Arama

Allah'a inanmanın insanlara yüklediği sorumluluklar nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 5 Aralık 2018 Gösterim: 7.116 Cevap: 1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Allah'a inanmanın insanlara yüklediği sorumluluklar nelerdir?
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
DAVETİ YÜKLENMEDE ALLAH’A İMANIN ÖNEMİ VE FARZLARIN ÖNEM SIRASI
İslâm, Allah'ın emirlerini bilmek ve onları ikame etmek, münkerleri tanıyıp onlardan kaçınmak ve onları izale etmekten ibarettir.
Sponsorlu Bağlantılar
“Ma’ruf”un en başta geleni ve en yücesi Allahu Teâla’ya ve İslâm akidesinin diğer erkanına iman etmektir.
“Münker”in en başta geleni ve en kötüsü de şüphesiz bütün yönleriyle küfrün ta kendisidir ki Allah Sübhanehu ve Teâla ondan kaçınmayı ondan nefret etmeyi isteyerek onun tuzaklarına karşı bizi uyarmıştır.
Ma’ruf konusunda “iman”dan sonra “takva” gelir. Takva, Allah’a ve Rasulü’ne itaatla tahakkuk eder. O, imanın meyvesi ve kemale ermesinin gereğidir. Allah’tan sakınmak, takva O’nun gazabından kaçınmak demektir. Bu da ancak ve ancak Allah'ın şeriatına bağlanmakla mümkün olur. Bu bağlılık ise “iman” ile irtibatlıdır. Mü’minin imanı kuvvet kazandıkça itaatı da kuvvetlenir. İmanı zayıfladıkça bağlılığı da zayıflar. Zira müslüman “iman”la, Allah’a ve Rasulü’ne “itaat”la, küfrün her tarzından ve masiyetin her çeşidinden kaçınmakla emrolunmuştur.
Gerçek şu ki; müslümanın imanı, takvası ve masiyetten uzak durması ancak ve ancak daveti yüklenmekle hayatiyet kazanır ve yayılır. Akidesini ve takvasını koruyacak durumların meydana getirilmesiyle Müslüman, küfür ve masiyetin ağına düşme tehlikesine karşı korunmuş olur. Rasul (s.a.v.)’in yaptığı işler de bunu göstermektedir. Zira Rasul (s.a.v.) mü'minlerden sadece iman etmeyi ve takvalı olmayı değil, etrafındaki Müslümanlarla birlikte ferdî ve içtimai takvanın hayatiyet kazanacağı, işlerin, iman ve takvaya göre yürüyeceği iman ve takva ortamını oluşturmak için çalışmıştır. Bütün bunlar Rasul (s.a.v.)’in Medine'de “İslâm Devleti”ni kurduğu zaman tahakkuk etmiştir.
Toplumda bulunması gereken ma’rufların varlığı için, insanların ma’rufları taşımaları ve ona çağırmaları gereklidir. Ma’rufu koruyacak durumların oluşturulması da “davet” ile gerçekleşir. Uzaklaştırılması gereken münker de ancak münkerle mücadele ile, ondan nefret ettirmekle, onu işleyeni hesaba çekmekle, onun kaynaklandığı durumları ortadan kaldırmakla ve bu durumların oluşmasını sağlayanların ortadan kaldırmasıyla mümkün olacaktır.
İşte “ma’rufu emretmek münkerden sakındırmak” bunun için müslümana gereklidir. Bunun içindir ki davetçilerin ma’rufu emretmeden önce amellerinin ma’ruf olmaları, münkerden sakındırmadan önce münkerden uzak durmuş olmaları gerekmektedir.

BİRİNCİ AÇIDAN:
Ma’rufu Kendi Hayatında Gerçekleştirmek ve Münkerden Sakınmak
Öncelikle müslümanın Allah ve Rasulü'ne iman ile birlikte İslâm akidesinin bütün esaslarına inanması şarttır. Yani; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, onun hayrının ve şerrinin Allah'tan geldiğine, Kitap ve Sünnet'te geçen bütün kat’î hususlara inanması farzdır.
Ne var ki “iman” bizzat her müslümana farzdır. İcmali olarak iman edilmesi gerekenlere inanması yanında kişiden, her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri bulunmayan, kemal sıfatların tümü ile muttasıf ve noksan sıfatların tümünden de münezzeh olan, Allah'ın varlığına inanması istenir. Hayatın üzerine kurulduğu, insanın ihtiyaç duyduğu, kısacası hayatta var olan her şey kadir olan Allah tarafından yaratılmıştır. Gökte ve yerde O’nu aciz bırakacak, O’nun iradesi ve ilmi dışına çıkacak hiç bir şey asla mevcut değildir. O, Kendisinden başka boyun eğilecek, sığınılacak olmayan yegane hak mabuttur. O’nun rızasıyla ancak rahata erilir. İşte müslüman bu akideye haiz olduğu zaman kendisinde iman hasıl olur. Aynı zamanda Müslümanın; Muhammed (s.a.v.)’in Allah'ın Rasulü olduğuna, getirdiği “İslâm Dini”nin kendi dehası ve zekasının bir ürünü olmadığına, Allah'tan bir vahiy olduğuna ve Rasul (s.a.v.)’in onu tebliğ etmekte asla kusur etmediğine ve bu yönüyle masum olduğuna da inanması gereklidir. Allah'ın diğer peygamberlerine, kitaplarına icmali olarak inanmak, ayrıca meleklerin mevcudiyetine, Ahiret gününe, kaza ve kadere inanmak da böyledir. İşte bütün bunlar imanın esaslarıdır. Bunları ikrar eden, böyle olduklarına kanaatını ifade eden kişi bir takım tafsilatlardan haberdar olmasa da mü'min olur. Ancak bu tafsilatlar imanı ortadan kaldıran türden olmamalıdır. Kaldı ki bu iman, gereklerine bağlanma hissinin kuvvetli olmasıyla ve amelde tutulan istikametin doğruluğuyla artar ve güç kazanır. Allah'ın münzel ve kevni ayetlerini çokça tefekkür etmekle ve onları hayatın vakıalarına indirgemekle imanın tesir kuvveti ve insan üzerinde etkinliği arttıkça artar. Müslüman Allah'ın yarattıklarını ve bu yaratıkların nelerden meydana geldiklerini tefekkür ettiğinde her defasında yaratıcısının kuvvet ve kudretini, hikmetini ve ilmini müşahede ederek imanı güç kazanacak ve azim olan yaratıcısını daha ziyade takdis etmeye yönelecektir. İnsan Allah'ın sayılmayacak kadar çok olan nimetini düşündükçe cömert olan bu ilaha hamd ve şükür ile itaata koşacaktır. Yine insan Allah dışındaki şeylerin eksikliklerini, muhtaç ve aciz olduklarını düşündükçe boyun eğmeye, itaat etmeye, tapınmaya, müstahak olanın yalnız ve yalnız Allah olduğuna kesin kanaat getirecektir.
Aynı şekilde Rasul (s.a.v.)’e olan iman da güçlenir ve zayıflar niteliktedir. Müslümanların Kur’an’a ait bilgileri ve kavrayışları arttıkça, Kur’an’ın Allah'tan başkasına ait olmasının imkansızlığına olan kesin kanaatı ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah'ın Rasulü olduğuna dair inancındaki kesinlik de kuvvet kazanacaktır. Rasul (s.a.v.)’in siretini, hayatını, Allah yolunda sarf ettiği çabayı ve maruz kaldığı zorlukları ve bu zorluklar karşısındaki tutumunu düşündükçe, ona olan muhabbeti, yüce şahsiyetine bağlılığı daha da artacaktır. Böylece kişinin onu razı etmeye, ona itaat etmeye ve hayatı boyunca yüklendiği davayı daha bir hırsla yüklenecektir.
Ahirete olan imanın yansımaları da böyledir. Olup bitenlerin korkusundan insanların sarhoş olduğu, her hamilenin taşıdığını düşürdüğü, her emzirenin emzirdiğini elinden attığı ve her genci ak saçlı ihtiyar haline getiren ahiret gününü müslüman düşündükçe, Allah'ın haber verdiği bu gaybi manzarayı tasavvur ettikçe bu günün korkusundan onu emin kılacak sebeplere başvurmaya yönelir. Diğer taraftan müslüman ayet ve hadislerde cennetin güzelliğini ve Allah'ın ona hazırladığı nimeti ve ebedî saadeti tefekkür ettikçe dünya ve içindekiler gözünde küçülür. Va’d edilen cennete kavuşmak için şevki artar. Yine bunun gibi müslüman ayet ve hadislerde geçen cehennem tasvirlerini, Allah'ın orada kâfirler için hazırladığı elem verici ateşi ve ebedî azabı düşündükçe cehennemden daha çok korkar. Dünyadaki korku, eziyet ve acılar gözünde küçülür. Onu cehenneme sokacak amellerden kaçınır. Bu kaçındığı şeyler onu dünyada zalimlerin zindanlarına girmesine sebep olsa da buna aldırmaz. Hatta sırtında kamçılar şaklasa bile bundan vazgeçmez. Kalbi imanla dolu olduğu zaman diğer uzuvlar da o nispette Allah'a itaat edecektir. Mü'minin gönlünde Ahirete olan sevgi büyüdükçe dünya ve içindekiler küçülür, değersizleşir. İman kuvvetlendikçe de imanın gereklerine olan bağlılığı artar. Ne kadar çok zorluklarla karşılaşsa bile imanı sayesinde doğru sözde ve sahih amelde sebat gösterecektir.
Kaldı ki Allah'a iman, heykel ve benzeri şekillerde de olsa resim şeklinde de olsa, put şeklinde veya düşünce şeklinde de olsa küfrün her çeşidinden el etek çekmeyi gerektirir. Zira Kur’an putlara ibadeti de, küfür fikirlerini de reddeder. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz? Sizi de (ellerinizle) yaptığınız (putları) da Allah yaratmıştır.”
“Lat ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsünü görüyor musunuz? Size erkekler de ona dişiler!! O zaman bu adâletsiz bir taksim olur.”
“Dediler ki bu dünya hayatından bize başka bir hayat yoktur. Ölürüz ya da yaşarız. Bizi zamandan başkası helak etmez. (Aslında) onların bu konuda bir bilgileri yoktur. Onlar ancak zannediyorlar. Apaçık ayetlerimiz onlara okunduğunda, onların öne sürdükleri tek hüccet doğru sözlü iseniz babalarınızı (tekrar dünyaya) getirin demekten başka değildir. Onlara de ki; dirilten sonra sizi öldüren sonra kendisinden şüphe olmayan Kıyamet gününde toplayacak olan Allah’tır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmez.”
İslâm akidesi dışında kalan her şey batıldır. Onun reddedilmesi ve inkâr edilmesi vaciptir. Güçlü bir iman sağlam bir bakış açısına sahip olmayı ve aydın düşünmeyi gerektirdiği gibi küfrü tanımak da aydın bir şekilde düşünmeyi gerektirir. Yukarıdaki ayetler, batıl olduğuna kesin olarak kanaat getirmeleri için insan aklını harekete geçirmekte ve insanlardan düşünmelerini istemektedir. Böylece tağutu gerçek manâda inkâr etsinler ve reddetsinler. Nitekim Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
“Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa kopması (söz konusu) olmayan bir kulpa tutunmuştur. Allah (her şeyi) işiten ve bilendir.”
Düşünceye dayalı bakış açısı imana götürücü olduğu gibi küfrün küfür olduğunu, tağutun inkâr ve reddedilmesi gerektiğini gösteren de odur. Sağlam kulpa tutunmayı sağlayan ve sahih akide ve hidayete erdiren de selim akıldır.
İşte bu evsafta bir iman, müslümanı yalnızca akidesiyle mukayyed kılacaktır. Kim Allah'a inanır ve bu akidenin dışındaki inançların tümünden uzak durursa kendini, her şeye gücü yeten, yaratıcı ve ulu olan bu ilaha yönelir halde bulur. O’nu sever ve O’ndan korkar. O’nun rahmetini umar, O’na tapar ve O’nun emirlerine bağlanır. Böylece Müslüman Allah'ın sevdiğini sever, buğzettiğine de buğzeder. Neticede Müslüman, Allah'ın verdiği nimetlere hamd etmek üzere hayatı boyunca Allah'a yönelir. İşlerini düzenleyene muhtaç, aciz ve zayıf insanın yaratıcısına yönelmesi kadar tabii ne olabilir? Allah göstermeseydi hidayete eremez, istikameti bulamaz ve işleri düzelmezdi. Allah'ın emirlerine tabi olmakla huzurlu bir hayat, Allah'ın dininden yüz çevirmekle de dar geçimli bir hayat yaşar. Dolayısıyla hem dünyada hem de Ahirette hüsrana uğrar. İman mutlak surette takvanın gereklerine götürür. Her müslümanın halikine itaat ve ibadet etme sonucunu doğurur. Allah'ın buğzettiği şeylerden kaçınma ve razı olduğu şeylere yönelme hırs ve arzusunu meydana getirir. Öyleyse Allah'ı razı eden ve kızdıran davranışlar nelerdir? Allah'ı razı edecek olan davranışlar, O’na olan itaatlardır. Bunlar Müslümanlar için şari' tarafından belirlenen ve Müslümandan yapılması istenen ma’ruflardan meydana gelmektedir. Allah'ın buğz ettiği şeyler ise günah sayılan amellerdir. Müslümanın uzak durması istenilen ve yine şari' tarafından belirlenen bu münkerler de çok sayıdadır.
Son düzenleyen Safi; 5 Aralık 2018 01:04
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
21 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
DAVETİ YÜKLENMEDE ALLAH’A İMANIN ÖNEMİ VE FARZLARIN ÖNEM SIRASI
İslâm, Allah'ın emirlerini bilmek ve onları ikame etmek, münkerleri tanıyıp onlardan kaçınmak ve onları izale etmekten ibarettir.
Sponsorlu Bağlantılar
“Ma’ruf”un en başta geleni ve en yücesi Allahu Teâla’ya ve İslâm akidesinin diğer erkanına iman etmektir.
“Münker”in en başta geleni ve en kötüsü de şüphesiz bütün yönleriyle küfrün ta kendisidir ki Allah Sübhanehu ve Teâla ondan kaçınmayı ondan nefret etmeyi isteyerek onun tuzaklarına karşı bizi uyarmıştır.
Ma’ruf konusunda “iman”dan sonra “takva” gelir. Takva, Allah’a ve Rasulü’ne itaatla tahakkuk eder. O, imanın meyvesi ve kemale ermesinin gereğidir. Allah’tan sakınmak, takva O’nun gazabından kaçınmak demektir. Bu da ancak ve ancak Allah'ın şeriatına bağlanmakla mümkün olur. Bu bağlılık ise “iman” ile irtibatlıdır. Mü’minin imanı kuvvet kazandıkça itaatı da kuvvetlenir. İmanı zayıfladıkça bağlılığı da zayıflar. Zira müslüman “iman”la, Allah’a ve Rasulü’ne “itaat”la, küfrün her tarzından ve masiyetin her çeşidinden kaçınmakla emrolunmuştur.
Gerçek şu ki; müslümanın imanı, takvası ve masiyetten uzak durması ancak ve ancak daveti yüklenmekle hayatiyet kazanır ve yayılır. Akidesini ve takvasını koruyacak durumların meydana getirilmesiyle Müslüman, küfür ve masiyetin ağına düşme tehlikesine karşı korunmuş olur. Rasul (s.a.v.)’in yaptığı işler de bunu göstermektedir. Zira Rasul (s.a.v.) mü'minlerden sadece iman etmeyi ve takvalı olmayı değil, etrafındaki Müslümanlarla birlikte ferdî ve içtimai takvanın hayatiyet kazanacağı, işlerin, iman ve takvaya göre yürüyeceği iman ve takva ortamını oluşturmak için çalışmıştır. Bütün bunlar Rasul (s.a.v.)’in Medine'de “İslâm Devleti”ni kurduğu zaman tahakkuk etmiştir.
Toplumda bulunması gereken ma’rufların varlığı için, insanların ma’rufları taşımaları ve ona çağırmaları gereklidir. Ma’rufu koruyacak durumların oluşturulması da “davet” ile gerçekleşir. Uzaklaştırılması gereken münker de ancak münkerle mücadele ile, ondan nefret ettirmekle, onu işleyeni hesaba çekmekle, onun kaynaklandığı durumları ortadan kaldırmakla ve bu durumların oluşmasını sağlayanların ortadan kaldırmasıyla mümkün olacaktır.
İşte “ma’rufu emretmek münkerden sakındırmak” bunun için müslümana gereklidir. Bunun içindir ki davetçilerin ma’rufu emretmeden önce amellerinin ma’ruf olmaları, münkerden sakındırmadan önce münkerden uzak durmuş olmaları gerekmektedir.

BİRİNCİ AÇIDAN:
Ma’rufu Kendi Hayatında Gerçekleştirmek ve Münkerden Sakınmak
Öncelikle müslümanın Allah ve Rasulü'ne iman ile birlikte İslâm akidesinin bütün esaslarına inanması şarttır. Yani; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, onun hayrının ve şerrinin Allah'tan geldiğine, Kitap ve Sünnet'te geçen bütün kat’î hususlara inanması farzdır.
Ne var ki “iman” bizzat her müslümana farzdır. İcmali olarak iman edilmesi gerekenlere inanması yanında kişiden, her şeyin yaratıcısı olan eşi ve benzeri bulunmayan, kemal sıfatların tümü ile muttasıf ve noksan sıfatların tümünden de münezzeh olan, Allah'ın varlığına inanması istenir. Hayatın üzerine kurulduğu, insanın ihtiyaç duyduğu, kısacası hayatta var olan her şey kadir olan Allah tarafından yaratılmıştır. Gökte ve yerde O’nu aciz bırakacak, O’nun iradesi ve ilmi dışına çıkacak hiç bir şey asla mevcut değildir. O, Kendisinden başka boyun eğilecek, sığınılacak olmayan yegane hak mabuttur. O’nun rızasıyla ancak rahata erilir. İşte müslüman bu akideye haiz olduğu zaman kendisinde iman hasıl olur. Aynı zamanda Müslümanın; Muhammed (s.a.v.)’in Allah'ın Rasulü olduğuna, getirdiği “İslâm Dini”nin kendi dehası ve zekasının bir ürünü olmadığına, Allah'tan bir vahiy olduğuna ve Rasul (s.a.v.)’in onu tebliğ etmekte asla kusur etmediğine ve bu yönüyle masum olduğuna da inanması gereklidir. Allah'ın diğer peygamberlerine, kitaplarına icmali olarak inanmak, ayrıca meleklerin mevcudiyetine, Ahiret gününe, kaza ve kadere inanmak da böyledir. İşte bütün bunlar imanın esaslarıdır. Bunları ikrar eden, böyle olduklarına kanaatını ifade eden kişi bir takım tafsilatlardan haberdar olmasa da mü'min olur. Ancak bu tafsilatlar imanı ortadan kaldıran türden olmamalıdır. Kaldı ki bu iman, gereklerine bağlanma hissinin kuvvetli olmasıyla ve amelde tutulan istikametin doğruluğuyla artar ve güç kazanır. Allah'ın münzel ve kevni ayetlerini çokça tefekkür etmekle ve onları hayatın vakıalarına indirgemekle imanın tesir kuvveti ve insan üzerinde etkinliği arttıkça artar. Müslüman Allah'ın yarattıklarını ve bu yaratıkların nelerden meydana geldiklerini tefekkür ettiğinde her defasında yaratıcısının kuvvet ve kudretini, hikmetini ve ilmini müşahede ederek imanı güç kazanacak ve azim olan yaratıcısını daha ziyade takdis etmeye yönelecektir. İnsan Allah'ın sayılmayacak kadar çok olan nimetini düşündükçe cömert olan bu ilaha hamd ve şükür ile itaata koşacaktır. Yine insan Allah dışındaki şeylerin eksikliklerini, muhtaç ve aciz olduklarını düşündükçe boyun eğmeye, itaat etmeye, tapınmaya, müstahak olanın yalnız ve yalnız Allah olduğuna kesin kanaat getirecektir.
Aynı şekilde Rasul (s.a.v.)’e olan iman da güçlenir ve zayıflar niteliktedir. Müslümanların Kur’an’a ait bilgileri ve kavrayışları arttıkça, Kur’an’ın Allah'tan başkasına ait olmasının imkansızlığına olan kesin kanaatı ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah'ın Rasulü olduğuna dair inancındaki kesinlik de kuvvet kazanacaktır. Rasul (s.a.v.)’in siretini, hayatını, Allah yolunda sarf ettiği çabayı ve maruz kaldığı zorlukları ve bu zorluklar karşısındaki tutumunu düşündükçe, ona olan muhabbeti, yüce şahsiyetine bağlılığı daha da artacaktır. Böylece kişinin onu razı etmeye, ona itaat etmeye ve hayatı boyunca yüklendiği davayı daha bir hırsla yüklenecektir.
Ahirete olan imanın yansımaları da böyledir. Olup bitenlerin korkusundan insanların sarhoş olduğu, her hamilenin taşıdığını düşürdüğü, her emzirenin emzirdiğini elinden attığı ve her genci ak saçlı ihtiyar haline getiren ahiret gününü müslüman düşündükçe, Allah'ın haber verdiği bu gaybi manzarayı tasavvur ettikçe bu günün korkusundan onu emin kılacak sebeplere başvurmaya yönelir. Diğer taraftan müslüman ayet ve hadislerde cennetin güzelliğini ve Allah'ın ona hazırladığı nimeti ve ebedî saadeti tefekkür ettikçe dünya ve içindekiler gözünde küçülür. Va’d edilen cennete kavuşmak için şevki artar. Yine bunun gibi müslüman ayet ve hadislerde geçen cehennem tasvirlerini, Allah'ın orada kâfirler için hazırladığı elem verici ateşi ve ebedî azabı düşündükçe cehennemden daha çok korkar. Dünyadaki korku, eziyet ve acılar gözünde küçülür. Onu cehenneme sokacak amellerden kaçınır. Bu kaçındığı şeyler onu dünyada zalimlerin zindanlarına girmesine sebep olsa da buna aldırmaz. Hatta sırtında kamçılar şaklasa bile bundan vazgeçmez. Kalbi imanla dolu olduğu zaman diğer uzuvlar da o nispette Allah'a itaat edecektir. Mü'minin gönlünde Ahirete olan sevgi büyüdükçe dünya ve içindekiler küçülür, değersizleşir. İman kuvvetlendikçe de imanın gereklerine olan bağlılığı artar. Ne kadar çok zorluklarla karşılaşsa bile imanı sayesinde doğru sözde ve sahih amelde sebat gösterecektir.
Kaldı ki Allah'a iman, heykel ve benzeri şekillerde de olsa resim şeklinde de olsa, put şeklinde veya düşünce şeklinde de olsa küfrün her çeşidinden el etek çekmeyi gerektirir. Zira Kur’an putlara ibadeti de, küfür fikirlerini de reddeder. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz? Sizi de (ellerinizle) yaptığınız (putları) da Allah yaratmıştır.”
“Lat ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsünü görüyor musunuz? Size erkekler de ona dişiler!! O zaman bu adâletsiz bir taksim olur.”
“Dediler ki bu dünya hayatından bize başka bir hayat yoktur. Ölürüz ya da yaşarız. Bizi zamandan başkası helak etmez. (Aslında) onların bu konuda bir bilgileri yoktur. Onlar ancak zannediyorlar. Apaçık ayetlerimiz onlara okunduğunda, onların öne sürdükleri tek hüccet doğru sözlü iseniz babalarınızı (tekrar dünyaya) getirin demekten başka değildir. Onlara de ki; dirilten sonra sizi öldüren sonra kendisinden şüphe olmayan Kıyamet gününde toplayacak olan Allah’tır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmez.”
İslâm akidesi dışında kalan her şey batıldır. Onun reddedilmesi ve inkâr edilmesi vaciptir. Güçlü bir iman sağlam bir bakış açısına sahip olmayı ve aydın düşünmeyi gerektirdiği gibi küfrü tanımak da aydın bir şekilde düşünmeyi gerektirir. Yukarıdaki ayetler, batıl olduğuna kesin olarak kanaat getirmeleri için insan aklını harekete geçirmekte ve insanlardan düşünmelerini istemektedir. Böylece tağutu gerçek manâda inkâr etsinler ve reddetsinler. Nitekim Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
“Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa kopması (söz konusu) olmayan bir kulpa tutunmuştur. Allah (her şeyi) işiten ve bilendir.”
Düşünceye dayalı bakış açısı imana götürücü olduğu gibi küfrün küfür olduğunu, tağutun inkâr ve reddedilmesi gerektiğini gösteren de odur. Sağlam kulpa tutunmayı sağlayan ve sahih akide ve hidayete erdiren de selim akıldır.
İşte bu evsafta bir iman, müslümanı yalnızca akidesiyle mukayyed kılacaktır. Kim Allah'a inanır ve bu akidenin dışındaki inançların tümünden uzak durursa kendini, her şeye gücü yeten, yaratıcı ve ulu olan bu ilaha yönelir halde bulur. O’nu sever ve O’ndan korkar. O’nun rahmetini umar, O’na tapar ve O’nun emirlerine bağlanır. Böylece Müslüman Allah'ın sevdiğini sever, buğzettiğine de buğzeder. Neticede Müslüman, Allah'ın verdiği nimetlere hamd etmek üzere hayatı boyunca Allah'a yönelir. İşlerini düzenleyene muhtaç, aciz ve zayıf insanın yaratıcısına yönelmesi kadar tabii ne olabilir? Allah göstermeseydi hidayete eremez, istikameti bulamaz ve işleri düzelmezdi. Allah'ın emirlerine tabi olmakla huzurlu bir hayat, Allah'ın dininden yüz çevirmekle de dar geçimli bir hayat yaşar. Dolayısıyla hem dünyada hem de Ahirette hüsrana uğrar. İman mutlak surette takvanın gereklerine götürür. Her müslümanın halikine itaat ve ibadet etme sonucunu doğurur. Allah'ın buğzettiği şeylerden kaçınma ve razı olduğu şeylere yönelme hırs ve arzusunu meydana getirir. Öyleyse Allah'ı razı eden ve kızdıran davranışlar nelerdir? Allah'ı razı edecek olan davranışlar, O’na olan itaatlardır. Bunlar Müslümanlar için şari' tarafından belirlenen ve Müslümandan yapılması istenen ma’ruflardan meydana gelmektedir. Allah'ın buğz ettiği şeyler ise günah sayılan amellerdir. Müslümanın uzak durması istenilen ve yine şari' tarafından belirlenen bu münkerler de çok sayıdadır.
Son düzenleyen Safi; 5 Aralık 2018 01:05
Quo vadis?

Benzer Konular

11 Aralık 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
30 Aralık 2013 / cdjonur Soru-Cevap
12 Ekim 2011 / meraklı 1974 Cevaplanmış
21 Şubat 2016 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet
12 Şubat 2014 / Misafir Cevaplanmış