ALLAH celle celalühünün Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem aracılığı ile gönderdiği son ilahi dindir.
Arapçada seleme Allah'a tamamen bağlanmak kökünden gelen İslâm sözcüğünün
Türkçe anlamı "Allah'a ve onun buyruklarına kayıtsız şartsız inanan" demektir. Bu kelime aynı zamanda, Hz. Muhammed aracılığıyla ilkeleri bildirilen ve Müslüman adı verilen (Arapça İslâmlığı kabul eden anlamına, müslim'den) 600 milyon insanı bünyesinde toplamış büyük bir dinin de adıdır.
Çok kısa bir süre içinde bütün dünyaya yayılan İslâm dini, bu hızlı gelişmesini özellikle, ilk mensuplarının savaşçılık yeteneğine borçludur. Endonezya'dan İspanya ve Güney Afrika'ya kadar bu din, çok değişik uluslar ve kavimler arasında, ilgi çekici ve şaşılacak bir kültür birliği kurmayı da başarmıştır.
İslâm'ın yayılışı
Gerçekte, İslâm dininin böyle hızla gelişip yayılmasını yalnız kutsal savaşlarla fetihlere bağlamak yetersizdir. Bunda, Hz. Muhammed'in Kur'an aracılığıyla yaydığı ilkelerin ve kuralların gerçeklere uygunluğu, sadeliği, geçerliliği de büyük etken olmuştur. İslâm inancında, İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerden sonra en büyük ve özellikle "son" peygamber, Hz. Muhammed'dir.
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem :
571 yılına doğru Arabistan'ın
Mekke şehrinde, soylu bir aileden doğdu. Ticaret kervanı yöneticisi olarak çalışıyordu. Allah tarafından ve onun adına konuşmak üzere peygamber (haberci) seçildiğinde kırk yaşlarındaydı. İnsanlığa, Allah'dan getirdiği birtakım yeni önerileri vardı. Toplum ilişkilerini yeniden düzenleyecek olan bu öneriler yeni bir dinin ilkeleri oluyordu. Açıklamalarının tamamı, daha sonra, İslâm'ın kutsal kitabı Kur'an'ı oluşturan 114 surede toplanacaktı.
Kur'an'ın Alaah tarafından Hz. Muhammed'e vahyedilmesi 22 yıl, 2 ay, 22 günde tamamlandı. Hz. Muhammed, yeni bir dinin kurucusu olarak görevlendirildikten hemen sonra en yakınlarını (eşi Hatice, amcasının oğlu Ali, arkadaşı Ebubekir gibi) kendi inancına davet etti. Bunlar ilk Müslümanlardı.
Sonra Hz. Muhammed bütün Mekkelileri "Allah birdir ve Muhammed onun peygamberidir" ilkesine inanmağa davet etti. O, yeni bir dinin habercisi ve müjdecisiydi. İyilik, doğruluk, güzellik esasına dayanan bu din, insanlar arasında adalet, kardeşlik ve sevgi ilişkilerini kurmağa ve huzurlu bir dünya yaratmağa yönelikti.
Tepkiler
Genç peygamberin önerileri çeşitli tepkilere neden oldu. Kimi tereddüt ediyor, kimi onun dediklerine inanıyordu. Ne var ki, Mekke ileri gelenleri arasında, bu yeni akım bazı çıkarcıların işine gelmemişti. Hz. Muhammed'in önerdiği yeni adaletli toplum düzeni onların yararlarına karşıydı. Bu yüzden, inananlarla inanmayanlar arasında çetin bir savaş başladı. Müslümanlar, her gün biraz daha artarken, onlarla mücadele eden, onlara eziyet eden müşriklerin (inkarcılar) acımasızlığı da o oranda artıyordu.
Bu eziyetlere dayanamayan bir bölük Mekkeli Müslüman'ın Habeşistan'a göç etmesi bu yüzden uygun görüldü. Öte yandan artık hayatının tehlikede olduğu iyice anlaşılan Hz. Muhammed de daha güvenli çalışabilmenin yollarını arıyordu. 620 yılında, Müslümanlığı kabul etmiş bir grup Medineli onu kendi şehirlerinde yaşamağa davet ettiler. Hz. Muhammed bu daveti kabul etti ve en yakın arkadaşı Ebubekir ile birlikte bir gece gizlice Medine'ye göç etti (16 temmuz 622).
Bu tarih, daha sonra Müslümanlar için, tıpkı Milat gibi, bir başlangıç noktası olarak kabul edildi (Hicrî takvim). Hz. Muhammed, Medine'de bir site devleti kurmak amacıyla Müslümanları örgütlendirdi. Sonra, çevredeki kabileleri İslâm'a davet girişimlerine başladı. Öte yandan, Mekkeli müşrikler de onu ve yaymağa çalıştığı yeni dini ortadan kaldırmak için örgütlendiler ve Hz. Muhammed'e karşı Bedir
Bedir Savaşı -
Uhud Savaşı -
Hendek Savaşı -
seferlerini düzenlediler. Ama Mekkeliler için bu savaşlar her defasında başarısızlıkla sonuçlandı.
627 yılında, Müslümanların Kâbe'ye yapacağı toplu hac ziyaretine Mekkeliler izin vermedi ve onları şehre sokmadı. Hz. Muhammed'in buna karşı herhangi bir tepkide bulunmaması ve hac yapmadan geri dönmesi Müslümanlar arasında önce bazı itirazlara yol açtı. Ama o, günün birinde bu şehre bir fatih olarak gireceklerine ve kendilerini kabul ettireceklerine inanıyordu. Ne var ki, bunu barış yoluyla yapmak istiyordu. Nitekim 630 yılında, 10 bin kişilik güçlü bir orduyla Mekke kapılarına gelen ve hac ziyaretini yapmak isteyen Müslümanlara Mekkeliler şehri çaresiz teslim ettiler. Hz. Muhammed onlara çok iyi davrandı, o güne kadar yapılan hiç bir haksızlığın hesabını sormadı. Bunun üzerine hemen bütün Mekke halkı Müslümanlığı kabul etti.
Hicret'in 9. yılında Arabistan'da yaşayan veya Arabistan dışında, 20 önemli topluluk (Irak, Güney Filistin v.b.) İslâm dinini kabul etti ve İslâm Devleti'ne bağlılığını bildirdi. 632'de, Hz. Muhammed'in Veda haccı diye adlandırılan son Kabe ziyaretinde, onunla birlikte Mekke'ye gelen Müslümanların sayısı 140,000 olmuştu.
Hz. Muhammed'den Sonra
Hz. Muhammed 8 haziran 632'de Medine'de vefat etti. Onun yerine İslâm Devleti'nin başına en yakın dostu ve yardımcısı Ebubekir halife seçildi. Ebubekir'den sonra sırayla, Ömer, Osman, Ali halife (Hz. Muhammed'in temsilcisi ve devlet reisi) oldular. Büyük fetihler sonucu İslâm Devleti kısa sürede geniş bir imparatorluk haline geldi. 661667 yıllarında Hindistan içlerine akınlar yapılıyor, İstanbul kuşatılıyordu.
Kuzey Afrika (Mısır'dan Atlas Okyanusu'na kadar) ele geçirildi (700); Azerbaycan ve Batı Türkistan İslamların oldu (715); Orta Asya ülkeleri (Çin sınırına kadar) İslâm egemenliğine geçti (713); Tarık bin Ziyat komutasındaki ordular İspanya ve İç Avrupa bölgelerini zaptettiler (721). Bütün bu olaylar Emevîler döneminin gelişmeleri arasındaydı. Sonra halifelik, 750 yıllarında Emevîlerden, Abbasîlere geçti Emevîler döneminde başkent Medine'den Kûfe'ye geçmişti, Abbasîler döneminde de Bağdat başkent oldu. Ama artık çok büyümüş olan İslâm bütünlüğünü gereğince korumak güçleşmişti. İslâm'ın yayılma hızı bu nedenle yavaşladı. Merkez zayıfladıkça, çeşitli bölgelerde güçlü valiler ortaya çıkıyor, böylece bağımsız İslâm devletleri doğuyordu.
İslâmlığı kabul eden
Türkler, özellikle
Selçuklular ve
Osmanlılar yoluyla, İslâmlık ve
İslâm uygarlığı daha geniş alanlara yayıldı ve daha önemli gelişmeler gösterdi. Yavuz Sultan Selim'in
Mısır'ı almasından sonra hilâfet Osmanlılara geçti ve
Osmanlı İmparatorluğu İslâm dünyasının önderi oldu.
İslâm İlkeleri
İslâm'da temel inançlar "Âmentü" adı verilen ilkeyle ifade edilir. Âmentü: 1. Allah'a, 2. meleklere, 3. kutsal kitaplara, 4. peygamberlere, 5. kıyamet gününe, 6. ahiret hayatına ve kadere iman koşullarını içerir. Bunlar, İslâm'ın temel inançlarıdır. İnançların yanında, bir de uygulamaları kapsayan ibadetler kısmı vardır. İbadetler, insanların, Allah'ya karşı olan görevlerini düzenler. İslâm dininin onu diğer dinlerden ayıran çok önemli özelliği vardır: Müslümanlık insanların yalnız Allah ile olan ilişkilerini düzenlemekle kalmaz, yani yalnızca ibadetle ilgili ilkeler getirmez, aynı zamanda, insanlararası ilişkileri de düzene koyar ve bunu sadece ahlâkî öğütlerle değil, Kur'an ilkelerine dayalı hukukî emir ve yasalarla yapar.
Kur'an'dan başka, İslâm ilkelerini yorumlamada insanlara yardımcı olan iki temel kaynak daha vardır: sünnet ve hadisler. Sünnet, İslâm peygamberinin olaylar karşısındaki bütün davranışlarının adıdır. Bütün Müslümanlar da olaylar karşısında, bu saptanmış davranışlara uyarak yaşamalıdır. Hz. Muhammed'in doğal yaşantısı (uyumak, yemek v.b.) dışındaki bütün davranışları İslâmlarca bir çözüm yolu olarak kullanılır.
Mescid'i Nebevi
Medine yer alan camii, Hz. Muhammed'in (SAV) kabri yanısıra halifelerden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in de kabirlerinin bulunduğu camiidir.
Hadisler ise, İslâm peygamberinin, Kur'an açıklamalarına ve yorumlarına dair saptanmış bütün sözleridir. Bu hadisler, ahlâk, gelenek, aile, bilgi, iman, ilim, ibadet, saygı, sevgi, bağlılık, yardımlaşma gibi değişik konulan içerir. Her hadis, gerçek bir olay nedeniyle söylendiği için, hadisin anlamıyla olay arasındaki bağlantı göz önünde tutularak o hadise anlam verilir ve uygulamada böylece kullanılır.
İslâm'ın 5 Şartı
Her Müslüman, İslâm'ın 5 şartı adı verilen beş temel kurala uymak zorundadır. Bunların ilki "Kelime-i şahadet"tir (imanını açıklamak). "Allah'tan başka Allah yoktur ve Muhammed onun kulu ve resulüdür (elçisidir)". İkinci şart salat'tır. Yani Müslümanların yükümlü olduğu namazları kılmaktır. Üçüncü şart zekâttır. Yani, belli kurallara bağlı olarak, kazancının bir kısmını zorunlu bir sadaka esasına göre dağıtmaktır. Dördüncü şart savm'dır, yani ramazan ayında güneşin doğuşundan batışına kadar oruç tutmaktır. Nihayet, beşincisi hac'tır. Her inanmışın, saptanmış kurallara uyarak, ömrü boyunca en az bir kere, Mekke'yi ve Kabe'yi ziyaret etmesidir. Bu temel koşullara bazı yan buyruklar da eklenir: domuz eti yememek, şarap içmemek v.b.
Bir Yaşam Biçimi
Hiç bir din, İslâmlık kadar etkin olamamıştır. Çünkü onun etkisi yalnız manevî alanda kalmaz, bunun çok dışına taşar; Hz. Muhammed'in insanlara ulaştırdığı Allah buyruğu, toplumların siyasî ve idarî yönden örgütlenmesini de öngörür. Bu amaçla yüzyıllar içinde İslâm devletleri Kur'an hukukunun oluşturduğu yasalara göre yönetilmiştir.
Bütün İslamların kayıtsız şartsız tek başkanı halife olmuş ve halife mutlak hükümdar olarak dinî, siyasî ve askerî hayatı yönetmiştir. Kendisine tabi olanların hayatı da, ölümü de onun elindedir. Vezirler, valiler, kadılar onun yardımcılarıdır. Önemsiz anlaşmazlıkları çözmek kadıların görevidir, ama önemli davalarda, isteyen, halifenin yüce adaletine sığınabilir.
Yüzyıllar içinde, başta halifeye, sonra ona bağlı kişilere dayalı bir hiyerarşi düzenine bağlı olan kurumlar ve kuruluşlar, birçok değişikliğe uğramış, bunların, zamanın gidişine ayak uyduramayan pek çoğu ortadan kalkmış ve yerlerini, çağdaş dünyaya daha iyi uydurulmuş yeni kuruluşlara bırakmıştır.
İslam dininin en kutsal mekanı Mekke'deki Kabe'dir.
Ama kuruluşlar için söz konusu olan bu gerçek Kur'an hukuku için söylenemez. O, var oluşundan beri hiç değişmemiş, ancak ilkeleri yorumlamada farklı görüşler söz konusu olmuştur (içtihat hükümleri). Çünkü İslâm hukuku, Kur'an ve sünnet'e dayalıdır, Kur'an ve sünnet hükümlerinde de kimse değişiklik yapamaz. Bu noktanın "siyasî ve toplumsal gelişmeyi" engelleyip engellemediği konusunda ciddî tartışmalar vardır ve bazıları, çağdaş dünyada İslâm ülkelerinin geri kalmışlığını buna bağlar.
Bir Uygarlık
Bazıları ise bu görüşe karşıdır; onlar, İslâm dininin kaydettiği şaşırtıcı gelişme ve yayılmayı, sayısız kültür, ekonomi ve bilim geleneğinin son derece verimli bir kaynaşma sonucu doğmuş olmasını yukarıdaki iddianın yanlışlığına bir delil olarak öne sürerler. Aynı inançta birleşmiş veya bu inançtan etkilenmiş çok değişik ulusların, İslâm'ın, altın çağı olan VII. ve IX. yy.lar arasına rastlayan özgün ve güçlü bir uygarlığı yaratmaları gerçekten ilgi çekici bir olgudur.
O tarihlerde
Kuzey Afrika ve doğuya egemen olan Müslüman âlemi, Hindistan, Çin ve Batı Avrupa arasında aracı görevi yaptı. Başkent Bağdat, ticaret yollarının kavşağı oldu: kervanlar ve gemiler dünyanın her yanından gelen zenginlikleri, bu şehrin suklarına (pazarlar) döktüler.
Arap,
Fars ve özellikle Türk sanatçılar çini ve mozaiklerle zenginleştirilmiş görkemli binalar yaptılar, şaşılacak halılar ve ipekliler dokudular, elyazmalarını süslediler, şiirler yazdılar ve Binbir Gece Masalları'nı anlattılar. Filozoflar ve yazarlar Eski Yunanistan'ın, Hindistan'ın ve Pers ülkesinin mirasını keşfettiler, zenginleştirdiler ve tanıttılar.
Bilim ve teknik açısından İslâm'ın getirdikleri de aynı derecede önemlidir. Matematikçiler "Arap" rakamlarını kullanarak pek geçerli bir sayı sistemi hazırladılar ve sıfır'ı icat ettiler; cebir ile geometriyi geliştirdiler. Astronomlar göğün haritasını yaptılar, coğrafyacılar dünyanın çapını ölçtüler ve uzak yöreleri anlattılar. Kimyacılar sayısız hayvansal, bitkisel ve mineral maddenin bileşimini incelediler. Hekimler, şaşılacak ameliyatlar yapıp XVII. yy.da bile Avrupa üniversitelerinde hâlâ kullanılan ders kitaplarını kaleme aldılar.
Dört Halife Dönemi
Hz. Muhammed'in ölümünden sonra halife olan
Hz. Ebubekir ile başladı (632). Ömer, Osman, Ali ile devam etti ve Emevîlerin iktidara gelmesiyle sona erdi (661). Bu dönem, İslâm için olduğu kadar dünya için de önemli olan fetihlerle geçti. Sahip oldukları büyük imkânlara rağmen dördünün yaşantısı da basit, saf ve sadeydi. Dördü de, gerçek birer inanmış insandı. Askerî, dinî ve siyasî bakımdan İslâm tarihinin en önemli bölümünü oluşturdular. Ebubekir hariç, diğer üç halife (
Hz. Ömer,
Hz. Osman,
Hz. Ali) şehit edildiler.
Büyük Hatice
(Ölümü 619) Hz. Muhammed'in ilkesi ve İslâm'ı kabul eden ilk kadın. Ticaretle uğraşan ve Arabistan'ın çeşitli bölgelerine kervanlarla mal gönderen zengin bir işkadınıydı. Hz. Muhammed onun kervanlarını yönetiyordu. Kendisine vahiy geldiğini ilk ona söyledi.
Hatice hiç tereddüt etmeden inandı. Her zaman eşinin yanında ve yardımında oldu. İslâm'ın doğuşunda ve köklenişinde hizmeti büyüktür. Tarihler ondan Büyük Hatice (Haticetül Kübra) diye söz eder.
Ebu Talip
(539-619) Hz. Muhammed'in amcası, halife Ali'nin babası. Müslüman olmadı, ama Hz. Muhammed'e inandı, onu sevdi, korudu ve ona yardım etti. Mekkeliler Peygamber'! öldürmek istedikleri zaman, onu evinde sakladı. Bütün bu sebeplerle Müslümanlar onu çok sevdiler ve saygıda kusur etmediler.
Hz. Hamza
(Ölümü 625) Hz. Muhammed'in amcası. Mekke'de Müslümanların en büyük ve güçlü desteğiydi. Yeğeninin koruyucusu oldu. Bütün savaşlara katıldı. Çoğu zaman bayraktar ve komutan oydu. Uhut Savaşı'nda, Vahşî adlı köle tarafından bir mızrak vuruşuyla şehit edildi. İslâm'ın doğuşunda ve gelişmesinde yer alan önemli kişilerden biriydi.
---------- Mesaj tarihi 11:56 ---------- Önceki mesaj tarihi 11:41 ----------
İSLAMİYET VE MÜSLÜMANLAR
Müslümanlar, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturmaktadırlar. İslâmîyet bugün artık beş kıtaya yayılmış vaziyettedir. İslâm Dininin Dünya Medeniyetine çok büyük katkıları olmuştur. İslâm'ı çeşitli yönleriyle tanımak için bu dini çeşitli yönleriyle tanıtan muteber eserlere müracaat etmek gerekir. Bu küçük broşürde amaçlanan ise, İslâm Dininin itikat ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili çok özet bilgiler sunarak bir ön fikir vermektir.
İslâm: "İslâm", Arapça bir kelimedir. Kökü "barış" anlamına gelen "silm (selm)" kelimesine dayanır. Sözlükte itaat etme, boyun eğme anlamına gelir. Herhangi bir zorlama olmaksızın gönülden ve içtenlikle Allah'a itaat etmek, O'na teslim olmak, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız boyun eğmek demektir.
İslâm, Yüce Allah'ın son Peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdiği O'nun da insanlara ulaştırdığı şeylerin tümünü kabul ederek onları yasamak, sözleri ve isleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah'a ve Rasulüne itaat etmektir.
Müslüman: İslâm Dininin kurallarına uyan, İslâm'ın kurallarını hayata geçiren kimsedir.
İman: Sözlük anlamı doğrulamak tasdik etmek bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak yürekten inanmak anlamına gelen iman, İslâmî bir deyim olarak Allah'a ve Hz. Muhammad'in Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmaktır.
İmanın Esasları: Peygamberimiz Hz.Muhammed; imanın ne demek olduğunu sorana:
İman, Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna,
Allah'ın meleklerine,
Kitaplarına,
Peygamberlerine,
Ahiret gününe,
Kadere (Hayır ve ser her şeyin Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna) inanmaktır" şeklinde cevap vermiştir.
Peygamberimizin bu sözü, İslam'daki inanç temellerini göstermektedir. Simdi bunlara kısaca değinelim.
1. Allah'a İman: Allah'ın varlığını, birliğini, ezeli ve ebedi olduğunu, yani varlığının bir başlangıcı olmadığını ve ebediyken sona ermeyeceğini, esinin, benzerinin, ortağının, oğlunun, kızının olmadığını; varlığı kendinden olup varlığı için bir başka şeye muhtaç olmadığını, yaratılmış olan şeylerden hiç birine benzemediğini, dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize gelen şeylerin hepsinden başka olduğunu; her şeyi bildiğini, herşeyi gördüğünü, her şeyi işittiğini, duyduğunu, her şeye gücünün yettiğini, her şeyi yaratanın O olduğunu ..Kısacası, her türlü eksiklikten uzak oldu?unu ve her türlü eksiksizlik özelliğine sahip olduğunu kabul etmek ve buna yürekten, tereddütsüz bir şekilde inanmak; ergenlik çağına ulaşmış her akil sahibine farzdır.
2. Meleklere İman: Allah'ın yarattığı şeyler, gözümüzle gördüklerimizden ibaret değildir. Göremediğimiz ve hakikatlerini bilemediğimiz ruhani ve nurani varlıklar da vardır. Meleklerde bunlardandır. meleklerin varlığını peygamberler ve ilahi kitaplar haber vermektedir. Bu sebeple onları inkar etmek , Peygamberleri inkar etmek gibidir.
Melekler yaratılışı, insanlarınkine benzemez. Onlarda yeme, içme, erkeklik, dişilik gibi özellikler yoktur. Günah islemezler, Allah'ın kendilerine verdiği görevleri yaparlar. Sayılarını Allah'tan başka kimse bilmez.
3. Kitaplara İman: Allah, insanlara doğru yolu göstermek, onları dünya ve ahirette mutlu kılacak ilkeleri bildirmek, akıllarıyla cevaplarını bulmaları imkansız bazı konularda onları aydınlatmak üzere Peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bazılarına insanlara tebliğ edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmiştir. Allah Teâlânın Kitap göndermesi, sahifeler halinde başlamıştır.İlk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'e gönderilmiştir. Sayıları henüz son derece sınırlı olan, hayatları ve ilişkileri henüz kompleks hale gelmemiş o zamanın toplumlarının ihtiyacının görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydı.
Peygamberlerin getirdiği esaslarla ve bu esasların Işığında insan aklinin faaliyetleriyle uygarlık ilerledikçe, insanların hayat ve ilişkileri daha kompleks hale geldikçe Allah Teâlâ da daha kapsamlı sahifeler ve kitaplar göndermiştir. İlahi kitaplar son kitap Kur'an-ı Kerim'le zirveye ulaşmış ve Kur'an-ı Kerim ilahi korumaya alınmıştır. Artık bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur'an-ı Kerim kıyamete kadar insanlığın rehberi olacaktır. Tevrat Hz. Musa'ya, Zebur Hz. Davut'a, İncil Hz. İsa'ya indirilen büyük kitaplardır.
Müslüman, Allah tarafından Peygamberlere indirilen kitapların hepsine inanır. Ancak bu kitaplardan, Allah'ın indirdiği gibi hiç bir harfi bile değişmeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap, sadece Kur'an-ı Kerim'dir. Diğerleri ise ya tamamen kaybolmuş veya insanlar tarafından değiştirilmiş; böylece asli şekillerini kaybetmişlerdir. Bu yüzden bugün Kur'an-ı Kerim'in dışında elde mevcut bulunan diğer ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allah'a ait olduğu, hangilerinin ise insanlar tarafından bu kitaplara sokulduğunu ayırdetmek mümkün değildir.
Zaten Kur'an-ı Kerim indirildikten sonra ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamıştır. Artık onların hükmü sona ermiştir. Çünkü, yukarı da da belirttiğimiz gibi Kur'an-ı Kerim, diğer kitaplarında ihtiva ettiği Allah'ın birliğine Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe iman; canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunması gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ve en mükemmel bir şekilde ortaya koymuş, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmiş, tahrif edilen hususların doğrusunu açıklamıştır.
4. Peygamberlere İman: Yüce Allah, insanlara kendi içlerinden seçtiği son derece yetkin insanlar aracılığıyla dinini bildirmiştir. Bu kimselere "peygamber" denir ki Allah ile kulları arasında bir elçi demektir.
Peygamberlik, Allah'ın insanlardan dilediğine verdiği bir görevdir. Çalışmakla elde edilmez. İlk Peygamber Hz. Adem son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) dır. Bu ikisinin arasında pek çok peygamber gelip geçmiştir. Sayılarını Allah'tan başka kimse bilmez. Bunlardan bir kısmının adı Kur'an'da geçmektedir. Her millete kendi diliyle konuşan peygamberler gönderilmiştir.
Peygamberler de insandır. Bu bakımdan yeme, içme,uyuma, dinlenme,evlenme, hastalanma gibi beşeri hususlarda diğer insanlarla aralarında bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik değildir. Ancak hepsinde mutlaka bulunması gereken ortak nitelikler şunlardır. Sıdk (doğruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli olmak), tebliğ (bildirmekle yükümlü bulundukları hükümleri insanlara anlatmak). Peygamberlerin , peygamberliğini insanlara anlatmak için Allah kendilerine mucizeler vermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'e de böyle pek çok mucize verilmiştir. Fakat O'nun en büyük ve sürekli mucizesi, hiç şüphesiz ki Kur'an'dır.
5. Ahiret Gününe İman: Allah'tan başka hiç bir varlık kadim ve ezeli değildir. Hepsi de Allah'ın yaratmasıyla sonradan meydana gelmiştir. Sonradan yaratılan şeylerin bir de sonu vardır. Çünkü Allah'tan başka hiç bir şey ebedi ve baki değildir. Dünyanın da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasından yani Kıyametin kopmasından sonra Allah'ın emriyle bütün canlılar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. İnsanlar dünyada yaptıkları şeylerden sorguya çekilecek, haklı haksiz ayırt edilecek, kimin kimde hakki varsa alınacak, herkes dünyada yaptığı iyilik ve kötülüğün karşılığını mutlaka görecektir. İste bütün bunlara inanmak da iman esaslarındandır.
6. Kadere İnanmak: (Hayır ve Şer; her şeyin Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna) inanmak. Kader, Allah Teâlânın, ezelden ebede kadar olacak her şeyi en ince ayrıntılarıyla bilip takdir etmesidir.Allah kullarına hayrı da şerri de serbestçe seçebileceği bir irade vermiştir. İnsan iyiliği veya kötülüğü kendi seçer. Onun seçtiğini de Allah yaratır. Ancak, Allah Teâlâ, kulun kötülüğü seçmesine razı değildir. Bu yüzden kullar kendi seçimlerine göre karşılık göreceklerdir. İste, hayır ve şer her şeyin Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmesinin anlamı budur. Buna da inanmak iman esaslarındandır.
İbadetler:
Namaz: Namaz, müslümanın günlük ibadetidir. İman ettikten sonra müslümanın, yerine getirmekle yükümlü bulunduğu farzların basında gelir. Namaz, insani kötülüklerden uzaklaştırır, manen olgunlaşmasını sağlar, ruhi melekelerini geliştirir, günahlardan arındırarak manevi huzura kavuşmasını temin eder. Allah'a manen yakınlaşmanın en önemli vasıtalarından biri olan namaz, Allah'ın rızasını kazandırır. Günde münferit olarak veya cemaatle beş defa kılınan namaz, insana daima Allah'ı hatırlatır. Müslüman, şafak vakti kalkar ve ilk önce sabah namazını kılmak suretiyle Allah'ı anarak güne başlar, gün ortasında öğle namazıyla yine O'na yönelir, dünya meşgalelerinin kendisini iyice yorduğu bir vakitte ikindi namazıyla yaratıcısını unutmadığını gösterir, aksam namazıyla Allah'la olan ahdini yenileyerek gününü bitirir ve nihayet uykuya yatmadan önce tekrar Allah'ın huzuruna durmak suretiyle O'nun yardımını dilemeyi unutmaz. Cuma günleri cemaatla kılınan Cuma namazı ile yılda iki defa dini bayram günlerinde kılınan bayram namazları, müslümanlara, hep birlikte Allah'ın huzuruna durma imkanı verir. Böylece müslüman, bir taraftan dünyadaki islerini yürütürken öbür taraftan yaratıcısıyla irtibatını asla kesmez, O'ndan uzaklaşmaz, dünya ahiret dengesini sağlamış olur.
Abdest: Namaz kılabilmek için abdest almak şarttır. Abdest, yüzü dirseklerle beraber elleri yıkamak, ıslak elle başı mesh etmek, topuklarla beraber ayakları yıkamaktır. Aslında manevi bir temizlik olan abdestin maddi temizlik açısından da büyük faydaları vardır.
Gusül: Gusül, ağız ve burnun içi dahil hiç kuru yer kalmamak üzere tepeden tırnağa vücudun her tarafını yıkamaktır. Cinsel ilişkide bulunmuş olanların, adet ve lohusalık halleri sona ermiş bulunan hanımların gusül yapmaları gerekir. Ayrıca en az haftada bir defa her müslümanın yıkanması dini bir tavsiyedir. İslâm dini, temizliğe büyük bir önem vermiştir. Peygamberimiz: "Temizlik imanın yarısıdır." buyurmuştur.
Müslümanın her şeyiyle tertemiz olması, dini görevlerindendir. Bedenin, elbisesinin, oturup kalktığı ve ibadet ettiği yerlerin, yiyip içtiği şeylerin temiz olması gerekir.
Oruç: Niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından aksam güneş batıncaya kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle tutulan orucun dinî ahlakî, sosyal ve sıhhî bir çok yararları vardır.
Oruç tutan kimse sabretme, sıkıntılara göğüs germe, açlığa susuzluğa dayanma ve nefse hakim olma melekesi kazanır. Fakirlik ve yoksulluğun ne demek olduğunu daha iyi anlar. Bunun sonucu olarak, şefkat, merhamet, başkalarına yardım etme ve insanlara faydalı olma gibi yüce duygular kazanır. Elindeki nimetlerin kadrini bilir, israftan sakınmayı öğrenir.
İnsanin manen yükselmesini sağlayan oruç, kişinin iradesini güçlendirir, başkalarına karşı, sevgi, merhamet ve yardim hislerinin gelişmesini temin eder.
Akil sahibi ve erginlik cağına gelmiş her sağlıklı müslümanın tutmak zorunda olduğu oruç, bir aydır kamerî aylardan Ramazan ayında tutulur.
Zekat: Zekat, dinen zengin sayılan erginlik cağına gelmiş akıl sahibi müslümanların, mallarının belli bir miktarını ki genellikle % 2,5 diğer bir ifade ile kırktabirini seneden seneye fakir müslümanlara vermesidir.
Zekat, sözlükte temizlik ve artma anlamlarına gelir. Çünkü günahlardan temizlenmeye ve malın bereketlenmesine vesiledir.
İslâm, yoksula yardımı kişinin isteğine bırakmayarak zengin olan herkesin zekat vermesini zorunlu kılmıştır. Çünkü zekat, Allah'ın zenginlere ihsan ettiği malda, fakirlerin hakkıdır.
Zekat, Allah'ın rızasını kazandıran, kişinin anlayışında, malın, araç olmaktan çıkarak amaç haline gelmesini önleyen, insanda başkalarını düşünme, merhamet ve iyilik gibi güzel duyguları geliştiren ve toplumsal barışı sağlayan bir ibadettir.
Hac: İslâm'ın esaslarından biri olan Hac, hac günlerinde Kabe'yi ve etrafındaki bazı kutsal yerleri usûlüne göre ziyaret ederek buralarda yapılması gerekenleri yerine getirmektir. Gücü yeten her müslümana ömründe bir defa hac yapmak farzdır.
Hac; her yıl, dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri ayni milyonlarca müslümanın bir arada, hep birden ibadet edip Allah'a yönelmelerini, birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarını, müslümanların dertlerini görüşüp ortak çareler üzerinde düşünmelerini sağlar.
Hac ibadeti esnasında günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar, zenginlikle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve öldükten sonra dirilisi unutmamayı fiilen yasar ve öğrenirler.
İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye, hatta haşerelere bile zarar vermeme, yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabretme melekesi kazandırır. Böylece Hac farizasını eda eden kimseler, Allah'a kulluk vazifelerini ifa etmiş oldukları gibi çevresindekilere yararlı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olur.