Arama


ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
27 Ocak 2007       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Mu'tezile Mezhebi
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

İslâm mezhepleri tarihinde adından en çok bahsedilen, görüşlerine en faz­la yer verilen mezheplerden biri de Mu'tezile'dir. Çok farklı görüşler öne sürmüş, belirli bir döneme özgü ol­mak üzere hatırı sayılır bir taraftar kalabalığı toplamıştır.
Mu'tezile'nin kurucusu Vâsıl ibn-i Atâ (8. yy)dır. Hasan Basri'nin ta­lebesi olan Vâsıl ibn-i Atâ, hocasının bir soruya karşılık büyük günah işle­yenin dinden çıkmayacağı şeklindeki cevabına itiraz etmiş ve onun ders hal­kasından ayrılmıştır. Bunun üzerine Hasan Basri "Hezele annâ Vâsılun" (Vasıl bizden ayrıldı) demiş ve Vâsıl'ın kurduğu mezhebe "Mutezile" den­miştir.
Mu'tezile itikat (inanç) konuları üzerindeki anlaşmazlıklarda pervasız düşünceler öne sürmüştür. Ehl-i Sün­netin, inanç konularına ihtiyatlı yak­laşımından, küfre düşme endişesinden bütünüyle uzak bir çizgi tutturmuş­tur. İnanç ihtilaflarına kaynak etmiş olan kader konusunda Mu'tezile, insanın yaptığı her şeyin yaratıcısı oldu­ğunu, kulların eylemlerinde Allah'ın iradesinin bir etkisi olmadığını öne sü­rerek kaderi inkâr etmişlerdir. Bun­lara göre kader yoktur, kul mutlak irâde sahibi olarak kendi kaderinin belirleyicisidir.

Mu'tezilenin beş esası
Mu'tezile mezhebi kendi arasında çeşitli kollara ayrılmıştır. Bu kolların her birinin kendisine has görüşleri ol­makla beraber bütün mu'tezilî fırka­ların umumiyetle ittifak ettiği bazı noktalar vardır. Beş esas (usûl-i ham­se) halinde toplanan bu prensiplerin tamamını benimseyenler Mu'tezileden kabul edilmektedir. Bu esaslar şun­lardır:

1) Tevhîd
Allah teâlâyı gerek zat ve gerek sı­fatları bakımından bir ve tek kabul et­mek manasına gelen "tevhîd" bütün islâmî fırkalar tarafından benimsenen bir esastır. Ancak Allah'ın sıfatları konusunda Mu'tezile kendine has bir anlayışa sahiptir. Onlara göre Allah'­ın sıfatları vardır. Ancak bu sıfatlar onun zâtı üzerine zâid manalar, yani zâtından ayrı düşünülebilen şeyler olmayıp zâtında mündemiçtir. Binaena­leyh Cenabı Hak için "alîm, semî', basîr'dir" denilebilir, fakat "onun ilim, sem', basar... sıfatı vardır" de­nilemez. Çünkü birinci anlayışta kul­lanılan kelimeler sıyga bakımından da sıfat olup zâtı ve sıfatı aynı anda ifa­de etmiş olur. İkinci anlayışta ise sı­fat masdar şeklinde zikredilen bir ma­na olup zâta ayrıca ilave edilmekte­dir. Allah'ın sıfatları da zâtı gibi ka­dîm olacağından ikinci anlayışa göre birden fazla kadîm kabul edilmiş olur (taaddüd-i kudemâ'), bu ise tehvid prensibine aykırı düşer.
Mu'tezile, tevhîd anlayışa bağlı olarak, kelâm ilminin en çok müna­kaşa edilen "kelâmullah" bahsinde de değişik bir görüş ortaya atmıştır. Onlar kelâm sıfatının -Tevrat, İncil, Kur'an gibi- insanlar arasında tecelli eden yönüne bakarak onun kadîm de­ğil mahlûk (hadis) olduğunu iddia et­mişler, bu sıfatın Allah ile kaim ol­madığını söylemişler ve bunun uğrun­da, yıkılışları için sebep teşkil edecek kadar aşırılıklar göstermişlerdir.
Yine onlar, Hâlikîn hiçbir veçhi­le mahlûka benzemiyeceği prensibin­den hareket ederek Allah'ın ahirette görülmesini (ru'yetullahı) inkâr etmiş­lerdir.

2) Adl
Cenabı Hak Adl (âdil)dir, kulla­rına asla zulmetmez, binaenaleyh kul­lar, yaptıkları ihtiyarî fiilleri (iyilik ve kötülükleri), Allah taâlâ tarafından kendilerine verilen hür ve müstakil irade ile yaparlar, bu fiillerin meyda­na gelişinde ilâhî irade ile vuku bulsaydı kul o fi'li cebir altında yapmış olurdu. Bu takdirde o fiilden dolayı ceza görmesi zulüm olurdu.
Mu'tezile bu görüşüyle, kendile­rinden önce gelen Kaderiyyenin fik­rini benimsemiş, fiillerin meydana ge­lişindeki ilâhî iradeyi ve kaderi inkâr etmiş oluyor.
Mu'tezile bu görüşüne bağlı olarak şunu da ileri sürer: Kul için hayırlı ve elverişli (aslah) olanı yaratmak Al­lah'a vâcibdir (vucûd ale'llah). Onun hikmeti, kulların iyiliğine riayet etme­yi gerektirir.

3) Va'd ve vaîd
Kişi mümin ve mutî olarak ahirete intikal ederse sevap ve mükâfata (va'd), buna mukabili imansız olarak veya büyük ganah (kebîre) işleyip tevbe etmeden ölürse azaba ve ebedî ola­rak cehennemde kalmaya (vaîd) lâyık olur. Cenabı Hak, büyük günahı, tev-be olmaksızın hiçbir şekilde (kendi lütfuyla veya şefaatle bile olsa) affet­mez. Bu günah ebedî olarak cehen­nemde kalmayı gerektirir. Büyük gü­nahlardan kaçınanların küçük günah­ları ise afolunur. Binaenaleh, mümin cehenneme -muvakkat bir zaman için de olsa- girmez. Cehenneme bir defa giren bir daha çıkamaz.
Mu'tezile, bu görüşüyle Mürci'eye karşı çıkmış, ameli imandan cüz' saymış, şefaati kısmen inkâr etmiş oluyor.

4) Menzile beyne'l-menzileteyn
Büyük günah (kebîre) işleyen mümin imandan çıkar, çünkü amel imandan bir cüz'dür. Fakat küfre gir­mez, zira kendisinden hâlâ mevcud olan kelime-i şehadet ve benzeri iyi­likler küfre münâfidir. O halde iman i!e küfür arasında biryerde, iki men­zile arasında bir menzilede bulunur. Böylesine ölünceye kadar Müıslüman muamelesi yapılır. Şartlarına uyarak tevbe ederse imâna döner. Tevbe et­meden ölürse öldüğü andan itibaren kâfir sayılır.

5) Emri bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker
İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü ön­lemeye çalışmak bütün Müslümanla­ra farzdır. Bu, İslâm davetinin yayıl­ması, sapıkların doğru yolu bulması ve Müslümanların nazarında hakla bâtılı birbirine karıştıran din düşman­larının zararlarının bertaraf edilebil­mesi bakımından zaruridir.
Mu'tezile, bu prensip'lerine bağlı olarak yabancıların İslama yaptıkla­rı fikrî taarruzlara karşı çıkmış ve Is-lâmı savunmuşlardır. Ancak kendi görüş ve düşüncelerini Müslüman zümrelere kabul ettirebilmek için ay­nı prensip uğrunda yürüttükleri mü­cadelelerde aşırı gitmiş, sert davran­mışlardır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Mira; 12 Ekim 2014 22:20 Sebep: Mesaj içeriği değiştirildi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!