Arama

Türk Ailesi Antropolojisi

Güncelleme: 7 Aralık 2006 Gösterim: 48.749 Cevap: 17
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
I. BÖLÜMESKİ TÜRK AİLESİ

Sponsorlu Bağlantılar




İslam Öncesi ve Sonrası Eski Türk
Ailesinin Sosyokültürel Nitelikleri





GİRİŞ



Aile, bir toplumun temel toplumsal kurumlarından birisidir. Toplumu ayakta tutan, temel öğelerdendir, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden doğmuştur. Başlıca işlevlerinden birisi budur. Üretim-tüketimde bulunmak gibi ekonomik, çocuğun toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, serbest zamanların değerlendirilmesi gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Bu özelliklerini dikkate alarak şöyle bir tanım verebiliriz: "Aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün sürekliliğini sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir birimdir." (1)

Burada, ailenin bu özelliklerini dikkate alarak, Türk toplumunda onu oluşturan öğeleri rol, konum ve ilişkiler çerçevesinde ele alacağız. Konu, İslam öncesi ve sonrası olmak üzere iki kesimde incelenecektir. Konunun sadece antropolojik açıdan değil, Türk tarihinin gelişmesi ve akışı içinde ele alınması, onun birtakım yanlışlıklardan arınmasını sağlar. Bu nedenle bazı kişilerin değerlendirmelerini ihtiyatla karşılamak gerekir.

Eski Türk ailesine ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgiler burada değerlendirilmiştir. Kısmen de destanlara başvurulmuştur. Çünkü destanlar da o zamanki Türk ailesinin yaşam biçimlerini yansıtmakta idiler.


I. İSLAM ÖNCESİ TÜRK AİLESİ

Ögel'e göre Hunlarda baba ailesi (Temeli dışardan evlenmeye dayalıdır), Moğollarda ise ana ailesi egemendir. (2)

Moğollarda kadın, çocuğu doğuncaya kadar kendi evinde kalır. Dullar bir daha evlenemezler. Oysa, Hunlar ve Göktürklerde böyle bir gelenek yoktur. Eberhard'a göre, Türkler, aracılar ve görücüler yoluyla evlenme geleneğine sahip bir kavimdir. (3) Çin tarihsel metinleri, Türk ailesinin birçok ahlaksal özelliklerini sıralamaktadır ki, bunlar günümüz aile modeliyle büyük ölçüde uyum sağlamaktadır. Ögel'e göre Türklerde yalnızca baba ailesi görülüyor ve ana ailesinin izlerine rastlanmamaktadır. (4)(5) Eski Türklerde babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bu nedenle annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olurdu. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi oydu.


Bekâret anlayışı: Türklerde İslam öncesi de vardı. Türkler bakire kız için, "Kapaklığ," yani kapalı kız diyorlardı. (6)

Ev kadını için "Evci" denirdi. Göktürklerde "Eş" denirdi.

Sümerlerle Türkler arasındaki yoğun ilişki, Gılgamış Destanı'nın proto-Türkler için bir sıfır noktası oluşturabileceğini göstermektedir. Gılgamış Destanı'nın ortaya koyduğu aile yapısı ve evlenme biçimi; 19. yy. Avrupasında bir aile evrim kuramını, yani ilk aile modelinin serbest cinsel ilişkilere dayalı olduğu tezini reddetmektedir. Sümer aile tipi, tamamen karı-koca ilişkisini yansıtan kutsal törenlerle düzenlenmiş nitelikleri ortaya koymaktadır.

Proto-Türklerin, B. Ögel'e göre Eski Türklerin en önemli temsilcileri Hunlardır. Eski Türklerde "Kuma" deyimi, çok eski bir Türk sözüdür. (7) 1. ve başhatundan sonra alınan kadınlara "Kuma" denirdi. Hun ve Göktürk tarihinde babalar ölünce, erkek çocukların annelerinin kumaları ile evlenmeleri çok görülürdü. (8) Bu husus, baba ölünce aileyi bir çatı altında toplama geleneğidir. Levirat denen "Kayın alma" da yaygındı. Eşi ölen gelin, kayınla evlenmekteydi. Böylece eşi ölen kadın ve çocukları sokakta kalmazdı. (9)

Bu yoldan aile, kişilerin güvenliğini koruyordu. Bu gelenek, Türkdoğan'a göre günümüzde de devam etmektedir. Örnek olarak Kars yöresindeki Azerilerde "Dinsel önderle dulların seramonik evlenmeleri." Bu tür evlilikler, ailede dengeyi bozmama eğilimini yansıtır. Buna, dinsel öndere atfen, "Ahunt Tipi Evlenme" denir.

"Kalın," bir aile malıdır. (10) Evde erkek çocukların kalın üzerinde miras hakkı vardır. Kalın verilen gelin, artık erkek ailesinin bir malı olmuştur.

Kalın, babanın oğullara, evlenme payıdır. Başlıksa, kız ailesine verilen bir armağandır. Baba malından kızlara bir pay düşüyorsa bu da kızın çeyizidir. Kalınsız kız verme geleneğine yine anıtlarda rastlıyoruz. Genellikle öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor ve böylece, anlaşma yoluna gidiliyordu.

Çekirdek ailenin evrenselliği, hem Sümerlerde hem de Türklerde kanıtlanmış durumda, Sümerlerdeki gibi kadının kutsallığı bu anıtlarda da yer almaktadır.

Direnkova ve Yakinof gibi araştırmacılar Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme biçimiyle çıktıkları görüşündedir. (11)

Tek eşle evlilik, Türk ailesinin karakteristik bir özelliğini taşır.


Görücü yoluyla evlenme: Eski Türk geleneğinde yoktur. Radloff, Altaylılarda kadın ve erkek arasındaki konuşma ve görüşme serbestisinin çok uzak geçmişlere dayandığı kanısındadır. (12) Kalın, yaygın olarak taksitle ödenirdi. Fakat kız kaçıranlara, kalını peşin olarak ödeme zorunluğu konmuştur. (13)

Bugün Güney Anadolu yörüklerinde eğer kalın tam olarak ödenmemişse, gelinin çocukları olsa bile yine de kızın babası, damada gidip çocuklu kızını alıp kendi evine geri getirebilir. Yani kalınsız nikâhın bile hükmü yok. (14) Kalın, babanın sağken oğullarının evlenebilmeleri için verdiği paydır. Oğul, babadan bu hakkını zorla alabilirdi. Baba malından kızlara da bir pay düşüyordu ki bu da kızın "çeyiz"iydi. Kalın anlaşması, karşılıklı bir akittir. Aynı zamanda karşılıklı bir armağanlaşmadır. Gelinin vardığı erkek sakat ya da iktidarsız çıkarsa, kadın bundan dolayı şikâyet edebilir ve kalını geri verme yoluyla kocasından ayrılabilirdi. Kadın kısır çıkarsa, kız evi, ya kalını geri verir ya da gelinin kız kardeşlerinden birini kalınsız olarak verme yükümlülüğündeydi. (15)

Öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor, böylece, anlaşma sağlanıyordu. (16) Yine, kısır ya da baba evinden gelme bir hastalıkla ölen gelinlerin yerine de kız kardeşleri kalınsız olarak verilebiliyordu.

Anadolu'da ve Orta Asya'da "Nikâh," yaygın olarak kalın anlaşmasından sonra ve kız evinde kıyılır. Nikâh kıyılmadan önce, kalın ve çeyizlerin miktarı da saptanır. Nikâhın yanında, su içme ve sakal kesimi gibi İslam öncesi geleneklere de başvurulur. (17)

Ancak, Türklerde nikâha rağmen, gerdeğe kadar gelinin yüzü tabu sayılırdı. Bu husus, ancak gerdekte, görümlük denen, tören ve armağanlardan sonra kalkardı.

Bazı Türklerde de, evlilik, ancak ilk çocuğun doğmasıyla tamamlanıyordu. Çocuk doğmadıkça, evlilik ve nikâh yürürlüğe girmiyordu. (18)

Düğün ise Türklerde bir toydur. Buna Harzemşahlar çağında "Gelin toyu" denmiştir. Dede Korkut'ta, nişan toyuna "Küçük düğün," evlenme toyuna da "Ulu düğün" denir.

Toy ya da düğün bayrağı da bütün Türklerde görülen yaygın bir gelenektir.(19)

Düğün aşı ve açları doyurma anlayışı da bütün Türklerin ortaklaşa inançları arasındaydı.

Toy ve düğün ateşi de Türk toylarının bir özelliğidir. Yarışlar, güreşler gibi tören şenlikleri, bütün Türk toylarında görülen eğlencelerdir. (20)

Gerdek kavramı, daha çok Oğuzlar, Türkmenler ve Batı Türkleri tarafından geliştirilmiştir. Gerdeklik, gerdek evi biçiminde Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Gerdek odasının, ayn bir kutluluğu vardır.

Sağdıçlık da Göktürklerden beri var. Sağdıç, güveyin hem kılavuzu hem de dostudur. Sanal akrabadır.
Yenge de gelin kılavuzudur. Geline yol gösterir. Bunlara "Danışık" da denir. Kız evinden gelen çeyizlere de yengeler bakar. (21)

Ailede ahlak ilkeleri olarak şunlar söz konusuydu: güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlama, sözünü yerine getirme, sadelik, öğünme, yiğitlik ve mertlik.


Hakanların hoşlanmadıkları hususlar: Yalan, zulüm, harislik, acelecilik, hareketlilik, doymazlık, hiddetlilik, içkicilik, sözünden dönme, inatçılık. (22)

Abdülkadir inan, Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme yoluyla aile kuran bir kavim olarak çıktıklarını ileri sürer. Manas destanında dıştan evlenme geleneğine geniş yer verildiği görülmektedir. Manas'ın kahramanları hep çapulla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar, savaşlarda ganimet elde ederek aldığı kızlarla Manas'ın evlendiğine tanık olmaktayız. Radloffa göre Dede Korkut destanında kadınların toplumsal konumları yüksektir. Birden fazla evliliğe, bir işaret olsun yoktur.

Proto-Türklerin aile yapısının temelde monogami diye ifade edebileceğimiz tek eşli bir evlilik modeline dayandığını, ailenin kutsal ve sevginin önemli olduğunu söyleyebiliriz. (23)

Kök Türk ailesinin birkaç kuşağı bağrında barındıran, babanın ataerki etrafında kümelenmiş bir aile olduğu söylenebilir.

Kök Türklerin de dış evli oldukları kesinlikle bilinmektedir. Oğlanlar ev kurup (Çadır) oba içinde kalmakta, kızlar ise kalın karşılığında yad ellere gelin gitmekteydi. Kök Türkler atayerlidirler. (24) Asya tarihinde, güveyi anayerinde bir süre tutma geleneği her zaman olmuştur. Hunların doğusunda oturan Vu-huanlarda, güveyi, kadının ailesinin yanına gider. Erkek, kadının bütün akrabalarına hizmet eder, kadının ailesi için çalışır.

Güveyilik sistemi, verilen bir kıza karşılık, karşı ödülleme olarak sunulan Güveyi hizmeti olarak tanımlanır. Hizmet süresi yıllara ya da çocuk sayısına göre değişebilir. 10. yy.da Kutluk erkekleri, kızın velisine bir yıl hizmet ederlerdi. (25)

Kök Türk beylerinin çok karılı evlilik yaptıkları kuşku götürmez. (26) Bu konuda yeterli belge yok. Fakat, dillerinde "öğ" sınıflandırıcı kavramının varlığı, çok karılık lehine bir sanı uyandırmaktadır.

Çin yıllıklarında söz edilen bir kayıt var. O da, "Leviratus" dur.

Kök Türklerde baba ve amca ölünce onların oğulları ya da küçük kardeşleri, geriye kalan dullanyla evlenirler. (27) Baba, amca ve ağabey ölünce, öz ana ve kız kardeşler dışında onların dul ve yetimleriyle evlenme geleneğine, Leviratus deniliyor. Tibet'ten Kore'ye dek bütün Asya kıtasında bu gelenek egemen. Bu gelenek Hunlar'da da vardı. Ayrıca 13. yy.ın bütün zenginleri, Moğol ve Tatarların (Kuman, Oğuz, Türk) Leviratus uyguladıklarını yazıyorlar. (28)

10. yy.da tek bir istisna şu: Kutluk kadınları ömürleri boyunca sadece bir tek erkekle evlenir. Kocası ölen kadın, bir daha hiç evlenmez. (29)

Leviratus kurumu, kadın alan ve kadın veren oğuşlar arasında ittifakı ve böylece barışı sürekli kıldığı için vardır, işte Leviratusun gördüğü işlev budur. Göçebe çobanlar dış evlilik yaparak başka oğuşlarla kız alıp verirken, bağlaşma temeli üzerinde onlarla ittifak kuruyor ve böylece birlik halinde barışı sağlıyorlardı.


Kız kaçırma: Eski Türklerde evlenme, kız kaçırma ve yağma yoluyla olmuştur. Yakutlarda ve Altay Türklerinde son zamanlara değin evlenme, ancak kız kaçırma yoluyla meşru evlenme sayılmıştır.

Abdülkadir İnan bunu şöyle anlatıyor: (30)
"Yakutlarda, evlenmeye karar veren delikanlı, kendi soyuna mensup bütün gençleri toplar ve büyüklerinin huzurunda 'Kam ayini' yaptırırdı. Akına gidecek atların bağlandığı kazıkların dibine tulumlarla kımız konur ve kam da bu kımızları atların koruyucusu olan Itik ruhuna saçı ederdi. Altay Türkleri arasında, bugün de erkek ve kız tarafları kendi aralarında sözleştikleri halde delikanlı, kendi soyundan olan yiğitlerle beraber kızı kaçırır. Kırgızların Manas destanında eski usulün hatırası olarak yağma ve kaçırma yoluyla evlenmeden söz edildiği gibi barış yoluyla, yani 'Kalın' ödeyerek evlenme de tasvir edilmektedir."

(30) Manas'ın kahramanları hep çapul yoluyla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar. Bugün Şeriarda "Gelin Çalma" geleneği vardır. (31) Gelini, babasının ve akrabasının elinden alma, Türklerde ve Moğollarda bilinen bir âdettir. Kalın ödendikten sonra, güvey, gelini götürmeye gelir. Fakat kızı kolay alamaz. Çünkü kız iyice saklanmıştır. Damat onu uğraşarak, güçlük çekerek meydana çıkarmak zorundadır (Ibn Fadlan).

Kalın yerine Kırgızlar ve Başkurtlar "Süyek satımı," Yakutlar "Sulu" derler. Abdülkadir İnan, birinciyi, boydan birinin, yabancı bir boya satıldığını, kalın malının da onun karşılığı anlamına geldiğini, "sulu" kelimesinin de, eski Türkçede fidye-i necat, kız kaçıran boyun cezadan kurtulmak için verdiği mal demek olduğunu açıklamıştır. (32)

Türklerde aile kurumunun kökenlerine inen araştırmacılar, başlangıçta bugünkü anlamda bir ailenin bulunmadığı, karı-koca ve çocuklar arasında aile denemeyecek gevşek ilişkilerin olduğu, asıl bağlılığın klan üyeliği olduğu, akrabalık terimlerinin buna göre belirlendiği ve eski Türkçede "Aile" kelimesini karşılayan herhangi bir kelimenin bulunmadığı hususlarında birleşmişlerdir. (33)

Ataerkil kabile ve aşiret dönemlerinde, evliliklerin kız kaçırma suretiyle olduğu görülmektedir.

Gökalp, Türklerde evliliğin endogamik olduğunu belirtir. Gökalp, bunu il aşaması için söylemekte ve endogamiyi Türklerde kadın-erkek eşitliğinin temeli saymaktadır. (34)(35)

İlk evlilikler anayerli evlilik şeklindeydi. Ataerkilleşmeden sonra evlilikler kız kaçırma ve yağma suretiyle olmaya başlar. (36)

Döl alma geleneği: İnan, evlatlık kurumunu incelediği bir makalesinde bu kurumun kökenini "çok eski devirlerde, ihtimal ki anaerki çağında meşru sayılan döl alma geleneğinde aramak gerektiğini belirtir. (36a) Eski Roma ve Araplarda çok açık olan bu geleneğin, Orta Asya göçebe kavimlerinde gizli kapaklı olarak korunduğunu biliyoruz" demektedir. Ona göre, 19. yy ortalarında Kara Kırgızlar'da geleneğin bulunduğuna dair söylentiler vardır. Yakutların eşlerinin başkalarından doğan çocuklarını öz evlat saymaları, döl alma geleneğinin meşru sayıldığı bir devirden kalma geleneklere dayanır. (37)

Bir Arap yazarı, döl alma gelenğini şöyle anlatmaktadır: "Koca, karısına 'git, falanla ilişkide bulun' derdi. Döl alma, necip bir çocuk elde etmek amacıyla yapılırdı." Döl, kahramanlık, civanmertlik nitelikleriyle tanınmış yüksek adamlardan istenirdi. (38)

Saadavi, geleneğin birçok kocalılık biçimi olduğunu söyler. (39) Bu ilişkiye kocası tarafından zorlanmaktadır. Toplumun üst konumunda olduğu belirtilen karşı taraftaki erkeğin ise, buna nasıl icabet ettiği, anlatılanlardan belli değildir. Belki bunu bir bedel karşılığında yapmaktadır. Bu durumda işlem, kadının araç olduğu, erkekler arası bir sözleşme biçiminde gerçekleşmektedir. Ancak, İnan'ın belirttiği biçimde, klan döneminde, klanlar arası evlilikler ya da cinsel ilişkiler, anayerli evliliklerden daha önce, döl alma biçiminde gerçekleşmiş olabilir.

Oğuzlar'da, evlenirken kızın rızası alınırdı. Volga Bulgarları arasında evlenmek isteyen kişinin, istediği kızın başına bir örtü atması ve böylece kızın onun eşi olması geleneği yaygındı. (40) A. İnan'a göre bu, bir çeşit "kız kaçırma" geleneğiydi.

Eski Türklerde çok eşlilik var. Oldukça da yaygındı. Bazı kaynaklarda çok eşliliğin sadece hanlara özgü olduğu, bazı kaynaklarda ise hiç olmadığı iddia edilir ki bu doğru değildir. Çünkü kadın sayısı fazladır ve yakınlarının dullarla evlenmesi koşulu vardır. (41)


Zina: Ibn Fadlan, Oğuzlar'da oğlancılığın da büyük suç olduğunu belirtmektedir. Kutluklar'da ve Hiyongnular'da da zina çok büyük suçtur. (42)

Kutluklar'da, zina eden erkek ve kadın yakılırken, Hiyongnular'da evli bir kadına tecavüz eden kişi ölüme mahkûm edilir. Genç bir kızı iğfal edenden ise büyük bir fidye alınır ve o kızla evlendirilirdi. Takyular'da tecavüz eden kişi iğdiş edilir. Bütün bu kavimlerde düşmanlara aynı hareketi yapmak suç sayılmazdı.

Eski bir İnanıştan, yılda bir kez bir çeşit serbest ilişki geleneğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Eski Türkler yılda bir kez doğal şehvetin galeyanıyla vücuda gelen bir aşk gecesine İnanırlardı. (43)

Ibn Fadlan seyahatnamesinde zinanın yasak olmayıp, serbest ilişkilerin geçerli olduğu iki Türk topluluğundan söz edilmektedir. Bunlar Peçenekler ve Karluklar, Peçenekler yol ortasında kadınlarla çiftleşirmiş. (44)

Karluklar ise, kadını kumarda alışveriş nesnesi olarak kullanırlar. Kumarda biri, diğerinin karısını, kız kardeşini ya da ******* ütebilir. Karluk kadınları güzel ve iffetsizdirler. Onlar karılarını çok az kıskanırlar. Reisin karısı, kızı ya da kız kardeşi, yabancı bir kafile gelince onları konuk eder. (45) Serbest ilişkilerin egemen olduğu bu toplulukta, kadının tam anlamıyla cinsel nesne olduğu görülmektedir. Ataerkilliğin en belirgin özelliği, kadının, erkeğin mülkiyetinde bir nesne olarak algılanmasıdır. Bu ise ya kapatılması (hapsedilmesi) ya da Karluklarda olduğu gibi, açıktan erkeklerin ortak kullanımına sunulmasıyla sonuçlanmaktadır.


Boşanma: Ögel, eski Türklerde kalın yanacağı için, aile üyelerinin buna karşı çıktığını ve bu yüzden boşanma olayının görülmediğini söylemektedir. (46)

Eski Türklerde, öldürülen bir kişinin ailesine karşılık olarak, kalınsız bir kız verildiği de görülmektedir. Ayrıca, karşılıklı dünür olma (kız değiş tokuş etme) durumlarında da kalın ödenmezdi. Yiğitler, aralarında anlaşırken, bazen birbirlerine kız kardeşlerini vereceklerine dair söz verirlerdi. Karşılıklı dünür olma geleneği, en çok, Kırgızlar'da yaygındır. (47)


Türklerde toplumun çekirdeği aileden oluşur. Bu da baba, oğul ve torunlardan oluşur. Evlenip giden kızlar ile onların çocukları aileden sayılmazlardı. Altay ve Yenisey boylarında egzogami hâlâ yürürlüktedir. "Bugünkü Altaylılarda her kabile birkaç yüz nüfustan ibaret olmasına rağmen, hiçbir kabile kendi içinden evlenmez.
II. İSLAMİ TÜRK AİLESİ


Kınalızade'ye göre, bir insan, koşullar uygunsa evlenmelidir. Bundan maksat, hem Muhammed ümmetinin neslinin çoğalması, hem de nefsin günah ve kötülüklerden korunmasıdır. Zira, Peygamber, çocuk doğuran kadınla evleniniz, çoğalınız buyurur. (48)

İslamiyet, toplumsal yaşamı da düzenleyen bir din olarak aileye ilişkin pek çok hükümlere sahiptir.

İslami uygulamaya baktığımız zaman eski Türk geleneklerinin de sürdürüldüğü dikkatimizi çekmektedir. Bu konuda İslami döneme geçtikten sonraki destanlar bize bir fikir vermektedir. Şimdi bu destanlardaki aileye ilişkin yönlere bir göz atalım.


Manas Destanı'nda aile: Manas, eski Türk kavmi olan Kırgızların milli destanıdır.

Baba/Koca: Aile ve cemaatin reisidir. Güç ve otorite simgesidir.

Anne/Kadın: Evde ikinci önemli kişidir. Onun önemi, doğurganlığına bağlıdır. Erkeğine bir evlat veremeyen kadın meyvesiz ağaçtır. Kadın erkeği gibi cesur ve savaşçı olmalıdır. Ama onun temel rolü, kocasının isteklerini yerine getirmek, kocası savaşa gidecekse onun savaş elbiselerini, silahlarını ve atını kocasına hazırlamaktır. Kadının güzel ve şanslı olması tercih nedenidir.


Aile içi ilişkiler: Aile büyükleri, töre ve dinsel etkenler içinde bir ilişkiler bütünü söz konusudur. (49)

Divan-ı Lügat it-Türk'te, evlenecek olan kişilerin birbirini görüp tanıyarak mı, yoksa görmeden mi evlendiklerini gösterecek bir kayıt bulunmamaktadır. (50)

Dede Korkut Hikâyeleri'nde Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek'in beşik kertme nişanlı olmalarına rağmen birbirlerini yakından tanımadıkları anlaşılıyor.

Türkler arasında egzogaminin, yani dışarıdan evlenmenin daha yaygın olduğu söylenebilir. (51) Eski Türk toplumunda, hele göçebe yaşam biçiminde kadınla erkeğin kaçgöç içinde bulunamayacakları da açıktır. Bu nedenle evlenecek kişilerin aynı toplumda yaşıyorlarsa konuşup anlaşma olmadan da birbirlerini en azından tanıdıklarını düşünmek mümkün.

Manasta Levirat tipi evlilik var. Yani buna bir tür aile içi evlilik denebilir. Nedeni: Kadının sahipsiz ve korumasız kalmaması, malların bölünmemesi, çocukların aile çevresinden çıkmaması gibi bugün de az sayıda uygulanan gelenek var.

Kız istemek için ata binip (atlanmak) kız aramak gerek. (52) O halde istenecek kızda aile içinden değil, uzaktan biri olacaktır.

Çakıp Han'ın, oğluna layık bir kız bulabilmek için Asya'nın büyük bir bölümünü dolaştığı anlaşılmaktadır. Bu da bize, Manas'ın geleneğe göre evliliğinin büyük bir ihtimalle egzogami, yani aile dışından evlilik olacağını göstermektedir.

Destana yansıyan Kırgız Türklerinin evliliklerinin genellikle aile dışından ve birbirlerini görmeden gerçekleştiği, zorunlu hallerde aile içi-kayınla-evlilik olduğu, kız kaçırmaya zaman zaman başvurulduğu, erkeklerin birden fazla kadınla evlenebildikleri anlaşılmaktadır.

Aile dışından evlilik, Türk boyları arasında yaygın bir gelenektir. Kız evine dünürcü gönderildiği ve bunlara "sawçı, yorığçı, yazığçı, arkuçi" dendiği belirlenmiştir. Dünür olarak gelen kişi,

Tadacak mısın tuzunu
Verecek misin kızını

biçimindeki kalıp sözünü kullanır. Tıpkı bugün "Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile" kalıbının kullanıldığı gibi. (53)

Aile, Türklerin yaşamında çok önemli bir toplumsal kurumdur. Manas'da önemli konularda danışma ve fikir teatisi var.

Namusun, edep yerleri ve cinsel organların korunması ile ilgili olduğu görülmektedir. Namus sözcüğü cinsel organları ifade için kullanılmıştır.

Evliliklerde denklik esastır.

Manas'ın yansıttığı aile, ataerkildir. Geleneksel geniş aile tipindedir. Birlik beraberlik, küme duygusu, biz duygusu egemendir.

Sözlü kültürün önemli bir malzemesidir. Türk ailesinin İslamiyet etkisinde gelişen dönemine ışık tutuyor.

Manas destanında kızda aranan özellikler, toplumca istenen ve kabul gören tarafları şöyle sıralanmaktadır: (54)

Biricik kızım Kanıkey
Yalnız bacadan gün gördü
Suyu yalnız evde içti
Seçilmiş atlara bindi
Uzaktan gelme bal yedi
İnce elbise ile rüzgâra çıkmadı
Soğuk nedir hiç bilmedi
Hiç gece kapıya çıkmadı
Dünden kalma yemek yemedi

Manas'daki bu değerler sisteminin günümüzdeki yansımasını bir Erzurum türküsünde şöyle görüyoruz:

Erzurum'un içinde
Güngörmedik güzel var

Görüldüğü gibi, kızın bütün dünyası baba evidir. Ne gördü, ne tattı ise baba evinde görmüş ve tatmıştır.


Evlenme: Kaçırma ya da savaşta ganimet alma yoluyla evliliklerin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. (55) Ancak bu tür evlilikler makbul değildi. Bu tür alınan kadınlar, bir çeşit cariye olarak kalmaktadırlar. Asıl ideal olan, atanın gidip istediği, dünür olduğu bir kızla, geleneklere uygun olarak yapılan evliliklerdir. Armağanı ve çeyizi ile gelen kadın makbul tutulmaktadır. Aksi durumda kadının toplumda kabulü zorlaşmaktadır.

Dünürcülük görevini, Çakıp Han,
Elçiliğe ölüm yok,
Kılavuzluğa horluk yok

diyerek atasözü haline gelmiş bir kalıpla ifade etmektedir.

Çakıp Han bu sözüyle, kendisinin bu işde sadece görevli olduğunu, çıkacak sonuçtan kendisinin sorumlu tutulamayacağını dile getirmektedir.

Aşa salacak tuzu var,
Kamkey denilen kızı var

mısralarında karşımızda bir kalıp var. Aşa tuz salmak ve tuzu tatmak, kız vermek suretiyle akrabalığı, dolayısıyla Türklerde tuz ekmek hakkı denilen bir kabulle, aralarında oluşacak bir hukuku ifade etmektedir.


Kız kaçırma: Mehmet Kaplan, bu konuya, kahramanlık ile aşkı birleştiren kız kaçırmanın Türkler arasında çok eski bir gelenek olduğunu ifade ederek bir açıklık getirmektedir. (56)

Kız veya aile tarafı iffet ve faziletini göstermek, erkek, kahramanlığını kanıtlamak için mücadele şarttır. Bu nedenle evlenmeler bir savaş manzarası alır. Bu davranış biçimi, güç ve yiğitliğin asli değer olduğu göçebe örfüne tamamen uygundur.

Dede Korkut Destanlarında kadının kültürleyicilik rolü belirgindir.

Bu destanların önemli bir yönü, tek kadınla evlilik yapma, aile kurmadır. Tek erkek, tek kadından oluşan çekirdek aile söz konusudur. Destan, kadını erkeğe eşitler. Kadını iffet ve sadakat simgesi sayar. Kadını, aileyi kuran ve koruyan bir yere yükseltir. Kadını kahramanlığı ile de öne çıkarır. Ahlaki değerleri ailesel değerlerle özdeşleştirir. (57) Aile yapısında sevgi, saygı, sıra anlayışına dayalı bir dayanışma görülür.

Dede Korkut Kitabı'ndaki kardeşler arası ilişkiler, sevgi, saygı, vefa gibi değerlere bağlıdır. Kardeşler arası bir dayanışmayı görüyoruz destanda. (58)

Öldürülen kişinin intikamını almak da kardeşin görevidir. Kardeşi esaretten kurtarmak da aynı biçimde kardeşin görevine girer. Sürekli savaşların yarattığı şok olma düşüncesi, dayanışmayı gerektirmiştir. Güçlü olma yolu, çok kardeşliliği gerekli kılmıştır.

Birbirini seven aileler, daha beşikteyken birbirine nişanlanmaktaydılar. Oğuzlarda, bir baba, ölünce oğulu üvey annesi ile evlenebiliyordu. (59) 10. yy.da Oğuzlarda başlık ya da kalın geleneği vardı. (60)(61) Oğuzlarda dış evlenme geleneğinin bulunduğu hükmü verilebilir. (62) Destan kahramanları, iyi ata binen, kılıç kuşanan eş istedikleri görülüyor.

Destanlarda, anaya karşı saygı her vesile ile belirtiliyor, "Ana hakkı, Tanrı hakkıdır" deniliyor. Destanlarda kadınlara yüksek ve değerli bir yer verilmektedir. (63)(64)

Destanlarda kardeş sevgisi ve kardeşe sahip olmanın önemi, türlü vesileler ile belirtiliyor.

Destanlarda, saygı davranışları arasında selam vermek ve el öpmeden söz ediliyor. (65)

Eski atlı göçebelerin aileleri, Romalılarda olduğu gibi efendi sınıfını oluşturmakta ve kan kardeşliği ile bağlı zümrenin emri altında, esirler, sığıntılar ve metbular bulunmaktadır. Aile reisi bütün malın sahibidir. (66)

Aile efradına yapılacak işleri o gösterir. Çocukları üzerinde nüfuzu torunlarından herhangi birini kendisine evlat edinerek yetiştirecek derecede sınırsızdır.

Ailevi ata hakkına dayanan (patriyarkal) ve dışardan evlenme (exogomi) toplumsal biçimlerine uygun (patrilocal nizam) temeldi. Yeni kurulan aileler, koca tarafını tutardı. Yeni gelen kadın kocasının ailesine hizmet eder ve onun malı sayılırdı. Onun için kadını pederinden, eski ailesinden satın almak gerekirdi. Bedeli kalın çeşitli ehli hayvanlardan; at, deve, koyun vb. terekküp ederdi. Ibn Fadlan 10. yy.da Oğuzlarda aynı geleneğin cari olduğunu söylüyor. Kalın ödendikten sonra, nişanlısına damat yalancıktan bir kız kaçırmayla kavuşuyor. Bu, eskiden cari, gerçek kız kaçırma âdetinin kalıntısıdır.

Kaçırma yoluyla ya da ganimet olarak alınan kadınlar, beraberlerinde çeyiz getirme şansına sahip olamamaktadırlar.

Ailede ananın da bir nüfuzu var. Türk aile yaşamında çocukların babalarına karşı saygı göstermeleri geleneği, efsanevi Türk hükümdarı Alp Ertunga'ya dayanmaktadır.

Evlenme işinde çok defa "Arkuçı" ya da "Savcı" adı verilen aracılar gerekliydi. Bugün "Elbir" denen bu aracılar dünürler arasında gidip geliyorlardı. Akrabalık kurmak isteyen iki taraf, bu aracı eliyle birbirinden karşılıklı kız istiyordu. (67)

Alınacak kızın bakire olması şart değildi. Fakat, bakire kız almak bir idealdi. Ancak bunun gerçekleştirilmesi, büyük başlık verilmesine bağlıydı. Dünür, daha doğrusu damad adayının ailesi (babası ve annesi), kız tarafına bir at verir. Buna "başlık" denir. Yetiştirme hakkı, yani kızını yetiştiren babanın hakkı demektir. Sonra, yine dünür, bir elbise verir, buna da "südlük" yani süt hakkı adı verilir. Bu, gelinlik kızı emziren anneye aittir. Bundan sonra, gelin adayının kardeşine bir şey verilir. Buna da "Ağırlık" denirdi. Oğlan tarafı, gelin adayına ve kız kardeşine elbiseler verirdi ki, buna "Yandış" adı verilirdi.

Düğün sırasında "Saçı" adı verilen para saçılıyordu.

Evlenecek kızın çeyizini hazırlamak, yalnız anababaya değil, bütün akrabasına düşen bir görevdi. Akrabalar, gelini donatmak için elbise ve mal yardımı yapıyorlardı. (68)

Sağdıç, o zaman da aynı adla vardı. (69)

Selçuklu devrinde birden fazla kadınla evlenmenin bulunduğu Kaşgarlı Mahmut'un eserinde, Kuma anlamına gelen "Küni" kelimesinin geçmesinden anlaşılıyor. Bugün, "Günü" biçimini alan bu kelime, kıskançlık demektir. Bundan, günülemek mastarı yapılır.

Ana ve babayı da içine alan kadının akrabalarına dünür deniyordu.


SONUÇ


En eski Türk topluluklarından günümüzdeki göçebe Türk topluluklarına değin bütün Türk toplumlarında bazı istisnalar dışında evlilik, tek kadın almak biçiminde olmuştur. Kadın oldukça serbest, buna karşılık iffet ve namusuna düşkün. Kadınla erkek, devlet işlerini birlikte yürütüyor.

Âbidelerden anlaşıldığına göre Türkler tek kadınla evleniyordu. Uygurların çoğu tek kadın alıyordu. Rasonyi, bunu Maniheizm Budizm'e bağlar. Doğu Hunlarda ve Göktürklerde bu etkilerin hiçbiri olmadığı halde, tek karılılık vardı. Rasonyi, ileri sürdüğü tezi, ikinci eş zevce için eski Türkçede Türk kökünden kelimeye rastlanmadığına bağlıyor.

Kız kaçırma, dıştan evlenme, kalin vererek kız alma, babaerkillik, genellikle birkaç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aile kayın alma (Levirat) gibi ortak özellikler gösteren Türk ailesi bu özelliklerin çoğunu sürdürmektedir. Bu özellikler İslam öncesi ve sonrası dönemlerle birleşmiş olarak bugüne kadar gelmiştir.

Bunların yanında üyeler arasında saygı, sevgi, dayanışma, yardımlaşma usulüne uygun evlilik (söz kesme, nişan, nikâh, düğün, akrabalık gibi) ve sapmalardan uzak bir aile yapısı da ailede bulunması gereken uygulama ve değerlerdir.

Bu kadar uzun dönem aileye ilişkin olarak belirttiğimiz bu özelliklerin bugün de sürüp gitmesi, Türklerin aile kurumuna verdiği önemi göstermektedir. Kuşkusuz her dönemde bazı yozlaşmalar ve sapmalar belli oranda görülebilir. Bugün de bu yozlaşmalar var. Ama aileye ilişkin temel öğelerin şimdiye değin değişmemesi, Türklerin aileyi toplumun temeli olarak görmeleriyle açıklanabilir.






1) Önal Sayın, Aile Sosyolojisi, s. 2.
2) Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, ss. 237-238.
3) Orhan Tûrkdoğan, Türk Ailesinin Genel Yapısı, s. 35.
4) Orhan Tûrkdoğan, agy, s. 35.
5) B. Ögel, age, s. 245.
6) B. Ögel, age, s. 250.
7) O. Tûrkdoğan, agy, s. 34.
8) O. Tûrkdoğan, agy, s. 34.
9) B. Ögel, age, s. 241.
10) B. Ögel, age, s. 256.
11) O. Tûrkdogan, agy, s. 39.
12) O. Tûrkdogan, agy, s. 45.
13) B. Ögel, age, s. 256.
14) B. Ögel, age, s. 263.
15) B. Ögel, age, s. 261.
16) B. Ögel, age, s. 262.
17) B. Ögel, age, s. 268.
18) B. Ögel, age, ss. 268-269.
19) B. Ögel, age, s. 269.
20) B. Ögel, age, s. 269.
21) B. Ögel, age, s. 272.
22) B. Ögel, age, s. 273.
23) O. Tûrkdoğan, agy, s. 48.
24) S. Divitçioğlu, Kok Türkler, s. 151.
25) S. Divitçioğlu, Age, s. 154.
26) S. Divitçioğlu, age, s. 157.
27) S. Divitçioğlu, age, s. 158.
28) S. Divitçioğlu, age, s. 159.
29) S. Divitçioglu, age, s. 159.
30) A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, s. 344.
31) O. Ş. Gökyay, Dedem Korkut'un Kitabı.
32) A. İnan, age, s. 347.
33) M. Türköne, Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, s. 174.
34) Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 142.
35) M. Tûrköne, age, s. 175.
36) M. Tûrköne, age, s. 179.
36a) A. İnan, age, s. 314.
37) A. İnan, age, s. 314.
38) A. İnan, age, s. 315.
39) M. Tûrköne, age, s. 179.
40) Ibn Fadlan, Ibn Fadlan Seyahatnamesi, s. 116.
41) M. Tûrköne, age, s. 180.
42) Ibn Fadlan, age, s. 57.
43) Z. Gökalp, age, s. 111.
44) Ibn. Fadlan, age, s. 84.
45) Ibn Fadlan, age, s. 90.
46) B. Ögel, age, s. 180.
47) M. Türköne, age, s. 184.
48) O. Türkdoğan, agy, s. 51.
49) İ. Doğan, "Manas Destanı'na...", AÛ EBF Dergisi, c. 28, S. 2.
50) R. Genç, "Evlilik...", Manas 1000, s. 100.
51) R. Genç, agy, s. 100.
52) R. Genç, age, s. 101.
53) R. Genç, agy, s. 105.
54) F. Türkmen, "Manas Destanı ve...", Manas Destanı ve Etkileri, s. 263.
55) N. Yıldız, Manas Destanı, s. 367.
56) M. Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, s. 88.
57) S. Tural, "Dede Korkut Destanlarında Aile", Türk Dili, Sayı 553
58) Û. Oğuz, "Manas Destanı ve...", Manas 1000, ss. 140-141.
59) F. Sümer, Oğuzlar, s. 47.
60) F. Sümer, age, s. 403.
61) F. Sümer, age, s. 403.
62) F. Sümer, age, s. 404.
63) F. Sümer, age, s. 404.
64) F. Sümer, age, s. 405.
65) F. Sümer, age, 405.
66) L,. Rasonyi, Tarihte Türklük, ss. 56-57.
67) A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 310.
68) A. Köymen, age, s. 312.
69) A. Kaymen, age, s. 313.

virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
II. BÖLÜMGELENEKSEL TÜRK AİLESİ

Sponsorlu Bağlantılar




Türk Evlenme ve
Düğün Gelenekleri Modeli





GİRİŞ



Düğünler, tüm dünya kültürlerinde olduğu gibi Türk kültüründe de insanlann mutluluklarını ifade eden törenler arasındadır. Hangi tür yerleşim biriminde olursa olsun, hepsinde de standart kalıplar içinde gerçekleşir. Düğünün amacı kuşkusuz, evlenen çiftleri çevreye ilan etmek, duyurmaktır. Demek ki çevre, evlilik olayında önemli bir etmendir. Yani evlilik, sadece bireysel bir olay olmayıp, çevreyi ilgilendiren ve çevrenin de devreye girdiği bir olgudur. Evlenme nedeniyle çiftlerin çevrelerini genişlettikleri de bir gerçektir. Özellikle her iki tarafta akrabalıkların oluşması, bunun başlıca kanıtıdır. Düğünlerin pek çok işlevleri vardır. Bunları aşağıdaki noktalarda özetleyebiliriz:


1. Düğünlerin İşlevleri


a) Düğünlerin önemli bir işlevi, müzik, oyun, eğlence, sohbet, seyretme, yeme içme gibi birçok serbest zaman etkinliklerine yer vermesiyle de insanlann hoşça vakit geçirmesine yardımcı olmasıdır.

b) Düğünler toplumda dayanışmayı pekiştirir.

c) Bazı insanların yeteneklerini sergilemelerine yol açarak onların psikolojik yönden doyum sağlamalarına yol açar.

ç) Yaşamı zenginleştirir. Tek düze yaşamdan bir ölçüde kurtulmayı sağlar.

d) Kazancın yeniden dağılımını gerçekleştirir. Gelir el değiştirir. Armağanlar vs. gibi harcamalar yoluyla servet dağılmış olur.

e) Belli mesleklerin ortaya çıkmasına yol açar. Böylece bazı kişiler profesyonel olarak meslek sahibi olurlar. Örneğin, müzisyenlik gibi.

Düğün, evlenme olayının sadece bir kesitidir. Fakat evlenme olgusu evrensel olduğu gibi, onun bir kesiti olan düğün de evrensel bir olgu olarak tüm kültürlerde görülür. Fakat her kültür, evlenme olgusunu ve düğünü kendi kural ve kalıplarına uydurarak gerçekleştirir. Bu biçimlendirmede toplumun tarihsel gelişimi, yerleşim düzeni, ekonomik yapı ve gelenekler rol oynar.

Düğün aşamasına gelmeden önce, evliliğin daha önceki aşamalarına bir göz atmada yarar görüyoruz. Bu aşamalar, geleneksel kesim ve kentsel kesimde ortak özellikler göstermektedir. Yörelere göre pek çok ayrıntılı uygulamalar vardır. Biz burada bu ayrıntıları bir tarafa bırakarak, ortak olan yönlerine değineceğiz.


2. Evlenme Aşamaları


Düğünden önceki aşamalar, bilindiği gibi, görücülük-dünürcülük, söz kesimi, nişan ve düğündür. Bu aşamalar hiçbir yörede öz olarak değişmez.

a) Görücülük ve Dünürcülük


İlk aşama olan görücülük, kız bakma, kız arama, kız beğenmeyi ifade eder. Kentlerde daha çok tanışıp anlaşarak evlenme yaygınken, geleneksel kesimde görücülük daha egemendir.

Erkeğin aile üyeleri akraba ve komşularından seçilen birkaç kadının, beğenilen kızın evine ziyarete gitmeleri, kızı görmeleri, onu incelemeleri ve niyetlerini açığa vurmaları, görücülüğün kız bakma aşamasını oluşturur. Bu tür evlenmede eşlerden çok, onların yakınlarının beğenisi, isteği ve girişimi söz konusudur. Kuşkusuz erkek de bu tercihi genellikle onaylar.

Dünürcülük ise, beğenilen kızın istenilmeye gidilmesidir. Afyon gibi bazı yörelerde önce kadınlar, daha sonra erkek dünürcüler ayrı ayrı kız istemeye giderler. Aralarında evlenecek erkek bulunmaz.

İkinci kez kız evine gidiş, evlenme öncesinin kabulü anlamına gelir. Bu sırada kız evinde erkek tarafının getirdiği şeker, lokum, çikolata gibi yiyecekler (şirinlik, ağız tadı vs.) yenilir. Bazı yörelerimizde Kuran da okunur.

Daha sonra kız tarafı, kızlarına alınacak ve yapılacak şeylerle ilgili isteklerini bildirir ve bir anlaşmaya varılır.

Düğün gününe yakın iki taraf, yakınlarıyla birlikte çarşıya çıkar, ziynet eşyaları, ev takımları, elbiseler, kumaşlar ve çeşitli hediyelikler alınır. Her iki taraf da birbirine armağanlar alır. Armağanlaşma, evlenme ve düğün geleneklerinin temel yönlerinden birisidir.

b) Söz Kesimi


Dünürcülük yoluyla anlaşmaya varan taraflar, daha sonra söz keserler. Daha önce anlaşan aileler, bu kez, daha geniş bir çağrılı huzurunda sözle bu anlaşmalarını yeniden dile getirirler. Buna, "söz kesimi" denir.

c) Nişan


Söz kesiminden sonra nişan aşaması başlar. Daha çok kız tarafı nişanı yapar. Nişanda kıza "Takı" denilen ziynet eşyaları takılır. Önce, çağrılılar huzurunda herhangi bir büyük kimse, adaylann sağ ellerinin nişan parmaklarına yüzük takar. Sonra diğer takılar takılır, yenilir, içilir, eğlenilir. Takı takmak da evrensel ve temel bir evlenme geleneğidir.

Nişan süresi, tarafların anlaşmasına bağlıdır. Okul, askerlik, iş durumu, hastalık, ölüm gibi nedenlerle süre uzatılabilir ya da kısaltılabilir. Son yıllarda bu sürenin çok kısaltıldığı görülmektedir. Çünkü, nişan ne kadar uzarsa, taraflar arasında anlaşmazlıklar da o kadar artabilir kaygısıyla nişan en fazla altı ay ya da bir yıl olarak belirlenmektedir. Kent ortamında nişanı artık kız tarafı yapmaktadır.

ç) Nikâh


Genellikle düğünden önce yapılan nikâh da resmi ya da dinsel olarak iki türdedir. Geleneksel kesimlerde dinsel nikâh da resmi nikâh kadar önemlidir. Birçok vatandaşımız her ikisini de yerine getirmektedir. Böylece evlilik, gerek yasal, gerekse dinsel olarak çevre tarafından onaylanmış olur. Önce yasal, sonra dinsel nikâh yapılması yaygındır.


3. Düğün


Evlilik aşamaları içerisinde en canlı ve önem verilen kısım düğündür. Düğünü iki kısımda ele alabiliriz.

a) Kına gecesi
b) Esas düğün

a) Kına Gecesi


Esas düğünden bir gün önce kız evinde yapılan bir törendir. Kız evinde, kızın yakın arkadaşları, akrabaları ve komşu kadınlarla birlikte yapılan bir şenliktir. Köylerde kızın evli ya da bekâr arkadaşlarına "Kına yemeği" denen ve kız evince verilen bir yemek vardır. Daha sonra şenlik başlar. O geceye özgü eğlenceler yapılır, oyunlar oynanır, şarkılar türküler söylenir ve kızın ellerine kına yakılır. Bu arada gelin kız, acıklı türkülerle ağlatılır. Baba evinden ayrılmasının verdiği hüzünle kız ve annesi ağlarlar. Kızın ağlaması ve ağlatılması bir gelenektir. Kızın mutlaka ağlaması istenir.

Ayrıca bazı yörelerimizde güveyiye de kına yakılır. Kızın kına gecesi yapıldığı sırada, erkek evinde, erkeğin yakınları ve arkadaşları da bir gece düzenleyerek kız evinden gelen kınayı erkeğin sağdıcı, erkeğin eline yakar. Erkeğe "Sağdıç" ve geline de "Yenge" seçilmesi, ortak geleneklerimiz arasındadır.

Bunların işlevleri vardır. Kızın arkadaşları ve yakınları ile "Gelin Hamamı"na gitmesi, orada yenilip, içilip, eğlenilip yıkanılması da çok yaygın bir gelenektir.

b) Esas düğün


aa) Köy düğünleri: Düğün, tüm yakınların ve konu komşunun çağrıldığı daha kalabalık bir şenliktir. Mümkün olduğunca herkes çağrılmaya çalışılır. Çağrı işi, "Okuyucu"larla ya da basılı davetiyelerle yapılır. Okuyucuların armağan vermesi ve alması da geleneklerimiz arasındadır. Kırsal yörelerimizde kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde toplanarak eğlenirler.

Kırsal kesimde düğünlerimizin nasıl olacağı, eğlence türleri, geleneksel olarak belirlenmiştir. Bunlar yörelerimize göre bazı farklılıklar göstermektedir. Fakat her yöre kendine özgü geleneksel usullerle düğününü yapar.

Köy düğünlerinin en yaygın enstrümanı davul, zurnadır. Bunlar, yıllardan beri yurdumuzun her yöresinde sevilen, beğenilen ve düğün simgesi olmuş çalgılardır.

"Saz" ya da "Bağlama," "Cura" da yine çok yaygın geleneksel bir eğlence aracımızdır.

Bunların dışında yine yörelerimize göre değişen kemence, tulum, tar, klarnet, mey, def, darbuka, sipsi, ut, keman, cümbüş, kanun, kabak kemane gibi enstrümanlar da kullanılır.

Düğünlerdeki oyunlarımız da çok çeşitlidir. Bunlar her yöreye göre değişen halk danslarıdır. Halay, bunların her yörede ortak olan biçimidir. Halayın dışında erkek ve kadınlarımızın ayrı ayrı ya da birlikte oynadıkları karşılıklı oyunlar da her yöremizde görülen ortak bir oyundur.

Sinsin de geceleyin ateş etrafında birbirini kovalama ve ateşin üstünden atlanılarak oynanan geleneksel bir oyunumuzdur. Çeşitli yarışmalar (hayvan yarışmaları gibi); komiklikler de köy düğünlerimizin özelliğidir. Fakat bu gelenekler giderek azalmaktadır.

Güreşler, köy düğünlerimizin en sevilen şenliklerindendir. Yemekler, etler, pilavlar, dolmalar, mantılar, etli nohut, çeşitli sebzeler, börekler, tatlılar, meyveler gibi en sevilen yiyeceklerden oluşur, iyi yemek yapan aşçı kadınlar ve tarafların genç kız ve kadınları sürekli yemek yaparlar. Konuklar, akrabalar yer içer. Köy gençlerimiz ve erkekler yaşlılardan ayrı bir yerde veya odada içki içerler. Türküler söylenir.

Kadınlar kendi aralarında oynarken çerez, şeker dağıtılıp yenir.


Damadın hazırlanması: Güvey traşı da geleneksel bir uygulamadır. Sağdıçlarla birlikte güveyinin traş oluşu ve bu sırada köy gençlerinin halay çekmesi bir şenlik biçimindedir. Damadın özel giysisinin giydirilmesi, damat yemeği yenmesi, damatla birlikte topluca camiye namaz kılınmaya gidilmesi de geleneklerimizde mevcuttur.

Güvey hamamı da yine güveyin arkadaş ve yakınlarıyla eğlence biçiminde bir gelenektir.


Armağanların açıklanması: Kimi yörelerimizde kına gecesinde, kimi yörelerimizde düğün sırasında, tarafların ve yakınlarının kıza verdikleri ziynet eşyası ve para gibi armağanlar herkese ilan edilerek açıklanır. Bu uygulama da yardımlaşma biçimi olarak geleneklerimiz arasındadır.

Civar köylerden akraba ve dostlar davet edilir. Davetliler köy hanelerine yerleştirilerek yemek yemeleri, yatmaları, ağırlanmaları sağlanır. Köylerimizde damadın evinin görünen bir yerine düğün olduğunu belirtmek için bayrak çekilir.

Çankırı gibi bazı yörelerimizde geleneksel şenlikler düğünlerde aynen tekrarlanır (Yaren Sohbetleri gibi). Böylece düğünler daha şenlikli olur.

Düğünden önce "çeyiz asmak" geleneği de yaygındır. Kız evinden gelinin tüm çeyiz eşyası erkek evine taşınır ve sergilenir. Konu komşu (kadınlar, genç kızlar) çeyize bakmaya gelir. Genç kızlarımızın yaptıkları işler beğeniyle izlenir. Böylece, geleneksel el sanatlarımızın sürdürülmesi gerçekleşir.


bb) Kent düğünleri: Kentlerdeki evlenme geleneklerimiz, kırsal kesime oranla değişmiş olmakla birlikte, yine de birçok bakımlardan benzerlik göstermektedir. Örneğin, düğünden önceki aşamalar kentlerde de söz konusudur. Fakat düğünler oldukça değişmiştir.

Kentte düğünler ya evlerde ya da düğün salonlarında yapılmaktadır.


1. Evlerdeki Düğünler: Düğün salonu ücretini veremeyenler ya da evleri uygun olan kent ailelerimiz, düğünlerini kendi evlerinde yaparlar. Sınırlı sayıdaki konu komşu ve yakınlarla birlikte evlerde yapılan düğünler de oldukça canlı geçer ve kısmen de köy düğünlerine benzerler. Gecekondu ya da kentin apartmanlaşmamış yörelerinde yapılan bu düğünlere kentlerdeki düğün çalgıcıları gelir. Ut, keman, cümbüş, klarnet ve tef, darbukadan oluşan çalgı ekibi, üç dört saatliğine gelip oyun havaları çalar, şarkılar söylerler. Daha çok çifte telli biçimindeki oyunlar oynanır ve genellikle kadınlara yöneliktir. Bu düğünlerde yemek de verilir.

Gecekondu yörelerinde ise davul, zurna daha yaygındır. Fakat düğün çalgıcıları buralardaki düğünlere de gelirler. Gecekondu yörelerinde düğünler kısmen bahçede ve açık yörelerde de yapılır. Bu nedenle halay vs. gibi oyunlar buralarda daha yaygındır. Konuk ağırlama bahçe vs. gibi yerlerde olduğu için, kolaylaşır.

Evlerdeki düğünlerde çalgıcı gelmeden de müzik ihtiyacı, müzik setleriyle, kasetlerle de sağlanır.

Kasabalarda da düğünler, gerek evlerde, gerekse salonlarda ve gerekse kurumların salonlarında yapılır. Enstrüman olarak çalgıcılar ve orkestra yaygındır.

2. Salon düğünleri: Kentte düğünlerin en yaygın biçimde yapıldığı yerler, bu amaçla düzenlenmiş düğün salonlarıdır. Buralar, özel kişilerden kiralanır. Bir akşamlık ya da öğleden sonrası için kiralanırlar. Bu salonlarda düğün, belli bir düzen içinde yapılır, ikramlar, eğlence daha çok düğün salonu sahibi tarafından anlaşmaya bağlı olarak sağlanır. Genellikle orta tabakalara mensup ailelerin salon düğünlerinin yapılış düzeni şöylece sıralanabilir:

a) Gelinle damat ve yakınları düğünün başlama saatinden önce gelirler. Bir süre ayrı bir odada (gelin odası) bekleyip, sonra alkışlarla salona girer ve orkestra eşliğinde piste alınırlar ve bir süre dans ederler. Daha sonra herkesin görebileceği bir yere otururlar.

b) Orkestra, müzik yayınına geçer. Tango ya da slow denen ağır parçalardan başlanır, oyun havalarına geçilir. Sonra oryantal müzik ve daha sonra da disko ve rock müziğe geçilir. Bir ya da yarım saatte orkestranın görevi sona erer. Bu arada konuklar müzik türüne göre oynarlar.

c) Sıra halk müziği sanatçılarına gelir. Bunlar salonda sürekli çalışan düğün sanatçılarıdır. Aşağı yukarı üç sanatçı çıkar.

ç) Geline takılar takılır. Erkek ve kız tarafı takıları anons edilerek takılır.

d) İkramlar yapılır. Özellikle kuru pasta ve meşrubat sunulur. Kuruyemiş de yaygındır. Ayrıca karışık meyve de ikram edilir.

e) Daha sonra iki sanatçı daha çıkar. Sanatçılardan birisi şantözdür. Orkestra eşliğinde günün sevilen parçalarını söyler.

f) Daha sonra aile fotoğraflarının çekilmesine geçilir.

Bir süre sonra konuklar, sıraya girerek ev sahiplerine hayırlı olsun dilekleriyle salondan ayrılırlar.

Köy düğünleri de artık salonlarda yapılmaya başlanmıştır.

Salonların ses düzenleri genellikle iyi değildir. Üstelik ses, sonuna kadar açılmakta ve insanlar birbirlerini işitememektedir. Gençler ve yaşlılar hep bir arada aynı masada oldukları için gençler rahat eğlenememekte ve rahat hareket edememektedirler. Böylece gençler, düğün sırasında ya dışarı çıkıp ya da ufak bir odada, yaşlılardan ayrı olarak kaçamak yollardan içki vs. içerek neşelenmeye çalışırlar.

Resmi ve özel Kurumların Tesisleri


Kentlerdeki ailelerin bir kısmı ise, çalıştıkları kurumların düğün, toplantı vs. için inşa ettirdikleri salonlardan ve tesislerden yararlanırlar. Ordu mensuplarının, çeşitli fabrika ve kamu kuruluşlannın bu amaçlarla kullanılan salonları bu niteliktedir.


3. Kentin Üst Tabakalarındaki Düğünler


Üst tabakalara mensup aileler ise, daha çok, büyük otellerin salonlarını kiralayıp düğünlerini yaparlar. Banknot paraların bol bol saçıldığı, bahşişlerin bol bol verildiği, ikramların zengin olduğu, çiçeklerin dökülüp saçıldığı, viskilerin su gibi içildiği, hanımların giysileri ve mücevherleriyle şıklık gösterilerinde bulunduğu bu düğünler, daha çok, gösteriş tüketimine yönelmiş, israfın en yaygın örneklerinin görüldüğü düğünlerdir. Bu düğün eğlencelerinde de her tür müzik yer almaktadır. Sevilen konuk sanatçılar bu düğünlerde daha çoktur. Dansözler de oynatılmaktadır.

Bu düğünlerin çoğu, videoya çekilmekte, hatıra olarak saklanmaktadır.

Dans, oyun havaları ve halay, bu düğünlerde de yaygındır.

Salon düğünlerinde resmi nikâh da kıyılmaktadır. Ekonomik nedenlerle nikâh için ayrı masraf yapılmaması ve ayrı bir telaşenin olmaması için bu yola gidilmektedir.

Sonuç olarak, köy düğünlerindeki halk, kendisi eğlenir, daha etkendir. Oysaki kent düğününde konukların katılımı daha sınırlıdır, sanatçı kadrosu eğlendirir.


4. Düğün ve Evlenme Geleneklerimizdeki
Bazı Değişmeler ve Sorunlar



Aşağıda belirteceğimiz bazı değişmeler, evlenme ve düğün geleneklerinde sorunlara yol açmaktadır.

a) Düğün salonlarında yapılan kent düğünleri, müzik türleri açısından büyük bir çeşitlilik ve karmaşa içindedir. Bir yanda ortestra ile pop müzik, daha sonra halk müziği, arabesk, sanat müziği gibi türlerin hepsi de çalınıp söylenmektedir. Bu müzik türlerinde kullanılan enstrümanlar da oldukça çeşitlenmiş ve karışık olarak kullanılmaktadır. Böylece otantik olan, özgün olan müzik, karma karışık bir hal almaktadır ki, müzik mi, gürültü mü belli olmamaktadır.

b) Özellikle köy düğünlerinde silah atma geleneği de tehlikeli olmaktadır. Pek çok yaralanma ve ölüm olaylarına yol açan bu tür geleneğin sürdürülmesinde bir yarar var mıdır?

c) Düğünlerde aşırı derecede denilebilecek israflara gidilmektedir. Kültürümüzde var olan tasarruf anlayışını düğünlerimizde sürdüremiyoruz. Özellikle köy düğünlerinde armağanlaşma geleneği, taraflar için yıkım olabilmektedir. Armağan verilecek kişilerin ve yakınların sayısının geniş kapsamlı tutulması, bu konuda tarafları israfa sürüklemektedir. Fazla sayıda mücevher istenmesi, mutlaka belirli armağanların alınmasının zorunlu tutulması kız tarafına ağır yük olmaktadır. Armağan konusunda makul, ölçülü ve dengeli bir tutumun geliştirilmesine özen gösterilebilir.

Bol miktarda ve herkese bahşiş verme geleneğimiz de yozlaştırılmaktadır. Özellikle kentlerden salon düğünlerinde garsona, kutlama telgrafları getiren postacıya, çiçekçiye, fotoğrafçıya, video çekimcisine, sanatçılara boyuna bahşiş vermek de bahşişin anlamını yitirmesine yol açmaktadır.

Düğün ikramları da makul düzeyde tutulmalıdır. Bu konuda da her iki taraf aşırı giderlere başvurmaktadır. Ailelerin bütçelerini sarsacak içkili, bol yemekli düğünlere başvurulmaktadır. Gençlere, yakın akrabalara yapılan içki ve yemek ikramı sınırlı tutulup, çay, kahve, çeşitli meşrubatlar, şeker, pasta gibi ikramlar elbette geleneksel biçimde varlıklarını sürdürmelidir.

Kız tarafının çok yüklü miktarda mücevher eşya gibi şeyler talep etmesi de günümüz koşullarına uymamaktadır. Bir düğünün yapılması aile için yıkım olmamalıdır. Önemli olan, iki tarafın yeterli ve makul yardımlarıyla bir yuvanın kurulmasının sağlanmasıdır.

Günün geçim zorluğu koşullarında uzun süren düğünler artık yok. Bir zamanlar 40 gün, 40 gece imiş, sonraları 7 gün 7 geceye inmiş, daha sonra 3 gün 3 geceye... Bugün, daha da azaltılarak iki güne indirilmiş durumda. Kırsal kesimlerde bile böyle oldu. Kentte ise, salonlarda iki üç saate indirilmiş durumda.

Yurt dışında çalışan işçilerimiz, Türkiye'ye gelip evlendiklerinde, aşırı derecede masraf yapma eğiliminde olmaktadırlar. Her istenilen şeyi gereğinden çok fazlasıyla yaptıklarından, onlardan bol bol masraf yapmaları beklenmektedir. Aynı davranışları kent kesimindeki üst tabaka ailelerinde de görmekteyiz.

ç) Kent gençlerimizde görülen bir başka sorun da, onların evlenmelerine tamamen kendilerinin karar vermeleridir. Kuşkusuz amaç, tarafların birbirlerini görüp anlaşıp kendilerinin karar vermeleridir. Fakat kültürümüzde gençlerin karar vermesi ve büyüklerin de onayının alınması bir gelenektir. Köyde bile gençler çeşitli fırsatlarda birbirlerini görüp anlaşıp evlenmeye karar veriyorlar. Fakat gönül koyup birbirlerine yaşamlarını birleştirmek için söz veren gençler, işin kotarılmasını büyüklerine bırakırlar. Büyüğe saygı ve onların onayı, geleneksel kültürümüzün bu konudaki en belirgin özelliğidir. Telefonla ya da telgrafla, mektupla ailesine ben nişanlandım diye haber salmak ya da el ele tutuşup eve gelip ana babasına "biz nişanlandık" deyip görünmesi, kültürümüzde yadırganmaktadır.

d) Düğün yapmadan nikâhtan sonra balayına çıkmak da geleneksel düğün geleneklerimizin kaybolmasına yol açmaktadır. Herkese yiyip içirip eğlendireceğime, kendim gider eşimle para harcar, eğlenirim biçimindeki aşırı derecede bireyci bir zihniyet, kültürümüze uygun düşmemektedir. Düğünlerin sağladığı olumlu toplumsal işlevleri göz ardı etmek, değerler sistemimizle pek bağdaşmamaktadır.

Bu eksikliği hisseden aileler, hiç olmazsa bir kokteyl yapıp eş dostun, akrabanın bir araya gelmesine fırsat sağlamış olmaktadılar.


SONUÇ


Düğünlerimiz, Türk milli kültürünü yansıtan en güzel örneklerdir. Kuşkusuz milli kültürümüzde değişmeler olmaktadır. Bu değişmeler, düğünlerimize de yansımaktadır. Sanayileşme ve kentleşme sürecinde bu değişmeler düğünlerimizi de etkilemektedir. Bu konudaki en belirgin değişine, salon düğünlerinin yaygınlaşmasıdır. Salon düğünleri artık köylerimize kadar girmektedir. Kaçınılmaz olan bu değişmeler içerisinde vatandaşlarımız, düğün geleneklerinin özünün kaybolmamasına dikkat etmelidirler. Bu öz de, geleneksel milli eğlence türlerinin korunması olmalıdır. Bu arada konukseverlik, yardımlaşma, komşuluk, dayanışma, akrabalık, davranışlarda ölçülülük gibi değerlerin sürdürülmesi de bu çerçevede göz önünde bulundurulmalıdır. Kültürümüzde evlilik, baş tarafta da belirttiğimiz gibi, sadece iki kişinin yaşamlarını birleştirmeleri olarak değil, fakat daha geniş çerçevede iki ailenin arasında olmaktadır. Akrabaların oluşması ve komşuluk ilişkileriyle bütünleşmiş bir toplumsallık, düğün ve evlenme kültürümüzün özüdür, işte dayanışmanın sağlandığı bu tür bir toplumsallık anlayışının, bireyselliğin önünde gitmesine özen gösterilmelidir. Bu temennimiz, doğal değişmelere müdahale biçiminde değerlendirilmemelidir. Yani bu doğal değişim, bireyciliğin egemen olması biçiminde ise, -ki şu anda öyle olduğu anlaşılıyor- bu durum toplumları yabancılaşmaya götürmektedir. Yabancılaşma sürecine girmiş toplumlar ise, bunu önlemeye çalışmaktadırlar.

virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #3
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Sosyokültürel işlevleri Açısından
Ülkemizde Akraba Evlilikleri





GİRİŞ



Ülkemizde akraba evlilikleri yaygın bir evlenme geleneğidir. Oran oldukça yüksektir. Eskiden özellikle kırsal kesimde yaygındı. Fakat kent kesimlerinde de belli ölçüde görülmekteydi. Oysa bugün kent yörelerimizde de oldukça yaygınlaşmaktadır. Çünkü köyden kente yoğun göçler, kırsal kesim geleneklerini de taşımaktadır. Bugün çok çeşitli nedenlerle bu gelenek sürmektedir.

Bu bölümde konunun daha çok sosyokültürel nedenleri ve işlevleri üzerinde durulacaktır.

Geleneğin Türk kültüründeki uygulamasına baktığımız zaman, "Aşiret" biçimi bir toplumsal örgütlenme ile bağlantı kurulabilir. Özellikle aşiret ya da kabile toplumsal kimliğinin sürdürülmesi, soy içi evliliği gerekli kılmaktadır. Aile içi evlilik ya da soy içi evlilik, bu nedenle tercih edilmektedir. Kuşkusuz böyle bir evlilik, bazı işlevleri yerine getirmektedir. O da, soy birliğinin dayanışmayı ve siyasal bağı güçlendirme işlevleridir. Aşiret biçimi parçalandıktan sonra, aynı gelenek etkinliğini sürdürmüştür.

Sadece Türk kültüründe değil, Kuzey Afrika, Yakın Doğu (bazı Asya ülkeleri) ve Ortadoğu ülkelerinde de görülen bir tercihli evliliktir. Yani daha çok Arap toplumlarında görülmektedir. Bu nedenle İslam gelenekleri arasında yer almaktadır. Çünkü İslamlıktan önce Oğuz Türklerinde dayı kızı ile çapraz kuzen evliliğinin tercih edildiği, İslamiyetle birlikte Arap evlenme geleneği olan amca kızıyla evlenmenin tercih edildiği bilinmektedir. Ülkemizde akraba evlilikleri içinde en yüksek oran (% 24) amca kızı evliliğidir. Bunu hala ve teyze oğlu ile yapılan evlilikler izlemektedir.

1988 yılı verilerine göre Türkiye'de akraba evliliklerinin oranı % 21'dir. (1)

Karadeniz yöresinde % 23.3 oranındadır. (2) Türkiye'deki akraba evliliklerinin % 83'ü 1. ve 2. derecedeki akraba evlilikleridir. (3)

Gelişmiş ülkelerde görülmemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise bir sağlık sorunu olarak sürmektedir. Ülkemizin durumu da böyledir. Kuveyt'te yapılan bir çalışmada akraba evliliklerinin oranı % 54.3'tür. Beyrut'ta % 25, oysa Japonya'da % 3.88'dir. (4)

İstanbul gecekondularında yapılan bir çalışmada oran % 15.5 olarak belirlenmiştir. Antalya'da % 35.2, Ankara Çubuk'ta % 30. (5)

Günümüz toplumlarında akrabalığın önemi nedir? Bu sorunun yanıtı, toplumlar sanayileştikçe akrabalığın da öneminin giderek azaldığı biçimindedir. Ülkemiz kırsal topluluklarında akrabalık iişkileri çok yoğun bir biçimde süregelmektedir. Bu ilişkiler olumlu ya da olumsuz olabilmektedir.

Yakın akrabalarla evlilik, akrabalık ilişkileri içerisinde en çok görülenler arasındadır. Esasen birçok köylerde köy halkı çoğunlukla birbirleriyle akraba olduğu için evlenmeler de zorunlu olarak kendi aralarında olmaktadır. (6) Ülkemiz kırsal topluluklarında oldukça yaygın olan bu ilişki biçimi, köy sosyolojisi ve kültürel antropoloji literatüründe işlevsel açıdan yeterli araştırmalara konu olmamıştır. Biz burada Elazığ'ın Maden kazası civarındaki Bermaz köylerinden birkaçında yaptığımız gözlemleri ve kısmen de literatürden yararlandığımız bulguları belirtmeye çalışacağız.

Gözlemde bulunduğumuz köy, Elazığ'ın Maden ilçesinin Hazar bucağına bağlı Işıktepe (eski adı Kıçan) köyüdür. Araştırma, 1978 yılının Temmuz ayında yapılmıştır.


1. Kimler Yakın Akraba Sayılıyor?


Köylüler yakın akraba olarak amca, dayı, hala ve teyze çocuklarının yakın akraba sayıldıklarını ve bunların birbirleriyle evlendirildiklerini belirttiler. Ayrıca bunların dışında daha uzak akrabalarla da evlilikler olmuştur. Literatürde de akraba evlilikleri, "çeşitli evlilik bağlarıyla akraba olan kimselerin, özellikle yeğenlerin birbirleri arasındaki evlilik" olarak tanımlanmaktadır. (7) Bu tür evlilikler fücur yasağına girmemektedir, işte bazı akrabaların eş olarak tercih edilme kuralına antropolojide "Tercihli Evlilik Geleneği" diyoruz.

Akraba evlilikleri Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu yörelerinde diğer yörelerimizden daha yaygındır. Maraş, Urfa, Sivas gibi illerimizde eğer birisi bir kızı istemeye giderse, önceden o kızın yakın akrabaları varsa onlardan müsaade istemesi gerekir. Çünkü bu yörelerde yakın arabalara evlenme açısından öncelik verilir. Bu yörelerde "Amca Oğlu Hakkı" vardır. Kabilevi sistem gereği, bir kız evlenememiş olsa, evde kalan kızın günahı amcasının oğlunun boynunadır" denir. Amca çocuğu yeğenini almıyorsa, kızın bir eksikliği söz konusudur. Kızın başka bir şansı yoktur. Evlenecek olan kişiye "elden aramaması" söylenerek yakın akraba kızları, özellikle yeğenler anımsatılır. "Kendi kötün elin iyisinden yeğdir" deyimi birçok yörelerde çok yaygındır. Aşağıda belirttiğimiz bir Doğu Anadolu türküsü, amca kızını övüyor:


Aşşahtan gelirem yüküm eriktir
Eriğin dalları delik deliktir.
Bir emmim kızı var
Taze feriktir.

Aşşahtan gelirem yüküm üzümdür
Üzümün dalları büküm bükümdür.
Bir emmim kızı var
İki gözümdür.


İki tür akraba evliliğinden söz edilebilir:

a) Paralel Kuzen Evliliği: Aynı cinsten kardeşlerin çocuklarının evliliğidir. Yani amca oğlu ile amca kızı ya da teyze oğlu ile teyze kızı arasındaki evlilik.

b) Çapraz Kuzen Evliliği: Ayrı cinsten kardeşlerin çocuklarının evliliğidir. Yani dayı oğlu ile hala kızı ya da hala oğlu ile dayı kızı arasındaki evliliktir.

Bu tür evlilikler Afrika, Avustralya ve Melanezya'da da görülebilir. (8)

Ülkemizde akraba evliliklerinin çok yaygın olduğu, bir araştırmada da saptanmıştır. Bu araştırmaya göre Türkiye'de evli çiftlerin üçte birinin birbirleriyle akraba oldukları görülmüştür. (9) Akraba olan eşlerin % 80'inin kardeş çocukları oldukları belirtilmektedir. Bu duruma göre özellikle erkek kardeşlerin çocuklarının birbirleriyle evlendikleri adı geçen araştırmada belirtilmektedir.

Esasen kırsal topluluklarımızda gelin seçerken sırasıyla, önce akrabalar arasından, sonra komşulardan, köyden ve komşu köylerden evlenecek çağdaki kızlar gözden geçirilir. Nitekim tüm ülkede evliliklerin üçte birinin akraba oldukları konusundaki araştırma bulgusu bu hususu doğrulamaktadır.

Akrabalar arası evlilik, bölgeler bakımından da farklılık göstermektedir. En düşük oran (% 20) Batı Anadolu'da, en yüksek oran (% 37) ise Doğu Anadolu'dadır. (10)


2. Diğer Akraba Evlilikleri


Bunlar da çeşitli türlerde görülmektedir. Örneğin Baldız alma (Sororat) ve Kayın alma (Levirat) gibi biçimlerde görülmektedir.

a) Baldızla Evlenme: (Sororat) Erkeğin karısı öldüğü zaman, karısının bekâr olan kız kardeşi ile evlenebilmesidir.

Işıktepe köyünde bu konuda iki örnek saptadık.

Vasfi'nin karısı ölünce, onun bekâr kız kardeşini almıştı. Ölen karısından çocukları vardı. Kızın ailesi Işıktepe köyünde değildir. Vasfi ikinci evliliğinde yine bir miktar başlık vermiştir.

İkinci örneğimiz ise şudur: Işıktepe köyünde Ali'nin ilk karısı ölmüş. Ondan bir kız çocuğu olmuştu, ikinci evliliğinde baldızını almıştır. Bundan da bir kız ve üç oğlan çocuğu olmuştur. Fakat bu karısı da yıldırım çarpmasından ölüyor. Bu sırada Ali, bekâr biraderini evlendiriyor. Bu kez de biraderinin karısının kız kardeşini alarak üçüncü evliliğini yapıyor. Bundan da bir kızı var. Böylece aynı evde iki kızkardeş gelin oluyor. Kardeşler birlikte oturuyorlar.

Bermaz köylerinde baldızla evlenirken de başlık parası veriliyor. Fakat miktarı birinci evliliğe oranla çok azalıyor. Bununla birlikte, Bermaz köylerinde başlık parası bir sorun değildir. Esasen miktar çok değildir. Ayrıca verilenden daha fazlası çeyiz olarak yine oğlan evine gelmektedir.

b) Kayınbiraderle Evlenme: (Levirat) Dul kadının, ölen kocasının kardeşiyle evlenmesi geleneğidir. Bu da iki durumda görülmektedir. Birincisi, kayın biraderin bekâr oluşu (Junior levirate), diğeri ise kayınbiraderin evli oluşudur. Çocuklar açısından en iyi biçimde meşru babalık amca tarafından yapılabilir ve çocuğun ortak mal üzerindeki haklarının bir yabancıya geçmeyip aile içinde korunabileceği ile ilgili inanç ve tutumlar bu geleneğin uygulandığı yörelerde yaygındır.

Işıktepe köyünde birinci durumla ilgili olarak iki örneğe rastladık.

Kadri, alkolik bir kişidir ve bu yüzden ölür. Kadının bekâr kayınbiraderi İlhami'yi, babası, yengesi ile evlendirir. Kadının ilk kocasından bir oğlu var. Şimdikinden de bir çocuğu olmuştur, llhami, önceleri yengesiyle evlenmemek için direndi, fakat babasının direnmesi ile evlenmek zorunda kaldı. Karısı llhami ile aynı yaştadır. Resmi nikâhla evlenmişlerdir. Bunun üzerine llhami İstanbul'a kaçmış, iki yıl orada kaldıktan sonra askere gitmiş. Kadın şimdi köyde kayınbabasının yanındadır. Köylüler bu evliliğin uzun sürmeyeceğini söylüyorlar.

İkinci örnek, düşmanları tarafından öldürülen Abdullah Burhan'ın karısını bekâr kardeşi Mustafa Burhan almıştır. Burada gelinlerinden çok memnun olan büyükler, onun artık yabancıya gitmesini istemedikleri için diğer oğullarıyla evlendirmektedirler. Gelin çok becerikli, sevilen, itaatli bir kimse ise onun yabancıya gitmesi istenmez. Aynca ev sırlarının dışarıya çıkmaması amacı da güdülmektedir. Nasılsa içimize girmiş artık, dışarıya gitmesin denir.

İkinci duruma, yani kayınbiraderin evli olduğunu Işıktepe'de bir örneğe rastlayamadık. Fakat köylüler Bermaz ve Diyarbakır köylerinde kardeşi ölen evli kayınbiraderin yengesini almasıyla ilgili pek çok olay olduğunu söylediler. Kayınbirader kendisi evli ve çoluk çocuk sahibi olduğu halde ölen kardeşinin de birçok çocuğu varken bile yine de yengesiyle evlenebiliyor. Bu durumda yenge eve kuma olarak geliyor. Böylece kayınbirader, ölen kardeş adına çocuk sahibi olmakta ve yengenin bakımı güven altına alınmaktadır. Bu gelenek Yahudilerde de vardır. (11)

Kayınbirader eğer küçük yaşta ise yine yengesi ile zorla evlendiriliyorlar. Kuşkusuz bu durumda çeşitli sorunlar ortaya çıkıyor. Örneğin 8-9 yaşlarındaki erkek çocuğu dul gelin beklemez çok kez. Bekleyenler için de çeşitli dedikodular çıkarılır: "Ad çocuğun, tat başkasının" derler... O sıra gelini kovarlar. (12)

Ayrıca çocuk büyüyünceye dek yenge çok yaşlanır. O zaman çocuk büyüyünce yaşlı kadını almak istemez ve direnir. Yeniden evlenmek ister. Aile ve etraftan engellenince evden kaçıp gider, bir daha da dönmez. (13)

Aynı gelenek, Erzurum köylerinde de vardır. Özellikle savaş yıllarında büyük erkek kardeşleri savaşta ölen gençler, ağabeylerinin karısı kendilerinden yaşlı bile olsa onlarla evlenmişler ve onların küçük yaştaki çocuklarına babalık etmişlerdir. (14)

Kayın alma, edebiyatımıza da konu olmuştur. Örnek olarak Cahit Atay'ın "Sultan Gelin" oyunu verilebilir. (15) Hayal ve umutlarla dolu canlı, güçlü bir köy kızı, hastalıklı, cılız bir erkekle evlendiriliyor. Önemli olan kızın mutluluğu değil, başlık parasıdır. Delikanlı, gerdeğe girmeden önce heyecanından ölüverir. Kocanın ailesi, tarlada işe koşulacak, ekinleri kaldıracak bir işgücü olarak kabul ettiği ve yüklüce bir başlık parası karşılığı satın aldığı genç kızı elden kaçırmak istemez. Sultan, ölen adamın çocuk yaştaki kardeşine nikâh edilir. Bundan böyle Sultan Gelin'in ömrü çocuk kocasına bakmak ve onun büyümesini beklemekle geçecektir. Çocuk büyüdüğü zaman, Sultan yaşlanmıştır.

Delikanlı, kendi dengi olan bir genç kızla kaçar, Sultan'a da boşa geçen yılları için yas tutmak düşer.


3. Dinsel Yön


Konu Kuran'da da yer aldığı için dinsel yönü vardır. Kuranıkerim'de şöyle deniyor.

"Sizlere, analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarızın yanınızda kalan üvey kızlarınız -ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur-, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek size haram kılındı." (Nisa Suresi, 23)

Görüldüğü gibi Kuran'ın hükmü açıktır. Usul ve füru arasında derecesi ne olursa olsun, evlenme engeli vardır. Ayrıca süt emmeden meydana gelen akrabalık da evlenme engeli oluşturur. Yine, iki kız kardeş aynı erkeğin nikâhı altında bulunamaz.

İşte Kuran'ın bu yasaklamaları dışındaki yakın akraba evliliklerine müsaade edilmiş olduğu inancı ile yukarıda belirttiğimiz yakın akrabalarla evlilik biçimleri doğmuştur.


4. Yakın Akrabalarla Evliliğin Toplumsal işlevleri


Bu tür evliliklerin araştırma bölgemizde genellikle olumlu karşılandığı saptanmıştır. Böylece bu gelenek, ekonomik, toplumsal ve ruhsal açılardan birçok olumlu işlevlere sahiptir. Bu işlevleri aşağıdaki biçimlerde sıralayabiliriz.

a. Malın bölünmemesi: Bu tür evliliklerde mevcut mal ve paranın akraba çevrelerinin dışına çıkmaması, yabancılara geçmemesi gibi ekonomik bir amaç güdülmektedir. Böylece arazi aynı soyun elinde kalmakta, ölenlerin varlıkları yine akrabaya düşmektedir. Bu yoldan özellikle varlıklı ailelerde aile mirası korunmuş olur. Toprağın parçalanmaması ve küçülmemesi düşüncesi egemendir. Örneğin Malatya köylerinde akraba evliliği, 171 dönümden fazla ve parça sayısı az olan hanelerde daha büyük bir oranda yapılmaktadır. (16)

b. Soyun devam ettirilmesi gibi toplumsal bir amaç göz önünde bulundurulur. Özellikle oğlan çocuklarının fazla istenmesinin bir nedeni de, köylerimizde geleneksel olarak çok önem verilen bu amacın gerçekleştirilmesidir.

c. Gelinin saygılı olduğu amacı: Işıktepe'de görüştüğümüz yaşlılar ve gençler bu amaç üzerinde ısrarla durmuşlardır. Özellikle yaşlılar yabancı gelinlerin kendilerine karşı pek itaatli, saygılı davranmadıklarını fakat akraba kızlarının daha itaatli, saygılı olduğunu belirttiler. Görüştüğümüz bir genç, şöyle dedi: "Kız, akraba olduğu için anama acır, babama acır, onlara iyi bakar."

ç. Başlık parası azalmaktadır: Akraba kızı alınırken çevredeki başlık miktarından daha az başlık istenmektedir. Bu durum Işıktepe'de böyle olduğu gibi, yine, Diyarbakır taraflarındaki Gözpınar'da da böyledir. Hatta bu köyde eskiden onaylanmamasına rağmen amca çocukları ile evlenme, sırf başlık parası sağlamak güçlüğü nedeniyle başlamıştır. (17)

d. Evlilikte istikrar: Bu husus da kızın huyunun suyunun iyi bilinmesinden doğmaktadır. Köylüler buna, geçim iyi olur diyorlar. Kız ve erkeğin birbirleriyle iyi anlaşmaları nedeniyle uzun ömürlü bir evlilik gerçekleşmektedir. Böylece bu evliliklerin çiftlere güvenlik sağlayıcı işlevi söz konusu olmaktadır.

e. Üvey çocukların bakımı: Akraba kızı üvey çocuklara yabancıdan daha iyi bakar. Çocuklara daha fazla şefkat gösterir, onlara kendi çocuğu gibi bakar. Burada ruhsal bir amaç güdülmektedir. Örneğin sororat durumunda baldız, ölen kız kardeşinden olan çocuklara üvey analık yapmaz. Tersine, onları daha fazla bağrına basar. Aynı biçimde kayınbiraderle evlilikte de kayınbirader kardeşinden kalan öksüz çocuklara bir yabancı erkekten daha iyi bakar. Aynı kanı taşıyan amcanın babalık yapması daha fazla tercih edilir.

f. Ekonomik yardımlaşma: Işıktepe Köyü'nün eski muhtarı da gelininin tarafının sayıca çok olduğunu ve kendisine tarlada yardımcı olduklarını, onlar sayesinde çok ektiğini belirtti.

Bununla ilgili olarak Ankara'nın Hasanoğlan Köyü'nde yapılan bir araştırmada da akrabalar arasında mevcut olan işbirliği ve yardımlaşma geleneğinin mümkün olduğu kadar daha fazla sürdürülmesi isteğinin rol oynadığı belirtiliyor. (18)

g. Gelinin namuslu, dürüst oluşu: Kız, akraba olduğu için onun soy sopu bellidir. Namuslu ve dürüst olduğu inancına varılır. Oysaki yabancı ile evlenirken kızın bu durumu ayrıca incelenir, uzun uzun araştırılır.

h. Bir arada aynı yerde büyüme: Evlenenlerin küçük yaşlardan beri uzun yıllar birlikte büyümeleri, birbirlerini yakından iyice tanımaları ve böylece duygusal bağlarla bağlanmaları ve aynı yere bağlılığın (sıla özlemi) yarattığı psikolojik etki de akraba evliliklerinin bir başka nedenidir. (19)

Bütün bu olumlu işlevleri nedeniyle ülkemiz kırsal topluluklarında akraba evlilikleri oldukça yaygınlaşmıştır.


5. Akraba Evliliğinin Sakıncaları


Akraba evliliklerinin kuşkusuz sakıncaları da var. Bununla birlikte araştırma bölgemizde sakıncaların öneminin azlığı dikkatimizi çekmiştir. Bu nedenle de akraba evlilikleri yaygındır. Sakıncalı yönleri de aşağıdaki noktalar etrafında toplayabiliriz.

a. Akrabalar arası kırgınlığa yol açma: Işıktepe köyü muhtarının belirttiği sakıncalardan birisi şu: Evde bir anlaşmazlık olduğunda (dövülme, kötü söz) kız hemen annesine uğrayıp durumu bildirmekte, o zaman da onlarla kırgınlık doğmaktadır. Işıktepe köyünde gençler artık akrabalarla evlenmek istemiyor. Çünkü ayrılmak söz konusu olunca akrabalarla da kırılma, küsme oluyor diyorlar. Bu nedenle kızdan memnun olmadığı halde sırf akraba olduğu için evliliği sürdüren, boşayamayan aileler vardır. Işıktepe'den bir genç; "Akraba kızı nazlı olur. Bir iki tokat atınca hemen babası evine kaçar" diyordu.

b. Çocukların sakat doğuşu: Yakın akraba evliliklerinden doğan çocuklar genellikle biyolojik olarak sakat doğmaktadır. Hatta Antalya ve Konya'da yapılan çalışmalarda akraba evlilikleri ile bebek ölümleri arasındaki ilişkinin anlamlı olduğu saptanmıştır. Fakat Işıktepe'de köylüler sakatlık sakıncasını herhalde bilmediklerinden pek belirtmediler. Fakat eğitim görmüş gençler bu durumun farkındalar, bu sakıncayı daha çok gençler belirttiler.

Lise mezunu bir genç (Suphi) diyor ki, "Çocuklar anormal doğuyor. Ama o cahillere anlatamıyoruz ki." Işıktepe'de yakın akraba evliliklerinden sakat doğmuş çocuklar var, fakat halk bunun farkında değil. Sadece Allah vergisi deyip geçiyorlar. Hatta lise mezunu bir genç, çok uzak bir akrabası ile evlenmek üzere idi. Bana çocuklar yönünden bir sakıncası olup olmadığını sordu. Ben de kızın çok uzak akraba olması nedeniyle bir sakıncası olmayabileceğini belirterek moral verdim. Bu olayda olduğu gibi köylüler, süt emmenin çocuklarda sakatlığa yol açtığı inancındalar. Bir köylüyle çocuklarını yakın akrabalarıyla evlendirmek isteyip istemediğini sorduğumuzda. "Hayır, çocuklar süt emmiş olabilir, günahtır. Hem de çocuklara karşı sevgi olmaz. Çocuklar zekâsız doğar" yanıtını verdi.

Köylüler, köylerindeki bir olayı anlattılar. Bir aile, aynı memeden süt emmiş çocukları zorla evlendirmiş. Bir çocukları olmuş ve çift cinsiyetli olarak doğmuş ve ölmüş.

Kalıtsal hastalıklar genellikle çocukta sakatlıklara neden olur. Bu kalıtsal hastalıklar üç grupta toplanır. (20)

1. Dışarıdan görülen, çocuğun sağlığını etkileyen iç organlardaki anormallikler (kalbin delik olması, böbreklerin bozuk olması).

2. Çocuk kabaca normal göründüğü halde, organlarının çalışmasında bozukluklar olur.

3. Zekânın doğuştan geri olması.

Bir hekimin bu konudaki açıklamaları şöyledir: (21)

"Kalıtsal hastalıklar, anne, baba sağlıklı görünmesine rağmen, beraberliklerinden doğan çocuklarda aynı hastalığın taşınmasıdır. Bu durumda anne ve babada, her ikisinde hastalığı meydana getiren genler dediğimiz kalıtım maddesiyle (babanın sperminden annenin yumurtasından) kromozomlarda taşınmasıyla çocukta sakatlık oluşur ki, ancak bunlar karşılaştıkları zaman hastalık ortaya çıkar. Hem anne hem baba sağlıklı oldukları halde, soyda böyle bir hastalık var ise, karşılaşma olasılığı fazladır."

Yapılacak iş, evlenirken genetik olarak soyun çok iyi incelenmesidir.

c. Kentte göçü engelleme: Köyden bir genç, "Köydeki akrabamla evlenirsem köyde kalırım, bir yere gidemem. Oysaki ben kentten yabancı bir kız alıp kente yerleşmek istiyorum" demişti. Bu gencin akrabalarıyla arası açıktı. "Burada onlardan kız alırsam benim kalkınmamı istemezler, kendi egemenlikleri altına alırlar. Bizim köyde akrabalar birbirinin düşmanıdır" diyordu.

ç. Düşman tarafa kız vermemek için akrabaya kız verme: Işıktepeli lise mezunu bir genç (Suphi), köylerinde kan davası nedeniyle düşman olan tarafa kız vermemek için, aileler zorunlu olarak akrabalarına kız verdiklerini belirtti. Bu da doğru bir gözlemdi. Çünkü esasen köy çok ufaktı (54 hane). Kızı alacak kimse kalmayınca akrabaya gidiyordu. Yani köylüler istemeseler bile, bir yerde akraba evliliğine zorunlu olarak baş vuruyorlardı. Bu hususla ilgili başka bir örneği köy gençlerinden Mehmet Ali verdi. Onun Elazığ'da evlenmeyi düşündüğü bir kızı Maden belediye reisinin yeğenine istemişler, kızı vermemişler. Fakat kız tarafı, onlar güçlüdürler, kızı kaçırırlar diye alelacele amca oğullarına vermişler. Yani son çare akraba oluyor.

d. Geçim olamayacağı: Elazığ'daki bir Alevi köyündeki araştırmada, akraba çocuklarının kaç göç olmadan birbirlerine alışık olarak büyüdükleri için birbirlerine pek tutkun olamayacakları ve geçim olamayacağı inancı belirtiliyor. (22)

Evvelden çok rastlanan beşik kertmesi de akraba evliliklerinin bir kökeni olmaktaydı. Çünkü beşik kertmesi, komşularla olabildiği gibi, daha çok, akrabalarca uygulanıyordu.

Bir başka uygulama da Diyarbakır ve Urfa taraflarında görülmektedir. Bu yörelerde bir kızın yakın akrabaları ve onların oğulları varsa o kızı dışardan kimse isteyemez, istendiğinde kavga olur.


6. Etnik Gruplara Göre Farklılaşma


Yakın akrabalarla evlilik geleneği, bazı etnik gruplara göre farklılaşmaktadır. Örneğin Çerkezler, Boşnaklar ve Gürcüler yakın akrabalarla evlenmezler. Çerkezler yakın akrabalarını bir kardeş gibi gördükleri için birbirleriyle evlenmeyi akıllarına bile getirmezler.

Batı Anadolu'da bulunan "Manav" denilen gruplarda ise amca kızı ile evlenilmez. Çünkü amca kızı aynı tohumdandır, aynı kandandır. (23) Manavlar, amca kızı ile evlenmenin dinsel bakımdan yasak olduğunu söylüyorlar. Oysaki İslam dinine göre böyle bir yasak söz konusu değildir. Aynı yöredeki Laz, Yörük, Türkmenlerde böyle bir yasak olduğu inancı yoktur. (24) Bununla birlikte yukarıda belirttiğimiz etnik gruplarda amca kızı ile evlilik tam bir incest (fücur) olmasa bile, aile içi evlilik sayılmaktadır. (25)

Bir Alevi köyünde de dayı kızı ile evlenme çok azdır. (26)

Ortadoğu ülkelerinde yapılan araştırmalarda da amca kızı ile evliliklerin yaygın olduğu saptanmıştır. (27) Prof. Yasa, göçmen köylerinin (örneğin Ankara'da Taşpınar Köyü) bazılarında ise akrabalarla evlenebilmek için yedi göbek ötesini aramak gerektiğini belirtiyor. (28)

Bir tarihçimiz de Oğuzlarda Cahiliye devri Araplarında olduğu gibi bir baba ölünce, oğlunun, üvey annesi ile evlenebildiğini söylüyor. (29)

Son yıllarda yapılan sosyolojik-antropolojik araştırmalarda da geleneğin yaygınlığına tanık olmaktayız.

Örneğin Malatya köy ailelerinde % 40.2 oranında akraba evliliğinin varlığı saptanmıştır. (30) Genellikle kardeş çocukları arasında yapılmaktadır. (31) En çok amca çocukları arasında görülmektedir. Yine, aynı yörede, ataerkil geniş ailelerde ve geçici geniş ailelerde çekirdek ailelere göre daha fazla yapılmaktadır. (32)

Bir diğer çalışma, Gemlik Yukarı Hamidiye Mahallesi'nde yapılan araştırmadır. Buraya gelenler kuzeydoğu Anadolu'dan (Trabzon, Giresun, Artvin) göç eden ailelerdir. (33) Burada akraba evliliklerinin oranı % 33 olarak belirlenmiştir. % 93'ünün tıbbi açıdan daha riskli olduğu 1. ve 2. kuzen evlilikleri arasında gerçekleştiği de bulgular arasındadır. (34) Kadınların okur yazar olmadıkları ve ailesinde akraba evliliği yapmışlar dikkati çekmiştir. Töreler ve yakın çevrenin zorlaması bu evliliklerde rol oynamıştır. Kadının öğrenim durumu yükseldikçe, akraba evlilikleri azalmıştır. Tarafların eğitim durumu, meslekleri, din gibi etmenler, akraba evliliğinde rol oynayan değişkenler arasındadır.


7. Akraba Evliliklerinde Değişme Eğilimleri


Bu konudaki değişme eğilimlerini köy araştırmamız çerçevesinde birkaç noktada toplayabiliriz.

a. Kırsal kesimde genç kuşağın yakın akraba ile evlenmek istememe eğilimleri görülmektedir. Bu tür evliliğin sakıncaları esasen gençler tarafından belirtilmiştir.

b. Baldız ve kayınbiraderle evlenme biçimlerinde de evlenecek gençler eskiden anababalarının isteği ile evleniyorlardı. Fakat şimdi gençler bu konuda direnmeye başlamıştır. Onlar istemezse ya evlilik gerçekleşmiyor ya da evlenmişlerse evlilik yürümüyor.

c. Büyükler de artık yakın akraba ile evlenmeleri gençlerin isteğine bırakmaya başlamışlardır. Oğlumun ya da kızımın gönlü varsa evlendiririm diyorlar.

ç. Artık, tercih nedenleri olarak, karşı tarafın durumunun iyi olması ve gençlerin birbirlerini sevmesi gibi hususlara önem verilmektedir.


SONUÇ


Akraba evliliklerinin ülkemiz kırsal kesiminde süreklilik kazanmasında dinsel yönün de önemini gözden uzak tutmamak gerekir. Çünkü bu gibi evlilikler şer'an caizdir, haram değildir, günah değildir gibi dinsel bakımdan ele alınmaktadır. Bu bakımdan bu gelenek, kırsal kesimde ilerde de kalıcı bir özelliğe sahip olacağa benzemektedir. Bu konudaki bazı değişme eğilimlerini belirtmiştik. Fakat bu dinsel yönü nedeniyle tamamen ortadan kalkacağı söylenemez.

Genç kuşaklarda direnme başlamıştır. Bunun belirgin nedeni de, onların örgün eğitimden yararlanmış olmalarıdır. Çünkü eğitim değişkeni, bu geleneğin olumsuz yönlerini, sakıncalarını daha iyi görmeye yardım etmektedir. Buna rağmen bu tür evliliğin gençler arasında bile hâlâ sürdürülmesinde sevgi ve ekonomik etmenler rol oynamaktadır. Yani gençler birbirlerini severse ya da taraflardan birisi varlıklı ise, onlar da bu tür evliliklere razı olmaktadır.

Gelecekte kentleşme süreci içerisinde akrabalık sisteminin etkisinin azalması ile gençlerin eş seçiminin kendi isteklerine bırakılacağı kuşkusuzdur. Böylece, özgür eş seçimi biçimindeki kent alışkanlığı egemen olabilir.



1) E. Tunçbilek, M. E. Ulusoy, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri ve Çocuk Ölümlerine Etkisi", Nüfus Bilim Dergisi, No. 9.
2) E. Tunçbilek, M. E. Ulusoy, agy.
3) E. Tunçbilek, M. E. Ulusoy, agy.
4) N. Bilgel ve Diğerleri, "Gemlik Yukarı Hamidiye", Aile ve Toplum Dergisi, c. l, Sayı 1.
5) N. Bilgel ve Diğerleri, agy.
6) Erdentuğ, Hal Köyünün.... s. 59.
7) S. V. Örnek, Etnoloji Sözlüğü, s. 15.
8) S. V. Örnek, Etnoloji Sözlüğü, s. 16.
9) S. Timur, Türkiye'de Aile Yapısı, s. 77.
10) S. Timur, age, s. 79.
11) S. V. Örnek, age, s. 134.
12) D. Akçam, Analar ve Çocuklar, s. 10.
13) D. Akçam, age, s. 10.
14) A. Eserpek, Sosyal Kontrol, Sapma ve Sosyal Değişme, s. 108.
15) S. Şener, Türk Tiyatrosunda Ahlak, s. 83.
16) F. Merter, J950-1988 Yıllan, s. 234.
17) A. Gençler, "Gözpınar'da Kültür Değişmeleri."
18) I. Yasa, Hasanoğlan Köyü, s. 154.
19) I. Yasa, 25 Yıl Sonra Hasanoğlan Köyü, s. 78.
20) A. Cenani, "Akraba Evlilikleri ve Kalıtsal Hastalıklar."
21) A. Cenani, agy.
22) N. Erdentuğ, Sün Köyünün Etnolojik Tetkiki, s. 27.
23) P. Magnarella, Tradition and Change, ss. 87-89.
24) P. Magnarella, age. s. 90.
25) B. Güvenç, "Sosyal Değişme Sürecinde Aile-Akrabalık ve Soy ilişkileri."
26) Erdentuğ, age, s. 27.26 Erdentuğ, age, s. 27.
27) Güvenç, agy.
28) Yasa, Hasanoğlan Köyü, s. 153.
29) F. Sümer, Oğuzlar, s. 46.
30) F. Merter, age, s. 181.
31) F. Merter, age, s. 181.
32) F. Merter, age, s. 234.
33) N. Bilgel ve Diğerleri, agy.
34) N. Bilgel ve Diğerleri, agy.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #4
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Beşik Kertmesi Geleneği





Günümüzde beşik kertmesi geleneği mi? Evet. Kırsal kesimde hâlâ görülen evlenme geleneklerinden birisidir beşik kertmesi. Bu gelenek, geniş alan araştırmalarına konu olmamıştır. Oysaki enine boyuna incelenmesi gereken ilginç bir konudur. Bu bölümde konuya ilişkin çok sınırlı literatürü gözden geçireceğiz.

Önce, konunun genel özelliklerini, yani tanım ve eski Türklerdeki uygulamayı ele aldıktan sonra günümüz Türkiye'sinde uygulandığı yerleri, uygulama biçimlerini, nişanın bozulmasından doğan sorunları, hukuksal uygulamalardaki yerini gözden geçireceğiz.

Beşik kertme nişanlı geleneği Türklerde çok eskilerden beri uygulanmıştır. Bu gelenek Türklerden başka Hindistan ve Avustralya gibi ülkelerde de görülmektedir. (1)

Karadeniz bölgesi, bugün geleneğin en yaygın görüldüğü yöredir.


BEŞİK KERTMESİ NİŞANIN ÖZELLİKLERİ


Tanım



Birbirlerine yakın ya da çok samimi, iyi anlaşan, birbirlerini seven iki aile bu sevginin ve dostluğun ilerde de sürmesi için karşıt cinsten çocukları olduğunda onları daha beşikteyken nişanlarlar. Böylece iki ailenin dostluğu ileride akraba olmak suretiyle daha da pekiştirilmiş olur. iki komşunun kız ve erkek çocuğu aynı günde doğmuşsa, yine birbirleriyle sözlenirler. (2)

Söz Verme


İki aile, çocuklarını ileride evlendirmeye söz verirler. O halde geleneğin temelini, söz verme oluşturur. Beşik, söz vermenin tanığı olur. Bunun için beşiğe üç kertik yapılır. Eğer beşiği kertmezlerse sadece söz verirler. Bu söz verme sırasında şöyle derler:

"Allah tanık olsun ki büyüdüğü zaman oğluma (kızıma) kızını (oğlunu) alacağım." Bu söz verme adeta yemin niteliğindeydi. Bundan sonra her iki taraf da yere tükürürlerdi. (3)

Eski Türklerde söz vermek, insan ilişkilerinde çok önemli bir yer tutmaktaydı. Kişinin sözünde durması onun adeta namusunu, şerefini temsil etmekteydi. Ayrıca söz vermek kutsal dinsel nitelikteydi. Bu nedenle ihlali söz konusu olmayan bir karakter özelliğiydi. Böylece çok önceden verilmiş bir söz ileride mutlaka gerçekleşmekteydi. (4) "Erkeğin sözü, demirin kertiği" çok kullanılan bir deyimdi, işte beşik kertmesi evliliklerin gerçekleşmesi de bu nedene dayanır. Bu söz, erkek tarafından çok nadir olarak bozulurdu. (5)

Beşik kertmesi nişan, nikâh gücünde olmasına, nikâh yerine sayılmasına karşılık, yine de çocuklar evlenme çağına geldiklerinde kıza dünür gidilip istenirdi. Dede Korkut hikâyelerinde de aynı gelenek vardı. (6)

Beşik kertme nişanı bozmak isteyenler onu, ancak iki tanık dinleterek bozabilirlerdi. (7)

"Kert" ya da "Kürt" kökü, "and", "inanış" ve "sadakat" kavramlarını bildiren "kertü", "kirtü" kelimesiyle birdir. (8)

O halde geleneğin söz verme ve sadakat anlamlarına gelmesi, isminden de anlaşılmaktadır. Cayma, onurla oynanma ve saygınlığı sarsma olarak yorumlanır. (9)

"Verdim" diyenler baba ya da dede ise anlaşmaya çok sadık kalınırdı. Kızların ise eskiden "varmayacağım" demesi düşünülemezdi. (10)

Abdulkadir İnan bir yazısıda şöyle diyor: "Eski Türklerin evlenme göreneklerine göre kızın baba boyundan ayrıldığının simgesi olarak bir ağacı ya da bir ipliği kıymışlardır. Beşik Kertme Yavuklu deyimi de ihtimal ki bu göreneğin kalıntısıdır." (11)

Tarihçe


Tarihçilerimiz bu geleneğin Oğuzlar'da yer aldığını belirtmektedirler. (12) Oğuzlar, küçük çocuklarını nişanlarken sadakat işareti olarak çocukların beşiklerinin bir yerini kertmektedirler. (13)

Oğuzların "Beşik Kertme Yavuklu" deyimlerindeki "Kertme" kelimesi de "anda dünür" olma geleneğinin yürürlükte olduğu devrin anısıdır. Eski zamanlarda Yakutlar dostluklarını bir ağacı kertmekle doğrularlardı. İki dost birbirine sadık kalmak üzere bir ağacı kerterlerdi. (14) Ağacı ya da yeri kertmenin and ve sadakat öğesi olduğunu tarihsel kayıtlar doğruluyor (15) Orta Asya kesimlerinden Wuhuanlar hakkında Çin kaynağı şu bilgiyi veriyor: "Bunların geleneğinde sadakati göstermek için kertilmiş çubuk kullanılır. Yazıları olmadığı halde kimse ahdine aykırı hareket etmeğe cesaret edemez" (16)

Osmanlı tarihinde de küçük yaşta evlendirilmiş sultanlar olduğu belirtilmektedir. (17)

And biçiminde Dede Korkut'ta da rastlanır. (18)

Oğuz yiğinin öfkesi kabardı, kılıcını çıkardı yeri çaldı kertti, dedi ki yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım, kılıcıma doğrunayım, okuma sancılayıp..."

Kazaklarda "halka salma" diye bir gelenekten söz edilmektedir. Buna göre, küçük yaştaki erkek ve kız çocuklar birbirlerine nişanlanırken birbirlerinin kulaklarını ısırırlar. Bu "kulak ısırma" bir tür sahip çıkma anlamına gelmektedir. (19)

Geleneğin diğer isimleri şunlardır: (20)

- Bağırdaktan sözlü
- Beşik kertme
- Beşik kerti
- Beşik kertiği
- Beşik kertisi
- Beşik kertleme
- Beşik nişanı
- Beşikten nişanlama
- Beşik kesme
- Beşik sözü
- Beşik kırdı
- Beşik yavuklusu
- Kertme
- Kertük
- Nıkır
- Sözlü
- Vaadetme

Beşik kertme nişanlılıkta taraflar genellikle komşu olmakla birlikte, akraba da olabilmektedirler. (21) Hatta akraba çocukları beşik kertmede bir tercih nedeni olmaktadır. Çocuklar doğunca akrabalar kendi aralarında anlaşmakta, komşulardan gelen dünürcülere ise bizim çocuk akrabamıza beşik kertmeli diye geri çevrilmektedir. Sembolik miktarda bir başlık parası da alınmaktadır. Hatta başlığın alındığı çevrelerde başlık alınmasa da alındı diye etrafa bildirilmektedir. (Afyon Çıkrık Köyü'nde)

Ülkemizde Görüldüğü Yerler


Beşik kertmesi, ülkemizin bir çok yerinde yaygın bir gelenektir. Türkiye'de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü'ne göre geleneğin uygulandığı yerler şunlardır (s. 643)

Burdur (Tefenni-Buna Köyü)
Kütahya (Emet Yenice Köyü)
Amasya ve çevresi (Zana Köyü, Merzifon ve köyleri)
Tokat (Zile)
Ordu (Ünye-Karakuş Köyü)
Gümüşhane (Şiran-Uluşiran Köyü, Şule Köyü)
Rize (Çayeli)
Erzurum
Kars (Arpaçay-Kızılçakçak)
Erzincan (Refahiye çevresi)
Van (Erciş)
Urfa
Kahramanmaraş (Afşin)
Gaziantep (Kilis)
Sivas (Gürün, Kangal, Diriği-Savrul Köyü)
Ankara (Ş. Koçhisar, Karlıdere Köyü)
Antalya (Elmalı-Akseki-Güzelsu Köyü)
Kırşehir (Mucur)
Kayseri (Bünyan-Türkmen aşiretleri)
Trabzon ve köyleri
Niğde (Bor-Bahçeli)
Uşak (Eşme)
Çorum
Denizli (Acıpayam)
Giresun (Keşan-Düzköy)
Eskişehir (Sivrihisar ve köyleri, Mihalıççık-Tokat Köyü)
Konya (Ermenek-Uğurlu Köyü)
İçel (Mut köyleri, Anamur)
Çankırı
Muğla (Yerkesik Köyü)
Kastamonu
Isparta (Senirkent-Yassıviran)
Artvin Şavşat-Yavuz Köyü, Yusufeli ve köyleri, Ardanuç Bulanık Köyü)

Beşik Kertme Nişanlanma Biçimleri


Ülkemizin değişik bölgelerinde bu tür nişanlanma biçimleri de değişkenlik göstermektedir.

Örneğin eskiden Çankırı'da kırkları karışan çocukları beşik kertme yoluyla nişanlarlarmış. Geniş bir tören yapılmazmış. O zamana göre helva ya da başka bir tatlı ve daha çok helva yapılırmış. Tanıdık dostlar, hısım akraba çağrılır ve orada söz kesilirmiş. (22)

Maraş'ta (23) bu yolla nişanlanacak bebeklerin beşikleri boyanıp donatılır, ileri gelen dost ve akraba, aralannda bir imam da olduğu halde, kız bebeğin evinde toplanıp kendi ölçülerinde bir eğlence düzenlerler. Birlikte yemek yendikten sonra, bir mevlüt okunur ya da imam bir dua okur. Bu toplantıda kızın kulağına küçük bir küpe takılır. Beşikler yan yana getirilerek keskin bir bıçakla birer çentik açılır ve böylece taraflar nişanlanmış olur. Bazı aileler arasında bu nişanlanma sırasında armağanlar alınıp verildiği de olur.

Adana'da (Darıpınar) nişanın yapıldığı gün kapı bıçakla kesilir bir yarık meydana gelir ve böylece iki çocuk nişanlanmış olur. Büyüyüp evlendikleri zaman kapıya açılan yarık kapatılır. (24)

Konya'da da beşiğe bıçakla kertik açılır. (25) Bu, söz kesme anlamına gelir. Sonra nişan yapılır.

Kütahya'da (Tavşanlı) çocuklar doğunca, anneler karşılıklı olarak birbirlerinin çocuğuna altın takarlar ve sözleşirler. (26)

Malatya'da (Akçadağ) çocukların beşiklerine üç tane işaret konur ve kıza armağanlar götürülür, takılar takılır. (27)

Diyarbakır'da hoca gelir, yarım nikâh kıyar. Çocuğun kulağına okuyup üfler. (28)

Ordu'da (Perşembe) beşiklere kurdele ya da kolon bağlanır. Aile büyükleri söz keser, nişan yaparlar. Kurdele kesilir. Kuran okunur. (29)

Bir yazar da uygulandığı yeri bildirmeden bu gelenekten söz ediyor. Ona göre karşıt cinsten çocuk doğduktan sonra üçüncü gün komşusu, tam takım bir beşik donatarak o aileye gönderir ve buna "Beşik kırdı" derlerdi. Artık o çocuğu kimse alamazdı. Büyümeğe başlayınca kandillerde taklak helvası, bir tepsi ekmek ve elbiselik, bayramlarda baklava ve kurbanlık hediye olarak giderdi. Böylece çocuk 8-9 yaşına gelince evlendirilirdi. (30)

Nişanın Bozulması


Beşik kertmesi nişanın bozulması durumunda değişik normlar uygulanır.

Çankırı'da bırakıp başka biriyle evlenince ayıplanırlar. (31)

Maraş'ta nişan sırasında kıza takılan küpenin ömür boyunca kızın kulağından çıkmaması gerekir. Çıkarılırsa ya da büyüyünce tarafları evlenmezlerse büyük günah sayılır. (32)

Konya'da (Bozkır ilçesi) kız ve erkekte görünür bir hastalık ve ölüm olmadıkça beşik kertme akdi sürer. Hastalık olursa o zaman akit bozulabilir. (33)

Çocuklar büyüyüp de biribirlerini istemezlerse, aile arasındaki dostluk zamanla bozulursa, sözden cayılır. Sözden cayılması özellikle kız tarafından gelmişse hiç iyi karşılanmaz. (34)

Okuyan erkek, kızın okumaması durumunda ilerde kızı beğenmezse yine nişan bozulur. (35) Yahut tersi durumda, kız okuyup oğlan okumazsa kız tarafı cayabilir.

Kız ya da oğlanın ileride bir başkasına gönül bağlamaları da nişanın bozulmasına yol açmaktadır.

İki ailenin herhangi bir nedenle aralarının açılması da nişanın bozulmasına yol açar. (36)

Nişanın bozulma durumunda ayıplanma çok yaygındır. Bununla birlikte duruma göre normal karşılamalar da olur.

Genellikle cayılma pek iyi karşılanmaz, ama kötü bir biçimde de yorumlanmaz. (37)

Nisanın Bozulmasının Hukuksal Yönleri


Beşik kertmesi az da olsa çeşitli durumlarda hukuksal olaylarda da söz konusu olmaktadır. Ceza durumlarında yargıcın töreyi dikkate alarak takdir hakkını kullanmasına yol açan durumları ortaya çıkmaktadır. Aslında bu tür nişanlılık hukuken bir sorumluluk doğurmamaktadır.

Ülkemizin çeşitli yerlerinde geçen birkaç olay şöyledir. (38)

Kastamonu Taşköprü'deki bir köyde geçen olayda beşik kertme nişan yapılmış. Erkek çocuk henüz 16 yaşındayken kendisine yüz vermeyip küçük düşüren beşik kertme nişanlısını bazı akrabalarının da kışkırtması sonucu, ağır biçimde yaralar. Dava mahkemede görüşüldüğünde, kızın çocuğa karşı hukuken suç sayılabilecek hiçbir eylemde bulunmadığı anlaşılır. Kızın, çocuğun beşik kertme nişanlısı oluşu, kız açısından herhangi bir hukuksal sorumluluk doğurmamaktadır. Bu nedenle de çocuğa yüz vermemesi hiçbir surette çocuğun öldürme girişimini haklı göstermemektedir. Fakat dava sonucu, hakim, Medeni Kanunun kendisine tanıdığı takdir hakkını kullanarak suçluya verilecek cezayı 1/5 oranında indirir. Cezanın indirilmesine sebep, görünürde çocuğun henüz reşit olmamasıdır. Fakat asıl neden, bölgenin törelerini iyi bilen yargıcın bu geleneği dikkate almasıdır. Yargıca göre kızın çocuğa yüz vermeyip onu küçük düşürmesi, çocuğun hareketini töresel açıdan haklı kılmaktadır. Böylece hukuken hiçbir geçerliliği bulunmayan beşik kertme nişan töresini yargıç, takdir hakkını kullanarak dikkate almış ve cezayı indirmiştir.

Rize'nin İkizdere ilçesi, Rüzgârlı Köyü'nde geçen bir başka olay ise şöyledir:

"Süleyman oğulları ile Paşagiller arasında beşik kertme nişan yapılarak, Paşagillerin kızı, Süleyman oğullarından Mehmet Ali'ye nişanlanır. Kız 13-14 yaşına geldiği sıralarda, eskiden beri Süleyman oğullarına düşman olan Hacı Osman oğulları, bu aileyi tahrik etmek için kız hakkında birtakım yakışıksız söylentiler çıkarırlar. Mesele bununla da kalmaz. Hacı Osman oğullarından Cemil adında bir delikanlı kızı sürekli olarak rahatsız eder. Bu duruma zaten fena halde içerleyen Mehmet Ali, günün birinde Cemil'i kıza ağır sözler söylerken yakalar. Cemil bunun üzerine Mehmet Ali'ye de hakaret edip üzerine yürüyünce Mehmet Ali Cemil'i vurur. Mahkemede Cemil'i öldüren Mehmet Ali'nin cezası 19 yıl 6 aya indirilir. Yargıç, törenin sıkı bağlarla birbirine bağlamış olduğu iki kişiden Mehmet Ali'nin kızı savunmak amacıyla ve ağır tahrik karşısında bu eylemi işlemiş olduğunu göz önüne almıştır."

Trabzon Akçaabat'ta geçen bir olay da şöyle:

İki aile arasında beşik kertme nişan yapılmış. Erkek tarafı, o bölgenin töresi olduğu üzere, kendilerine ait arazinin bir bölümüne kız her yeni yaşına girişinde bir kavak dikmeye söz vermiştir. Evlenme gerçekleşince, üzerinde gelinin yaşı kadar kavak bulunan bu toprak parçası, başlık olarak kız tarafına verilecektir. Fakat kız, evlenme çağına gelince, başka zengin bir delikanlıya yüklü bir başlık karşılığında verilir. Beşik kertme nişanlısı elden giden delikanlı ve kız için o güne değin 17 adet kavak dikmiş olan babası, köyde alay konusu haline gelirler. "Şimdi o kavakları ne yapacan ağam, fazla gölge de etmezler" biçiminde sözler yayılır gider. Gururu fena halde incinen baba, oğlundan namusunu temizlemesini ister. Fakat oğlu bu işe yanaşmayınca babanın köydeki durumu daha da kötüleşir. Küçük düşürülmekten korktuğu için kahveye çıkamaz olur. Bu duruma daha fazla dayanamayan baba, çok içki içtiği bir gece kızı da, babasını da vurur. Yargıç, ölüm cezasını ömür boyu hapse indirir. Karşı tarafın töreyi çiğnemiş olması, yargıcın takdir hakkını kullanmasında rol oynamıştır.

Kars-Arpaçay llçesi'nde geçen bir olayda, beşik kertmesi nişanlı çok güzel bir kızın kaçırılması üzerine eski nişanlısı, kaçıran delikanlıyı takip eder. Çatıştıktan sonra ondan kızı geri alır. Fakat artık kız ile evlenmez. Çünkü o yörelerde başkasının kaçırdığı bir kızı artık bir başkası almaz. Namus lekelenmiş sayılır. Oysaki bu olayda kızın bekâretine bir halel gelmemişti (Karslı bir öğrenciden).



1) S. V. Örnek, Etnoloji Sözlüğü, s. 46.
2) S. V. Örnek, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, s. 203.
3) A. Petekçi, "Bozkır Köylerinde Yeynîlik", TFA, Sayı 39.
4) M. Tezcan, Türklerle İlgili Stereotipler, ss. 19-21.
5) A. Petekçi, agy, TFA, Sayı 39.
6) O. Saik Gökyay, Dedem Korkud'un Kitabı.
7) O. Saik Gökyay, age.
8) O. Saik Gökyay, age.
9) S. V. Örnek, Türk Halk Bilimi, s. 187.
10) K. Ertem, Kütahya Düğünleri.
11) A. İnan, "Eski Türklerde ve Folklorda And."
12) F. Sümer, Oğuzlar, s. 403.
13) A. İnan, age, s. 144
14) A. İnan, age, s. 144
15) A. İnan, age, s. 329
16) A. İnan, age, s. 329
17)Ç. Altan, "Bebek Sultanların Evliliği", Milliyet, 16 Aralık 1979
18) A. İnan, age, s. 144
19)O. Şaik Gökyay, Dedem Korkud'un Kitabı.
20)S. V. Örnek, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, s. 198
21) A. petekçi, agy.
22) O. Saik Gökyay, age.
23) O. Saik Gökyay, age.
24) S. V. Örnek, age, s. 204.
25) A. Petekçi, agy.
26) S. V. Örnek, age, s. 202.
27) S. V. Örnek, age, s. 202.
28) S. V. Örnek, age, s. 202.
29) S. V. Örnek, age, s. 203.
30) M. Zeki, "İlk Gençlik Âdetleri."
31) O. Saik Gökyay, age.
32) O. Saik Gökyay, age.
33) A. Petekçi, agy.
34) S. V. Örnek, age, s. 204.
35) S. V. Örnek, age, s. 204.
36) S. V. Örnek, age, s. 205.
37) S. V. Örnek, age, s. 205.
38) E. Ertan, "Beşik Kertme Nişan", Folklora Doğru, 30, 1974.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #5
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk Nişanlılığı
(Afyon Çayırbağı Köyü Örneği)






Çocuk nişanlılığı denince akla beşik kertmesi gelmektedir. Beşik kertmesi nişanlılık, birbirlerine yakın, samimi, iyi anlaşan iki ailenin karşıt cinsten çocukları olduğunda onları daha beşikteyken nişanlamalarıdır. Çok eski bir Türk geleneğidir. Hindistan ve Avustralya yerlilerinde de görülmektedir, iki aile, çocuklarını ilerde evlendirmeye söz verirler. Böylece, geleneğin temelini söz verme oluşturur.

AFYON ÇAYIRBAĞ KÖYÜNDEKİ UYGULAMA



1980 yılında Afyon'un Çayırbağ Köyü'nde beşik kertmesi geleneğine benzer bir uygulamanın varlığını öğrenince oraya bu geleneği araştırmak üzere gitmiştik. O araştırmamızı da yavınlamıstık. Aradan 10 yıl geçti. 10 yıl sonra tekrar aynı köye giderek nelerin değiştiğini ya da değişmediğini görmek ve araştırmak üzere gittik. Bu bölüm, Çayırbağ'daki 10 yıl sonraki değişiklikleri belirtmeye yöneliktir (1990).


10 Yıl Önceki Çayırbağ'da
Çocuk Nişanlılığına ilişkin Bilgiler



Çayırbağ Köyü (Eski adı Sipsin) Afyon'un merkez köylerindendir. İlçeye 16 km. uzaklıktadır. Afyon il yıllığına (1973) göre köyün nüfusu 1421'dir. Hane sayısı ise 225'tir. Muhtardan aldığımız bilgiye göre köyün nüfusu 2300, hane sayısı ise 240 olmuştur. Afyon'a giden yol köyün ortasından geçmektedir. Bu nedenle köy en yakın merkeze yoğun ilişkiler içerisindedir. Dolmuş ve otobüsler günde iki kez köye uğramaktadır. Bu nedenle köy, dışarıya açık ve yoğun ilişkiler halindedir. Köyde Afyon'da çalışan YSE ve Çimento Fabrikası işçileri de bulunmaktadır.

Köyde elektrik var. Ortaokul yok. Sadece ilkokul var. Köyün çoğu ilkokul mezunu.

Köy, yerleşme düzeni bakımından toplu köydür. Ekonomik yönden köyde buğday, arpa, pancar, haşhaş ve meyve yetiştirilmekte, hayvancılık yapılmaktadır.

Hanelerin yarısından çoğunda TV var.

Ayrıca köyde Kuran kursu var. Bundan başka civar köylerden gelen köy çocukları için yatılı Kuran kursu var.

Çayırdağ, beşik kertmesi geleneğinin en yaygın olduğu bir köydür. Köyün birçok ailesi artık bu yoldan evlenmektedirler. Aşağı yukarı 10 yıldan beri köyde bu gelenek uygulanmaktaymış. Daha önceden yokmuş. Bu geleneğe "Yavuklu etmek, nişanlamak" deniyor. Yalnız buradaki uygulamada beşik kertmesinin değişik bir türü uygulanmaktadır. Yani çocuklar doğar doğmaz beşikte iken değil, 8-9 yaşlarından itibaren nişanlanmaktadırlar. Çocuklar ilkokul birinci, ikinci sınıftayken nişanlanmış olarak okula gelmektedirler. Erkek 17, kız 15-16 yaşına gelince evlenme gerçekleşmektedir. Evlenmede dinsel ve resmi nikâh yapılmaktadır. Resmi nikâhta yaş büyütülmesine başvurulmaktadır.


Çocuk Nişanlılığının Nedenleri


Köylülerin ifadesine göre, aynı köyden evlenmek esastır. (1) Dışardan kız almak onlara göre çok masraflı olmaktadır. Ekonomik nedenlerle köy dışından evlenilemiyor. Çünkü köy dışı evlenmelerde civar köylerden evlenildiğinde kıza başlık parası verilmektedir. Ayrıca düğün giderleri, armağan giderleri, düğüne kadar gidip gelme için ulaşım giderleri, evliliği çok pahalı duruma getirmektedir. Oysaki köy içinden evlenmelerde bu giderler azalmaktadır.

Bu temel nedenin dışında, başka köyden kız almak kolay olmamaktadır. Çünkü başka köylerdeki kız aileleri, oğlanın niçin kendi köyünden evlenmediğini, bir özürü olup olmadığını uzun uzun araştırmakta ve kızlarını vermekte istekli olmamaktadırlar. Bunun tersi de olabilmektedir. Başka köyden alınan kız, belki kendi köyünde dillenmiştir. Onun için kendi köyünde evlenememiş ve yabana vermeye razı olmuşlardır. Erkek tarafı da bu yönden yabandan evlenmek istemez.

Çayırbağ'da başlık parası yoktur. Yaşlılar, kendilerinin evlendikleri zaman köyde başlık parasının mevcut olduğunu bildirdiler. Verilen başlık da zamanın para değerine göre önemli bir miktardaydı. 5-10 bin lira gibi. Köyde 10-15 yıldan beri başlık parası kalkmış. Buna da bir köylü, başlık almayarak öncülük etmiş. Kızın ne tür giderleri varsa hepsini erkek tarafına yükleyerek kız babası başlık almamış. O zamandan itibaren bu gelenek köyde yerleşmiş. (2)

Çocuk nişanlılığının bir nedeni de, köy içinde yeter sayıda kız bulunmamasıdır. Bir rastlantı olarak köyde son yıllarda kız miktarında giderek bir azalma olmuş. Herkes de köy içinden evlenmeyi tercih ettiği için, gençler erken davranıp eşlerini seçmektedirler. Eğer erken nişanlanmazsa 17-18 yaşına gelen genç delikanlı, köyde yaşına göre evlenecek kız bulamamaktadır. Çünkü esasen az miktardaki mevcut kızlar daha önceden nişanlanmaktadırlar. Bu nedenle erken nişan yapmayan genç, köy içinden evlenememektedir. Onun için oğlu olan yaşlı köylüler, köyde doğan kızları, kendi deyimleriyle adeta kapışmaktadırlar. Bu durum Konya'da da söz konusu olmuş ve bu törenin sürekliliğini sağlamıştır. (3)

Köy içinden evlenmeyenler, yani önceden yavuklusu olmayanlar, zorunlu olarak köy dışından büyük giderler ve güçlüklerle evlenmektedirler.


Armağan Alışverişi


7-8 yaşında kızını nişanlayan aile ile erkek tarafı, çocukların büyüyüp evlenebilmeleri için birbirleriyle iyi geçinmeleri ve sürekli ilişkiler içinde olmaları gerekir, ilgili iki aile arasında bir dostluk ve dayanışmayı içeren bir töredir, işte bu ilişki yollarından birisi de, armağan alışverişidir. 8 yaşındaki bir kızın 16 yaşında evlenebilmesi için 8 yıl geçmesi gerekir. Bu kadar uzun süredeki armağan alışverişi kuşkusuz köylü için çok güç olmaktadır. Köylülere bu armağanların neler olduğunu sordum.

Köy bakkallarından birisinin (Şaban) 4 çocuğu var. Hepsi de nişanlıydı. Üçü oğlan, birisi kız. Kız 7 yaşında nişanlı. Onun söylediğine göre bir yılda nişanlı bir çocuğun ortalama gideri 10-15 bin lira. Bu sadece yiyecek bakımından böyle. Çarşıda hangi yiyecekler mevcutsa kız evine ondan gönderilir.

Şeker bayramında kız ailesine tepsiyle çerez gider (kurban bayramında mevlüt şekeri, kâğıtlı şeker, fındık, fıstık, ceviz, kestane).

Namaz, şeker bayramından iki ay önce. ikindi namazından sonra mezar ziyaret edilir, l günlük bir önemli gün. Armağan 2-3 gün kala götürülür. Bunların karşılığı olarak kız evinden kadayıf gelir. Nişan bittiğinde kıza elbise yapılır. Ayrıca ayakkabı ve eşarp, yaşmak alınır. 6-7 adet altın takılır. Bilezik takılmamaktadır.

Köydeki diğer komşuların düğünlerinde kendi nişanlı kızlarına çerez verilir. Bunu kız, arkadaşlarıyla birlikte yer. Ayrıca düğünü olan kız için onunla birlikte komşu kızlar kente, hamama gider. Bu kızlar arasında nişanlı olanların hamama gidişlerinde tüm giderlerini yavuklu ailesi (erkek tarafı) öder. Sadece hamam parasını düğünü olan öder.

Nişanlılık süresince kızın tüm giderleri erkek tarafından karşılanır. Kızın gelecekteki kaynanası onun yazlık ve kışlık giyeceğini düzer. Komşuların düğünlerinde giymesi için kıza 2-3 yılda bir özel giysi olarak kadife elbise alınır. Diğer günlerde basma vs. gibi giysiler alınır. Çayırbağda düğünler kışın yapılmaktadır.

Sürekli armağan alışverişi, başka illerimizde de görülmektedir. (4)

Civar köylerden Çıkrık'ta da ilişkiler yoğundur. Kandillerde ziyaretler yapılır. Ramazanda ziyaretler sıklaşır. Kurban Bayramında kıza şalvarlık götürülür. Yaşmak bağlamada nişanlılık etrafa duyurulmuş ve iş resmileşmiş olmaktadır. Yaşmak bağlamada oğlana bir elbise verilir (Afyon Çıkrık Köyünden bir gençten).

Armağan göndermeler son zamanlarda çok sıklaşmış ve artmıştır. Örneğin erkek tarafı dünürlerine l ayda 2-3 kez yiyecek, bir kasa meşrubat, meyve vs. göndermektedir.

Kıza giyim olarak (ayakkabı, elbise) yılda 3 takım gider. Kuşkusuz kız tarafından da oğlana karşılık gelir. Örneğin gömlek, elbise, fanila, tarak, ayna, mendil, tesbih gibi. Fakat bunlar erkek tarafının giderleri kadar değildir. Erkek tarafına daha az masraf yapılır. Fakat aileler arasında armağanlar konusunda zaman zaman anlaşmazlıklar ve küskünlükler olduğunu da köylüler belirtmişlerdir.

Köy bakkalı, dört çocuğunu da nişanlanmasının bir nedeni olarak, erken yaşta nişanlamayı bir yatırım olarak görmesidir. Çünkü ilerde sadece bir düğün gideri ile çocuklarını evlendirmiş olacağını belirtti. Bundan da anlaşılacağı gibi erken nişanlamanın ileride evlilik zamanında ortaya çıkacak ağır giderleri azaltmak gibi bir işlevi olduğudur.

Erken nişanlamanın başka bir işlevi de, eşin hazır olarak bulunmasıdır. Yani erkeğin evlenme çağı olan 17 yaşına gelince evlenememek diye bir sorunu olmamaktadır. Eşi hazırdır.


Nişan Töreni


Bakkal İdris Yılmaz'ın belirttiğine göre: Önce taraflar arasında bir söz çayı içilmektedir. Birkaç ay sonra nişan töreni yapılmaktadır. Buna "yaşmak konma" deniyor. Bu toplantıya çağrılan herkes, kız evine çay ya da şeker götürmektedir. Sigara götürenler de olmaktadır.

Nişanlanma işareti olarak sadece kıza yüzük takılmaktadır. Masraf olmasın diye erkek çocuğa yüzük takılmamaktadır. Nişanlı erkek eskiden pullu mendil taşırmış. Şimdi öyle bir şey yok. Nişana yakın komşular ve akrabalar gider. Köylüler bazen bu topluluğun her iki taraf olarak 70-80 kişiye kadar vardığını söylediler. Toplantıda çay içilir, sohbet edilir, altınlar takılır.

Erken nişanlanmanın başka bir işlevi de, erkek tarafının kız hakkında iyice güven duymalarıdır. Uzun süre müstakbel kaynana, gelecekteki gelini ile ilgilenmekte, onu iyice tanımakta, istediği gibi bir gelin olmasına çalışmakta, adeta onu yetiştirmektedir. Kız sürekli olarak gözlerinin önündedir. Namus vs. yönünden hiçbir kuşku olmamaktadır.

Başka bir işlevi ise, köydeki aileler arasında toplumsal dayanışmayı sağlamasıdır. Aslında komşu olan aileler, böyle bir nişanlılık yoluyla akrabalık ilişkileri içerisine girerek dayanışma, birlik ve uyum sağlamaktadır. (5)


Toplumsal Denetim


Nişanlanan kız ve erkek, hiçbir surette birbirleriyle konuşturulmazlar. Bu husus düğüne kadar böyle devam eder. Bu konuda köyde çok güçlü toplumsal baskı vardır. Köy içinde, yolda, tarlada birbirlerini gördükleri zaman kaçarlar. Köylüler, biz kentteki nişanlılar gibi yapmayız diyorlar. Bu konuda çok ciddi olan köylüler, nişanlı çocuklarının ilkokulda bile birlikte aynı sınıfta bulunmalarını istememişlerdir. Okul müdürüne bu isteklerini bildirdikleri zaman müdür de nişanlı kızları öğleden sonraya almış, erkek çocukları da sabahçı olarak ayırmıştır. (6)

İlkokul müdürü Nevzat Çakarşimşek, nişanlı çocuklar birlikte okurken köylülerin kız çocuklarını okula göndermediklerini görmüş ve köylülerin isteğiyle devamı sağlamak için bu yola başvurulduğunu belirtmiştir. Nişanlı olmayanlar karışık okumaktadırlar. Burada, müdürün bir anısına değineceğiz.

Okul müdürü, nişanlı çocukların birlikte okuduğu zaman bir kız öğrenciye bir bardak vererek onu doldurup getirmesini istemiş. Bir süre sonra su gelmemiş. Öğrenci elinde boş bardağı tutarak kapının önünde bekliyormuş. Müdür çocuğa niçin doldurup getirmediğini sorunca ondan, merdivenin başında nişanlısını gördüğünü, bu nedenle aşağı inemediğini söylemiş.


Akrabalar Arası Nişanlanma


Köylüler, köyde erken nişanlanmanın genellikle komşular arasında olduğunu belirtmişlerdir. Fakat akrabalar arası nişanlamanın da var olduğunu açıklamışlardır. Esasen akrabalar arasında bu konuda öncelik tanınmaktadır. Daha çok varlıklı aileler mal bölünmesin diye akrabaları tercih etmektedirler. Çayırbağı'nın yanındaki Feti Bey köyünde akraba evliliğinin çok olduğu söylenmektedir. (7)


Tarafların Uygunluğu, Denkliği


Nişanlanacak çocuklar arasında ayrıca birbirlerine denklik aranmaktadır. Bu uygunluk fiziksel yönden olduğu gibi, toplumsal yönden de söz konusudur (boyu boyuna, soyu soyuna). Yani sosyoekonomik düzey açısından aşağı yukarı denk olan aileler birbirleriyle nişanlılık yapmaktadır. Konya Bozkır ilçesinde de aynı durum söz konusudur. Dengi bir aileden kız alıp verirler. Bir yazar, "aileler, kızını kendi isteğine bırakıp davulcuya ve zurnacıya varmasını, oğlunun da ayağını yorganından çıkarmasını istemez" diyor. (8)


Evliliğin Gerçekleşmesi


Köyde nişanlananların, hemen hepsinin evlilikle sonuçlandığı belirtilmiştir (Tezcan, 1982). Şimdiye değin köyde hiçbir nişan bozulması ya da evliliğin gerçekleşmemesine rastlanmamış. Bu durumda kuşkusuz erken nişanlılığın yukarıda değindiğimiz belirli işlevleri rol oynamaktadır. Ayrıca köy oldukça dindar. Gençlerin ana babalarına saygısı çok güçlü. Dinin gençleri yetişkinlerle bütünleştirme rolü açıkça görülmektedir. Esasen evlendikleri zaman yine baba evinde birlikte oturmaktalar. Çünkü toprak, baba üzerindedir. Birlikte ekip biçiyorlar. Bu nedenle gencin ekonomik özgürlüğü yok. Bu durum da ana babanın isteklerine gencin karşı gelememesine yol açıyor. Ayrıca kızlar bakımından ileride nişanlılarını beğenmemek gibi bir durum hiç söz konusu olmamaktadır. Çünkü kadına eş seçme hakkı verilmeyen çevrelerde kızın erkeği beğenmemesi bir şey ifade etmemektedir. Kızlar ayrıca ilköğretimden sonra okumamaktadırlar. Çünkü tarımsal eylemlerde işgücü olarak rol almaktadırlar. Özellikle afyon çapalamada kızlar çalışmaktadır, Böylece ilkokul üstü öğrenime devam için dışarıya açılmayan kızların beğeni düzeylerinde bir değişme olmamaktadır. Esasen ilkokula bile güçlükle gitmektedirler. Ana baba, gençlere sahip olup evliliği yürütmektedirler. Gençler çok genç oldukları için onları birlikte oturdukları ana babaları yöneltmektedir. Herhangi bir olumsuz durumu önleyebilmektedirler. Gençler askere gitmeden evlenmektedirler. Oysaki babaları askerden geldikten sonra evlenmişler. Köyde erkek 17-18 yaşına gelmeden kimse kız vermezmiş.

Evliliğin bozulması aynı zamanda ahlaksızlık olarak nitelenmektedir. Çocukların Kuran kursunda dinsel bilgi alışları da onların dürüst oluşlarını etkilemektedir. Nitekim hırsızlık, kız kaçırma niteliğindeki toplumsal sorunlar köyde görülmemektedir. Ayrıca erken evliliğin, mutlulukta rolü olduğu belirtilmektedir. Taraflar birbirlerini sevmeseler de çoluk çocuğa karışınca evliliğin bozulması zorlaşmaktadır.

Genç nişanlı erkekler cinsel bilgileri akranlarından ya da kendilerinden birkaç yaş büyük arkadaşlarından öğrenmektedirler.

Çocuk nişanlılığının bozulmasına ilişkin herhangi bir olay olmadığı için mahkemeye intikal etmiş olay da olmamıştır.

Erken nişanlanmanın olumsuz işlevlerinden birisi, gencin fazla öğrenim görmesini engellemesidir. Çünkü erkek çocuğun 17 yaşında evlenmesi gerekmektedir. Evlendikten sonra köy dışına okumaya gitmesi çok zorlaşmaktadır. Esasen tarımsal bir yapıya sahip köyde okumaya rağbet azdır. Köyde şimdi İzmir'de üniversite asistanı olan bir genç, çocukken nişanlı olduğunu, fakat evliliğin gerçekleşmediğini belirtti. Çünkü kendini köy dışında iken köydeki ailesi tarafından kız tarafı ile herhangi bir ilişki kurulmadığı için sözleşme bozulmuş. (9)

Köyde rastladığım ufak yaştaki nişanlı çocuklara nişanlıları hakkında bir şeyler sorduğumda ya da nişanlı olup olmadığı konusunu sorduğumda hiçbir şeyin farkında olmadıklarını, utandıklarını, gülerek yanıt vermek istemediklerini gözledim. Fakat yaş ilerledikçe, özellikle kızların daha ağırbaşlı olduklarını köy imamı söyledi. (10)

Örneğin Kuran kursuna gelen nişanlı kızlar sadece kısa yaşmak değil, uzun atkı da örtünmektedirler. Arkadaşları da kendi aralarında oynarken nişanlılarla alay etmekteymişler. Köy imamı da Kuran kursunda nişanlı erkek ve kız çocuklarını ayırmış ve onlarla ayrı zamanlarda ders yapıyor.

Köy imamı, nişanlı öğrencilerin derslerinde daha az başarılı olduklarını ve bu geleneği benimsemediğini belirtti. Ayrıca bu geleneğin dinsel yönden de uygun olmadığını söyledi. Çünkü Peygamberimizin, nişanlılık devresinin fazla uzatılmaması gerektiğini, fazla uzatıldığında araya fitne girebileceğini öğütlediğini belirtti. Yani, bu geleneğin dinsel hiçbir yönü olmadığı gibi, dinsel görüşe de ters düşmektedir. (11)


On Yıl Sonraki Değişmeler


On yıl sonra yöreye yeniden gittiğimizde aşağıda belirtilen değişmeleri izledik. Köydeki kaynak kişilerimiz, terzi Bekir, ilkokul müdürü ve öğretmenler, köylüler ve bazı köy gençlerinden oluşmaktaydı.

Çayırbağ, şimdi bir kasaba olmuştur. Dört muhtarlık halinde mahallelere ayrılmıştır.
  • Nüfus 2700'e çıkmıştır.
  • Kasabaya bir ortaokul yapılmış. Fakat bir tane kız öğrenci var, o da kent kökenli. Kızlarını ortaokula göndermemektedirler. Öğrencilerin hepsi erkek. Okulda halen üç öğretmen var. Öğrencilerin başarısız olduğu söylenmektedir.
Artık tarım, yan gelir kaynağı olmuştur. Köyün % 70'i çeşitli yerlerde işçi olarak çalışmaktadır.
  • Tarımsal ürün olarak, şekerpancarı, turşuluk salatalık ve haşhaş yetiştirilmektedir. Bir miktar da sebze var. Haycancılık da önemli bir orandadır.
  • Köyde geniş aile yaygın. Oğlan babaya bağımlı. Kendi başına ayrı bağımsız bir hane açmamaktadır.
  • Değişen noktalardan birisi de, nişanlılık yaşının yükselmesidir. Kız çocuğunu beşikteyken nişanlamak azalmış. 8-9 yaştan, 10 ya da 12'ye çıkmıştır.
Konumuzla ilgili olarak değişen en önemli sorunlardan birisi de, artık nişan bozulması olaylarına ender de olsa rastlanır olmasıdır. On yıl önce hiçbir nişan bozulması olayına rastlanmıyordu. Şimdi ise bu konuda çeşitli nedenlerle nişan bozulma olaylarına rastlıyoruz. Bozulma olayına yaşmak atmak deniyor. Nişanın bozulmasına ilişkin başlıca nedenler şunlar:
  1. Kız evinin erkek tarafından aşırı istekleri.
  2. Tarafların siyasal davranış farklılıkları. Aynı partiye oy vermemek, bozulma nedeni olmaya başlamış.
  3. Kız ya da oğlan hakkında dedikodu yapılması bozulma nedeni olmaktadır.
  4. Kız ve erkeğin birbirini beğenmemesi durumunda da nişan bozuluyor.
  5. Büyükler arasında çıkarların sarsılması durumlarında.
Nişanın bozulması daha çok kız tarafından olmaktadır. Orada kız daha değerli sayıldığı için. Kız tarafı, cayma durumunda erkek tarafından aldıkları giysi, mutfak eşyası gibi şeyleri geri vermektedirler. Kızın akrabaları, erkek tarafıdan verdiği armağanları bir paket halinde götürmektedirler.

Belirttiğimiz gibi, nişan bozma olayları çok ender olmaktadır. Kız erken evlenince, hemen çocuğu olmaktadır. Eşini beğenmemeyi düşünemiyor bile. Esasen kız köy yerinde babaya bağlı olduğu için onun onayladığı bir eşi reddedememektedir.

Nişanlıların birbirleriyle görüştürülmemesi hâlâ etkin. Bu konudaki kesin denetim sürmektedir. Nişanlı iken görüşmeleri günah sayılmaktadır. Dindar bir yörede de böyle bir anlayış etkin olmaktadır.

Söz kesilme, armağanlaşma, evlenme gelenekleri aynen değişmeden sürmektedir. Önce taraflar arasında "çay içmek"le söz kesilmiş olmaktadır. Çayı içilen kız, artık okula gelmek istememektedir. Çay, kız evinde içilmektedir. İlkokul sıralarında kızın çayı içilmekte. Yani 9-10 yaşlarında çayı içiliyor. Kızlar 16-17 yaşlarında evlenmiş olmaktadırlar, ilkokuldan sonra artık evlilik beklenmektedir.

Evlenirken tarafların çarşıya çıkması arasında elbise almaya Asbap kesme denmektedir. Çarşıda erkek tarafı kız tarafına elbise alır. Ayrıca lokantalarda pide yemek âdettir.

Kız nişanlanınca, giyim kuşamı tamamen erkek tarafından sağlanıyor. Kız evine giden armağanlar, altın ve süs eşyalarından ve giyeceklerden ayakkabılardan oluşmaktadır. Ayrıca çerez ve şekerli çerez de armağanlar arasındadır. Resmi ve dini bayramlarda götürülür. Bayramlarda ayrıca kurban da götürülür.

Kız akrabasının düğününde ve bazı kandillerde de armağan götürülür. Oğlana gelen armağanlar daha azdır. Kazak, gömlek, iç çamaşırı, kolonya vs. getirilir. Fazla masraflı armağan getirilmez.

Genellikle 10 yaşında söz kesilmekte, 12-13 yaşında nişan yapılmakta, 17 yaşında evlenilmektedir.

Köyde başlık parası geleneği yok. Bu nedenle köy içinden evlenme, ekonomik açıdan da gerekli.

Başlık parası çevredeki köylerde azalmıştır. Oysaki dağ köylerinde başlık 15 milyon olmuştur. Böylece, dışarı köylerden evlilik çok masraflı olmaktadır. Üstelik, dışardan gelen kız, artık çeyiz de getirmiyormuş.

Erken nişanlılığın daha çok akrabalar arasında olduğu söyleniyor. Bu eğilim hiç değişmeden devam etmektedir. Bu konuda, kasabada görüştüğüm bir genç, Mehmet Yılmaz'dır. Kendisi 16 yaşında, Afyon Lisesi 2. sınıfta. Halasının kızı ile nişanlıdır. 13 yaşında söz kesilmiş. Nişanlısı aynı yaşta. Kız, nakış kursuna gidiyor.

Akraba evliliğinin sakıncaları anlatılıyor. Fakat çocuk yine ailesinin etkisiyle akrabası ile evlenmektedir. Bu husus da on yıl öncesine oranla değişmemiştir.

Müstakbel kaynana, müstakbel gelininin beğenmediği tarafları olursa, kızın annesine söyler ve o davranışı düzeltilmeye çalışılır.

Düğünler yine eskisi gibi devam etmektedir. Üç gün devam eden düğünler bugün gelin eve gelinceye kadar 15 milyona çıkıyormuş. Düğün giderleri arasında kızın giysileri önemli bir toplam oluşturuyor. Kadife şalvardan oluşan ve don denilen 10-15 takım giysiler, kızların çok önem verdiği armağanlardır.

Düğünün ilk günü kızlar hamama gider, ikinci gün, erkekler hamama gider. Pazar günü olan üçüncü gün ise, gelin alma günüdür. Kına gecesi Cumartesi günü yapılır. Yemekler yenir. Mevlüt okunur.

Köylüler 5 yıl nişanlı kalınca giderlerin çok olduğunu belirtiyorlar. En az 5 milyon lira harcandığını söylemektedirler. Bir köylü, oğlunun süresinin 9 yıl sürdüğünü belirtti.

Çayırbağ, fazla yenilikçi bir kasaba değil. Oldukça dindar bir halkı var. Bu eğilim hiç değişmemiştir. 10 yıl önce de böyleydi. Çocuklar, ilkokul sonrasında Kuran kurslarına gitmektedir. Erkek çocuklar, ortaokula ya da sanat okuluna gitmektedirler.

Kız öğrencilerin ilkokulda, yukarı sınıflarda devamsızlıkları artıyor. Köylü, kızının boy boşa geldiğini söyleyerek okula göndermemektedir. Bugün kasabada 2 cami imamı, l Kuran kursu hocası var.

Yatılı Kuran kursu kalkmış. Gündüzlü olmuş. Din hocaları, çocuk nişanlılığı konusuna genellikle karışmamaktadırlar. Bu konuya karşı gelen bir hoca köyden ayrılmak zorunda kalmış.

Nişanlı çocukların okulda aynı sınıfta ya da sabahçı ve öğlenci olmaları eskiden sorun olmaktaydı. Bugün aynı sınıfta olanlar için bir sorun yoktur. Kızı nişanlısı kollamaktadır. Ya da öğretmenlerin ifadelerine göre çocukların nişanlı olduğunun açıklanmama eğilimi artmıştır.


SONUÇ


Afyon ilinde çalışan ve öğrenimlerini orada sürdüren bir kısım Çayırbağlı gençler dışardan evlenmeye taraftar görünüyorlar. Böylece erken nişanlanmanın ortadan kalkacağını belirtiyorlar. Fakat onlar kendileri açısından konuya bakıyorlar. Çünkü tarım dışı gelir kaynağına ilde çalışarak sahip olduklarından, dışardan kız almanın giderlerini rahatça karşılayabilirler. Genç erkeğin bir meslek sahibi oluşu ile biraz da ailesinin katkısıyla bu işin gerçekleşebileceğini belirtiyorlar. Ayrıca evleninceye değin hazırlık da yapılabileceğini belirten bir kısım genç sadece düğün masrafıyla yabandan evlenmeye taraftar görünüyor. Oysaki köy içi erken nişanlanmalarda artık armağanların miktarı çok fazla olduğu için giderler artmaktadır. Başlık parası olmadığı halde armağanlar başlık parasını da aşmaktadır. Esasen bu durumdan köylüler de yakınmaktadırlar. Köy muhtarı, tepsi götürme ve çerez götürmeyi kaldırma girişiminde bulunarak armağan giderlerini bir miktar azaltmaya çalışmış fakat bunu başaramamış. Köylüler yine devam etmişler.

Öte yandan, köyde kendi toprağında çalışan gençler ise bu geleneğin devamında yarar görmektedirler. Çünkü geleneğin sürekliliğini sağlayan belirli işlevler ortaya çıkmaktadır. Bu işlevler:
  1. Kız azlığından ilerde evlenemeyecek gençlerin eşlerini önceden sağlamak.
  2. Namus anlayışıyla ilerde gelin olacak kızın sürekli olarak aynı köyde oluşu nedeniyle denetlenmesi, ahlaki vs. gibi yönlerden kızdan emin olunması.
  3. Akrabalık dolayısıyla malın bölünmemesi.
  4. Başlık parası vererek yabancı köyden evlenmemek.
  5. Kızın dışarıya gelin gitmesini engellemek.
  6. Köyde toplumsal dayanışmayı güçlendirmek.
  7. Tarımsal bir yörede erken evlenme ile çocuk sahibi olunarak işgüç sahibi olma isteği.
Gelenek, ülkemizin her tarafında yaygındır. Fakat toplumsal değişme sürecinde uygulanması azalmıştır. Bununla birlikte örnek olay olarak seçtiğimiz Çayırbağ köyü gibi uygulanan diğer yörelerdeki koşullar ve yukarda değindiğimiz işlevler nedeniyle geleneğin sürekliliği zorlanmış olmaktadır. Her ne olursa olsun, bireyin eş seçme olanaklarını ve özgürlüğünü çok erken yaşlara götürerek sınırlayan bu tür bir töreyi günümüzde benimsemek güçtür. Esasen koşullar değişmekte, özellikle kentsel kesimde aileler aynı yerde uzun süre oturmamakta, sık sık yer değiştirmekte ve çocukların evlenme konularında onların isteklerine yer vermektedirler.

On yıl sonra köye yeniden gittiğimizde bu konuda, fazla bir değişme görmedik. Bu konudaki tüm gelenekler aynen sürmektedir. Çünkü çocuk nişanlılığı geleneği, bazı işlevlerini sürdürmektedir. Bu işlevleri sürdüğü sürece de geleneğin ilerde devam edeceğini söylemek mümkündür.




l) M. Tezcan, "Beşik Kertme Nişanlı Geleneği...", 2. Milletlerarası Türk Folklor Bildirileri, c. 4.
2) M. Tezcan, agy.
3) A. Petekçi, agy.
4) S. V. Örnek, Geleneksel Kültürümüzde Çocuk, s. 202.
5) M. Tezcan, Beşik Kertme Nişanlı Geleneği.
6) M. Tezcan, agy.
7) M. Tezcan, agy.
8) A. Petekçi, agy.
9) M. Tezcan, agy.
10) M. Tezcan, agy.
11) M. Tezcan, agy
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #6
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye İlişkin Uygulamalar

Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye ilişkin Uygulamalar GiRiŞ Hukuk, modern ve ilkel toplumlara göre farklılık gösterir. Hukukun ne olduğu konusunda çok çeşitli tanımlar yapıl- mıştır. Bunlardan sadece bir tanesini belirtmek bile fikir verici olabilir. Roscoe Pound'a göre hukuk, "Siyasal ba- kımdan organize edilmiş toplumun gücünün sistematik olarak uygulanması yoluyla yapılan sosyol kontroldür." Burada, siyasal bakımdan örgütlenmiş toplumdan, "Dev- let"! anlayacak olursak çağdaş, modern toplumlarda huku- ki işlemlerin yerine getirilmesi, devletin işlevlerindendir. Oysaki ilkel toplumlarda ya da devletin gücünün görülme- diği bazı çağdaş toplumlarda da hukukun varlığını gör- mekteyiz, işte bu hukuk, halkın geleneksel olarak yaşadık- ları toplumda yaşattıkları uyguladıkları, gayrı resmi hukuk kurallarıdır. Geleneksel halk hukuku dediğimiz hukuk bu- dur. Halkın kendiliğinden uyguladığı ve uyduğu kurallar 96 Türk Ailesi Antropolojisi bütünüdür. Böylece halk kendi kendini sınırlar. Bu tür hu- kuk, bir toplumsal denetim aracıdır. Böylece halk, uyumlu bir biçimde hayatını sürdürür. Uyumu bozan, istenmeyen, kuralları çiğneyen davranışlar ise cezalandırılarak toplum- sal düzen sürdürülür. Devletin yasalan dışında kalan ve resmi niteliği olmayan bu hukuk kurallarının kaynağı ne- dir? Bunlar nasıl ortaya çıkmıştır? Kuşkusuz bu husus top- lumdan topluma değişir. Kimilerinde tarihsel koşullar, ki- milerinde etnik yapı, kimilerinde coğrafi, kimilerinde ise dini etmenler, bu kuralların ortaya çıkmasında rol oyna- mıştır. Geleneksel halk hukuku da halkbiliminin önemli ko- nuları arasında yer almış, bu konuda halkbilimcilerce araş- tırmalar yapılmış ve yapılagelmektedir. Çağdaş toplumlarda hukuk, kurumsallaşmıştır. Ayrı binalarda örgütlenmiş, kendine özgü personeli oluşmuş ve özel bir dil ile kavramlara sahip bir alandır. Oysaki gele- neksel halk hukukunda bu tür öğelerin hepsinin bulunma- sı şart değildir. Geleneksel halk hukukunda ahlaki kurallar önemli rol oynamaktadır. Bu hukuk kurallarına halk ge- nellikle uyar. Fakat yine de yüzde yüz uyum söz konusu değildir. işte biz bu incelememizde daha çok ülkemizde yer alan geleneksel hukuk uygulamalarından söz edeceğiz. Bunların çoğu kırsal kesimde hâlâ uygulanmaktadır. Böl- gelere göre, bölgenin etnik yapısına, organizesine göre dini uygulamalara, tarihsel koşullara bağlı olarak değişen bu uygulamalar, modern hukukun tüm ülkeye yaygınlaştırıl- ması ile giderek etkinliğini kaybetmektedir. Geleneksel halk hukukunu hangi kaynaklarda bulabi- liriz? Bir yazarımız bu kaynakları şöyle belirtiyor.1 a) Eski Türk Töresi: Islamdan önceki Türk hukuk uy- 1 A. R. Önder, "Halk Hukukunun Kaynaklan", Türk Folklor Araştırmaları, 1984. Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye ilişkin Uygulamalar 97 gulaması. b) Halk Edebiyatı Ürünleri: Mevcut atasözlerimizin, masallarımızın, halk öykülerimizin, destanlarımızın, söy- lencelerimizin bir kısmı tamamen hukuki niteliktedir. Ka- mu ve özel hukuka ilişkin birçok atasözlerimiz vardır. c) islam Hukuku Kalıntıları: Cumhuriyetten önce ülke- mizde uygulanan islam hukuku, bazı yönleriyle günümüz- de halk kesiminde uygulanmaktadır, imam nikâhı örneğin- de olduğu gibi. ç) Bazı Yerel Gelenek ve Görenekler: Ülkemiz birçok değişik uygarlıkların doğup yaşadığı eski bir ülkedir. Bun- ların kalıntısı olarak nitelendirilebilecek, günümüze kadar gelmiş bazı uygulamalar, kaynağı kesin olmamakla birlikte hâlâ mevcuttur. işte bu kaynaklarda halk hukukuna ilişkin uygulama- lar bulabiliriz. Şimdi, değişik halk hukuku uygulamalarını ele alabiliriz. EVLAT EDİNME GELENEĞi Toplumumuzda evlat edinme kurumu, yetişkin kişilerin ya da çiftlerin çocuk sevgisi, yardım isteği ve acıma duygu- su gibi çeşitli nedenlerle bir çocuğu kendi çocukları gibi benimsemeleri, onu gözetip yetiştirme sorumluluğunu yüklenmeleri olarak bilinir. Evlat edinme, bir sözleşmeye, özellikle aile hukuku sözleşmesine dayalıdır. Bu konuda Medeni Kanunun 257-258. maddelerinde yer alan evlat edinme akdi geçerlidir.2 Evlat edinmenin kaynağında temel olarak dini inanç- lar rol oynamaktadır. Özellikle atalara tapma dininde oca- ğın sönmemesi amacıyla ortaya çıkmış, zamanla siyasal, ekonomik, sosyal, ahlaki ve duygusal amaçlar ve nedenler 2 Ü. Gûrkan, "Evlat Edinme ve Beslemelerin Hukuki Durumu", Türk Hukuku ve Toplumu Üzerine incelemeler, 1974. 98 Turfe Ailesi Antropolojisi kurumun yaşamasında rol oynamıştır. Evlat edinenler, bu yoldan çocuk sevgisini tatmin etmişler, kendilerine iyilik eden, sevdikleri kişilere servetlerini bırakmışlar ve aile ad- larını sürdürmüşlerdir. Günümüzde evlat edinmeyi haklı kılan en önemli düşünce, kimsesiz, çaresiz, terk edilmiş çocukların korunmasını sağlamaktır. Bu tür çocuklar, ge- lişmeleri için en uygun ortam olan ailede şefkat, sevgi ve ilgi görmekte, bedenen ve ruhsal yönden sağlıklı bir kişili- ğe sahip olmaktadırlar. Evlat edinme, evlilik dışı doğan çocukların toplum dı- şı kalmalarını önlemiş, insanlar arasındaki dayanışma ve yardımlaşma yönünden yarar sağlamıştır. Evlatlık kurumu, ülkemizde Cumhuriyet döneminde kabul edilen Medeni Kanun ile pozitif hukuk düzenine girmiştir. Oysaki eskiden durum farklıydı. Eski Türklerde evlat edinme geleneği vardı. Örneğin Yakutlarda, evlat edinme, evlatlık alman ana ve babasının izniyle olurdu. Ana babaya bu izne karşılık olarak bir mik- tar mal verilirdi. Öksüzler de evlat edinilirdi. Evlatlık, ev- lat edinen ailenin tam hukuk sahibi çocuğu olurdu. Yani aileye kan ilişkisiyle bağlı çocuk gibi mirasçı olurdu. Uy- gur Türklerinde evlatlık sözleşmesinin yazılı yapıldığı hak- kında belgeler mevcuttur. Evlat edinenin çocuksuz olması gerekmekteydi. Osmanlı Imparatorluğu'nda islam hukuku geçerli ol- duğu için, bugünkü anlamında evlat edinme kurumuna rastlayamıyoruz. Islamiyetten önce kadınlar nesep yönünden mirasçı olamadıklarından, erkek çocuğıu bulunmayanlar "Ahd" (yemin) yoluyla kendilerine erkek varis edinmekteydiler.3 Ahd, iki yolla yapılıyordu. A) Hılf, B) Tebenni. Hılfda bir adam, diğerine "Kanım senin kanın olsun, sen bana ve ben sana varis oluruz. Sen benimle, ben de se- 3 Ü. Gürkan, agy. Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye ilişkin Uygulamalar 99 ninle talep edebiliriz" diyerek yemin ederler, hangisi daha önce ölürse, sağ kalan, bu yemin gereğince onun mirasçısı olurdu. Tebenni ise, tam anlamıyla evlat edinmeyi karşıla- maktaydı. Bir adam, başkasının oğlu için "Bunu oğul edin- dim ve bundan böyle bu oğlanın nesebi babasından değil bendendir" deyince, artık çocuğun nesebi, tebennide bulu- nana, yani evlat edinene nisbet edilir ve onun mirasçısı ka- bul edilirdi. Taraflar arasında gerçek bir akrabalık yarattı- ğından, tebenni, bir evlenme yasağı oluştururdu. Tebenni, Islamiyetin ilk yıllarında da uygulanmıştır. Evlat edinme, Kuran tarafından yasaklanmıştır. Ahzab suresinin dördüncü ayeti "Allah evlatlıklarınızı oğullarınız kılmamıştır. O, sizin ağzınızda lafızdır" hükmünü koy- muştur. Evlatlıklar da miras dışı bırakılmıştır.4 Tebenni, hukuki sonuç doğurmasa bile Osmanlı Im- paratorluğu'nda yaşamakta devam etmiştir. Medeni Kanuna göre en az kırk yaşında olan kadın er- kek, herkes evlat edinebilir. Evlilik dışı çocuklar, akraba- lar, evlat edinilebilir. Toplumumuzda ayrıca "Beslemelik" adı altında yaşa- yan ve tamamen geleneksel hukuka giren bir uygulama da vardır. Varlıklı aileler, yoksul ailelerin çocuklarını ya da öksüz, yetim çocukları küçük yaşlarda "Besleme", "Evlat- lık" gibi adlar altında yanlarına alıp, hizmetleri karşılığın- da bakıp yetiştirmişler, büyüyünce evlendirmiş ya da iş güç sahibi etmişlerdir. Bazı aileler, bunları bir miktar okut- muşlardır. Bu tür çocuklara evlat muamelesi yapılmamış olsa da, hiç olmazsa hizmetçi muamelesi yapılmamıştr. Fa- kat bazı aileler, beslemeleri de kendi çocukları gibi saymış- lardır. Yardımsever kişiler, "Evlatlık" olarak yanlarına al- dıkları bu çocukları sefaletten, terk edilmişlikten, suç işlemekten kurtarmışlardır. Fakat toplumumuzda bir kı- sım besleme kızlar da köylerden devşirilerek, boğaz toklu- 4 Ü. Gürkan, agy. 100 Türk Ailesi Antropolojisi Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye ilişkin Uygulamalar 101 ğuna evlerde çalıştırılmış, evin çocuklarına baktırılmış, ağır işlerde çalıştırılmış hizmetçiler niteliğindeydiler. Bu tür aileleri, komşuları daima kınamışlardır. Besleme olarak alınan çocuğun ana babasına, yakınla- rına ya da kendisine aylık olarak bir miktar ödeme yapılır. Beslemelerin durumu, Medeni Kanunda yer alan evlatlık- tan tamamen farklıdır. Beslemenin hukuki durumu, onun ana babası ile beslemenin çalıştığı ailenin yaptıkları bir an- laşmaya dayalıdır. Beslemeleri yanında bulunduranların borç ya da sorumlulukları vicdani olup, yaptırımını ahlak kuralları oluşturur. Hukukçuların çoğu, beslemelerin hu- kuki durumunu Borçlar Kanunu 314. maddede sözü edi- len hizmet akdi olarak görürler. BOŞANMA Geleneksel hukukumuzda boşanma, islam Hukuku ile Me- deni Hukuk ayrımına göre farklılaşır. Köylerimizde islam Hukukunun uygulandığı yörelerde boşanma, temel olarak kocaya tanınmış bir haktır. Koca, bu hakkını keyfi bir bi- çimde kullanabilir. Boşanmada hiçbir resmi müdahale söz konusu değildir. Kocanın "boş ol" biçimindeki iki sözü boşanmak için yeterlidir. Oysaki modern hukuk sistemle- rinde boşanma, eşlerin sağlığında onlardan birinin ya da her ikisinin istemi üzerine, yasada saptanmış olan belli ne- denlere dayanarak mahkemece verilecek bir karar gereğin- ce elde edilir, işte günümüzde geçerli olan boşanma kural- ları, Medeni Kanuna göre böyle bir anlayışı temsil etmek- tedir. islam hukuku da boşanmayı kabul etmiştir. Yalnız, önemli nedenlere dayanmayan boşanma, günah sayılmış- tır. islam hukukunda boşanma, "Talak" kavramı ile ifade edilir. Talak, hukukta kocanın tek taraflı iradesiyle hiçbir neden göstermeksizin ve hiçbir resmi makama başvurmak- sızın evlenmeye son verme yetkisini ifade eder. Bu nedenle modern hukuka ters düşer. Köylerimizde boşanma oranı kentlere göre azdır. Bu- nun kültürel, toplumsal pek çok nedeni vardır. Bunlardan birkaçına değinelim.5 a) Kırsal kesimde evlenme, sadece iki bireyi değil, fa- kat iki hane halkını ilgilendiren bir husustur. Böylece bo- şanma da iki hane halkını ilgilendirir, eşler, akrabaların- dan habersiz boşanma karan alma yetkisine sahip değildir. b) Akraba evliliklerinde yine, tarafların akraba oluşu boşanmayı engeller. c) Verilen başlık parası, erkeğin boşanma isteğini en- geller. Yeniden başlık parası vererek evlenemeyeceği için boşanmayı göze alamaz. ç) Çokeşli evliliğin mevcut olduğu kırsal yörelerde bo- şanma gerekli değildir. Eski eşinin evden ayrılmasına ge- rek kalmadan erkek yeni bir kadını eve getirebilir. d) Kırsal kesimde eşlerden birinin boşanması, ikinci evlilik yapma şanslarını azaltır. Bu husus, kadın için daha geçerlidir. e) Köyde toplumsal normların açıklığı, güçlü oluşu, toplumsal denetimin etkin oluşunu gerektirmiştir. Toplu- mun türdeş, tek türden oluşu da evlilikte istikrar sağla- makta ve boşanma azalmaktadır. O islam geleneğine göre evliliğin kutsallığı da boşan- mayı engellemiştir. g) Medeni Kanunla boşanma, bir ölçüde güçleşmiştir. îslam hukukuna göre uygulamada çok kolay olan boşan- ma, Medeni Kanuna göre zorlaşmıştır. Bu nedenle de kır- sal kesimde boşanma azalmıştır. Erkeğin, kadına para ver- mek zorunda oluşu da bu hususta rol oynamaktadır. 5 N. Berkes, Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1940. ÇEYiZ SENEDİ Anadolu'nun birçok yerinde çeyiz sergilemesi geleneği var- dır. Çeyiz sergileme, bazı yerlerde kızın evinde, bazı yer- lerde düğün sırasında damadın evinde yapılır. Rize dolay- larında düğün günü düğün evine komşular gelirler, çeyizi görürler. Rize'de Cumaya rastlayan bu güne "Paça Günü" denir. İsparta Barla bucağında yine Cumaya rastlayan bu güne "Gelin ertesi" denir.6 Komşu kadınlar damadın evine çeyiz görmek için davet edilir. Çeyizin tören havası içinde sergilenmesinin amacı kanıt saptanmasıdır. Yani boşanma durumunda anlaşmazlık çıktığı zaman kızın eşyasının ka- nıtlanması için tanık hazırlanmış olmaktadır. Bu işlem, ba- zı yerlerde yazılı olarak yapılır. Çeyiz senedi hazırlanır.7 Se- net niteliğindeki bu kâğıtta, çeyiz olarak verilen malların tek tek miktarı yazılıdır, iki taraftan kurulan bir heyet önünde imzalanır ve anlaşmazlık konusunda resmi bir bel- ge yerine geçer. Bu listelerde miktarlar yüksek tutulur. Sa- rıkamış Başköy'deki düğünlerde "Teçhizat varakası" dü- zenlenir.8 Gelinin ve damadın eşyası ayrı sütunlar halinde yazılır, her birine kıymet konur. Altını iki tarafın vekilleri ve şahit sıfatıyla imam ve muhtar imzalarlar. Bu belge, ba- şanma durumunda gelinin eşyasını alıp götürebilmesinin sağlanması amacıyla yapılır. MİRAS UYGULAMALARI Ülkemizde Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce miras, şeriat hükümlerine göre dağıtılmaktaydı. Mal, kız ve erkek kardeşler arasında farklı biçimde dağıtılırdı. As- lında bu, çok karmaşık bir sistemdi. Birkaç örnek verelim: Ölen kişinin bir karısı ve üç oğlu varsa bu dört hisse, ferai- 6 S. Kazmaz, "Milli Hukuk ve Folklor", Türk Folklor ve Holfe Edebiyatı, 1984. 7 M. Tezcan, Kültürel Antropoloji Açısından Başlık Parası Geleneği, 1981. 8 P. Magnarella, The Peasant Venture, 1979. Ülkemizde Geleneksel Halk Hukukunda Aileye tlifkin Uygulamalar 103 ze göre şöyle pay edilirdi: 1/4'ü karısına, diğer pay oğullara eşit olarak dağıtılırdı. Bir başka örnekte, tek oğul ve karısı varsa 8 pay kabul edilir, 1/8'i kadına, geri kalan 7 pay oğula düşerdi. Yine bir örnekte, ölenin babası, karısı ve iki oğlu var- sa, 48 hisse üzerinden, 6 hisse karıya, 8 hisse babasına, 17'şer hisse de oğullarına düşerdi. Elazığ Hal Köyü'nde kız çocuğa yarım, oğula bir hisse, eşe ise 1/8 hisse düşen bir uygulama vardı. Ayrıca, tek kız çocuğu olan ailelerde ma- lın 3'ü kıza, l'i de ölenin erkek kardeşine, yani amca ve oğulları gibi erkek tarafı akrabalarına verilirdi. Türk Medeni Kanununun kabulü ile erkek ve kız evla- dın aynı oranda miras alması kabul edilmiştir.9 Gerçeklik- te bu böyle olmaz. Fakat kızlara yine de daha az pay veri- lir. Bazı köylerde geleneksel olarak muhtar, imam, köy ileri gelenleri bir araya gelerek mülkü oğullar arasında eşit olarak bölerler. Yahutta bazı köylerde akraba ve büyükler- den oluşan bir heyet önünde mal paylaşılır. Kızlara da uy- gun bir miktar verirler. Bu miktar, daima erkeklerinkinden azdır. Çünkü kız, babasının malını alıp el oğluna götüre- cektir. Bu durum baba ocağının yoksullaşmasına neden olur. Eğer kızlar itiraz ederlerse mahkemeye başvurarak eşit haklarını alırlar. Fakat bu işin uzun sürmesi, kentten takip edilmesi nedeniyle kendi aralarında çözümlemeleri daha yaygındır. Bununla birlikte, son yıllarda kızların mahkemeye başvuruları artmıştır. Mahkemeye başvuranlar eskiden çevre tarafından da ayıplandığı için, kızlar hakları- na razı oluyorlardı. Kız, kendi hissesini satmak isterse, oğ- lan kardeşleri para ya da menkul eşya vererek onun hisse- sini satın alırlar. Köyden kente gidenlerin bir kısmı ise tarla ve bahçedeki haklarından vazgeçerek hisselerini kar- deşlerine bırakmaktadırlar. Sonuç olarak, mirasın eski yasaya göre bölünüşü ile 9 A. Eserpek, Sosyal Kontrol, Sapma ve Sosyal Değişme. 104 Türk Ailesi Antropolojisi yeni yasaya göre bölünüşü arasında büyük bir fark yoktur. Yani bu konuda yasadan çok, gelenekler egemendir. Örne- ğin Ankara köylerinde çocukların annesi, malın daima dörtte birini alır. Kız evlada para ve eşya verilir. Tarla ve ev vermek istenmez. Erkek çocukların pay alırken eşit alış- larında yaş farkı gözetilmez. Mal üleşmelerde ailelerde sık sık kavgalar, kırgınlıklar olur. Bu konularda cinayetler bile işlenir. Baba malı çok değerli sayıldığı için herkes payını almak ister. Mal bölü- şümü konusundaki kırgınlıklar, ağız kavgaları yıllarca sü- rüp gider. Bazı köylerimizde hayatta iken malının bir kısmını va- rislere bölmek geleneği vardır. YASAK İLİŞKİLER Yasak ilişkiler daha çok, evlilik dışı ilişkilerdir. Köyleri- mizde metres hayatına kesinlikle müsaade edilmez. Fakat sadece dini nikâhla evlenmiş aileler toplumumuzda azal- mış olmakla beraber, yine de mevcuttur. Bunlar arasında yasa nazarında meşru evlilik sayılmaz. Fakat köylü bu tür evlilikleri meşru sayar. Köyde gayn meşru ilişkilere yer ve- rilmemesinin bir nedeni dinidir. Müslümanlık bu tür iliş- kileri kabul etmez, günah sayar. Ayrıca bu konularda top- lumsal denetim oldukça güçlüdür. Toplumun bu tür ilişki- lere geleneksel olarak da hoşgörüsü yoktur. Ayrıca bu tür ilişkiler, yasal engellerle de sınırlandırılmıştır. Bu nedenle köylerde bu tür ilişkiler olsa da, genellikle gizli olarak ya- pılır. Açıktan açağa yapılmaz. Örneğin zina yapan kadının durumu açığa çıktıktan sonra artık o köyde kalması müm- kün değildir. Bu tür ilişkilerde bulunan erkeklere de iyi gözle bakılmaz, ayıplanır. Bu yüzden köylerde cinayetlere ve kavgalara rastlayabiliriz. Bekâr gençlerin sevişmeleri de açıktan açığa olmaz.10 10 N. Erdentug, Hal Köyû'nûn Etnolojik Tetkiki, 1956. EVLENME HUKUKUNA iLiŞKiN GELENEKSEL UYGULAMALAR Evlenme hukuku çok geniş ve farklı uygulamaları olan bir konudur. Burada en yaygın olan birkaç örneği ele alacağız. a) Kız Kaçırma: Ceza yasamızda kız kaçırma yasaklan- mıştır. Bununla birlikte geleneksel olarak bu yola hâlâ baş- vurulmaktadır. Kızın babasının istediği başlı parasını vere- meyen genç, ya kızla anlaşacak ya da onu zorla kaçırarak evlenmesi olayıdır. Burada ekonomik etmenler rol oyna- maktadır. Genç, başlık parasını verecek ekonomik güce sa- hip değildir. Bir başka neden de, kızın ana babasının da- mat adayım beğenmemeleri ya da çeşitli nedenlerle ona vermek istememeleridir. Kız da anne babasının seçtiği ada- yı beğenmez ve kendi seçtiği gençle kaçar.11 b) Çok Eşli Evlilik: Geleneksel hukukta islam dinine göre bir erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi müm- kün olduğu için modern hukuka ters düşen bir evlilik biçi- mi olan çok eşli evlilik uzun yıllar ülkemizde uygulanmış- tır, imam nikâhı ile birden çok kadınla evlenmek mümkün olmuştur. Halk bu tür evlilikleri meşru saymıştır. Devlet de zaman zaman çıkardığı çeşitli yasalarla bu tür evlilikler- den doğan çocukları meşru saymış ve nüfusta ana ve baba- lan üzerine yazılmalarını sağlamıştır.12 SONUÇ Görüldüğü gibi Türk toplumunda geleneksel hukuk uygu- laması son derece zengin ve çeşitlidir. Kuşkusuz bunda ta- rihsel geleneğimiz, Anadolu'nun sosyal ve etnik yapısı, din, geniş rol oynamıştır. Burada ele aldığımız örnekler -11 t. Yasa, Türkiye'de Kız Kaçırma Gelenekleri, 1962. 12 A. Eserpek, age. kuşkusuz tam değildir. Sadece çok belirgin olan temel ör- nekleri ele aldık. Anadolu'nun çeşitli yörelerinde bu konu- da daha nice örnekler vardır. Bunun için bu alanda bilim- sel araştırmalara gereksinimimiz var. Bu konuda çalışmalar yapılmamıştır. Şu da bir gerçektir ki, toplumsal değişme süreci içeri- sinde mevcut geleneksel değerlerimiz de değişmekte ya da ortadan kalkmaktadır. Bu alanda toplumumuz geliştikçe modern hukuk uygulamaları yaygınlaşmaktadır. Bununla birlikte, hâlâ yaşayan geleneksel halk hukukumuzu sapta- mak, onu yeterince anlamak ve yorumlamak Türk kültürü için gerekli bir uğraşı alanıdır. Özellikle geleceğe yönelik hukuk düzenlemeleri çalışmalarında toplumumuzun bu alandaki deneyimlerinden yararlanmamız bakımından ge- leneksel halk hukukunun saptanmasında yarar vardır. Mil- li kültür temeline dayalı, toplumla uyum halindeki yasalar, kuşkusuz huzur, mutluluk, hak ve adaletin gerçekleştiril- mesi açısından önemli bir role sahiptir, işte bu nitelikteki yasaların kaynağı, geleneksel halk hukukudur. Milli hu- kuk gerçekleştirilmesi çabalarında geleneksel halk huku- kunun bilimsel yöntemlerle değerlendirilmesi gerekir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #7
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları

Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları Geleneksel halk hukukunun en belirgin örneklerinden bi- risi, kan davaları geleneğidir. Temel olarak ilkel topluluk- lara özgü bir gelenek olan kan davaları bugün ülkemizin bazı bölgelerinde hâlâ görülmektedir. Kuşkusuz bu olayla- rın sürüp gitmesinin sosyolojik nedenleri vardır. Bu ne- denler de hiçbir zaman tek bir nedene bağlı olmayıp çeşitli biçimlerde görülmektedir. Böylece olayın kendisi de çok boyutlu bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Olayı şöyle tanımlayabiliriz: "Bir aile, kabile veya aşi- retin üyelerine karşı başka bir aile, kabile veya aşiret üyele- rinin çeşitli nedenlerle duydukları kin dolayısıyla birbirle- rinin hayatlarına son vermeleridir.1 Ülkemizin özellikle Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yoğunlaşan bu olayları az da olsa iç Anadolu ve Güney Anadolu'da görmek mümkündür. M. Tezcan, Kan Gütme Olayları Sosyolojisi. Aiieler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 109 NEDENLER Çok karmaşık bir süreç olan olayın, önce ilk başlangıç ne- denleri üzerinde durmak gerekir. Bu nedenler konusunda- ki genellemelerimiz bize önleme araçlarının saptanması bakımından yararlı olacaktır. Başlangıç nedenlerini şu bo- yutlar etrafında toplamak mümkündür: a) Ekonomik Boyutlar: Elimizde bulunan kısmi araştır- ma sonuçlarına göre olayı başlatan ilk nedenin büyük bir çoğunlukla toprak anlaşmazlıkları olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar aynı toprak üzerinde mülkiyet iddiaları, tarlaların sınır anlaşmazlıkları, sulardan, otlaklardan yararlanmada anlaşmazlık biçimlerinde görülmektedir.2 Ayrıca bu bölgelerdeki işsizlik durumu da kan gütme- nin sürmesini etkileyen ekonomik nedenler arasındadır. Çünkü belirli bir iş güçle meşgul olma, sürekli olarak bir işte çalışma, bu gibi olayların unutulmasına, yeniden can- lanmamasına yol açmaktadır, işi gücü olmayan kimselerin boş zamanları içerisinde böyle konulan konuşup olayların canlanmasına yol açtıkları söylenebilir. Ayrıca, işsizliğin yarattığı sinir gerginliği de bireylerin ufak ağız kavgalarının kanlı dövüş halini almasına yol aç- maktadır. Yine bu bölgelerdeki yoksulluk, olayların sürekliliğini sağlayan diğer ekonomik nedenler arasındadır. Örneğin bir ot yığınının (lod) kasten yakılması yüzünden hayvanla- rın kışın yiyeceksiz kalmasıyla iki taraf kanlı çatışmalara girmektedir. b) Toplumsal Boyutlar: Önce, kız kaçırmalardan ortaya çıkan olaylar bir toplumsal neden olarak görülmektedir. Kan güdülen bölgelerdeki başlık miktarının, düğün ve çe- 2 M. Tezcan, age, s. 32 vd. şitli armağan isteklerinin fazla oluşu ve kız ailesinin kızla- rını onun istediği kimseye vermemeleri, kız kaçırmaları doğurmakta, böylece kaçıran tarafla kız ailesi silahlı çatış- malara girişerek kan gütmeye yol açmaktadırlar.3 Kadın kaçırmalar ve zinalar da toplumsal görünümün başka biçimleridir. Çevre teşviki, olayın sosyolojik yönlerinden birisi de, çevrenin kan güden kimseleri çeşitli biçimlerde öç almaya tevsik etmesidir. Öç alma, bir şeref meselesi olarak görül- mektedir. Babasının veya en yakın bir akrabasının öcünü almayan kimse artık o çevrede şerefli ve haysiyetli olarak yaşayamaz. Çünkü çevrede daima kınanır, ayıplanır, hor görülür, kendilerine kız bile verilmez. Bir toplulukta adam yerine konup sözleri dinlenmez, kadın yerine konurlar. Üstelik bu kişiler yiğit, mert ve erkek olmamakla suçlandı- rılırlar. Çevrenin teşvik ve değerlerini ifade eden şu sözler ol- dukça ilginçtir: "Kısas kıyamete kalmaz; gün geçer, kin geçmez; kardeşinin kanım yerde bırakmadı; kanla ödenir kan..." Namus-şeref anlayışı da toplumsal nedenlerin diğer bir görünümüdür. Öyle ki birey, ailesinden annesi, karısı, kız kardeşine karşı gelebilecek herhangi bir olayda (küfür, laf atma, dedikodu vs.) namusunu temizlemek için gerekti- ğinde hayatı pahasına da olsa suç işleyebilmektedir. Bu du- rum da kan gütme olayına yol açmaktadır. Çünkü namus, Türk değerler hiyerarşisinde en başka gelenler arasındadır. Silah (aşıma geleneği- Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da genellikle bireyler yanlarında silah taşır ve evde silah bulundururlar. Hatta çocuklara küçük yaşlardan itibaren silah kullanma öğretilir. Bu durum köy- lünün güvenlik kaygılarından ortaya çıkmaktadır. Devlet güçlerinin gerektiği biçimde ulaştırılamadığı yerlerde halk, 3 M. Tezcan, Kage, s. 37 vd. 110 Turfe Ailesi Antropolojisi zorunlu olarak kendisini bizzat korumak için silaha sarıl- maktadır. Nüfuzlu kimseler, yine devletin kendi varlığını etkin olarak gösteremediği bölgelerimizde ağa, şeyh, aşiret reisi gibi kişiler kendi çıkarları açısından egemenlikleri altında- kileri kan gütme olaylarına kadar götürmektedirler. Ağaların, aşiret reislerinin nüfuz bölgelerini artırmak için birbirleriyle sürekli olarak mücadelelerinde halkı aracı olarak kullanmaları kan gütmelerin sürekliliğini sağlamak- tadır. Bu mücadeleler zaman zaman açıktan açığa, zaman zaman da perde arkasında gerçekleşmektedir. Yanlarında bulunan yanaşmalar da ayrıca bu olaylara karışarak hayat- larını feda etmek zorunda kalmaktadırlar. Ayrıca, aynı aşiret veya aile içinde kökeninde ekono- mik sorunların yer aldığı önder olma isteği de kan gütme- lere yol açmıştır. Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesin- deki olaylar bu türdendir. Yine, az da olsa bazı köylerde çeşitli partilere mensup kişilerin particilik yüzünden kan gütme olaylarına sürük- lendikleri de bir gerçektir. c. Hukuksal Boyutlar: Kan davalarının ilkel topluluk- larda ve gelişmemiş bölgelerde görülüşünün nedenlerin- den birisi de devlet otoritesinin buralarda kendisini güçlü olarak gösterememesidir. Böyle kamu otoritesinin veya devlet gücünün suçluyu yakalayıp cezalandırmak olanağı bulamadığı zamanlarda halk bizzat suçluyu cezalandırmak yoluna gitmiştir. Kan gütme bölgelerimizde kaatiller hemen cezaya çarptırılamamaktadırlar. Suçlular güvenlik güçlerinin ye- tersizliğinden dolayı yakalanamamakta, dağa çıkmakta ya da yargılanmaları yıllarca sürmektedir. Bu durum, karşı ta- rafın öç duygularını tahrik etmektedir. Hatta sık sık çıkarı- lan af yasaları da bu duygunun tahrik ve körüklenmesinde Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 111 önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü kısa bir zaman sonra katilin elini kolunu sallayarak köyde dolaşmasına karşı ta- raf tahammül edememektedir. Örneğin 1968 yılında Ur- fa'da her 1100 köylüye ortalama bir jandarma düşmesi bu konuda bize bir fikir verebilir.4 ç. Eğitsel Boyut: Olayın temel boyutlarından birisi de bu bölge halkının tamamen cahil olmasıdır. Araştırma so- nuçlarımız, bize, olaya karışanların çoğunun cahil veya il- kokuldan ayrılmış olduğunu göstermiştir. Böylece eğitim yetersizliğinden kendi dar dünyalannda doğal duygularıy- la baş başa kalan bu insanlar hırçın ve haşin olmaktadırlar. Başka bir araştırmada da 73 hükümlüden 19 tanesinin okur yazar, 35'inin ilkokul mezunu olduğu belirtilmekte- dir.5 Nedenleri çoğaltmak mümkündür. Fakat en belirgin olanları bunlardır. Bu nedenlerin dışında az da olsa, çocuk kavgalar, kumar, kadınların kavgaları, gasp, kaza, tavuk, köpek vs. hırsızlığı, bağdan bir salkım üzüm koparma gibi- lerini de eklemek mümkündür. Bununla birlikte, nedenler aslında iç içedir. Örneğin temelde ekonomik nedenin bu- lunduğu bir olaya kadın da girmiş olabilir. ÖNLEME Görüldüğü gibi olay çok boyutlu, ülkemizin diğer toplum- sal sorunlarına ilişkin çok yönlü bir görünüm içersindedir. O halde tek bir nedenle kan davalarını açıklamak müm- kün değildir. Bu yüzden bu konudaki önlemleri ileri sürer- ken çok yönlülüğü göz önünde bulundurmak gerekir. Ana- dolu'nun pek çok bölgesinde, çeşitli nedenlerle adam öldürme olaylarına rastlamaktayız. Fakat bunlar hiçbir za- 4 M. Tezcan, age, s. 45. 5 A. Unsal, "Kan Gütme Geri Kalmışlığın Alın Yazısı mı?" Cumhuriyet Gaze- tesi, 13 Haziran 1973. 112 Türk Ailesi Antropolojisi Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 113 man kan gütmeye dönüşmemektedir. Oysaki kan gütme bölgelerinde herhangi bir cinayet kan gütmeye dönüşmek- tedir. Çünkü yukarıda belirttiğimiz çeşitli boyutlar olayla- rın sürekliliğini sağlamaktadır. Özellikle bölgenin değerler sistemi olayları geniş ölçüde tahrik etmektedir, işte bu de- ğerler sistemi olayın başlangıcım oluşturan tek nedeni des- teklemektedir. Olayın çok yönlü oluşu, bir tek önlemin değil, pek çok önlemin alınmasını gerektirir. Öncelikle devletin bu bölgelerdeki feodal kalıntıları ve ilişkileri ortadan kaldıra- cak köklü önlemlere gitmesi gerekir. Aslında önlemlerden söz ederken her şeyden önce kan gütme bölgelerini olanakların elverdiği ölçüde kentle bü- tünleştirmek gerekir. Zira kentsel bölgelerde böyle olayla- rın görülmediği bir gerçektir. Yapılan köy araştırmalarında bu hususun doğrulandığı görülmektedir. Örneğin, Diyar- bakır'da iki köyde yapılan bir araştırmanın bulguları şöyle- dir: Kente 21 km. uzaklıkta çok yakın bir köyde kan güt- menin gerekli olduğunu savunanların oranı % 16.9, savunmayanlar % 78.8'dir. Kent etkisinin daha az olduğu kapalı bir köyde ise kan gütmeyi gerekli görenler % 93.1, görmeyenler % 4.6'dır.6 Devletin alması gereken önlemleri başlıca şu noktalar etrafında toplayabiliriz: a. Devletin ekonomik alandaki önlemleri öncelikle şunlar olabilir: • Toprak reformunu öncelikle gerçekleştirmek, • Toprak-insan ilişkilerini hukuksal güvenceye bağla- mak, • Tapu kadasto hizmetlerinin özellikle kırsal ve kan gütme bölgelerinde öncelikle ele alma ve hızlandırma yolu- 6 F. Başaran, Diyarbakır Köylerinde Vaziyetahjlarm (Attitudes) Değişmesiyle ilgi- li Psifeo-Sosyal Bir Araştırma. na gitmek gerekir. Çünkü sınırların belirsizliği önemli bir çatışma nedeni olmaktadır. Örneğin ülkemizde taşınmaz malların ancak % 30'unun tapuda kayıtlı olduğu, % 70'inin ya kayıt dışı ya da kayıtlı olmasına rağmen hukuki bir değer taşımadığı, ayrıca tapuda kayıtlı olan taşınmaz malların % 90'ının il ve ilçelere ait olduğu bilinmektedir.7 Bu du- rumda özellikle kırsal kesim açısından durumun ciddiye- ti ortadadır. • Ağa-köylü ilişkisini hukuksal anlamda işçi-işveren ilişkisi haline getirmek. • Bu bölgelerde işsizliği önleyici önlemlere öncelikle yer vermek gerekir. Özellikle tarım dışı çalışma olanakları- nın sağlanması önem kazanmaktadır. Bölgenin özellikleri- ne göre hammaddesi oralardan elde edilebilecek köy el sa- natlarının teşviki gerekir. • Üçüncü beş yıllık kalkınma planında öngörülen do- ğuya yatırımların yoğunlaştırılması ile ilgili hükümlerin tümünün uygulanması ve gerçekleşmesi. b. Hukuksal alanda devletin alması gerekli önlemler isç: • Bu bölgelerde suçluyu hemen yakalayıp adalete tes- lim etmek için güvenlik güçlerinin nicelik yönünden artı- rılması veya yeterli sayıya çıkarılması. • Silah kaçakçılığı ve silah taşıma ile ilgili yasaların et- kin olarak uygulanması. • Adalet reformunun gerçekleştirilmesi. • Kan gütme suçundan yargılananlara ölüm cezasının verilmemesi. Bu konudaki 450/10 cezanın değiştirilmesi gerekir. Çünkü böylece özellikle bu konudaki çocuk suç- luluğu da azaltılabilir. Bilindiği gibi sanık, kan gütmede ölüm cezası ile yargılandığı için öç alma işini 18 ve daha aşağı yaşlardaki çocuğuna yaptırıyor. Çünkü çocuk daha az ceza alıyor. Bu nedenle kan gütmeden yargılanan ço- cukların bu ceza indirimlerinden yararlandırılmaması ge- 7 Necati Mutlu, Köy ve Köylü Sorunları, s. 75. 114 Türk Ailesi Antropolojisi rekir. Suçun çocuklara ilişkin işletilme nedenleri arasında, büyüklerin cezaevine girmelerinin aileleri ekonomik ve sosyal yönden zayıflatacağı kaygısı da yer almaktadır. Ayrı- ca çocuklar, intikam duygusuna ve telkinlere daha çabuk kapılmaktadırlar. Diğer yandan ailevi sorumluluklarının fazla olmayışı onları suç işlemeye sevk eden etmenler ol- maktadır. • Çocuğu azmettirenlerin de mutlaka cezalandırılması yoluna gidilmelidir. Çünkü şimdiye değin hakimlerimiz azmettirenleri genellikle cezalandırmamaktaydılar. • Af yasalarının sık sık çıkarılması ülkemizde suçların artmasına yol açmaktadır. Bu nedenle af yasalarının çok seyrek, ancak fevkalade hallerde çıkarılması gerekir. c. Eğitsel önlemler: Araştırmamız sonucunda kan gü- denlerin % 99'unun cahil olduklarını gözönünde bulundu- rulursa bu bölgelere eğitim hizmetlerinin yoğun bir biçim- de öncelikle götürülmesinin önemi ortaya çıkar. Ancak eğitilmiş kimseler insanlık değerinin en yüksek ve sonul bir değer olduğunu kavramaktadır. Olaylarda eğitimli kişi- lerin bulunmaması bu yargımızı doğrulamaktadır. Esasen eğitim hizmetlerinin bu bölgelerde artırılması, olayların önlenmesinde etkin bir öğe olabilir. Çünkü eğitilen kişile- rin dünya görüşleri olumlu bir biçimde değişmektedir. Ör- neğin Karadeniz'deki Edilli Köyünde yapılan bir araştırma- da, "sizce kan davası güdülmesi gerekli midir?" sorusuna okuma yazma bilmeyenlerin % 92.3'ü "gereklidir", % 7.7'si "gerekli değildir" yanıtını vermiştir. Oysaki okuma yazma bilenlerin % 55'i "gereklidir", % 25'i "gerekli değildir" ya- nıtını vermiştir.8 Bu bölgelerdeki yoksul halkın çocukları için açılan yatılı bölge okullarının sayısının artırılması ve aynı okul biçiminin daha üst düzeylerde de kurulması (or- 8 V. Emiroğlu, Edilli Köyünün (Akçakoca) Kültür Değişmesi Bakımından incelen- mesi, s. 121 vd. Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 115 ta, lise gibi) yoluna gidilebilir. Kan gütme bölgelerimize baktığımızda oralarda okur yazarlık oranının çok düşük olduğunu görürüz. Okullar ve kitle iletişim araçlan yoluyla bu geleneğin ilkelliği üzerinde etkin bir biçimde durulabilir. Bu bölgelerde eğitimden daha önce nasibini alamamış, yetişkinlere dönük halk eğitim hizmetlerinin hızlandırıl- ması ve eğitimcilerin bu konulara derslerinde geniş ölçüde değinmeleri gerekmektedir. Halk eğitimi merkezleri, er eğitim merkezleri bu konuların işleneceği önemli kurum- lardır. Yetişkin eğitimde özellikle kadın eğitimine önem ver- mek gerekiyor. Çünkü ülkemizde kadınların daha az eği- tilmiş olmaları gerçeği ortadadır. Ayrıca bu konu bakımın- dan da kadın eğitimine önem vermenin gereği bir kere daha ortaya çıkıyor. Çünkü genellikle kadınlar, evin er- keklerine ve çocuklarına öç almaları için telkinlerde bu- lunmaktadırlar. Örneğin her zaman ve her fırsatta çocuğa babasının ya da bir yakınının öcünü almasını sözlü olarak telkin etmektedirler. Yine, ölen kimsenin kanlı gömlekleri- nin zaman zaman sandıklardan çıkarılıp çocuğa gösteril- mesi, ölenin herhangi bir eşyasının ya da fotoğrafının ço- cuğa gösterilmesi, çocuğa armağanlar vermek ve ağlayarak gözyaşlarıyla onları tahrik etmek de yine kadınlar tarafın- dan yerine getirilmektedir. Yine bu konuda sosyal hizmet uzmanları da kişisel ça- lışma ve grupla çalışma tekniklerinden yararlanarak top- lum kalkınması birimlerine atandıklarında bu konuya eği- lebilirler. Bunlar taraflarla konuşup olayın ilkelliğini, sonuçlarını tartışarak önleme konusunda hiç değilse eğiti- ci yönden rol alabilirler. Ayrıca bu uzmanlar, bölgenin il- ginç geleneklerinden de yararlanabilirler. Örneğin, Güney- doğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde çok görülen Kirvelik denen bir sanal akrabalık biçimi vardır ki bu uzmanlar 116 Türk Ailesi Antropolojisi düşman tarafları kirvelik yoluyla birbirleriyle akraba yap- maya gidebilirler. Kan akrabalığı kadar önemli sayılan bu ilişkide taraflardan biri, diğerinin çocuğunu sünnet olur- ken tutmaktadır. Kirveler birbirlerine sıkıntılı hallerinde, çocuklann evlenmelerinde, okutulmalannda, yaşamın tüm aşamalarında daima yardım ederler. Kirvelik aşiretler ara- sında da yapılabilir. Böylece iki aşiretin tüm üyeleri birbir- leriyle kirve olurlar. Artık kirve olan iki aşiret birbirleriyle kan gütmezler. Böylece, kirveliğin, anlaşmazlıkları sona er- diren uzlaştırıcı bir işlevi vardır, işte sosyal hizmet uzman- ları bu konuda tarafları kirve olmaya davet eden aracı ola- bilir. Din görevlilerinin de özellikle bu bölgelerdeki halka gerek camilerde, gerekse halkla birlikte oldukları her fır- satta bu geleneğin dinsel ve ahlaki bir nitelikte olmadığı telkin edilmelidir. Zira bu bölgelerde "intikam alanın cen- nete gideceği" inancı egemendir. • UZLAŞTIRMA KOMiSYONU Şimdiye kadarki uygulamada bu konuyla ilgili özel bir ku- ruluşun eksikliğini gördük. Daha önceleri Osmanlı Devleti zamanında "Musalâha-i Dem Komisyonları" adı altındaki bir kuruluş sırf olayla ilgiliydi.9 Mecelle ahkamı ile önleyi- ci ceza hukuku, güvenlik önlemleri sistemini birleştiren bu yasa, kan gütme cürümlerini önlemek için hazırlanmış- tı. Bu komisyonlarla, iki tarafın barıştırılması denenmiştir. Aralarında kan davası dolayısıyla düşmanlık bulunan aile- leri huzurlarına çağırıp sulhu sağlıyorlardı. Huzura çağrı- lan aileler gelmezlerse zorla getiriliyorlardı. Sulhe muvafa- kat etmeyenler zabıta nezaretine alınırdı. Kati lüzum halinde ise bir cinayeti önlemek için her ilde ikamet ettiri- lirlerdi. Şer'i hukuku aşmamak üzere fazlaca diyet hükmo- 9 M. Tezcan, age, s. 72. Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 117 lunurdu. Bu komisyonla ilgili kanunu muvakkatin uygu- lanma ve sonuçlan hakkında bir bilgiye sahip olmamakla birlikte böyle bir kuruluşun işlevleriyle bugün yeniden ku- rulması gerekliliğine inanmaktayız. Bu uzlaştırma komis- yonları o bölgede bulunan adli, mülki ve askeri merciler- den ve çevrede doğal önder olarak sözü geçen kimselerden oluşabilir. Bu komisyonların temel işlevleri, tarafları uzlaştırmak olmalıdır. Örneğin: a. Tarafları tazminat vermek koşuluyla barıştırmak yo- luna gidebilir. Bu görevini yerine getirirken her iki tarafın isteklerini de tatmin edecek, gurur ve şereflerini de gözö- nünde bulunduracak biçimde davranmalıdır. Esasen bu iş- lem, bazı bölgelerde halkın kendiliğinden uyguladığı bir çözüm yoludur. Tazminat olarak toprak, para, hayvan ve- ya herhangi bir eşya verilebilmektedir. Artık ölenin intika- mı alınarak karşı taraftan bir kimse öldürülmeyip onlardan tazminat (kan bedeli) alabilirler. b. Bu komisyon, taraflan kız alıp vermeye ikna ederek akraba olma yoluna başvurabilir. Çünkü böylece taraflar çoluk çocuk sahibi olarak artık kan akrabalığı biçiminde dostluklarını güçlendirmektedirler. Bu usul de halk arasın- da az da olsa uygulanmaktadır. c. Tarafları bulundukları yerden göç etmeye ikna ede- bilir. Mallarının satılmasına yardımcı olabilir. Çünkü göç de eğer tarafların barıştırılması olanağı yoksa olayları önle- mede etkin bir önlemdir. Düşman taraflar birbirleriyle kar- şı karşıya bulunmadıkları zaman artık kan gütmemekte ya da unutmaya çalışmaktadırlar. ç. Göç edenlerin yeni gittikleri yerlerde işe yerleştiril- meleri ve toprak almaları, ev yaptırmaları konusunda dev- letin tarafların mallan karşılığında özellikle ayıracağı bazı fonların ya da kredilerin (imar-iskân veya içişlerinde) ta- îaflara dağıtımının örgütlenmesinde yardımcı olmak. 118 Türk Ailesi Antropolojisi d. Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen 3236 sayılı ya- sanın 2. maddesinin hükmünün yeniden yasalaştırılarak bu komisyonun takdirine bırakılmasını uygun görmekte- yiz. Adı geçen maddede failini birinci maddede sayılan ak- rabaları ile yine failin amca, dayı, hala, teyze, yeğen, kayın- peder ve validesinin takdiren nakledilmelerinin mümkün olacağı öngörülmekteydi. Ancak bu kimselerin suç işlendi- ği sırada failin ikametgâhının bulunduğu kent, kasaba ve- ya köyde ikamet etmeleri gerekmekteydi. Faille aynı evde yaşamayan fakat çok yakın akraba olan bu kimselerin ihti- yari olarak nakillerine de bu komisyon karar verebilir. Aslında iptal edilen 1. ve 2. maddeler, anayasamıza ters düşmemektedir. Çünkü yerleşme özgürlüğü de diğer bütün özgürlüklerde olduğu gibi toplumsal gelişmeyi en- gellediği ölçüde sınırlanabilir. Çünkü kan gütme geleneği de toplumsal gelişmeyi engelleyen etmenlerden birisidir. 3236 sayılı yasanın iptal edilen maddeleri etkin bir ön- leme getirmekteydi. Adı geçen yasaya göre kan gütme saikı ile adam öldürenler ve buna teşebbüs edenler, mahkûm ol- dukları cezayı çektikten veya ceza herhangi bir nedenle düştükten sonra, ikametgâhlarının bulunduğu yerden bir başka yere nakledilebilirlerdi. Yasa, nakle tabi kimsenin is- tediği yere nakledilmesi esasını kabul etmişti. Ancak bu yerin eski ikametgâhtan en az 500 km. uzaklıkta olması gerekiyordu. Yasa, kan gütme nedeniyle adam öldüren ve- ya öldürmeye teşebbüs eden ya da başkasını bu suçu işle- meye azmettiren kimselerin usul ve füruğlarının, kardeşle- rinin ve eşlerinin de fail ile aynı evde yaşamak koşulu ile, zorunlu nakle tabi bulunduklarını öngörüyordu (Madde 1). Anayasa Mahkemesi'nce seyahat ve yerleşme özgürlüğü ile güvenlik önleminin şahsiliği ilkesine aykırı görülerek iptal edilmiştir. Biz bu hükmün etkili bir önlem olduğu inancındayız. Fakat yasanın bu maddesi şimdilik iptal edil- diğine göre kurulmasını öngördüğümüz uzlaştırma komis- Aileler Arası Çatışmalar: Kan Davaları 119 yonu eğer a, b, c, fıkralarında belirttiğimiz hususları yerine getirmeyi başaramazsa o zaman zorunlu olarak suç işleye- ni, teşebbüs edeni veya aynı çatı altındaki usul ve füruğla- riyle birlikte göç ettirmelidir. Kuşkusuz bu da yine bir ya- sal yetkiye dayanılarak yapılmalıdır. SONUÇ Böyle çok yönlü bir olay da çok yönlü önlemleri gerektir- mektedir. Özellikle ülkemizin azgelişmiş yörelerinde görü- len bu olayların azaltılması, bu bölgelere kamu hizmetleri- nin yeterli sayıda götürülmesiyle gerçekleşebilir. Kan gütmenin kentsel bölgelerde görülmemesi de bu bölgeleri kentle bütünleştirme gereğini bir kere daha ortaya çıkar- maktadır. O halde çok yönlü bir hizmet götürümü biçi- mindeki bir yaklaşım bu bölgeleri kentle bütünleştirebilir. Özellikle bu bölgeleri kalkındırmaya yönelik çabaların yo- ğunlaştırılması önem kazanmaktadır. Sanayileşme süreci içerisinde bulunan toplumumuzda olayların kendiliğinden azaltılması, bu bölgelerin de bu sürece dahil olmasıyla sağ- lanabilir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #8
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ailede Giyim Kültürü

Ailede Giyim Kültürü Giyim, insanlıkla birlikte olan, ilkel toplumdan çağdaş topluma geçerken önemini daha fazla artıran bir olgudur. Giyim aslında maddi kültürün bir öğesidir. Fakat, aynı za- manda toplumsal bir içeriğe sahiptir. Biz, bu bölümde giyi- min toplumsal yönlerine değineceğiz. Giyim, elbise, çamaşır, saç şekilleri, makyaj, aksesu- var, başa ve ayağa giyilenlerin tümü demektir. Ailenin or- taya çıkışı ile örtünme başlamış ve zamanla gelenek ol- muştur, insanların giyimi, birçok etmene bağlıdır. Onların toplumsal ve estetik değerleri, dinsel inançları ve uygula- maları, cinsiyet ve yaş, tabaka ve meslekleri ve o andaki durumları (evlenme, gömülme, yas) gibi. Birçok etmen {bazıları teknolojik) ne, nasıl, nerede, ne zaman giyinilin etkiler. Giyimin işlevleri Giyimin pek çok işlevi vardır. Biz burada birkaçına değine- ceğiz. a) Giyim yoluyla insan, yeryüzünün neresinde olursa olsun kendisini, vücudunu, hava ve diğer çevresel etmen- lerden (zararlı nesneler, böcekler) korur.1 Bu bakımdan gi- yim, insanın ilk elde ettiği, sahip olduğu nesnedir. Yoksul kimsenin bile bir giysisi vardır. b) Giyim insanlar için süs olma işlevine sahiptir. Şık giyinmek, insanın güzel görünmesi için gerekli sayılmıştır. c) Giyim, vücudun açık saçık sayılan, ayıp sayılan yer- lerini kapatma işlevini görür.2 ç) Giyim, kişinin toplumsal, siyasal, ekonomik ya da mesleksel statüsünün göstergesidir. Yani, giyim, bir statü simgesidir.3 Örneğin Meksika Azteklerinde sadece bazı sı- nıflar özel tüy dekoreli giysi parçaları giyinirlerdi. insanlar hakkında ilk yargının, kişilerin giyimine, dış görünüşlerine bakılarak verildiği bir gerçektir. Pasaklı, dü- zenli, temiz kişi dendiğinde giyim başlıca gösterge olarak kullanılmaktadır. Dış görünüşün içinde, giyilen eşya, ayakkabı, çanta gibi tüm aksesuvar, makyaj, saç tuvaleti de vardır. Böylece giyim, başkaları üzerinde yaratılmak iste- nen olumlu etkiyi gerçekleştirmede, kişinin toplumdaki yerini belirlemede bir araç olarak kullanılır. Bir yazar şöyle der: "Eğer kadın ve erkekler, iş istedikleri zaman giyimle- rinin ne kadar dikkatle incelendiğini bilseler, giyimlerine daha çok dikkat ederlerdi."4 Nasrettin Hoca'nm "Ye kür- küm" öyküsü giyimin statü aracı olarak kullanılışının en güzel örneğidir. Bu nedenle, yine bir yazarın dediği gibi, 1 H. Beals-Hoijer, An Introduction To Anthropology, s. 368. 2 H. Beals, age, s. 368. 3 H. Beals, age, s. 368. 4 G. Gûnvaran, Giyimde Ön Bilgiler, s. 9. Ailede Giyim Kültürü 123 seçeceğiniz arkadaşları, gideceğiniz yeri bile giyiminiz ta- yin eder. d) Kendini göstermek, hoşa gitmek arayışı içinde olan kişiler için giysi, insana doyum sağlayıcı bir araç olma işle- vine sahiptir. e) Giyim, insan vücudunun özürlü sayılan yanlarını kapatmak biçiminde bir işleve de sahiptir. O Giyim aynı zamanda insana güven sağlar. Bir yazar, giyimin nedensiz korkuların yatıştırılmasında ve kendine güvende rol oynadığını söyler. "Eğer biz kendimizi iyi gi- yinmiş hissetmezsek sahnede rolünü iyi ezberlememiş bir oyuncudan farkımız olmaz, onun gibi huzursuz oluruz" der. Kendimizi daha rahat ve güvenli hissetmemiz için iyi giyinmemiz söz konusu olabilir.5 Böylece giyim, kişinin kendine güvenini sağlar ve ken- dini saydırma isteğini de karşılar. Özellikle üniformalar bunun bir örneğidir. g) Giyim, sinema, tiyatro gibi bazı sanat dallarında canlandırılmak istenen tipi yaratmak için bir araç olarak da kullanılır. O halde giyim, sadece günlük yaşamda değil, bazı sanat kollarında da gerekli bir olgudur. h) Giysiler bir meslek göstergesi işlevine de sahiptr. Hoca olan kimsenin sarık sarması, polisin, askerin özel giysisi gibi. Giyimin işlevlerine değindikten sonra şimdi de bazı il- kel toplumlarda giyim olgusuna bir göz atalım. ilkel Toplumlarda Giyim Batı Afrika'da tarımsal bir topluluk olan Lo Wiili'lerdeki kadınlar yeni koparılmış iki daldaki yapraklardan başka bir şey giyinmezler. Vücutlarının ön ve arka tarafına takar- lar. Bunu dar bir kemerle bağlarlar. Komşu bir grupta ise, 5 G. Günvaran, age, s. 10. 124 Türk Ailesi Antropolojisi yün ya da pamuktan yapılmış dizlerine kadar etek giyerler. Bazı çöl kabilelerindekiler (Bedoin gibi) baştan ayağa ka- dar giyinirken, aynı sıcak iklimde olan Avustralya çöllerin- dekiler hemen hemen hiçbir şey giyinmezler. Kuzey Ame- rika'nın bazı soğuk bölgelerindeki yerliler kürk giyerken, Güney Amerika yerlileri ince bir örtü örtünürler.6 ilkel dönemlerde genellikle elbise giyilmemiştir. Hay- van dişlerinden yapılan bilezikler ve kolyeler, bunları kulla- nan savaşçıların hangi kabileden olduklarını, öldürdükleri hayvanların sayısını düşman kabilelere gösterip, kahraman- lıklarının derecesini belirtecek niteliktedir. Bunlar, ayrıca estetik amaçlarla da kullanılmaktaydı.7 ilkel toplum insanındaki işaretler ve döğmeler, onla- rın vücutlarına bulaşan düşman kanlarının çabuk silinme- sini önlemek ya da onların uzun süre kalmasını sağlamak içindir. Bugün de bu amaçla yapılan döğmelere Maori ka- bilelerinde rastlamaktayız. Döğmelerde her işaretin bir an- lamı vardır.8 Kadının süslenme isteği, sürekli olarak değişik ve süs- lü giyim eşyalarının yapılmasına yol açmıştır. ilkel toplumda erkekler, avladıkları hayvan postlarıyla örtünmüşlerdir. Bu postlar, kesilmeden, vücuda oturma- mış olarak ve çoğunlukla iki parça halinde omuzdan bağ- lanarak kullanılmıştır. Posttan elbiseler, hayvanın duru- muna göre, kürklü tarafı içe ya da dışa getirilerek omuzu açık bırakacak biçimde taşınmıştır.9 Bugün de Eskimolar ve Laponlarda ülkelerindeki so- ğuktan, kardan korunmak için kürk ve hayvan postların- dan giysiler kullanmaktadırlar. Bazı ilkel toplumlar da so- yulmuş ağaç kabuğunu örtü olarak kullanmışlardır. Bu kabuklara sonraları pililer yapılmış ve meyve sularından 6 P. Hammond, An Introouction to Cultural and Social Anihropology, s. 70. 7 S. Tizer, Giyim Tarihi, s. 2. 8 S. Tizer, age, s. 2. 9 S. Tizer, age, s. 3. Ailede Giyim Kültürü 125 çeşitli desenler çizilerek kumaş görünümü vermişlerdir. Bu tür giyim de süs niteliğinde sayılmıştır. Bugün Pasifik yerlilerinde bu tür giysiler görmekteyiz. Bu giysiler topa olarak adlandırılmakta ve ağaç liflerinden yapılmaktadır.10 ilkel dokuma, ilkel kabilelerde, peştemal ya da kuşak- lar halinde kullanılmış ve bunlar da, süslenme, korunma ve örtünme amacıyla hazırlanmıştır. Önceleri kadın giyi- mi, deri ya da otlardan yapılmış kısa bir etekti. Keten ve yün dokumalar daha sonralan kullanılmıştır. Vücudun üst kısmı kolyeler ve pantantiflerle (iğne) süslenir, fırtınalı ha- vaların dışında çıplak bırakılırdı. Böyle havalarda omuzlar ve başın üzeri şalla örtülürdü. Bugün Doğu Hindistan'da kullanılan sari bu tip giyimin gelişmiş biçimidir.11 Bazı ilkeller, bedenlerinin belli kısımlarının, özellikle cinsel organlarının büyüsel etkilerle gücünü kaybedece- ğinden korktukları için onları örterler. Eskimolar dışarda iken çok sıkı giyinirler, kulübeleri- nin içinde ise çırılçıplak dolaşırlar, ilkel toplumlarda utan- ma duygusu sonucu giyinmenin Hıristiyan misyonerleri- nin etkisiyle geldiği belirtilmektedir.12 ilkellerde en basit giyim, bacaklar arasına geçirilen ve cinsel organları gizleyen bir örtüden oluşur. Bu örtü, ot, çayır, saz, deri, işlenmiş ağaç kabuğu, post, kumaş olabilir. Önlük biçiminde daha gelişmiş örtüler de vardır. Panto- lon, binici halklarla kutup kuşağında yaşayanlarda vardır. Kutup bölgesinde deri çizmeler kullanılır. Örme sandallar Asya ve Kuzey Afrika'da yaygındır. Deriden yapılma ayak- kabı ve sandallara Asya'nın yüksek kültürleriyle, Kuzey Amerika yerlilerinde rastlanır, ilkel toplumlarda çeşitli tekniklerle kumaş yapımı ve boyanması söz konusudur.13 10 S. Tizer, age, s. 3 11 S. Tizer, age, s. 3 12 S. V. Örnek, Etnoloji Sözlüğü, s. 94. 13 S. V. Ûmek, age, s. 95. Millilik Öğesi Olarak Giyim Giyim, bir kültürde milliliği oluşturan öğelerden biridir. Giyimde de millilik söz konusudur. Özellikle türlü millet- lerin onları öbür komşu milletlerden ayıran, kendilerine özgü giyinme biçimi ve giydikleri elbiselerdir. Bu nedenle çeşitli giyiniş biçimlerinden o insanların karakterlerini ve düşünce tarzlarını çıkarmaya çalışanlar da vardır. O halde giyim, bir ülkenin, bir devrin, bir kişinin özelliklerini be- lirten bir araçtır. Uygarlığın değişimlerini yansıtır. Her uy- garlık, karakter ve yaşam biçiminin etkisiyle giyimde fark- lılıklar yaratmıştır. Beğeninin ve ayrıca uygarlıkla, ahlakı etkileyen değerlerin bir ifadesidir. O halde toplumu ve be- lirli bir devri simgeler. Saray giysisi, ortaçağ giyimi dendi- ğinde bu anlamlar ortaya çıkar. Toplumun ahlaksal değer yargılarının giyimde önemi oldukça fazladır. Hiçbir kimse, yaşadığı toplumun bu değer yargılarının biçimlendirdiği giyim tarzından farklı giyinemez. Aksi durumda toplum dışı bırakılan, olumsuz yönde eleştirilen bir kişi durumu- na düşer. Türklerde Giyim Türk toplumu yüzyıllar boyu zengin bir giyim kültürüne sahip olmuştur. Bu zenginlik, giyim biçimlerinde olduğu kadar giyim malzemelerinde de kendini gösterir. Anado- lu'nun geçirdiği çeşitli dönemler, uzun tarihsel geçmişi, Orta Asya etkisi, başka kültürlerle teması da giyim çeşitlili- ğinde ve zenginliğinde geniş rol oynamıştır. Farklı tarımsal düzeyde olan toplumlarda giyimde de farklılıklar söz konusu olabilmektedir. Pamuk, pirinç tar- lalarında çalışan ovalardaki insanların giysisi ile göçebe kültürüne sahip at üzerinde hayvan güden toplumlarda farklı giyim olacağı doğaldır. Hayvancılıkla geçimini sağla- Ailede Giyim Kültürü 127 yan Türkler için çalılara, taşlara, soğuğa karşı dayanıklı el- biseler gerekliydi.14 Türklerin ata entari ile binmeleri söz konusu olamazdı. Bu nedenle atın sürtünme ve bacaklarda yara açma gibi tehlikelerinden korunmak için kalın panto- lon ve çizme giymeleri gerekliydi. Yine, hayvancılıkla geçinen Türklerin yiyecek ve silah- larını asabilmek için kalın deri kemerlere gereksinimleri vardı. Ayrıca sürekli olarak açık havada gezmek nedeniyle kalın palto ve kürk kullanmak zorundaydılar.15 Soğuğa ve rüzgâra karşı kulaklıklı ve enselikli şapkalar da doğa ko- şullan ve iklimin etkisiyle kullanılıyordu. Bozkır Türk giysilerinin malzemeleri ise yün (koyun, keçi, deve yünü), deri (koyun, kuzu, sığır, tilki ve az mik- tarda ayı derisi) ve kürkten oluşmaktaydı. Eski Türkler bez dokur, giyecek için kendir yetiştirir, yün kumaş ve bezden iç çamaşır giyerlerdi.16 Göçebe Türkler, yaşayışlarının gereklerine uygun, ya- ni ata binmekte, çabuk davranmakta hareket serbestliği sağlayan bir kılıkta gezerlerdi. Pantolon giymek, savaşçı kabilelere özgü bir giysi tü- rüydü. Ata binen herkes pantolon giymek zorundaydı. Bu nedenle bozkırın tipik elbisesi ceket pantolondu. Ayrıca deri pantolonlar, uzun at yolculuklarında vazgeçilmez bir giyim türüydü. Çünkü süvari en rahat biçimde böyle giyi- nebilirdi. Atları olan diğer Orta Asyalıların giyimi de yine deri pantolon, çizme ve kürkten oluşmaktaydı.17 Pantolonların dar paçalı olanları çizme ve dizlik giy- mek için gerekliydi. Kürk, Türklerin en eski giysi araçlarından biridir. Ay- rıca elbiselerin üzerinden geçirilen altın kabartmalı kemer- ler, başın etrafından dolandırılan ipek sarık, süs malzeme- 14 B. Ûgel, Türk Kültür Tarihine Girij, c. 5, s. 2. 15 B. Ögel, age, s. 2. 16 1. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 306. 17 B. Ögel, age, s. 101. 128 Türk Ailesi Antropolojisi leri olarak kullanılmaktaydı. Dericilik, hayvancılıkla geçmen kavimlerin ikinci bir mesleği olarak gelişmişti. Bu nedenle eski Türklerde ve Osmanlılarda dericilik çok gelişmişti. Deri, eski Türklerin günlük yaşamında ve giyiminde önemli bir rol oynamak- taydı.18 Deri, atların eyer ve koşum takımları için de kulla- nılıyordu. Atlı-göçebe ve çoban kavimlerin günlük yaşamları de- riden ayrı olarak düşünülemezdi kuşkusuz. Ceket-pantolon biçimindeki dikişli giysi, giysi tarihi- nin en gelişmiş aşamalanndan biridir, işte bu giyimin kö- keni, Orta Asya Türklüğüdür.19 Çin'e pantolonu ilk kez Orta Asya Türklerinin ithal ettikleri belirtilmektedir. Atlı birlikler yoluyla Türk Süvari giysisi olan ceket, pantolon, Hun başlığı ve çizme de Çin'e girmiştir.20 Montandon, Or- ta Asya giyimini şöyle tanımlıyor: Uzun pantolon ya da çizmeli kilot, bol ve uzun kaftan, serpuş olarak da börk ya da kalpak.21 Yine Montandon, kalpağın iranlılarla Türklerden geç- tiğini ve çizmenin de Çin'e ve Avrupa uygarlığına Orta As- ya Türklerinden geçtiğini kaydetmektedir.22 Antropolog Robert Lowie de, pantolon, ceket ve deriden ayakkabılarıy- la Orta Asya giyimini temsil eden Iskitler'in bugünkü Av- rupa giyimine Yunanlılarla Romalılardan daha yakın ol- duklarını saptamıştır.23 Bugünkü modern giyimin ilk tipi olan bu bozkır tarzı, Çin'de MÖ dördüncü yüzyıldan, Avrupa'da MS beşinci yüzyıllardan, Bizans'ta altıncı yüzyıldan itibaren Türk usu- lüne göre yapılan askeri ıslahat sonucunda dünyaya yayıl- ış B. Ögel, age, s. 162. 19 1. Danişmend, Medeni Kıyafetin Batıya Türklerden intikali. 20 1. Kafesoğlu, age, s. 276. 21 1. Danişmend, age. 22 1. Danişmend, age. 23 1. Danişmend, age. Ailede Giyim Kültürü 129 mıştı. Başka kavimler kopça kullandıktan halde, Türkler düğme kullanmışlardır. Türkler soğuk ve sıcak havalarda ayrı ayrı pelerin de giymişlerdir. Ayaklarına çizme, başlarına börk giyiyorlardı, ileri gelenlerin, yöneticilerin başlıkları daha uzun ve göste- rişliydi. Türk erkekleri, uzun kesilmiş saçlı ve bıyıklıydı- lar.24 Türk erkeklerinin uzun saçlı oluşu tarihsel birçok kaynakta belirtilmektedir.25 Kök Türkler, eski atlı göçebeler geleneğinde, keçeden, yünden deriyle kürkten ve Çin ipeğinden giysiler, börkler, kaşgarinin börüt, çangşü ya da çeyrek dediği kısa hırka ve mintanlar, kaftanlar, çakşırla etük (çizme) ya da çarık gi- yerlerdi. Kırgız erkeklerinin (Oğuzlar gibi) küpe taktıkları söylenir.26 Türk giysilerinin belli başlı parçaları şunlardır: 1) içlik (baştan geçirilen ve belden bir kuşakla sıkılan gömlek), 2) Üstlük (önü açık, kısa kollu ya da kolsuz düğ- mesiz ceket), 3) Dizlik (kısa ya da çizme içine girecek ka- dar paçalı pantolon), 4) Örme çorap, yumuşak, kısa çizme, koyun postundan külah, bu giyimin belli başlı parçalarıy- dı. Islamiyetin yayılmasından sonra peşli entari giyme usulü Horasan Türklerinden başlayarak bütün kentlilerde görüldü. Bazen buna üstten bele sarılı kuşak da ekleniyor- du. Osmanlılarda köylü, kentli, katip, kadı, çeri sınıfları kendilerine özgü giysiler oluşturdular. Bıyık Türklerde bıyık, uzun yıllar erkeklik simgesi olarak kulla- nılmış ve bıyık hiç kesilmemiştir. Gençler, toplumsal ko- 24 1. Kafesoğlu, age, s. 306. 25 E. Esin, /slami_yetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve Islama Giriş, s. 10. 26 E. Esin, age, s. 107. 130 Türk Ailesi Antropolojisi marnlarına göre bıyıklarının biçimi ve bakımı ile geniş öl- çüde uğraşmışlardır. Son yıllarda bıyığın biçimi, o kişinin siyasal görüşünü temsil etmekteydi. Bıyığa çok önem ve- ren bir toplum olduğumuz için çok çeşitli bıyık türleri ge- liştirilmiştr. Bunların isimlerinden birkaçım belirtelim: Kaytan bıyık, pala bıyık, burma bıyık, pos bıyık, bektaşi bıyığı, yasdık bıyık, pis bıyık, pırasa bıyık. Orta Asya'da yapılan kazılarda ele geçen insan resim- lerinin hemen hemen hepsinde burulmuş bıyıklara rastla- nır.27 Osmanlı Sarayının, sultanlarının yönetim mekanizma- sının, ordusunun, din örgütünün, iş örgütünün ve halkla- rının giyimleri, geleneklere ve düzene bağlı olarak yüzyıl- larca ayrı biçimleri ve özellikleriyle sürüp gitmiştir. 18. yüzyıldan sonra Osmanlı Türklerinin kentlileri daha Avru- palı giyinmeye başladılar. Çeşitli feslerle setre (ceket), pantolon 19. yüzyılda yayıldı. Kadınlarda ferace-yaşmak ve çarşaf yine bu çağın giysilerindendi. Kadın Giysileri Sosyoekonomik tabakalara göre kadın giyimi, saray giyimi, saray dışı kent kadınlarının, Anadolu kadınlarının giyimi gibi bir ayrıma tabi tutulabilir. Eski kadın giysilerinde iki tür dikkat çeker: Ev içi giyimi ve sokak giyimi. Eski Türk kadınının asıl yaşamı ev içinde geçtiği için ev içi giysileri da- ha zengindir. Bu giysileri gömlek, dizlik, iç yeleği (sutyen) gibi çamaşırlarla entari, şalvar, üç etek gibi giyecekler, hır- ka ve kürk gibi üstlüklerden oluşur. Eski Türk kadınının giyiminde üç eteğin ayrı bir yeri vardır. Üç eteğin altına şalvar, içine helali gömlek giyilmiş ve beli genellikle gü- müş bir kemerle sıkılmıştır.28 27 B. Ögel, age, s. 310. 28 Türk islam Sanatı, s. 51. Ailede Giyim Kültürü 131 Sokağa çıkan kadın, üzerine ferace, yeldirme ve maş- lah gibi giysiler giyerdi. Bilgilere göre eski kadınlar, yaklaşık 90 çeşit şalvar giymişlerdir. Dar, büzgülü, kısa, uzun, bilekten bağlı, diz boyunda olanı, düzü, vereviyle.29 Kadın Başlıkları ve Toplumsal Anlamlan Anadolu'da yöresel kadın giysileri ve başlıkları oldukça çe- şitli, canlı ve anlamlıdır. Özellikle yörük giysi ve baş süsle- meleri bu konuda çok zengindir. Yörük giysilerinde ve baş süslemelerinde çiçeklerin dili vardır. Yörük erkeği ve kadı- nı, baştan aşağı çiçek şekilleriyle süslenmiştir. Başa takılan el yapısı binbir çiçek şekli, oyalarla, yazmalarla, dokuma- larla canlandırılmıştır. Doğada bulunan kır çiçekleri, bah- çe çiçekleri, meyve çiçekleri renkleriyle ve biçimleriyle gi- yime yansımıştır. Başa takılan çiçekler ve başa bağlanan çiçek oyaları çeşitli anlamlar taşımışlardır. Buluğa ermiş genç kızı, nişanlı kızı, yeni gelini, evli kadını, umutsuz sevgiliyi, âşık delikanlıyı, sözlü genci, damadı, üç yıllık ev- li kadını, 7 yıllık evli erkeği, oğlu kızı olan anayı, hep başı- na taktığı çiçeklerden anlarız.30 Örneğin sümbül çiçeği oyasını, âşık genç kız ya da nişanlı kız başına bağlar. Süm- bül, aşkın ve mutluluğun simgesidir. Mor sümbül âşık kı- zı, pembe sümbül nişanlı kızı, beyaz sümbül bağlılığı anla- tır. Basma taze karanfil takan delikanlının yavuklusu var demektir. Karanfil çiçeği oyasını gelinler, evli kadınlar ta- karlar. Gül oyasını bazı yörelerde gelinler, bazı yörelerde kızlar bağlarlar. Sarı nergis oyasını bağlayan kadın umut- suz aşkını duyurur çevresine. Erkeği gurbete giden kadın, yaban gülü oyasını kullanır. Badem çiçeği oyasını, sevdi- ğiyle evlenecek kız seçer. Erik çiçeği oyasını, gelinler bağ- larlar. Kocasıyla arası nahoş olan yeni gelin, biber baharı 29 Türk tslam Sanatı, s. 55. 30 S. Tansuğ, Anadolu'da Türkmen ve Yörük Kadın Gryimîeri. 132 Türk Ailesi Antropolojisi çiçeği oyasını başına sarar. Eğer kırmızı acı biber oyası bağ- lamışsa, kocasıyla arasının biber gibi acı olduğunu belirtir. Genç hamile kadın, başına "müjde oyası" takarak be- bek beklediğini ilan eder.31 Oğlu kızı olan, yeşil yapraklı dal oyası takar başına. Yörük kadını, her çeşit malzemeyi süs için kullanır. Çiçek, bitki tohumları, çekirdekler, bon- cuk, pul, düğme, ilik, deniz kabuklan, renk renk iplikler, yün parçaları, püsküller, at kılı, deri parçalan, madeni par- çalar, çaput ve bez parçalan, parlak renkli çikolata kâğıtları gibi. Başlıklar: a) Bebe başlığı, b) Genç kız başlığı, c) Gelin başlığı, ç) Yeni evli kadın başlığı, d) Çocuklu kadın başlığı, e) Dul kadın başlığı, O Kırk yaşına varmış kadın başlığı, g) Oğlu askere gitmiş ana başlığı, h) Nene başlığı gibi gruplara ay- rılabilirler.32 Çiçek, sadece yörüklerde değil, tüm Anadolu giyimin- de yer alır. Tüm giyim parçaları, çiçekle süslüdür. Bu du- rum da Anadolu insanmdaki çiçek zevkinin yücelişini gös- termektedir. 16. yüzyıla değin baş süslemelerinin temel aracı festir. Kadın fesleri, ya gümüş ve altınla silmecesine işleniyordu ya da üzerine gümüş ve altın tepelikler takılarak süslen- mişti.33 Bazı yörelerde başlarda yer alan ve süs olarak kullanı- lan altın miktarı, evlilik yıllarını gösterirken, bazı yöreler- de evlilik yılları, başa bağlanan yemeni sayısıyla belirtilir. Ayrıca nişanlı, gelin, dul, evlenmek isteyen ya da isteme- yen dullar da bu başlıklardan anlaşılırdı. Görüldüğü gibi bir başlık olgusu bile sadece bir süs aracı değil, tamamen toplumsal içeriğe sahip, toplumsal anlamlı bir giyim öğesi- dir. 31 S. Tansuğ, agy. 32 Türk islam Sanatı, s. 90. 33 Türk islam Sanatı, s. 55. Giyimde Yöresel Farklılaşma Her ne kadar Anadolu halkının giysilerinde çeşitli yöreler- de de olsa bazı ortak özellikler bulunmakla birlikte, yine de giyim biçimleri bölgelere göre değişmektedir. Bu deği- şiklik kuşkusuz geleneksel kesim giysileri bakımındandır. Güneydoğu Anadolu yöresi giysileriyle Karadeniz yöresi giysileri oldukça farklıdır. Bu farklılık, kadın giysilerinde daha belirgindir. Bu değişikliklerin başlıca nedenleri: Yöre- sel gelenekler, bireylerin kendilerine göre beğenileri, böl- genin çevreyle komşuluk durumu (Iran ve Irak sınırına ya- kın bölgelerde erkeklerin de entari giymeleri) iklim özellikleri (Karadeniz uşaklan sert rüzgâra karşı boğazları- na kadar kapalı şayak mintan giyerler, izmir zeybekleri, in- ce, yakası açık mintan giyerler), tarihsel nedenlerden olu- şan kültür birikimleri, etnik grupların varlığı ve sosyoekonomik yapı. Örneğin dağlık ve soğuk yörelerde giysiler, daha çok yün dokumadan olur. Ayrıca yün ve pa- muk karışımı dokuma, saf yün dokuma, keçi kılı dokuma da vardır. Buralarda işleme ve süsleme iplikleri de yünden- dir. Giysilerde görülen yöresel farklılaşma, köy ve kent yerleşme birimlerine göre de kendisim göstermektedir. Kırsal kesimde geleneksel giysiler kısmen devam etmekte- dir. Oysaki il ve ilçelerde standart ve modaya uygun giysi- ler giyilmektedir. Ayrıca köydeki genç kuşak da kent giyi- mini benimsemiştir. Bununla birlikte köyde yaşayan orta ve yaşlı kuşak, eski giyim geleneğini birtakım değişmelerle birlikte sürdürmektedir. Bölgelere göre Türk giysileri Kuzeydoğu, Güneydoğu, Orta Anadolu, Batı Anadolu ve Trakya Bölgeleri olarak gruplandınlabilir.34 Tüm bölgelerde giyilen ortak giysi türleri entariler, 34 Hayat Ansiklopedisi, c. 4, 1969. 134 Türk Ailesi Antropolojisi şalvarlar, işlikler ve kuşaklar olarak gruplanmasına karşın, bunların giyiniş biçimleri ve ayrıntılarında ayrıcalıklar gö- rülür. Tas, tuzak, tepelik, fes, hotoz ve Araçkin'den oluşan başlık türleri bölgelere göre değişik biçimde kullanılır. Yörük ve Türkmen giyimlerinde belirgin farklılıklar vardır. Yörük, süse ve görünüşe daha fazla önem verir. Türkmen ise kutsal inancına göre giyinir. Yörük giyim ve başlıklarında ağırlık ve anlam çiçeklerde olmasına rağmen Türkmen giyimleri, geometrik desenler, kutsal sayılara ve şekillere uyularak yapılır.35 Her iki grubun giyimi de atlı göçebe giyimidir. Bu tarz giysilerle rahat ata binilir. Uzun yürüyüşlerle göçler yapıla- bilir, evde, tarlada, dağda, ovada çalışılabilir, doğa koşulla- rına karşı korunma sağlanabilir. Dinsel ve Sihirsel Etkiler Dinler, insanların giysilerinin biçimini de geniş ölçüde et- kilemiştir. Dinsel ibadet yerine getirilirken özel giyim söz konusu olduğu gibi günlük giysiler de dinler tarafından geniş ölçüde etkilenmiştir. Cübbe, fes, sarık Islamda gele- nek halini almış simgelerdir. Aslında Islamın giyim konu- suna müdahalesi tartışmalı bir konudur. Fakat özellikle kadın giysilerindeki kapalılık, örtünme, geniş ölçüde din- sel etkilerden ileri gelmiştir. Kuran sadece "En iyi kılığı" şart koşmuştur. Bunun dı- şında bir de Cuma namazlarında başın örtülü olmasının iyi olacağını bildiren bir hadis vardır. Kadınların peçe taşı- malarına gelince, şeriat bakımından bunun hiçbir dayanağı yoktur.36 Bir araştırıcımız giyime dinsel etkiler konusunda şöyle 35 S. Tansug, agy. 36 G. Jöschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, s. 29. Ailede Giyim Kültürü 135 diyor: "islamlık, Türk giysileri üzerinde büyük bir etki yapmamış gibi görünüyor. Hele Orta Asya'da iken baştan ayağa kadar bütün giysilerini kendi geleneklerine göre ko- rumuş, Türk zevklerine göre geliştirmiş oldukları anlaşılı- yor. Türk yurtlarının birçok yerlerinde muhtelif börkleri, kalpakları, tepelikleri, hotozları, takkeleri, üstlükleri, içlik- leri, çizmeleri, dizlikleri, yağlıkları, pabuçları bugüne ka- dar koruyanlar var. Sarık, ilim adamlarının resmi serpuşu olduğu için, törenlerde giyilmeye başlamış ve gittikçe dev- let ileri gelenlerinin de resmi serpuşu halini almıştır."37 Ayrıca, Türklerde sakal bir Müslümanlık simgesi ola- rak kullanılmıştır.38 Din hocası, dindarlar ve yaşlıların sa- kal bırakması dindarlıkla yakından ilişkilidir. Fakat günü- müzde gençlerin sakal bırakması bir moda ve süs aracı olmuştur. Kadın başlıklarında da bazı inançlar söz konusudur. Başlıkta altınlardan başka gümüş takılar da vardır. Bunlar eski inançlara dayanır. Örneğin kem gözlere karşı kadın başlığına birçok tılsım konur. Kadının sağlıklı ve güçlü ol- ması için nazarlıklar takılır.39 Süs takıları kullanma geleneğinin kökeninde doğa olaylarına inançların bulunduğu da bir gerçektir, bunu süsleme aracı olarak işlenen hayvanların, o çağlarda kutsal sayılmalarından anlıyoruz. Araştırıcılar, kutsal hayvanı süs takısına işlemenin, bir korunma duygusu belirtisi olduğu- nu savunmaktadırlar.40 Günümüzde Giyim Giyim günümüzde o kadar çeşitlenmiştir ki, başlı başına bir sanayi ve kültür oluşturmuştur. Aşağıda belirttiğimiz 37 N. Sevin, 13 Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış, s. 26. 38 B. Ögel, age, s. 307. 39 Türk islam Sanatı, s. 90. 40 1. Z. Eyüboğlu, Anadolu Uygarlığı, s. 285. 136 Türk Ailesi Antropolojisi yerine göre farklı giyim türleri, bu konuda bir fikir ver- mektedir. Okul giyimi, ev giyimi, çalışan kadın giyimi, tatil giyi- mi, at giyimi, tenis giyimi, bisiklet giyimi, plaj giyimi, kış sporları giyimi, kokteyl giyimi, balo giyimi, gala, konser giyimi... Günümüz giyiminden söz ederken, kuşkusuz moda konusunu ele almak gerekir. Moda Giyimde moda, özellikle günümüz sanayi toplumlarında ayrı bir sanayi kolu oluşturmuştur. Yani ekonomik bir ni- teliğe sahiptir. Moda, gelişmekte olan ülkeleri de etkile- mektedir. Modanın giyim yönünden ekonomik yanı, giyi- me ilişkin tüketimi artırmak çabasıdır. Giyimde moda ortak zevklerdir. Yani bireyin kendi beğenileri, istekleri dışında oluşturulmuş zevk ve beğeni- lerdir ki birey bunlara uymaya zorlanır. Moda, kısa ömür- lü davranış kalıpları arasındadır, insanlar, modanın geçici- liğini bildikleri halde, yine de ona uymaya, zamanın gerisinde kalmamaya çalışırlar. Modanın toplumca kabul edilmesi, onayı, yararından ya da yüksek değerinden değil, fakat beğeni ve duygulara yönelik oluşundan ileri gelir, in- sanın değişiklik gereksinimlerinden de kaynaklanan moda, cins ve yaş grupları arasında daha belirgin, toplumsal taba- kalara göre farklılaşan bir olgudur. Moda, üst toplumsal kategorilerle benzeşmeyi sağla- yan bir araçtır, ikili bir toplumsal süreci kapsar. Birincisi, alt tabakaların üst tabakalara benzemek için oluşturdukları bir toplu etkinliktir, ikinci süreçte ise, üst tabakalar, altta- kilerin kendilerine benzemesini engellemek amacıyla, yeni farklılaşma biçimi, yeni özellikler yaratma peşindedirler.41 41 B. Tolan, Toplum Bilimlerine Çiriş, s. 442. Ailede Giyim Kültürü 137 Psikolojik açıdan dikkat çekme mekanizması, göste- rişçilik ve teşhircilik de modanın bir başka özelliğidir. Sosyolog Georg Simmel, modanın insanlarda hem bir- lik ve benzerlik isteğini, hem de yalnızlık ve farklılaşma gereksinmesini karşıladığını söyleyerek ikili duruma dik- kati çekmiştir.42 Simmel, modayı bir farklılaşma biçimi olarak ele alır.43 Cinsellik açısından bakıldığında moda, erotik çekici- lik aracıdır. Ekonomik açıdan, servetin gösteriş amacıyla tüketimi- dir. Hiyerarşik açıdan, kişinin kendi toplumsal konumunu saptama, belirli bir tabakanın üyesi olduğunu gösterme aracıdır. Toplumsal açıdan, bir toplumun evriminin yansıması- dır.44 Üniseks modası, kadınla erkek arasında giyimden kay- naklanan farkları ortadan kaldırmıştır günümüzde. Panto- lon, iş giysisi olmaktan çıkıp kadının kurtuluşunun gerçek simgesi durumuna gelmiştir. Buna paralel olarak, erkek modası da kadınlaşma eğilimine girerek cinsiyetler arasın- daki giyim farklarını ortadan kaldırma çabalarını temsil et- miştir. Sporun giyim dünyasına girmesiyle spor giysiler sade- ce işlevsel olmamış, yani rahat hareket işlevi yanında este- tik bir anlam da kazanmıştır. Özellikle gençlik kesiminde spor giysilerin estetik yönü günümüz Türkiyesinde de yay- gınlaşmıştır. 42 B. Tolan, age, s. 443. 43 H. Blumer, Fashion Sociological Quarterly, c. 10, No. 3. 44 C. Hakko, Moda Olgusu, s. 3. Giyimin Aksesuvarlan insanların giyimini tamamlayan şeylerdir. Özellikle kent giyiminde önem kazanır. Kravat: Önceleri soğuktan korunmak için gevşek bir düğümle boyuna geçirilen bir kumaş parçası iken işlevsel- di. Sonradan şıklık öğesi olmuştur. Ülkemizde efendilik, memurluk simgesi olmuştur. Şapka: Eskiden toplumsal sınıf ve resmi görevleri ayırt etmeye yarıyordu. Günümüzde kadın ve erkek giysisinin, üniformaların (asker, hostes, hemşire gibi) ayrılmaz bir parçasıdır. Şemsiye: Önceleri işlevsel iken, günümüzde işlevselli- ğe estetik yönler eklendi. Özellikle kadın şemsiyelerinde biçimsel yönden ve kumaş cinsi (renkli, desenli vs.) yö- nünden büyük değişmeler oldu. El çantası: Kadınlarda belli bir işlevi yerine getirir. Bir kadının çantasına 15-20 şey koyduğu söylenir. Erkeklerde de benimseniyor artık. Gözlükler: işlevsellik yanında şıklık öğesi olmuştur. Elbiseye göre gözlük anlayışı kadınlarda yaygınlaşmıştır. Erkeklerde de spor ve klasik giysilere göre gözlük yaygın- laşmaktadır. Gençlik ve Giyim Gençliğin giyimi tüm toplumlarda yetişkinlerden oldukça farklıdır. Rahat, sade, spor giyim gençliğin bir simgesi ol- muştur. Esasen giyim, yaş kategorilerine göre değişir. Yaşlı bir hanımın genç kız gibi giyinmesi (renkler, kumaş, elbi- senin biçimi yönünden) düşünülemez. Eğer giyinirse ken- disiyle alay edilir. Gençlik giyimini, kuşaklar çatışmasına konu oluşu, şenlikler, karnavallar ve aşırı akımlar yönünden ele alabili- riz. Ailede Giyim Kültürü 139 a) Kuşaklar çatışması açısından Giyim, ülkemizde gençlerin yetişkinlerle, ana babala- rıyla çatışmalarında, anlaşmazlıklarında konu olmuştur. Hem kızların hem erkeklerin giyimi, köyde, kasabada ve kentte kuşaklar çatışmasına yol açmıştır. Ana baba, gençle- rin giyimine, saçlarına müdahale etmiş, bu durum, onlarla çatışmalarına yol açmıştır.45 Lise öğrencileri üzerinde yaptığımız bir araştırmada gençlere Batı ülkelerindeki gibi giyimlerinin yetişkinlerden farklılığının nedenini onlara bir tepki, karşı gelme olararak mı değerlendirdiklerini sormuştuk. Öğrencilerin yarıdan çoğu böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtmişler- dir.46 % 23 oranında bir grup ise bu konuda kararsız oldukla- rını belirtmişlerdir. Farklı giyimlerinin nedenini gelenekle- rin, zevklerin değişmesine bağlayarak konuya toplumun değişmesi açısından bakmışlardır.47 Oysa Batıda hipi vs. gibi aşırı gruplar, giyimlerini, ye- tişkinlere karşı bir tepki, onların değerler sistemini benim- sememe aracı olarak görmüşlerdir. b) Karnaval, şenlikler açısından Özellikle Batı ülkelerinde karnaval, şenliktir, oyun- dur, aynı zamanda özgürlüktür, insanı günlük yaşamının dışına taşırır. Günlük yaşamda giyilemeyen giysiler giyilir. Yani görüntü olarak da teknolojiye bağımlı iş yaşamının çizdiği yaşam kalıpları dışına çıkılır. Belki de bu giysiler, yasamda gerçekleştirilemeyenin, özlenenin simgeleri, be- lirtileridir. Karnaval aynı zamanda psikolojik bir doyum ve yaratıdır. Yaratıdır çünkü insanların çoğu karnavalda giye- cekleri giysiyi kendileri hazırlarlar ve diğerlerinkinden ferklı olmasına özellikle özen gösterirler, işte bu tür or- tamlara katılanlar daha çok gençlerdir ve bu ortamlara ka- 45 M. Tezcan.Kufofelar Çatışması, ss. 51-52. 46 M. Tezcan, age, s. 105. 47 M. Tezcan, age, s. 106. 140 Türk Ailesi Antropolojisi turnaları nedeniyle de esasen farklı olan giyimleri iyice farklılaşmakta ve aşırılaşmaktadır. c) Aşırı gençlik akımlarına göre giyim Bu tür akımları benimseyen gençlik grupları diğerle- rinden giyim yönünden oldukça farklılaşmaktadırlar. Ör- neğin hipi giysileri ABD'de 1965'lerden sonra yaygınlaşan bir Hint tarikatını benimseyen gençliğin (Hare Krishna) dazlak kafalı ve tepelerinde bir tutam saçlı ve Hint biçimi giysileri gibi. Hipi, kılık kıyafetiyle beliriyordu. Punk da bir protestoyu belirliyor bugünlerde (umutsuz topluluk- lar). Gençlik giyiminde rahatlık, sadelik simgesi blue- jeanler spor giysi ve gençlik giyiminin en canlı örneğidir. Blue-jean, eşitlikçilik sembolüdür. Bir örnekliğiyle sınıf ay- rıcalığını ortadan kaldırıyor kadın ya da erkek. Herkese anonim bir toplumsal kimlik veriyor. Mavi bir pantolon ya da etek ve ceket. Kadın ve erkekte takım giyme olgusunu yıkmıştır. Yaz kış giyilen, ütü gerektirmeyen, sık yıkama gerektirmeyen bir üniformadır. Bu tür bir giyimle sorun, süslenmek, giyinmek değil, sadece örtünmek biçimine dö- nüşmüştür. Üst gelir gruplarında ise bir demokratlaşma, bir kalıp kırma simgesi durumuna gelmiştir blue-jean. Giyimde uygunluk, düzenlilik, şıklık aranır. Bu ol- mazsa o kişi giyimiyle alay konusu olur. Örneğin toplumu- muzda "altı kaval, üstü şeşhane" deyimi vardır. Altı üstüne uymayan kılık kıyafet anlamına kullanılır. Yoksulluğu sırı- tan özenti süslenme anlamına gelir. Yine "Babayâne kıya- fet" deyimi vardır ki, halk ağzında babayani denir. Yaşlı, ihtiyar tarz ve halinde görünme, genç adamın yaşından beklenmeyen vekarlı halidir; yaşının hakkı olan tuvaleti, süsü yapmayan, şıklık kaygısı gütmeyerek giyinen erkek- ler hakkında kullanılır.48 48 R. E. Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süsleme Sözlüğü. Giyimde Değişme Giyim, her ülkede zamanla büyük değişikliklere uğramıştır. Ülkemizde de giyimde değişmeyi etkileyen pek çok etmen- ler söz konusu olmuştur. Örneğin: a) Geniş ailenin küçül- mesi, b) Sanayileşme, c) Göçler, ç) Çevre, iklim, d) iç turiz- min yoğunluk kazanması, e) Yurt dışından dönüşler, f) Kitle iletişim araçlarının Anadolu'nun her tarafına yaygınlaşması ve etkinliği. Değişimde daha başka etmenler de söz konusu olabi- lir. Bu tür etmenler, giyimde beğenileri etkilemekte, gele- nekselliği azaltmaktadır, işte çeşitli kültür öğelerinin ka- rışmasıyla giyim, hem kumaş seçimi hem de giyim biçimi yönünden değişmelere uğramaktadır. Kadın giyimi, tüm ülkelerde olduğu gibi, erkek giyi- mine oranla daha sık değişmelere uğramıştır. Türk kadın giyimini a) Entariler, b) Şalvar ve içlikler, c) Etek ve ceket- ler oluşturur. Bunlar yöresel biçimde olduğu gibi, zamanla da pek çok değişikliğe uğramıştır. Örneğin kadın sokak giysisi sayılan örtünmede kullanılan "ferace" bugün yok- tur. Yüzyılımız, tekdüze giyim biçiminin yaygın olduğu bir çağdır. Tüm uluslarda kentlerde yaşayanlar, bu gidişe ayak uydururken, özellikle kırsal yörelerde yaşayan ve tarımla uğraşan bir kesimin, bunun dışında kalarak eski giyim ge- leneğini koruduğu görülmektedir. Bazı uluslarda bu du- rum geleneğe bağlı kalmak isteğinden, bazılarında ise daha çok toplumsal ve ekonomik nedenlerden ileri gelmektedir. Giyim, ulusların gelişim ya da gerilemesindeki duru- ma bağlı kalmasına karşın önemini hiçbir zaman kaybet- memiştir. Bu gerçek, kadın giysilerinde görülmektedir. Ör- neğin, Anadolu'nun bazı bölgelerinde yaşayan ve eski giyim geleneğini koruyan bir aşiret kadınının fesindeki al- tınlarının yerini penes, incilerin yerini boncuklar, ipekli ya da klaptanlı kumaşların yerini basmanın alışı bu görüşü 142 doğrulamaktadır.49 Türk Ailesi Antropolojisi Giyim Konusundaki Mahcubiyet Normları Değişmeye Karşı Kültürel Engelleri Oluşturmuştur Bütün toplumların üyelerine nelerin utangaçlık konusu oluşturacağını kendi kültürleri aşılamıştır. Bu düşünceler kültürel olarak ifade edilmiş olup bir topluluktan diğerine büyük farklılıklar gösterir. Mahcubiyet normları, genellik- le giyim ve süslenmeye ilişkin alanlarda yaygındır. Örne- ğin, çıplaklık ya da yarı çıplaklık, bazı toplumlarda gayet doğal olarak kabul edilmişken, bazılarında kabul edilme- miştir. Örneğin Amazon havzasında yerli kadınlar tama- men çıplak gezerlerse utanırlar. Oysaki boncuklu bir şerit taktıklarında utanmazlar ve kendilerini giyimli sayarlar. Böylece onların giyim ve süsleme kurallarına ters düşen bir yenilik engellenecektir.50 Giysi devrimi de Atatürk devrimlerinden en önemli- sinden birisiydi. Bu yoldan Türk giysilerinde büyük değiş- meler olmuştur. Batı tarzı giyim usulü ülkemizde yerleşti. Ona göre Türklerin kullandığı giyim biçimi milli demle- meyecek bir giysi şekilsizliği karışımı içindeydi. O bu ko- nuda şöyle diyordu: "Her milletin olduğu gibi bizim de milli bir kıyafetimiz varmış fakat gayrı kabili inkârdır ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile."51 Yine, Atatürk şöyle diyordu: "Uluslararası ve uygar gi- yim biçimi milletimiz için de uygundur ve biz onu alaca- ğız. Ayaklarımıza iskarpin veya bot giyeceğiz. Pantolon, yelek, ceket ve gömlek giyeceğiz, kravat takacağız ve bu gi- yim biçimini tamamlamak üzere, bir şapka giyeceğiz."52 49 A. M. Imer, Niğde Yöresi Kadın Giyimi, s. 26. 50 G. Poster, Traditional Societies and Technoloğical Change, s. 90. 51 E. Z. Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s. 61. 52 E. Z. Karal, age, s. 60. Ailede Giyim Kültürü 143 Kıyafet Yasası'ndan sonra, bütün yurtta erkekler için gömlek, pantolon, ceket, şapka, kadınlar için sokakta manto giymek gelenek oldu. Ancak, tarlada, dağda çalışan- larla yörükler, yerli giysilerini, daha kullanışlı, ucuz oldu- ğundan, bütün bütün bırakmamışlardır. 1982 yılında çıkarılan Kılık Kıyafet Yönetmeliği de Atatürk'ün giysi devrimini vurgulamaktadır. Adı geçen yö- netmeliğin birinci maddesinde şöyle deniyor: "Bu yönetmelik, Kamu personelinin Atatürk devrim ve ilkelerine uygun, uygar, aşırılığa kaçmayacak şekilde sa- de bir kılık kıyafette olmalarım, kılık ve kıyafette birlik ve bütünlük içinde bulunmalarını sağlamayı amaçlamakta- dır." 4. Madde ise şöyle: "Kamu kuruluşlarında görevlilerin giyimlerinde sade- lik, temizlik ve hizmete uygunluk esastır. Giyimin Ekonomik ve Ticari Yönü Giyimin aynı zamanda ticaret ve ekonomi alanlarında da önemli bir yeri vardır. Tarihin başlangıcından beri giyim ve tekstil değiş tokuş için kullanılan önemli bir öğe olmuş- tur, ilk zamanlar bunlar, komşular arasında ya da aynı yer- de yaşayan toplumlar arasında değiş tokuş yapılmış, za- manla bu tür malzemeleri üreten insanlar bir araya gelerek esnaf gruplannı oluşturmuşlardır. Bu gruplar mallarını da- ha geniş alana ve hatta tüm kente satmışlardır. Avrupa'da ilk oluşturulan esnaf birliği, dokumacılar birliğidir. Hazır Giyim Sanayii Hazır giyim sanayii ülkemizde giderek gelişmekte ve dışa- rıya hazır giyim ürünleri satılmaktadır. Konfeksiyon ürün- lerini dış pazarlara kabul ettirebilmemiz, dış ilişkilere, 144 Türk Ailesi Antropolojisi standardizasyon, kalite ve fiyatlara, ambalajlamaya önem vermenin yanında, kendi yaratıcılığımızı da ortaya koy- makla gerçekleşir. Bu yaratıcılıkta çağdaş Türk modasının geliştirilmesi söz konusu olmalıdır. Bu nasıl gerçekleşir? Bir yol, yöresel giysilere yeni yorumlar getirmek biçiminde olabilir. Şalvardan esinlenerek çağdaş kadın giysileri yapı- mı bu konuda bir örnektir. Hazır giyim sanayiinin gelişti- rilmesi konusunda Türk modasından etkin olarak yararla- nılması, kalkınma planlarımızda da yer almıştır.53 Dokuma, örgü ve çizgileriyle tamamen Türk olan bir moda yaratılması için gerekli kültürel zenginliğe sahibiz. Yeter ki bu konu önemle ele alınarak tüm olanakların se- ferber edilmesi söz konusu olsun. Çağdaş Türk modasının yaratılması işi bir eğitim sorunudur. Bu konuda kalifiye elemanlar yetiştirmek gerekir. Mesleki ve teknik öğretim dalı kuşkusuz bu tür bir eğitimi gerçekleştirecek, bu alan- da nitelikli insangücü yetiştirecek bir öğretim türüdür.54 Günümüz Türkiyesinde giyim konusunda bazı kamu kuruluşlarına görevler düşmektedir. Bu konuda en önemli kuruluş kuşkusuz Kültür ve Turizm Bakanlığı'dır. Bakanlı- ğın Folklor Dairesinin çalışmaları aşağıda belirtilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı Folklor Dairesi Çalışmaları Bakanlığın folklor dairesi, giyim konusunda çok fazla bir etkinlik göstermemekle birlikte, birkaç yönden bazı çalış- malara başlamıştır. a. Ülkemizin çeşitli halk oyunları yarışmalanndaki ekiplerin giyimlerinin yöresel olup olmadığı konusundaki değerlendirmelerine jüri üyesi göndermektedir. b. Kız Meslek Liseleri öğretmenleri arasında gelenek- sel giyim kuşam araştırma yarışması açılmıştır. 53 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı, s. 342. 54 A. M. tmer, age. Ailede Giyim Kültürü 145 c. Bugün ülkemizin çeşitli yörelerinin tartışmasız ola- rak kabul edilen tipik giyimlerinin teknik çizim ve paftala- rı hazırlıkları başlatılmıştır (örneğin Ankara Seymen kıya- feti, Ege Zeybek, Erzurum Dadaş kıyafeti gibi). ç. Derleme çalışmalarında yöresel giysiler slaytla renk- li olarak saptanıp Bakanlık arşivine konmakta ve yayın vs. gibi işlemlerde kapak olarak kullanmak için istenildiğinde dışarıya verilmektedir. Bu çalışmalar istenilen hızda ve istenilen çapta olma- makla birlikte, yine de bakanlığın çalışmaları arasında ye- tersiz biçimde de olsa yer almaktadır. Giyim konusunda ülkemiz açısından bazı öneriler ile- ri sürülebilir. Öneriler 1. Ülke çapında yöresel halk giysilerini saptayan bir derle- me çalışması gereklidir. Bunların resmi çekilerek slayt ha- line getirilmesi ve eşyaların orijinalleri toplanarak korun- malıdır. 2. Bir giyim müzesi kurulmalıdır. Bu müze, yöresel giysiler koleksiyonunu içermelidir. Bugün giyim kuşam malzeme- si, dağınık olarak ülkemizin çeşitli müzelerinde etnografya bölümlerinde bulunmaktadır. Oysa bunların toplu olarak bir Giyim Müzesi'nde yer alması gerekmektedir. Bu iş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın görevleri arasındadır. 3. Giyim konusundaki bilimsel araştırmalar yapılmalı ve bu araştırmaların yaygınlaştırılması için ilgili kurumlar özendirici önlemler almalıdır. Örneğin Kültür Bakanlığı bu tür görevi üstlenmelidir. 4. Araştırma sonucu toplanan veriler belgelenmeli ve arşiv- knmelidir. 5. Hazır giyim kuruluşları, Türk modasını geliştirecek yönde modernize çalışmalarına yönelmeli ve bu tür çalış- malar teşvik edilmelidir. SONUÇ Giyim, günümüzde hâlâ toplumsal önemini koruyan bir araçtır. Hangi tür toplumda olursa olsun giyim, vazgeçil- mez bir kültür öğesidir. Özellikle milli kültürün bir parçası olması nedeniyle o ülkenin karakterini, özelliklerini yansıt- ması nedeniyle de özellikle geleneksel olanlarının korun- ması gerekir. Günümüzde sanayi toplumlarında zaman za- man çıplaklığa yönelme ya da özenti olduğunu görmekteyiz. Fakat bu eğilim yüzeyseldir ve bir fantezidir. Hiçbir şekilde kalıcı değildir. Sadece sanayi toplumlarındaki bunalmış in- sanların değişiklik doğallık isteklerinden başka bir şey de- ğildir. Örneğin çıplaklar kampı, çıplak sokak koşuları gibi bazı uygulamalar hiçbir şekilde benimsenmemiş ve yaygın- laşmamıştır. Çünkü giyim, yukarıda değindiğimiz işlevleri- ni sürdürmektedir ve bu işlevlerini kaybetmediği sürece de önemini koruyacak ve çıplaklığa üstün gelecektir. Örneğin çırılçıplak bir kadının seksiliğinden çok, seksi olarak gi- yinmiş bir kadının çekiciliği daha fazladır.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #9
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı

Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı Türk kültüründe tasarruf ya da tutumluluk anlayışı, Türk- lerin her yaşam döneminde söz konusu olmuştur. Yani Türk tarihinde tutumluluk her dönemde geçerli sayılmış ve günlük yaşamın her kesiminde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Ama kültür tarihimize baktığımız zaman, "aca- ba eski Türklerde mi tutumluluk daha fazlaydı, yoksa gü- nümüzde mi daha fazladır?" sorusunu sorduğumuzda eski Türklerin her ne kadar belirli alanlarda tutumluğa yer ver- mekle birlikte bolluk içinde yaşayarak, tutumlu davranış- larının daha az olduğunu söylemek olanaklıdır. Çünkü çe- şitli ziyafetler, uzun süreli düğünler, toylarda bol bol yiyip içmeler yaygındı. Hatta bu konularda israfa kaçan harca- malar çok görülmekteydi. Islamiyetin kabulü ile tasarruf anlayışının yaygınlaştığı söylenebilir. Çünkü islam dininde tasarruf daima teşvik görmüş ve Müslümanların israftan kaçınmaları daima telkin edilmiştir. Anadolu'da kıtlık do- 148 Türk Ailesi Antropolojisi nemlerinde, savaş zamanlarında zorunlu olarak tutumlu olmaya yönelinmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında- ki kıtlık, ülkemizi geniş ölçüde etkilemiş ve bu durum ta- sarrufu oldukça yaygınlaştırmıştır. Elbiselerimize yama yapma herhalde o zamanların daha yaygın bir geleneği ol- muştu. Kanaatkar kişilik yapımız da tasarruflu olmayı ko- laylaştırmıştır. Tasarruf, insanlan cimriliğe götürebilir. Fakat iki kav- ram aynı şey değildir. Cimrilikte, yapılması gereken tüke- tim yapılmaz. Cimrilik, tasarrufun derecesinin aşırı duru- ma getirilmesidir. Tasarrufun Tanımı Tasarrufu, gereksiz tüketimin önlenmesi anlamına kulla- nabiliriz. O zaman hangi durumlarda tüketim söz konusu- dur? a) Gelirin harcanması olarak tüketim, b) Piyasada belli malların satın alınması olarak tüke- tim, c) Aile üyelerinin mallardan yararlanması olarak tüke- tim. Tüketim, daha çok bu üç açıdan söz konudur. Tüketim Kavramı Tüketimi, ekonomik mallardan özel yarar elde edilmesine yönelik davranışlar olarak tanımlayabiliriz. Tüketim, özde bireysel bir davranıştır. Gözlenen tüke- tici davranışlarının arkasında psikolojik motifler vardır. Kıtlık dönemlerinde tüketimin toplumsal önemi geri plana itilir. Refah dönemlerinde ise ön plana çıkar. Tüketimin artması sanayi toplumlarına özgüdür. Sanayileşme ile bir- likte tüketime yönelme artar. Sanayi ötesi toplumlarda bu Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı 149 :ğilim daha çok artmaktadır. Sanayi öncesi toplumlarda se durum değişiktir. Yani tasarruf olgusu yöneten ve yö- ıctilenler açısından farklılaşır. Yağmacı toplumlarda devlet, halkı haraca keser. Hazır nal, para alır. Hizmet alır. Bunlar yüksek bürokratlara sağlanır. Savaş arttıkça ganimet artar. Böylece onlarda ta- sarruf olgusu yoktur ve ayıptır. Tutumluluk halk sınıfla- rında bir değerdir. Osmanlılarda tasarruflu adam cimri idam sayılırdı. Tüketici davranışı, birçok etmene bağlı olarak gerçek- leşir. Örneğin: a) Bireylerin gereksinimlerine. b) Satın alma koşullarına bağlı bulunmaktadır (kişinin gelir ve serveti). c) Genel ekonomik durum (kişinin tüketim ve tasar- ruf eğilimleri genel ekonomik durumdan etkilenir), ç) Kişinin toplumsal konumu, rolleri. d) Tüketicinin yaşı (genç kuşak daha çok tüketimde bulunur). e) Kişinin bulunduğu toplumsal çevre. Çevrenin belir- lediği tüketim normları, kişi tarafından benimsenir. Birey hangi toplumsal tabakaya mensup ise o tabakatan tüketim normlanna sahip olur. O Bireyin girmiş olduğu belli toplumsal gruplar da kendilerine özgü tüketim alışkanlıklarına sahiptir. işte yukarıda belirttiğimiz tüketici davranışları sanayi toplumlarında daha çok görülür. Bu nedenle o toplumlara "tüketici toplum" denmiştir. Şimdi bu kavramın özellikle- rine değinelim. Tüketim Toplumu Günümüzde modern sanayi toplumlarında tüketim, bir amaç olarak belirlenmiştir. Tüketim, bir dünya görüşü ol- 150 Türk Ailesi Antropolojisi muştur. Özellikle tüketimi artırmak için özel stratejiler ge- liştirilmiştir. Örneğin Batı'da reklamcılık, tüm gücüyle tüketiciliğe göre ayarlanmış olup, tüketiciyi borç almaya, borçlanma- ya, aklına geleni satın almaya, "şimdi al, sonra öde" formü- lünü benimsemeye ve bütün bunları, ekonominin çarkları- nın dönmesini sağlayarak, ülkesine hizmet olarak yapmaya teşvik etmektedir. Tüketim yönünden tüketici toplumun geliştirdiği bazı özellikleri şöylece belirtebiliriz: a) insanları fazla tüketimde bulundurmaya yönelt- mek. Örneğin kişinin bir ev ve arabası varsa, tatil evi ve ikinci bir arabaya sahip olmaya yöneltmek gibi. b) Bir kez kullanımlık üretime (kullan at tüketim biçi- mi) yöneltmek. Kâğıt peçeteler, mendiller, havlular, şişelerin tümü, evlerde çabucak kullanılacak ve yok edilecektir. Isıtma kaplarıyla satılan yiyeceklerin kapları bir kullanılışta atıla- caktır. Japonya'da bez mendiller artık çağdışı sayılıyor. Fransa'da bile kullanılıp atılan sigara çakmakları çok yay- gındır. Pazara sürülen kâğıttan yapma giysiler de vardır. c) Tüketim mallarının kullanım ömrünün planlanmış olması. Kalite yönünden daha kısa kullanım süresi olan mallar üretimi. ç) Moda. Modaya uygun mal alınıp eskisi atılır. d) Müşteri kredileri verilir. e) Maddi mallara sahip olma isteği uyandırılır. f) Yeni gereksinimler ortaya çıkarılır. g) Eski mallar alınarak yenilerinin satılması teşvik edi- lir. h) Bir başka uygulama da genç yaştakileri tüketime yö- neltmektir. Örneğin ABD'de gençlere 16 yaşında araba kul- lanma ehliyeti verilmektedir. Oysaki ehliyet genellikle 18 yaşındakilere verilir. Pek çok araba üretimi yapılmaktadır. Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı 151 Araba tüketimini artırmak için ehliyet alma yaşı 16'ya indi- rilmiştir. Din ve Tasarruf Kapitalist ekonomik sistem, Alman sosyolog Max We- ber'in tezine göre Protestan mezhebinden doğmuştur. Yani din kurumu ekonomik bir sistemi yaratmıştır. Kapitalist sistemin özelliklerinden birisi de çok çalışmak, çok kazan- mak ve kazancını biriktirip tekrar yatırıma yönelmektir. Ayrıca tasarruf etmek de yine sistemin özelliklerinden biri- sidir, işte Protestan ahlakı da tasarruflu olmayı teşvik et- miş ve fert için ölçülü bir yaşamı öngörmüştür. islamiyet de tasarrufu teşvik etmiştir. A'raf, 31'de "Ye- yiniz, içiniz, israf etmeyiniz" der. Yine Kuranıkerim, Enam Suresi 141. ayette, "israf etmeyin, çünkü Allah israf eden- leri sevmez" der. Kültürümüzden Tasarruf Örnekleri Kültürümüzde her zaman tasarruf örneklerini görmek ola- naklıdır. Bu örnekler hem köy hem de kent yaşantısında geçerlidir. Buraya, gelişigüzel seçtiğimiz belli başlı tasarruf örneklerini aldık. • Evlerde anneler çocuklarının elbiselerini saklayarak daha sonra olan çocuklarına giydirirler. • Pazarcılık geleneği kültürümüzde çok yaygındır. Manava oranla daha ucuz yiyeceklerin satıldığı pazarlar adeta tasarruf için kurulmuşlardır. • Ekmeklerin çöpe atılmaması. Hatta birikmiş ekmek kırıntıları ziyan olmasın diye ayrı bir "Tirit" yemeği yapı- lır. Kıymalı, soğanlı çorba gibi su, doğranmış ekmeklerin üstüne dökülür. Ekmeğin yere dökülmek istenmemesi dinsel etkidir. Ayrıca bayat ekmeklerin içini ufalayarak 152 Türk Ailesi Antropolojisi köfte yapmak bir başka örnektir. • Elbiselere yama yapılırdı. • Ayakkabılara pençe yaptırmak ve ayakkabıların bo- yanması. • Ulaşımda "dolmuşçuluk" geleneği bizim buluşu- muzdur. Halkımız için tasarrufa olanak sağlayan özgün bir Türk buluşudur. • Pilav artıklarının dökülmeyip çorba olarak yeniden değerlendirilmesi. • Konserve yapmak yine özgün bir Türk kültürüdür. Yiyeceklerin bol olduğu zamanlarda onların ziyan edilme- mesi için atılmayıp başka zamanlarda kullanılmasının sağ- lanması. Ayrıca yazdan kurutularak kışın tüketilen tüm yiye- cekler de yine tasarruf örneklerindendir. Her türlü meyvele- rin, sebzelerin kurutulması gibi. Pastırmacılık da yine göçe- be kültürümüzden kalma konserve tipi yiyeceklerimizden- dir. Pestil, salça, reçel, pekmez gibi değerlendirmeler aynı biçimde tasarruf örnekleridir. • Evlerde kâğıtları, kutuları, poşetleri biriktirip yeni- den kullanmak. • Elbiseleri tersyüz edip yeni bir elbise yapmak. • Ev kadınının tutumlu olması benimsenir. Kocasının israfa kaçan harcamalarım dengelemelidir, frenlemelidir. Kültürümüzde gelin kaynana geçimsizliklerinin bir nedeni de, gelinin müsrif olmasıdır. Kaynana, gelini bu hususta eğitmeye çalışır. Gelin tutumlu ise, gerek yakın çevresinde gerekse komşularmca takdir edilir ve övülür. • Altın bilezik, beşibirlik vs. gibi ziynet eşyaları aynı zamanda birer tasarruf simgesidirler. Gerektiğinde bozdu- rup gereksinimlerini kolaylıkla karşılayabilirler. Bunlar ay- nı zamanda kadının güvencesi sayılır. • Yakacak odun, kömür gibi maddelerin idareli kulla- nılması hem köylerimizde hem de kentlerimizde yaygın- dır. Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı 153 • Gecekondularda yaşayan halkımız tasarrufla, zor ge- çim koşullarına dayanabilmektedirler. • Köylümüz kesilen hayvanın her tarafını değerlendi- rir (örneğin koyun). • Sebzeler de çok amaçlı olarak kullanılabilmektedir. Bir sebzenin çeşitli parçalanndan ayrı yiyecekler yapılması gibi. Meyve sebze artıklarının hayvanlara verilmesi de ta- sarruf örneğidir. Hatta bazılarının yakacak olarak kullanıl- ması da söz konusudur. • Gecekondu kadınının küçük bez parçalarını kesip birbirine ekleyerek "çul kilim" yaptırması. Kuşkusuz bunlar birkaç örnektir. Kimileri unutulmuş- tur bile. Onları yeniden canlandırmak gerekmez. Bütün bu örneklerin içinde din, gelenekler ve tarımsal ekonomik ya- pının etkisini görmek mümkündür. Tasarruf, halkbiliminin bir boyutu olan atasözlerimize de yansımıştır. Örnekler: Ak akça kara gün içindir. Sakla samanı, gelir zamanı. Damlaya damlaya göl olur. Ayağını yorganına göre uzat. Yuvayı dişi kuş yapar. Çok arpa, atı çatlatır. Hesapsız harcanan para, insanı düşürür dara. Kuşkusuz halkımız bu ilkeleri kendine örnek olarak almış ve gerçekleştirmiştir. Ama günümüzde tasarruf gele- neğinden sapıldığım gösteren pek çok örnek verebiliriz. Örneğin: bir gencin evinde arkadaşıyla uzun uzun telefon konuşmaları, cenaze düğün vs. gibi törenlere gereğinden fazla çiçek gönderilmesi, evlerde suyun, elektriğin israf de- recesinde kullanılması, otobüs ya da dolmuş varken gerek- siz yere taksiye binmek, kent kesiminde binaların elli se- neyi doldurmadan 15-20 yılda yıkılarak servet kaybına yol 154 Türk Ailesi Antropolojisi Türk Ailesinde Tasarruf Anlayışı 155 açılması, evde temizliği yapılabilecek her elbiseyi temizle- yiciye vermek, çalışan kadınlarımızın işe giderken her gün değişik bir elbise giyinmesi, lüks maddeler ithali vs. gibi. Bu örnekleri dikkate alarak bir tasarruf eğitimine olan gereksinimimiz ortadadır. Tasarruf Eğitimi ve Eğitimde Tasarruf Tasarrufu teşvik ve israftan kaçınma bir eğitim konusudur. Her yerde her fırsatta tasarruf eğitimi yapılmalıdır. Örgün eğitim programlarında da tasarruf konularına yer vermeli- yiz. Çocuğun tasarrufa yöneltilmesi, erken yaşlarda aile içerisinde olmalıdır. Ana baba bu konuda çocuğa örnek ol- malıdır. Bir yazardan aldığımız şu örnek ilginçtir: "Yabancı ül- kelerin birisinde hayır kurumlarına mensup bir heyet bir milyonerden, dernekleri için yardım istemeye giderler. Muhteşem apartmanında heyeti misafir eden zengin zatın çocuğu, misafirlerin sigarasını yakmak için babasına yardı- ma koşar. Fakat iyice dikkat etmediğinden ve acelesinden birinci kibriti hiçbir sigara yakmadan söndürür. Bunu gö- ren milyoner, çocuğun elinden kibrit kutusunu alarak onu azarlar ve salondan çıkarır. Bir tek kibrit için çocuğunu azarlayan milyonerden para alma ümitleri tamamen kırılan heyetin başkanı, ziyaret nedenlerini kısaca anlatınca, zen- gin, çek defterinin bir sahifesine oldukça kabarık bir ra- kam yazar ve kendini bu hayır işinde akıllarına getirdikle- rinden dolayı heyete teşekkürlerini de ekleyerek çeki verir. Bir kibrit çöpü için çocuğuma yaptığım muamele ile bu halim sizleri herhalde hayrete düşürmüştür. Fakat müsaa- de ediniz de açıklayayım. "Ben bir kibriti dahi boş yere sarf etmeden bugünkü servetime ulaştım. Her zaman çocuklarıma da bunu hatır- latmaktayım. Tutumlu olmazlarsa, kazandıklarını tutamaz- larsa ve iyi kullanamazlarsa bu kadar çalışmaları boşa gi- der" der. Özellikle evlerde, çocuğa tutumlu olmanın yararlan, israfın zararları kuramsal olarak anlatılmalı. Göstererek yaşam deneyimleriyle ve davranışlarla ona malım, zamanı- nı hesaplı kullanma alışkanlığı verilmelidir. O halde za- man, para, eşya ve enerjiyi gereksiz yere harcamamayı kü- çük yaşlarda öğretmeliyiz. Çocuk, evde, ailenin sınırlı bir bütçesi olduğunu ve her istediğini gelişigüzel her zaman satın alınamayacağını görmeli ve bilmelidir. Ana baba da bu konuda birlikte anlaşmış olarak hareket etmeliler. Ço- cuğa daha okula ilk kez giderken defterini, kitabını, kale- mini, çantasını ve üst baş gibi tüm eşyalarını iyi kullanma- sını öğretmemiz gerekir. Kitabını bir haftada kullanılamaz hale getiren, defterinin yapraklarını gelişigüzel kopartan çocukların ailelerine ek masraflar açmaları çevremizde çok rastlanan olaylardır. Çocuğa eşyalarını kullanma zamanını da ailede önermeliyiz. Çantasını en az iki yıl kullanması gerektiğini belirtmeliyiz. Tasarruf eğitiminin bir yönü de evde çocuğa bazı ona- rım işlerini öğretmektir. Bir serbest zaman etkinliği olarak evdeki eşyaları ufak tefek onarmayı öğrenen çocuk, ilerde o işleri kendisi yaparak tasarruf edebilir. Evin badana işle- rini yapan, ufak onarımları kendisi yapan aile üyeleri ol- dukça tasarruf etmiş olurlar. Çocuk çarşı pazara götürele- rek fiyatlar, tahminler, piyasa durumu hakkında bilgi sahibi olarak tasarrufu yaşayarak öğrenir. Verilen harçlığın da hesaplı kullanılması için ailenin rehber olması, denetlemesi gerekir. Harçlığın harcanma bi- çimi, miktarı konusunda aile dikkatli davranmalıdır. Evdeki onarım işlerini daha çok erkekler yapmaktadır. Fakat kadınlarımızın da bazı becerilerle donatılması evde tasarrufu sağlar. Örneğin kültürümüzde her ev kadınının 156 Türk Ailesi Antropolojisi dikiş dikmesi istenir. Çocuklarının ve kendisinin dikişleri- ni diken bir anne, terzi ücretinden kurtularak aile bütçesi- ne katkıda bulunur. Aynı biçimde evde bulunan çeşitli parçalarla çocuklarına oyuncak yapan bir anne de hesaplı davranma alışkanlığı elde etmiştir. Çocuğun tasarruflu yetiştirilmesinde ailenin yanında okulun da sorumluluğu vardır. Özellikle öğretmenin ço- cuklarda bu zihniyetin yerleşmesine katkısı ve rolü yadsı- namaz. Öğrenciye kazandırılması gereken amaçlar kategori- sinde onun tutumlu bir kimse olması istenmektedir. Bu amaçla okullarımızda "Tutumluluk Haftası" düzenlenmek- tedir (12-18 Aralık'ta). ilkokul, Ortaokul, Lise ve Dengi Okullar Eğitici Çalışmalar Yönetmeliği 68. maddesi şöyle- dir: "Öğrencilerimizi tutumlu davranmaya ve Türk Malı kullanmaya alıştırarak milli kalkınmamıza katkıda bulun- malarını sağlamak, ferdin ve toplumun refah ve mutlulu- ğunu artırıcı alanlarda en etkili ve verimli yatırım yapma bilincini ve gücünü kazandırmak amacıyla her okulda "Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası" düzenlenir. Bu maksatla okullar dövizlerle donatılır, sergiler açılır, konuş- ma, şiir, yazı, müzik, fotoğraf, film ve benzeri yollarla haf- tanın anlamı ve önemi kavratılır" (M.E.B. Tebliğler Dergi- si, 6 Haziran 1983). Okullarda işbilgisi derslerini de çocuğun evde kendi başına bazı eşyaları onarma becerisini kazandırma biçimi- ne dönüştürmek gerekir. Tasarruf eğitimini dar anlamda sadece okullarda ço- cuklara değil, kitle iletişim araçlarıyla da yetişkinlerin eği- timi biçiminde geniş kapsamlı olarak uygulamak gerekir. SONUÇ Tasarruf, benimsenmesi ve yaşatılması gereken bir değer- dir. Şimdiye kadarki açıklamalarımızda, kültürümüzde ta- sarruf değerinin var olduğunu belirttik. Fakat günümüzde bu değerin giderek sarsıldığını gözlemekteyiz. Niçin? Çün- kü tüketim toplumunda yaşıyoruz. Fakat tüketim tolumu- nun düzenini kabul etmek zorunda değiliz. Sanayi babala- rının, reklam şirketlerinin yarattığı bu sistemi kabule zorunlu muyuz? Kendi kendimize yeterli bir düzen kura- maz mıyız? Tüketim toplumu, pek çok sakıncaları berabe- rinde getirmiştir. Örnekler: a) Çevrde kirlenmesi aşırı boyutlara ulaşmıştır. b) Sınırlı hammadde kaynakları giderek azalmıştır. c) insanlar geleceklerini düşünemez olmuşlardır. ç) Savurganlık alışkanlıkları geliştirilmiştir. O halde halkımızda var olan bu değeri pekiştirmeye çalışmalıyız. Fakat iktidarların da bu değere sadık kalarak kamu kesiminde tasarruf değerini gerçekleştirmeleri gere- kir. Tüketimde aşırılıktan kaçınıp ölçülü olmak zorunda- yız. Hükümetler kendileri savurgan olursa halkı bu değere î) sadık kalamaz. Planlı kalkınma, aynı zamanda tasarruf ne- deniyle ortaya çıkmış bir kalkınma biçimidir. Kamu hiz- meti olarak standartlara uygun mallar üretmek de tasarru- fu sağlayan bir başka husustur. Bu konudaki denetimi sağlayan kamu kuruluşları da etkin bir duruma getirilmeli- dir. Enerji tasarrufu yapan, su, elektrik, doğal kaynakları rasyonel kullanan bir hükümet çağdaş bir hükümet de- mektir. Çağdaş devletler de tüketim toplumunun zararların- dan etkilendikleri için; zamandan, insandan, mallardan ta- sarruf etmeye başlamışlardır. Böylece refah ve mutluluğu daha etkin olarak sağlamaya çalışmaktadırlar. 158 Türk Ailesi Antropolojisi Son zamanlarda ülkemizde resmi çevrelerin konuya önem vermeleri sevindirici bir husustur. Bu konuda aydın- lar, hükümet, gönüllü kuruluşlar, eğitim kurumları hep birlikte seferber olursak başarıya ulaşabiliriz.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
7 Aralık 2006       Mesaj #10
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Sıraç Türkmenleri Hakkında

"Sıraç" Türkmenleri Anadolu'da Tokat, Yozgat (Çekerek), Çorum (Mecitözü) ve Sivas illerinde yerleşmiş bir Türk boyudur. Kan bakımından saf ve katıksız Türk oldukları ve Çin'den Tibet yöresinden geldikleri rivayet edilmektedir. Alevi olan Sıraçlar, bugün bazı geleneklerini yıllardan beri aynen yaşatmaktadırlar.

Bu bölümde Zilelilerle ve Sıraçlı öğretmenlerle yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz bilgilere yer vereceğiz.

Çekerek ilçesindeki Sıraç köyleri şunlardır: Başalan, Çakır, Çürük, Demircialan, Doğanoğlu, Ekizce, Kamışçık, Ortaoba, Yukarıoba, Sarıköy.

Tokat-Zile'deki Sıraç köyleri ise şunlardır: Acısu, Üçkaya, Karşıpınar, Çayır, Çapak, Armut Alanı, Kuzala, Büyükbultu, Bacul, Kervansaray.

"Sıraç", nur saçan, aydınlatan anlamına gelir.

Bunlara Zile yöresinde Aşiretler deniyor. Özellikle dağlık yörelerde yerleşmişlerdir. Şeriat yasasına karşı çıktıkları için dağlara kaçmışlar. Tozanlı'da Hubyar'a bağlı imişler. Bunların bir de Anaca-Ança Ayşa Bacı kolu varmış.

Sıraçların tarihsel geçmişine ilişkin belgeler henüz bulunmuş değildir.

Sıraç Alevilerinin geçmişi Orta Asya, Horasan'a değin inmektedir. Çevrede anlatılanlara göre, konar göçer taifesinden olan Sıraçlar, büyük bir ayaklanma harekâtına girişmişler, devlet karşısında yenik düşünce sağ kalanlar dağlara sığınarak yerleşik yaşama geçmişler. Adı geçen ayaklanmanın "Baba Ishak isyanı" olduğu sanılmaktadır. 1239 tarihinde Türkmen topluluğu ile devlet güçleri arasındaki bu ayaklanmayı tarihçiler dinsel-siyasal nitelikli ilk Türkmen başkaldırısı olarak nitelemektedirler.

Alevi inanca bağlı Türkmen topluluklarından farklılık göstermektedirler.

Anadolu Türk köy Alevileri arasında ileri taassuplarıyla tanınmışlardır. Fakat bu tutumları günümüzde azalmaya başlamıştır.

Prof. Caferoğlu, Sıraçlar konusunda şunları söylüyor: "Mezhepçe hepsi Şii'dir. Bu yüzden yerli ahalice o kadar sevilmezler. Gelenek olarak Şah İsmail Safevi ananesine bağlı kalmışlardır. Muharrem ayinini büyük bir ilgi ile yaparlar. Aşure çorbasını yapmakta asla kusur etmezler. Aşure, bunlarda Muharrem ayının 12. gününde hazırlanır."

Konukseverlik

Konukseverlik, Sıraç topluluklarının önem verdikleri bir özelliktir. Konuğun o evin bereketini artırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inanılır. En iyi yemekler konuğa ikram edilir.

Kadın

Kadınlar da konukla birlikte yarenlik ederler. Kadınlar erkeklerden kaçmaz. Davar güderken, tarlada çalışırken, yün eğirirken, çorap örerken erkekten kaçmaz ve söyleşiye katılırlar. Erkekleri gibi kadınları da iri yan, cesur ve güçlüdürler.

Sıraç kadını çok çalışkandır. Hiç boş durmaz. Yün eğirir, çorap örer, önlüğüne nakış yapar. Giyim kuşamlarına çok düşkünler. Tarlaya çalışmaya giderken bile otantik ve renkli giysilerini giyerler.

Kadın önlükleri adeta bir kilim gibidir, işleme, nakış, oya, gelinin beğenisini, yeteneğini ve zevkini simgeler. Kadına ilişkin en ilginç olan gelenekleri, kadın giyimidir. Kadın giyimi, Orta Asya'daki kadın giyiminin aynısıdır ve bugüne kadar hiç değişmemiştir. Oğuz geleneğidir. 3 peş üç etektir. Ahmet Yasevî'nin dergâhındakilerinin aynıdır. Süse meraklıdırlar. Boncuk takarlar.

Samah Geleneği

Samah burada iki türdür. Kırklar Samahı ve diğeri de, normal Samah'tır. Kırklar samahını erkek kadın birlikte oynar. Oynayanların olgun insan olmaları gereklidir.

Sıraçlar Samaha Semah, zemah, zamah ve zamak derler. Toplantılarına "Cem", "Ayin-i Cem", "Âyin", şeyhlerine "Dede", saz çalanlarına "Aşık", bazı yerlerde "Zakir" denir. Samahı yönetene "Gözcü baba", söylenen parçalara "Nefes", Dede'nin söylediklerine "Nutku Mürşit" derler.

Onlar da 12 hizmet tanırlar.

Samah son hizmettir. Önce mihraçlama oynanır, en yaşlı iki kadın, iki erkek ayakları çıplak, başları açık, bellerine peşkir bağlamış olarak "Hû hû meydan'ı Alidir", diyerek ağırlama oynarlar, dedenin önünde eğilirler, dede onlara dua eder, dedenin dizini öperler, onun müsaadesiyle yerlerine otururlar, arada dede onlara nasihatlar verir: "Kimsenin hakkını yemeyin, kimsenin arkasından konuşmayın, borcunuzu ödeyin" gibi nasihatlarda bulunur. Başlarını secdeye koyarlar. Allah Allah diye bağırırlar.

Çocuk

Çocuğa büyük değer verilir. Kız erkek ayırımı yapmazlar. Kız çocuklarına daha çok çiçek adları koyarlar. Gelincik, zambak, sümbül, lale gibi.

Dinsel anlamı olan Arap adlarını çocuklarına vermezler. Arapça kelimeler kullanmazlar. Tüm kelimeleri Türkçedir.

Cem âyininde toplu olarak ibadet yapılır (Ayin-i Cem). Kadın, erkek ve çocuk hepsi katılır.

Oruçtan önce, kadına, kocasından memnun olup olmadığı sorulur, ibadette insanı insan olarak görmek söz konusudur.

Özel bir yargılama getirmişlerdir. Hiçbir kültürden etkilenmemek onlarda bir ilkedir.

Kimsenin kimseden kaygı duymaması, kimsenin kimseden korkmaması istenir. Herkes toptan sorgudan geçirilir. "Rıza suyu" içilir.

Cezalar manevi olarak verilir. Örneğin bir yıl küsülür, konuşulmaz. Büyüğü annesi, emsali kardeşi sayılır.

Toplu kurban kesme gelenekleri Şamanizm etkisidir. Ateş duası (aydınlık, ihtiyaç), toprak (bereket) duası, su duası yapılır.

Oruç, Kerbelâ olayını protesto için kısa tutulur. 12 gün Muharrem, 9 gün Aşure, 7 gün Hıdırellez orucu var. Bu üçünden biri tercih edilir. Son gün toptan yemek yenir. Herkes bir şey getirir.

Dedeler Peygamber soyundan sayılır. Dedelerin bazıları Hacı Bektaş'ı ulu kabul eder.

Evlenme Gelenekleri

Düğünlerinde davul zurna yoktur. Genellikle saz çalınır.

Çaldıkları saz kopuzun geliştirilmiş şeklidir. Altın, gümüş gibi ziynet eşyası kullanmak da yoktur. Düğünler ağır masraflı değildir.

Evlenmede "başlık parası" almazlar. Yalnız anneye bir miktar "süt hakkı" verilir. Kızı kaçırma (anlaşarak) yoluyla evlenme yaygındır. Az düğün yaparlar. Erken evlenme görülür, içten evlenirler.

Sıraçlarda toplumculuk düşüncesi egemendir. "Ben" yok "biz" vardır.

İnsanı hayvanlaştırmak anlamına gelen ayı, eşek diye küfür edilmez. Ayıp sayılır. Ayıya "eli büyük", eşeğe "gülük" derler.

Özel selamlaşma işaretleri vardır. Eşiğe basmazlar.

Atı çok severler. Hazreti Ali'nin yadigârı at bulunan yerde yoksulluk olmaz derler. Rakı, şarap gibi içkileri içerler.

Hırsızlık yapmazlar. Kimsenin aleyhinde bulunmazlar. Muaviye'ye lanet ederler. Birine kızınca "melun Muaviye", "kâfir Muaviye" derler. Suniyi "Yezid" olarak tanırlar. Kadına insan olarak değer verdikleri, Anaca koluna mensup olanların Ali'yi Allah, Muhammed'i de Ali'nin veziri bildiklerini rivayet edenler olmuştur.

Temizliğe Dikkat Etmemek

Sıraçların Zile'de temiz olmadıkları, dağlı oldukları, fazla yıkanmadıkları, temizliğe dikkat etmedikleri konusunda yaygın bir kanaat vardır. Bu tutumlarının tarihsel bir nedeni olduğu belli. Bir grup insan, tarihte susuz kalmışlar, şimdi biz neden bol bol su kullanalım diyorlar.

Kerbelâ olayında bir grup insan susuz kalmış.

Tarihte, Yezid'in komutanı Hür, Hz. Hüseyin'in yanındakilerin ondan ayrılmamaları üzerine onları susuz bir yere yürütür. Burası tarihte Kerbelâ adıyla geçmiştir. Kerbela'da çöl ortasında susuz kalmış bir grup insan susuzlukla yapılan işkencenin korkunçluğunu yaşamışlardır.

Sıraçlar 1974 yılında Zile'ye indiler. Dağ köylerinden artık büyük kentlere gelmektedirler. Kuşkusuz bu husus bir değişimdir.

Ölü yerinde mum yakılıyor. Büyük ağaçlara çapıt bağlama geleneği var (Şamanist etki). Dedeler dağ köylerinde kendi çıkarları için etkileyerek onların kentlileşmesine engel olmuşlar. Hz. Ali camide şehit olduğu için camiye gitmiyorlar. Bu nedenle köylerinde cami yoktur ve genelde namaz kılmamaktadırlar.

Köyde tezek yakarlar. Kente geldiklerinde oraya uyum sağlıyorlar. Lükse kaçmadan, normal evlerde oturmaktadırlar. Mum yakmak, evliyalara taş yapıştırmak Şamanist etkilerdir. Kerbela'da susuz kalmışlar. Ağıtları da var.

Sünniler onları dindar olmamakla suçlamaktadırlar.

Ali'yi çok sevdiklerinden "Ali" ismi çok onlarda.

Erkekler 30-40 yaşından sonra sakal bırakırlar. Yalnız bu, dindarlık değil, olgunluk belirtisi olarak kullanılıyor.

Görüldüğü gibi Sıraçlar, normal Alevilerden kültürleri yönünden bazı farklılıklar göstermektedirler. Bu farklılıkları daha çok tarihsel, dinsel ve yerleşim birimlerine bağlamak gerekir.

Benzer Konular

21 Nisan 2016 / virtuecat Edebiyat
6 Haziran 2008 / Bia Türk ve İslam Dünyası
28 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Dünyadan
1 Ocak 2007 / KisukE UraharA Sanat ww
21 Temmuz 2015 / Jumong Siyaset ww