Arama

Kur'an-ı Kerim'de Kader - Tek Mesaj #4

Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
28 Kasım 2010       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Kadere inanmak, İslam'da inanç esaslarından biridir. Kader, Allah'ın evrende olmuş, olmakta ve olacak olan şeylerlerin nerede, ne zaman, na­sıl ve nice olacağını önceden bilmesi­ne ve takdir etmesine denir. Kader Al­lah'ın ilim sıfatının (her şeyi önceden bilmesinin) bir sonucudur. Allah'ın önceden bilip takdir ettiği şeylerin, onun bilgisine uygun olarak takdir edildiği yer, zaman ve biçimde orta­ya çıkmasına, gerçekleşmesine,kaza denir. (Bir hükmün, bir kararın uygulanması, infaz edilmesi anlamında).

Dünyada ve tüm evrende Allah'­ın takdirinin haricinde hiçbir olay meydana gelmez. Her şey, her olay onun tasarrufundadır.

Allah'ın her şeyi önceden bilmesi ve takdir etmesi biz insanların diledi­ği gibi davranmasına engel midir? ts-lami anlayış buna "hayır" cevabı ve­riyor. İnsanlar yaptıklarından sorum­lu olacak kadar bir irade ile donatıl­mışın Cüz'i irade denen bu irade in­sanların sorumluluğunun kaynağıdır. Biz yaptığımız bir şeyi Allah bildiği ve takdir ettiği için yapmayız. Fakat biz yapacağımız için Allah bilir ve takdir eder. Yeni Allah'ın takdiri bizim ira­demize göre şekillenir. Bunun şöyle klasik bir örneği var: Bir astronom (gökbilimci) ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını önceden bilir. Takvimler­de bu kayıtlıdır. O zaman gelince ay ve güneş tutulur. Ayın ve güneşin tu­tulması astronomun onların tutulaca­ğını bilip yazmasından dolayı mıdır. Hayır. Onlar zaten tutulacağı için ast­ronom bilmiştir ve yazmıştır. Allah'­ın takdiri de böyledir.

Kader konusunda bize düşen şu­dur: Biz Allah'ın takdirinin ne yön­de olduğunu, hangi mahiyette gerçek­leştiğini bilemeyiz. Bilemediğimize gö­re irademizi iyi bildiğimiz istikamet­te kullanmak durumundayız. Daha ileri giderek şu söylenebilir: Eğer biz Allah'ın takdirinin bizim aleyhimize olarak kararlaştığını bilsek dahi, yi­ne de tavrımız bize gösterilen doğru yoldan ayrılmamak olmalıdır. "Na­sıl olsa benim işim bitik, kaderim ta­yin olmuş, bundan sonra ne yapsam boş..." biçiminde bir tutumu benim­seyenleyiz. Çünkü böyle bir tutum Is-lami anlayış ve inceliğe, Allah'a olan güvene uymaz. Bu durumda dahi kul­luk esastır.

Dinde bu görüşü destek­ler mahiyette bir öykü var: Eski de­virde, seçkin, zeki bir talebe (mürid) rüyasında, çok sevdiği, bağlandığı, uzun yıllar feyz aldığı hocasının ce­hennemlik olduğunu "görür. Rüyayı ilk gördüğünde sıradan bir rüya diye aldırmaz. Ama aynı rüyayı birkaç de­fa üst üste görünce sadık (doğru) bir rüya olarak yorumlar, üzüntüye ka­pılır. Üzüntüsü dışarıdan da hissedi­lecek şekildedir. Herkes gib ihocası da bunu fark eder ve sorar:


—"Oğlum, senin neyin var, son günlerde yüzün hiç gülmüyor."

Delikanlı başlangıçta söylemek is­temeyip geçiştirmeye çalışırsa da so­nunda açıklamak zorunda kalır:

—"Hocam, ben kaç defadır rü­yamda sizin cehennemlik olduğunu­zu görüyorum ve buna üzülüyorum."

Hocası öğrencisine ve onun şah­sında herkese ders olacak şu cevabı verir:
—"Ne diye üzülüyorsun oğlum? Ben senin gördüğün rüyayı (kendimin cehennemlik olduğunu) kırk yıldır gö­rü yorum. Ama yine de ümitsiz ve is­yankâr değilim. Kulluğumu eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Gerisi Allah'ın bileceği iştir."

Dinde, kader anlayışındaki espri budur.

Günümüzde bazıları, birtakım suçlar işliyor, dince yasaklanmış kö­tülükler yapıyor, sonra, "Benim ne kabahatim var? Allah benim böyle yapacağımı yazmış, kaderim böyley-miş, böyle davranmamak tümde de­ğildi ki..." gibi mazeretler öne sürü­yorlar. Din bakımından bu tür maze­retlerin hiçbir geçerliliği yoktur. İn­sanın, irade ve karar verme, bunu uy­gulama yeteneğine sahip bir varlık olarak, mahiyetini bilmediği ilahi tak­diri eylemlerinden sorumlu tutmaya kalkışması dindeki kader anlayışıyla bağdaşamaz.

Dinde iki türlü kader vardır:

Kader-i mutlak, kader-i muallak. Kader-i mutlak, kesinleşmiş, hiçbir şekilde değişmeyecek olan kaderdir. Kader-i muallak ise henüz askıda olan, kulların iş ve eylemlerine göre biçimlenecek olan kaderdir. Bizim öz­gür irademizin bu kaderin tayininde rolü bulunduğu, Allah tarafından bi­ze dilediğimiz gibi davranabileceğimiz bir alan bırakıldığı bilinmektedir.

Kader inancı, iman esaslarından en nazik olanıdır. Nice insan bu ko­nuyu fazla kurcalamaktan dolayı sa-pıtmıştır. İslam dünyasında ortaya çı­kan mezheplerin kaynağında iki ana anlaşmazlık noktası vardır. Bunlar­dan biri Peygamberden sonra yerine kim geçmeliydi (halifelik) sorunu, di­ğeri kaderdir. Müslümanlıkta en çok bu iki konu etrafında anlaşmazlık üremiş ve sonunda birbirlerine hiç iyi gözle, hoşgörüyle bakmayan mezhep­ler türemiştir. Halbuki peygamberi­miz müminleri bu konuda fazla ileri geri konuşmaktan men etmiştir. Çün­kü akıl, kader konusuna tam bir açık­lık getirecek kapasitede değildir.

Sahabeden (peygamberimizi gören Müslümanlardan) birine "Kader hak­kında ne düşünüyorsun?" diye sor­muşlar. Şöyle cevap vermiş:
—"Cenâb-ı Hak, bana öbür dün­yada 'Kader hakkında ne düşünüyor­sun?' diye sormayacak, 'Benim için ne yaptın?' diye soracak."

Kader konusunda müminin pragmatik tavrı da budur.

İslam Ansiklopedisi