Arama

Çocuk Tiyatrosu

Güncelleme: 30 Ağustos 2010 Gösterim: 22.184 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk Tiyatrosu

Sponsorlu Bağlantılar
Çocuk tiyatrosu tarihine göz atıldığında çocuklardan kurulu bilinen ilk tiyatro topluluğuna İngiltere’de rastlanır. Avrupa’da tiyatro dini konularda eğitim amacıyla kullanılırken kilise ve manastırlarda çocuk oyunları sergilenir. Rönesansla birlikte çocuk tiyatrosu da gelişime, değişime uğrar. Fransa’da kuklaların yer aldığı oyunlar oynanırken, İngiltere’de çocuklardan kurulu gruplar büyüklere yönelik oyunlar oynar ve çok ilgi çekerler. Öyle ki; sadece çocuk gruplarına oyunlar yazan yazarlar türer. 20. yy.'a varıncaya dek pandomim, kukla oyunları gibi çocukların ilgisini çekebilecek oyunlar oynansa da 20. yy.'da çocuğun toplum içindeki değerinin bilincine varılmasıyla çocuk tiyatrosu hak ettiği değeri kazanmaya başlamıştır. 1927’de İskoçya’da kurulan bir grup ilk kez çocukları 9-12/5-9 yaş grubuna ayırarak oyunlarını bu yaş grubuna göre sınıflandırmıştır. 1920’den başlayarak Amerika’da çocuk tiyatrosu çalışmaları üniversiteler tarafından yürütülmeye başlamıştır. Bunun nedeni ise, çocuk tiyatrosu çalışmalarının belli bir görüşe, temele dayandırılmak istenmesidir.
20. yy.'da çocuk tiyatrosunda en verimli çalışmaların yapıldığı ülke Sovyetler Birliği olmuştur. Devrimden sonra eğitici ve etkileyici niteliğinden ötürü çocuk tiyatrosuna büyük önem verildiği Sovyetler Birliği’nde ilk çocuk tiyatrosu 1921’de kurulmuştur, bunun öncesinde ise herhangi bir çalşmaya rastlanmaz.
Başlangıçta çocuk tiyatrosu fazla ilgi görmemiş, hatta tepki çekmiştir. Ancak çalışmaların ısrarlı devamı, çocukların eğitimine göstereceği katkı açıklanınca tepkiler azalmıştır.
Çocuk Sanat Eğitimi Merkez Kuruluşu tarafından yönlendirilen oyun çalışmalarında pedagoji ve psikoloji bilimi verilerinden yararlanılmış, sahnelenecek oyunlar önce çocuklara okunup onlarla tartışıldıktan sonra prova sürecine girilmiştir. Provalarda çocukların bulunmasına özen gösterilmiştir. Yapılan istatistiklerin sonuçlarına göre oyun yazımı ve seçimleri bunlardan etkilenmiştir. Günümüzde çocuk tiyatrosu bulunmayan yerlerdeki tiyatroları çocuk oyunu sergilemeye zorlayan yasalar bulunmaktadır.
Çocuk tiyatrosunda Almanya’nın iki yüzyıllık geçmişinde dini içerikli eğitime yönelik oyunlar ve aydınlanma ile ortaya çıkan didaktik oyunlardan başka kayda değer bir gelişme yoktur, ta ki 1960’larda kurulan Gripo Tiyatrosu’na dek. Alman çocuklar bu grupla birlikte ayağı yere basan, güncel, gerçekçi, çocukların sorunlarını işleyen oyunlar izlemeye başladı. Çocuk diliyle yazılan, çocukları anlatan oyunlarda aslında pek kimsenin dokunmaya cesaret edemeyeceği sorunlara parmak basıldı. Bu sorunlar oyunların hazırlık aşamasında çocuklarla yapılan söyleşilerde saptanıyor, çocukların dünyası eğlenceli ancak gerçekçi biçimde sahneye aktarılıyordu. Çocuğu parmak sallamadan eğitmek, içinde yaşadığı toplumun koşullarını anlamasına yardımcı olan antiotoriter bir tiyatro anlayışıyla çocuğun özgürleşmesine, toplumda bir birey olarak kabul edilmesine yardımcı olmaya çalışılıyordu.
“Hiçbirşey olduğu gibi kalmak zorunda değildir.”
Tanınmış bir çocuk şarkısının sözü Gripo Tiyatrosunun çocuklara vermek istediğinin bir özeti gibidir.

Türkiye’de Çocuk Tiyatrosu
İlk kez Meşrutiyet döneminde çocuk tiyatrosu ile ilgili çalışmalar başlatılmış, oyunlar yazılmış, oynanmıştır. 1915 yılında tiyatronun eğitici yanlarına dikkat çekilerek ders olarak okullarda yer verilmesi yönetmeliklerde belirtilmiştir ancak I. Dünya Savaşı ve Kurtluş Savaşı’yla birlikte bu çalışmlar sekteye uğramıştır.
Cumhuriyet döneminde çocuk tiyatrosuna dikkati çeken, “Devrimleri benimseyecek yeni nesilleri yetiştirmenin eskiyi değiştirmekten daha kolay olduğunu” vurgulayan ve tiyatronun önemine değinen Muhsin Ertuğrul olmuştur. Türkiye’de ilk kez ödenekli çocuk tiyatrosu Muhsin Ertuğrul tarafından 1935-1936 döneminde Şehir Tiyatroları bünyesinde kurulur ve “Çocuklara İlk Tiyatro Dersi” oyunuyla perde açılır. Bir yandan oyun hazırlığı gösterilir,oyuna emeği geçenler tanıtılırken diğer yandan, oyun içinde oyunla Atatürk Devrimleri tanıtılır çocuklara bu ilk oyunda.
Bu ilk oyun sonraki yıllarda sergilenecek olan oyunların biçimlerinin de bir göstergesi sayılabilir. Değişen sosyo-politik yaşam, çocuk oyunlarını biçimlendirir. Padişahlar kimi zaman kral olur, kimi zaman melek-şeytan girer oyunlara, bazen Amerika övülür, bazen üretim, bazen tüketim...
60’ların uysal, terbiyeli çocukları 90’lara geldiğinde kirli atıklara karşı mücadele eden afacanlara dönüşür. Bazen de suya sabuna dokunmaz oyunlar lay lay lom masallar yeterlidir o dönemlerde, Külkedisi, Polyanna v.b.
“TİYATRO SEYİRCİSİ KENDİ TİYATROSUNU BELİRLER”
Ancak çocuk tiyatrosu için geçerli değildir bu cümle. Oyun yazarı, yönetmenin düşünce yapısı, dünya görüşü henüz hiçbir şeyin farkında olmayan, verileni almaya hazır olan çocuk seyirciyi biçimlendirir ve büyüyen o çocuk-seyirci ileriki yaşlarında tiyatroyu biçimlendirir. İşte bu yüzden çocuk tiyatrosu, önemlidir ve maalesef ideolojilere göre yazılan,mesaj yüklü oyunlar çıtır, çerezlik oyuncaklı, hayvan kostümlü bol kahkaha az düşünceli oyunlar arasında bir orta yol çizilememiş ülkemizde çocuk tiyatrosuna.
Ancak yarıda kalan birtakım olumlu gelişmeleri de yok sayamayız. Muhsin Ertuğrul-Haldun Taner ikilisinin yönlendirmesiyle kurulan AÇOK (Anadolu Çocuk Oyunları Kolu) mesela. Yetmişli yılların ikinci yarısında kurulan grup hedef yaş grubunu belirleyip, pedagog ve psikologlarla çalışmıştır ve amaçlarına bakıldığında Gripo Tiyatrosuyla benzerlikler taşımaktadır. Ankara Çocuk Tiyatrosu, Binbir Gece Çocuk Tiyatrosu da AÇOK’la aynı felsefeyi taşımakta ancak sonuçta aynı kaderi paylaşmaktadır.
Günümüze bakıldığında ise, Şehir ve Devlet Tiyatrolarının repertuarlarının iyice daraltıldığını, oyunların Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ilintili seçildiğini görebiliriz. Öte yandan çocuklara oynayan grup sayısında da epeyce artış olduğu gözlenmektedir. Ancak çocuklar üzerinden gelir elde etme amacındaki özel gruplar denetimsizce oynadıkları oyunlarla tiyatroyu ne derece sevdirebilir, çocuklara ne verebilir? Bu soruların cevabı da endişe vericidir.

LaDymm - avatarı
LaDymm
Ziyaretçi
10 Şubat 2008       Mesaj #2
LaDymm - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklar için yapılacak her şeyin çok büyük bir özen ve sorumluluk duygusuyla yapılması gerektiğinin bilincinde olan Tiyatro Yeniden, Türkiye’de bu alanda verilen en önemli ödülü; ( “ Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü ” ) almış olan ve Kültür Bakanlığı yayınları tarafından kitap haline getirilen “ Benim Güzel Pabuçlarım ” çocuklarla buluşuyor.

Sponsorlu Bağlantılar

pabuclarim5 resim pabuc 3

Günün birinde sirke bir robot palyaço gelir ve sevimli palyaço sirkten kovulur. Bu kadarıyla da kalmaz çok sevdiği pabuçları elinden alınır. Palyaçomuz pabuçlarını almak için iş aramaya başlar. Girdiği işlerden çocuksu duyarlılığı nedeniyle bir bir kovulur. Pabuçlarına asla kavuşamayacağını düşünüp umutsuzluğa kapıldığında, onu hiç yalnız bırakmayan çocukların desteğiyle pabuçlarına ulaşır ve yeniden çocuklarla birlikte kahkaha dolu gösterisini gerçekleştirir... Renkli, eğlendirici, müzikli palyaço şovlarıyla ve şarkılarla görsel bir şölene dönüşen oyun, tiyatronun eğlendirerek eğitmek kuralını ön plana çıkarmayı amaçlamıştır..

tekinfsm - avatarı
tekinfsm
Ziyaretçi
11 Nisan 2008       Mesaj #3
tekinfsm - avatarı
Ziyaretçi
çocuk tiyatrosu için hazırlanmış bölümde çoıcuklar için hazaırlanmış skeçlere yer verirsek 23 nisan ulusal egemenlik bayramının etkinliklerinde kullanabilecekleri bir kaç skeç göndermenin faydalı olacağını düşündüm...... kolay gelsin


SKEÇ-1: AT HIRSIZI
HASAN : Hayrola Rüstem, üzgün görünüyorsun, ne oldu?
RÜSTEM : Ben üzülmeyeyim de kim üzülsün Hasan?
HASAN : Hele anlat bakalım seni bu kadar perişan eden olay neymiş, merak ettim yahu!
RÜSTEM : Bütün paramı verip bir at almıştım.
HASAN : Ee, at öldü mü yoksa?
RÜSTEM : Ölse teselli olacak bir yanı var?
HASAN : Ne oldu peki?
RÜSTEM : Dün gece ahıra bir hırsız girip atımı çalmış.
HASAN : Yapma yaa... İnan ki çok üzüldüm. İnşallah bulursun atını.
RÜSTEM : Pek sanmıyorum bulabileceğimi ama hayırlısı neyse o olsun. Ne diyelim.
HASAN : Benim acele bir işim var, gitmek zorundayım. Hadi kal sağlıcakla...
RÜSTEM : Yolun açık olsun Hasan.
HIRSIZ : Lanet hayvan yürüsene be!
RÜSTEM : Aman Allah´ım rüya mı görüyorum yoksa! Bu at benim atım yahu! Hey, heey, bu benim atım!
HIRSIZ : Yanlışın var Beyim. Bu at yıllardan beri benimdir.
RÜSTEM : Madem ki bu at yıllardan beri senin, o halde söyle bakalım, bu atın hangi gözü kör?
HIRSIZ : Hangi gözü mü kör? Bunu bilmeyecek ne var, tabi ki sol gözü kör.
RÜSTEM : Bilemedin.
HIRSIZ : Pardon pordon, ben sağ gözü diyecektim, yanıldım. Evet evet, sağ gözü kör bu atm.
RÜSTEM : Sen sadece hırsız değil ayrıca beceriksiz bir yalancısın da.
HIRSIZ : Niye?
RÜSTEM : Bu atın iki gözü de sapasağlam çünkü! Ver atımı...

SKEÇ-2: BEN SENİN YAŞINDAYKEN...
BABA : Oğlum gel bakalım buraya!
ÇOCUK : Buyur baba!
BABA : Bu hafta yapılan sınavda kaçıncı oldun?
ÇOCUK : 25. oldum baba.
BABA : Ama nasıl olur! Daha geçen hafta 21. idin. Nasıl dört sıra birden geriledin? Tembel herif.
ÇOCUK : Ne yapayım baba? Sınıfa dört tane yeni öğrenci daha geldi. Dolayısıyla 21.likten, 25. liğe geriledim. Hem bana kızmaya senin hakkın yok.
BABA : Bak şu bacaksıza! Bu kadar tembel olacaksın ve benim sana kızmaya hakkım olmayacak, öyle mi?
ÇOCUK : Tabii... Demek ki mükemmel bir çocuk dünyaya getirememişsiniz. El alem öyle çocuk yapıyor ki! Hepsi süper zeka.
BABA : Kızdırma beni alırım ayağımın altına bak. Sınıfta kalmış abuk subuk, aptal saptal konuşuyor.
ÇOCUK : Niye kızıyorsun baba? Sınıfta kaldıysak ne olmuş! Daha iyi ya!
BABA : Neresi iyi bunun?
ÇOCUK : Sürekli maddi sıkıntıdan bahsediyordun, düşünsene yeni sınıf için yeni kitaplar almak zorunda kalacaktın. Şimdi buna gerek kalmadı. Aynı kitapları yeniden kullanacağım.
BABA : Yahu şu karneye bak.Bütün dersler bir, bir, bir.... Allah aşkına bir tane bile iki yok. Yuh sana, nasıl becerdin bunu?
ÇOCUK : Hepsi bir mi, emin misin baba?
BABA : Bir de utanmadan şaşırma numarası yapıyor. Utan, utan! Al da kendi gözlerinle bir daha bak karneye.
ÇOCUK : Allah, Allah! Ver bakalım şu karneyi. Hepsi bir olmamalıydı...
BABA : Şunun söylediğine bak. Doğru hepsi bir olmamalıydı. Sıfır olmalıydı.Bir sene boyunca yattın tabi... Bir bile fazla sana. Ben senin yaşındayken sınıfın en iyisiydim. Karnemde bütün notlarım "5" idi, "5"....
ÇOCUK : Yapma baba. Bu benim karnem değil. Dün bu karneyi tavan arasında buldum. Senin karnen bu. Neee! Benim karnem mi? Hadi canım...Ver bakiiimL.Aaa! Sahi ya... Eee... Şeeey yani. Diyecektim ki!..
ÇOCUK : Demek bütün notların beşti haa... İşte bak bu da benim karnem. İtiraf et baba, ben senden daha çalışkanım.
BABA : Tamam, tamam anladık, para istiyorsun. Söyle ne kadar vereyim?
ÇOCUK : Şeey! Ne desem bilmem ki! 500 yeter. Ama şimdilik...
BABA :Ne 400 mü? 300 neyine yetmez? Al şu 200´ü 100´ ünü geri getir.
ÇOCUK : Ama baba...
BABA : Aması maması yok. Al şunu! Dur bakim, senin eline ne oldu böyle?
ÇOCUK : Önemli değil baba
BABA : Nasıl önemli değil oğlum? Avuçların kıpkırmızı olmuş. Ne oldu?
ÇOCUK : Öğretmen dövdü.
BABA : Öğretmen mi dövdü? Hangi çağdayız? Dağ başı mı burası? Ben ona sorarım.
ÇOCUK : Dur, dur! Dur baba. Tabiki burası dağ başı değil. Ama galiba kabahat bendeydi.
BABA : Niye, ne oldu ki?
ÇOCUK : Arkadaşım öğretmenin sandalyesine raptiye koymuştu.
BABA : Raptiye koyan arkadaşınsa seni niye dövdü? Onu dövseydi ya!
ÇOCUK : Asıl olay ondan sonra.
BABA : Nasıl yani?
ÇOCUK : Ben de öğretmen raptiyenin üzerine oturmasın diye, tam oturacağı sırada sandalyeyi çektim. Hooop! Gümm! Tabiki...
BABA : Hak etmişsin. Bu gün okulda ne yaptınız?
ÇOCUK : Bu gün okulda dinamit yaptık.
BABA : Peki yarın ne yapacaksınız okulda?
ÇOCUK : Hangi okulda? Dinamit yaptık yaptık diyorum, okul falan kalmadı ortada.


SKEÇ-3: BİR GARİP DAVA
MUHAFIZ Padişahım üç adam geldi. Bir davaları varmış. Huzurunuza çıkmak istiyorlar.
PADİŞAH :Gelsinler bakalım.
MUHAFIZ : Geçin bakalım şöyle. Padişahımız sizi bekliyor.
PADİŞAH :Hoşgeldiniz ağalar. Anlatın bakalım derdinizi.
SAKALLI :Efendim biz üç arkadaştık. Üçümüz beraber bir iş yaptık. Ve iyice bir para kazandık. Birbirimize de hiç güvenmiyorduk.
PADİŞAH :Ee...
PALABIYIK: “Paramızı hepimizin güveneceği birine verelim” dedik ve bu arkadaşa teslim ettik.
PADİŞAH : Sonra ne oldu peki?
SAKALLI : Parayı bu arkadaşa emanet ederken « üçümüz birlikte gelmedikçe parayı hiçbirimize verme » diye sıkı sıkı tembih ettik.
PALABIYIK: Tembih etmemize rağmen emanete ihanet etti bu adam.
SAKALLI :Evet ihanet etti. Parayı tek başına gelen diğer arkadaşımıza verdiğini söylüyor.
PADİŞAH : Doğru mu söylüyor bunlar efendi?
KESE : Doğru efendim ama eksik anlattılar.
PADİŞAH :Nasıl yani?
KESE :Evet, bunlar bana bir kese para bıraktılar. „Üçümüz birlikte gelmedikçe parayı hiçbirimize verme.“ dediler.
PADİŞAH :E niye verdin o zaman paraları diğer adama?
KESE :Ama padişahım, henüz elli adım bile gitmemişlerdi ki içerden biri geri geldi ve paraları istedi. Bu ikisine uzaktan bağırdım. “Bakın bu arkadaşa veriyorum.” dedim.
PADİŞAH : Bunlar ne yaptı peki?
KESE :Vallahi ikiside kafa sallayıp “Tamam ver” dediler.
PADİŞAH Siz söyleyin bakalım, bu beyefendi doğru mu söylüyor?
SAKALLI :Valla padişahım, keseyi emanet edip gidiyorduk ki şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. “Akşam yiyeceğimiz yemeğin parasını alalım.” dedi. Biz de “yemek parası al gel, bekliyoruz dedik..” Meğer adam tüm parayı almış.
PADİŞAH : Demek arkadaşınız parayı alıp kaçmış ha?
PALABIYIK :Evet ama bu emanetçiye “Biz üçümüz birlikte gelmezsek, hiçbirimize parayı verme” demiştik. O da kabul etmişti.Vermeseydi. Versin bizim paramızı...
PADİŞAH :Ne diyorsun efendi? Adamlar paralarını istiyorlar.
KESE : Doğru, paralarını vermem gerekiyor ama anlaşmaya bağlı kalıyorum ben. Bu yüzden şu an paralarını vermem.
PADİŞAH :Ne demek o?
KESE :Şu demek padişahım. Anlaşmaya göre, bunlara parayı vermem için üçünün birlikte gelmesi gerekiyordu. Getirsinler diğer arkadaşlarını da vereyim paralarını!
PADİŞAH Doğru. Hadi bakayım, getirin üçüncü arkadaşınızı, alın paranızı!Bir daha da güvenmediğiniz insanlarla iş yapmayın.


SKEÇ-4: GERÇEK ZENGİNLİK SAĞLIKTIR
ÖĞRETMEN :Çocuklaar! Piknik sona erdi. Hava kararmak üzere... Toparlanın okula yetişmeniz lazım.
ALİ :Biz hazırız öğretmenim.
ÖĞRETMEN :Haydi bakalım, geldiğimiz yoldan geriye dönüyoruz...
VELİ :Öğretmenim şuraya bakın! Ne kadar güzel bir köşk burası...
ÖĞRETMEN :Aaa! Gerçekteeen! Harika bir ev bu! Kimin acaba çocuklar?
CAN :Bilmem.... Ama keşke bu evin sahibinin oğlu olsaydım...
ÖĞRETMEN :Niye?
CAN :Niye mi? Baksanıza, boğaz manzaralı, yem yeşil bahçesi olan olağanüstü bir ev bu.
Kimbilir içinde neler neler vardır.
ÖĞRETMEN :Eğer sen bu evin sahibinin oğlu olsaydın neler yapardın?
CAN : Sizleri evime davet ederdim.
ALİ : Öğretmenim ne olur şu evin bahçesine bir girelim.
ÖĞRETMEN :Niye, ama geç kalıyoruz çocuklar.
VELİ :Ne olur öğretmenim! Hemen geri çıkarız.
ÖĞRETMEN : İzinsiz olmaz. Bir bakalım kim var içeride?
ALİ : Öğretmenim bakın orada bir kadın var.
ÖĞRETMEN :Evet gördüm. Heey! Bakar mısınız?
BAKICI :Buyrun, ne istemiştiniz?
ÖĞRETMEN :Şeey! Ben öğretmenim. Bunlarda Gümüş İlköğretim Okulu öğrencileri. Sınıfça buraya
pikniğe gelmiştik. Dönerken bu köşkü gördük. Kime ait olduğunu merak ettik. Bu köşk
kimin acaba?
BAKICI :Bu köşk ülkemizin en zengin insanına ait.
CAN : Öğretmenim orada bir çocuk var. Tekerlekli sandalyede oturuyor.
BAKICI :Bir dakika onu buraya getireyim.
ALİ : Aa! Çocuk hasta galiba.
BAKICI :Bu çocuk da bu köşkün sahibinin oğlu. Gördüğünüz gibi tekerlekli sandalyeye mahkum.
Bende onun bakıcısıyım.
ÖĞRETMEN :Yaa! Demek bu çocuk bu köşkün sahibinin oğlu ha.. Çocuklar! Az önce "Keşke bu
köşkün sahibinin oğlu olsaydım." diyen kimdi?
CAN :Şey bendim öğretmenim...
ÖĞRETMEN :Şimdi ne düşünüyorsun?
CAN :Şeey, ne diyeceğimi bilemiyorum...
ÖĞRETMEN :Bakın çocuklar zenginlik sandığınız gibi mal ve varlık yönünden herşeye sahip olmak
değildir. Gerçek zenginlik gönülle olur. Eğer gönlünüz huzur doluysa siz dünyanın en
zengin insanısınız demektir.
ALİ :Nasıl yani öğretmenim.
VELİ : Gönlün huzur dolu olması ne demek öğretmenim.
CAN : Gerçek zenginlik nedir öğretmenim?
ÖĞRETMEN : Çocuklar, sizler hepiniz aslında milyardersiniz. Örneğin sen çocuğum, sana 100 milyar
verseler gözlerini satarmısın?
ALİ .-Hayır, kesinlikle satmam. Gözlerim olmadıktan sonra parayı ne yapayım?
ÖĞRETMEN :Ya kalbini 100 milyara satar mısın?
ALİ Olur mu öğretmenim? Kalbim olmazsa ben nasıl yaşarım?
ÖĞRETMEN
peki sana 500 milyar verseler bir ayağını satar mıydm?
VELİ :Hayır...
ÖĞRETMEN Peki 500 milyara bir kolunu satar mısın?
YELİ :Hayır...
ÖĞRETMEN : Gördüğünüz gibi hiç biriniz milyarlarca paraya rağmen bir organınızı bile satmıyorsunuz. Demek ki bu organlarınızın değeri çok çok fazla. Örneğin çok çok zengin olan bir insan ölmek üzereyken, birazcık daha yaşamak için, bütün servetini vermeye razı olur. Yani anlıyacağınız önemli olan sağlıktır. Sağlık ve huzur! Nice insanlar vardır ki, servet içinde yüzüyorlar, ama mutsuzlar!
CAN :Teşekkür ediyorum öğretmenim. Bana gerçek zenginliğin ne olduğunu gösterdiniz.
Demek ki ben çok çok zengin bir insanmışım.
(Cengiz Tan - Yürek Hikayeleri´nden Uyarlanmıştır.)


SKEÇ-5: GÜLSÜM'ÜN KISMETİ
BABA : Biliyor musun Hanım, Gülsüm’e ne çıktı?
ANNE : Piyango mu çıktı yoksa bey?
BABA : Onun gibi bir şey, bil bakalım.
ANNE : Kısbet mi çıktı?
BABA : Pehlivan mı bu? Ne kısbeti? Kısmet demek istedin herhalde.
ANNE : He ya, tam onu diyecektim.
BABA : Aferin sana, evet ondan çıktı.
ANNE : Peki kim?
BABA : Kim kim?
ANNE : Herif, kısmet kim?
BABA : Kısmet de kim?
ANNE : Ayol, Gülsüm´e çıkan kısmet kim?
BABA : Düşünüyorum, sen de düşün.
ANNE__ : Olur.
GÜLSÜM : Ana, baba, ne oluyor burada?
ANNE : Ne bağırıyorsun kız! Otur sen de düşün.
GÜLSÜM : Oluur.
BABA : Yahu Hanım, ne düşünüyoruz biz?
ANNE : Gülsüm´e çıkan kısmetin adını...
GÜLSÜM : Nee! Bana kısmet mi çıktı?
BABA : He ya...
GÜLSÜM : Ne duruyorsunuz öyleyse, verin gitsin.
BABA : Kime vereceğiz kız?
GÜLSÜM : İsteyen adama...
BABA : O kim? îşte onu düşünüyoruz.
GÜLSÜM : Baba, beni kim istedi?
BABA : Karşı köyden biri.
ANNE : Herif, madem biliyordun neden söylemedin?
BABA : Ne düşünüyorduk demin biz?
ANNE : Gülsüm´ün kısmetini düşünüyorduk!
BABA : Hay Allah ben de ne düşünüyoruz diye düşünüyordum.
GÜLSÜM : Peki kim bu adam baba?
BABA : Çiftçi. Seni de şehzade istemez ya...
GÜLSÜM : Nerede görmüş beni?
BABA : Görmemiş ki...
ANNE : Bey, bu nasıl iş? Kızı görmeden mi alacak bu adam?
BABA : Görmeden olur mu kadın? Görecek tabi.
ANNE : Ne zaman?
BABA : Nerdeyse gelir.
GÜLSÜM : Amanın! Ana kız, hemen ortalığı toparlayalım.
BABA : Kapı çalınıyor, kim o?
DÜNÜR : Benim, haber yollamıştım. Aldınız mıydı?
BABA : Haber bu, kaybolur mu? Aldık tabi.
ANNE : Gülsüm! Gel kız buraya!
GÜLSÜM : Süsleniyorum ayol, herif gelip beni böyle mi görsün?
BABA : Şeey, bizim kızımız biraz şeydir...
ANNE : Akılsız...
DÜNÜR : Aman efendim, akıllı kadın daha tehlikeli olur.
BABA : Zaten ben hiç akıllı kadın görmedim.
GÜLSÜM : İşte geldim. Deminden beri ne bağırıp duruyorsunuz yahu? Bu da kim?
BABA : İşte, bu kısmetin...
DÜNÜR : Adım İsmet.
ANNE : Kızım hele bi sor. Kısmet efendi ne içmek ister?
GÜLSÜM : Ne içecek! Şıra tabii.
DÜNÜR : Neden?
GÜLSÜM : Bizim şıramız iyi de ondan. Aptal değilsen şıra içersin.
BABA : Kusura bakma oğul bizim kız kıt akıllıdır.
DÜNÜR : Aman aman, böylesi daha iyi.
GÜLSÜM : Anaaaa, anaaaaa, üüüüüüüüü,üüüüü...
ANNE : Ne oldu kız? Niye ağlıyorsun?
GÜLSÜM : Ağlarım tabi.
ANNE : Kız, kocaya gidiyorum diye ağlanır mı?
GÜLSÜM : Ona ağlamıyorum. Şu baltaya ağlıyorum.
ANNE : Baltanın nesine ağlıyorsun?
GÜLSÜM : Ben evlenince çocuğum olmayacak mı?
ANNE_ : Olacaak!
GÜLSÜM : Çocuk buraya şıra olmaya gelmiyecek mi?
ANNE_ :Geleceek!
GÜLSÜM : O balta yavrumun kafasına düşerse ya...
ANNE : Essahtan kuz. Vah benim torunum. Vay talihsiz yavrum!
BABA : Nooluyor orada be!
ANNE : Beey, bey yetiş!
BABA . :Noldu?
ANNE : Bu balta ilerde torunumuzun kafasına düşerse nolur halimizİ bir düşünsene...
BABA : Amanın, bunu ben hiç düşünmemiştim yahu. Vay torunum/
DÜNÜR : Yahu sabahtan beri sizi dinliyorum oradan. Çok safsınız ha...
BABA : Vay yavrum, oy torunum, ooy!
DÜNÜR : Yahu kesin şu ağlamayı. Bakın baltayı aldım oradan. Artık çocuğunuza bir şey olmaz.
BABA : Vaay, ne kadar akıllıymış bu kısmet yav! Allah razı olsun evladım.
DÜNÜR : Bakın, ben Gülsüm´ü akıllı değil diye alacaktım ama, dünyanın en aptal kızıyla da evlenemem.
GÜLSÜM : Ana, ana, almayacak bu adam beni!
DÜNÜR : Belki en aptal değildir. Bunu öğreneceğim.
BABA : Nereden öğreneceksin?
DÜNÜR : Şimdi yola düşeceğim. Eğer kızınızdan daha aptal birini görürsem gelir kızınızla
evlenirim. Beni beklesin.
BABA : Zaten kim alır ki onu? Mecbur bekleyecek.
GÜLSÜM : Benden aptal insan yoktur dünyada. Bulamaz. Evlenemiyeceğim.
DÜNÜR : Sözüm söz. Hadi hoşça kalın
BABA : Merak etme kızım, buralar aptal doludur. Döner alır seni.
- sahnenin önünde
DÜNÜR : Kolay gelsin hemşerim!
ÇOBAN : Kolaysa başına gelsin. Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.
DÜNÜR : Ne yapmaya çalışıyorsun?
ÇOBAN : Eşeği yukarı, ağaca çıkaracağım.
DÜNÜR : Zor bir iş ama, eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN : Görmüyor musun, hayvanın karnı aç. Hadi aslanım, çık yukarı.
DÜNÜR : İyi de eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN : Manzara seyredecek! Tövbe yarabbi! Karnını doyuracak karnını!
DÜNÜR : Yani ağaca karnını doyurmak için mi çıkacak?
ÇOBAN : Len git işine! Sorgu meleği misin sen?
DÜNÜR : Kızma, sahiden merak ettim.
ÇOBAN : Ağaçta ne var?
DÜNÜR : Yapraak...
ÇOBAN : Haa, demek kör değilsin. Ya kör olmalıydın ya aptal. Demek ki kör değilsin.
DÜNÜR : Eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN : Len hemşerim, "hayvan aç" diyorum.
DÜNÜR : Haa, anladım. Çıkarıp onları yedireceksin.
ÇOBAN : Afferin sana.
DÜNÜR : Ama şöyle yapsan, dalı tutup aşağı çeksen öyle yedirsen daha kolay olmaz mı?
ÇOBAN : Vaay canına!...
DÜNÜR :Yaa!...
ÇOBAN : Yahu sen sandığım gibi aptal değilmişsin be.
DÜNÜR : Sana bu kadarı yeter. Hadi eyvallah.
ÇOBAN : Uğurlar ola!
sahnede --------------
GÜLSÜM : Hoş geldiniz. Bak geçen gün şıranı içmemiştin. Sakladım. îç.
DÜNÜR : Yani sen üç gündür elinde bardakla beni mi bekledin?
GÜLSÜM : Ne var bunda? Başka işim mi var ki?...
DÜNÜR : Ya hiç gelmeseydim?
GÜLSÜM : Babam "mutlaka geri döner" dedi. Benden daha aptal insan çokmuş. Söyle bakalım beni alacak mısın?
DÜNÜR : Alacağım Gülsüm
GÜLSÜM : Yaşasın, demek benden aptallar da var şu dünyada. Ne gördün, anlatsana. DÜNÜR : Bir adam gördüm. Aç olan eşeği zorla ağaca çıkarmaya çalışıyordu. Eşek ağaca çıkınca oradaki dalları yiyecekmiş. Zavallı hayvanı itip duruyordu.
GÜLSÜM : Hah hah hah ha! Aptal adam. Eşek öyle itmeyle ağaca çıkar mı? Önce kendi ağaca çıkıp, sonra iple eşeği yukarı çekseydi ya!.
(Halk Hikayeleri´nden Uyarlanmıştır.)




SKEÇ-6:
GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR.
HULUSİ :Allah´ım bu ne sıkıcı bir hayat böyle! Her günüm adeta zehir, her akşamım cehennem gibi geçiyor. Ben artık dayanamayacağım. Bunca yıl çalışıp didindim, elde avuçta bir şey yok. Hala yamalı elbiselerle dolaşıyorum. Çorabımın ucu delik, gömleğimin düğmeleri yok. Allah´ım ölmek istiyorum artık!
CEVDET -.Hayırlı sabahlar amca!
HULUSİ :Böyle hayırlı sabah mı olur be adam?
CEVDET :Niye, hayrola ne oldu? Canını sıkan olay nedir?
HULUSİ :Şu kılığıma kıyafetime bir bak. Dilenci gibiyim. Fakirlik beni kahrediyor. Çoraplarım bile yamalı, delik deşik
CEVDET :Üzüldüğün şeye bak! Haline şükretsene yahu. Bak benim ayaklarıma, çorapları bırak, ayaklarımda ayakkabım bile yok. Ama senin gibi halimden şikayetçi değilim.
HULUSİ Peki niye mutlusun?
CEVDET :Ben halime şükrederim.
HULUSİ : Şükredecek neyin var ki, baksana bir ayakkabın bile yok.
CEVDET :Bak beyim şu gelen adamı görüyormusun? O benim kardeşimdir. Bak onun ayakkabıları değil, ayakkabı giyecek ayakları bile yok. En azından benim ayaklarım var. Ya ben de onun gibi olsaydım. Bu yüzden Allah´a şükrediyorum. Çünkü kardeşim gibi sürünerek yaşamıyorum.
ŞEHMUZ-.Merhaba Abi!
CEVDET :Merhaba kardeşim. Hoş geldin.
ŞEHMUZ :Hoşbulduk abi. Ne o, arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?
HULUSİ :Şeey ben Hulusi. Duvar ustasıyım.
ŞEHMUZ :Memnun oldum. Ben Şehmuz. Ben de şu gördüğün tartı aletiyle geçinip gidiyorum işte.
Kazancım az-maz ama buna da şükür. Kimseye muhtaç olmadan yaşamam için yetiyor. HULUSİ :Halinden memnun musun yani?
ŞEHMUZ: Niye memnun olmayacakmışım ki? Bak elim, kolum tutuyor. Ayaklarımdan başka bir eksiğim yok ki. Gerçi ayaklarım da olsaydı daha iyi olurdu ama, ne yaparsın işte kader. Trafik kazasında kaybettim onları. Yaşadığıma şükrediyorum.
HULUSİ :Yahu hala şükredecek neyin kalmış ki.
ŞEHMUZ :Aaa, öyle deme. İnsan şükretmek için hep daha aşağıdakilere bakmalı. Bak, bak, bak. Bizim Cemal de geliyor. Kör Cemal derler ona. Gözlerini daha 6 yaşındayken kaybetmiş. Anlıyacağm dünyası kapkaranlık. En azından benim dünyam aydınlık. Ya onun yerinde olsaydım.
HULUSİ Pes doğrusu!
ŞEHMUZ :Heey Cemal, bu taraftayız! Direğe dikkat et. Gel, gel de seni yeni arkadaşla tanıştırayım. CEMAL :Merhaba.
HULUSİ :Hoşgeldiniz, ben Hulusi.
CEMAL :Ben de Cemal. Kör Cemal derler bana. Üzülürüm öyle demelerine ama ne yaparsın, körüz işte. Adamlar haklı. Ama ben mi seçtim ki kör olmayı? Ben de istemez miydim dünyayı doyasıya seyretmeyi. Kuşları, böcekleri, insanları izlemeyi. Kimbilir şuradaki çiçekler ne kadar güzeldir. Öyle değil mi?
HULUSİ :Eee, evet gerçekten o çiçekler çok güzel ama nasıl farkettiniz o çiçekleri.?
CEMAL :İnsan sadece gözleriyle görmez dünyayı Hulusi bey. İşte ben bunun için halime şükrediyorum ya. Dokunabiliyorum, tadabiliyorum ve en önemlisi koku alabiliyorum. Orada çiçek olduğunu kokusundan anladım. Sahi sen farketmemiş miydin onları?
HULUSİ :Şeey, yani siz deyince farkına vardım tabi.
CEMAL : Yazık, çok yazık. Oysa Allah o güzelliği sizin gözleriniz için yaratmıştır. Siz gözleriniz sapasağlam olmasına rağmen farkedemiyorsanız hayattan nasıl lezzet alıyorsunuz peki?
HULUSİ :Be, be, ben evet ben mutsuz biriyim. En azından az öncesine kadar mutsuz biriydim. Mutsuz oluşumun sebebini fakirlik sanıyordum, oysa mutsuzluğumun sebebi kör olmammış. CEMAL : Bakın beyefendi, kimse görmeyi bilmeyen kadar kör olamaz. Doğru, benim gözlerim görmez ama mantığımın gözleri çok keskindir. Asla, keskin sirke olup da küpüme zarar vermem. Ve halime şükrederim.
HULUSİ Sen de mi haline şükrediyorsun, niye?
CEMAL :Niyesi var mı? Ya yatalak hasta olsaydım. Felçli olsaydım. Yoo, öyle bile olsam mutlu olmak için bir sebep bulurdum. Şimdi halime bir kere daha şükrediyorum. Çünkü ya sizin gibi olsaydım. O zaman benim halim ne olurdu? Bakar kör ve mutsuz biri.
CEVDET :Hulusi Bey, siz ağlıyorsunuz!
HULUSİ :Evet dostlarım, ağlıyorum. Bırakın ağlıyayım. Taşlaşmış kalbimin hamuru göz yaşlarımla yıkanıp yumuşar belki. Sizler bana mutluluğu öğrettiniz. Ne olur aranıza beni de alın.
ŞEHMUZ O nasıl söz Hulusi Bey, biz kimiz ki seni de aramıza alalım?
CEMAL :Evet, biz üç garibanız sadece. Hergün bu parka gelir, bu banka oturur sohbet ederiz. Bundan sonra sen de gel. Daha mutlu oluruz.
HULUSİ :Evet dostlarım, daha mutlu oluruz, bizden daha mutlusu da olmaz hatta. Sizleri çok seviyorum.



SKEÇ-7: KAYBOLAN SİLAH
PAŞA :FirdevsBacı!
FİRDEVS BACI : Buyrun efendim.
PAŞA : Herkese söyle,saat 10´da salonda hazır bulunsunlar!
FİRDEVS BACI :Başüstüne efendim.
PAŞA . : Unutma çok önemli!
FİRDEVS BACI : Unutmam efendim.
(Ev halkı gelir)
PAŞA : Oturun, ayakta kalmayın.Şimdi beni iyi dinleyin. Hepimiz bir tabancam olduğunu bilirsiniz. Her zaman çekmecemde durur.
EV HALKI : Biliyoruz Paşa Hazretleri!
PAŞA : Bu sabah tütün tabakamı almak istediğimde tabancam yerinde yoktu.Ev boş kalmadığına göre ve hırsız giremiyeceğine göre mutlaka biriniz aldınız.
EV HALKİ : Estağfirullah paşa hazretleri!
PAŞA : Susun! Bu evden ve sizden ben sorumluyum. Bir cahillik etmenizden korkuyorum.Ben sağ oldukça kimse kılınıza bile dokunamaz.Allah büyüktür.Bu günler de geçer.Karanlık gecelerin sabahı yakındır.
EV HALKI : İnşallah paşa hazretleri!
PAŞA : Zeynel Çavuş sen mi aldın?
ZEYNEL ÇVŞ. : Paşam, eski bir asker olarak hemen belirteyim ki, eğer tabancayı ben almış olsaydım, hiç çekinmeden söylerdim.
PAŞA :Ya sen Firdevs bacı, sakın sen almış olmayasın?
FİRDEVS BACI :Niye alayım ki paşam?
PAŞA :Hemen alınma öyle! Hani demez miydin "Bu düşman askerlerini bir kaşık suda boğasım geliyor. Bunların ne işi var vatanımızda?" diye?
FİRDEVS BACI Paşam, paşam, elbette öldüresim geliyor.eğer iş bana kadar düşerse cephedeki nişanlımdan geri kalmam.Fakat yemin ederim ki ben almadım.
PAŞA Peki, peki sana inanıyorum. Sen işinin başına dönebilirsin.Bırak ağlamayı! Betül kızım, bak gelinimsin.Şehit kocanın hatırı için doğruyu söyle.Sen mi aldın tabancayı?
BETÜL : Paşa Hazretleri, hani geçen akşam kapı çalınmıştı ya...
PAŞA : Evet.
BETÜL : Düşman subayları kapıya dayanmıştı ya...
PAŞA : Eee...
BETÜL : Konağı boşaltmamızı istemişlerdi hani...
PAŞA : İyi ama daha sonra vaz geçmişlerdi.
BETÜL : Biliyorum. Ama ben sokaklarımızı pis çizmeleriyle kirleten düşmanların evimize göz dikmeleri yüzünden üstlerine bütün kurşunları boşaltmayı düşünmüştüm.
PAŞA :Ve bunun için aldm silahı öyle mi?
BETÜL : Hayır Paşa hazretleri! Alacaktım ama yerinde yoktu.Benden önce birisi almış.
PAŞA :Allah aşkına kim aldı öyleyse?Kızlarım, sadece siz kaldınız.Hadi getirin şu silahı!
KIZLAR : Biz mi?
PAŞA :Tabii ki siz.Başka kim kaldı?Hadi utanmayın, inanın affedeceğim.
BÜYÜK KIZ : Fakat baba ben almadım. KÜÇÜK KIZ : Ben de!
PAŞA : Tepemi attırmayın.Güzellikle getirin şunu çabuk!
KIZLAR : Seni nasıl inandırabiliriz?
PAŞA : Tabancayı getirmekle...
KIZLAR : Ama biz almadık ki...
PAŞA : Hanım, ne dersin sen bu işe?
HANIM : Vallahi Paşam, benim de aklım karıştı.Alsalardı açık verirlerdi.
PAŞA : Yahu herkes sorguya çekildi mi?
HANIM : Tabi bey, hepimiz buradayız.
PAŞA : Tabi ya, nasıl da unutmuşum.Şimdi hatırladım.
HANIM : Gördün mü bey, herkesin boş yere günahını aldın.Demek tabancayı koyduğun yeri hatırladın.
PAŞA : Hanım, hanım! Yine mı bana "unutkan"dıyorsun7
HANIM : Canım sen demedin mi ´hatırladım"diye?
PAŞA : Dedim ama sandığın gibi değil!
HANIM : Yaa!
PAŞA . : Herkes salonda toplansın dememiş miydim?
HANIM : Demiştin.
PAŞA : Peki sevgili torunum niye gelmedi?
HANIM : Ne? Şimdi de el kadar çocuğa mı iftira ediyorsun?
PAŞA : Göreceğiz, çabuk çağır gelsin!
HANIM : Tamam tamam, sakin ol.Şimdi çağırırım.
PAŞA : Sizler gidebilirsiniz.
FAZIL : Bir şey mi var dedeciğim? Beni istemişsiniz.
PAŞA : Hanım, sen de çıkabilirsin.
FAZIL : Dedeciğim, neden dik dik bakıyorsun?
PAŞA : Gel yanıma şöyle. Nasılsın bakalım?
FAZIL : Babama ve ordumuza duacıyım dedeciğim.
PAŞA : Aferin sana. Bak oğlum, sonunda İstanbul işgal edildi.
FAZIL : Defolup gitsinler!
PAŞA : Merak etme geldikleri gibi gidecekler zaten.
FAZIL : Ne zaman?
PAŞA : Her şeyin zamanı var oğlum. Hele bir Anadolu kurtulsun.Ondan sonra inşallah.
FAZIL : İnşallah dedeciğim.
PAŞA : Fazıl!
FAZIL : Buyur dede.
PAŞA : Tabancamı sen mi aldın?
FAZIL : Şey,neden alayım ki?
PAŞA : Ne bileyim, baban gibi şehit olmak isterdin hep.
FAZIL : İsterim tabi!
PAŞA : Bunun için silah gerekmez mi?
FAZIL : E-e-evet!
PAŞA : Tabancamı sen aldın değil mi?
FAZIL : Evet!
PAŞA : Hala getirmeyecek misin şu tabancayı?
FAZIL : Ama dedeciğim, ben onunla düşmanları vuracaktım!
PAŞA : Aslan oğlum benim. Sen henüz küçüksün. Önünde vatana hizmet edecek uzun yıllar var. Kuvayı milliye boş durmuyor. Adım adım zafere gidiyoruz. Sabırlı olmalıyız. Bütün Anadolu, başlarında Mustafa Kemal ile şahlandı.
FAZIL : İyi ama dedeciğim, onlar koştururken biz burada eli kolu bağlı...
PAŞA : Oğlum, İstanbul da boş durmuyor. Burada herkesin kalbi Anadolu için atıyor. Hadi artık ağlamayı bırak.
FAZIL : Peki dedeciğim.
PAŞA : Aferin sana. Hadi şimdi getir tabancayı...
(Sızıntı Dergisi´nden Uyarlanmıştır.)


SKEÇ-8: MİLLET MALI
KOMUTAN : Hey, durun bakalım.
GELİN : Buyur kumandan.
KOMUTAN : Ne yapıyorsunuz burada?
GELİN : Cepheye, Türk ordusuna cephane taşıyoruz..
KOMUTAN : Allah emeğinizi zayi etmesin bacım, sizin hakkınızı bu millet nasıl öder?
GELİN : Şu düşmanı yurdumuzdan bir atalım da kumandan,boş ver sen bizim hakkımızı..
KOMUTAN : İnşallah bacım, bu düşmanın hepsini atacağız yurttan. Söyle bakalım, sen kaç yaşındasın?
GELİN : Şeeey, 18 yaşındayım.
KOMUTAN : Allah´ım, görüyorsun, genciyle yaşlısıyla, çocuğuyla kadınıyla hepimiz seferber olduk. Sen bizi muzaffer kıl..
GELİN : Amiiin..
KOMUTAN : Bacım, bu yaşlı teyze kim?
GELİN : O benim ninem. Oğlunun biri savaşta şehit oldu.
KOMUTAN : Peki şu oturan delikanlı niye bize hiç bakmıyor?
ANA : O benim oğlum evladım. Abisi savaşta şehit oldu.
KOMUTAN : Niye bize ilgi göstermiyor, yoksa bizi küçük mü görüyor?
ANA : Estağfurullah evladım, olur mu öyle şey?
KOMUTAN : Peki niye ayağa kalkmıyor da öyle gururla kurulmuş oturuyor...
ANA : Gururundan değil evladım, o da abisi gibi savaşa gitmişti, ama bir bacağını kaybetti cephede.. Ayağı iyileşir iyileşmez hemen tekrar cepheye gidip savaşmak istedi.Ama almadılar onu askere "bir bacağı takma" diyerek... KOMUTAN :Yaaaa....
ANA : Şu 18 yaşında olduğunu söyleyen taze gelin ve kucağındaki bebek de onun...
KOMUTAN : Niye konuşmuyor, dilsiz mi yoksa?
ANA : Hayır dilsiz değil. Kunuşabilyor. Ama vatanımız düşman işgalindeyken askere alınmamak ona öyle ağır geldi ki o gün bu gündür tek kelime etmedi kimseye...
KOMUTAN : Dur bakalım nine. Bir konuşalım bu Anadolu aslanıyla.
ANA : Boşuna yorma kendini evladım. Selamını bile almaz kimsenin.
KOMUTAN : Delikanlı, duyduğuma göre savaşta bir bacağını vatan uğruna vermişsin. Adın ne senin?
DELİKANLI :
KOMUTAN : Bu ne haldir bre...! Sen ne biçim askersin ki, karşında bir Türk komutanı var ve sen kılını dahi kıpırdatmadan oturuyorsun. Kalk ayağa !
DELİKANLI :
KOMUTAN : Bak yiğidim. Acını anlıyorum. Hangi Türk istemez ki bu zor zamanda cephede olmayı? Hangi Anadolu delikanlısı düşmana karşı şehitlik sevdasıyla coşmasın? Seni anlıyorum. Haklısın. Üzülmekte haklısın. Ama
yanıldığın bir şey var. ASLAN YARALI DA OLSA ASLANDIR... Bu topal halinle hiçbir işe yaramadığını sanıyorsun. Yanılıyorsun. Koşamasan da ata binebilirsin. Haydi kalk. Cepheye gidiyoruz.
DELİKANLI : Doğru mu? Bu söylediklerin doğru mu kumandanım? Sahiden beni yeniden cepheye götürecek misin? KOMUTAN : Evet, sana, senin gibi bir kahramana çok ihtiyacımız olacak.
DELİKANLI : Bu topal halimle mi?
KOMUTAN : Bir ayağın yok ama kanatların var ya... Bu yiğidi ata bindirin. Benim tüfeğimi de verin eline. Toparlanın gidiyoruz. Sağlıcakla kalın nine.
DELİKANLI : Şükürler olsun... Allah´ım sana şükürler olsun. Ana , ana kal sağlıcakla. Sen., sen de yavruma iyi bak köylü kızı. Ona babasının ve amcasının nasıl bir asker olduğunu anlat birgün... Sen de hakkını helal et. Ben artık komutanımla gidiyorum.
ANA : Uğurlar osun evladım....
GELİN : Gittiler ana. Haydi biz de yola koyulalım.
ANA : Doğru, yola koyulalım artık. Ama bu bulutlar da ne! Kızım yağmur yağacak. Cephaneler ıslanacak şimdi. Ne yapacağız? Yanımızda bir örtü de yok...
GELİN : Dur nine!
ANA : Kızım ne yapıyorsun? Bebeğin üstündeki örtüyü niye çıkarıyorsun? Hava soğuk! Üşütecek, hasta olacak zavallı...
GELİN : Bebeğin örtüsünü cephanenin üstüne örteceğim.
ANA : Ama bebek? Ya hasta olur, ölürse...
GELİN : Nine, nine! Bebek, benim bebeğim. Ama bu cephane millet malıdır. Ne yapayım ölürse! Vatan sağolsun!
Son düzenleyen Daisy-BT; 30 Ağustos 2010 21:07 Sebep: Aktif linkler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Mayıs 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’de Çocuk Tiyatrosunun Tarihi

Gençlik tiyatrosu çocuk tiyatrosu kapsamında değerlendirilmiş, bu anlamda ciddi çalışmalar yapılmamıştır. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından kurulan “Çocuk Tiyatrosu Birimi”nin önemini ortaya koyabilmek için öncelikle Türkiye’de Çocuk Tiyatrosu’nun gelişimine bakmak gerekir.
“Ülkemizde çocuk tiyatrosu düşüncesi ilk kez İstibdat döneminde ortaya atılmış, On dokuzuncu yüzyılın sonlarında okullarda oynanmak üzere çocuk oyunları yazılmaya başlanmıştır, II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde çocuk tiyatrosunun bir eğitim aracı olarak değerlendirilebileceği, ilkokul programında çocuk tiyatrosu derslerinin verilebileceği konusu uygulamaya değilse de gündeme gelir. İsmayil Hakkı Baltacıoğlu’nun okullarda tiyatro çalışması konusundaki görüşleri ve kendi yönetimindeki okul tiyatrosu çalışmaları o yılların en ileri eğitim anlayışını yansıtır.”
Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkemizde ilk olarak çocuk tiyatrolarının kuruluş çalışmalarının yapılmaya başlandığı yıl 1935’dir. Bu çalışmalar batılı anlamda tiyatro yapma kaygısında olan İstanbul Şehir Tiyatrosu kapsamında başlatılmıştır. Muhsin Ertuğrul’un çabasıyla ilk olarak Şehir Tiyatroları bünyesinde bir çocuk biriminin kurulmasına karar verilmiştir. M. Kemal Küçük tarafından kaleme alınan “Çocuklara İlk Tiyatro Dersi” isimli oyun Tepebaşı Tiyatro’sunda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulmuştur. İlk yıl beklenen ilgi bulunamamasına karşın, ertesi sezon yine M. Kemal Küçük’ün yazdığı “Gülmeyen Çocuk” isimli oyun sergilenmiştir.
Çocuk tiyatrosu çalışmalarının kuruluş yıllarında özenle yürütüldüğüne dair önemli bir kanıt da Çocuk Tiyatroları dergisidir. Bu dergi küçük seyircilerle güçlü bir bağlantı kurulması yönünden önemli bir adımdır.
1937 yılından sonra ise Türk Tiyatrosu dergisinde çocuk tiyatrosuna da bir sayfa ayrılmaya başlanmıştır.
İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Tiyatrosu, ilk on yıl boyunca yalnızca yerli oyunlar oynamış, oyunlarda müzik ve dans birlikte düşünülmüş, oyunlara eşlik eden bir orkestra ile küçük bir dans topluluğu oluşturulmuştur. 1944 – 45 döneminde yetenekli çocukların çocuk tiyatrosuna alınması kararlaştırılmış, bu dönemin ikinci oyunu olan, “Her Şeyden Biraz” da on küçük sanatçıya yer verilmiştir. Aynı zamanda da çocuk tiyatrosu birimi kendi içinde, ilk okul öğrencileri için, ortaokul öğrencileri için diye iki sınıfa ayrılmış, bu da gençlik tiyatrolarının temelini oluşturmuştur.
Kuruluşundan sonraki ilk on yıl boyunca düzenli ve tutarlı bir biçimde yürütülen çocuk tiyatrosu çalışmalarında, 1946 – 47 sezonundan başlayarak dağınıklık gözlenmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri olarak çocuk oyunlarında yalnız çocuk oyuncuların yer almasına karar verilmesi gösterilebilir. Çocuk yalnız çocuktan hoşlanır, çocuğu yalnız çocuk anlar gibi bir yargı sağlam bir pedagojik temele dayanmamaktadır. Bu durum tam on beş yıl boyunca sürmüş, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına Max Meinecke’nin gelmesiyle son bulmuştur. Ardından yeniden göreve gelen Muhsin Ertuğrul da çocuk tiyatrosu çalışmalarını yaygınlaştırmıştır.
Devlet Tiyatrosu kapsamındaki çocuk tiyatrosu çalışmalarını Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi Çocuk Tiyatrosu’ndan başlayarak irdelemek gerekir. 1936 yılında kurulan Ankara Devlet Konservatuarı’nın Tiyatro Bölümü, 1941 yılından başlayarak “Tatbikat Sahnesi” adı altında düzenli aralıklarla olmakla birlikte Ankara, İstanbul ve İzmir’de çeşitli oyunlar sahnelemiştir. 1947 yılında Küçük Tiyatro’nun açılmasıyla birlikte bu çalışmalar düzenli bir görünüme kavuşmuştur. 1941 yılından başlayarak Devlet Konservatuarı Tiyatro ve Opera Bölümleri mezunlarının sanatçı olarak görev aldıkları Tatbikat Sahnesi’nin düzenli bir tiyatro görünümü kazanması, sürekli bir tiyatro binasına, yani Küçük Tiyatro’ya kavuşması ile mümkün olmuştur. Bunda 1947 yılında Tatbikat Sahnesi Genel Yöneticiliğine atanan Muhsin Ertuğrul’un katkısı oldukça büyüktür.
Muhsin Ertuğrul’un Küçük Tiyatro’nun açılmasının yanı sıra gerçekleştirdiği olumlu girişimlerden biri de Tatbikat Sahnesi kapsamında çocuk tiyatrosu çalışmalarını başlatmış olmasıdır. Muhsin Ertuğrul’un çağrısı üzerine İstanbul’dan Ankara’ya gelen ve çocuk tiyatrosu çalışmalarını yürütmekle görevlendirilen Mümtaz Zeki Taşkın geleceğin tiyatro seyircilerini küçük yaştan itibaren yetiştirmeyi amaçladıklarını bildirmiştir. Bu süreçte Devlet Tiyatroları’nda, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda olduğu gibi bir çocuk tiyatrosu dergisi çıkarılmaya başlanmıştır.
Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen ilk çocuk oyunu 31 Ocak 1948’de Küçük Tiyatro’da sergilenen Mümtaz Zeki Taşkın’ın yazdığı, müziklerini Fehmi Ege’nin hazırladığı ve Nüzhet Şenbay’ın sahneye koyduğu “Altın Bilezik”tir. Tatbikat Sahnesi ise aynı dönemde “Büyükbabanın Pireleri” isimli oyunu sahneye koymuştur.
1948 - 49 döneminde ilk sahnelenen oyun ise yine Mümtaz Zeki Taşkın’ın yazdığı “Kara Böcek”tir. Müziklerini Nazım Ülgen’in hazırladığı Agah Hün’ün sahneye koyduğu bu oyun ilk kez 16 Ekim 1948 tarihinde başlamış, yirmi yedi kez seyirci karşısına çıkmıştır.
Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi Çocuk Tiyatrosu çalışmalarını 1947 – 48 döneminden 1948 – 49 döneminin sonuna kadar sürdürmüştür. 1949 yılında Devlet Tiyatrosu’nun kurulmasıyla da sona ermiştir.
16 Haziran 1949 tarihinde yürürlüğe giren 5441 sayılı yasa ile Devlet Tiyatrosu kurulmuş, Devlet Tiyatrosu’ndan önce hazırlık çalışmalarını gerçekleştiren Tatbikat Sahnesi’nin işlevi böylece sona ermiş, Tatbikat Sahnesi yöneticiliğinden Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü’ne Muhsin Ertuğrul atanmıştır. Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatroları bünyesinde çocuk tiyatrosuyla ilgili çalışmalar için yine Mümtaz Zeki Taşkın’ı görevlendirmiştir. 1949 – 50 döneminden başlayarak sürdürülen Devlet Tiyatrosu Çocuk Tiyatrosu çalışmaları Tatbikat Sahnesi kapsamında gerçekleştirilmiş olan düzen içinde yürütülmüştür.
Devlet Tiyatroları çocuk tiyatrosu çalışmalarının ilk oyunu olan “Yıldız Ece”, 20 Kasım 1949 tarihinde, bu dönemin ikinci oyunu olan Keloğlan 12 Mart 1950’de perdelerini açmış, küçük izleyicilerle buluşmuştur.
1954 – 55 dönemi Devlet Tiyatrosu kapsamında yer alan çocuk tiyatrosu çalışmaları açısından önemli bir dönem olmuş, 13 Eylül 1954 tarihinden başlayarak Devlet Tiyatrosu yönetim kurulunun kabul ettiği “Çocuk Tiyatrosu Kadro Yönetmeliği” yürürlüğe girmiştir. Böylece Devlet Tiyatrosu çocuk tiyatrosunda çalışacak sanatçılar da devlet tiyatrosu sanatçısı niteliği ile birlikte parasal yönden bir güvenceye kavuşturulmuştur. Çocuk Tiyatrosu Kadro Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesiyle 1947 – 48 döneminden başlayarak Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi çocuk tiyatrosu çalışmalarında yer alanlar dışardan sınavla seçilen sanatçılardan oluşan yeni bir çocuk tiyatrosu kadrosu oluşturulmuştur.
Bu yönetmelik bağımsız bir Devlet Çocuk Tiyatrosu’nun geliştirilmesi için önemli bir adım olmuş, ancak bu duruma yenileri eklenmemiş, bağımsız Devlet Çocuk Tiyatroları bugüne değin gerçekleştirilememiştir. Devlet çocuk tiyatrosu sanatçıları için düşünülmüş bu kadrolara atanan sanatçılar, bir süre sonra Devlet Tiyatrosu’nda yetişkinler için sahnelenen oyunlarda da görev aldıklarından bu kuruluşun sanatçı sıkıntısını büyük ölçüde azaltmaktan başka bir yarar sağlanmamıştır.
Bu dönemde Devlet Tiyatrosu yönetim kurulunun aldığı bir başka karar da çocuk oyun yazarlarına ödenen telif hakkının yükseltilmesidir. Böylece çocuk oyunu yazınının gelişmesine katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
1955 -56 döneminden itibaren hem Devlet Tiyatrosu sahneleri artmış, hem de bölge müdürlükleri kurulmuştur. İzmir Devlet Tiyatrosu, Bursa Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Tiyatroları’nın arka arkaya kurulmasıyla bu bölgelerde çocuk oyunları sergilenmeye başlanmıştır.
Ayrıca bu dönemden itibaren Ankara Devlet Tiyatrosu’nca gerçekleştirilen çocuk tiyatrosu çalışmalarında genellikle Çocuk Tiyatrosu kadrosu sanatçılarıyla, Devlet Tiyatrosu kadrosu sanatçıları görev almış, gerektiğinde amatör çocuk ve gençlere de oyuncu olarak yer verilmiştir.
1971 yılına kadar aralıklarla sürdürülen bu uygulama 1981’den sonra kesintiye uğramış, ancak Devlet Tiyatroları’nda tüm bölgelerde çocuk oyunları küçük izleyiciler karşısına çıkmaya devam etmiştir.
Gençlik tiyatrosu kapsamında ne yazık ki uygulamalar yok denecek kadar azdır. Gençlik tiyatrosu çocuk tiyatrosu kapsamında değerlendirilmiş, bu anlamda ciddi çalışmalar yapılmamıştır.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
30 Ağustos 2010       Mesaj #5
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Ad:  Acok1.jpg
Gösterim: 288
Boyut:  52.6 KB
1981 yılında Almanya turnesinde AÇOK

Anadolu Çocuk Oyunları Kolu (AÇOK), Türk tiyatro tarihinde oldukça önemli bir yer tutan bir topluluktur.

1973 yılında İstanbul Anadolu yakasında yaşayan bazı gençler; düşlerindeki tiyatroyu kurdukları zaman, yeri anlaşılsın diye, adına "Anadolu" kelimesiyle başlamak istediler.

Akıl danıştıkları hocaları Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner, onlara "Çocuk Tiyatrosu" kurmalarını öğütlemişti. Ve o gençler, Türkiye'nin gezginci geleneksel tiyatrolarına "Oyun Kolu" dendiğini de biliyorlardı. Böylece "Anadolu Çocuk Oyunları Kolu" doğmuş oldu.
İlk gösterisini, 26 Aralık 1973’te Üsküdar'daki “3. Selim İlkokulu”nda yapan AÇOK, yerel ve geleneksel olan öğeleri; yeni görsel biçimlerle sahneye taşıdı. Ayla Algan ve Beklan Algan'ın öğretmenliğinde kendilerini geliştiren gençler, İstanbul'da ve Anadolu'nun bir çok yerinde çıktıkları turnelerde, Post modern Türk Tiyatrosu anlayışını hayata geçirdiler. AÇOK oyuncuları, Stanislavsky’nin ünlü sanat öğretisindeki gibi; Sanatta kendilerini değil, kendilerinde sanatı sevme yolunda ilerlediler. AÇOK’un dramaturg, yazar ve yönetmeni olan, Turgut Denizer ile Ümit Denizer; 20. kuruluş yıldönümünde, "Oyun Yazarlığı ve Yönetmenlik” dersleri başlattılar. Türkiye'de ilk kez, çocuk tiyatrosu oyunculuğu ile birlikte, yönetmen ve yazar da yetiştirmeye yönelik olan etkinliklerinde "Kolektif Yaratıcılık" düşüncesi temelinde hareket ettiler.
  • 1975 yılında, “Welt-Festival Der Kindertheater / Hamburg” festivaline davet edilerek, yurtdışına çıkan ilk Türk Çocuk Tiyatrosu unvanını kazanan AÇOK, Kilise, şarap mahzeni, çocuk yuvası, lise sahnesi, üniversite amfisi, Şehir Müzesi, Devlet Operası, Şehir Tiyatrosu, sirk çadırı, park, kafeterya, kültür merkezi, basketbol salonu, jimnastik salonu, konser salonu, tatil köyü, kongre salonu, kapalı sinemalar, yazlık sinema bahçeleri, Halkevleri ve Halk Eğitim Merkezleri, yüzme havuzları, tenis kulüpleri, parklar, kamplar, kitaplıklar, kültür merkezleri, özel tiyatrolar, konser salonları, konferans salonları, fabrikaların eğitim salonları, kaleler, antik amfi tiyatrolar ve dünyada ilk kez Boğaziçi’nde seyir halindeki yolcu vapuru ile yanaşılan iskeleler gibi mekanlarda oyunlar sergiledi.
  • Sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da da bir çok basın ve yayın organında AÇOK'un başarıları yer aldı.
Vikipedi


Benzer Konular

12 Haziran 2016 / A.Arda Moda
1 Ekim 2012 / Misafir Cevaplanmış
12 Kasım 2012 / Misafir Cevaplanmış
5 Aralık 2013 / Misafir Cevaplanmış