Kadere inanmak, İslam'da inanç esaslarından biridir. Kader, Allah'ın evrende olmuş, olmakta ve olacak olan şeylerlerin nerede, ne zaman, nasıl ve nice olacağını önceden bilmesine ve takdir etmesine denir. Kader Allah'ın ilim sıfatının (her şeyi önceden bilmesinin) bir sonucudur. Allah'ın önceden bilip takdir ettiği şeylerin, onun bilgisine uygun olarak takdir edildiği yer, zaman ve biçimde ortaya çıkmasına, gerçekleşmesine,kaza denir. (Bir hükmün, bir kararın uygulanması, infaz edilmesi anlamında). Dünyada ve tüm evrende Allah'ın takdirinin haricinde hiçbir olay meydana gelmez. Her şey, her olay onun tasarrufundadır. Allah'ın her şeyi önceden bilmesi ve takdir etmesi biz insanların dilediği gibi davranmasına engel midir? ts-lami anlayış buna "hayır" cevabı veriyor. İnsanlar yaptıklarından sorumlu olacak kadar bir irade ile donatılmışın Cüz'i irade denen bu irade insanların sorumluluğunun kaynağıdır. Biz yaptığımız bir şeyi Allah bildiği ve takdir ettiği için yapmayız. Fakat biz yapacağımız için Allah bilir ve takdir eder. Yeni Allah'ın takdiri bizim irademize göre şekillenir. Bunun şöyle klasik bir örneği var: Bir astronom (gökbilimci) ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını önceden bilir. Takvimlerde bu kayıtlıdır. O zaman gelince ay ve güneş tutulur. Ayın ve güneşin tutulması astronomun onların tutulacağını bilip yazmasından dolayı mıdır. Hayır. Onlar zaten tutulacağı için astronom bilmiştir ve yazmıştır. Allah'ın takdiri de böyledir. Kader konusunda bize düşen şudur: Biz Allah'ın takdirinin ne yönde olduğunu, hangi mahiyette gerçekleştiğini bilemeyiz. Bilemediğimize göre irademizi iyi bildiğimiz istikamette kullanmak durumundayız. Daha ileri giderek şu söylenebilir: Eğer biz Allah'ın takdirinin bizim aleyhimize olarak kararlaştığını bilsek dahi, yine de tavrımız bize gösterilen doğru yoldan ayrılmamak olmalıdır. "Nasıl olsa benim işim bitik, kaderim tayin olmuş, bundan sonra ne yapsam boş..." biçiminde bir tutumu benimseyenleyiz. Çünkü böyle bir tutum Is-lami anlayış ve inceliğe, Allah'a olan güvene uymaz. Bu durumda dahi kulluk esastır.
Dinde bu görüşü destekler mahiyette bir öykü var: Eski devirde, seçkin, zeki bir talebe (mürid) rüyasında, çok sevdiği, bağlandığı, uzun yıllar feyz aldığı hocasının cehennemlik olduğunu "görür. Rüyayı ilk gördüğünde sıradan bir rüya diye aldırmaz. Ama aynı rüyayı birkaç defa üst üste görünce sadık (doğru) bir rüya olarak yorumlar, üzüntüye kapılır. Üzüntüsü dışarıdan da hissedilecek şekildedir. Herkes gib ihocası da bunu fark eder ve sorar: —"Oğlum, senin neyin var, son günlerde yüzün hiç gülmüyor." Delikanlı başlangıçta söylemek istemeyip geçiştirmeye çalışırsa da sonunda açıklamak zorunda kalır: —"Hocam, ben kaç defadır rüyamda sizin cehennemlik olduğunuzu görüyorum ve buna üzülüyorum." Hocası öğrencisine ve onun şahsında herkese ders olacak şu cevabı verir: —"Ne diye üzülüyorsun oğlum? Ben senin gördüğün rüyayı (kendimin cehennemlik olduğunu) kırk yıldır görü yorum. Ama yine de ümitsiz ve isyankâr değilim. Kulluğumu eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Gerisi Allah'ın bileceği iştir." Dinde, kader anlayışındaki espri budur. Günümüzde bazıları, birtakım suçlar işliyor, dince yasaklanmış kötülükler yapıyor, sonra, "Benim ne kabahatim var? Allah benim böyle yapacağımı yazmış, kaderim böyley-miş, böyle davranmamak tümde değildi ki..." gibi mazeretler öne sürüyorlar. Din bakımından bu tür mazeretlerin hiçbir geçerliliği yoktur. İnsanın, irade ve karar verme, bunu uygulama yeteneğine sahip bir varlık olarak, mahiyetini bilmediği ilahi takdiri eylemlerinden sorumlu tutmaya kalkışması dindeki kader anlayışıyla bağdaşamaz.
Dinde iki türlü kader vardır:
Kader-i mutlak, kader-i muallak. Kader-i mutlak, kesinleşmiş, hiçbir şekilde değişmeyecek olan kaderdir. Kader-i muallak ise henüz askıda olan, kulların iş ve eylemlerine göre biçimlenecek olan kaderdir. Bizim özgür irademizin bu kaderin tayininde rolü bulunduğu, Allah tarafından bize dilediğimiz gibi davranabileceğimiz bir alan bırakıldığı bilinmektedir. Kader inancı, iman esaslarından en nazik olanıdır. Nice insan bu konuyu fazla kurcalamaktan dolayı sa-pıtmıştır. İslam dünyasında ortaya çıkan mezheplerin kaynağında iki ana anlaşmazlık noktası vardır. Bunlardan biri Peygamberden sonra yerine kim geçmeliydi (halifelik) sorunu, diğeri kaderdir. Müslümanlıkta en çok bu iki konu etrafında anlaşmazlık üremiş ve sonunda birbirlerine hiç iyi gözle, hoşgörüyle bakmayan mezhepler türemiştir. Halbuki peygamberimiz müminleri bu konuda fazla ileri geri konuşmaktan men etmiştir. Çünkü akıl, kader konusuna tam bir açıklık getirecek kapasitede değildir. Sahabeden (peygamberimizi gören Müslümanlardan) birine "Kader hakkında ne düşünüyorsun?" diye sormuşlar. Şöyle cevap vermiş: —"Cenâb-ı Hak, bana öbür dünyada 'Kader hakkında ne düşünüyorsun?' diye sormayacak, 'Benim için ne yaptın?' diye soracak." Kader konusunda müminin pragmatik tavrı da budur.
İslam Ansiklopedisi