Arama

Şahmaran Efsanesi - Tek Mesaj #6

BYAYD SPEOPLE - avatarı
BYAYD SPEOPLE
Ziyaretçi
28 Haziran 2007       Mesaj #6
BYAYD SPEOPLE - avatarı
Ziyaretçi
İran Hükümdarı Sardanapal'ın Tarsus'u işgalinden sonra Arap ülkelerinden gelen kervanların Anadolu'ya geçmesi için ilk büyük konak yeri Tarsus idi. İpek Yolu Tarsus'tan Antakya'ya, oradan da İran ve Mısır'a uzanıyordu.
İran Hükümdarı Sardanapal Tarsus'u serbest bölge ilan etmişti. Mısırlı tüccarlar büyük kervanlarla Tarsus'a geliyorlardı. Bu tüccar­ların Tarsus'ta kalabilecekleri çok sayıda konaklama yeri, hamamlar ve açıkhava plajları bulunuyordu. Tarsus'tan akan Kydnos Nehrinin Toroslardan kar sulan ile birlikte kükürt getirdiği yine bili­nen gerçeklerdendi. Tarsuslular ırmağın kenarındaki plajlardan ya­rarlanırlar ve bu suların mafsal ağrılarına iyi geldiğini söylerlerdi. Kydnos Nehri'nde banyo yapanlar Sardanapal'ın vergi memurlarına vergi ödemek zorunda idiler.
Mısırlı tüccarlardan birisi olan ve çok zengin olduğu bilinen Melikiya isimli bir kişi, her sene karlar erirken Mısır'dan yola çıkar, Bağdat, Antakya ve Tarsus'a gelir, buradaki plajlarda yıkanırdı. O seneki baharda Mısırlı Melikiya'yı Amanoslardan geçerken haramiler soydular. Melikiya'nın kervanı dağıldı, kendilerini zorlukla Tarsus'a atabildiler.
Melikiya yiyecek alabilmesi için hizmetkârını şehre gönderdi. Kendisi de rahatlamak için açıkhava plajına, ırmak kenarına gitti. Yıkandı. Plajdan çıktı, elbiselerini giyinirken, bir subayla iki er gelerek Sardanapal'ın yıkanma hakkını istediler. Melikiya telaşa düştü. "Param yok, soyuldum" dediyse de kimseyi inandıramadı. O sırada yine imdadına hizmetkârı yetişti; "gemilerinin Sayda açıklarında battığını, gelecek sefere borcumuzu öderiz" dedi. Subay durumu Sardanapal'a anlatacağını söyleyerek giderken Melikiya subayın ar­kasından seslendi. Sardanapal'a dünyada bir eşi, benzeri bulunma­ yan güzel bir armağan getireceğini de söylemesini subaydan istedi. Melikiya'yı iyi ve dürüst bir tüccar olarak bilirlerdi. Çünkü her sene vergisini ilk Melikiya öderdi.
Melikiya Sardanapal'ın yardımı ile Mısır'a geri döndü. Yolda benzersiz armağanı nasıl bulacağını düşündü durdu. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmuyordu.
Melikiya Mısır'a geldikten sonra akıl küpü hizmetkârı ile konuştu, tanıdıkları ile görüştü. Ama değerli bir armağan bu­lamıyordu. Bir gün Melikiya'mn hizmetkârı koşa koşa geldi, sevinç ve telaş içinde idi. Hemen söze başladı:
Efendim, ben eşsiz armağanı buldum.
Hani nerede?
Nil vadisinde ...
Canlı mı?
Hem canlı, hem de konuşuyor, yedi yılan başı var ve insan.
Sen deli misin? Öyle bir yaratık olur mu?
Olur efendim. İnsan gibi de konuşuyor.
İsmi de var mı?
Var efendim. Adı Şahmeran. Yılanların hükümdarıdır.
Yılanlar bizi öldürür...l
Efendim, biz onu kurtaracağız. Bir büyücünün elinde esir. O da bizimle birlikte Tarsus'a gelecektir. Sardanapal'dan azat edilme­sini ve memleketine gen gönderilmesini isteriz.
Sardanapal kabul eder mi bu armağanı?
Elbette edecektir. Dünyada bir eşi olmayan bir armağanı nasıl red edebilir ki?
Melikiya ile hizmetkârı anlaştılar. Hizmetkâr gitti. Üç gece sonra bir devenin üzerine bindirilmiş büyük bir tahta sandıkla geri döndü. Sandık evin bahçesine konuldu, kapılar iyice kapatıldı. Sandık hizmetkârlar tarafından büyük bir dikkatle açıldı. Melikiya gördüğü manzara ve güzellik karşısında şaşkına döndü. Gözlerine inanamıyordu. Karşısında yere konulan ipek minderin üzerinde, dünya güzeli, san saçlı bir genç kız duruyordu ve kızın vücudunun, kol­larının altından ve omuz başlanndan yedi yılan insana saldırıyordu.
Melikiya hizmetkarına sordu:
Şahmeran bu mudur?
Evet efendim.
Melikiya Şahmeran'a sordu:
Sen Şahmeran mısın?
Ben Şahmeran'ım. Beni bırakın yurduma gideyim. Yoksa bütün dünyadaki yılanlar sizi rahat bırakmazlar.
Biz sizi kurtarmak için büyücüden kaçırdık. Ülken nerede? Benim ülken Nil Vadisi'nde ve Afrika'da kimsenin bilmediği bir yerdedir. Beni bırakın sizi ve yedi sülalenizi zengin edeyim.
-'Biz seni bırakacağız. Ancak yolculuğu beraber yapacağız ve bu yolculuk sonunda seni azat edeceğiz.
-Eğer beni azat etmezseniz, dünya durdukça yeryüzündeki bütün yılanlar insanlara düşman olacaklardır. Size son defa söylüyorum, beni azat edin!
Melikiya Şahmeran'a söz verdi. Şahmeran yere serilmiş bulunan ipek minderin üzerinde uyudu. Ertesi gün yol hazırlıklarına başlandı.
Şahmeran, ülkesine dönme vaadine inanmıştı. Yolculuk için içerisi özel olarak döşenen sandığın içerisine girmişti. Kervan yola çıktı. Melikiya sevincinden uçuyordu. Önden haberciler göndererek, Sardanapal'a eşsiz bir armağan ile yola çıktığını bildirmek istedi. Bağdat'a geldiklerinde Şabmeran'ı ülkesinden kaçıran büyücünün binlerce yılan tarafından sokularak öldürüldüğünü duydular.
Şahmeran olayı duymuştu. Melikiya'ya seslendi:
- Yalan söylerseniz sizin de sonunuz böyle olacaktır.
Kervan Birecik yakınlarında Sardanapal'ın askerleri tarafından karşılandı. Kafile ve kervan kazasız belasız önce Antakya'ya, sonra da Tarsus'a vardı. Kervanı Sardanapal'ın Valisi İmadetîîn karşıladı. Birlikte Bahçesaray denilen, ortasından Kydnos'un aktığı saraya ge­lindi. Kervan sarayın ortasında yıkıldı. Armağan sandığım büyük bir dikkatle taşıdılar. Taşıyıcılar uzaklaştıktan sonra sandığın kapağı açıldı ve Şahmeran'a seslenildi:
- Sen de yıkanıp serinlemek ister misin? dedi Melikiya. Evet isterim, diyen Şahmeran sandıktan çıktı, ipek gibi sarı saçlarını dalgalandırarak plaj odasına gitti. Suya giren Şahmeran dinî inanışları başka olan insanlarla yaşamayı hiç sevmiyordu. Fakat katlanmak zorunda olduğunu da biliyordu.
Şahmeran odanın ortasındaki şifalı suya girmişti ki, içeriye önce askerler, sonra da İri yan bir subay girdi. Bu Tarsus Valisi İmadettin idi. Cüssesine rağmen korkak, cinlere, şeytanlara ve büyücülere inanırdı. Vali İmadettlıı Şahmeran'ı görünce, önce güzelliğine ve saçlarına hayran kaldı. Sonra da bu güzel gövdeden çıkan korkunç yılan başlarını gördü.
Eyvah! Bu armağan değil büyüdür, dedi. Sonra da askerlere:
Öldürün! diye emir verdi.
Şahmeran tehlikeyi sezmişti. Bir sıçrayışta havuzdan çıktı. Kendini öldürmek isteyen askerlere doğru saldırdı. Bu sırada bîr mızrak göğsüne saplandı. Acı ile inledi. Gürültüye Melikiya koştu. Fakat geç kalmıştı. Yılanlar yakaladıkları askerleri hemen öldürüyor­lardı. Korkunç bir savaş başlamıştı. Şahmeran'ın yılan başları teker teker düşmeye başlamıştı- Son bir sıçrama ile haykırdı ve Vali İmadettin'i yakaladı Şahmeran.
Sizin dîninizde bir armağana böyle mi yaparlar? dedi. Vali İmadettin onu dinlemedi ve askerlere bağırdı:
Öldürün!
Askerler tekrar saldırdılar. Şahmeran'ın son yılan başı yeni bir hamle yaparak Vali İnıadettin'in üzerine saldırdı. Onu yere çarptı. Askerler perişan olarak kaçarlarken birisi baltasını Şahmeran'a savurdu. Şahmeran'ın ağzından "Allah!" kelimesi çıktı. Melikaya Şahmeran'a doğru koştu. Şahmeran'dan fışkıran kan hamamın duvarını kana boyadı. Şahmeran ağlıyarak Melikaya'ya bağırdı:
- Bana yapacağın bu mu idi? Allah cezanı versin! dedi.
Fakat o sırada inanılması güç bir olay meydana geldi. Yüzbinlerce irili ufaklı yılan Tarsus'a saldırmaya başladı. Aynı za­manda da yer sarsılmaya, evler, saraylar yıkılmaya başladı. Nehir köpürerek şehre saldırdı. Halk dağlara kaçışıyordu. Yer yanlıyor, insanlar gömülüyordu. Melikiya düştüğü yerden kalkarak "su su" diye inleyen Şahmeran'ın yanına koştu ve ona su verdi. O anda yedi büyük yılan ortaya çıktı ve Şahmeran'ı alarak denire doğru akıp gittiler.
Olaylar yatışıp ta Sardanapal Tarsus'a girdiğinde, Tarsus'un yılanlar tarafından istilaya uğramış olduğunu öğrendi. Melikiya'yı arattı, bulduramadı. Anlatılanlara inanmak istemedi. Kendisini ha­mama götürdüler. Şahmeran'm kanı hâlâ duvarda idi. Göz açıp ka­ payıncaya kadar süre içerisinde olanlara Sardanapal halâ inanamıyordu. Dudaklarından tarihe geçecek bir kaç sözcük döküldü:
- Tarsus yılanlardan batmış!