin samimiyetlerinin bir ifadesi olarak değerlendirmekte ve eylemin çağrı etkisini güçlendireceği gerekçesiyle hukuki sorumluluğun üstlenilmesi gerektiği görüşündedir. Bazı teorisyenler ise meşru düzeyde girişilen bir eylemden dolayı cezalandırmayı kabul etmenin doğru olmadığını savunmaktadır.

Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Şubat 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sivil itaatsizlik


ghandiSuphi ORAK /Montesquieu; “Herkesin suskun olduğu bir Cumhuriyette, özgürlüğün varlığı tartışılır” diyerek ‘özgürlüğün kutsallığıyla’ ilgili çok net bir tanımlamada bulunur. Suskunluk mevcut olanı kabullenmektir, onaylamaktır. Özgürlüğün ve Demokrasinin kısıtlandığı bir Cumhuriyet de, Cumhuriyet değildir. Doğal olarak özgürlük ve demokratik temel haklar üzerindeki kısıtlayıcı yasalarda; anti-Demokratik ve anti-özgürlükçü olduklarından, bunun karşısında olmak ve karşısında örgütlenmek en temel insani haktır. Bu noktada susturulmuş ağzına bant, beynine ipotek ve kollarına kelepçe takılmış bir halk, en temel ve en doğal olan ‘Öteki’ yani özgürlükçü ve demokratik olmak durumundadır.

Anti-özgürlükçü ve anti-demokratik yasalar karşısında bir Öteki olmak,yani kendi özgürlük ve demokratik haklarını savunmak,insanlığın bir gereğidir.Bu gereklilik karşısında insanoğlu nice bedeller ödeyerek günümüze kadar gelen bu tarihi dünyada;değişik mücadele biçim ve stratejileriyle savaşmıştır.Bu mücadele biçimlerinden bir tanesi de; ‘SİVİL İTAATSİZLİK’ mücadele biçimidir.Bu mücadele biçiminin uygulandığı belli başlı ülkelerden bir çoğu başarılı olmuşlardır.Bunlardan en önemlisi Hindistan’dır.

ghandiSivil İtaatsizliğin bir genel tarihçesine bakacak olursak; “Sivil İtaatsizlik” kavram olarak ilk kez 19.yy.da Henry Davit Thoreau tarafından kullanılmıştır.Thoreau;1817 yılında Amerika’nın Concord kasabasında doğdu.Amerikalı düşünür ve şair olan Thoreau;Harvard’daki öğrencilik yılları dışında,hayatının büyük bir kısmını bu kasabada ve bu kasabaya bağlı Walden gölünün kıyısında kendi yaptığı kulübede geçirdi.Kilise ve seçim vergisine karşı çıkarak hapis yatan Thoreau;arkadaşlarının borcunu ödemesiyle hapisten kurtulur.Ancak;bu kısa süreli hapis onun “Sivil İtaatsizlik Görevine dair” isimli kitabı yazmasına vesile oldu.Leo Tostoy’un hayranlıkla okuduğu yazarlardan biridir Thoreau.Pasif direniş fikrini öne süren ve popularize eden Tostoy’un fikirleri ile Thoreau’nun prensipleri birbirine büyük bir benzerlik göstermektedir.Bu iki ünlü yazarın yani Thoreau ile Tostoy’un fikirlerini pratikte en iyi uygulayan Hintli Avukat Mahatma Ganhi’dir.Gandhi;Güney Afrika’da Avukatlık yaptığı yıllarda,sivil itaatsizlik hareketinin en iyi pratik öncülüğünü yaparak ve daha sonraki yıllarda da Hindistan’da,İngiliz Emperyalizm’ine karşı “sivil itaatsizlik” eylem biçimleriyle büyük başarılara imza atmıştır.

Gandhi’nin Güney Afrika hükümetine karşı giriştiği en önemli pasif eylem,Asya’lı göçmenlerin izinsiz girdikleri Güney Afrika’ya hapisle cezalandırılan uygulamalarına karşı bir hareket başlamasıyla gösterdi.(O dönemin dünyası,pasaportların olmadığı yıllardır.Pasaport;birinci dünya savaşından sonra Cemiyet-i Akvam kanunu ile bütün dünyada kullanılmaya başlandı.) Gandhi;örgütlediği taraftarlarını Güney Afrika sınırından dışarı çıkartıyor ve daha sonra bu göçmenlerin tekrar içeri girmesini teşfik edip her birinin tutuklanmasını sağlıyordu.Öyle ki;artık Güney Afrika hapishaneleri göçmenlerle dolup taşıyordu.Hapse atılan bu insanların çocuklarının ve eşlerinin mağdur olmaması için de “Tostoy çiftliği” adını verdiği yardımlaşma kamp ve barınakları kurarak,yaşamlarını idame ettirmişti.İlerleyen yıllarda Güney Afrika hükümeti göçmenleri içeri tıkacak hapishane bulamadı,sonunda bu pasif eylem biçimleri karşısında Güney Afrika hükümeti sınır ihlalini hapisle cezalandırma kanunu iptal etmek zorunda kaldı.Gandhi aynı paraleldeki eylem biçimlerini kendi ülkesi Hindistan’da İngiliz Emperyalizm’ine karşı da başarıyla uygulatmıştır.Ve bugün gelinen aşamada “pasif direniş” biçimi,Dünyanın bir çok ülkesinde politik mücadele biçimi haline gelmiştir.

Sivil İtaatsizlik her şeyden önce bir “siyasi ifade” biçimidir,aynı ölçüde politik mücadele stratejisidir.Kişilerin,bireysel yada toplumsal mücadelede şiddet içermeyen ancak;en tabii Demokratik ve özgürlük mücadelelerinin meşruiyetinin hakkaniyetiyle,kitlesel açlık grevleri,anti-demokratik yasalar karşısında kitlesel karşı duruş gibi benzer eylemlerle,sisteme muhaliflik edebilmektedirler.
Yasaya aykırılık,Şiddet içermeme,Kamuya açık oluş,Hukuk devleti düşüncesine dayalı bir siyasi-ahlâki yönelim,çiğnenen hukuk yapısının yaptırımına katılma ve katlanma tutumudur.

YASAYA AYKIRILIK : Anti-Demokratik ve anti-özgürlükçü yasalara karşı oluş,şiddet içermeyen ama hiçbir koşulda istemlerinden ve tabii haklarından ödün vermeyen bir mücadele biçimi olan “sivil itaatsizlik” hakkını kullanmadır.

ŞİDDETSİZLİK Sivil itaatsizlik şiddet eylem biçimini içermez.Mutlak surette üçüncü bir kişi veya kişilerin haklarına saygılı olma ölçüsüyle hareket eder.Örneğin yol kapatma eyleminde,Ambulansla bir hastanın Hastaneye yetiştirilmesi gibi yada yegâne kapatılması karşısında hastanın ölümüne sebebiyet vermek,sivil itaatsizlikle bağdaşmayan eylem biçimidir.

KAMUYA AÇIKLIK
Sivil itaatsizlik vicdanlarda yatan bir adalet,bir hakkaniyet duygusuna çağrı niteliğinde olduğundan,genel olarak kamuya açık ve şeffaf olmak durumundadır.Kişisel çıkar ilişkilerinden öte,aynı durumdaki herkesin hakkaniyeti karşısında olan sivil itaatsizlik bu yanıyla da kamusaldır.

HUKUK DEVLETİ DÜŞÜNCESİNE DAYALI BİR SİYASİ-AHLÂKİ YÖNELİM:
Sivil itaatsizlik hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkıştır.Hukuk devletinin,Anti-demokratik yasalarına karşı duruş,aynı ölçüde bir bütünü kapsadığından toplumsal bir sivil itaatsizlik mücadele biçimidir.

ÇİĞNENEN HUKUK YAPISININ YAPTIRIMINA KATILMA VE KATLANMA TUTUMU:
Şiddet içermeme unsurunda olduğu gibi,bu katlanma tutumu sivil itaatsizliği diğer eylem biçimlerinde ayırmaktadır.Sokrates’in,kendisine verilen ölüm cezasına karşılık,kendini kurtarma olanaklarını reddetmek gibi;Güney Afrika sınırında cezaevine girileceğini bile bile bu eylemlerini gerçekleştirmek gibi net eylem biçimleri,katılma veya katlanma şekliyle sivil itaatsizliktir.

Sivil İtaatsizlik;yasadışı ancak meşru bir eylem biçimidir.Başkalarının özgürlüklerinin sınırlandırılması yolundaki davranışlar,sivil itaatsizlikle bağdaşmaz.Özgürlük dediğin bir başkasını rahatsız edecekse,öyle özgürlük olmaz olsun.Birinin yüksek sesle ‘müzik’ dinleme istemi karşısında;aynı binada ve yakın komşunun sessiz bir ortamda kendi evinde rahat ‘uyumak’ isteminin olması gibi davranış biçimlerini örneklendirebiliriz.Doğal olarak her iki istem de,insani bir istemdir ancak;birinin istemi ve özlemi,diğerinin istem ve özlemini çiğniyorsa,burada karşılıklı hakkaniyet doğmaktadır.Bu durum ancak adil bir biçimde çözülebilir.Yüksek sesle ve başkalarını rahatsız etmeme koşuluyla,kendi evinde yirmi dört saat ‘müzik dinleme’ özgürlüğü,diğerinin de kendi evinde rahatsız olmadan ‘uyuma hakkını’ kullanmasıdır.Bu anlamıyla “sivil itaatsizlik” üçüncü kişilerin daha da önemlisi özgürlükçü hakkaniyeti çiğnemeyen ama kendi özlük haklarının meşruiyetini sonuna kadar kullanabilen bir “sivil toplumsal harekettir.”

Bu noktadan hareketle;biz Kürtlerin özgürlük ve demokratik mücadelesini günümüz pragramatik ve doğmatik normları içinde gelişen ve bir nevi “sivil itaatsizlik” kavramını çağrıştıran biçimlerine rastlamak mümkündür.Şemdinli olayları,Sayın İbrahim Güçlü’nün Televizyon’larda sergilediği tutum ve davranışlarıyla “sivil itaatsizlik” örnekleridir.

Şemdinli olayları;hiçbir koşulda ‘şiddet’ içermeyen halkın uyguladığı eylem biçimleri,sonuna kadar kendi haklarını savunma adıyla gerçekleştirilmiş eylem biçimleridir.Yürüyüş kanunlarına ‘muhalefet’ etme adıyla ‘yasadışı’ dahi olsa,kendi doğal ve tabii haklarının çiğnenmesi karşısında sergiledikleri eylem biçimi meşru’dur.

Sayın İbrahim Güçlü’nün Televizyon kanallarında;kendi Kürt kimliğiyle özlem ve taleplerini dile getirmede ‘şiddete’ başvurmamıştır.Üçüncü bir kişilerin haklarını çiğneyen davranışlarda da bulunmamıştır.Tamamen kendi hakları üzerinde kurulu olan düşüncelerini dile getirmiştir.Ve bu haklarını sonuna kadar kullanma ve bütün açıklığıyla dile getirmede,önemli bir sivil itaatsizlik örneğini göstermiştir.
Günümüz koşullarında Kürtler adına yapılan politikalarda; ‘riyakârlık’, ‘esnek ilişkiler’ Kürt ulusal değerlerini “kısır döngüde” boğmaktadır.Kürt özgürlük mücadelesi adına yapılacak her türden mücadele Açık ve net olmalıdır.Açık ve net olmayan özlem ve talepler,Kürt özgürlük mücadelesine hiçbir kazanım getirmeyecektir.Kürdistan’ı sömürgeleştiren mevcut statükocu yasaları zorlamak gerekir.Ülkemiz ve halkımız üzerinde var olan sömürgeci yasaları sonuna kadar zorlamak gerekir.Açık olmayan ve kapalı olan talepler karşısında yasaları zorlayacak;Açık parti proğramıyla hareket edilmeli ve ulusal değerlerimizi çağrıştıran değil,bizzat ulusal değerlerimizin istemlerini dile getirecek ve hiçbir koşulda ‘şiddet’ içermeyen,ama ‘yasadışı’ dahi olsa bu hakkımızı kullanmak ve zorlamak gerekir.
Kürt özgürlük mücadelesinde alınması gereken dersleri almadan oluşacak her oluşumun ömrü kısa olur.Bunun da biz Kürtlere faydası olmayacaktır.Kürt özgürlük mücadelesi,uzun bir zaman gerektiren upuzun bir maratondur.Bu maratonda,sağa-sola verilecek siyasal-politik mesajlar yerini bulmak durumundadır.Bu mesajların yerini bulması için,politik arenada sağlam ve istikrarlı duruşlardan geçer. “Zik-zaklar” çizmeden ‘meşrulaşmayı’ önümüze hedef olarak koymalıyız.

Uzun vadeli ve ömrü kısa olmayan,özünde Kürt halkının içinde bulunduğu sömürge koşullarını teşhir edecek politikalar üretmek zorundayız.
Bütün bu nedenlerden dolayı biz Kürtler için ‘legal parti’ değil,Açık parti kavramını öne çıkartmamız gerekmektedir. ‘Legal’ kavramı sözcük anlamı itibariyle ‘yasallığı’ ifade eder.Sivil itaatsizlik hareketleri de,esasen açık ama yasadışı örgütlenmelidir.O nedenle sivil itaatsizlik;kavram olarak da,içerik olarak da ‘yasal’ olana boyun eğmemeyi,direnmeyi ifade eder.Biz Kürtler için bu hayati bir kavramdır.Sivil itaatsizlik;askeri seçeneği ve karşı şiddeti ‘meşru müdafaa’ aracı olarak da olsa,devre dışı bırakır.Bu anlamda;Kürt özgürlük mücadelesinde Açık parti,sömürgeci sistemi reddeden,Kendi Kaderini Tayin Hakkını savunan,Kürdistan’i açık bir olmalıdır.Bu noktada ezop dilini reddeden,savunduğu projeleri her şart ve koşulda savunan cesur bir duruşa sahip olmak zorundadır.
Suphi ORAK

25-12-200
Son düzenleyen Daisy-BT; 19 Şubat 2011 00:49

Benzer Konular

7 Nisan 2016 / Misafir Sosyoloji
14 Şubat 2012 / Misafir Soru-Cevap
3 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
29 Aralık 2007 / asla_asla_deme Hukuk