Arama

Mısır Medeniyeti - Tek Mesaj #4

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Ekim 2008       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

ESKİ MISIR

Taş Devri'nin başlangıç döne­minde, Nil Irmağı kıyılannda avcılık ve balık­çılık yapan insanlar yaşıyordu. O zamanlar, Nil'in dar ve bataklık vadisi ağaçlar, sazlar, kamış benzeri uzun saplı bir bitki olan papi­rüslerle örtülüydü. Binlerce yıllık bir aradan sonra Cilalı Taş Devri (Neolitik Çağ) insanla­rı yavaş yavaş bataklıkları kuruttular ve köyler kurdular. Tarım yapmayı, dokumacılı­ğı, hayvanları evcilleştirmeyi, çanak çömlek üretmeyi öğrendiler. Daha sonraları, güneşte pişmiş tuğlalardan evler ve cam yaptılar, topraklarını suladılar, bakırı işlediler. Yıllar yılı yağmur yüzü görmeyen, Akdeniz kıyıla­rından uzak bu topraklardaki insanlar için Nil'in yaşamsal bir önemi vardı. Nil yönü­nü değiştirdiğinde bu uygarlık yok oldu. Arkeologlar eski ırmak yatağının kıyısında­ki çöllerde bu insanların mezarlarını bul­dular.
İlk yazılı kayıtlar, Mısır topraklarının Kral Menes'in yönetiminde birleştirildiği İÖ 3100'e kadar uzanır. (Menes, Yunanca yazan eski tarihçilerin kullandığı addır. Bu kralın Mısır yazmalarında Narmer adıyla geçtiği sanılmaktadır.) Menes, Nil'e bir kanalla bağ­lanıp tarıma elverişli duruma getirilen baş­kent Menfis'i kurmuştur. "Beyaz duvarlı Menfis" 1.000 yıl boyunca başkent olarak kaldı. Kalıntıları bugünkü Kahire kenti yakın­larındadır.

Krallıklar

Yunanca yazan Mısırlı tarihçi Manethon, Mısır'ı yönetenleri 30 hanedan ya da aileye ayırmıştır. Günümüzde Eski Mısır yazısı ve tarihini inceleyen bilim adamları, Eski, Orta ve Yeni Krallıklar olarak adlandırdıkları dö­nemleri Eski Mısır uygarlığının en parlak çağları olarak değerlendirirler. İÖ 3100'deki başlangıcından İÖ 30'da Roma İmparatorlu-ğu'nun bir parçası oluncaya kadar, Mısır uygarlığının belirleyici özellikleri değişmeden kalmıştır.

Arkeologlar, 1. ve 2. hanedan krallarının Menfis yakınlarındaki Sakkara'da mı, yoksa Nil'in kaynağına daha yakın olan Abydos'da mı gömülü olduklarını kesin olarak saptayamamışlardır. Her iki yerde de benzer mezar­lar bulunmuştur. Yağmalandıkları ve yakıl­dıkları için kral mezarlarının hangi bölgede yer aldığını saptamak çok güçtür. Mastaba denilen kenarları eğimli bu ilk kral mezarları, kayalarda açılan çukurların üstü çamurdan tuğlalarla örtülerek yapılırdı. Asıl mezar oda­sı, zeytinyağı, şarap, bira ve çeşitli yiyecekler, ev eşyaları, bakır araçlar, taş ve çömlek vazolarla donatılmış odalarla çevrelenmişti. Bunlardan geriye pek bir şey kalmamış olsa da, Eski Mısırlılar'ın ileri bir uygarlığa ulaş­tıklarını gösteren yeteri kadar kalıntı vardır. Bir soylunun Sakkara'daki mezarında arpa lapası, bıldırcın, böbrek, güvercin yahnisi, balık, sığır eti, ekmek ve incirlerle dolu zengin bir sofra bulunmuştur.

3. hanedanın ikinci kralı Zoser, Sakkara' da ilk kez tümü taştan, basamaklı bir piramit yaptırdı. Planını veziri İmhotep'in yaptığı altı basamaklı piramit başlangıçta mastaba ola­rak düşünülmüştü. Piramitin altında Assuan graniti ile kaplı bir mezar odası vardı. Burası da, Zoser'in ailesinden kişilerin gömüldüğü mezar odaları ve galerilerle çevriliydi. Duvar­ları mavi çinilerle kaplı bu galerilerde çok sayıda taştan vazo bulundu.
Mısır'daki en ünlü kalıntılar, Gize'de 4. hanedan döneminden kalma Keops, Kefren ve Mikerinos'un piramitleridir. Bu piramitler Dünyanın Yedi Harikası arasında yer alır. İkinci piramidin yakınlarında, kayadan oy­ma, yüzü Kral Kefren'in yüzüne benze­yen aslan gövdeli sfenks bulunmaktadır.

İlk Mısır yazısı, hiyeroglif denen bir tür resimyazıydı. Hiyeroglif sözcüğü kutsal oy­malar anlamına gelir. Mezarların ve tapınakların duvarlarına oyulan bu yazılar özenle kırmızı, sarı, yeşil, siyah ve maviye boyanırdı. Yazarken çok zaman alma­sına karşın, Mısırlılar bu yazıyı resmi belgele­rinde kullanmayı sürdürdüler. Eski Kralhk'ta hiyerogliften türetilen ama daha akıcı bir yazı biçimi olan hiyeratik kullanılmaya başlandı. Akıcı olması nedeniyle, hiyeratik papirüs üze­rine kamış kalem ve mürekkeple yazılabili­yordu. Orta ve Yeni krallıklar döneminde geliştirilen bu yazıyı daha çok rahipler dinsel yazılarda kullandı. Demotik (halka ait) adı verilen bir başka yazı biçimi de, İÖ 7. yüzyılın başında 25. hanedan döneminde ortaya çıktı. Ptolemaioslar ve Romalılar dönemi boyunca Mısır yazısını 19. yüzyılın başlarında, İngi­liz Thomas Young ile Fransız Jean François Champollion çözdü. Aynı metnin hiyeroglif, demotik ve Yunan alfabesiyle yazılmış olduğu Rosetta Taşı bu gizin çözülmesini sağladı. (Bu taş günümüzde British Museum'da bulun­Uktadır.

6. hanedanın son yıllarında, II. Pepi (Neferkare) döneminin ardından Mısır yabancı­ların istilaları ve iç savaşlar sonucu yaklaşık İÖ 2200'lerde tam bir çöküş devri yaşadı.İÖ 2040'ta başlayan Orta Krallık'la birlikte yeniden canlanan Mısır, topraklarını Nübye (bugünkü Sudan), Suriye ve Filistin'i de içine alacak biçimde genişletti. Artık, başkent yukarı Mısır'da Nil Irmağı'nın kıyısındaki Teb kentiydi. Sanat ve mimarlığın en ileri örnekle­rinin yaratıldığı bu dönemden günümüze çok az sayıda yapıt kalmıştır. 12. hanedan kralla­rından III. Amenemhet'in gömüldüğü tapı­nak olan Labirent, Eski Yunanlılar'ca bir dünya harikası olarak nitelendirilmişti.İmparatorluğun Çöküşü 19. hanedan dönemi boyunca da güçlü krallar imparatorluğu korudular. II. Ramses büyük bir yapım programını gerçekleştirdi. İÖ 1200'lerde Deniz Kavimleri'nin akınları im­paratorluğun çöküşünü hazırladı. III. Ramses yönetimindeki Mısırlılar, Deniz Kavimleri'ne karşı verdikleri üç büyük deniz savaşını kazandılarsa da, bir daha kendilerini toparlayamadılar.

Asya'daki egemenliklerini yitirdiler. O sıralarda daha yeni kullanılmaya başlanan bir metal olan demirin elde edildiği kaynakla­rın denetimini ellerinden kaçırdılar. Teb ya­kınlarındaki Ramses Tapınağı'nın duvarların­da, tarihte ilk kez resmi yapılan bu deniz savaşından sahneler yer almaktadır. III. Ramses öldürüldükten sonra yerine geçen krallar Mısır'ı yönetmekte başarılı olamadı­lar. Sonunda Mısır kuzey ve güney olarak ikiye bölündü, ayaklanmalar ve kargaşa tüm ülkeye yayıldı. Başkent, Teb'den Nil deltası üzerinde kurulu olan Tanis'e, daha sonra da Sais'e taşındı.Mısır'a saldıran Asurlular Menfis kentini ele geçirdiler. Menfis'i ve Teb'i yağmaladılar (İÖ 671-663). Sonunda Mısır İÖ 525'te Pers İmparatorluğu'nun bir eyaleti oldu. Bu dö­nemde Mısır'ın başında bir Persli bulunuyor­du ve Pers parası kullanılıyordu. İÖ 332'de III. Darius komutasındaki Pers ordusunu bozguna uğratan Makedonyalı Büyük İsken­der Mısır'ı işgal etti ve genarallerinden Ptole-maios'u vali olarak atadı. Büyük İskender İÖ 323'te öldüğünde, Mısır'ı aldıktan sonra kur­duğu İskenderiye kentine gömüldü.

Ptolemaioslar

İskender'in generali I. Ptolemaios Mısır'da 300 yıl boyunca hüküm süren bir hanedanın kurucusu oldu. Mısır yeniden zenginleşti ve gelişti. Ne var ki, Ptolemaioslar yabancı oldukları ve savaş harcamalarını ağır vergiler koyarak halka ödettikleri için pek sevilmiyor­lardı.

Ptolemaioslar döneminde Dünyanın Yedi Harikası arasında sayılan İskenderiye Feneri yapıldı. Yunanca konuşulan tüm ülkelerden araştırma için gelen bilim adamları ile filozof­ların çalıştıkları görkemli bir kitaplığı olan Mouseion ya da akademi yine bu dönemde İskenderiye'de kuruldu. Bugün Eski Yunan düşüncesi üstüne bildiklerimizin çoğunu bu araştırmacılara ve tüm Mısır'ın her yanına yayılmış Yunan papirüslerine borçluyuz.Ptolemaioslar'ın sonuncusu, Augustus Caesar'a karşı Marcus Antonius'u destekleyen ve Aktium deniz savaşında donanmasının bozgu­na uğratılmasından sonra intihar eden Kleopatra'ydı İÖ 30'da Mısır bağımsızlığını yitirdi ve Roma İmparatorluğu' nun bir parçası oldu

Mısır Uygarlığı

Eski Mısırlılar çok yaratıcı insanlardı. Pira­mitler gibi dev yapıları yapabilecek mühen­dislik bilgisine sahiptiler. O dönemde maka­ranın daha bulunmamış olmasına karşın kı­zaklar, silindirler ve kurdukları rampaların yardımıyla büyük kütleleri taşıyabiliyorlardı. 2. hanedan döneminden başlayarak bilinen tekerlekten ancak Yeni Kralhk'ın başlangıç yıllarında yararlanılmaya başlandı. Mısır tari­hi boyunca Nil başlıca ulaşım yolu oldu. Yıldızları gözleyen Mısırlılar, Ay'ın durumu­na ve Güneş sistemine bakarak takvimler oluşturdular. Nil'in taşma zamanlarını göz önüne alarak, karmaşık bir sulama sistemi geliştirdiler. Tahıllarını depo­ladılar. Eski Krallık, Mısır'ın ilerde de sürdü­receği yaşam biçiminin belirlendiği bir barış ve gelişme dönemiydi.

Kuru bir iklimi olan Mısır'da, başka bir yerde kısa sürede bozulacak olan giyecek, deri, kereste, yiyecek gibi şeyler özelliklerini koruyarak günümüze kadar geldiler. Bu ka­lıntılar ve mezar duvarlarına çizilmiş günlük yaşama ilişkin resimler bize Eski Mısırlılar'ın yaşam biçimini kapsamlı olarak açıklar.
Mısırlılar ölülerini tuz ya da bir soda türü olan hidratlı sodyum karbonatla mumyalaya­rak yüzyıllarca saklamayı başardılar. Mumyalama işlemi hekimlerin insan bedenini ve iç organlarını yakından tanıyarak kapsamlı bir anatomi bilgisine sahip olmaları­nı sağladı. Mısır'da tarihin en eski tedavi ve ameliyat kayıtlarına rastlandı.
Mısır sanatının geçmişi ilk hanedanlara kadar uzanır. Ne var ki, bu güzel resimleri, heykelleri ve takıları yapanlar zanaatçı olarak nitelendirildiği için hiçbirinin adları bugün bilinmemektedir.

Din

Eski Mısırlılar'ın birbirinden değişik çok sayı­da tanrısı vardı. Çeşitli adları ve görünümle­riyle Güneş de bunlardan biriydi. Ana Güneş tanrısı, asıl tapınağı Heliopolis'te olan Ra idi. Ayrıca her kentin tanrıları vardı. Teb kenti­nin tanrıları Amon, Mut ve oğulları Hors; Menfis kentininkiler ise Ptah, Sekhmet ve Nefertum'du. Mısırlılar yaradılışın temeli olan, Nun adını verdikleri fırtınalı suların çalkalanması sonucu dünyanın balçıktan yara­tıldığına inanıyorlardı. Bu oluşum bir günde değil, her gün doğan Güneş'in etkisiyle yavaş yavaş gerçekleşmişti. Önce bir tepecik oluş­muş, üzerinde bitkiler yetişmiş, ardından kuşlar ve öteki hayvanlar ortaya çıkmıştı.

Mısır'da siyasal ve ekonomik olarak hangi kent güçlenir ve zenginleşirse, o kentin tanrı­ları da ülke çapında önem kazanır ve ünlenir­di. Örneğin Yeni Krallık'ta, Teb tanrısı Amon Teb'in başkent olmasıyla önem ka­zandı. Çok geçmeden de güçlü tanrı Ra ile birleştirilerek Amon-Ra adını aldı. Mısırlılar için ölümden sonraki yaşam çok önemliydi. Böylece, ölüler tanrısı Osiris de başlıca tanrı­lar arasına girdi. Osiris'le birlikte, eşi İsis'e ve oğlu Horus'a da tapıyorlardı. Bu üç tanrıya tapınma Roma İmparatorluğu'nda da yay­gınlık kazandı.

Mısırlılar tanrılarını çoğunlukla hayvan, bazen de insan biçiminde düşünürler, onlara barınmaları için tapınaklar yaparlardı. Bu tapınaklarda rahipler totemlerin, tanrı hey­kellerinin ya da tanrının göründüğü biçimler­den biri olarak düşünülen Apis öküzü, şahin, keçi, timsah gibi hayvanların hizmetinde çalı­şırlardı.

İnsanların öldükten sonra, kayığıyla cen­nette dolaşan Güneş tanrısı Ra'ya eşlik ettiği­ne inanılırdı. Mısırlılar için bu cennet Nil'den başka bir yer olamazdı. İnanışlarına göre, öteki dünya, tıpkı gecenin 12 saati gibi, 12 bölüme ayrılmıştı ve altıncı bölümde yargıç Osiris oturuyordu. Burada, ölen kişinin yüreği ile Gerçeğin Tüyü tartılarak karşılaştırılırdı. Yürek çok ağır ya da çok hafifse ölü korkunç canavarlara atılırdı. Uygun ağırlıktaysa, kişi sonsuza kadar cennette yaşardı.
Mısırlılar ölümden sonra yaşamın tıpkı dünyadaki gibi süreceğine inandıkları için, öte dünyada kendilerine gerekecek hemen her şeyi mezarlarına koydurturlardı. Önceleri mezarlara evlerin, tahıl ambarlarının, kayık­ların, sığırların, ekmek ve şarap hazırlayan hizmetçilerin yapay örneklerini koydular. Da­ha sonraları aynı amaçla, gereksinim duya­cakları şeylerin resimlerini mezar duvarlarına çizdiler.
Kaynak: Msxlabs.org & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 16 Temmuz 2017 21:07
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....