Arama


SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
14 Mart 2009       Mesaj #2
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi
Doktorluk Yapabilme Koşulları
Özel bir bilgi sahibi olmadan, bazı sanatların yapılamayacağının kesin kural haline gelmesi, uygarlığın gelişmesinin sonucudur. Özellikle, insan sağlığını ilgilendiren, doktorluk mesleğini uygulayacak kişide aranan koşullar, diğer mesleklere göre daha ağırlaştırılmıştır. Tahsil süresinin uzunluğu, özel ihtisaslar bunun belirgin örnekleridir.

Yasalarca belirlenen koşulları yerine getiren, tıp sanatını uygulamaya hak kazanır. Bu hak, hukuk düzeninden kaynaklandığı için doktorun eylemini hukuka uygun hale getiren ana unsurlardandır.

Doktorluk mesleğinin yapılması için ilk koşul, doktorluk diplomasıdır. Diplomanın ya Türk Fakülteleri'nden (1219 S.K. 1. Md.) birinden ya da Sağlık Bakanlığı'nca onanmak şartıyla, yabancı ülkelerdeki fakültelerden (1219 S.K. 4. Md.) alınmış olması gerekir. Diploma sahibi olmak da yeterli değildir. Bunun Sağlık Bakanlığı'nca tescil edilmesi de zorunludur. Diplomanın yasa dışı yollarla elde edilmesi, yapılan işe hukukilik vermez.

Türk vatandaşı olmak (1219 S.K. 1. Md.): Ülkenin doktorlarını yabancı doktorların fiili baskısından korumak için getirildiği öne sürülen bu koşul, bir çok yabancı ülke yasalarında da yer almıştır. Türkiye'de doktorluk sanatını yapabilmek için Türk vatandaşı olma koşulunun özel ayrıcalıkları bazı yasalarda kabul edilmiştir. Son yapılan yasal düzenleme (2547 Sayılı), Türk ırkından olup da yabancı bir ülkenin uyruğunda olan doktorlara da mesleğini Türkiye'de yapabilme hakkını vermiştir.

Doktorun mesleğini yapabilmesi için bir koşul da tabip odalarına kayıt olma zorunluluğudur (6023 S.K. 6. Md.).

DOKTORUN BORÇLARI - SADAKAT VE ÖZEN
Doktorluk mesleği, diğer bazı meslekler (örneğin avukatlık, noterlik) gibi devletin özel iznine dayanarak yapıldığından, hizmetlerini kamuya açık olarak yapmak zorundadırlar. Bu nedenle, hukuk düzeni, doktorların hastalarla sözleşme yapmaya hazır olduklarını ve hatta belirli özel durumlarda bundan kaçınamayacaklarını kabul eder. Devletin özel izniyle oluşturulan bu tekel, toplumda "özel bir güven" yaratır. Yaratılan bu güven sonucu kamuoyu, tedaviye (sözleşmeye) hazır doktoru "o işin adamı" olarak görmekte ve onun yerine bir tıp talebesi veya ruhsatsız bir kişiye başvurmamaktadır.

Doktorun resmi izin veya ruhsat sonunda çalışma hakkını elde etmesi, onun, gerek tıp bilgisi gerekse insanlık sevgisi ve genel ahlak bakımından, kendisine güvenilir bir kişi olduğunun kuvvetli kanıtıdır. Bu da doktorun hastalarına karşı sadakat ve özen borcunu ortaya çıkarmaktadır.

Doktorların sadakat ve özen borcunun, Borçlar Yasası'nın 390/II. Maddesinden de kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bu borç bir deontoloji kuralı olarak da kabul edilmiştir (TDN. Md. 2-4).

Sadakat borcu, hastanın yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verebilecek davranışlardan kaçınmaktır. Doktor, sanatını uygularken, hastanın yaşam ve sağlığına, kişiliğine saygı göstermek zorundadır. Bu borç, tedavi sonuçlanmış olsa bile devam eder. Bu da genellikle hastanın "sırlarının saklanması" sonucunu doğurur.

Özen borcu, tıp ilmi ve deontoloji kurallarının uygulanmasında söz konusu olmaktadır. Doktor, hastasını iyileştirmek için çalışır, ancak neticesinin şifa ile sonuçlanmamasından, özen borcunu yerine getirmesi söz konusu olduğunda sorumlu olmaktadır. Doktorun, hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre başarılı sonuca ulaşmak için gerekli dikkat ve özeni göstermesi ve bu yolda çaba sarf etmesi zorunludur. Doktorluğun tekel durumunda bulunması ve uğraş alanının insan olması, özen borcunun diğer meslek mensuplarından (örneğin işçi, avukat) daha fazla olmasını gerektirmektedir.

Doktorun hastasını tedavi sırasında tıp sanatı ve ilminin tespit ettiği kuralların sınırı içinde hareket zorunluluğunda olduğu, gerek öğretide ve gerekse uygulamada kabul edilmektedir. Uyulması gerekli tıp kuralları, ilmin genel olarak kabul ettiği ve uygulaması alışılmış ve her normal doktorun bilmesi gereken bilgi ve usullerdir. Tıp sahasında henüz tecrübe safhasında olan bir nazariyeyi uygulamamasında doktor sorumlu tutulamaz. Ancak yenilikleri meslek dergileri ve yayınları okuyarak izlemek, genel olarak ilmin benimsediği yeni buluşları uygulamak zorundadır. Doktorun çalıştığı yer, olanakları, uzmanlık derecesi ve yıllanması da dikkate alınmalıdır.

Tedavi, kişinin beden ve ruhsal yapısındaki hastalıkları ve sakatlıkları tanımak ve iyileştirme veya sağlığı koruma geliştirme amacıyla yapılan teknik ve bilimsel çalışmaların tümüdür. Çağdaş hukuk düzeni, hastanın rızası olsa dahi tedavi amacı dışında onun maddi ve manevi yapısını bozacak tıbbi el atmaları ve davranışları yasaklamıştır (M.K. 23-24 ve TDN. 13/3). Bu nedenle, tedavi amacı dışına çıkan el atmalarda hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Hukuka aykırı bu gibi davranışlardan doğan zararlardan doktor sorumlu olacaktır.

Doktor ile hastası arasındaki sözleşmeye dayanan eylemli durumun hukuken geçerli olması, hastanın rızası ile doktorun tıp mesleğini uygulama ve yapabilme hak ve görevinin birlikte bulunmasına bağlıdır. Özel hukukta hasta doktor ilişkisi sözleşmeye (vekalet) dayanmaktadır. Sözleşmenin kurulabilmesi için ilk koşul hastanın rızası, ikincisi ise doktorun mesleğini uygulayabilme ve yapabilme hakkına dayanan kabulüdür. Sözleşme kurulduktan sonradır ki doktorun eylemleri ve yardımları belirli sınırlar içinde hukuka uygun olarak kalacaktır.

Doktorun tedavi nedeniyle sorumluluğuna asıl olan, sorumluluğun sözleşmeden kaynaklanmasıdır. Ancak doktorun sorumluluğunun tek kaynağı sözleşme değildir. Zarar görenle doktor arasında sözleşmeye dayanmayan bir ilişkinin bulunması da olağan durumlardandır.

Doktorun kendisine tıp mesleğinin yüklediği, acil olaylarda ilk yardım görevinden kaçınması, rızası alınamayacak şartlar altında (koma hali) bulunan hastaya; deney maksadıyla el atması gibi durumlarda meydana gelen zararlar sözleşmeye dayanmadığından, tamamen haksız fiilden kaynaklanmaktadır (M.K. 41. Md.). Ayrıca yapılan sözleşmelerin Borçlar Yasası'nın 20. maddesine göre geçersiz sayıldığı hallerde, hasta doktor ilişkisinden doğan zararın, sözleşme dışı haksız eylemden (fiilden) kaynaklandığının kabulü zorunludur. Çünkü, hukuk düzeninin yok saydığı sözleşmeye dayanılmasına olanak yoktur. Doktor ile hasta arasında sözleşme ilişkisi bulunmasına karşın hastanın ölmesiyle, mirasçıların doktora karşı açabilecekleri (B.K. 45, 47 ve 49) tazminat davalarında, sorumluluğun kaynağı yine sözleşmeye değil, haksız eylem (B.K.41) olacaktır. Ancak, buradaki haksız eylem, sözleşmeye aykırılığın yarattığı, dolayısıyla bir haksız eylemdir.

Doktorun tedaviden doğan sorumluluğu ister haksız eylemden (B.K. 41) ve isterse sözleşmeden (B.K.98) kaynaklansın, sonuç olarak sorumluluğun belirlenmesinde bir ayrıcalık getirmemektedir. Bu nedenle, her iki kaynaklı sorumluluğun unsurları birlikte incelenecektir. Genellikle, sorumluluğun sözleşmeden veya haksız eylemden doğmasında, zaman aşımı yönünden bir ayrıcalık olmaktadır.

Doktorun tedaviden doğan sorumluluğundan söz edebilmek için, eylemin hukuka aykırı ve kusura dayalı olması yanında, bir zararın varlığı ve zararın da kusurlu sayılan eylemin uygun sonucu olması (illiyet bağı) gerekir. Doktor, tedavide sonucun rizikosunu ancak kusur halinde yüklendiğine göre, vekalet sözleşmesinin esaslı bir unsurunun daha doktor hasta ilişkisinde olduğu belirlenmektedir. Doktor, ilmi kurallara uygun olarak teşhis (tanı) koyar ve gereken tedaviyi tatbik eder. Bu çalışmaların mutlak olarak şifayla neticelenmesinden dolayı deontoloji (TDN 13) ve genel hukuk kuralları bakımından sorguya çekilemez. Bununla birlikte, bazı özel durumlarda, belli bir neticeyi ve tedaviyi taahhüt etmesi mümkündür. Bu çeşit yüklenme (taahhüt) bazı hastalıklar için alışılmıştır. Örneğin güzelleştirme ameliyatlarında doktor sonucu yüklenmiş sayılır.

İstisna sözleşmesinde, sözleşmeye hakim olan amaç bir şeyin (eser) meydana getirilmesidir. Vekalet sözleşmesinde ise bir şeyin meydana getirilmesi yerine belli bir yönde çalışma yüklenimi altına girmek söz konusudur. Doktorluk mesleğinde, bir şeyin yapımı söz konusu olmayıp, hastaya sağlık kazandırıcı yönde, özenle ve içten bağlılıkla çalışma esastır. Bunun neticesi olarak doktor, sonucun arzu edildiği gibi sağlık kazandırıcı olarak neticelenmemesinden, yani zararlı sonuçta, kusurlu olmadıkça sorumlu değildir. İstisna sözleşmesinde ise işin ayıpsız teslimi, sözleşmenin amacına uygun doğal sonucudur. Vekalet sözleşmesinin ücretsiz yapılması mümkün olmakla birlikte (B.K. 355) istisna sözleşmesinin ana unsuru ücrettir. Doktor, işi sonuna kadar götürmekle yükümlü değildir ve bu yüzden hastasına karşı tazmin sorumluluğu genelde yoktur. İstisna sözleşmesinde ise bu gibi hallerde (bazı ayrık haller hariç) sorumluluk tamdır. Estetik ameliyatlarında sonucun garanti edilmesi, doktor için diğer tıbbi el atmalardan farklı olarak bir borç doğurur niteliktedir. Hukuka uygun bir tıbbi el atma sayılan güzelleştirme ameliyatlarında doktorun, hastasının rızasını alması, bu izin alınırken hastaya yapılacak tıbbi el atmanın sonuçlarını, etkilerini, tehlikelerini bütün açıklığı ile anlatması, ameliyattan önce, olabildiğince, kişinin fiziki ve ruhsal yapısı ve sağlık durumunu bütün ayrıntılarıyla gözden geçirmesi, ayrıca ameliyatın beraberinde getireceği tehlikelerin, ameliyatla varılacak amaçtan daha büyük olmaması gerekmektedir.

Borçlar Kanunu'nun 396. maddesine göre vekaletten azil ve istifa her zaman mümkündür. Bu kural, yeni bazı eylemlere göre özel hallerde uygulanmamalı ve haklı sebepler varsa sözleşme bozulabilmelidir. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi'nin 19. maddesi, sözleşmeden istifayı yani tedaviyi bırakmayı, hizmetin önemi ile orantılı olarak haklı bir şartlara bağlamıştır. Buna göre, genel ahlak kurallarına aykırı şekilde hastayı terk, doğuracağı sonuçla, doktoru ağır hukuki ve cezai sonuçlarla karşı karşıya bırakacaktır.
Son düzenleyen Safi; 16 Temmuz 2018 16:54