Arama

İslam'da Bilim, Türk ve Müslüman Bilim Adamları - Sayfa 3

Güncelleme: 7 Mart 2017 Gösterim: 295.593 Cevap: 29
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #21
vain - avatarı
Ziyaretçi
En doğrusunu ALLAH C.C bilir...

Sponsorlu Bağlantılar
Takiyüddin


16. yüzyılda gökbilim çalışmaları sürdürülürken, Avrupa ve Osmanlı'da rasathane kuran iki çağdaş gökbilimci ortaya çıkar.

1546- 1601 yılları arasında yaşayan Danimarkalı Tyco Brahe, kral II. Frederick'i ikna ederek Hveen adasında 1576 yılında ortaçağ sonrasının ilk rasathanesini kurdu.

Tyco Brahe, Copernicus'un Güneş merkezli gezegenler görüşünü destekleyenlerden bir noktada ayrılıyordu. Brahe'ye göre, Dünya hareketsizdi ve Güneş'le Ay Dünya'nın etrafında, gezegenler de Güneş'in etrafında dönüyorlardı. Brahe kendi gözlemevinde kullandığı, döneminin en gelişmiş aletleriyle duyarlı gözlemler yaparak gökcisimlerinin koordinatlarını saptamakla kalmadı, nova ve kuyruklu yıldızları da gözledi. O'nun yaptığı gözlemler ve elde ettiği bulgular, Kepler'in ünlü kanunlarını geliştirmesine ve günümüzün Güneş Sistemi modelini kurgulamasına neden oldu. Brahe, 1563 yılında Jüpiter ve Satürn kavuşum gözlemelerini içeren Tabulae Prutenicae adlı kataloğunu yayınladı. 1577 yılında görülen kuyrukluyıldızı da inceledi ve Liber de Cometa adlı yapıtını yazdı.

Tyco Brahe, Copernicus sistemini reddetmesine ve astrolojiye inanmasına karşın 16. yüzyılın en önemli gökbilimcilerinden biri olarak kabul edilir. Brahe'nin kurduğu rasathane, rasathanesinde kullandığı ölçüm araçları ve yaptığı ölçümler bilim tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü, Tyco Brahe Hveen adasındaki çalışmalarını sürdürürken, çağdaşı bir gökbilimci de İstanbul'da çalışmalarını sürdürmekteydi.

1521 yılında Şam'da doğan Takiyyüddin, Mısır ve Şam'da döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a atandı. Bundan sonra Takiyüddin iki kez İstanbul'a gitti ve yine Mısır'a döndü. İstanbul'a ilk gidişinde Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurdu ve bilgisini artırdı. Müderris olarak geri döndüğü Mısır'dan ikinci kes İstanbul'a geldi. Edirnekapı'daki Medreseye atanmasına karşın kabul etmeyerek tekrar Mısır'a döndü. Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi, eski gökbilimcilerden kalma risaleleri verdiği Takiyüddin'e gerekli gözlem aletlerini ve aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri de vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağladı. Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında üçüncü kez İstanbul'a geldi.

Takiyüddin'in İstanbul'a yerleştiği 1570 yılına kadar, gökbilimle ilgilenmek amacıyla rasathane kurulmamış olduğundan, gökbilimle ilgili bilgiler eskiden kalma Arapça ve Farsça kitaplardan öğrenilmekteydi. Gözlemle ilgili hesaplar da eskiden hazırlanmış olan gözlem kataloglarından yararlanılarak yapılıyordu. Bu gözlem kataloglarına dayanılarak yapılan hesaplar doğru sonuçlar vermekten uzaktı. Yeni bir gözlem kataloğu düzenlenmesi için bir rasathane kurulması gerekiyordu. Takiyüddin, matematik ve gökbilim konusundaki yeteneğine büyük önem veren Hoca Sadettin Efendi'nin yardımlarıyla Padişah III. Murat'tan rasathanenin kurtulması için izin, yer ve ödenek aldı. Kendiside rasathanenin müdürlüğüne atanarak inşasına da nezaret etmekle görevlendirildi. Bugün, Cihangir Tophane sırtlarında kurulmuş olan İstanbul Rasathanesi'nin yapımına kesin olarak ne zaman başlandığına dair kanıt niteliğinde her hangi bir belge bulunmamasına karşın, rasathanenin aletleri ve yapımı tamamlanmamış da olsa 1575-1580 yılları arasında gözleme açık olduğu kesindir.


Takiyüddin’in Ondalık Kesirleri Trigonometri ve Astronomiye Uygulaması

Remzi Demir

Bilindiği gibi, Türk bilim tarihine ilişkin araştırmaların yetersiz olması, Türklerin tarihlerinin hiçbir döneminde bilgin yetiştirmedikleri gibi yanlış bir anlayışın doğmasına ve yayılmasına neden olmuştur; "Türklerin kalem ehli değil ama kılıç ehli oldukları" biçiminde özetlenen bu anlayış, son yıllarda özellikle EI-Hârezmî, Abdülhamid ibn Türk, Fârâbî, İbn Sinâ, Uluğ Bey ve Ali Kuşçu gibi bilginlerin yapıtları üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda sarsılmışsa da yıkılmamıştır. Bu yazının konusu olan ve XVI. yüzyılda İstanbul Gözlemevi’ni kurarak gözlemler yapan Taküyiddin ibn Manıf (1521-1585) yukarıdaki bilginler kadar da tanınmamaktadır; ancak matematik, astronomi ve optik konularında yazmış olduğu yapıtlar incelendiğinde onlardan hiç de aşağı kalmadığı görülmektedir.

Ondalık kesirleri, Uluğ Bey’in Semerkant Gözlemevi’nde müdürlük yapan Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî’nin Aritmetiğin Anahtarı (1427) adlı yapıtından öğrenmiş olan Takiyüddin’e göre, el- Kâşî’nin bu konudaki bilgisi, kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmıştır; oysa ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerekir.

Acaba Takiyüddin’in ondalık kesirleri trigonometri ve astronomiye uygulamak istemesinin gerekçesi nedir? Osmanlıların kullanmış oldukları hesaplama yöntemlerini, yani Hint Hesabı denilen onluk yöntemle Müneccim Hesabı denilen altmışlık yöntemi tanıtmak maksadıyla yazmış olduğu Aritmetikten Beklediklerimiz adlı çok değerli yapıtında Takiyüddin, ondalık kesirleri altmışlık kesirlerin bir alternatifi olarak gösterdikten sonra, dokuz başlık altında, ondalık kesirli sayıların iki katının ve yarısının alınması, toplanması, çıkarılması, çarpılması, bölünmesi, karekökünün alınması, altmışlık kesirlerin ondalık kesirlere ve ondalık kesirlerin altmışlık kesirlere dönüştürülmesi işlemlerinin nasıl yapılacağını birer örnekle açıklamıştır. Ancak Takiyüddin’in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir; örneğin, 532.876 sayısını, "5 Yüzler 3 Onlar 2 Birler 8 Ondabirler 7 Yüzdebirler 6 Bindebirler" biçiminde veya "532876 Bindebirler" biçiminde sözel olarak ifade etmekle yetinmiştir.

Takiyüddin, bu yapıtında göksel konumların belirlenmesinde kullanılan altmışlık yöntemin hesaplama açısından elverişli olmadığını bildirir; çünkü altmışlık yöntemde, kesir basamakları çok olan sayılarla çarpma ve bölme işlemlerini yapmak çok vakit alan sıkıcı ve güç bir iştir; bugün kullandığımız onluk çarpım tablosuna benzeyen altmışlık kerrat cetveli bile bu güçlüğün giderilmesi için yeterli değildir. Oysa onluk yöntemde, kesir basamakları ne kadar çok olursa olsun, çarpma ve bölme işlemleri kolaylıkla yapılabileceği için, Ay ve Güneş’in yanında gözle görülebilen Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün gökyüzündeki devinimlerini gösterir tabloları düzenlemek ve kullanmak eskisi kadar güç olmayacaktır.

Bu önerisiyle gökbilimcilerinin en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan Takiyüddin, açıları veya yayları ondalık kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri trigonometriye uygulamak için Gökler Bilgisinin Sınırı adlı yapıtında birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir. Zâtü’l- Ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken, "Bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse göre taksim ettim." demesi bu anlama gelir.
Takiyüddin, ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye nasıl uygulanabileceğini kuramsal olarak gösterdikten sonra, 1580 yılında bitirmiş olduğu Sultanın Onluk Yönteme Göre Düzenlenen Tablolarının Yorumu adlı kataloğunda uygulamaya geçmiştir. İstanbul Gözlemevi’nde yaklaşık beş sene boyunca yapılmış gözlemlere göre düzenlenen bu katalog, diğer kataloglarda olduğu gibi kuramsal bilgiler içermez; yalnızca ortaçağ İslam Dünyası’nda Batlamyus adıyla tanınan Ptolemaios’un kurmuş olduğu Yermerkezli sistemin ilkelerine uygun olarak belirlenmiş gezegen konumlarını gösterir tablolara yer verir.

Takiyüddin, 1584 yılında İstanbul’da tamamlamış olduğu İnciler Topluluğu adlı başka bir yapıtında, son adımı atmış ve birim dairenin yarıçapını 10 birim almak ve kesirleri, ondalık kesirlerle göstermek koşuluyla bir Sinüs -Kosinüs Tablosu ile bir Tanjant - Kotanjant Tablosu hesaplayarak matematikçilerin ve gökbilimcilerin kullanımına sunmuştur. Eğer Takiyüddin bu tabloları hazırlarken birim uzunluğu 10 birim olarak değil de, 1 birim olarak benimsenmiş olsaydı, bugün kullanmakta olduğumuz sisteme ulaşmış olacaktı.

Batı’da ondalık kesirleri kuramsal olarak tandan ilk müstakil yapıt, Hollandalı matematikçi Simon Stevin (1548-1620) tarafından Felemenkçe olarak yazılan ve 1585’de Leiden’de yayımlanan De Thiende’dir (Ondalık). 32 sayfalık bu kitapçıkta, Stevin, sayıların ondalık kesirlerini gösterirken hantal da olsa simgelerden yararlanma yoluna gitmiş ve ondalık kesirleri, uzunluk, ağırlık ve hacim gibi büyüklüklerin ölçülmesi işlemlerine uygulamıştır. Ancak, De Thiende’de ondalık kesirlerin trigonometri ve astronomiye uygulandığına dair herhangi bir bulgu yoktur. Bu durum, Takiyüddin’in yapmış olduğu araştırmaların matematik ve astronomi tarihi açısından çok önemli olduğunu göstermektedir.


Rasathanede Kullanılan Ölçüm Araçları
Takiyüddin'in İstanbul Rasathanesi'nde ölçüm yapmak için kullandığı belli başlı dokuz alet inşa ettiği saptanmıştır. Bunlardan Zâ-tül-Halâk gökcisimlerinin ekliptiğe göre enlem ve boylamlarının bulunmasında kullanılmaktaydı. Bu aletin ilk tanımı usturlap adıyla Batlamyus'un Almagest'inde verilmiştir. Takiyüddin'de bu aleti özgün halindeki gibi altı halkalı olarak düzenlemiştir. Bunlardan ikisi eşit çaptadır ve birbirlerine dik olarak sabitlenmişlerdir. Birbirine dik olan bu halkalardan biri ekliptiği diğeri kutuplar halkasını belirtir. Aletin üzerine küçük boylam halkası, büyük boylam halkası, meridyen halkası ve enlem halkası olarak adlandırılan dört halka daha takılır ve enlem halkasının yüzeyine iki doğrulayıcı yerleştirilir. Zât-ül-Halâk'la Güneş ve Ay ufuk çizgisi üzerinde bulunduğu zaman gözlem yapılarak Ay'ın ekliptikteki enlem ve boylamı, saptanabilir. Zât-ül-Halâk kullanımında asıl güçlük, gözlem anında aleti gökyüzündeki konumuna oturtmaktır. Yıldızların ekliptik enlem ve boylamlarını saptamak için zodyak üzerindeki takımyıldızlara ait bazı yıldızların ekliptikal boylamlarının bilinmesi gerekir.

Takiyüddin'in rasathanede kullandığı önemli araçlardan biri de L****'dir. L**** basit olarak çeyrek daire şeklindedir ve gökcisimlerinin meridyen, doğrultusunda yüksekliklerini ölçmekte kullanılır. Bu aletle gökcisimlerinin ekvatoral koordinatları saptanabilir. Takiyüddin ortaçağ boyunca kullanılan L****'nin bir varyasyonunu kendisi için inşa etmiştir. Takiyüddin L**** yardımıyla gökcisimlerinin yüksekliğini gözleyerek, gözlem yerinin enlemi bilindiğinden gökcisminin deklinasyonunu ve Güneş'in meridyen düzleminde en büyük ve en küçük yüksekliğini gözleyerek de ekliptiğin eğimini hesaplamıştır.

Takiyüddinin kullandığı üçüncü aletin adı Zâtü's-Semt ve’l-İrtifâ’dır. Bu alet eski İslam gökbilimcileri tarafından Şam’da da kullanılmıştır. Zâtü’s-Semt ve’l-İrtifâ, silindirik bir kule üzerine yatay bakır bir halka ve bu halkanın üzerine aynı çaplı bakırdan dikey bir yarım halka konulmasıyla elde edilir. Bu bakır yarı halkanın üzerinde derece ve dakika bölümleri işaretlenmiştir. Yatay halka da başlangıcı meridyende olmak üzere 360 dereceye bölünmüştür. Yarım halkanın merkezindeki bir eksen etrafında dönebilen ve yatay halka üzerinde kayabilen ikişer delikli iki küçük doğrulayıcı bulunur. Zâtü’s- Semt ve’l-İrtifâ’yla güneş gözleniyorsa, cetvel yarı halka, yarı halka da yatay halka üzerinde kaydırılarak alet, Güneş ışınları yarı halkanın merkezine düşecek biçimde ayarlanır. Bu yöntemle gözlem zamanı için Güneş’in yüksekliği yarı halka üzerinden ve azimutu da yatay halka üzerinden okunur.

Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ ortaçağ gökbilimcilerinin geliştirdiği bir araçtır. Bu alet günümüzde kullanılmakta olan teodolitin ilkel ve büyük boyutlu halidir. Alet gökcisimlerinin her konumunda kullanılabilmektedir. Takiyyüddin Zâtü’s- Semt ve’l- İrtifâ’yı Merkür ve Venüs gezegenlerinin Güneş’ten en uzakta bulunduğu zamanki konumu ile diğer gökcisimlerinin yükseklik ve azimutlarını bulmakta kullanmıştır.

Zat-ü’s- şu’beteyn Takiyüddin’in kullandığı dördüncü alettir. Alet oluşmaktadır. İlk cetvel, bulunan eksenler etrafında dönebilecek şekilde düşeyleştirilir. Cetvelin üst ucunda bir çiviye asılan çekül yardımıyla düşeyliği kontrol edilir. İkinci cetvel birincinin üst ucuna takılmıştır. Böylece hem düşey düzlem içinde rahatça hareket edebilir hem de birinci cetvel boyunca açılmış oyuğa girebilir. Bu cetvel üzerinde gözlemi kolaylaştırıcı iki doğrulayıcı bulunur. Üçüncü cetvel ikincinin aksine birinci cetvelin alt ucuna bağlanmıştır. İkinci cetvel ölçüm için hareket ettirildiğinde, üçüncü cetvel de onunla birlikte ve aynı düzlemde hareket eder. İkinci cetvelin hareketi sırasında alt uç, üçüncü cetvel üzerindeki bölümlü yüzeyde hareket eder ve üç cetvel bir üçgen oluşturur. Üçüncü cetvel diğer iki cetvelden daha uzundur. Birinci ve ikinci cetveller birbirlerine dik hale geldiklerinde, üçüncü cetvel hipotenüs konumundadır. Takiyüddin Zât-ü’s- şu’beteyn’i betimlerken bazı bilim adamlarının üçüncü cetvel yerine bir daire yayı kullandıklarını ancak, cetvelin daha kullanışlı olduğunu belirtiyor.

Rasathane’de kullanılan aletlerden beşincisi Rub-ı mıstar’dır. Aletin şekli dörtte bir dairedir. Aletin tahta olduğunu anlatabilmek için Rub-u Deffe (tahta kuadrant) adı verilmiştir. rub- ı mıstar’ı yapmak için 4,5 m uzunluğunda üç tahta cetvel alınır. Bunlardan ikisi aralarındaki açı 90° olacak şekilde uç kısımlarından birbirine eklenir. Yarıçapı 4,5 m olan dörtte bir çember yayıyla boşta kalan iki uç birleştirilir ve üçüncü cetvel bir ucu daire yayının orta noktasında, bir ucu kuadrantın tepe noktasında olmak üzere sisteme eklenir. Bu üçüncü cetvelin tam ortasından geçirilen bir eksenle sistem yer düzlemine dik bir sütuna sabitlenir. Sistemin düşeyliğini sağlamak ve yükseklik açısını ölçmek için kuadrantın tam merkezine bir çekül asılır. Böylece gökcisimlerinin yükseklik açıları dereceli yay üzerinde okunabilir.

Rasathanede kullanılan altıncı alet Zatü’1-ceyb’dir. Zat-ü’s-şu’beteyn gibi iki cetvelden yapılmıştır. Aynı uzunlukta iki cetvel bir eksen etrafında hareket edebilecek şekilde uçlarından birbirine tutturulmuş ve merkezden başlayarak 60’a kadar bölümlenmişlerdir. Cetvellerden birinin üzerinde, kolay gözlem yapabilmek için, iki doğrulayıcı ve bölümlemenin son çizgisine de bir çekül yerleştirilmiştir. Bazen çekül yerine üçüncü bir bölümlü cetvel konur. Bu durumda yıldızın yüksekliğinin sinüsü bu cetvel üzerinden okunabilir.

Zatü’1-evtar Takiyüddin’in kullandığı aletlerden yedincisidir. Takiyüddin kendi buluşu olduğunu söylediği bu aleti Güneş’in ekinoks noktasına geldiği anı saptamak için kullanmıştır.

Takiyüddin’in buluşlarından biri de Müşebbehetü bi’1-monatık’dır. Bu alet yardımıyla iki yıldız arasındaki açısal uzaklıklar ölçülebiliyordu. Müşebbehetü bi’1-monatık yardımıyla Koç takımyıldızı içinde bulunan iki yıldızın açısal uzaklığı da ölçülmüştür.
Rasathane’de kullanılan son alet Bengam’dır. Bengam gökbilim gözlemlerinde Takiyüddin’in kullandığı astronomik bir saattir. Astronomik bir saatin bulunuşu ve gözlemlerde kullanılması ölçümlerin duyarlılığını artırması açısından son derece önemli bir gelişme olmuştur.


Takiyüddin’in Optiğe Katkıları

Hüseyin Topdemir

Takiyüddin başarılı çalışmalar sergilediği optik alanında, Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı bir yapıt kaleme almıştır. Bu kitabın dikkat çekici yönü, temel dokusunun İslam Dünyası’nda yaklaşık sekiz yüzyıl önce başlatılmış olan köklü ve başarılı optik çalışmaları sonucunda elde edilmiş temel argümanlardan ve problemlerden oluşturulmuş olmasıdır: Öyle ki, elde edilen yüksek düzey, l7. yüzyıla kadar Batı’da güncelliğini koruyan temel tartışmaların çerçevesini oluştururken, aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bütün canlılığıyla etkinliğini sürdürmüştür. Bu durumu anlamak ve anlamlandırmak zor değildir. Çünkü l7. yüzyıla kadar Batı’da optik konusunda egemen olan görüş, İbnü’l-Heysem’in bir tür gelenek haline dönüşmüş olan görüşleridir. Bu görüşe temel olan düşüncesinin iki boyutu vardır:

1) Optiğe ilişkin sorunların, geometrik sorunlara dönüştürülerek geometrik yoldan incelenmesi,
2) Sorunların nedensel olarak açıklanması. Ayrıca, bu iki temel düşünce ayrıntılı ve ustalıklı olarak düzenlenmiş deneylerle de desteklenmiştir. Bu tarz bir araştırma modeli, çeviriler yoluyla Batı’ya aktarılırken, Doğu’da 14. yüzyılda Kemâlüddîn el-Fârîsî’nin araştırmalarıyla çok daha yüksek düzeyli tartışmalara olanak ve zemin hazırlamıştır. Daha sonra 1579 yılında, bu kez Takiyüddin, hem İbnü’l-Heysem’in Optik ve hem de Kemâlüddin el- Fârîsî’nin Optiğin Düzeltilmesi adlı çalışmalarına dayanarak Gözbebeğinin ve Aklın Işığı adlı yapıtını yazmıştır; Takiyüddin’in amacı, bu iki kitabı yorumlamak ve gereksiz ayrıntılardan arındırarak asıl amaca yönelik bir olgunluk düzeyine ulaştırmaktır.

Kitap bir giriş ve üç ana bölümden oluşmaktadır. Giriş’te optiğe ilişkin bazı temel kavramlar tanımlanmış ve optik konusunda etkin olan kuramlardan kısaca söz edilmiştir.

Birinci bölüm aracısız görme konusuna ayrılmıştır. Burada ışık, görme, ışığın göze ve görmeye olan etkisi ve ışıkla renk arasındaki ilişki ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Bunun yanında tartışmaya esas olan bazı temel ilkeler benimsenmiştir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:


1. Işığın kaynağı nesne, hedefi ise gözdür.
2. Işıkla birlikte göze gelen biçimler, aynı zamanda o nesnenin rengini de taşırlar.
3. Göz yalnızca ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneleri algılar
4. Görme geometrik bir olgudur. Çünkü yayılan ışık, tepesi kaynakta ve tabanı da gözde bulunan bir koni oluşturmaktadır.
5. Işık maddesel bir şeydir; ancak optik incelemeler sırasında geometrik bir nesne olarak kabul edilebilir.
6. Işık ışınları küresel olarak yayılırlar ve bu yayılım da doğrusal çizgiler boyunca olur.
7. Renk ışığa bağlıdır ve ışığın kırılması ve yansıması sonucunda oluşur.

Burada öncelikle ışığın doğrusal çizgiler boyunca, ancak küresel olarak yayıldığı savının öne çıktığını hemen belirtelim. Takiyüddin’in bu savı, daha sonra Hollandalı fizikçi Huygens (1629-1695) tarafından ortaya konulacak küresel yayılım kuramının ilk anlatımı olarak görülebilir.

Takiyüddin’e göre ışık, ışıklı bir nesneden ve o nesnedeki her bir noktadan küresel olarak yayılır ve yayılım sırasında, ister istemez bazı ışın çizgileri paralel, bazıları birbirine yakınlaşan ve bazıları ise birbirlerinden uzaklaşan doğrular boyunca yol alır. Buna bir de bu doğrusal çizgilerde yol alan ışınların küresel olarak yayıldığı düşüncesi eklendiğinde, o zaman, ışığın dalga niteliği taşıdığı ve tıpkı durgun bir suya taş atıldığında, suda oluşan dalganın etrafa doğru büyüyen daireler şeklinde yayılması gibi yayılıyor olduğunun kabul edildiği anlaşılmaktadır ki, bu da küresel yayılımın yalın bir anlatımından başka bir şey değildir.

Bunun dışında aracısız görme konusunda Takiyüddin’in üzerinde durmamızı gerektiren bir açıklaması daha bulunmaktadır. 0 da ışık ve renk arasındaki nedensel ilişkiyi irdelerken, rengin ışığa bağlı olduğunu ve ışığın kırılması ve yansıması sonucu oluştuğunu belirtmiş olmasıdır. Bu belirlemenin önemi de yine optik tarihinde gizlidir. Çünkü rengin gerçek doğasının anlaşılması ilk kez Newton’un ayrıntılı renk incelemeleri sonucu gerçekleşmiştir.

Newton öncesi dönemde ise renk konusunda egemen olan kuram, değişim kuramı adı verilen ve rengin ışığın zayıflamasıyla ya da aydınlık ve karanlığın karışımıyla oluştuğunu belirten Aristotelesçi kuramdır. Nitekim ünlü astronom Kepler optik üzerine kalem almış olduğu Ad Vitellionem Paralipomena (Vitelo’nun Paralipomena’sına Ek) ve Dioptric (Kırılma Üzerine) adlı kitaplarında rengin oluşumunu Aristotelesçi bir yaklaşımla açıklamıştır. Oysa Takiyüddin, bu iki bilim adamından önce rengin oluşumunda kırılmayı söz konusu etmiş, Newton’un prizması yerine cam bir küre kullanmıştır.

Kitabın ikinci bölümü yansıma aracılığıyla oluşan görme konusuna ayrılmıştır. Burada ışığın aynalarda uğradığı değişimler ve çeşitli aynalarda görüntünün nasıl oluştuğu deneysel olarak tartışılmıştır. Yansıma optiği, optik biliminin gelişimini en erken tamamlayan ve bu anlamda nisbeten daha kolay olan bir dalıdır. Bu nedenle yansıma kanunu da dahil olmak üzere bütün ilkeleri Antikçağ’da tespit edilmiştir. Bu anlamda Takiyüddin’in konuya katkısı, yansıma kanununu her tür aynada kanıtlamaya çalışmasıdır.

Üçüncü bölüm de kırılma konusu ele alınmış ve yoğunluğu farklı olan ortamlarda ışığın yol alırken uğradığı değişimler incelenmiştir. Ancak yaptığı bütün deneysel ve matematiksel irdelemeler sonucunda Takiyüddin, kırılma kanununu bulamamıştır. Fakat konuya değişik bir yaklaşımda bulunmuştur. Anlaşılan odur ki, Takiyüddin sinüs kanunuyla uğraşmamıştır. Çünkü çalışmalarını tamamen geometrik olarak ele almış ve trigonometriyi işin içine sokmayarak açılar arasında oranlar ya da eşitsizlikler kurmak yoluna gitmiştir. Oysa sinüs kanununa giden yol kirişler veya sinüslerden geçmektedir. Böyle bir girişimde bulunmadığı için, onun kırılma kanunu dediği şeyi, bir aritmetiksel eşitsizlik olarak nitelendirebiliriz.


Takiyüddin’in Elyazmaları
Takiyüddin’in günümüze ulaşan elyazmaları incelendiğinde, içerdikleri bilgilerin o dönem gökbilimi hakkında sağladığı veriler yanında farklı bir önemi olduğu da görülür.

Takiyüddin el yazmalarında belirli bir biçim kullanmamıştır. Eserlerin hemen hepsi birbirlerinden farklı boyutlardadır. Kitaplarda kullanılan süsler de birbirlerinden farklıdırlar. Ancak yazmalara önemli yerleri, başlıkları, tablo ve şekilleri belirginleştirmek için farklı renklerden yararlanıldığı gözlenir. Başlangıç sayfalarında yazmaların Takiyüddin’e ait olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlayan açıklamalar, kayıtlar ve imza yer alır. Günümüz araştırmacılarını en çok sevindiren de Takiyüddin’in eserlerinin orijinallerinin bir kısmının bugüne ulaşmış olmasıdır.

O dönemlerde bilim adamlarının yazdıkları eserlerin kopyaları elle çıkarılmaktaydı. Birçok elyazmasının ancak kopyaları günümüze ulaşabilmiştir. Orijinal örneklerin kopyalama sırasında meydana gelebilecek hataları içermediği düşünülürse araştırmacılar için ne denli önemli oldukları anlaşılabilir.

Takiyüddin’e ait el yazmalarının bir bölümü Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nde bulunmaktadır. Enstitü’nün UNESCO’yla (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttüğü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarının da içinde bulunduğu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadır. Takiyüddin’in diğer eserleri başka kütüphanelerin raflarındadır.

Rasathanenin Hazin Sonu
İstanbul Rasathanesi ilginç bir yıkım yaşamasına rağmen, yıkımın nedenine ilişkin fazlaca veri elde edilememiş. Ancak, rasathanenin yıkılışında 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve 1578’de baş gösteren veba salgınının nedeni olarak gösterilmesinin, daha da ileri giden çevrelerce Takiyüddin ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarını gözlediği yolundaki söylentilerin, şüpheleri artırdığı söyleniyor. Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’nin de bu görüşleri desteklemesi üzerine, padişahın verdiği emirle, Rasathane 1580 yılında Kılıç Ali Paşa’ya yıktırılıyor.

Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, konuyla ilgili aydınlanmamış birçok nokta vardır. Yaygın bir görüş Rasathane’nin, verilen hatt-ı hümayuna dayanarak Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkıldığı biçimindedir. Ancak, topa tutma konusunda kişisel anı yazıları dışında günümüze ulaşabilmiş hiçbir yazılı resmi belge yoktur. Rasathanenin betimlenen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu da gözönünde tutulursa bu olasılığın tartışmaya açık olduğu söylenebilir.

Bunca söylentiye karşın, kesin olarak bilinen İstanbul Rasathanesi’nde nitelikli gözlemler yapıldığı ve bu gözlemlere dayanılarak son derece hassas gözlem katalogları hazırlandığıdır. Asıl şanssızlık, Takiyüddin’in arkasından Kepler gibi bir bilim adamının gelmemesi ve yapılmış çalışmaları değerlendirecek bir bilim geleneğinin yerleşmemiş olmasıdır. Bunca söylentinin arkasında, rasathanenin yıkılmasının gerçek nedeninin, rasathanenin kurulmasına önayak olan Hoca Sadettin Efendi ile Şeyhülislam’ın yer aldıkları farklı grupların siyasi çekişmesi olduğu sanılıyor.
user offline post thanks quote
Son düzenleyen vain; 4 Nisan 2007 10:16 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
trabzon61 - avatarı
trabzon61
Ziyaretçi
2 Ekim 2007       Mesaj #22
trabzon61 - avatarı
Ziyaretçi
BEYLER
Sponsorlu Bağlantılar
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
17 Mart 2009       Mesaj #23
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Türk-İslam Bilginleri





Abdüsselam : ( 1926 - 19 ) Pakistanlı Fizik Bilgini İlk nobel ödülü alan müslüman bilim adamı.

Ahmed Bin Musa : ( 10 yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin Öncüsü. Astronom ve Mekanikçi.

Akşemseddin : ( 1389 - 1459 ) Pasteur önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı. İstanbulun fethinin manevi babasıdır. Fatih sultan Mehmet' in Hocasıdır

Ali Bin Abbas : ( ? - 994 ) 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan bilim adamı. Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır. Eski çağın en büyük hekimlerinden olan hipokratesin (Hipokrat) Doğum olayı görüşünü kökünden yıktı.

Ali Bin İsa : ( 11 yüzyıl ) İlk defa göz hastalıkları hakkında eser veren müslüman bilim adamı.

Ali Bin Rıdvan : ( ? - 1067 ) Batıya tedavi metodlarını öğreten islam alimi.

Ali Kuşçu : ( ? - 1474 ) Ünlü Bir türk astronomi ve matematik bilginidir.

Ammar : ( 11 yüzyıl ) İlk katarak ameliyatını kendine has biçimde yapan müslüman bilim adamı.

Battani : ( 858 - 929 ) Dünyanın en meşhur 20 astrononumdan biri trigonometrinin mucidi, sinus ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgin.

Beyruni : ( 973 - 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan bilim adamı ümit burnu, amerika ve japonyanın varlığından bahseden ilk bilim adamı. Beyruni amerika kıtasının varlığını kristof colomb'un Keşfinden 500 sene önce bildirmiştir. Matematik, Jeoloji, Coğrafya, Tıp, Felsefe, Fizik, Astronomi gibi dallarda eserler yazmıştır. Çağın En Büyük Alimidir.

Bitruci : ( 13 yüzyıl ) Kopernik'e yol açan öncülük eden astronom bilim adamı.

Cabir Bin Eflah : ( 12 yüzyıl ) Ortaçağın büyük matematik ve astronom bilginidir . Çubuklu güneş saatini bulan ilk bilim adamıdır.

Cabir Bin Hayyan : ( 721 - 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası sayılır. Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir.

Cahiz : ( 776 - 869 ) Zooloji İlminin öncülerindendir. Hayvan gübresinden amonyak elde etmiştir.

Cezeri : ( 1136 - 1206 ) İlk sistem mühendisi ve ilk sibernetikçi ve elektronikçi Bilgisayarın babası; oysa bilgisayarın babası yanlış olarak ingiliz matematikçisi Charles Babbage olarak bilinir..

Demiri : ( 1349 - 1405 )Avrupalılardan 400 yıl önce ilk zooloji ansiklopedisini yazan alimdir ... Hayatül hayavan isimli kitabı yazmıştır.

Dinaveri : ( 815 - 895 ) Botanikçi Ve astronom bir alim olarak bilinir.

Ebu Kamil Şuca : ( ? - 951 ) Avrupaya matematiği öğreten islam bilgini.

Ebu'l Fida : ( 1271 - 1331 ) Büyük Bir bilgin tarihçi ve coğrafyacıdır.

Ebu'l Vefa : ( 940 - 998 ) Matematik ve Astronomi bilginidir trigonometriye tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı kazandıran matematik bilginidir.

Ebu Maşer : ( 785 - 886 ) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden bilgindir.

Evliya Çelebi : ( 1611 - 1682 ) Büyük Türk seyyahı ve meşhur seyahatnamenin yazarıdır.


Farabi : ( 870 - 950 ) Ses olayını ilk defa fiziki yönden ele alıp açıklayıp izah getiren ilk bilgindir.

Fatih Sultan Mehmet : ( 1432 - 1481 ) İstanbulu feth eden ve Havan topunu icad eden yivli topları döktüren padişahtır fatihin kendi icadı olan ve adı "şahi" olan topların ağırlığı 17 ton ve bakırdan dökülmüş olup 1.5 ton ağırlığındaki mermileri 1 km ileriye atabiliyordu bu topları 100 öküz ve 700 asker ancak çekebiliyordu..

Fergani : ( 9 yüzyıl ) Ekliptik meyli ilk defa tesbit eden astronomi alimi.

Gıyasüddin Cemşid : ( ? - 1429 ) Matematik alimi. Ondalık kesir sistemini bulan çemşid cebir ve astronomi alimi.

Harizmi : ( 780 - 850 ) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebiri öğreten bilgin. Adı algoritmaya isim oldu rakamları Avrupa' ya öğreten bilgin. Cebiri sistemleştiren Bilgin.

Hasan Bin Musa : ( - ) Dünyanın çevresini ölçen, üç kardeşler olarak bilinen üç kardeşten biri..

Hazini : ( 6 - 7 yüzyıl ) Yerçekimi ve terazilerle ilgili izahlarda bulunan bilgin.

Hazerfen Ahmed Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Havada uçan ilk Türk. Planörcülüğün öncüsü.

Huneyn Bin İshak : ( 809 - 873 ) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin.

İbni Avvam : ( 8 yüzyıl ) Tarım alanında ortaçağ boyunca kendini kabul ettiren bilgin.

İbni Battuta : ( 1304 - 1369 ) Ülke ülke , kıta kıta dolaşan büyük bir seyyah.

İbni Baytar : ( 1190 - 1248 ) Ortaçağın en büyük botanikçisi ve eczacısıdır.

İbni Cessar : ( ? - 1009 ) Cüzzam hastalığının sebeb ve tedavilerini 900 sene önce açıklayan müslüman doktor.

İbni Ebi Useybia : ( 1203 - 1270 ) Tıp Tarihi hakkında eşsiz bir eser veren doktor.

İbni Fazıl : ( 739 - 805 ) 12 asır önce ilk kağıt fabrikasını kuran vezir.

İbni Firnas : ( ? - 888 ) Wright kardeşlerden önce 1000 sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştiren alim.

İbni Haldun : ( 1332 - 1406 ) Tarihi ilim haline getiren sosyolojiyi kuran mütefekkir. Psikolojiyi tarihe uygulamış, ilk defa tarih felsefesi yapan büyük bir islam tarihçisidir. Sosyolog ve şehircilik uzmanı.

İbni Hatip : ( 1313 - 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklayan doktor.

İbni Havkal : ( 10 yüzyıl ) 10 asır önce ilmi değeri yüksek bir coğrafya kitabı yazan alim.

İbni Heysem : ( 965 - 1051 ) Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi. İslam dünyasının en büyük fizikçisi, batılı bilginlerin öncüsü, göz ve görme sistemlerine açıklık kazandıran alim. Galile teleskopunun arkasındaki isim.

İbni Karaka : ( ? - 1100 ) Dokuzyüz yıl önce torna tezgahı yapan bilgin.

İbni Macit : ( 15 yüzyıl ) Ünlü bir denizci ve coğrafyacı. Vasco da Gama onun bilgilerinden ve rehberliğinden istifade ederek hindistana ulaştı.

İbni Rüşd : ( 1126 - 1198 ) Büyük bir doktor, astronom ve matematikçidir.

İbni Sina : ( 980 - 1037 ) Doktorların sultanı. Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktor. Hastalık yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör' e ışık tutması, ilaç bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babası.

İbni Türk : ( 9 yüzyıl ) Cebirin temelini atan islam bilgini.

İbni Yunus : ( ? - 1009 ) Galile'den önce sarkacı bulan astronom.

İbni Zuhr : ( 1091 - 1162 ) Endülüsün en büyük müslüman doktorlarından asırlarca Avrupa'da eserleri ders kitabı olarak okutuldu.

İbnünnefis : ( 1210 - 1288 ) Küçük kan dolaşımını bulan ünlü islam alimi.

İbrahim Efendi : ( 18 yüzyıl )Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren mühendis.

İbrahim Hakkı : ( 1703 - 1780 ) Büyük bir sosyolog, psikolog, astronom ve fen adamı. En ünlü eseri marifetnâme, Burçlardan, insan fizyoloji ve anatomisinden bahsetmiştir.

İdrisi : ( 1100 - 1166 ) Yedi asır önce bügünküne çok benzeyen dünya haritasını çizen coğrafyacı.

İhvanü-s Safa : ( 10 yüzyıl ) çeşitli ilim dallarını içine alan 52 kitaptan meydana gelen bir ansiklopedi yazan ilim adamı. Astronomi , Coğrafya, Musiki, Ahlâk, Felfese kitapları yazmıştır.

İsmail Gelenbevi : ( 1730 - 1791 ) 18 yüzyılda osmanlıların en güçlü matematikçilerinden.

İstahri : ( 10 yüzyıl ) Minyatürlü coğrafya kitabı yazan bilgin.

Kadızade Rumi : ( 1337 - 1430 ) Çağını aşan büyük bir matematikçi ve astronomi bilgini. Osmanlının ve Türklerin ilk astronomudur.

Kambur Vesim : ( ? - 1761 ) Verem mikrobunu Robert Koch'dan 150 sene önce keşfeden ünlü doktor.

Katip Çelebi : ( 1609 - 1657 ) Osmalılarda rönesansın müjdecisi coğrafyacı ve fikir adamı.

Kazvini : ( 1203 - 1283 ) Ortaçağın Herodot'u müslümanların Plinius'u , astronom ve coğrafyacı bilgin.

Kemaleddin Farisi : ( ? - 1320 ) İbni Heysem ayarında büyük islam matematikçisi, fizikçi ve astronom.

Kerhi : ( ? - 1029 ) İslam Matematikçilerinden.

Kindi : ( 803 - 872 ) İbni Heysem'e kadar optikle ilgili eserleri kaynak olan bilgin. Fizik, felsefe ve matematik alanında yaptığı hizmetleri ile tanınmıştır.

Kurşunoğlu Behram : ( 1922 - ? ) Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya atan beyin güçlerimizden. Halen prof. Behram Kurşunoğlu Amerika da florida üniversitesinde teorik fizik merkezinde başkanlık yapmaktadır


Lagarî Hasan Çelebi : ( 17 yüzyıl ) Füzeciliğin atası, osmanlılarda ilk defa füze ile uçan bilgin.

Macriti : ( ? - 1007 ) Matematikte başkan kabul edilen Endülüslü Matematikçi ve astronom.

Mağribi : ( 16 yüzyıl ) Çağının en büyük matematikçilerinden . Mağribinin eseri olan Tuhfetü'l Ada isimli kitabında üçgen, dörtgen, daire ve diğer geometrik şekillerinin yüz ölçümlerini bulmak için metodlar gösterilmiştir.

Maaşallah : ( 72? - 815 ) Meşhur islam astronomlarındandır. Usturlabla İlgili ilk eseri veren bilgindir.

Mes'ûdi : ( ? - 956 ) Kıymeti ancak 18. 19. Yüzyıllarda anlaşılan büyük tarihçi ve coğrafyacı. Mesudi günümüzden 1000 sene önce depremlerin oluş sebebini açıklamıştır. Mesûdinin eserlerinden yel değirmenlerinin de müslümanların icadı olduğu anlaşılmıştır.

Mimar Sinan : ( 1489 - 1588 ) Seviyesine bugün dahi ulaşılamayan dahi mimar. Mimar Sinan tam manası ile bir sanat dahisidir.

Muhammed Bin Musa : ( 9 yüzyıl ) Dünyanın Çevresini ölçen 3 kardeşten biri. Matematikçi ve astronom.

Mürsiyeli İbrahim : ( 15 yüzyıl ) Piri reisten 52 sene önce bugünkü uygun Akdeniz haritasını çizen haritacı. Günümüzden 500 sene önce kadar önce yaşamıştır.

Nasirüddin Tusi : ( 1201 - 1274 ) Trigonometri sahasında ilk defa eser veren, Merağa rasathanesini kuran, matematikçi ve astronom.

Necmeddinü-l Mısri : ( 13 yüzyıl ) Çağının ünlü astronomlarından.

Ömer Hayyam : ( ? - 1123 ) Cebirdeki binom formülünü bulan bilgin. Newton veya binom formülünün keşfi ömer hayyama aittir.

Piri Reis : ( 1465 - 1554 ) 400 sene önce bu günküne çok yakın dünya haritasını çizen büyük coğrafyacı. Amerika kıtasının varlığını kristof kolomb 'dan önce bilen ünlü denizci.

Razi : ( 864 - 925 ) Keşifleri ile ün salan asırlar boyunca Avrupa'ya ders veren kimyager doktor ünlü klinikçi. Devrinin En büyük bilgini İbni Sina ile aynı ayarda bir bilgin.

Sabit Bin Kurra : ( ? - 901 ) Newton' dan çok önce diferansiyel hesabını keşfeden bilgin. Dünyanın çapını doğru olarak hesaplayan ilk islam bilgini. Matemetik ve astronomi alimi.

Sabuncu Oğlu Şerefeddin : ( 1386 - 1470 ) Fatih devrinin ünlü doktor ve cerrahlarındandır. Deneysel fizyolojinin öncülerindendir.

Seydi Ali Reis : ( ?-1562 ) Ünlü bir denizci, matematik ve astronomi alimidir.

Şemsettin Halili : ( ?-1397 ) Büyük bir astronomi bilginidir.

Şihabettin Karafi : ( ? - 1285 ) orta çağın en büyük fizikçi ve hukukçularından.

Takiyyüddin Er Rasit : ( 1521 - 1585 ) İstanbul rasathanesi ilk kuran çağından çok ileride asrın önde gelen astronomi alimidir.

Uluğ Bey : ( 1394 -1449 ) Çağının en büyük astronomu ve trigonometride yeni çığır açan ünlü bir alim ve hükümdar.

Zehravi : ( 936 -1013 ) 1000 sene önce ilk çağdaş ameliyatı yapan böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ve ilk böbrek ameliyatını gerçekleştiren bilim adamı..

Zerkali : ( 1029 - 1087 ) Keşif ve hizmetleri ile ün salmış astronomi alimidir.


kaynak
Quo vadis?
reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
23 Ağustos 2009       Mesaj #24
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Önce ilim, sonra ilim, sonra yine ilim

Günümüz İslâm bilginlerinden Yusuf el-Kardâvî, Hz. peygamber ve Ashâbnın ilme verdiği değeri başka hiçbir şeye vermediği anlatıyor.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en belirgin özelliği, okuyup ilim öğrenmesi, öğrendiğini başkasıyla paylaşmasıdır desek herhalde yanlış olmaz. Bu sebepten olmalı ki, Kur’ân-ı Kerîm, ilk olarak inmeye başladığı andan itibaren ilim öğrenme konusunda pek çok teşviklerde bulunuyor, binlerce yerinde okumanın, aklı kullanmanın ve ilim öğrenmenin önemi üzerinde duruyor, hattâ düşünmeyen aklı tezyif ediyordu.

Ancak zaman içerisinde Kur’ân’nın bu yoğun teşviki ile, Müslümanların ilmî seviyeleri arasında her nedense bir çelişki oluştu. Müslümanlar ilme karşı isteksiz davranmaya ve ona yeterince ilgi göstermemeye başladılar. Cehalet yayıldı ve sefalete kucak açar oldu. İşte İslâm dünyasının seçkin ilim adamlarından Dr. Yusuf el-Kardâvî bu çelişkiye bir kitap yazarak dikkat çekmek istemiş. Hz. Peygamber ve İlim adıyla Türkçeye de çevrilen kitabında ilmi, Kur’ân ve Sünnet açısından ele alan el-Kardâvî, Sahabe ve diğer İslâm âlimlerinin görüşlerine de yer veriyor.

El-Kardâvî, “İslâmiyet, ilmî araştırma ve düşüncenin yaygın hale gelmesi için cehaletle yoğun bir şekilde savaşmıştır” diyor ve bu savaşın şeklini kısaca şöyle tarif ediyor:

“Hz. Peygamber, ‘Biz, yazı ve hesabı bilmeyen ümmî bir ümmettik” buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm de, ‘O Allah ki ümmîler içinde kendilerinden bir peygamber gönderdi’ buyuruyor ve Arapları diğer milletler arasında okuma yazması olmayan ümmî kimseler olarak tanımlıyor. Ancak Kur’ân âyetleri inmeye başlayınca cehalet karanlığı darmadağın oldu. İlk inen beş âyette,
‘Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O, insanı yapışkan bir meniden yarattı. Oku, Rabbin çok kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmasını ve bilmediği şeyleri öğretti’ diye okuma emredildi. Kur’ân’ın inen ikinci sûresinin adı Kalem Sûresiydi. Sûrede, ‘Kaleme ve yazdığı şeylere yemin olsun’ diye kalemin önemine dikkat çekildi. Daha sonra inen her sûrede aklı kullanmaya ve ilim öğrenmeye İlâhî canipten yoğun teşvikler yapıldı. Allah Resulü de, Müslümanlara yazı öğretmek için eline geçen her fırsatı değerlendirdi. Nitekim Bedir Savaşında alınan esirleri bile, on çocuğa okuma yazmayı öğretme karşılığında serbest bırakmıştı.

“İslâmiyet cahilliğe geçit vermedi ve onu o toplumun içinden söküp attı. En ümmî ve en cahil insanlar, kısa bir zamanda en medenî insanlara üstad oldular.”

SÜNNET IŞIĞINDA İLİM

İlmin değerini belirten Peygamber sözlerinin çoğu, onu en üstün ibadet olarak gösteriyor. El-Kardâvî buna kitabında şu hadisleri naklederek dikkat çekmiştir:
“Peygamber Efendimizin ilme ne kadar değer verdiğini şu hadisten anlamamız mümkün: “Allah Resulüne (s.a.v.) biri âlim, diğeri sırf ibadetle meşgul olan iki kişiden bahsedildi. Efendimiz buyurdu ki: “Âlimin, sadece ibadetle meşgul olana karşı üstünlüğü, sizin en düşük derecede olanınıza benim üstünlüğüm gibidir.”
İlmi öven diğer bir Peygamber (a.s.m.) sözü ise şöyle: “Kim ilim araştırma yoluna girerse, Allah bu sebeple Cennete giden yolu kendisine kolaylaştırır.”
Bir başka hadis-i şerifte ise şöyle buyuruluyor: “Muhakkak melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları için talebelerin yollarına kanatlarını sererler. Gerçek şu ki, bir âlim için, sudaki balık dahil, yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar istiğfar ederler. Âlimin sırf ibadetle meşgul olan âbide üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara karşı üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki, âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmamışlardır. Onlar ancak miras olarak ilim bırakmışlardır. Bu ilmi alan, büyük bir nasip elde etmiştir.”

SAHABE HAYATINDA İLİM

Sahabe arasında ilim o kadar yaygın hale gelmişti ki, ilme dayanmayan bir söz veya bir iş itibar görmüyordu. El-Kardâvî kitabının çeşitli yerlerinde bu anlamda

Sahabenin şu sözlerine yer veriyor:
İbni Mesud (r.a.): “Dersle uğraşmak namazda bulunmak gibidir.”

Ebu’d-Derdâ (r.a.) “Bir saat ilimle meşgul olmak, bütün geceyi ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır.”

İbni Abbas (r.a.): “Gecenin bir kısmında ilim müzakere etmek, bana, geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.”

Ebu’d-Derdâ (r.a.): “Sabah ve akşam ilim meclisine gitmeyi cihad saymayan kimsenin aklı zayıf, görüşü kısadır.”

Ebu Hureyre (r.a.): “İnsanın, nefsine bir ilâç, başkaları için de bir ıslah vesilesi olacak ilimden bir bölüm öğrenmesi, bir senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
Kâ’bu’l-Ahbâr (r.a.): “İlim tahsil etmek sabah akşam Allah yolunda cihad etmek gibidir.”

Bütün bunların üzerine İmam Sevrî ilim hakkında şu hükmü veriyor: Farzlardan sonra, ilim öğrenmekten daha faziletli hiçbir ibadet yoktur.

“İnsanları yöneten ve yönlendirenler mutlaka ilim erbabı olmalılar. ‘Ömer bin Abdülaziz, ‘Kim ilimsiz iş yaparsa, onun bozduğu düzelttiğinden daha fazladır’ diyor. Ve bu sözü de ondan, Tâbiînin en büyük âlim ve müçtehitlerinden Süfyan bin Uyeyne naklediyor.

Bu sözden sonra el-Kardâvî, “Bu hakikati göz önünde bulunduran fıkıh âlimleri şu noktada birleşiyorlar” diyor, “Fıkıhçılar özellikle devlet reisliği ve hâkimlik gibi yüksek idarî işleri yüklenen kimselere, sahibini içtihat derecesine ulaştıracak ilmi şart koşmuştur. Tâ ki, kendisine birşey sorulunca ilimle fetva versin, emredince doğru olanı göstersin, hükmedince adaletle hükmetsin, birşey önerince hikmet ve basiret ile hareket etsin. Bu yüzden idarecilerin yetiştirilmesi ve ehil hale getirilmesi İslâmiyet açısından bir vecibedir. İlimde taklit derecesinde olan kimselerin böyle görevlere getirilmesini uygun görmemişler; ancak ‘ehli bulunamazsa getirilebilir’ demişler. Aşağı seviyedeki diğer idarî makamlar da böyledir.”

Tâbiînin büyük imamı Hasan el-Basrî demiştir ki: “İlimsiz iş yapan, yolunu şaşırmış yolcu gibidir. İlimsiz iş yapanın bozduğu yaptığından daha çoktur. Öyleyse ibadete zarar vermeyecek şekilde ilim, ilme zarar vermeyecek şekilde de ibadet elde ediniz. Gerçekten bir topluluk (yani Haricîler) ilmi bırakıp ibadetin peşine düştü, sonunda ümmet-i Muhammed’e kılıç çekti. Eğer bu topluluk ilim elde etmiş olsaydı, ilim onları böyle bir işe sevk etmezdi.”

El-Kardâvî bu olayı günümüze getiriyor ve diyor: “Zamanımızda da ilimleri az, düşünceleri taşkın nice gençler vardır ki, tutkuları, asıllarını inkâra ve cemaatleri de tekfire sevk etmiştir. Bu sebeple yoruma açık olan âyetlerin peşine düşüyor bu gençler, fitne yoluna sapıyorlar. Sonunda Allah’ın haram dediğini helâl demeye, farz dediğini de kabul etmemeye yöneliyorlar.

“Gerçekten bunlar ilim tahsil ederek dini iyice anlasalar, ilmi ehil kimselerin yardımıyla kaynağından alsalardı, taşkınlık yapacakları zaman ilim onları durdururdu. Cihadın nasıl, ne zaman ve kiminle yapılacağını bilirlerdi.”

KENAN DEMİRTAŞ

reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
25 Ağustos 2009       Mesaj #25
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Balarıları ve Mimari Harikası Petekler

Bilindiği gibi balarıları ihtiyaçlarından kat kat fazla bal üretirler ve bunları peteklerde saklarlar. Peteğin altıgen oluşu da herkes tarafından bilinen bir özelliktir. Peki arıların neden sekizgen, veya beşgen gibi geometrik şekillerde petekler değil de özellikle altıgen petekler inşa ettiğini hiç düşündünüz mü?

Bu sorunun cevabını araştıran matematikçiler ilginç bir sonuca vardılar: "Bir alanın maksimum kullanımı için en uygun geometrik şekil altıgendir." Altıgen hücre, en çok miktarda bal depolarken, inşası için en az balmumu gerektiren şekildir. Yani arı, olabilecek en uygun şekli kullanmaktadır.

Peteğin inşasında kullanılan yöntem ise çok şaşırtıcıdır: Arılar petek inşaatına iki-üç ayrı yerden başlarlar ve aynı anda iki-üç dizi şeklinde peteği örerler. Yani çok sayıda arı, değişik yerlerden başlayarak, aynı ölçülerde altıgenler yapıp, bunları birbirine ekleyerek peteği örer ve en sonunda ortada buluşurlar. Altıgenlerin birleşme yerleri o kadar ustaca yapılmıştır ki görünürde sonradan eklendiklerine dair hiçbir iz yoktur.

Elbette arıların yaptıkları bu olağanüstü iş karşısında, bu canlıları yönlendiren üstün bir iradesi olan Allahın varlığını kabul etmemiz gerekir. Evrimciler bunu "içgüdü" kavramıyla geçiştirmeye ve arının kendisine ait bir özellik gibi göstermeye çalışırlar. Oysa eğer bir "güdü" varsa, bu tüm arılara hakimse ve birbirinden habersiz arıların uyum içinde çalışmalarını sağlıyorsa, bu durumda tüm bu küçük canlılara hakim olan üstün bir yaratıcı var demektir.

Daha açık bir ifadeyle, bu küçük canlıları yaratmış olan Allah, onlara yapmaları gereken işi "ilham" etmektedir. Bu gerçek, 14 asır önce Kuran'da insanlara şöyle bildirilmiştir (mealen):

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

reyan - avatarı
reyan
Ziyaretçi
26 Ağustos 2009       Mesaj #26
reyan - avatarı
Ziyaretçi
Önemli Müslüman İcatları

Roller değişti. Medeniyeti Avrupa'ya götüren de bizlerdik. Bu coğrafyaydı.




İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Kahve: Halid isimli bir Arap, Etyopya'nın Kaffa bölgesinde keçilerin yere dökülmüş koyu renkli tohumları yediğini fark etti. Kahve 1645'te Venedik'e geldi.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Akşam yemeği: Irak'tan İspanya'ya gelen Ali ibn Nafi, 9'uncu yüzyılda çorbadan sonra et ya da balık yemeğiyle devam eden ve meyve ya da tatlıyla son bulan akşam yemeğini restoranında uygulamaya başladı.


İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Paraşüt:Endülüslü Abbas Kasım İbn Firnas'ın asıl amacı uçan bir cihaz icat etmekti. İcadı sadece yere çakılmasını engelledi.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları

Halı: İnsan figürünün kullanılmaması Müslüman dünyasında halıcılığın da gelişmesini sağladı.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Ameliyat: Ebu'l- Kasım El Zehravi'nin, 10'uncu yüzyılda bulduğu ameliyat yöntemleri ve 200 alet hâlâ kullanılıyor.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Roket: Çinlilerin gösteri amaçlı roketlerinin içine potasyum nitrat katarak askeri amaçlı kullananlar Araplar oldu.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Sabun: Mısır ve Romalılar bazı materyalleri temizlik için kullansa da bitkisel yağları sodyum hidroksit ile birleştirip ilk sabunu yapan Araplardı.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Çek: 9'uncu yüzyılda Araplar iş yaptıkları kişilere verecekleri tutarı kağıt üzerine yazıyor bu kağıtlar gerçek para gibi değerlendiriliyordu.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Çelik yelek: ilk kez ok geçirmeyen giysiler yapanlar Müslümanlar. Hıristiyanlar bunu Haçlı Seferleri sırasında öğrendi.

İslam'da Bilim, Türk ve  Müslüman Bilim Adamları
Bahçe: Bahçeyi çiçek ve sanat eserleriyle süsleyip meditasyon merkezi haline getirenler Araplardı. (hürriyet:8 Eylül 2007)
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
27 Kasım 2010       Mesaj #27
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Bilme, bilim, ilk emri "oku" di­ye başlayan İslam'ın ilme verdiği önem, ona verdiği destek, ona getir­diği teşvik, bırakın Müslümanı, ko­nu üzerine az çok eğilmiş gayri müslimlerin bile kolayca kabul ettiği bir gerçektir.

İslam ilme çok geniş açıdan bakar. İslam'da ilim deyince yalnız, gerçek­ten çok derin dalları bulunan din ilim­leri anlaşılmamalıdır, islam din ilim­leriyle birlikte dünyaya ait her türlü bilgiyi de teşvik etmiş, elde edilmesi­nin, tahsil edilmesinin yararını vurgu­lamıştır. Dünyamıza, fezaya, tüm ev­rene ait sırların keşfedilmesi, bunlar­dan insanlık yararına sonuçlar çıka­rılması, tam anlamıyla Islami bir ça­badır. Eğer bunu bugün biz Müslü­manlar değil de gayri müslimler ya­pıyorsa bu, Müslümanlığımızın ne ka­dar su götürdüğünün bir belirtisi sa­yılmalıdır.
İslam dini bilimsel çalışma ve araştırmalara hiçbir sınırlama getir­memiştir. Eğer bir sınırlama getirmiş olsaydı, bugünkü Batı'mn ortaçağ ka­ranlığından kurtulması demek olan Rönesans olamazdı. Avrupa, Röne-sansı, tslamın getirdiği, engin ilmi hoşgörü çerçevesinde yapılmış, ger­çekleştirilmiş çalışma ve araştırmala­ra borçludur.

Avrupalılara göre Rönesansın kaynağı eski Yunan ve Roma'dır. M. önceki 2-3 yüzyıl, M. sonraki 2-3 yüz­yılın eski Yunan ve Roma'da bilim, sanat ve edebiyat alanında önemli eserlerin verildiği, büyük bilgin ve fi­lozofların, sanatkârların yetiştiği yüz­yıllar olarak tarihe geçmiştir. Röne­sans, Avrupalılarca, bu eserlerin ye­niden canlandırılması ve benzer eser­ler meydana getirilmesi demektir. Av­rupa işte bunu yapabilmek için, İslamın doğuşunu, bütün ortaçağı kap­layan görkemli gelişmesini beklemek zorunda kalmıştır. Neden? Çünkü kültürünün temelleri saydığı eski Yu­nan ve Roma'ya ait eserleri Müslü­manlar tercüme etmişler, yorumla­mışlar, analiz ve eleştirisini yapmış­lar, Avrupalılar da bütün bunları ta­rihin seyri içinde (Haçlı Seferleri, En­dülüs Emevileri, istanbul'un fethi gibi vesilelerle) Müslümanlardan öğren­mişlerdir. Eski Yunan ve Roma'yı ni­çin doğrudan doğruya kendi kaynak­larından öğrenmemişlerdir? Çünkü ortaçağda Avrupa'da tek otorite olan kilise buna izin vermemiş, tek gerçe­ğin kendi söylediklerinden ibaret ol­duğunu zorla kabul ettirmiştir. Oysa İslam ilim konusunda hiçbir zaman böyle bir fanatizme düşmemiş, bila­kis, bilimsel çalışma ve araştırmaları teşvik etmiştir.

Kur'an bir sınırlama getirmeden bilmenin önemini dile getirmiştir:

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyen­ler bir olur mu?" (1).

"Allah içinizden iman edenlerle il­me nail olanların derecesini yüksel­tir". (2).

Kur'ân'da bizleri, düşünmeye, araştırmaya, evrenin sırlarını çözme­ye davet eden nice âyetler vardır. Dünyamızın da içinde bulunduğu tüm evrenin, (sırlarını çözüp, istifade et­mesi için) insanın emrine verildiği be­lirtilmiştir.

"O (Allah), geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin hizmetinize ver­di". (3)

Peygamberimizin ilim, alim, kitap konusundaki sözleri sayılmayacak ka­dar çoktur.

"Çin'de bile olsa ilmi alınız. Çün­kü ilim kadın, erkek her Müslüman'a farzdır". (4).

"İlim ve hikmet mü'minin yitiği­dir, onu nerede bulsa alır". (5).

"Kişinin ilimden bir konu öğren­mesi, bin rekât nafile namaz kılma­sından hayıriıdır". 6)
Müslümanlar, bunlar ve benzeri sayısız ilmi teşvik eden esaslar para­lelinde davrandıkları zaman gerçek­ten büyük bilimsel başarılar göster­mişlerdir. Bunun, herkesi inandıracak açıklık ve bollukta belgelerini sergi­lemek mümkündür.

Kültür ve uygarlıkta ileri ülkele­rin, geri ülkeleri çeşitli bakımlardan etkilediği, kültür ve uygarlığının ba­zı öğelerini geri kalmış ülkelere be­nimsettiği bilinen gerçeklerdendir.
Bugün ileri Batı uygarlığı bu açıdan büyük bir etkilenme gücüne sahip. Birçok ülkenin dilinde Batı'nın tek­nik, ekonomik, kültürel terimleri yer almıştır. Avrupa'nın yerinde saydığı, Müslümanların büyük bilimsel geliş­me ve başarılar gösterdiği dönemde ise bunun tam tersi olmuştur. Bugün bütün Batı dillerinde ortak olarak kullanılan "alkol", "amiral", "coton" (pamuk), "sucre" (şeker), "cebir" gibi sözcükler Müslümanlar­dan alınmadır. Avrupa Müslümanlar­dan kâğıt, pusula gibi teknik buluş­ları, çeşitli endüstri bitkilerinin yetiş­tirilmesini öğrenmişlerdir. (7).

Müslümanların 15. yüzyıla kadar sürmüş olan bilimsel çalışma ve geliş­meleri niçin durmuştur?
Bunun sebebi Müslüman ilim ve kültürüne indirilen iki büyük darbe­dir. Bunlardan biri, Cengiz soyundan Hülagu'nun Abbasi Halifeliğini yıkınca, Bağdat kütüphanelerinde yüz­yılların semeresi olarak birikmiş bu­lunan kitapları Dicle Nehri'ne döktür­mesi, ikincisi de, 15. yüzyıl sonların­da Ispanya'daki Emevi egemenliğine son verirken İmparator Şarlken'in Müslüman İspanya'nın kütüphanele-rindeki bütün kitapları yaktırmasıdır. Tarihin tanıdığı en büyük vandallık-lardan ikisini Hülagu ve Şarlken yap­mıştır. İspanya'da Granada'nın Babür-Remle Meydanı'nda bir mil­yon kitap yakıldığı tarihi kayıtlara geçmiştir.

Yüzyılımızın başında ünlü fizikçi Pierre Curie şunları söylemiştir:

"Müslüman Endülüs'ten bize otuz kitap kaldı atomu parçalayabil­dik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yansı kalsaydı çoktan uzayda galak­siler arasında geziyor olacaktık".

"13., 14., 15. yüzyıllarda bazı Müslüman bilim adamlarına ait kü-tüphanelerdeki kitaptan bir yerden bir yere nakletmek için 400 deveye ihti­yaç duyulduğunu tarihler kaydetmek­tedir. El-Vahidi 600 sandık kitap bı­rakmıştı ki, bir tanesini iki adam zor kaldırıyordu. Bazı hükümdarların ku­tup hanelerin dek i kitapların sayısın­dan fazla idi. Dünyanın hiçbir yerin­de Müslümanlardaki bu kitap aşkı gö­rülmemiştir. Çünkü Peygamberimiz Müslümanlara "İlmi kitap haline getirin' (havada bırakmayın) emrini vermiştir."

Adı geçen yüzyıllarda Müslüman­lık ilim hayatının zirvesine ulaşmıştı.

"Kurıuna'dan Semerkand'a kadar uzanan bin camide çalışan ilim adam­larının sayısı, camilerdeki sütunlardan daha fazlaydı. Belagatle konuşmala­rı dünyayı titretiyordu. Devletin yol­lan daha fazla öğrenmek için ilim pe­şinde koşan ilahiyatçı, tarihçi, coğraf­yacı, hukukçu ile doluydu."


1) Zümer suresi, ayet: 9
2) Mücadele suresi, ayet: 11
3) Nahl suresi, ayet: 12
4) Keşfü'l-Hafâ, c. 1, 5. 138 •
5) Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 369

6) Et-Tergib ve't-Terhib, c. 1, s. 97
7) Barthold-Köprülü, İslam Medeni­yeti Tarihi (Daha geniş bilgi için başvuru­labilir).


İslam Ansiklopedisi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2011       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Müslüman bilim adamlarının yapmış olduğu önemli keşif ve icatlar
Konu, âlet veya metot Müslüman bilim adamı Yaşadığı tarih
Galilei 'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü söylemiştir.[1]
Birûni
973 - 1051

Yoğunluk aleti piknometre, matametikte kosinüs formülü, sekant, kosekant kavramaları ve üçgenin alan formülleri[2][3][4]
Ebu'l-Vefa
940-988

İlk göz ameliyatı, bağırsağın ameliyat dikişlerinde kullanılması, ameliyat sonrası oluşan iltihapları çıkaran seton (kıl fitili) [5]Petrolün ilk defa damıtılıp naft adı altında kullanılmaya başlanması[6]
Ebu Bekr Zekeriyya Râzi
865-925

İlk robotlar ve sibernetik ilmi. Ayrıca pistonlu motorlarda kullanılan ve doğrusal hareketi dönme hareketine çeviren krank mekanizması.[7][8]
El Cezeri
1136-1206

Çeliklerde paslanmanın önlenmesini sağlama.[9] Maddenin en küçük parçasının cüz-ü la yetecezza (atom) olarak tarifi ve parçalandığında Bağdat'ın altını üstüne getirebilecek enerjiyle yüklü olduğunun tespiti[10]
Cabir Bin Hayyan
721-815

Barutla çalışan iki katlı ve yedi kollu bir roketle, 2.5 km yol katederdek uçuş denemesi yapılması[11]
Lagari Hasan Çelebi
1633

Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüşünün 365 gün 6 saat 9 dakika 6 saniye olduğunun günümüzdeki değerden sadece 58 saniyelik farkla hesaplanması[12]
Uluğ Bey
1393-1449

Newton'dan 500 yıl önce yerçekimi ivmesinin bulunması[13]
Hazini
1100-1155

Görme hâdisesi ve anatomisinin açıklanması; karanlık oda, mercek, prizma, aynalar, optik, atmosfer basıncı, atmosfer tabakasının kalınlığı gibi konularda öncü çalışmalar[14]
Ebu'l-Heysem
965-1051

Einstein'dan 1100 yıl önce rölativite (izafiyet-görecelik) teorisinin ortaya atılması[15][16]
Ebu Yusuf El Kindi
796-872
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
22 Mart 2011       Mesaj #29
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Önce Onlar Bulmuştu

Dünyanın üzerine bir güneş gibi doğan İslâmiyet, ilim öğrenmeyi teşvik ederek Müslümanların her bakımdan örnek alınabilecek bir medeniyet kurmalarını sağlamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamber Efendimiz’in (sas) teşvikleriyle, M.S. 800–1500 yılları arasında İslâm dünyasında, her konuda olduğu gibi, ilmî çalışmalarda da önemli ilerlemeler olmuş; birçok Batılı araştırmacı, İslâm dünyasının önemli ilim merkezlerine gelerek Müslüman âlimlerden ilim öğrenmiştir. Müslüman ilim adamlarının eserlerinden yaptıkları çevirilerle, kendi ülkelerinde mucit olarak meşhur olmuş çok sayıda Batılı araştırmacı vardır. Batı’nın meseleye taraflı yaklaşması, ülkemizde de bazı kesimlerin bu gerçeği kasıtlı olarak örtmeye çalışması neticesi maalesef Müslüman ilim adamları tarafından yapılan keşif ve ortaya konan icatlar Batılılara mal edilmiştir. Bütün bunlardan sonra da, “İslâm terakkiye mânidir.” gibi yaftalarla Müslümanlar tesir altına alınmak istenmiştir. Aşağıdaki misâllerden de anlaşılacağı gibi birçok icat ve keşfin temelinde Müslüman ilim adamları vardır.

Uçak
İnsanoğlunun kuşlar gibi uçma hayalinin, ilk olarak 1903 yılında Wright Kardeşler tarafından gerçekleştirildiği bilinir. Hâlbuki ilk uçuş denemeleri 880 yılında, Endülüslü Müslüman âlim İbn-i Firnas tarafından geçekleştirilmiştir. Plânörlere benzeyen bir âletin üzerine kuş tüyleri ve kumaş geçiren İbn-i Firnas, bununla bir müddet havada kalmayı başarmıştır. İbn-i Firnas’ın bu faaliyeti, Batılı tarihçilerden Prof. Dr. Philip Hitti ve Dr. Sigrid Hunke tarafından ilk uçuş denemesi, kullandığı âlet de ilk uçak modeli olarak kabul edilir.

Buharlı otomatik sistemler
Çeşitli kaynaklarda, buharlı otomatik sistemlerin ilk örneklerinin 1780 yılında İskoçyalı mühendis James Watt (1736–1819) tarafından icat edildiği belirtilir. Hâlbuki James Watt’tan 600 yıl öne yaşamış olan El-Cezeri’nin bir eserinde, buharlı otomatik sisteme benzer bir regülâtörden bahsedilmekte ve bu regülâtörün detaylı resmi yer almaktadır. El-Cezeri bu sistemde, buhar veya petrolle çalışan motorlu taşıtların vazgeçilmez elemanı olan supap tekniğini de ilk olarak kullanmıştır.

İlk denizaltı
Su altında ilerleyebilen bir vasıta yapma fikri, ilk olarak Leonardo da Vinci (1412–1519) tarafından ortaya atılmıştır. 1620’de Hollandalı fizikçi Drebbel’in ve 1653’te Fransız fizikçi François de Son’un bu konuda yaptıkları çalışmalardan bir netice alınamamıştır. Günümüzde ilk denizaltının 1776 yılında Amerikalı bilim adamı David Bushnell tarafından yapıldığı bilinmektedir. Hâlbuki İbrahim Efendi, 1719 yılında şehzadelerin sünnet düğününde eğlence maksatlı kullanılmak üzere, insan taşıyabilen ve bir saatten fazla su altında kalabilen, çelikten bir denizaltı yapmıştır.

Dünyanın yuvarlaklığı ve kendi etrafında dönmesi
Kâinat kitabını, Kur’ân-ı Kerim’in ışığında okuyan El-Biruni (973–1048), Dünya’nın yuvarlak oluşuna ve kendi etrafında döndüğüne dâir ilmî hesaplamalarını Kopernik’ten 500 yıl önce bilim dünyasına sunmuştur. Ne yazık ki, gençliğimize Kopernik anlatılmasına rağmen, El-Biruni’den hiç bahsedilmemektedir.

Kan dolaşımı
16. yüzyılda yaşamış olan Micheal Servitus’ün kan dolaşımını ilk keşfeden kişi olduğu kanaati günümüzde yaygındır. Hâlbuki ondan 300 yıl önce yaşamış Müslüman tıp âlimi İbnü’n-Nefis (1208–1288), eserinde damar sistemini ve kalbin bölümlerini detaylı olarak çizmekte; büyük ve küçük kan dolaşımını ayrı ayrı anlatmaktadır.

İlk anestezi
İlk olarak 1850 yılında Junken tarafından yapıldığı zannedilen anestezi, Müslüman ilim adamı Sâbit bin Kurra (835–902) tarafından keşfedilmiş ve kullanılmıştır. Harran’da doğan Sâbit Bin Kurra, Bağdat’ta, tıpla birlikte matematik, astronomi ve mekanik sahalarında da önemli çalışmalar yapmıştır.

Atom
Günümüz dünyasında, atomla alâkalı ilk çalışmaların İngiliz fizikçi John Dalton (1766–1844) tarafından yapıldığı, uranyumun çekirdeğinin parçalanabileceği fikrinin de Alman fizikçi Otto Hahn (1779–1868) tarafından ortaya atıldığı fikri yaygındır. Hâlbuki onlardan 1000 yıl önce yaşamış ve dönemin en büyük ilim merkezlerinden Harran Üniversitesi’nde rektörlük yapmış olan Müslüman kimyacı Câbir Bin Hayyan’ın (721–815) aşağıdaki sözleri asrımızın ilim adamlarını dahi hayrete düşürecek mahiyettedir: “Maddenin en küçük parçası olan ‘cüz-ü la yetecezza’da (atom) yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi onun parçalanamayacağı söylenemez. Aksine parçalanabilir ve parçalanınca da öylesine bir güç ortaya çıkar ki, bu güç Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allah’ın bir kudret nişanıdır.”

Verem ve tedavisi
50 yıl öncesine kadar tedavisi bilinmeyen verem, nice insanın ölümüne yol açmıştır. Veremin tedavi usullerini ve bu hastalığa yol açan mikrobu Alman bilim adamı Dr. Robert Koch’un (1834–1910) bulduğu belirtilmektedir. Üstelik verem konusunda yaptığı çalışmalar dolayısıyla Dr. Koch’a 1905 yılında tıp sahasında Nobel Mükâfatı verilmiştir. Hâlbuki Dr. Koch’dan 150 yıl önce yaşamış Osmanlı ilim adamı Abbas Vesim bin Abdurrahman’ın (?-1761) vereme yol açan mikrop, veremin bulaşma yolları ve tedavisi konusunda yaptığı çalışmalar Avrupa’da büyük alâka görmüş ve yabancı ilim adamları kendisini sık sık ziyaret etmişlerdir.

Katarakt ameliyatı
İlk olarak 1846 yılında Blanchet tarafından gerçekleştirildiği bilinen katarakt ameliyatına, Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Yakup’un (as) perde inmiş gözüne, Hz. Yusuf’un (as) gömleğini sürünce görmeye başlaması hâdisesiyle işaret edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’den aldığı ilhamla katarakt tedavisinin mümkün olabileceğine inanan ve bu sahada çalışmalar yapan Ebu’l-Kasım Ammar bin Ali Mevsili (950–1010) Irak ve Mısır’da yaşamıştır. Ali Mevsili’nin göz hastalıklarının tedavisi konusunda yazdığı “Kitabu’l-Müntehap” isimli eseri, Batı’da 18. yüzyılda dahi bu konudaki en iyi tıp kitabı olarak kabul edilmiştir. Ali Mavsili, göz hastalıklarına karşı uyguladığı çeşitli tedavi usullerinin yanında, içi oyuk bir tüp ile katarakt ameliyatı da yapmıştır.

Yukarıdaki misâllerden de anlaşılacağı gibi insanlığın ortak mirası olan bilime 8 ile 16. yüzyıllar arasında Müslümanlar çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Batı’da yetişmiş Gergo Saton gibi objektif birkaç bilim tarihçisinin eserlerinde Müslüman ilim adamlarından detaylı bahsedilmektedir. Bu eserlerde Sâbit Bin Kurra için Müslümanların Euklides’i; Harezmî için cebirde Euclides’ten bin yıl ileride; Câbir bin Hayyan için modern kimyanın, İbn-i Heysem için optik ilminin ve modern tecrübî fiziğin kurucusu; İbn-i Sina için hekimlerin üstadı; El-Cezeri için modern mühendisliğin ve otomatik kontrol ilminin kurucusu; Uluğ Bey için 15. yüzyılın astronomu; Mimar Sinan için mimarların üstadı; Piri Reis için dünyanın en büyük denizcisi; Râzi için Avrupa’daki ders veren kimyager denmekte, diğer âlimler için de çeşitli güzel tâbirler kullanılmaktadır.13 Ayrıca Milletlerarası Astronomi Birliği 1950’de aldığı bir karara istinaden Ay yüzeyinde bulunan kraterlere (Ay çukuru) bilime önemli katkıları olmuş ilim adamlarının isimlerini vermiştir. Bunlar arasında Müslüman ilim adamlarından Sâbit bin Kurra, Ebu’l-Vefa, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Câbir Bin Hayyan, İbn-i Heysem, Biruni, İbn-i Sina, Nasiruddin Tusi, El-Battâni, El-Fargani, Bitruci, El-Zerkavi ve Es-Sûfi’nin isimleri de yer almaktadır.13,14
Yukarıda sadece bazılarını sayabildiğimiz icat ve keşifler, ülkemizdeki ders kitaplarında yeterince yer almadığı gibi, Müslüman ilim adamları tarafından yüzyıllar önce yapılan keşif ve icatlar da, okullarımızda “Batılı ilim adamları tarafından yapılmıştır.” şeklinde öğretilmeye devam edilmektedir. Bu durum maalesef, tarih ve kültürümüzden bîhaber, kendine güveni olmayan bir gençliğin yetişmesine yol açmaktadır. Günümüzde, kendi öz değerlerimizle yetişen gençlerden bazılarının, dünya bilim olimpiyatlarında kazandıkları başarılar, imkân verildiğinde, bilime geçmiştekine benzer katkıların tekrar yapılabileceğinin bir habercisidir.


Bilimin sIrlarInI aralayan kitap
resim85300 2564677

Prof. Dr. Salim El Hassani'nin 20 yıllık çalışmasının ürünü olan 1001 İcat isimli kitabı, Ortaçağ'ın üzerindeki önemli bir sırrın örtüsünü kaldırıyor: Bugün kullandığımız birçok teknolojik yeniliğin temelinde dünyanın dört bir yanındaki Müslüman âlimlerinin buluşları yatıyor.

Uygarlık tarihinin bugün ulaştığı noktada önemli payı olan İslam dünyasının bilim ve medeniyet tarihine yaptığı katkılar, Hilal TV'de gösterilen 1001 İcat Belgeseli'yle bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Prof. Dr. Salim El Hassani'nin başkanlığını yaptığı Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı'nın çeşitli ülkelerden birçok akademisyenin katılımıyla hazırladığı 1001 Inventıon-1001 İcat kitabından yola çıkılarak hazırlanan belgesel, Müslümanların tıp, astronomi, şehir, ticaret, coğrafya başta olmak üzere günümüzdeki bilim ve teknolojinin alt yapısını oluşturan birbirinden ilginç icatlarını gözler önüne seriyor. Tarihe mal olan parlak fikirler ve onları gerçekleştirenler bu program ile meraklısına sunuluyor.

İLK AŞIYI MÜSLÜMANLAR VURDU
1001 İcat kitabı, Müslümanların tıp ve sağlık alanındaki buluşlarına ve hastane kültürüne büyük bir bölüm ayırıyor. Sağlık alanındaki uzmanlaşma ve branşlaşmanın İslam dünyasında çok erken dönemlerde başladığı vurgulanan kitapta, İslam tarihindeki hastane kültürü günümüze örnek olacak nitelikte karşımıza çıkıyor. Tıp dünyasında aşıyı ve ilk cerrahi aletleri de ilk kez kullanan da yine Müslüman bilim adamları. Kitapta, küçük kan dolaşımından Harwey'den üç asır önce ilk defa İbn Nefis bahsettiği dile getirilirken, Zahravî yüzden fazla cerrahi aletin mucidi ve büyük bir cerrah olarak anılıyor. Tarihte ilk katarakt ameliyatını yapan isim ise El-Mevsili olarak biliniyor. 980 – 1037 yılları arasında yaşayan İbni Sina, doktorların sultanı olarak tanıtılıyor. Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan Sina, hastalık yayan küçük organizmalara ilişkin araştırmaları, civa ile tedaviyi bulması, Pastor' e ışık tutması, ilaç bilimi konusundaki uzmanlığı, dış belirtilere dayanarak teşhis koyması, botanik ve zooloji konusunda ortaya koyduğu eserleriyle hâlâ gündemde kalmaya devam ediyor. Kitapta, yarayı diğer dokulara zarar vermemek için boru içinden dağlama yapan, ameliyat esnasında kullanılan çengelin ucunu yuvarlak hale getirerek diğer organlara takılmasını engelleyen, bademcik ameliyatında alınan bademciğin kesilip dışarı çıkarılabilmesi için iki yönlü bir aleti kullanan ve idrar taşını kıran ilk aleti icat edenin de Müslüman bilim adamları olduğu ifade ediliyor. Müslüman bilim adamlarının ilk eczacılık uygulamalarında da imzası bulunuyor.

MÜZİĞİN TEMELLERİNİ ATAN KİŞİ:KİNDİ
Ayrıca müzik alanındaki icatlar ve gelişmelere de kitapta geniş yer veriliyor. Kitapta, 4 risaleden oluşan kitabından bahsedilen Kindi'nin 10 asır önce müziğin fiziksel ve matematiksel temelleri hakkında yazdıkları müziğin alt yapısını oluşturacak nitelikte olduğu vurgulanıyor. Kindi'nin kitabında zamanın ses teorisi olarak bilinen müzik sistemi, ses fiziği, besteleme bilgileri, enstürüman metodları gibi birçok müzik bilgisine rastlanıyor. Ticaret ve tarım alanında da ilk Müslümanların yaptığı öncülük de kitabın ilgi çeken bölümlerinden. Örneğin sekizinci yüzyılda ilk çek Müslümanlar tarafından kullanılmış. Hatta Bağdat'ta yazılan bir çekin çeşitli ülkelerde kullanılabildiği de kitapta ifade ediliyor. Yine tarım daki bir başka icat da Takiyyüdin Rasid tarafından icat edilen 6 silindirli pompa. Bu pompa sayesinde nehirlerdeki su, tarlalara çok daha hızlı ulaştırılmaya başlanmış. Yine İpek Endüstrisi de Müslümanlar tarafından geliştirilmiş. Kitapta bunlar gibi hepsi çağında önemli bir boşluğu dolduran 1001 buluşa ve dehaların hayatlarına yer veriliyor.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Cebir ilmi al-Cabir tarafından icat edildi
"Sıfır" ilk defa Müslümanlar tarafından matematikte kullanılmaya başlandı. Harezmî modern Logaritmanın kurucusu.
Şifre çözme "kriptoloji" konusunda ilk kitabı El-Kindî yazdı 13. Savaşçı filmi Ibn Fadlan seyahatnamesinden hareketle çekildi.
Trigonometriyi coğrafya ilmine Müslümanlar dahil etti.
Tarihte ilk uçma denemesi İspanya'da Abbas b. Firnas tarafından paraşüt kullanılarak başarıyla gerçekleştirildi.
Ali Kuşçu'nun eserinde Kopernik'in evren modelinin çizimleri birebir bulunuyor.
Kâğıt İslam dünyasından yüz sene sonra Avrupa'ya geçti.

BİR KAÇ DEHA
Abdüsselam : ( 1926 - ) Pakistanlı Fizik Bilgini. İlk Nobel ödülü alan Müslüman bilim adamı.
Ahmed Bin Musa : ( 10. yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin öncüsü. Astronom ve Mekanikçi.
İbni Rüşd : ( 1126 - 1198 ) Astronom ve matematikçi.
İbni Türk : ( 9. yüzyıl ) Cebirin temel ini atan İslam bilgini.
İdrisi : ( 1100 - 1166 ) Yedi asır önce dünya haritasını çizen coğrafyacı
Akşemseddin : ( 1389 - 1459 ) Pasteur'den önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı. Fatih Sultan Mehmet'in Hocası olup, İstanbul'un Feth'inde büyük rol oynadı.
Ali Bin Abbas : (?- 994 ) İlk kanser ameliyatını yapan bilim adamı. Kılcal damar sistemini ortaya çıkaran kişi.
Biruni: ( 973 - 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan ve Ümit Burnu, Amerika ve Japonya'nın varlığından bahseden ilk bilim adamı.
Cabir Bin Hayyam : ( 721 - 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası... (04.05.2008)

untitled160ca08ca70c73e05fby

İşte 1001 İcad'ın öyküsü


Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı, Batı merkezli düşünce sisteminin ‘Ortaçağ Karanlığı' diye tanımladığı ve Avrupa'da “kadınların şeytan” olarak görüldüğü, “dünya yuvarlak” diyenlerin idam edildiği 1000 yıllık zaman diliminde İslam medeniyetinin ortaya koyduğu bilimsel çalışmaları ‘1001 İcat: Müslümanların Dünyaya Bıraktığı Miras' ismiyle kitaplaştırdı.Merkezi Londra'da bulunan ve dünyanın birçok yerinden bilim adamının üye olduğu Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı (FSTC), Batı'nın “Ortaçağ Karanlığı” ya da “Medeniyetlerin Karanlık Çağı” diye tanımladığı dönemle ilgili genel algı İslam medeniyetinin insanlığa olan katkılarının kitaplaştırılmasıyla değişecek. Avrupa'da karanlık dönemin tüm dünyaya mal edilemeyeceği ve bu dönemde Avrupa'nın aksine Müslümanların bilim ve teknolojide büyük icatlara imza attığından hareket eden Bilim, Teknoloji ve Medeniyet Vakfı (FSTC), İngiltere'deki okullara Müslümanların bilim alanındaki çalışmalarını gösteren ve “1001 İcat: Müslümanların Dünyaya Bıraktığı Miras” ismiyle kitaplaştırılan bir kitabı sponsorların desteğiyle ücretsiz dağıtacak.

İNGİLTERE'DEKİ OKULLARA DAĞITILACAK

İngiltere'deki okullarda Müslümanların insanlığa kazandırdığı bilimsel katkının tanınması için yapılan çalışmada, Avrupa'da Orta Çağ'da yaşanan karanlığa rağmen, Müslümanların bilim ve teknoloji alanında yaptığı çalışmalarla dünyanın parlak bir dönem yaşadığı vurgusu yapılıyor. Ekim ayına kadar 3000 adet kitabın dağıtılacağı kitapla ilgili olarak konuşan Profesör Salim El-Hassani, “Karanlık dönem olarak adlandırılan 7. ve 17. yüzyıllar da aslında Çin, Hindistan ve Arap dünyasında bilimsel ve kültürel alanda çok büyük ilerlemeler sağlandı. Bu dönemde insanlık tarihindeki ilk uçuş gerçekleştirildi, matematik, kimya, fizik, makineleşmenin başlangıcı ve gelişimi bu dönemde oldu” dedi.

FİZİK'İN KURUCUSU EL HAYTAM AYNI ZAMANDA DİNDAR BİR BİLİM ADAMIYDI

Kitapla hem Müslümanların insanlığa yaptığı katkıların Batı'da bilinmesini sağlamak hem de bilim ve dinin birbiriyle çelişen iki kavram olmadığını ortaya koymak istediklerini söyleyen El-Hassani, okullara din karşıtı ücretsiz DVD dağıtmayı planlayan Darwinci akademisyen Richard Dawkins'i de eleştirdi. El-Hassani, “Dawkins insanlara bilim öğretmeye çalışırken, Fizik biliminin kurucusu İbni el Haytham'ın aynı zamanda dindar bir insan olduğunu görmüyor. Bizim kampanyamız, okullardaki ders kitaplarında okutulmayan, İslam'ın günümüze kadar bilim hayatına yaptığı katkıları ortaya koymaktır” dedi.

DİN VE BİLİM BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR

Aynı zamanda kitabın editörlüğünü yapan Prof. El-Hassani, kampanyalarının Richard Dawkins'in kampanyasına karşı olarak düşünülmemesi gerektiğini kaydederek, “Amacımız din ve bilimin birbiriyle çelişen değil, birbirini tamamlayan iki kavram olduğunu göstermektir” dedi. Müslümanların bilimsel çalışmalarının kitaplaştırılması ve okullara dağıtılması projesine İngiliz Bilim Akademisi de destek veriyor.( 2009-09-02)

YeniSafak0023453245

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
biruni - avatarı
biruni
VIP Önce Sağlık
11 Mart 2012       Mesaj #30
biruni - avatarı
VIP Önce Sağlık
İbn-i Sina ismini bile bizden çaldılar, kendi kendilerine ibn-i sina yı avicenna diye isimlendirdiler. "havalı" Msn Wink bir isim verdiler.
Avicenna
Düşüncene katılmam şart değil, düşünceni anlatman için savaşırım...

Benzer Konular

12 Nisan 2014 / keleş47 Müslümanlık/İslamiyet
16 Şubat 2010 / Misafir Cevaplanmış
6 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
7 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış