MsXLabs
Sayfa 2 / 4

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Uzay Bilimleri (https://www.msxlabs.org/forum/uzay-bilimleri/)
-   -   Gezegenler (https://www.msxlabs.org/forum/uzay-bilimleri/21035-gezegenler.html)

Safi 25 Mart 2016 00:53

1 ek
Gezegen
Bir yıldızın etrafında dolanan ve kendisi yıldız olmayan doğal gök cisimlerine gezegen denir. Güneş Sistemi içinde, Güneş’in doğrudan uydusu olan ve Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) tarafından bu tanıma uygun bulunmuş 8 gök cismini belirlemede kullanılır. Güneş Sistemi’nde, resmi olarak kabul edilen ’sekiz gezegen’den başka, bu cisimlerle boyut, yörünge ve fiziksel özellikler açısından aynı gruba konabilecek yeni gök cisimlerinin keşfedilmesi, bir yandan da başka yıldızların etrafında da Güneş Sistemi gezegenlerine benzer gök cisimlerinin dolandığının saptanması, ‘gezegen’ tanımının sınırlarının bulanıklaşmasına neden olmuştur. adı verilir.

Güneş Sistemi dışındaki gezegenler
Alıntıdaki Ek 46076

Bu gezegenlerin en büyüğü Subutay’dır. 1995 yılında Michel Mayor ve Didier Queloz51 Pegasi adlı yıldızın çevresinde dönen bir gök cismi keşfedildiğinde, bu cismin ‘gezegen’ olarak tanımlanması uygun görüldü. 1995-2005 yılları arasında yapılan gözlemlerle, 100′ü aşkın değişik yıldız çevresinde dolanan 150′den fazla gezegen bulundu. Güneş Sistemi gezegenleri ile karıştırılmaması için bu cisimlere ‘Güneş dışı gezegenler’ veya Güneş Sistemi dışı gezegenler adı verilmektedir. Yine karışıklığı önlemek amacıyla, bu tür gezegenlerin yıldızları ile birlikte oluşturdukları sistemlere genel olarak gezegen sistemi ya da ‘yıldız sistemi’ adı verilmektedir. ‘Güneş Sistemi’ adı ise, yalnızca özel ad olarak Güneş ve uydularının oluşturduğu gezegen sistemini tanımlamada kullanılır. ek olarak 1996 yılında amerikalı uzay bilimcisi Arthur Frank Elbourn ‘un yapmış olduğu bir takım araştırmalar uzay hakkında daha da fazla bilgi almamızı sağlamıştır. Arthur Frank Elbourn un yapmış olduğu çalışmlarda 10 olan gezegen sayısı aslında 12 gezegen vardi. Goono ve Afelbourn ismi verdiği iki gezegen daha keşfetti. NASA tarafından doğrulanan bu gezegenler fazla medyaya duyurulmadı.
Gezegenlerin Dünya'ya uzaklığı gezegenlerin o anda nerede ve Dünya'nın da o anda nerede olmasına bağlı olarak değişebilir.
  • MERKÜR (Mercury) Güneşe uzaklığı: 46 - 58 - 69 Mio km
  • VENÜS (Venus) Güneşe uzaklığı: 107.3 - 107.5 - 107.8 Mio km
  • YER (Earth) Güneşe uzaklığı: 147.2 - 149.6 - 152 Mio km
  • MARS Güneşe uzaklığı: 208 - 228 - 248 Mio km
  • JÜPİTER (Jupiter) Güneşe uzaklığı: 740 - 777 - 815 Mio km
  • SATÜRN (Saturn) Güneşe uzaklığı: 1343 - 1425.5 - 1509 Mio km
  • URANÜS (Uranus) Güneşe uzaklığı: 2733.6 - 2868.8 - 3004 Mio km
  • NEPTÜN (Neptune) Güneşe uzaklığı: 4455.3 - 4494 - 4532.5 Mio km
  • PLÜTO (Pluto) Güneşe uzaklığı: 4450.5 - 5898.5 - 7374 Mio km

Tarih boyunca gezegen kavramı
Elimize ulaşan tarihsel kayıtlar incelendiğinde, Türkçe’nin genç sözcüklerinden olan ‘gezegen’in diğer dillerde uzun süredir var olan karşılıklarının, gökyüzünde yıldızların alışılmış hareketlerinden farklı davranışları ile dikkati çeken ‘aykırı’ yıldızlar için kullanıldığı görülür. Batı dillerinde gezegen kavramı Eski Yunan’da ‘başıboş dolaşan’ anlamında kullanılan planitis (πλανήτης) sözcüğünden türetilmiş sözcüklerle ifade edilmektedir. Yakın tarihe kadar Türkçe’de kullanılan Arapça kökenli seyyare sözcüğü de benzer anlam taşımaktadır. Türkçe gezegen sözcüğü de, bu yıldızların gökyüzünde diğer sabit yıldızların arasında ‘gezinmelerinden’ esinlenilerek türetilmiştir.
17.ci yüzyıla dek bilinen beş gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn), insan kültürü ile tarih boyunca içiçe olmuş, çeşitli kültürlerde tanrılarla bağdaştırılarak mitolojinin, klasik elementlerle bağdaştırılarak felsefenin ve astrolojinin önemli bir parçasını oluşturmuşlardır. 17.ci yüzyılda Kopernik’in o güne dek yaygın olan yermerkezli görüşü sarsan kozmolojik devrimi ile güneşmerkezli evren anlayışının ağırlık kazanması sonucunda dünyanın da bir gezegen olduğu kabul edilmiş, böylece gezegen kavramı ‘gökte başıboş dolaşan yıldız’dan günümüzdeki gökbilimsel anlamına oturmuştur.


18.ci yüzyılda keşfedilen Uranüs gezegenler listesine yedinci sırayla kolaylıkla eklenirken, 1801 ve 1802′de Güneş Sistemi’nin Ceres ve Pallas adlarını alan iki yeni üyesi bulunduğunda, küçüklükleri nedeniyle gezegen sayılmayarak Sir William Herschel’in verdiği asteroit tanımı içine alındılar. İzleyen yıllarda keşfedilen benzer niteliklerde yeni küçük gök cisimleri de bu kategoriye eklendiler. Böylece Titius-Bode yasasının öngördüğü şekilde Mars ile Jüpiter yörüngeleri arasında bir başka gezegen bulunması gerektiği sorunu çözümlenmiş oldu. Ancak bu kez Uranüs yörüngesindekitedirginliklerden sorumlu yeni bir gezegen arayışı başladı. Bu sorunun yanıtını da 1846 yılında bulunan ve sekizinci gezegen olarak benimsenen Neptün getirdi. Güneş Sistemi içinde gözlenen tüm tedirginliklerin henüz keşfedilmemiş bir ‘bilinmeyen gezegen’ ile açıklanabileceği yaklaşımının bu şekilde meyvasını vermesi, ‘gezegen avcılarını’ cesaretlendirerek dokuzuncu gezegenin aranmasına başlandı. Ancak, giderek daha güçlü teleskopların yapılması, gökyüzünü inceleyen insan ve kuruluş sayısının artması, 19.yüzyıl sonunda astrofotografi tekniğinin ortaya çıkması gibi gelişmeler sayesinde önemsiz sayılacak gökcisimlerinin saptanabilir hale gelmesine ve yeni bulunan asteroit sayısının bini aşmasına karşın, 1930′da Plüton bulunduğunda neredeyse yüz yıl geçmişti. Bu uzun bekleyiş, Plüton’a dokuzuncu gezegen olma onurunu kazandırırken, açıklamasını da birlikte getiriyordu: yeni gezegen o ana dek bilinen en küçük gezegen Merkür’ün yarısından daha küçük çapta ve otuzda biri kütlesinde, aralarında Ay’ın da bulunduğu birçok gezegen uydusundan daha küçük, üstelik alışılmadık bir yörüngede idi. Bütün bunlara karşın, en büyük asteroit Ceres’ten daha büyük olan ve Güneş çevresinde dönen dokuzuncu büyük gök cismi olan Plüton’un dokuzuncu gezegen sıfatı 20. yüzyıl sonlarına kadar tartışma konusu olmadı.


Hollandalı gökbilimci Kuiper tarafından kuramsal olarak ortaya atılan ve bugün Kuiper kuşağı olarak bilinen bölge, Güneş’ten 30-50 A.Ü (astronomi ünitesi-gökbilim birimi) yani yaklaşık 4,5-7,5 milyar km. uzaklıktaki alanı kaplar ve Güneş çevresinde dönen çok sayıda küçük gök cisminin bu aralıkta yer aldıklarına 1950′lerden bu yana inanılmaktadır. 1992 yılında, o ana dek Kuiper kuşağının bilinen tek üyesi Plüton gezegeni iken, (15760) 1992 QB1 geçici adıyla tanınan ‘ilk Kuiper kuşağı cismi’nin bulunması ve bunu kısa sürede çok sayıda yenilerinin izlemesi ile bu yeni gök cisimi sınıfı bir kavram olarak netleşmeye başladı. Plüton’un bilimsel anlamda bu sınıfın bir üyesi olduğu gökbilim çevreleri tarafından kabul edilirken, hala bir gezegen olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu popüler bir tartışma biçimini aldı. Uluslararası Gökbilim Birliği (IAU) 1999 yılında Plüton’un resmi olarak Güneş sistemi’nin dokuzuncu gezegeni kabul edildiğini ve bunun değiştirilmesinin düşünülmediğini açıklayan bir bildiri yayınlamak zorunda kaldı.


2002 yılında Plüton’un yarısı çapındaki 50000 Quaoar‘ın, 2004′te ise neredeyse Plüton büyüklüğünde 90377 Sedna’nın keşfi, Plüton’un diğer Kuiper kuşağı cisimlerinden (Kuiper Belt Objects-KBO) fazla ayrıcalıklı olmadığını göstermesi bakımından önemli görüldü. 29 Temmuz 2005′de üç yeni Kuiper kuşağı cisimi daha bulunduğu açıklandı. Bunlardan 2003 UB313 adlı olanı, Plüton’dan daha büyük olması nedeni ile bazılarınca 10.cu gezegen ilan edilirken bir yandan da Plüton’un gezegen sıfatının gözden geçirilmesi tartışmaları yeniden alevlendi. amerika da yapılan araştırmalar sonucunda aslında 12 gezegen dışında dört gezegen daha keşfedilmiş. bunlar pluton dan daha büyük ve yapılan araştırmalarda bu dört gezegenin bir tanesinde yaşamsal bir belirti olabileceği söylenmektedir. yalnız dunyaya çok uzak olan bu dört gezegen nasa nın yapmış olduğu gizlia raştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmış, ve medyadan bugune kadar saklanmıştır. medyaya nasıl sızdığı bilinmemekte olup araştırmaların devam ettiği söylenmektedir.


Safi 25 Mart 2016 00:53

1 ek
Gezegenler
Çevresine ısı ve ışık yaymayan sadece çevresindeki yıldızlardan aldıkları,ısı ve ışığı yansıtan gök cisimlerine denir.
Güneş Sistemimi’zin bir parçası olan bu dokuz gezegen, hem kendi etraflarında, hem de Güneş’in etrafında sıralanmış bir şekilde sürekli dönerler. Güneş’e en yakın olandan en uzağa doğru gezegenler; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton’dur. Dünyamız, Güneş’e yakınlık sıralamasında üçüncüdür.
Alıntıdaki Ek 46077
Gezegenler değişik şekillerde sınıflandırılırlar:
Terrestrial (Dünya benzeri, kayalık) gezegenler: Merkür, Venüs, Dünya ve Mars (Bu sınıftaki gezegenler büyük oranda kaya ve metallerden oluşmuşlardır, nispeten yüksek yoğunluktadırlar. Halkaları yoktur. Hiç ya da az sayıda uyduya sahiptirler.
Jovian (Jupiter benzeri, gazlardan oluşmuş) gezegenler: Jupiter,Satürn, Uranüs, Neptün (Bu sınıftaki gezegenler büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşmuşlardır. yoğunlukları düşüktür, derin atmosferlere, halkalara ve çok sayıda uyduya sahiptirler)

Güneşe olan uzaklıklarına göre:
İç Gezegenler: Merkür, Venüs, Dünya ve Mars
Dış gezegenler: Jupiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Pluto
Mars ve Jupiter arasındaki Asteroid kuşağı iki sınıf arasındaki sınırı oluşturur


Safi 25 Mart 2016 01:05

1 ek
Alıntıdaki Ek 46078
Güneş etrafındaki bir yörüngede dolanan cisimler genel olarak üçe ayrılır:
  • Gezegenler,
  • Cüce Gezegenler
  • Küçük Güneş Sistemi Cisimleri.

Güneş'in etrafında dolanan, kendine küresel bir biçim verecek kadar kütlesi olan ve yörüngesinin yakın çevresini (doğal uyduları dışında) temizlemiş gökcisimlerine gezegen denir. Bilinen sekiz gezegen vardır: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün.

Gezegen: Bir yıldızın etrafında dolaşan gök cisimleridir.
İç gezegen: Güneşe yakın olan ilk dört gezegene denir. Bunlar; Merkür, Venüs, Dünya ve Mars'tır.
Dış gezegen: İç gezegenlerden sonra gelen, yörüngede sonda bulunan beş gezegendir.Bunlar; Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton'dur.

MERKÜR
Merkür (0,4 AB) Güneş'e en yakın ve en küçük (0,055 Dünya kütlesi) gezegendir. Doğal uydusu yoktur ve göktaşı kraterlerinden başka bilinen tek jeolojik özelliği; büyük bir olasılıkla oluşumunun başlarında geçirdiği büzülme döneminde oluşmuş olan "kırışıklık sırtları"dır.Merkür'ün önemsenmeyecek kadar az olan atmosferi güneş rüzgârı nedeniyle yüzeyinden kopan atomlardan oluşur. Görece büyük demir çekirdeği ve ince mantosu henüz tam olarak açıklanamamıştır. Varsayımlar arasında, büyük bir çarpışma nedeniyle dış katmanlarından kurtulduğu ve genç Güneş'in enerjisi yüzünden tam olarak kaynaşma yoluyla büyüyemediği vardır.

VENÜS
Venüs, Merkürden sonra güneşe en yakın 2. gezegendir.
Kütlece dünyaya yakın bir büyüklüktedir. Ve kendisine ait bir atmosfere sahiptir.
Gün doğumunda ve gün batımında güneşe yakın olarak, dünyadan çıplak gözle rahatlıkla görülebilir
Halk tarafından Çoban Yıldızı olarak bilinir. Güneş ve aydan sonraki en parlak gök cismidir.

DÜNYA
Güneşe yakınlık olarak 3. sıradadır.
Üzerinde yaşam olan tek gezegendir.
Birçok gazdan oluşan bir atmosfere sahiptir.
Dünyamıza en yakın gezegenler, Mars ve Venüs'tür.
Dünyamızın Ay adını verdiğimiz bir uydusu vardır.
Âk'ü sularla kaplı olduğu için 'mavi gezegen' olarak da bilinir.


MARS
Mars gezegeni iç gezegenlerin sonuncusudur ve oldukça soğuk bir gezegendir.
Gök yüzünde kırmızı renkte görünür ve kendisine ait bir atmosferi vardır.
Atmosferi olduğu için yıllarca yaşam olduğu düşünülmüştür.

JÜPİTER
Jüpiter Güneş Sistemi ndeki en büyük gezegendir.
Diğer tüm gezegenleri içine alabilecek kadar büyük olan Jüpiter tamamen gazlardan oluşmuştur
Jüpiter'in 16 tane uydusu vardır.
Jüpiter dış gezegenlerin ilkidir.

SATÜRN
Güneş sisteminin 2. büyük gezegenidir.
Kendi ekseni etrafında çok hızlı döner.
Halkalı gezegen olarak da bilinir.
Güneşe olan yakınlığı bakımından 6. sıradadır.


URANÜS
Uranüs, diğer tüm gezegenlerden farklı olarak ekvatoru boyunca döner.
Güneşe yakınlık olarak 7. sıradadır.
18 tane uydusu vardır.

NEPTÜN
Neptün güneşe Plütondan sonraki en uzak gezegendir.
Neptün gezegeninin bilinen iki uydusu bulunmaktadır.
Güneşe uzaklığı bakımından 8. sıradadır.


Safi 25 Mart 2016 18:50

GEZEGENLER


Safi 27 Mart 2016 02:06

1 ek

GEZEGENLER
Alıntıdaki Ek 46250


Safi 27 Mart 2016 18:14

Bütün gök cisimlerini içerisine alan uçsuz, bucaksız uzay boşluğuna, Evren (KAİNAT) denir. Dünyamızın da içinde yer aldığı Güneş Sistemi, Samanyolu Galaksisi içinde, Samanyolu da büyük uzay boşluğu olan Evren çerisinde yer alır.

Güneş Sisteminin oluşumu hakkında bugüne kadar bir çok teori ortaya atılmışsa da bunlardan NEBULA ve BIG-BENG teorileri taraftar toplamıştır. Bu teorilerin öngörüşü, gezegenlerin Güneşten kopan parçalar olduğudur. Uzay boşluğu içinde sayısız ve çeşitli gök cisimleri bulunmaktadır.

Yıldız

Çevresine ısı ve ışık yayan gökcisimleridir.
Örnek: Güneş

Gezegen
Çevresine ısı ve ışık yaymayan, ancak kendisine yayıldızlardan aldığı ışığı yansıtan gökcisimleridir.
Örnek: Merkür, Mars, Dünya gibi.

Uydu
Gezegenlerin çevresinde dönen, gezegenlerden daha küçük, kendilerine yakın yıldızlardan aldıkları ışığı yansıtan gökcisimleridir.
Örnek: Ay

Meteor (Asteoidler)

Eski gezegenlerden veya kuyruklu yıldızlardan koparçalardır. Gökcisimlerinin çekim alanlarına girdiklerinde çarparak yok olurlar. Dünya, Atmosfer ile çevrili olduğundan yere fazla meteor düşmez. Ay, yüzeyine ise; atmosferi olmadığından çok fazla sayıda meteor düşmektedir.
A.B.D.de Arizona, ülkemizde ise Doğu Beyazıt çevresinde büyük meteor çukurları vardır . Plütonon "KATl" olduğu halde uzaklığı bakımından dış gezegenler grubunda yer alır. Gezegenlerin, Güneşten uzaklaştıkça, Güneş etrafındaki dönme süreleri artar.
Örnek:
Dünya günüyle Merkürün Güneş etrafındaki dönme süresi 88 gün, Dünyanın 365 gün 6 saat, Jüpiter 11 yıl 312 gün (11 x 365), Plüton 249 yıldır.

Güneş
Güneş, Güneş Sisteminin merkezini oluşturur. Yapısının büyük bölümünü
Hidrojen ve Helyum gazları oluşturur.
Çapı: 1.4 milyon km
Sıcaklığı: Tahmini 5750°C
Dünyaya uzaklığı: 150 milyon km (ortalama) Güneş ışınları yeryüzüne 820" (8 dakika 20 saniyede) ulaşır.
Dünyanın ve Güneş Sistemine bağlı gezegenlerin asıl enerji kaynağı Güneştir.

GÜNEŞ SİSTEMİ

Alm. Sonnensystem (m), Fr. Systeme (m) solaire, İng. Solar system. Güneş ve uyduları ile birlikte gezegenler, kuyruklu yıldızlar ve meteor akımları da dâhil olmak üzere, onun etrâfında dönen gök cisimleri.
Kâinattaki büyük astreoit denen gezegenlerin ve daha küçük gezegenlerin muntazam tertibi, düzenli hareketleri ve gerçek bir güneş sistemini teşkil etmesi, bunların tesâdüfen ortaya çıkmadığının açık bir delilidir. Burada diğer bir faktör de, en yakın yıldızın bu sistemin en dıştaki gezegeni olan Plutondan 6000 misli daha uzak olmasıdır. Güneş sisteminin elemanlarının müşterek bir orijine sâhip olduğu görülmektedir. Güneş sisteminin orijini ile ilgili teoriler iki genel tiptedir: 1. Düzenli bir değişme sûretiyle ortaya çıkış; 2. Âni bir patlama ile meydana geliş.
Birinci tipe örnek Laplasın 1796da ortaya attığı teoridir. Bu teoride; “Büyük, disk şekilli soğuk bir gaz kütlesinin en uzak gezegenin yörüngesinden ötesine uzanarak yavaş yavaş dönmüş ve kendi kısımlarının karşılıklı çekim etkisi ile büzülmüş ve aynı açılar momentumu korumak için dönme hızı artmıştır. Sonuçta iç çekimin yenildiği bir hıza ulaşıp parçalanarak gezegenler ortaya çıkmış ve yoğunlaşmıştır.” iddiası öne sürülmektedir. Güneş sisteminde bulunan açı momentumun kendine has dağılım gösterdiği görülür. Bu teori reddedilmiştir. Güneşin yüzde birinden küçük kütledeki gezegenlerin güneşin yüzde doksan sekiz açı momentumuna sâhib olduğu bulunmuştur. Mevcut ikinci teorilere de bâzı îtirazlar olmuştur.Modern teorilerde yine büyük soğuk gaz kütlesinin gaz bulutlarına bölündüğü ve büzülmelerle bunların yoğunlaşıp ısındığı ileri sürülmektedir.
Henüz mevcut teorilerden hiçbirisi genel bir kabul görmemiştir. Güneş sisteminde güneş merkezde yer alır. Gezegenler onun çekim kuvvetiyle çeşitli genişlikte elipsler çizerek etrâfında dönerler. Güneş sisteminin bir üyesi olan gezegenlerin uyduları ise (Ay gibi), hem uydusu oldukları gezegen etrâfında, hem de gezegeniyle birlikte Güneş etrâfında dönerler.
Minik gezegen astreoitler ise, Mars ve Jüpiter arasında değişik yörüngelerde bulunurlar. Güneş sisteminin değişken üyeleri olan kuyruklu yıldızlar (bunlardan Halley Kuyruklu Yıldızı 76 senede bir yeryüzüne yakın bir noktadan geçer).
Güneş sistemi, galaksimiz Samanyolunun içinde bulunmaktadır. Sistemin yaklaşık yeri galaksinin merkezinden 30.000 ışık yılı uzaklıkta bulunmaktadır. Samanyolu galaksisi büyüklüğünün 100.000 ışık yılı ve bir ışık yılının 9,6 trilyon kilometre olduğu göz önüne alınırsa, güneş sistemini, galaksimiz içinde gerekirse bir futbol sâhası içinde bir mm2lik bir nokta olarak düşünebiliriz (Bkz. Galaksi). Fakat kendi ölçülerinde güneş sistemi çok geniştir (Işıkyılı, ışığın bir yılda gittiği yol olup, 365x24x60x60x300.000= 9.460.800.000.000 km).
En uzakta bulunan donmuş buz gezegeni Pluton, Güneşten yaklaşık 6 milyar km uzaklıkta
bulunmaktadır. Bir fikir verme açısından, bu mesâfeyi saatte 50 bin kilometre hız yapan bir uzay aracının 14 yılda alabileceğini söyleyebiliriz.
Güneş Sistemi'ndeki bazı gök cisimleriyle ilgili uzaklıklar:
  • Dünya-Güneş arasındaki uzaklık: 1.00 ± 0.02 AU
  • Dünya-Ay arasındaki uzaklık: 0.0026 ± 0.0001 AU
  • Mars-Güneş arasındaki uzaklık: 1.52 ± 0.14 AU
  • Jüpiter-Güneş arasındaki uzaklık: 5.20 ± 0.05 AU
  • Plüton-Güneş arasındaki uzaklık: 39.5 ± 9.8 AU
Astronomik birim ile ilgili bazı dönüştürmeler:
  • 1 AU = 149.597.870.691 ± 30 m.
  • 1 AU = 149.597.870,691 ± 0.030 km.
  • 1 AU ≈ 92.955.807 mil
  • 1 AU ≈ 8,317 ışık dakikası (Güneş'ten yayılan ışığın Dünya'ya ulaşma süresi.)
  • 1 AU ≈ 499 ışık saniyesi
  • 1 ışık saniyesi ≈ 0,002 AU
  • 1 ışık dakikası ≈ 0,120 AU
  • 1 ışık saati ≈ 7,214 AU
  • 1 ışık günü ≈ 173 AU
  • 1 ışık yılı ≈ 63.241 AU
  • 1 parsek (pc) ≈ 206.265 AU
Güneş sisteminde Merkür, Venüs, Dünyâ, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Pluton isimli gezegenler vardır. Merkür ve Venüs gezegenleri, dünyâ yörüngesinin sınırladığı uzay alanı içinde dönerler ve bu sebepten iç gezegenler diye isimlendirilirler. Dünyâya göre Güneşten daha uzakta bulunan Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Pluton, dış gezegenler adı ile anılır. İç gezegenler ve Mars, Dünyâ gibi ağır ve soğuk maddelerden teşekkül ettiği için Dünyâya benzerler. Diğerleri ise esas olarak değişik yapıya sâhiptir. Görülen kısımların çoğunluğu hafif gazlardan meydana gelen atmosferden müteşekkildir. Çok daha büyük olup, dünyâdan daha az yoğundurlar.
Jüpiter, Güneş sistemi gezegenlerinin hepsini berâberce içine alabilecek kadar büyüktür. Merkezi sıcak olan bu gezegenlerin dış yüzeyleri çok soğuktur. Bu sebeple, Dünyâ gibi, Güneşten gelen ışığı yansıtarak görülürler. Bu gezegenleri aynı zamanda 2000 kadar “küçük gezegenler” astreoit veya “planetoit”lerden ayırt etmek için “büyük gezegenler” diye de isimlendirilirler.

Aşağıdaki tabloda gezegenlerin Güneşten uzaklığı ve Güneşin etrâfındaki dönme süresi görülmektedir:
Gezegen Güneşten Uzaklığı Güneşin Etrâfında
(Milyon km) Dönme Süresi
1. Merkür ................ 57.85 .......................................... 88 gün
2. Venüs .............. 108.10 .................................. 224 gün 3/4
3. Dünyâ .............. 149.50 .................................. 365 gün 1/4
4. Mars ................ 227.72 ........................................ 687 gün
5. Jüpiter ................ 777.6 ................................ 11 yıl 86 gün
6. Satürn .............. 1425.6 ................................ 29 yıl 46 gün
7. Uranüs .............. 2868.1 .................................. 84 yıl 1 gün
8. Neptün .............. 4494.1 .............................. 164 yıl 79 gün
9. Plüton ................ 5900 ............................ 248 yıl 317 gün
Güneş, gezegenler, uydular, asteroitler ve göktaşlarının bir araya gelmesiyle meydana gelen Güneş sistemi, hem kendi ekseni etrâfında dönmekte, hem de içinde bulunduğu samanyoluyla birlikte hareket hâlinde bulunmaktadır. Tabiî bu arada bizzat Samanyolu galaksisi de ihtivâ ettiği milyarlarca yıldızla birlikte kendi ekseni etrâfında ilk dönüşünü yaparken bütün hâlinde de belli bir yörüngede hareket hâlinde bulunmaktadır. Kâinâtın en küçük parçası atomda görülen hareket, güneş sisteminden en büyük galaksilere kadar, uzayın her zerresinde var olan fevkalâde nizâmı dile getirmektedir. Gerek kâinâtın en küçüğü olan atomda, gerekse en büyüğü olan gökcisimlerinde fevkalâde nizam ve intizamın bulunuşu, bunların tesâdüfen teşekkül edemeyeceğini göstermekte, bir Yaratıcısının olacağını akıl sâhiplerine bildirmektedir.
Gezegen Çapı (km) Ortalama
Yoğunluğu g/cm3
Merkür .................. 4.880 .......................... 5,4
Venüs ................ 12.100 .......................... 5,2
Dünyâ ................ 12.760 .......................... 5,5
Mars .................... 6.800 .......................... 3,9
Jüpiter .............. 143.800 .......................... 1,3
Satürn .............. 120.000 .......................... 0,7
Uranüs ................ 52.300 .......................... 1,2
Neptün ................ 49.500 .......................... 1,7

güneş sistemi

İçinde yaşadığımız Evreni tanıma çabamız, binlerce yıldan bu yana sürüyor. Günümüzde, en modern teleskoplar sayesinde, Evrenin en uzak köşelerini, milyarlarca ışık yılı ötedeki gökadaları görebiliyoruz. Oysa, Evrende küçücük bir nokta gibi kalan, içinde yaşadığımız Güneş Sistemimiz hâlâ gizemlerle dolu.

Uzay Çağının başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü, Güneş Sistemini keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemimizin oluşum öyküsünü anlatabiliyoruz.

Güneş Sisteminin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant ortaya attı. Kant, ilkel Evrenin ince bir gazla dolu olduğunu canlandırdı düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar, kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini alıyordu?

Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine, "Momentumun Korunumu İlkesi" ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi, kollarını kapadığında hızlanır.

Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş Sistemimizi oluşturmuştur.

Kantın bu düşüncesi, daha sonra birçok gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle bir oluşum gözlenemediği için, 1980lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık üçte birinin, normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler.

Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga boylarında ışınım yayıyordu.

Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopunun keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion Bulutsusundaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu.


Safi 27 Mart 2016 18:16

Güneş Bulutsusu
Güneş Sistemini oluşturan madde, çok büyük oranda, 12-16 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlamanın ürünü olan hidrojen ve helyumdan meydana gelmişti. Bugün, Evrene baktığımızda, bazı elementlerin çok, bazılarınınsa pek az miktarlarda bulunduğunu görüyoruz. En yaygın element hidrojen, tüm gökadaların ve yıldızların dörtte üçünü oluşturuyor. İkinci baskın element olan helyumla birlikte hidrojen, Evrendeki maddenin %98ini oluşturuyor. Öteki tüm elementlerse sadece %2 oranında bulunuyorlar.

Bugün, Güneş Sistemini oluşturan bulutsudan geriye pek birşey kalmadı. Bu maddenin bir bölümü gezegenleri, asteroidleri ya da kuyrukluyıldızları oluşturdu. Kalanını, ya Güneş yuttu ya da Güneş ışınlarının yarattığı basınçla yıldızlararası ortama itildi. Ancak, bulutsudan kalan maddenin korunduğu çok iyi yerler var: Kuyrukluyıldızlar.

Bu gökcisimleri, küçük olmaları ve çoğu zaman Güneşten çok uzakta yeralmaları sayesinde, oluştukları andaki maddeyi bozulmamış halde saklıyorlar. Henüz, bir kuyrukluyıldızı doğrudan inceleme fırsatı olamadı; ancak, onlardan kopup gelen bazı parçalar laboratuvarlarda incelenebiliyor.

Gezegenleri, göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturan diskten artakalan parçacıkların bir bölümü, atmosferin üst katmanlarından özel uçaklarla toplanabiliyor. Bir elektron mikroskobuyla incelendiklerinde, bu parçacıkların bazı minerallerden ve organik bileşiklerden oluştukları görülüyor. Kozmik toz parçalarının çoğu hemen hemen aynı büyüklükte, 0,1 mikron çapındadır. Bu toz parçaları, 4,5 milyar yıl önce, Güneş Sistemini oluşturan bulutsudan arta kalmıştır.

Gezegenler oluşmadan önce, Güneşi çevreleyen disk, merkeze, yani Güneşe yakın yerlerde çok sıcak; kenarlardaysa çok soğuktu. Çünkü, Güneşin güçlü ışınımı, bulutsunun ona yakın katmanlarının çok ısınmasına yol açıyordu. Bunun yanı sıra, Güneşin kütleçekimi sayesinde, diskin merkezine yakın katmanları, daha yoğun ve kalındı.

Bu bölgelerdeki sıcaklık, gezegenlerin oluşumu sırasında, suyun buz halinde katılaşmasını engelliyordu. Burada yoğunlaşan maddenin çoğu, silikatlardan ve öteki ağır minerallerden oluşuyordu. İşte bu mineraller, karasal gezegenleri oluşturdular.

Sıcaklık, diskin kenarlarına doğru ilerledikçe düşüyordu. Burada, su katı halde bulunabiliyordu. Su ve gaz moleküllerini içeren "kar taneleri" de dev gezegenleri oluşturdu. En dışta yeralan en soğuk bölgede yoğunlaşan madde, tamamıyla katı haldeydi ve çok dağınık halde bulunduğundan bir gezegeni oluşturabilecek topaklanmayı sağlayamadı. Bunun yerine, çok sayıda, gezegenlere oranla küçük gezegenimsi göktaşları oluştu.

Bu göktaşları, yani kuyrukluyıldız çekirdeklerinin bulunduğu bölgeye Kuiper Kuşağı deniyor. Güneşi çevreleyen diskin topaklaşarak gezegenleri, göktaşlarını ve kuyrukluyıldızları oluşturması, Güneşin yaşam süresiyle karşılaştırdığımızda çok kısa bir süre, sadece 10 milyon yıl aldı.

Karasal Gezegenler
Karasal (kayasal) gezegenlerin, sadece, bulutsudaki toz parçacıklarının bir araya gelerek oluştuğunu söylemek pek yeterli olmaz. İç Güneş Sisteminde, günümüze değin kalmış göktaşları büyük oranda kondritlerden oluşur. Kondritlerin büyük bölümü, asteroidlerin çarpışmasıyla gezegenlerarası boşluğa saçılan parçalardır.

Kondritler, kondrül denen küresel biçimli küçük parçacıkların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Kondrüler, başlangıçta 1500-1900 kelvini bulan sıcaklıklarda oluştular. Soğuyarak katılaştıklarında, onları şimdi gördüğümüz gibi, bir araya gelmemişlerdi; damla biçimleriyle Güneşin çevresinde dönüyorlardı.

Yüz yılı aşan bir süre önce, mikroskopuyla göktaşlarını inceleyen Henry Cliffton Sorby adlı bir bilim adamı, kondritlerin, yağmur damlasına benzeyen camsı parçacıkların bir araya gelerek oluşturduğu taşlar olduğunu söyledi. Sorby, aynı zamanda, bu göktaşlarının gezegenlerin oluşumundan artakalan madde olduklarını da öne sürdü. O zaman için oldukça iyi bir yaklaşımdı bu.

Daha sonra, kondrülleri laboratuvar fırınlarında yapma deneyleri gösterdi ki bunların göktaşlarındaki özelliklerini kazanmaları için, bir saatten kısa sürede soğumaları gerekiyor. Bu, kondrüllerin bulutsunun merkezi yakınlarındaki yüksek sıcaklıkta eridiği düşüncesinin doğru olmadığını gösteriyor. Çünkü, bu bölgede, bir saat gibi kısa bir sürede soğumaları olası değil.

Bu, ancak, diskin iç bölgelerinin, birtakım yüksek enerjili olaylarla daha dışarıda kalan katmanları etkilemesiyle açıklanabilir. Bu tür yüksek enerjili atmaların doğası hakkında pek bir şey bilinmiyor; aslında, gerçek olup olamayacakları da...

Kondrüller ve toz parçalarının nasıl olup da bir araya gelerek kondritleri oluşturmaya başladığı pek de iyi anlaşılmış değildir. Çünkü, bu küçük cisimler arasındaki kütleçekimi, birbirlerine yapışmalarını sağlayacak kadar güçlü olamaz. Saniyede bir metrelik hızla çarpışan parçacıklar, birbirlerine Van der Waals çekiminin (elektrostatik yüklerin neden olduğu kısa menzilli kuvvet) etkisiyle yapışabilirler.

Ancak, sadece Van der Waals kuvvetleri, bulutsunun çalkantılı ortamında çarpışarak birleşen bu parçacıkları bir arada tutamaz. Nasıl olduğu tam olarak anlaşılmış olmasa da herkes, gezegenlerin bir şekilde bu parçacıkların birleşmesiyle oluştuğundan emin. Bu topaklanmalar sonucu, birkaç cm çapa ulaşan parçalar, artık ortamdaki çalkantılardan daha az etkilenirler.

Yörüngede dolanan katı bir cisim, (bir parça kondrit gibi) Güneşin kütleçekimi sayesinde dengede kalır. Ancak ortamda bir miktar gaz varsa, bu gaz, cismin hızının azalmasına ve sarmal bir yol izleyerek Güneşe doğru yakınlaşmasını sağlar. Yani, cisim, çapı giderek küçülen bir yörünge izler.

Merkeze doğru ilerleyen kondrit parçaları, buralarda birikirler ve bir araya gelerek büyürler. Bu tür bir cisim, yaklaşık bir kilometrelik çapa ulaşınca, artık gaz direnci onun üzerindeki etkisini kaybetmeye başlar ve cisim hemen hemen sabit bir yörüngede kalır. Yaklaşık bu boyuta ulaşan gökcisimlerine "gezegenimsi" denir.

Yeni oluşmakta olan bir gezegen sisteminde, benzer boyutlarda çok sayıda gezegenimsi bulunur. Yörüngeleri, birbirlerine göre az ya da çok farklı olacağından, birbirlerinden farklı hızlarda hereket ederler. Birbirlerine yakın yörüngede olanlar, yakın hızlarla hareket ederler ve kütleçekimleri birbirlerini etkiler. Kütleçekimi, yörüngelerde küçük sapmalara neden olur ve bu da çarpışmalara yol açabilir.

Eğer çarpışma yeterince yavaş gerçekleşirse, iki kütle birleşir ve daha büyük bir gezegenimsi ortaya çıkar. Çarpışmalar sürdükçe cisim büyür. Eğer, çarpışma hızlı gerçekleşirse, her iki cisim de dağılabilir.

Bilim adamları, bir sistemdeki gezegen oluşumunun ne kadar süreceğini, bilgisayar yardımıyla hesaplamaya çalışıyorlar. Yaptıkları hesaba göre, gezegenimsiler oluştuktan yaklaşık 20 bin yıl sonra Ay boyutunda yüzlerce cisim ortaya çıkıyor.

Gezegenlerin hemen hemen tam boyutlarına ulaşmalarıysa yaklaşık 10 milyon yıl alıyor. Kalan gezegenimsilerse sonraki 10 milyon yıl içerisinde gezegenlerce yutuluyor. Bu çarpışmalar nedeniyle, gezegenler oluşumlarının ilk dönemlerinde sürekli etkin kalıyorlar.

Asteroid Kuşağı

Karasal gezegenlerle dev gezegenler arasındaki bölgede Asteroid Kuşağı yer alır. Burada, bir gezegen olarak nitelendirilebilecek kadar büyük bir gökcismi yoktur; kuşağın toplam kütlesi, Ayınkinden küçüktür. Güneş Sistemindeki gezegenlerin dağılımına baktığımızda, bir düzen olduğu fark edilir.

Her gezegenin yörüngesi, bir içtekinden %75 geniştir. Bu düzene göre, Asteroid Kuşağının yerinde de bir gezegen olması gerekirdi. Peki, bu gezegene ne oldu? Bu konuda kesin bir kanıt olamamakla birlikte, bazı gezegenbilimcilere göre, bir zamanlar burada oluşmakta olan bir gezegen Jüpiterin çok güçlü kütleçekiminin etkisiyle parçalandı. Ya da, buradaki gezegenimsiler hiçbir zaman bir araya gelerek gezegen oluşturamadılar.

Kuşakta bulunan asteroidlerin toplam kütlesinin az olması, Jüpiterin ya da birbirlerinin kütleçekimlerinin etkisiyle yörüngelerinden çıktığı düşüncesini destekliyor. Yörüngeden ayrılan cisimler, ya Güneşin çevresinde başka bir yörüngeye oturuyorlar ya da Güneş ya da dev gezegenler tarafından yutuluyorlar. Zaman zaman, karasal gezegenlerle de çarpışabiliyorlar.

Dev Gezegenler
Güneş bulutsusunun dış katmanları, iç katmanların aksine suyun katı halde bulunabilmesine olanak tanımıştı. Bu ikinci bölgede, kar taneleri, iç bölgelere oranla 10 kez fazlaydı. Gaz moleküllerinin bu bölgede çok daha fazla olması nedeniyle, kuşkusuz burada oluşacak gezegenlerin kimyasal bileşimleri de karasal gezegenlerden çok farklı olmalıydı.

Suyun ana bileşenlerinden oksijen Güneş Sisteminde magnezyum, silisyum ve demir gibi karasal gezegenleri oluşturan elementlerden çok daha fazladır. Bu da dev gezegenlerde bol miktarlarda su bulunması gerektiğini düşündürüyor.

Ne var ki, en büyük gezegenler Jüpiter ve Satürn, beklendiği gibi ağırlıklı olarak sudan değil, büyük oranda hidrojen ve helyumdan oluşuyor. Yani, bu gezegenlerin bileşimi, Güneşinkiyle benzerlik gösteriyor. Jüpiter ve Satürnün bileşimleri, saf hidrojen ve helyumdan oluşmuş kar taneleri sayesinde oluşmuş olamaz. Çünkü, gezegenlerin oluşumları sırasında, ortam bu gazların yoğunlaşabilmesi için fazla sıcaktı.

Jüpiter ve Satürn, kütlelerinin önemli bir bölümünü, doğrudan bulutsudan almış olmalılar. Yani, karasal gezegenler gibi, toz ve buzdan oluşmuş çekirdekleri, yeterli kütleye ulaştığında, bulutsudaki gazı kütleçekimleriyle toplamış olabilirler. Jüpiter ve Satürnün hidrojen ve helyum ağırlıklı bileşimlerine karşılık, Uranüs ve Neptün çoğunlukla katı halde bulunabilen gazlardan oluşur: Su, amonyak ve metan. Ayrıca, dış katmanlarda hidrojen ve helyum bulunur. Gezegenlerin çekirdeğiyse kaya ve demirden oluşur.

Uydular
Uyduların oluşumuyla ilgili en popüler modellerden birisi şöyle: Dev gezegenler, yoğunlaşmanın etkisiyle başlangıçta çok sıcaktı. Sıcaklığın etkisiyle, günümüzdekine oranla çok daha geniştiler. Zamanla soğuduklarında küçüldüler. Oluşum aşamalarının sonlarına doğru, gezegenleri oluşturan gaz ve tozun artakalanı onların çevrelerinde dönmeyi sürdürüyordu. Zamanla, gazın büyük bölümü ya gezegenlerce yutuldu ya da dağıldı. Kalan toz ve bir miktar gaz, küçük bir Güneş Sistemi gibi, bir araya gelerek uyduları oluşturdular.

Uyduların çoğu yukarıda söz ettiğimiz biçimde oluşmuş olsa da, bazı uyduların gezegenler tarafından sonradan yakalanmış oldukları düşünülüyor. Bu uydular ya çok elips biçimli yörüngelerde dolanıyorlar ya da dönme düzlemleri farklı. Bu uydular arasında, Phoebe, Triton ve pek çok küçük uydu var. Marsın uyduları Phobos ve Deimos da öyle.

Bizim doğal uydumuz Ayın oluşumu başlı başına bir öykü. Ayın oluşumu üzerine ortaya konan en iyi varsayım, onun Dünyaya çarpan bir gezegenimsi tarafından koparıldığı şeklinde. Çarpışma, Dünyadan önemli miktarda erimiş kaya ve gazı kopararak, çevresine dağıttı. Bu maddenin bir bölümü Dünyaya geri düşerken, bir bölümü de uzaya saçıldı.

Roche sınırı denen ve Dünyanın yüzeyine yaklaşık 10 bin kmden uzakta kalan cisimler, yörüngeye girdiler ve topaklaşmaya başladılar. (Roche sınırı altında kalan cisimler, gezegenin güçlü kütleçekimi etkisinden dolayı bir araya gelemezler.) Zamanla, parçalar bir araya geldi ve Ay oluştu.

Kuyrukluyıldızlar

"Güneş Sistemi nerede bitiyor" sorusuna verilen geleneksel cevap, Plütonun yörüngesidir genellikle. Buna karşın, günümüzde biliyoruz ki, Güneş Sisteminin sınırları çok daha ötelere gidiyor. Günümüzden yaklaşık 50 yıl önce, Kenneth Edgeworth ve Gerard Kuiper, birbirlerinden bağımsız olarak, Plütonun yörüngesi civarında, gezegenleri oluşturan maddeden artakalan bir kuşak bulunması gerektiğini öngördüler.

Nitekim, son yıllarda yapılan teleskoplu gözlemler, bu cisimlerin varlığını kanıtladı. Bu kuşakta, her biri yaklaşık bir kilometre ya da daha büyük çaplı, 200 milyon gökcismi olduğunu hesapladı. Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan bu kuşak, Plüton ve uydusu Charonu da içeriyor. Büyük olasılıkla Neptünün uydusu Triton da bir zamanlar bu kuşağın üyesiydi. Triton ve bu iki uydu, bu kuşağın en büyük üyeleri olmalı.

Kuşaktaki gökcisimlerinin yörüngelerinden çıkıp iç Güneş Sistemine yönelmelerini sağlayan etki kendi aralarındaki çarpışmaların yarattığı kararsızlıklardır. Kısa dönemli kuyrukluyıldızlar, büyük olasılıkla Kuiper Kuşağından gelirler. Uzun dönemli kuyrukluyıldızların geldiği başka bir bölge daha olmalı. 1950 yılında, gökbilimci Jan Hendrick Oort, bu cisimlerin kaynağıyla ilgili bir varsayım ortaya attı.

Oorta göre, uzun dönemli kuyrukluyıldızlar, Güneşi küresel biçimde çevreleyen bir bölgeden geliyorlardı. Oort Bulutu olarak adlandırılan bu bölge hiç görülmediyse de, yakınlarımıza gelen uzun dönemli kuyrukluyıldızların yörüngelerine baktığımızda, bizi oraya götürüyor.

Oort Bulutunun oluşumu şöyle anlatılıyor: Dev gezegenler, özellikle de Jüpiter, yakınlarından geçen gezegenimsileri çok basık yörüngelere yerleştirir. Hatta bazen bu cisimler, Güneşin çekim kuvvetinden kurtularak bir daha dönmemek üzere yıldızlararası ortama gönderilirler. Ancak, büyük bir kısmı, Güneşin çekim etkisinden kurtulamaz ve basık, elips biçimli yörüngelerinde dönerler.

Güneşten uzak olduklarında, hızları da azaldığından, zamanlarının büyük bölümünü, yörüngelerinin uzak yarısında, yani Oort Bulutunda geçirirler. Oort Bulutunun dış sınırının yarıçapı, yani Güneşe uzaklığı yaklaşık bir ışık yılıdır. İşte, bu uzaklıktan sonra, Güneş Sisteminin bittiğini; yıldızlararası ortamın başladığını söyleyebiliriz.




nötrino 31 Ocak 2017 23:00

2 ek

Güneş Sistemi'ndeki Gezegenlerin Yapı Taşlarının Sırrı Çözüldü!


Alıntıdaki Ek 61678
Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri oluşturan taneciklerin soğumuş yıldızlardan artakalan zerreler olduğu belirlendi.

Yapılan araştırmalar "kırmızı cüceler" olarak da bilinen soğumuş ancak hala düşük derecede enerji yayan asemptomatik dev yıldızlarda protonlar ile aşırı derecede ağır bir oksijen izotopu olan Oksijen-17 arasındaki füzyon tepkimelerinin sanılandan 2 kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Füzyon tepkimelerini İtalya'daki Yeraltı Nükleer Astrofizik Laboratuvarı'nda yaptıkları deneylerde gözlemleyen bilim adamları, kırmızı cücelerdeki füzyon sırasında açığa çıkan tepkime sıklığının kadim gök taşı kalıntıları arasında bulunan taneciklerin oluşumunu da açıkladığını belirtti. Edinburgh Üniversitesi'nden gök bilimci Marialuisa Aliot, "Kilit önem taşıyan yıldız tozu zerreciklerinin gizemini sonunda çözmüş olmak büyük keyif. Çalışmamız, yıldızlar içinde meydana gelen nükleer tepkimelerin doğru bir biçimde ölçülmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu." dedi.

Alıntıdaki Ek 61677
Asemptomatik dev yıldızların Güneş'ten 6 kat daha büyük ve binlerce kat daha parlak olduğu biliniyor. Yaşlanan kırmızı cücelerin çekirdekleri genişliyor ve dış katmanlarını uzaya fırlatıyor. Bu katmanlar, yıldızlar arası gaz ve toz bulutu haline gelerek yeni yıldızları ve daha sonra gezegen haline gelecek gök cisimlerini oluşturuyor.

Kırmızı cücelerden kopan zerreciklerin çok büyük bir kısmı, gezegen oluşumu sürecinde yok oluyor. Araştırmada incelenen tanecikler, Dünya'ya çarpan gök taşlarında bulunmuştu. Güneş Sistemi'nin yapı taşlarının asemptomatik dev yıldızlardan geldiği biliniyordu ancak taneciklerin yapısıyla ilgili farklı kuramlar bulunuyordu.

Kaynak: AA / Nature Astronomy (31 Ocak 2017)


nötrino 2 Mart 2017 14:13

1 ek

Gezegen Oluşumunu Açıklayan Kayıp Halka Bulundu!


Bilim adamları, gezegen oluşumunda gaz ve toz öbeklerini kütle yapılarına dönüştüren mekanizmanın varlığını keşfetti.İngiliz, Fransız ve Avustralyalı gezegen bilimcilerden oluşan uluslararası araştırma ekibi, geliştirdikleri bilgisayar simülasyonları sayesinde, genç yıldızların etrafında disk halinde bulunan gaz ve toz bulutlarının, zamanla disk halkası çevresinde oluşan "toz tuzakları" sayesinde daha büyük kütle yapılarını şekillendirdiğini keşfetti.

Alıntıdaki Ek 62288
Bilim adamları bugüne dek mikron büyüklüğündeki tozların nasıl birkaç santimetrelik öbeklere dönüştüğünü açıklamakta zorlanmazken, bu öbeklerin nasıl taş büyüklüğündeki kütlelere dönüştüğünü ve ardından gezegene benzer yapıları ve gezegenleri meydana getirdiğini açıklarken iki tip sorunla karşı karşıya kalıyordu. Bu sorunlardan ilki, toz parçaları üzerindeki gaz çekiminin, tozanları devamlı merkezdeki yıldıza yaklaştırarak diskten koparması, dolayısıyla daha büyük kütlelere entegre olmasını engellemesi, ikincisi de tozan öbeklerinin çarpışmalar sonucu parçalanıp küçülmesiydi.

Bilim adamları oluşum diski içinde bu sorunlarla karşılaşılmayan yegane bölgenin, "toz tuzağı" olarak adlandırılan yüksek basınç alanları olduğunu tespit etti. Bu bölgelerin sürüklenme hızını yavaşlatarak tozların birikmesine imkan verdiği ve düşük hız nedeniyle öbeklerin parçalanmasına yol açmadığı gözlendi.

Kaynak: AA / Monthly Notices of the Royal Astronomical Society (1 Mart 2017)


nötrino 3 Mart 2017 14:59

1 ek

Çift Güneşin Yörüngesinde Gezegen Enkazı Keşfedildi!


Bilim adamları, bin ışık yılı uzaklıkta biri beyaz diğeri kahverengi iki cüce yıldızın yörüngesinde parçalanmış gezegen kalıntıları keşfetti. Keşfin, kalıntıların kayalık olması ve Yıldız Savaşları'nda Luke Skywalker karakterinin dünyası "Tatooine"ne benzer toz toprakla kaplı gezegenlerin var olabileceğini göstermesi açısından önem taşıdığı belirtildi.

Alıntıdaki Ek 62325
Bilim ve Teknoloji Olanakları Konseyi ile Avrupa Araştırma Konseyi tarafından fon sağlanan araştırmanın, Londra Üniversitesi (UCL) tarafından yürütüldüğü belirtilirken, keşfedilen sisteme SDSS 1557 adı verildi. Diğer çift yıldızlı sistemlerde bulunan karbon zengini donmuş materyalin aksine SDSS 1557'de belirlenen gezegensel maddenin, silikon ve magnezyum dahil yüksek metal içeriğine sahip olduğu ifade edildi.

Bilim adamları, çift yıldızlı sistemi ve yıldızların yörüngesindeki enkazın kimyasal bileşimini, Şili'deki Gemini ve Avrupa Güney rasathanelerinin gözlemleri çerçevesinde ışığın farklı dalga boylarının emilimini ölçümleyerek inceledi. Bugüne kadar keşfedilen, çift yıldızın yörüngesinde ve Güneş sistemi dışındaki tüm gezegenler dev gaz kütleleriydi. Bu gezegenlerin, sistemin soğuk bölgelerinde oluştuğu düşünülüyordu.

Kaynak: AA / Nature Astronomy / Görsel Telif Hakkı: NASA (2 Mart 2017)



Saat: 19:34
Sayfa 2 / 4

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık