Arama

Egemenlik süreci hakkında bilgi verir misiniz?

Güncelleme: 14 Nisan 2010 Gösterim: 17.016 Cevap: 6
elic - avatarı
elic
Ziyaretçi
10 Şubat 2009       Mesaj #1
elic - avatarı
Ziyaretçi
milli egemenlik sürecini gösterme kısa olsun
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
10 Şubat 2009       Mesaj #2
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Egemenlik, bir Devlet'in ülkesi ve uyrukları üzerindeki yetkilerinin tümünü ifade eder. Bir başka deyimle egemenlik, Devlet'i başka tüzel kişiliklerden ve örgütlenme biçimlerinden -- örneğin şirketlerden, derneklerden, kulüplerden, çetelerden, din ve mezhep birliklerinden, feodal bağlılık ve yönetim birimlerinden -- ayıran özelliktir. Egemen olmayan Devlet olmaz; kaynağını Devlet'ten almayan egemenlik de olmaz.

Sponsorlu Bağlantılar
MİNE VE DENİZ Günümüz Türkçesinde egemenlik, anlam genişlemesiyle, her türlü iktidar ve güç anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: X ilinde falan partisi egemendir; Ali Ayşe üzerinde egemenlik kurdu.) Bu maddede, egemenliğin, sadece siyasi teori ve devletler hukukundaki özgün anlamı ele alınacaktır.

Kavramın Tarihçesi

Ortaçağ Avrupası'nın büyük bir bölümünde, kaynağını kralla vassalleri veya vassallerle diğer yerel güç odakları arasındaki sözleşmelerden alan feodal ilişkiler egemendi. Bunun yanısıra, çeşitli derecelerde bağımsız olan şehirler, köy birlikleri, federasyonlar, ortak yönetim alanları vb. mevcuttu. Ayrıca bazı yönleriyle krala bağlı, bazı yönlerden tamamen bağımsız olan Kilise de önemli bir siyasi güçtü.

Modern krallıkların ortaya çıkmasıyla birlikte, Devlet'i Devlet yapan temel hak ve yetkilerin tanımlanması sorunu ortaya çıktı. Fransız hukukçu Jean Bodin (1530-1596) modern egemenlik kuramının kurucusu sayılır. 1576'da yayımladığı Les six livres de la république (Devlet'e Dair Altı Kitap) adlı eserde Bodin egemenliği "Devlet'in mutlak ve kalıcı gücü" olarak tanımladı. "Mutlak", egemenliğin bölünemeyeceği ve paylaşılamayacağı anlamındaydı (ancak bu mutlaklık sadece kamu hakları alanındaydı ve bireyin özel haklarına tecavüz edemiyordu). "Kalıcı" olması ise bu gücün hükümdarın ölümü ile sona ermediği ve bireylerden bağımsız olduğunu gösteriyordu. Egemenlik belirtilerinin bir bölümünü hükümdar şahsen kullanabilir, bir bölümünü memurlarına ve kurumlara kullandırabilirdi. Ancak egemenliğin kendisi devredilemezdi.

17. yüzyılda Holandalı hukukçu Hugo Grotius (1583-1645) modern devletler hukukunun ilkelerini egemenlik kavramıyla temellendirdi. 1648 Westfalya Barışı ile, egemen devletlerin hukuki eşitliği ilkesi modern Avrupa devletler sisteminin temeli olarak benimsendi. 17. ve 18. yüzyıllarda Hobbes, Locke, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler egemenlik hakkının felsefi ve analitik temelleri üzerinde günümüze dek etkili olan düşünceler ürettiler.

Charles de Montesquieu (1689-1755), 1745'te yayımladığı Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) adlı eserinde, egemenliğin üç uygulama alanını birbirinden ayırarak, yasama, yürütme ve yargı erklerinin dengelenmesinin önemine değindi. 1789'da kabul edilen ABD Anayasası, Montesquieu'nün görüşlerinin etkisiyle, yasama, yürütme ve yargının mükemmel denge içinde olacağı bir Devlet düzeni tasarladı.

Egemenlik ve Halk

Klasik dönem düşünürlerinin hemen hepsinde egemenliğin nihai kaynağı olarak halkın iradesi gösterilir. Roma hukukundaki omnis imperium ex populo ilkesi bu düşüncenin kaynağıdır. Devletin bir "Toplum Sözleşmesi" ile kurulduğu görüşü de aynı düşünceyi ifade eder. Ancak ilk kaynağı halk olan egemenliğin nasıl ve ne ölçüde hükümdara aktarıldığı, sınırlarının ne olduğu, o sınırlar aşıldığı zaman hangi tedbirlere başvurulacağı, egemenlik aktarımından sonra halkta hangi bakiye güçlerin kaldığı, tartışma konuları olarak kalır. Egemenliği halka dayandıran görüşle demokrasi fikri ilk kez 19. yüzyılda bağdaştırılmaya başlamış ve bu fikir ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında genel kabul görmüştür.

Türkiye'de "Egemenlik Milletindir" İlkesi

Türkiye'de milli egemenlik fikri ilk kez, padişahın cülusunda "anayasaya riayet ve vatana ve millete sadakat" yemini etmesini zorunlu kılan 3 Ağustos 1909 tarihli Kanun-ı Esasi (anayasa) değişikliğiyle gündeme geldi. 1876 Anayasası'nda hükümranlık hakkının temelleri tanımlanmamış, sadece bu hakkın "eski usul gereğince" Osmanlı hanedanından bir kimse tarafından kullanılacağı belirtilmişti. 1909 Anayasa değişikliğiyle hükümranlık hakkı vatan ve millete sadakat koşuluna bağlanıyor, "vatan ve milletin" anayasa yoluyla ifade bulan üstünlüğü teyit ediliyordu.

Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi'nin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun birinci maddesi, "Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir" (egemenlik koşulsuz ve sınırsız olarak ulusundur) ilkesini ilan ederek radikal bir adım attı.

Bu ilke, öncelikle padişaha ve onun şahsında somutlaşan geleneksel güçler dengesine verilmiş bir cevaptı. "Milleti" temsil ettiği kabul edilen Meclis'in, kendi dışında hiçbir güç ve irade tanımadığı bildiriliyordu.

Egemenlik ilkesi, aynı zamanda, Meclis'in gücünün hiçbir sınır tanımadığını da ifade ediyordu. Nitekim aynı Meclis bundan birkaç ay önce çıkardığı Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile kendi yasallığına yönelik her türlü muhalefeti vatana ihanet sayarak ölümle cezalandırmış; Aralık 1920'de kurduğu İstiklal Mahkemeleri'ne ise, herhangi bir hukuki prosedüre bağlı olmaksızın Meclis adına tek celsede ölüm cezası verme yetkisini tanımıştı. Bu anlamda "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sloganı demokratik bir anlayıştan çok, bir tür Meclis diktatörlüğü düşüncesini yansıtıyor

zyrtci - avatarı
zyrtci
Ziyaretçi
26 Nisan 2009       Mesaj #3
zyrtci - avatarı
Ziyaretçi
milli egemenlik süreci atatürk'ün tbmm kurmasında her şeyden önce gelir. bir çok aşamadan sonra dünya atatürk'e guru duymuştur .
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2010       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
miili egemenliksürecni gösterecek kızbir yazı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mart 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
milli egemenlik surecini gosterme
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2010       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

milli egemenlik sureci


milli egemenlik süreci
éé'Mehmet'éé - avatarı
éé'Mehmet'éé
Ziyaretçi
14 Nisan 2010       Mesaj #7
éé'Mehmet'éé - avatarı
Ziyaretçi
Egemenlik, bir Devlet'in ülkesi ve uyrukları üzerindeki yetkilerinin tümünü ifade eder. Bir başka deyimle egemenlik, Devlet'i başka tüzel kişiliklerden ve örgütlenme biçimlerinden -- örneğin şirketlerden, derneklerden, kulüplerden, çetelerden, din ve mezhep birliklerinden, feodal bağlılık ve yönetim birimlerinden -- ayıran özelliktir. Egemen olmayan Devlet olmaz; kaynağını Devlet'ten almayan egemenlik de olmaz.

MİNE VE DENİZ Günümüz Türkçesinde egemenlik, anlam genişlemesiyle, her türlü iktidar ve güç anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: X ilinde falan partisi egemendir; Ali Ayşe üzerinde egemenlik kurdu.) Bu maddede, egemenliğin, sadece siyasi teori ve devletler hukukundaki özgün anlamı ele alınacaktır.

Kavramın Tarihçesi

Ortaçağ Avrupası'nın büyük bir bölümünde, kaynağını kralla vassalleri veya vassallerle diğer yerel güç odakları arasındaki sözleşmelerden alan feodal ilişkiler egemendi. Bunun yanısıra, çeşitli derecelerde bağımsız olan şehirler, köy birlikleri, federasyonlar, ortak yönetim alanları vb. mevcuttu. Ayrıca bazı yönleriyle krala bağlı, bazı yönlerden tamamen bağımsız olan Kilise de önemli bir siyasi güçtü.

Modern krallıkların ortaya çıkmasıyla birlikte, Devlet'i Devlet yapan temel hak ve yetkilerin tanımlanması sorunu ortaya çıktı. Fransız hukukçu Jean Bodin (1530-1596) modern egemenlik kuramının kurucusu sayılır. 1576'da yayımladığı Les six livres de la république (Devlet'e Dair Altı Kitap) adlı eserde Bodin egemenliği "Devlet'in mutlak ve kalıcı gücü" olarak tanımladı. "Mutlak", egemenliğin bölünemeyeceği ve paylaşılamayacağı anlamındaydı (ancak bu mutlaklık sadece kamu hakları alanındaydı ve bireyin özel haklarına tecavüz edemiyordu). "Kalıcı" olması ise bu gücün hükümdarın ölümü ile sona ermediği ve bireylerden bağımsız olduğunu gösteriyordu. Egemenlik belirtilerinin bir bölümünü hükümdar şahsen kullanabilir, bir bölümünü memurlarına ve kurumlara kullandırabilirdi. Ancak egemenliğin kendisi devredilemezdi.

17. yüzyılda Holandalı hukukçu Hugo Grotius (1583-1645) modern devletler hukukunun ilkelerini egemenlik kavramıyla temellendirdi. 1648 Westfalya Barışı ile, egemen devletlerin hukuki eşitliği ilkesi modern Avrupa devletler sisteminin temeli olarak benimsendi. 17. ve 18. yüzyıllarda Hobbes, Locke, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler egemenlik hakkının felsefi ve analitik temelleri üzerinde günümüze dek etkili olan düşünceler ürettiler.

Charles de Montesquieu (1689-1755), 1745'te yayımladığı Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) adlı eserinde, egemenliğin üç uygulama alanını birbirinden ayırarak, yasama, yürütme ve yargı erklerinin dengelenmesinin önemine değindi. 1789'da kabul edilen ABD Anayasası, Montesquieu'nün görüşlerinin etkisiyle, yasama, yürütme ve yargının mükemmel denge içinde olacağı bir Devlet düzeni tasarladı.

Egemenlik ve Halk

Klasik dönem düşünürlerinin hemen hepsinde egemenliğin nihai kaynağı olarak halkın iradesi gösterilir. Roma hukukundaki omnis imperium ex populo ilkesi bu düşüncenin kaynağıdır. Devletin bir "Toplum Sözleşmesi" ile kurulduğu görüşü de aynı düşünceyi ifade eder. Ancak ilk kaynağı halk olan egemenliğin nasıl ve ne ölçüde hükümdara aktarıldığı, sınırlarının ne olduğu, o sınırlar aşıldığı zaman hangi tedbirlere başvurulacağı, egemenlik aktarımından sonra halkta hangi bakiye güçlerin kaldığı, tartışma konuları olarak kalır. Egemenliği halka dayandıran görüşle demokrasi fikri ilk kez 19. yüzyılda bağdaştırılmaya başlamış ve bu fikir ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında genel kabul görmüştür.

Türkiye'de "Egemenlik Milletindir" İlkesi

Türkiye'de milli egemenlik fikri ilk kez, padişahın cülusunda "anayasaya riayet ve vatana ve millete sadakat" yemini etmesini zorunlu kılan 3 Ağustos 1909 tarihli Kanun-ı Esasi (anayasa) değişikliğiyle gündeme geldi. 1876 Anayasası'nda hükümranlık hakkının temelleri tanımlanmamış, sadece bu hakkın "eski usul gereğince" Osmanlı hanedanından bir kimse tarafından kullanılacağı belirtilmişti. 1909 Anayasa değişikliğiyle hükümranlık hakkı vatan ve millete sadakat koşuluna bağlanıyor, "vatan ve milletin" anayasa yoluyla ifade bulan üstünlüğü teyit ediliyordu.

Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi'nin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun birinci maddesi, "Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir" (egemenlik koşulsuz ve sınırsız olarak ulusundur) ilkesini ilan ederek radikal bir adım attı.

Bu ilke, öncelikle padişaha ve onun şahsında somutlaşan geleneksel güçler dengesine verilmiş bir cevaptı. "Milleti" temsil ettiği kabul edilen Meclis'in, kendi dışında hiçbir güç ve irade tanımadığı bildiriliyordu.

Egemenlik ilkesi, aynı zamanda, Meclis'in gücünün hiçbir sınır tanımadığını da ifade ediyordu. Nitekim aynı Meclis bundan birkaç ay önce çıkardığı Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile kendi yasallığına yönelik her türlü muhalefeti vatana ihanet sayarak ölümle cezalandırmış; Aralık 1920'de kurduğu İstiklal Mahkemeleri'ne ise, herhangi bir hukuki prosedüre bağlı olmaksızın Meclis adına tek celsede ölüm cezası verme yetkisini tanımıştı. Bu anlamda "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sloganı demokratik bir anlayıştan çok, bir tür Meclis diktatörlüğü düşüncesini yansıtıyor

Benzer Konular

5 Kasım 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
12 Eylül 2012 / Misafir Soru-Cevap
31 Ekim 2012 / Sinema Soru-Cevap
1 Ekim 2013 / velixcan Soru-Cevap
1 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap