Türk Dünyası’nın Jeopolitik Önemi ve Başlıca Problemleri
A. Türk Dünyası’nın Jeopolitik Önemi
Ratzel’in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların başında Münih Üniversitesinde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de “Zeitscrift Für Geopolitik” dergisini çıkaran Haushofer; Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler’in politikasında etkili olmuştur.
Haushofer’in çağdaşı Halford Mackinder (1861-1947), Londra Üniversitesinde Coğrafya profesörlüğü ile İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanlığı’nı yürütürken, dünya savaşlarının çıkışına yol açan ve yaklaşık 12 milyondan fazla insanın öldürülmesine sebep olan “Kara Hakimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. Mackinder, görüşlerini; 1919'da yayımladığı “Demokratik İdealler ve Gerçek” adlı eserinde belirtmiştir. Şu şekilde özetlenebilir: “Doğu Avrupa ile Sibirya bölgesi, dünyanın “Heartland’ı (Kalp Sahası)"nı oluşturur. Heartland’ın çevresindeki Balkanlardan Çin’e kadar uzanan saha ise “İç veya Kenar Hilâl” ya da “Rimland” kuşağıdır. Bunun dışında kalan Amerika - Afrika - Avustralya-Japonya hattı ise “Dış veya Kenar Hilâl” ya da “Dünya Adasının Peykleri” olarak kabul edilir.” Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra, teori oluşturan görüşünü şu şekilde geliştirmiştir.” Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet Heartland’a hakim olur. Hearland’a hükmeden ise öncelikle İç-Kenar Hilâl’e ya da Rimland’a hükmeder. Sonra da Dış-kenar Hilâl’e yani bütün dünyaya hakim olur.”
“Kara Hakimiyet Teorisi” olarak bilinen bu görüşte, Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya Kenar Hilâl” kuşağı içindedir. Haushofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve 2. Dünya Savaşı ile uygulama aşamasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet Rusya, bu görüşü gerçekleştirmek için, 70 yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne çevirmiştir.
Mackinder’in bu görüşüne karşıt görüşler geliştirilmiş ve bu konuda Amerika Birleşik Devletleri (ABD), özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni ve “Hava Hakimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. ABD Yale Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas J. Spykman (1893 - 1943), Mackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi”ni ileri sürmüştür. Bu görüşle, hakim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir. Ancak Heartland’a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl’in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır.
Spykman’dan başka, ABD’de yaşayan Amiral Alfred Mahan (1840 - 1914) tarafından, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni, yine Albay Hausy Scitaklian ve birçok ABD’li havacı tarafından ileri sürülen “Hava Hakimiyet Teorisi” geliştirilmiştir. Genelde Beşeri güç kaynağına dayanan Deniz ve Hava Hakimiyet teorileri, ABD ve İngiltere tarafından benimsenmiş ve uygulamaya konmuştur. Uygulama; özellikle 2. Dünya Savaşı ile birlikte başlamış ve günümüzde devam eden ve 3. Dünya Savaşı diyebileceğimiz bölgesel savaşlarda halen yürürlüktedir.
Şüphesiz, dünyaya hakim olmak için, önce Müslüman Türk Dünyası’nı (İç-Kenar Hilâl’i) işgâl etmek gerekmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan sonra, Türk Dünyasına olan saldırılar ve işgâller de, sanırız bu görüşlerin etkisi büyüktür.
Ortaya atılan bu teorilerin doğrultusunda, dünya fatihliğine ilk Almanya soyunmuştur. Ancak her iki dünya savaşlarında yenilerek, hayalleri suya düşmüştür. Daha sonra, kara hakimiyetine Sovyet Rusya sahip çıkmıştır. Ne var ki, 70 yıl geçmeden dağılmaya yüz tutmuştur. Diğer üç teoriye, ABD sahip çıkmaktadır. Ancak bu ülke, şimdilik başarılı gibi görünse de, içten içe çökmektedir. Çünkü dünya hakimiyeti babalığı, kendisine gerçekten çok pahalıya mâl olmaktadır.
O halde, yeryüzünde coğrafyanın ve jeopolitiğin çizdiği kavram ve ölçüler çerçevesinde sağlam bir kale yani dünyanın kalbini aramak gerekir. Konu bütünüyle ele alınıp incelendiğinde, “Anadolu Yarımadası” bütün ölçülere uygun düşmektedir. Çünkü Anadolu, Asya, Avrupa, ve Afrika eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer almaktadır. Yarımadanın üç tarafı denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtanın en yücesi olan Asya’dan (ortalama 1010 m.) bile hayli yüksek (Türkiye Ortalama yükseltisi 1132 m.) bir kara parçasını teşkil etmektedir. Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır.
Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu; tam bir kaleyi andırmaktadır. Kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt, Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur. “Merkezi Hakimiyet Teorisi” adını verebileceğimiz bu görüşe göre;
Georgios Trapezuntios, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettiği zaman şöyle demiştir;
Görülüyor ki, Anadolu Yarımadası’nda yaşayan devletler, gerçekten uzun ömürlü birer imparatorlukturlar. Öyle ki her bir imparatorluğun kendi dönemlerinde, dünyaya hükmettikleri de bilinen bir gerçektir. Dünya kalesinin bir özelliği de sanırız bu olmalıdır.
Görülüyor ki, Dünyanın kalesini oluşturan Anadolu’da bugün Türkler yaşamaktadır. Dünya Kalesi’nin çevresini oluşturan iç çemberler de ise, yine Türkler çoğunluktadır. Konum olarak, Müslüman Türk Dünyası; Avrupa Ülkeleri ve Rusya’ya karşı koca bir hilâl şeklinde çepeçevre çevirmektedir. Bu koca hilâl, aynı zamanda, diğer İslâm Ülkeleri’nin kuzeyinde Batı Avrupa ve Rusya’dan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı bir kalkan görevi görmektedir. Bu bakımdan, Türk Dünyası’nın jeopolitik önemi çok büyüktür. 20.yüzyılda dünyamızda, çok fazla sayıda bölgesel savaşların yaşanması, dünya kalesi ve iç çemberde birliğin sağlanamamasından kaynaklanmıştır. Belki, 21. yüzyılda, Müslüman Türk Dünyası, bu jeopolitik avantajını kullanarak, yeniden dünya barışını sağlayacaktır.
Sponsorlu Bağlantılar
1. Dünya Hakimiyet Teorileri ve Türk DünyasıYeryüzünün çok yönlü araştırılması demek olan jeopolitik, aynı zamanda Siyasi Coğrafya ile büyük ölçüde benzerlik gösterir. Zaten jeopolitiğin kurucusu sayılan Profesör Friedrich Ratzel (1844 - 1904), Münih ve Leipzig üniversitelerinde Siyasi Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamıdır. Ratzel diyor ki;
“Devlet, bir hücreden meydana gelen bir organizmadır. Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletleri dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”Hatta Ratzel, daha da ileri giderek;
“Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur.”diyerek, yayılmacı ve sömürgecilik ruhunu açıkça ortaya koymuştur. Bu görüş, öncelikle Almanya’da benimsenmiş ve daha sonra bütün Avrupa ülkelerinde kabul görmüştür. Sömürgecilik ruhunun doruk noktasına ulaştığı o günün Avrupası, Birinci Cihan Harbini yaşamıştır. Sonuçta, sanayi inkılabını da gerçekleştiren Avrupa’nın dünya hakimiyetine soyunduğunu görüyoruz.
Ratzel’in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların başında Münih Üniversitesinde Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer (1869 - 1946) gelir. 1924'de “Zeitscrift Für Geopolitik” dergisini çıkaran Haushofer; Devletin konum alanını, en önemli güç unsuru olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler’in politikasında etkili olmuştur.
Haushofer’in çağdaşı Halford Mackinder (1861-1947), Londra Üniversitesinde Coğrafya profesörlüğü ile İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanlığı’nı yürütürken, dünya savaşlarının çıkışına yol açan ve yaklaşık 12 milyondan fazla insanın öldürülmesine sebep olan “Kara Hakimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. Mackinder, görüşlerini; 1919'da yayımladığı “Demokratik İdealler ve Gerçek” adlı eserinde belirtmiştir. Şu şekilde özetlenebilir: “Doğu Avrupa ile Sibirya bölgesi, dünyanın “Heartland’ı (Kalp Sahası)"nı oluşturur. Heartland’ın çevresindeki Balkanlardan Çin’e kadar uzanan saha ise “İç veya Kenar Hilâl” ya da “Rimland” kuşağıdır. Bunun dışında kalan Amerika - Afrika - Avustralya-Japonya hattı ise “Dış veya Kenar Hilâl” ya da “Dünya Adasının Peykleri” olarak kabul edilir.” Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra, teori oluşturan görüşünü şu şekilde geliştirmiştir.” Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet Heartland’a hakim olur. Hearland’a hükmeden ise öncelikle İç-Kenar Hilâl’e ya da Rimland’a hükmeder. Sonra da Dış-kenar Hilâl’e yani bütün dünyaya hakim olur.”
“Kara Hakimiyet Teorisi” olarak bilinen bu görüşte, Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya Kenar Hilâl” kuşağı içindedir. Haushofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve 2. Dünya Savaşı ile uygulama aşamasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet Rusya, bu görüşü gerçekleştirmek için, 70 yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne çevirmiştir.
Mackinder’in bu görüşüne karşıt görüşler geliştirilmiş ve bu konuda Amerika Birleşik Devletleri (ABD), özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni ve “Hava Hakimiyet Teorisi”ni ortaya atmıştır. ABD Yale Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas J. Spykman (1893 - 1943), Mackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi”ni ileri sürmüştür. Bu görüşle, hakim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir. Ancak Heartland’a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl’in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır.
Spykman’dan başka, ABD’de yaşayan Amiral Alfred Mahan (1840 - 1914) tarafından, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni, yine Albay Hausy Scitaklian ve birçok ABD’li havacı tarafından ileri sürülen “Hava Hakimiyet Teorisi” geliştirilmiştir. Genelde Beşeri güç kaynağına dayanan Deniz ve Hava Hakimiyet teorileri, ABD ve İngiltere tarafından benimsenmiş ve uygulamaya konmuştur. Uygulama; özellikle 2. Dünya Savaşı ile birlikte başlamış ve günümüzde devam eden ve 3. Dünya Savaşı diyebileceğimiz bölgesel savaşlarda halen yürürlüktedir.
Şüphesiz, dünyaya hakim olmak için, önce Müslüman Türk Dünyası’nı (İç-Kenar Hilâl’i) işgâl etmek gerekmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan sonra, Türk Dünyasına olan saldırılar ve işgâller de, sanırız bu görüşlerin etkisi büyüktür.
Ortaya atılan bu teorilerin doğrultusunda, dünya fatihliğine ilk Almanya soyunmuştur. Ancak her iki dünya savaşlarında yenilerek, hayalleri suya düşmüştür. Daha sonra, kara hakimiyetine Sovyet Rusya sahip çıkmıştır. Ne var ki, 70 yıl geçmeden dağılmaya yüz tutmuştur. Diğer üç teoriye, ABD sahip çıkmaktadır. Ancak bu ülke, şimdilik başarılı gibi görünse de, içten içe çökmektedir. Çünkü dünya hakimiyeti babalığı, kendisine gerçekten çok pahalıya mâl olmaktadır.
2. Merkezi Türk Hakimiyet TeorisiOysa bu görüşler, temelde tutarsızdır. Çünkü Doğu Avrupa da Sibirya Heartland (Dünyanın kalbi) olamaz. Her şeyden evvel kalp, merkezde ve çevresi bütün tehlikelere karşı korunmuş bir konumda olmalıdır. Halbuki bu bölge, Kuzey Kutba oldukça yakın, iklim şartları bakımından insan yaşamasına müsait olmayan bir bölgedir. İnsansız bir kale elbette hiç bir anlam ifade etmez.
O halde, yeryüzünde coğrafyanın ve jeopolitiğin çizdiği kavram ve ölçüler çerçevesinde sağlam bir kale yani dünyanın kalbini aramak gerekir. Konu bütünüyle ele alınıp incelendiğinde, “Anadolu Yarımadası” bütün ölçülere uygun düşmektedir. Çünkü Anadolu, Asya, Avrupa, ve Afrika eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer almaktadır. Yarımadanın üç tarafı denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtanın en yücesi olan Asya’dan (ortalama 1010 m.) bile hayli yüksek (Türkiye Ortalama yükseltisi 1132 m.) bir kara parçasını teşkil etmektedir. Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır.
Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu; tam bir kaleyi andırmaktadır. Kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt, Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur. “Merkezi Hakimiyet Teorisi” adını verebileceğimiz bu görüşe göre;
“Anadolu Yarımadası Heartland, Heartland’ı çevreleyen Balkan yarımadası, Kafkaslar, İran, Arabistan ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen iç çemberi meydana getirir. Bunun dışındaki kara parçaları ise, dış çemberi ya da dünya adasını oluşturmaktadır.” Bu görüş çerçevesinde şöyle bir sonuca varabiliriz; “Dünya Kalesi’ni (Anadolu’yu) elinde bulunduran bir millet, iç çembere hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise, dış çembere yani dünyaya hakim olur.”Kuşkusuz bir teorinin doğruluğu, ispatlanmasıyla mümkündür. İşte bu teori, tarih boyunca üç kez ispatlanmıştır. Batıya açılan burcu İstanbul ile birlikte Anadolu; MÖ 2. yüzyılın ortalarından MS 395'e kadar Roma, 395 - 1453 arası Doğu Roma ve 1453 - 1923 devresinde de Osmanlı İmparatorluklarının (Gerçi Anadolu’da Türk hakimiyeti 1071 Malazgirt Zaferi ile başlar) hakimiyetlerinde temel çekirdeği oluşturmuş ve kale görevini görmüştür. Söz konusu bu kale, 1923'den bugüne (1995) kadar da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer almaktadır.
Georgios Trapezuntios, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettiği zaman şöyle demiştir;
“Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’tir... Dolaysıyla, siz Romalılar’ın meşru imparatorusunuz... Ve kim ki Romalılar’ın İmparatorudur ve öyle kalır, o aynı zamanda bütün dünyanın imparatorudur.”Ve tarihçi yazar Philip Mansel şöyle der;
“Viyanalılar, kendi şehirlerinin tek ‘Kaiserstadt’ olduğunu ve Avrupa’nın başkenti olmayı hakettiğini düşünebilirlerdi. İsfahan halkı, şehirlerinin ‘Dünyanın Yarısı’ olduğunu iddia edebilirlerdi. Konstantinopolis (İstanbul) vatandaşları ise, şehirlerinin ‘Kainatın Merkezi’ olduğunu biliyorlardı.”Mansel şöyle devam eder;
“Şehirlerin kraliçesi’nde doksan iki imparator hüküm sürdü. Dünyanın başka hiçbir şehrinde bu kadar uzun süreli bir imparatorluk yoktur... Dünyanın gözünü diktiği şehir olan Konstantinopolis surlar ile örülmüştü. Hiç bir şehir bu kadar taarruza ve kuşatmaya maruz kalmamıştı. Savaşta şeytan ve barışta melek denebilecek şekilde, aynı ölçüde kahraman ve insancıl olan Türkler, dünyayı yönetmek üzere doğmuştu...”Milletler savaşlardan doğar ve fetihler onları yüceltir. Osmanlı İmparatorluğu da öyle olmuştur. Osman Gazi, Orhan Gazi, I.Murad, Yıldırım Beyazid ve II. Murad ile devam eden savaşlar sonucunda Osmanlı devleti doğmuş ve İstanbul’un fethi ile yücelerek cihan imparatorluğu ünvanını almıştır.
Görülüyor ki, Anadolu Yarımadası’nda yaşayan devletler, gerçekten uzun ömürlü birer imparatorlukturlar. Öyle ki her bir imparatorluğun kendi dönemlerinde, dünyaya hükmettikleri de bilinen bir gerçektir. Dünya kalesinin bir özelliği de sanırız bu olmalıdır.
Görülüyor ki, Dünyanın kalesini oluşturan Anadolu’da bugün Türkler yaşamaktadır. Dünya Kalesi’nin çevresini oluşturan iç çemberler de ise, yine Türkler çoğunluktadır. Konum olarak, Müslüman Türk Dünyası; Avrupa Ülkeleri ve Rusya’ya karşı koca bir hilâl şeklinde çepeçevre çevirmektedir. Bu koca hilâl, aynı zamanda, diğer İslâm Ülkeleri’nin kuzeyinde Batı Avrupa ve Rusya’dan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı bir kalkan görevi görmektedir. Bu bakımdan, Türk Dünyası’nın jeopolitik önemi çok büyüktür. 20.yüzyılda dünyamızda, çok fazla sayıda bölgesel savaşların yaşanması, dünya kalesi ve iç çemberde birliğin sağlanamamasından kaynaklanmıştır. Belki, 21. yüzyılda, Müslüman Türk Dünyası, bu jeopolitik avantajını kullanarak, yeniden dünya barışını sağlayacaktır.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!