Arama

Çağdaş Türk tiyatrosu hakkında bilgi verir misiniz?

Güncelleme: 17 Mayıs 2014 Gösterim: 8.379 Cevap: 5
Edanur ŞEN - avatarı
Edanur ŞEN
Ziyaretçi
13 Nisan 2009       Mesaj #1
Edanur ŞEN - avatarı
Ziyaretçi
Çağdaş Türk tiyatrosukim tarafın dan kuruldu
Sponsorlu Bağlantılar
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2009       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
TÜRK TİYATROSU Türk tiyatrosu Anadolu uygarlığını oluşturan çeşitli toplumların, Anadolu'ya göç eden Türklerin atalarının ve İslâm dünyasının kültürel birikimine dayanan, hem Doğu hem de Batı kaynaklı etkileri içeren bir seyirlik geleneği üstün de gelişmiştir.
BATILI ANLAMDA TÜRK TİYATROSU
Sponsorlu Bağlantılar
Türk halkı Batı modelinde tiyatroyla azınlıkların sunduğu tiyatro gösterileri yoluyla bir ölçüde tanışıyordu. Osmanlı sarayı ise yabancı toplulukların gösterilerine büyük önem vermiştir, Batı tiyatrosunu Türk halkından daha önce benimsemiştir.
Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla aktarılması Tanzimat'ta oluşmuştur. Batı tiyatrosunun, 1839 Tanzimat Fermanı'nın öngördüğü ilkeler doğrultusunda Batıya yönelen Osmanlı toplumuna girişi, geleneksel Türk tiyatrosuna bir yandan bir çok olumlu katkıda bulunurken, bir yandan da onun çağdaş doğrultuda gelişmesini engellemiştir. Batı modeli tiyatronun benimsenmesiyle Türk tiyatrosuna yeni bir yöneliş içine girmiştir. Her şeyden önce tiyatro da yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarları da oyun yazmaya başlamışlar, böylece Batıya oranla çok geç de olsa bir dram geleneği başlamıştır. Batı modelinde tiyatronun Türkiye'ye gelmesi sonucunda çerçeve sahneli yeni tiyatro yapıları kurulmuş, topluluklar bu tiyatrolarda düzenli olarak oyun sergilemeye başlamışlardır. Böylece tiyatroyu kurumsallaştırma yönünde önemli bir adım atılmıştır. Batı tiyatrosu modelini benimseyen Türk tiyatrosunun gelişimi çok genel bir yaklaşımla iki aşamada incelenebilir.
Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması arasında (1839- 1923) yer alan hazırlık aşaması ve Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze uzanan gelişme aşaması.
1839- 1923 DÖNEMİ
Çağdaş Türk tiyatrosuna ilk öneli adım 1860'ta yapılan Gedikpaşa Tiyatrosu'yla atılmıştır. 1861'de bu tiyatroyu kiralayan Güllü Agop, 1868'de Osmanlı Tiyatrosu adlı bir topluluk kurarak Türk yazarlarına ve Türkçe oyunlara yöneldi. 1870'te Sadrazam Ali Paşa'nın İstanbul'un çeşitli bölgelerinde Türkçe oyunlar sergileyen tiyatrolar kurması koşuluyla kendisine sağladığı destekle, Türkçe oyunlar oynama imtiyazını 10 yıl elinde tutan Güllü Agop'un topluluğunda Ermeni oyuncular yanında Müslüman Türk oyuncularda yetişti. Bu oyuncular içinde en ünlüsü Ahmed Fehim'dir. Osmanlı Tiyatrosu'nda Namık Kemal, Ahmed Mithat Efendi, Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmut Ekrem gibi ünlü şair ve yazarların yapıtları, Ahmed Vefik Paşa'nın usta işi Moliere uyarlamaları, özellikle ünlü Fransız melodram, güldürü ve vodvillerinin çevirileri, kantolar, müzikli oyunlar ve operetler sahnelendi. Güllü Agop'un Osmanlı Tiyatrosuna yön verdiği 15 yılın en önemli sonuçlarından biri de izleyicinin tiyatroya alışması oldu. Bu arada padişahlarda tiyatroya büyük ilgi gösteriyordu. Abdülmecid 1858'de Dolmabahçe sarayının yakınında bir saray tiyatrosu, tiyatroya baskı ve sansür koymasıyla ünlü Abdülhamid de 1889'da Yıldız Sarayı'nın bahçesinde yabancı tiyatro ve opera oyunlarının sahnelendiği bir tiyatro salonu yaptırdı.
Türkiye'de Batılı anlamda tiyatronun kuramsallaşması ve Türkçe oyun sergilenmesi yolunda Ermeni sanatçıların katkısı, melodrama ağırlık veren Mardiros Mınakyan ve Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere uyarlamalarına ağırlık veren Tomas Fasulyeciyan'ın katkılarıyla sürdü. Bu dönemde halk tiyatrosu sanatçılarının tuluat adı verilen yeni tür bir tiyatro geliştirdiği görüldü. Batı tiyatrosunun konukları ve tipleriyle geleneksel tiyatronun tiplerini ve oyunculuk biçimini birleştiren ve doğaçlamaya dayanan tuluat, bir anlamda ortaoyunun sahne üstüne çıkarılmış biçimiydi. Ortaoyunu ustalarından Kavuklu Hamdi'nin önderliğinde 1875'te ortaya çıkan bu tür, Cumhuriyet'in ilk yıllarına değin yaygın bir biçimde yaşadı. Ayrılmaz öğesi olan kantoyla birlikte İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde ramazan ayında şenlenen Direklerarası'nın başlıca gösterilerinden biri olmayı sürdürdü. Türk oyuncuların eğitimi için bir konservatuvar ve yerel yönetimce parasal açıdan desteklenen bir uygulama sahnesi oluşturulması yolunda ilk adım ise 1914'te Darülbedayi'nin kurulmasıyla atıldı; ilk Türk-Müslüman kadın sanatçı olan Afife Jale'de sahneye ilk kez 1920'de Darülbedayi'de çıktı. Tiyatroda Batı modelinin benimsendiği hazırlık aşaması döneminde oyun yazarlığında patlak bir atılım görülmedi. Yazarlar, daha önce hiç denemedikleri bir türde kalem oynatırken ister istemez Batılı ustalara öykündüler. Türk yazarları en çok etkileyen yabancı kaynaklar Victor Hugo'nun ,Shakespeare'nin, Moliere'nin oyunlarıyla yabancı melodramlar oldu. Bu bakımdan Türk dram sanatının İbrahim Şinasi'nin yazdığı ve ilk özgün Türk oyunu olan Şair Evlenmesi'yle (1860) başladığı kabul edilir. Bu oyunu, özellikle romantik yurtsever duygularıyla yüklü oyunlar izledi. Bu yapıtlar içinde en ünlüsü Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistresi'ydi (1873). Meşrutiyet'ten sonra da özgürlük konusunu işleyen romantik tarihsel oyunlar ağırlık kazandı. 1839- 1923 dönemi içinde yazılan oyunlar genel olarak komediler, tarihsel dramlar, romantik dramlar, orta sınıf trajedileri ve melodramlardı. Bu dönemde yazılmış yüzlerce oyundan günümüzde de oynanabilir olanların sayısı çok azdır. Bu tür oyunların başında Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı uyarlamalarla oyun yazarlığını Cumhuriyet döneminde de sürdüren Musaphizade Celal'in Batı'nın töre komedisi geleniği içinde Osmanlı toplumunu eleştirdiği oyunlar gelir.
1923'TEN GÜNÜMÜZE
Cumhuriyet döneminde tiyatroda Batı modelini benimseyen Türkiye, gerek tiyatronun kurumsallaşması, gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlara sahne oldu.
Tiyatroyu Türkiye'de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul'dan geldi. 1927'de, Darülbedayi'nin başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmesiyle, izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı.
Eğitim görmüş tiyatrocuların yetişmesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı ise, Musiki ve Temsil Akademisi'nin bir bölümü olarak açıldı. Burada, ilk mezunların çıktığı 1941'de Tatbikat sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949'da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu.
1950'den sonra tiyatro kuramlarının gelişmesi bakımından önemli atılımlar gerçekleştirilmeye başlandı. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonucunda Devlet Tiyatroları, Ankara,İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon ve Diyarbakır gibi kentlerde perdelerini açarak ve turneler düzenleyerek Türkiye'nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. Yetmiş yılı aşan tarihi boyunca çeşitli iniş çıkışlar yapan İstanbul Şehir Tiyatroları da çeşitli semtlerde beş sahneye sahip oldu. Türk tiyatrosunun gelişmesinde her zaman önemli rol oynamış olan özel tiyatroların sayısında 1960'larda büyük bir artış görüldü. Etkinliklerini 1960'lardan bu yana sürdüren özel topluluklar arasında Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu sayılabilir. Oyunculuk ve sahneleme açısından Batı modelini izleyen ödenekli ve özel tiyatrolar yanında, ortaoyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını sürdüren özel topluluklar da oldu. 1970'lerin ortalarında pek çok özel tiyatro kapandı, yeni açılanların bir bölümü de başarılı olamadı. 1980'lerin ortalarından bu yana İstanbul'daki özel tiyatrolar yeniden bir canlanma dönemine girdiler.
Türk oyun yazarlığı, Cumhuriyet döneminde Batı modelini uygulayan tiyatronun kurumsallaşması yolunda yapılan atılıma koşut olarak gelişme gösterdi. Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları, gerçekçi doğrultuda yazdıkları oyunlarda öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı'sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi.
Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950'lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirildi. Aynı zamanda, toplumsal sorunları yansıtma aşamasından, bu sorunların kaynak ve nedenlerini irdeleme aşamasına geçildi. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazandı. Aziz Nesin ve Haldun Taner bildik gerçekçi dram kalıplarını zorlayarak yeni biçim denemelerine giriştiler.
1960'lar Türk tiyatro edebiyatı içinde parlak bir dönem oldu. Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğildi. Bir yandan, orta sınıftan ailelerin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken, köy ve gecekondu ortamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikleriyle sahneye getirildi.
Bu dönemin en yaygın türlerinden biri de konularını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan, şiir diliyle yazılmış oyunlardır. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı bu doğrultuda yapıtlar verdiler. 1960'ların sonlarına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlarda yazılmaya başlandı. Sermet Çağan'ın, Brecht'in epik tiyatro yöntemini doğrudan uyguladığı Ayak Bacak Fabrikası (1964), bu dönemde toplumcu gerçekçi yaklaşımın bir örneği oldu.
Türk oyun yazarlığına öz ve biçim açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960'larda Haldun Taner'den geldi. Ahmet Kutsi Tecer'in 1940'larda geleneksel Türk tiyatrosunun gevşek dokulu oyun yapısını ve göstermeci anlatımını kullanarak yazdığı Köşebaşı oyununun ardından, 1950'lerde ve 1960'ların başlarında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun denemeleri yazmış olan Taner, 1964'te Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen Keşanlı Ali Destanı'yla geleneksel Türk tiyatrosunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda toplumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün, yerli epik müzikalin yaratıcısı oldu.
1970'lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde sık sık yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihsel oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazıldı. Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman'ın aynı biçemi benimseyen Oktay Arayıcı'nın ve Asiye Nasıl Kurtulur? Oyunuyla üne, gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla pekiştiren Vasıf Öngören'in ürünleridir.
1980'lerde ise oyun yazarlığı nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde Refik Erduran, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer gibi 1950'lerden yada 1960'lardan bu yana oyun yazmayı sürdüren yazarlar dışında, 1970'lerde yazmaya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğlu'nun, yapıtlarıyla 1980'lerde gündeme gelen Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy ve Mehmet Baydur gibi yeni yazarların oyunları sergilendi.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Geleneksel Türk tiyatrosu seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu'ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası'da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür.
Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür.
Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan "kapalı biçim" anlayışının tam tersine, "açık biçim" özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır.
Meddahlık Türklerde Orta Asya'dan bu yana var olan hikaye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834'te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yeni dünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del'arte arasındaki hem adlarına, hem de yapılarına ilişkin benzerlik ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan ortaoyunu, Tanzimat'ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet'ten sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur.

kaynak
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2009       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
ÇAĞDAŞ TÜRK TİYATROSUNUN TEMELİNİ ATAN VE GELİŞTİREN
MUHSİN ERTUĞRUL (1892-1979)

BEYNİNDEN ŞU PARA HIRSINI ZENGİNLİK DELİLİĞİNİ ŞÖHRET APTALLIĞINI KENDİNİ BEĞENME BUDALALIĞINI ÇIKAR. ONDAN SONRA SENİ TANIYALIM KAÇ DİRHEM GELİYORSUN? Muhsin Ertuğrul

1892
5 Mart 1892 (23 Şubat 1308) Pazartesi aksamı İstanbul'da doğdu Babası Hüsnü Bey (1848-1902)Babıali"de Hariciye Nezareti (Dış işleri bakanlığı veznedarıydı Ertuğrul ikisi üvey olan sekiz kardeşin en küçüğüydü Gedikpaşada ki Tefeyyüz Mektebinde Darul edebte soğukçeşme ve toptaşı rüştiyelerinde Mercan idadisi"nde okudu Babasının tiyatroya olan ilgisinin de etkisiyle küçük yaslarda tiyatro gösterilerini izledi daha okul sıralarındayken arkadaşlarıyla tiyatro oyunları oynamaya başladı

TİYATRO UĞRUNA EVDEN NASIL KOPTUM?
Ortanca ablam Saadet'in kocası eniştem Rıfat Bey Osman Paşa'nın torunu olmakla övünen asalet yanlışı yaratılışı bulunan bir kişiydi. Üsküdar'da Valide Camisi yanında o soyluluktan arda kalmış bir Osmanpaşa Sokağı vardı.Yıkılan konağın yerine üçer dörder odalı küçük evler yapılmıştı. Kendisi de o evlerin birinde kiracıydı. İşi önemliydi. Kartının üzerinde "Sadaret Evrak Odası Hulefasından" diye yazardı. Bugünkü deyişle Başbakanlık Bürosu'nda çalışırdı. Görevi nedeniyle her gün gelen yazışmalar dolayısıyla zamanın sadrazamıyla doğrudan doğruya ilişki içindeydi.Sadrazam Kamil Paşa'yı Sait Paşa'yı Tevfik (Okday) Paşa'yı ve daha sonrakileri de tanımıştı.

Görevi dolayısıyla yüksek düzeydeki kişilerle günlük ilişkileri onun asalet yaşantısını ruhunda sürdürüyordu. kendisi ne kadar sıradan bir memur olsa da ülke sorunlarıyla uğraşan bir ortamda çalışıyordu. Yaratılıştan terbiyeli ve dürüst oluşu yüksek düzeydeki bakanlar müsteşarlarla birlikte bulunuşu içindeki aksoyluluk tutkusunu arttırıyordu.Ailemize damat olarak girdiği günden biride bize özellikle biz küçüklere babamın ölümünden sonra adeta bir ikinci babalık şefkatini sürdürüyordu.

" ERTUĞRUL MUHSİN SEN MİSİN?"
Sahneye çıktığım güne kadar boş zamanlarımı futbol oynayarak değerlendirmiştim. O sırada Toptaşı futbol takımının da başkanı olmuştum. Haydarpaşa Çayırı o zaman en geniş en düzgün sahasıydı. Biz orda oynardık.

Tiyatroya bir meslek olarak başladıktan sonra seyircilere verilen el ilanlarında adimi tanınmak için başına "Ertuğrul" diye ekleyerek yazdırmıştım.Eskiden bu ilanlar çeşitli semtlerde evlere de dağıtılırdı. Evdekiler bir zamanlar futbol oynamaktan dönüşümle sahnede role çıktıktan sonraki dönüşüm arasındaki ayrılığı giderek sezmişlerdi. Böyle bir cuma akşamı yine matineden eve döndüğüm zaman hem ablamın hem eniştemin suratlarını allak bullak olmuş buldum.Evde fırtınadan önceki suskunluk havası vardı. Akşam yemeği sessizce yendi. Sofradan kalkıp odadaki günlük yerimize oturduk. Çok geçmeden eniştem elindeki ilanını göstererek

-"Buradaki Ertuğrul Muhsin senmisin?"diye sordu.
- "Evet" dedim.
- "Gelip geçici bir hevesmi?"
-" Hayır ömür boyu bu meslekte kalmak istiyorum.Çünkü tiyatroyu çok seviyorum."
-"Evet ama ne bizim ailemizde ne de rahmetli babanızın ailesinde "oyuncu" yok.Onun için ya bu "düşüncenizden vazgeçersiniz ya da ailenizden!"
-"Eğer bu keskin bir ültümatomsa şu halde ailemden vazgeçiyorum" sözleri ile ayağa kalktım ve "Allahaısmarladık" diyerek evden çıktık.

GECE YARISI YAPAYALNIZ BİR GENÇ
Gece bu saatten sonra Üsküdar'dan vapur yok. Anadolu yakasındaki akrabalara gece karanlığında misafirliğe gidemem. Karşıya geçmem gerek. Hele bir iskeleye doğru yürüyeyim.

O çağlarda geceleyin Anadolu yöresiyle karşı yaka arasında iki ucu sivri hafif kayıklar çalışırdı. Nöbetçi kayığa atladım ve karşı yakaya geçtim.

Beşiktaş'tan Karaköy'e Köprü'yü geçerek Çemberlitaş'a doğru yürüyorum. Gidecek bir yerim yok. Bir yere gitmeyi de düşünmüyorum. Kafamda "Bundan sonra ne olacak" onun planlamasını kuruyorum ve boyuna hedefsiz yürüyorum. Gün ağardı. Sultanahmet'teyim. Bir Belediye Bahçesi vardı. Onun çevresinde oturacak sıralar bulunurdu. Onlardan birine iliştim. Karşımda Alman Çeşmesi var. Hani açıldığı gün bizi bütün okul çocuklarıyla birlikte karşısına dizmişlerdi biz de ne olup bittiğini anlamadan "Padişahım çok yaşa" diye bir kaç kez bağırmıştık. Hani okulun sakallı mubaşiri bir müzik öğretmeni edasıyla bize bir kaç okul şarkisi öğretmişti. Biz de o gün aralıklarla onu tekrarlamıştık.

O günü düşündüm. Sonra Muvakkithane'nin karşısındaki büyük konağa gözüm dikildi. Yukarı kattaki odada küçük ablam Servet veremden ölmüştü. O gün ben yandaki şu odanın buğulanmış camına parmaklarımla ablamı ne kadar sevdiğimi yazmıştım.

Aşağı köşedeki Kazasker Süleyman Sirri Efendi'nin odasında onu nasıl karyolada yatarken ilk kez yatarken gördüğümü anımsadım. Oğullarının koskoca delikanlı oldukları halde evin kâhyası "Aputte" diye çocukken taktıkları adla hala nasıl hitap ettiklerini hatırladım. Sonra fırından yeni çıkmış taze bir simit aldım onu yiye yiye ilkokulun olan Tefeyyüz'ün bulunduğu Gedikpaşa yokuşuna doğru yöneldim tekrar okulun yolunu tuttum.

Bundan sonra artık bir tiyatro tutkunu olarak tek başıma yaşayacaktım.

1910
30 Temmuz"da Erenköy'de Burhanettin Kumpayasında Conan Doyle romanında P. Decourcellein sahneye uyarladığı Sher- lock Holmes oyununda daha önce arkadaşı Selahattin'in oynadığı Bob rolüyle sahneye ilk adımını attı Reşat Rıdvan ve Burhanettin (Tepsi)beylerin Sahnei Milliye-i Osmaniye adı altında Beyoğlundaki Odeon Tiyatrosunda oynadıkları şu yapıtlarla rol aldı

Pierre Berton Napolyon Bonapart (Barral) rolünde Lorya Bey Dreyfus (Subay rolünde)Shakespeare Othello (Roderigo rolünde Chueca-Valverde La Grande Via (Compererolünde Namık Kemal Gülnihal (Zeynel rolünde Hüseyin Rahmi Mürebbiye (Küçük Bey rolünde Özel bir topluluğun yine Odeon tiyatrosunda sahnelediği Shakespearenin Hamletinde de Laertesi oynadı

1911
Döneminin ünlü oyuncusu Vahram Papazyaının ve İstanbul'a gelen Fransız tiyatro toğluluklarının etkisiyle görgüsünü geliştirmek amacıyla Paris'e gitti. (bazı kaynaklar ise karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınırdışı edilince Fransa;ya gitti. Paris konservatuvarına tüm uğraşmalarına karşın giremedi ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yaptı.)Paris'e geldiği ilk Aksam Comedie-Française-de büyük Fransız oyuncusu Mounet-Sully"nin hiçbir oyununu kaçırmadı. Her gece tiyatro dönüşü izlediği oyundaki rolleri ve oyuncuların makyajlarını Quartier-Latin'de kaldığı küçük bir otelin çatı katındaki odasında baştan yaratmaya çalıştı.

PARİS GÜNLERİNİN DERSLERİ...
Paris'e yaptığı bu ilk gezi zor koşullar içinde yaşayan genç Muhsin Ertuğrul için olağanüstü güç olmuştu. Üstünde çok az para bulunan sanatçı o nedenle çoğu günlerini aç olarak geçirmişti. Öyle ki Ertuğrul Paris'teyken "iki kez intahar etmeyi" düşünmüştü. Muhsin Ertuğrul bu konuda şunları ekler:

-"Paris'e ilk gidişimde parasızdım kuru ekmek yiyerek yaşıyordum. Kestane yemek bir ziyafet oluyordu benim için. Ama dönemezdim; yapmak istediğimi yapmalıydım; tiyatro görmeliydim tiyatro öğrenmeliydim. O sıralarda ümitsizliğe kapıldığım oldu. Birkaç defa Seine Nehri kıyısına gittim; intihar etmek için. iyi ki etmemişim..."
Muhsin Ertuğrul sonraki yıllarda yapıtlarını tanıyacağı Sovyet yazarı Leonid Andreyev'i neden o kadar sevdiğini açıklarken de intihar sorunu üstüne bir açıklamada daha bulunur:
-"Andreyev aç kalmış intihar etmeye karar vermiş. Odasına gelmiş; bakmış bir pantalonu daha var. 'Satılabilecek bir pantolonu olan intihar eder mi? demiş vazgeçmiş..."


YARIN KIYAMETİN KOPACAĞI KESİNLİKLE BİLSEM BİLE BU GÜN BİR ELMA AĞACI DİKERİM.
Muhsin Ertuğrul
İlk kez bir tiyatro oyunu yazmayı da aynı 1911 yılında denediğini belirten Muhsin Ertuğrul bu konuda şunları söyler:
-"İntihar adında bir piyese başladım 1911'de. Hikaye de yazdım. Ertesi gün okuyunca tahammül edemedim yazdıklarıma. Çok bayağı şeylerdi."


HER ŞEYI TIYATRO OLAN BIR AVUÇ GENÇ
Paris dönüşümde acemiliğin verdiği cesaretle birkaç arkadaş birleşip bir özel topluluk kurmaya kalktık ve adını da Ertuğrul Muhsin ve arkadaşları koyduk.

Topluluğunun başını Mınakyan Efendi'nin Osmanlı Dram Kumpanyası'nda suflörlükle tiyatro yaşamına başlayan Cemal Bey çekiyordu.Ayda Hanım'la evli olan Cemalyönetim işlerinden anlıyordu.Üstelikoyuncu olmadığı için organizasyonla uğraşacak zamanı da vardı. Toplulukta Behzat'la Galip ve Sara Mannik'le Ayda Hanım'dan başka genç gönüllüler de çalışıyorlardı.

Piyes seçme işine Müfit Ratip'e bıraktım.Onun seçiş zevkine güveniyordum.Üstelik oyunu Türkçe'ye çevireceğini ve bundan hiçbir maddesel çıkar beklemediğini de biliyordum. Gerçekten bir birkaç oyun üstünde tartıştıktan sonra Henri Bernstin'in La Griffe (Pençe)adli oyununu uygun bulduk.

Yaşlı oyuncusu Bulunmayan Topluluk ...
Kadro bakımından da topluluğumuzdaki oyuncu sayısı yeterliydi.Ancak hepimiz çok genç olduğumuzdan başrol için gerekli yaşlı aktör aramızda yoktu.Tiyatroda oldum olası karakter rollerine heves duyduğumdan bu yaşlı role yine adaylığımı koydum .Siyasal bir partinin başkanı aynı zamanda parti organı gazetenin baş yazarlığını yapan piyesin sonuna doğru başkanlığa da yükselecek olan Achille Cortelon rolünü üslendim.Oyunun konusu yaşlı bir politikacının genç ve görmemiş bir kızla evlenerek lüks bir yaşam sürdürmek için çıkar çevrelerine kayması ve sonunda genç karısının partideki rakibini sevmesi bir gensoru önergesi ne yüzden yaşlı başkanın aklını yitirmesiyle biten politik yanı ağır bir sosyal durumu içeriyordu.

Tiyatro yönü güçlü insancıl duyguları iyi işlenmiş bir töre ve karakter incelemesi (etude de moers) niteliğini taşıyan piyesseyirci katında da çok ilgiyle karşılandı.Yirmi yaşındaki bir aktörünyaşlanmak için ne kadar makyaj ustalığı yaparsa yapsın ve oyun için ne kadar çalışırsa çalışsınyaşın verdiği olguluğa erişemediğini;altından çıkan genç ve diri bir varlığın olayları inandırıcı olmaktan alıkoyduğunu duyuyordum.

Ferah mevsimine başladığımız zaman elimizde önceden hazırlanmış bir oyun dağarcığı yoktu. Sanat işlerini ben yüklendiğim için bu topluluğa özgü bir seçim düşünüyordum.

Ramazan yaklaştıkça yapıtları seçme ve hazırlama çalışmaları üstünde kafa yormak gerekiyordu. Dar bir kadromuz vardı. Arkadaşlarımız paranın yüzüne tükürmüş sanata varlıklarını adamış sözcüğün tam anlamıyla idealist sanatçılardı. Dar bir kadro; sonra ne kadar süreyle sığınacağımız belli olmayan bir Ferah Tiyatrosu! Bütün güvencemiz kendi gücümüzdü. Aramızda ortak bir yön var: Hepimiz oyuncuyuz. Bunun dışında hepimizin bir görevi var: Herkes ağır bir sorumluluk altında üstüne aldığı işi başarıyor.! Toplulukta baş kıç diye bir şey yok.

Hiç Oynanmamış Yapıtlar
Dağarcığa seçilecek piyesler için de şöyle bir çizgi çekmeyi düşünmüştüm: O güne kadar Türk sahnesine girmemiş bulunan uluslararası tiyatro yapıtlarından karışık örnekler vermek. Bir Andreyev'den biri Tolstoy'dan olmak üzere iki Rus İki Moliére bir Shakespeare bir Norveç bir İsveç bir Danimarka bir Macar bir Alman beş Fransız ve dört Türk oyunu...

O güne kadar Türk Tiyatrosu genellikle Fransız tiyatrosunun duygusal komedileriyle gülünç vodvilleriyle beslenmişti. Avrupa'da çıraklık yıllarımın da etkisiyle Türk seyircisine birazda başka ulusların kalbur üstü yapıtlarını tanıtmak istiyordum: ama bu oyunların hiçbiri o güne kadar Türkçe'ye çevrilmiş değildi. Şu halde yapılması gereken ilk şey oynatmayı tasarladığımız oyunların çevirilerini sağlamaktı.

Çeviriler Nasıl Yapılıyordu?
Elde edilen gelir bir çeviriye yetecek kadar olmadığı için çeviri işide bize kalmıştı.
Sahne katında en küçük oda benimki. Tek bir kişinin güçlükle kımıldayacağı kadar küçük. Burayı yalnız makyaj odası diye değil provam olmadığı saatlerde piyes çevirmek için çalışma odası biçiminde de kullanıyorum. Odanın içinde iki kişi olunca kapı açılıp kapanmıyor.....
Gösteriler arasında metinleri Almanca olanları ben Fransızca olanlarıda Galip Arcan üstüne aldı. Bir yanda oyun oynarken öte yandan da onları boş bulduğumuz gecelerde çevirmeye koyulduk. Sıkı bir çalışmayla bir yapıtın çevirisi on günün gece yarısına sığıyordu.

Gece Yarıları M.Ertuğrul ve Muammer Karaca...
Gece yarısından sonra suyu çekilmiş bir değirmene benzeyen seyircisiz oyuncusuz kalmış bir tiyatronun küçücük sahne odasında çalışmanın büyülü bir zevki vardı. Sanki bütün gün prova yapan akşam oyun oynayarak gece yarısına kadar yorgun düşen sanki siz değilmişsiniz gibi yeni bir uğraşa dipdiri sarılıyorsunuz ve kalembüyük boy kağıtlar üstünde izler bırakarak kayıyor. Bu büyük boy kağıtlardaki yazılar Muammer tarafından hemen temiz bir deftere mürekkeple yeniden yazılıyordu. Hazır olanları da sahne defterine geçiriyorduk.

Muammer o yıl aramıza yeni katılmıştı.Kendisine henüz sahne üstünde rol verilmediği için sahne gerisinde yararlı oluyordu. Kış geceleri boş tiyatronun Okmeydanı gibi rüzgar üfüren yüzü gözü atkılarla sarılı bacakları beylik bir battaniye sırtı paltoyla örtülü bu genç sabaha kadar bir oyunun birinci perdesini böyle temize çekecektir. Ara sıra üşüyen elinin buz kesmiş parmaklarını hohlayarak ısıtacak sonra yine yazmaya koyulacaktır.

Odama bir ayaklı elektrikli ısıtıcı koyduğum için soğuktan pek o kadar yakınmam yoktu. Böylece yapıtları çevirmeye giriştik ve Ramazan tiyatro mevsimi boyunca bu çalışmayı yürüttük.

FERAH TİYATROSUNDA NELER OYNANDI?
Tolstoy'un Kreutzer Sonat oyununu Türkçeye çevirdim.Oyun kişileri bakımından da bizim oyuncu kadromuza uygun düşüyordu. Kreutzer Sonat'ı Bir Macera adıyla çevirdim. Tolstoy'un La Puissance des Tenébres oyununu da ağabeyim Dr. Rasih Almanca'dan Karanlığın Kudreti adıyla çevirdi.

Benim payıma ayrıca Hans Müller'in Die Flamme (Renkli Fener) Leonid Andreyev'in Der Gedanke (Düşünce) ve İbsen'in Bir Halk Düşmanı A.Strindberg'in Cehennem (Baba) yapıtları düşmüştü. Andreyev'in yapıtını İhtililal adılayla oynamıştık.

Galip Arcan ise Fransızca'dan Charles Méré'nin Vertige (Humma) Danimarkalı yazar Karen Branson'un Professeur Klenow (Yaradan Seni Affettim) Emile Erkmann ve Alexsandre Chatrian'ın birlikte yazdıkları L'Ami Fritz (Bekar Ali Bey) Birabeau-Dolley ikilisinin yazdıkları La Fleur d'Oranger (Sırat Köprüsü) ve Melcihor Lengyel adlı Macar yazarının Le Typon (Tayfun) adlı oyunlarını Türkçeye kazanmıştır.

Mahmut Yesari de G.Feydau'nun 1+1=1'ini Türkçeye uyarladı. Bu arda A.Vefik Paşa'nın Moliére'den uyarladığı L'Avare (Azarya) ile Georges Dandin (Yorkgaki Dandini) gibi iki Fransız kalsiğini ve Shakespeare'in Othello'sunu dağarımıza ekledik. Kemal Ragıp'da A.Dumas Fils'in Kamelyalı Kadın'ını çevirmişti.Ayrıca ait Derviş'in uyarladığı Arkadaş Reşat Nuri'nin uyarladığı Kızıl Şenlik ve Romain Roland'ın Danton'u sahnelenmişti.

Faruk Nafiz'den Vedat Nedim'e...
Aynı yıl Faruk Nafız'ın Canavar Vedat Nedim'in ilk piyesi olan İşsizler Sermet Muhtar'ın Duvar Aslanı Vedat Örfi'nin Vefaen Ferağ Münire Eyüb'ün Kaşif Efendi Saibe İbrahim Necmi'nin Ölümden Sonra ve Osman Cemal'in İstanbul Revüsü adlı yapıtlarını da oynadık.

Bu oyunlar Türk tiyatrosunda o güne kadar el uzatılmamış diyarların başyapıtlarıydı.Amacımız alışılmış oyunların dışına çıkarak Türk sahnesine içerikleri daha özlü yapıtları sunmaktı.

KİŞİSEL SORUNLARIN GİRMEDİĞİ SAHNE
Tiyatroya ne ailemizin ne de kendimizin kişisel sorunları girebiliyordu. Bütün konuşmalarımızı çıkaracağımız yeni oyunun daha iyi daha kusursuz daha olgun bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlayacak yolları araştırmak üstüneydi.Çalışmayı aksatacak genel sanat havasına ters düşen hiçbir sorun gelmedi ortaya. Aramızda da tiyatrodan oyunlardan ayrı özel bir konu olmadı.

Cumhuriyet'in Yeni Ufuklarında....
Böylece Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk tiyatrosu yeni ufuklara yöneliyor yeni yeni yapıtları ve konuları sahneye çıkararak Türk seyircisinin görüş açısını genişletmek yoluna giriyordu.
Oyunların dekorlarını bile kendimiz yapıyorduk. Öyle diyebilirim ki dünyanın hiçbir yerinde böylesine birbirine kenetlenmiş bir topluluk böylesine insanüstü çalışmayla tiyatro tarihinde adıyla anılan dönem gibi bir ortamı kolay yaratmamıştır.

1912
Türkiye'ye döndükten sonra 29 Şubat'ta İstanbul'da ilk kez sahneye konulan Paul Hyacinthe Loyson'un Müçtehi (L'Apôtre) oyununda Octave Baudouin rolünü oynadı. 6 Mayıs'ta Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları topluluğu adına Ertuğrul ilk kez Hamlet'i yönetip oynadı ve olumlu eleştiriler aldı.

1913 Kemal Emin (Bara) İ. Galip (Arcan) Behzat Hâki (Butâk) gibi sanatçıların da içinde bulunduğu bir topluluk oluşturarak bu kez Brieux'nün Simone (Edouard de Sergeac rolünde) P. Autier'nin Fener Bekçileri ve Mark Twain'in Şikago Çiftçisi adlı oyunlarını yönetti. Bu topluluk Bursa'ya düzenlediği turnede Millet Tiyatrosu adıyla; Türk Ocağı'nda gösteriler verirken ise Yeni Turan Temsil Heyeti adı altında çalışmasını sürdürdü.
Şehzadebaşı'nda bir sinema salonu kiralayarak Ertuğrul Sineması'nı açtı. Burara hem film gösterdi hem de oyunlar oynadı. Sinemada Donanma Cemiyeti yararına oynadığı tek bölümlük oyunlar Georges Feydau'nun Canım Böyle Çırılçıplak Dolaşma (Ventroux rolünde) Karanlıklar İçinde Buse (Henri dupley rolünde) ve Fener Bekçileri'nden bir uyarlama olan Vazife Uğruna (Rıza Rolünde) adlı yapıtlardı.
Yeniden Paris'e gitti. Thêâtre Antoine'da Lugnê-Poe'nun sahnelediği ve Suzanne Desprês'nin oynadığı Hamlet'in provalarını izledi. Yıllar boyunca ciltler dolduracak tiyatro yazılarının ilkini söz konusu Hamlet gösterisi nedeniyle Şehbal dergisinde yayınladı.
Ayrıca Jacques Copeau'nun Viex Colombier ve Antoine'ın Odêon tiyatrosundaki çalışmalarını yakından izledi.
Sarah Bernhardt Rêjane ve Guitry gibi sanatçıların ünlü Rus Balesi'nin gösterilerinde bulundu
1914
Paris dönüşü Ertuğrul Muhsin ve arkadaşları adını taşıyan bir topluluk kuran Ertuğrul'un yanında Behzat Haki İ. Galip Müfit Ratıp Sara Mannik tiyatronun yönetsel işleriyle uğraşan Cemal Bey ve eşi Ayda Hanım ilre bazı genç yetenekler vardı Müfit Ratıp oynanacak yapıtların seçimini üstlenmişti ilk oyun Henri Bernste-in"in La Griffe (pençe)adlı yapıtıydı :Ertuğrul oyunu ****** adıyla sahneledi ve Achille Cortelon rolünü üstlendi Oyunun İlk gösterisi Kadıköy'deki Hale sinemasında verildi. Çok beğenilince Osman Bey Ortaköy ÜsküdarBüyükada ve Şehzade Başı gibi Bütün semt Tiyatrolarında oynandı ikinci oyun olarak Eugene Brieuxnün le Berceau adlı yapıtını M. Ertuğrul Büyük hata adıyla Türkçe'ye uyarladı ve sahneledi topluluk dağılınca Burhanettin Bey ile H. levadan"ın servir (Silah başında) oyununda M .Ertuğrul Teğmen Eulin rolünü oynadı İstanbul belediye başkanı DR Cemil Topuzlunun Darül bedai-iOsmaninin kurulması için görevlendirdiği Reşat Rıdvan Beyin çalışmalarına Ertuğrul da katıldı. 14 Temmuzda Darül Bedainin Açtığı eleme sınavlarına M Ertuğrul Hamletten bir parçayla girdi ve iyi bir notla sınavı kazandı giderek tiyatro bölümünde yardımcı Öğretmenliğe atandı 4 Ağustos da 1. Dünya savaşının çıkması ve Osmanlı imparatorluğunun Fransa karşısında yer almasıyla Antoine Ülkesine geri dönmek zorunda kaldı.

İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANI Dr. CEMİL TOPUZLU İLK ÖDENEKLİ TİYATROYU KURUYOR.
"İstanbul'dan birkaç barakadan başka ne bir tiyatro binamız ve ne de sahneye çıkabilecek bir artistimiz yoktu. Bundan dolayı pek çok üzülüyordum. Sultanahmet Meydanı'nda bir tiyatro ve bir de Şehremaneti (Belediye) binası yapılmak üzere Şehremaneti Heyet-i Fenniye Müşaviri Mösyö Orik'e (M.Auric)bir proje hazırlattım. Diğer taraftan aktör ve aktris yetiştirmek üzere pek çok tanınmış Fransız artistlerinden Paris'teki Odeon Tiyatrosu müdürü Müsyo Atuman'ı (M. Antoine) İstanbul 'a çağırarak Şehzadebaşı'nda Letafet Apartmanı'nda te'sis eylediğim ve Darülbedayi ismini verdiğim Tiyatro Mektebi'nin Müdüriyet'ine ta'yin ettim."

ÖDENEKLİ TİYATRODA HAFİF OYUNLAR MI AĞIRBAŞLI YAPITLAR MI?
Aslına bakılırsa Darülbedayi topluluğu içinde huysuzluk baş kaldırılıcılık eden bir ben vardım...

Ara sıra oyunbozanlık edişimin başlıca nedeni oynanmak üzere seçilen Fransız sahnesinin hafif bulvar komedilerinin Türkçe'ye uyarlanmış kötü örneklerini kapsayan repertuarımızdı. repertuar konusunda şöyle diyordum:
-yeni kurulmuş ve Belediye'den denek alan bir yarı kamusal kuruluş olan Darülbedayi'de adi vodvillere öncelik tanımamalı seyirciye bir şeyler veren ciddi yapıtlar oynanmalıdır Edebi Kurul ise şu kanıdaydı:
-<

1915
3 Ocak da çıkan Darül Bedai yönetmeliğinin 29. uyarınca Muhsin Ertuğrul Darül bedai kadrosuna sekiz lira aylıkla alındı 13 Ocak ta Ertuğrul un da katkılarıyla düzenlenen Darülbedayi-nin ilk uygulama gösterisinde şiirler okundu şan konseri verildi Mınakyan Efendi nin denetiminde Ziya Kegam Agavni ve Vehanuş-un oynadıkları Altı Aydan Beri adlı tek bölümlük bir oyun sunuldu

1916
20 Ocakta Darülbedayi"nin ilk oyunu olarak sahnelenen Emile Fabre"dan Hüseyin Suat"ın Çürük Temel adıyla uyarladığı La Mai-son d Argile adlı yapıtlara Ertuğrul başrolü oynadı ve başarısı nedeniyle uzun süre övüldü
14 Mart"ta Darül-bedai de para sıkıntısı baş gösterdi ve Müzik Bölümü kapatıldı 20 Mayıs"ta Darülbedayi"nin ikinci oyun olarak sunduğu ibnurrefik Ahmet Nurinin Hisse"i Şayia adıyla Daniel Richeden uyarladıgı LE Pretexte"te Suudi rolünde sahneye çıktı ve ilk oyundaki başarısını bastırdı kurumdaki geçimsizliklere ve karışıklara dayanamayarak tiyatro alanında görgüsünü arttırmak için Haziranda Darülbedayi yönetiminde izin alarak. Berline gitti Gündüzleri film sütüdyolarında çalışırken geceleri Max Reinhardtın izniyle Deutsches Theaterde Viktor Barnowskynin izniyle Lessing-Thearterde Geheimrat Winterin izniyle de Kraliyet Tiyatrosunda Provaları izledi. Sinema yönetmenliği Emil Albes ve ünlü oyuncusu Albert Basser-mann ile tanıştı Yönetmen Harry Lambrez-Paulsenin Karl Backer sachs ile çevirdiği bir komedi filminde yönetmenin yardımıyla küçük bir rol aldı Aynı yönetmen başrolünü Magda Magdalenanın oynadığı karanlıkta ışık (Das Licht in der Nacht)filminde ona daha uzunca bir rol verdi Sinema dünyasında girip başka yönetmen ve oyuncularda tanıştıktan sonra Ertuğrul çeşitli filmlerde oynadı.

GÜNLÜK YAŞAMI SÜRDÜREBILMEK AMACIYLA FILM ÇALIŞMALARI
BERLİN'de tiyatro yaşamını daha iyi tanıyabilmek için kalış süremin uzatılması amacıyla Darülbedayi'nin Tiyatro Yönetim Kurulu Başkanlığı'na Yaptığım öneri kabul olunmayınca başımın çlaresine bakmak üzere bir yol aramak gerekiyordu.
Yabancı olduğum Berlin'de ne gibi bir iş yapabilirdim? Pansiyon aylığımı verecek kadar bir parayı hangi kaynaktan sağlayabilirdim? Onu düşünmek o yolda öteye beriye başvurmak zorundaydım. Öyle bir iş bulmam gerekiyordu ki öğleden önceki provalara ve gece oyunlarına gitmeye vakit ayırabileyim. Aksi takdirde Berlin'de de oturmayı uzatmak hem de sıkıntı pahasına açlığa katlanmakta bir anlamı olmazdı.
İşte tam o sıralarda pansiyon komşum Frau Wilke'ye <> açıkladım.
Almanya'da İlk Sinema Oyunculukları...

Rejisör Albes'le Çevrilen Filmler...
Günün birinde Frau Wilke film rejisörü Emil Albe'i davet ederek bizlere bir kahve şöleni vedi. Birimci dünya Savaşı sırasında Almanya 'da kahve diye bir kara su içilirdi.Ne olduğunu kimsenin bilmediği bir siyah su ! Ama onu da bulmak büyük bir nimetti. Emil Albes 'le tanıştık. Bana yardim edeceğine çevirdiği filmlerde ilk fırsatta rol sağlayacağına söz verdi. Gerçekten çok geçmeden Karl Backersachs ve Harry Lambrez-Paulsen'le çevirdigi bir komedi filminde bana rol sağladı .Böylelikle ilk kez Alman sinema dünyasına da katilmiş oldum. O akşam bana40 mark verdiler.

Demek oluyor ki ayda 5 gün sinemada iş bulacak olursam bir aylik geçimim sağlanacak.
Çok geçmeden yine o rejisör o zamanın en güzel yıldızlarından biri olan Magda Magdalena ile çevirdiği Das Liçht In der Nacht (Karanlıkta Işık) filminde bana uzunca bir rol verdi. Bu rolde de dışarıda hem içeride çalışma günlerim vardı.

O dönemlerde özellikle erkek eleman kıtlığında sinema guruplarının makyaj yapmak için friseur makyajçıları yoktu.
Ben de kendi makyajımı kendim yaptım. Rejisörün karşısına gittim onayını aldım. Film çevrilmeye başlandı. Film de rolü olan erkek kadın sanatçılarının sonradan anlattıklarına da göre her oynadıkları yeni filmin rejisörlerine benden söz ederek hakkımda iyi tanıklık ediyorlarmış.
Beş gün süren bu rol için de bana 500 Mark ödedi Yemek yatmak için Kaiserallee' deki Pansiyon Marzahn'a ayda 200 mark veriyordum. Beş günlük çalışmam demek iki aylık geçimimi sağlayabilecekti.

Yeni Filmler Tiyatrocu Dostlar...
İlk filmimin rejisörü ondan sonra çevirdiği bütün filmlerde bana rol verdi. Kısa sürede film dünyasında birçok yapımcılarla günün başrol oynayan birçok yıldızlarıyla tanıştım. Bir rejisör başka bir yönetmene her yıldız kendi rejisörüne benden söz ediyor; böylelikle hemen hemen bütün film stüdyolarına girmek çalışmak olanağını buluyordum. Artık Berlin'de kalıp da tiyatro çalışmalarımı sürdürmek benim için hiç zor değildi. Pansiyonumun telefonu aralıksız yeni rol için çağıran yapımcıların bıraktıkları haberlerle işliyordu. Geçim parası bir sorun olmaktan çıkmıştı. Yeni yeni rejisörlerden çağrılar alarak birçok filmlerde küçük roller oynamaya başladım. böylelikle de pansiyon parasını sağlıyordum; hatta üstelik cep harçlığı da kalıyordu. İşin en önemli yanı filmde tanıştığım bütün sanatçılar beni kendi tiyatrolarına çağırıyorlardı. Düzenli biçimde izlediğim Krallık Tiyatrosu'ndan ve Lessing-Theater'den başka öteki tiyatroları da tanımak sanatçılarıyla tanışma fırsatı çıkıyordu.

Aralık ayında İstanbul'a döndü

1917
25 Ocak ta Robert de Fleurs-G.A Caillavetinin Labelle Aventure adlı yapıtında Tahsin Nahit in uyarladığı bir çiçek iki böcek güldürüsünü Darül-bedayi de sahneledi ve Büyük baba rolünü oynadı 2 Mart ta Darül-bedayinin sahnelediği ilk yerli oyun olan Halit Fahri Ozan Soyun Baykuş Adlı manzum dramının gösterisi gerçekleştirildi sanatçı bu oyunu hem sahneledi hem de İhtiyar Köylü rolünü oynadı deneyimi oyun düzeni ve başarısı göz önüne alınarak sanatçıya iki lira zam yapılarak Aylığı 12 liraya çıkarıldı 26 Haziranda Henri Kıstemaeckers den Muhsin Ertuğrul'un uçurum adıyla uyarladığı ve birinci perdesini yeni baştan yazdığı La Flambeenin ilk temsili verildi oyunu yöneten ve başrolünü üstlenen Ertuğrul o sırada Boğazlar genel komutanlığında askerlik görevini yapmaktaydı Temmuzda izin alan sanatçı Ağustos ayında yine Berlin"e gitti.

SAVAŞ ORTASINDA BERLIN..
BALKAN EKSPRES'i İstanbul'dan hareketinden iki buçuk gün sonra akşam karanlığında Berlin'in Zoo İstasyonu'nda durduğu zaman Pertev Şevki bir arkadaşıyla birlikte beni ve Tauenzienstrasse'deki pansiyonlarında hazırladıkları odaya götürüyordu.

Küçük bir sofraya oturmuştuk. Savaş yıllarının yoksulluğu Berlin'i de kasıp kavurmaya başlamıştı.Her şey kısıtlı bir ölçüye binmişti. iki dilim ekmek yemeğe kimsenin hakki yoktu. Geçim sınırlanmıştı. Giyimde öyle. iki çift çorap alınamıyordu.Her şey hesaplıydı ve bu durum ilk oturduğum arkadaş sofrasında bile bir bakışta gözüküyordu. Yenildi içildi uyundu.

ALMANYA'DA NELER YAPABİLİRDİM?
Ertesi gün Türk sefarethanesi'nde Müsteşar Ethem Menemenci'nin ziyaretine gidildi. Müsteşar Ethem Bey'e geliş nedenim anlatildi.
Önümde üç yol var:
Biri Krallık Tiyatrosu'nda öteki ünlü Reinhardt Tiyatrosu'nda sonuncusu ise Lessing Tiyatrosu'nda...
Bunlar arasında bir seçim yapabilmem için önce tiyatroların özelliklerini yakından tanımam gerek.
Seçiş sırasında iki ayrı ölçüyü göz önüne bulundurmak gerekiyordu:
Biri kendimi en yararlı tarzda yetiştirmekyani iyi bir aktör iyi rejisör olmak.
Öteki de tiyatroların yönetim ve teknik sorunlarını inceleyerek Türkiye'ye dönünce bir tiyatro'yu hem teknik hem de yönetim açısından çekip çevirebilmek..
Bunları bana sağlayacak tek bir tiyatro bulursam ona sarılacaktım. Şayet bu olanakları ayrı ayrı tiyatrolarda bulursam o zaman ikiye üçe bölünmem zorunlu olacaktı.

Asker Aktörler Üniformalı Teknisyenler....
1916'da Birinci Dünya Savaşı başlayalı iki yılı geçmişti. Bu arada birçok genç yetenek sınırlarda askerlik yapmakta. Alman tiyatroları askerden ancak gereksinimleri için izin alınarak mesleklerinde çalışmasına fırsat verilen aktörlere perdelerini açabiliyorlar.Hatta sahne işçilerinin hemen tümü askeri üniforma taşıyor. Aktörler ve bazan yöneticiler arasında da subay er elbiseli birçok insan görülüyor.Alman Krallık Tiyatrosu'nun sahne arkası hemen hemen bir kışla gibi.
Berlin'de tiyatro yaşamını şöylece üstünkörü bir kavramak için oynanan piyesleri izleyerek bir karara varmak gerekiyordu. Berlin'de ilk hafta boyunca tiyatro dolaşma arka arkaya piyesler görmek gerekliydi. Genellikle ilk izlenimim şöyle oldu:
O zamana kadar yalnız Paris tiyatrolarını izlemiş bir kişi olarak önümde açılan yeni ufukta sanat ve sanatçı bakımından da değerleri yüksek yapıtlarla karşılaşıyordum. Karşılaştırmak gerekirse kamusal tiyatrolar arsında Paris'in Comédi -Française 'ine karşılık Berlin'deki Könighlice schauspielhaus daha bir üstünlük kazanıyordu. Bir kez sahne tekniği Fransa'yla hiçbir biçimde karşılaştırılamayacak ölçüde ilerlemişti. Oyunculara gelince onların arasında da erişilemeyecek değerde büyük sanatçılar vardı.

ATLANTİK OKYANUSU'NDAN NEW YORK'A....

NEW YORK NEW YORK
York Oteli'nin geniş yatağında yatıyorum. Mezar gibi gemi ranzasında ve trende birbirine geçen bedenimin rahatladığını duyuyorum. Oysa uyuyabilmek olanaksız. İçim içime sığmıyor. Yıllardır bir hastalık gibi içimi kemiren büyük bir özlemime daha kavuştuğumu bütün tasarladıklarımın sonunda gerçekleştiğini görüyorum.

New York'ta Ne Çok İnsan Var... Kalın perdelerin arasından sızan gün ışığı beni uyandırdı. Tuhaf bir görünüm. Aşağıda bücür insanlar yürüyor; oyuncak gibi otomobiller gelip geçiyor. Sokak çok kalabalık.Burada ne çok insan var. Sonra düşünüyorum burası New York.Aşağıdaki kalabalığa bakarken insanın başı dönüyor ya o karşıdaki yüksek yapılar insan kafası ve insan kolunun diktiği sıra sıra anıtlar...

Bu izlemeye doyulmaz görünümü ister istemez bıraktım; giyinmek sokağa çıkmak halkın arasına karışmak gerek.

Görkemli Çevreyi Yaratan !...
Yoğun bir insan selinin akıp gittiği yaya kaldırımında bir damlayım şimdi. Bu kitleyle birlikte uzun süre New York sokaklarında gezdim.
New York genelde demir ve betondan bir kent; Bir kent değil bir ülke! Bitmek tükenmek bilmeyen işlek sokaklar çelikten köprüler görkemli yapılar. Üstünde görünen bu altında da yine öyle; Kat kat ucu bucağı belli olmayan yeraltı yolları.

Bence aşağıda ve yukarıda gördüklerimiz New York ya da Amerika değildir. Asıl Amerika bu çelikten uygarlığı kuran kafadır. Bu geniş kaskatı demirden sinirleri çelikten güçlü vücudun bir kafası olmalı. Bu kafa nerede? Onu gördüğüm gün Amerika'yı tanımış olacağım. Bu kafa okullarda mı Bankalarda mı yoksa fabrikalarda mı?

Jannings'in Günah Sokağı ve Haftalık Geliri
Düşüne düşüne çevreyi seyrede ede sonunda Paramount'un koca binası önüne gelmişim. Bu iri yapının alt katı büyük bir sinema salonu olarak yapılmıştı;olağanüstü donatılmış bir girişi vardı. Önde ve girişte Emil Jannings'in doğal boyunda bilmem kaç kat büyüklüğünde resimleri asılı.

Amerika'da büyük ün kazanan ve çok sevilen bu Alman sanatçının İsveç'li rejisör Mauritz Stiller'in Paramount kuruluşu adına 1927'de yaptığı Günah Sokağı (The Street of Sins) adlı filmi oynuyordu.

Bu görünüm bana sekiz yıl öncesini hatırlattı. O zamanlar yönetmen Robert Wiene 'nin Dr. Caligari'nin Odası (Das Kabinetti des Dr. Caligari1919) adlı ünlü Alman filmini Amerika'da göstermemek için düzenlenen düşmanca gösterileri düşündüm. Çıkarcıların yaptıkları yurtseverlik adı altında yaptıkları o protestolar tanınmış Amerikan yazarı Upton Sinclair'e Bana Dülger Derler (They Call Me Carpenter-1922) adlı romanını esinletmişti. Bu rezaletten yalnız o kaldı.

Ey çıkar; sen insanların burnuna halka zincir takan onları maymun gibi oynatan bir çingenesin!

Bir Alman sanatçı giderek Amerika dünyasının gözbebeği olmuştu. Şimdiye kadar hiçbir oyuncuya nasip olamayan haftada sekiz bin dolar yani 16bin Türk Lirası gibi bir gelire kavuşmuştu.

AMERİKAN SİNEMASI VE HOLLYWOOD
KENT BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ "UNIVERSAL"
Hollywood'da gezdiğim gördüğüm sinema kuruluşları arasında öncelikle izlenmesi gereken en büyük kurum Universal'dı.Universal'ın başkanı Carl Laemmle Amerika ve Avrupa sinema endüstrisinin sayılır; büyük küçük herkes ona "Laemmle Amca" derdi.

Universal film yapım kuruluşu o dönemde Amerikan sinemacılığının gerçek yüzünü çizgilerini taşıyan başlıca kurumdu.Bir aralar sesiz sinemacılıkta moda olan sekiz hafta boyunca gösterilen kırk beş serilik Amerikan dramlarıyla kovboy ve kızıl derili filmleri bin bir serüvenli heyecanlı sinema destanları hep bu stüdyoların ürünüdür. Ne var ki gerek sinemadaki ilerlemeye katılmak gerekse Avrupa piyasasına hoş görünmek ve yeni sanat beğenilerine uymak için Universal filmlerine ayrı bir çeşni vermek zorunda kalmıştı. Universal'da eski serüven kovboy kahramanlık filmleriyle birlikte çağdaş komediler tarihsel filmler smokinli fraklı dramlar da yapılıyordu.

Avrupa'ya Dönük Filmler...
Universal'ın kodaman patronu Laemmle ticaret ve yönetimde olduğu kadar siyasette de üstündü. Paramount'un filmleri için Emil Janinngs'i Hollywood'a getirerek Almanya piyasasına olma siyasetine karşılık Laemmle de Conrad Veidt'i yüksek ücretlerle derhal Universal'a almış ve böylece o da Alman piyasasına zoraki ortak olmuştu.Alman rejisörlerinden Paul Leni de Universal'da çalışıyordu.

. 1921;de Darülbedayi;de yönetmen olarak göreve başlayan Ertuğrul yönetin kurulunun ve diğer birimlerin sanatçılardan oluşması için girişimlerde bulununca arkadaşlarıyla birlikte Darülbedayi;den çıkarıldı. Bunu üzerine çeşitli filmler çekmeye başladı ve Kurtuluş Savaşı üzerine ilk belgesel sayılan Zafer Yolları adlı filmini gerçekleştirdi. Türk tiyatro tarihinde ;Ferah dönemi; olarak bilinen çalışmalarını Ferah Sinemasında sürdürürken

ÖMRÜNÜN SON ANINA KADAR TİYATRO İÇİN SAVAŞAN SANATÇI
Darül-bedayi'nin yeni bir Ankara turnesini gerçekleştirdiği 1930 ilkbaharında bir Nisan akşamı Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk'te tiyatroya gelerek oyunu izler. Bunu ardında Muhsin Ertuğrul yaşamı boyunca coşkuyla anımsayacağı eşsiz bir olayı yaşar.
Türk tiyatro sanatı ve daha genelde tüm sanatlar ve sanatçılar açısında olay öylesine anlamlıydı kiMuhsin Ertuğrul o gece aldığı yaratıcı ışığı bütün ömrünce aynı titizlikle aynı ödünsüz tavırla sürdürmeyi bilecek ve Türk tiyatrosunu başarıdan başarıya götürecekti.
Muhsin Ertuğrul Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'le karşılaştığı o geceyi aradan 33 yıl geçtikten sonra şöyle anlatacaktı:
"Ara sıra arkaya bakmak geçilen engelleri görmek sarp yolları ve yorgun argın üstüne oturup dinlendiğimiz aşılan kilometre taşlarını anımsar gibi takvim yıllarını saymak ne kadar yol aldığımızı amaca ne kadar yaklaştığımızı hesaplamak iyi olur.Ancak böylelikle adımları daha sıklaştırmak mı geri kalan saatleri daha yapılması gereken işlere göre ayarlamak mı gerektiği ortaya çıkar.

Bugün 11 Nisan 1963....

Şöyle bir otuz üç yıl öncesine dönersek kendimizi tiyatro alanında güçlükle inanacağımız gerçeklerle yüz yüze bulacağız.
O günlerde gittikçe eksiliyorduk. Kısa sürede iki yüz hevesliden belki yirmiye inmiştik. Arkadaşların çoğu tiyatrodan çekiliyor; kimi milletvekili kimi avukat kimi doktor oluyordu. Sanatın ağır yükü; geçimin katı ve kuru kaynağı sanatçıların ömürlerini törpülüyordu. Çoğumuz hastalanıyor devrili devriliveriyordu. İşin kötüsü bizden sonraki kuşak tiyatroya aşırı istek duymuyordu. Bütün bunla bizi kara kara düşündürüyordu: Ne yapsak da tiyatronun kaynağını kurutmasak yeni yeni sanatçılar üretsek diye...

İlk ağızda yapılacak şeyle şunlardı: Tiyatroyu başıbozukluktan kurtarmak onu batıda olduğu gibi bir düzene sokmak sanatçıları aç kalmayacak kadar geçinen onurlu bir topluluk durumunda çalıştırmak... İşte bu amaçlarla beşi kadın yirmi kişi Tepebaşı salaşına sığındık. Üç yıldır çizdiğim sıkı program içinde gece gündüz demeksizin maden işçileri gibi aylarca gün ışığı görmeden ciğerlerimize temiz hava çekmeden günde 16 saat çalışıyorduk. Eskiden İstanbul'un tiyatro mevsimi altı aydı. Marttan sonra tiyyatro kapanır biz de kendimizi Anadolu' ya atardık.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Mart 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya arkadaşlar modern türk tiyatrosunun tanımını yaparmısınız çok acil be edebiyattan proje odewim war yardımcı olun hacı ama çok acilllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll Msn Grin Msn Grin Msn Grin Msn Grin
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YA ARKADAŞLAR MODERN TÜRK TİYATROSU VE OYUNLARININ GENEL ÖZELLİKLERİ HAKKINDA BİLGİ VERİRMİSİNİZ ,ÇOK ACİL EDEBİYAT
ÖDEVİM VAR
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mayıs 2014       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ya bu hafta münazara yapcaz bilgiye ihtiyacım varrrrrr

Benzer Konular

10 Ocak 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Ekim 2013 / Misafir Soru-Cevap
22 Kasım 2009 / Misafir Taslak Konular