ASTROLOJİYE GİRİŞ
Tarihin bilinen en eski çağlarından buyana bilinen hiç bir kehanet metodu insanları astroloji ölçüsünde ilgi-lendirmemiştir. Çeşitli ülkelerde ve zamanlarda birçok kehanet metodu tü-reyip yayılmıştır. Mesela Çin'de'yi Kingn cı Ching, Ortadoğu'da Remil ve Batı'da da Tarot yaygın kehanet me-todlan olmuşlardır. Bu gibi sistemlerden başka hemen hemen her yerde suya temasta bulunarak kehanette bulunmak gibi metodlar da mevcuttur fakat bunlar geniş sistemler değil de kısmi falcılık metodlarıdır. Yukarda sayılan kehahet metodlarından Yi Kıng basit bir falcılık metodundan ziyade insanlara bazı tavsiyelerde bulunan ve tutulacak en uygun yolu işaret eden bir sistemdir. YiKing mutlak kaderi söylemez. Zamanın, neşekilde ha-raket etmeye daha uygun olduğunu bildirir. Diğer sistemler ise ne derece esoterik ve ve tradisyonel olurlarsa olsunlar gene de kolay müracaat edilen • birer fal türü olmaktan ileriye gide, memişlerdir. Astroloji'ye gelince o, diğer sistemlerin topundan daha fazla kabul görmüş ve yayılmıştır. Dünyanın her yerinde, o bölgeye has bir falcılık varken onun yanı sıra Astreloji de mevcut olmuştur.
Astroloji 'nin diğer kehanet metodlarından büyük farklılıkları vardır. Mesela Müslümanlık bütün falcılık faaliyetlerini yasaklarken astrolojiye kabul göstermiştir. Eski Araplar'da ve Osmanlı İmparatorluğu 'nda astroloji ilmi nücum ismiyle uygulanmıştır ilmi nucum, astronomi ile karıştırılmasın. Astronomi ayrı bir bilim dalı olarak mevcuttu ve ilmi heyet denilirdi. Arap ve Osmanlı saraylarında daima bir müreccimler gurubu banndınlmış-tır. Müneccim ismi de şimdiki astrolog isminin eski karşılığıdır. Müneccimler hiç bir zaman basit falcılar statüsünde olmamışlar ve daima saygı görmüşlerdir.
Basit iskambil falı, kahve falı vs. gibi şeyler hariç tutulursa Remil, Yi King ve Tarot gibi büyük sistemlerin daima bazı esâterik ve tradisyonel yanları olmuştur. Bu gibi sistemlerin nasıl ve niye çalıştığına dair bir çok teori ileriye sürülmüştür. Mesela modern psikoloji ilminin kurucularından biri olan Kari Gustav Jung bu metodları incelemiş ve onların işleyişlerini kendi geliştirdiği senkronizasyon teorisi ile izah etmeye çalışmıştır. Bu teoriye öre Evren 'deki heryeşle diğer heryeş arasında bir uyumluluk, eşzamanlılık vardır. Bir yer ve zamanda, bir olay olacaksa, bununla senkronize olarak başka bir zaman veya yerde de başka bir olay olmaktadır. Bir Tarot destesinden çekilen kartların sıralanışı, Yı King için havaya atılan bozuk paraların düşüşü ve Remil için atılan noktaların sıralanışı hep bu senkronizasyonla ilgilidir. Aslında bu görüş astroloji'ye de tam olarak uygundur. Astroloji'nin anlatmaya çalıştığı bir çok olay ve durum da yıldız ve gezegenlerin sıralanışıyla senkronizedir.
Kehanet metodlarının işlemeleri hakkında başka izahlar da vardır. Çeşitli metodların bazı uygulayıcıları, kehanet sisteminin çalışabilmesi için muhakkak olarak o sistemle ilgili bazı bedensiz varlıklarla (Ruh veya cin. mesela Remil için toprak cinleri.) irtibat içinde olmak gerektiğini ileriye sürerler. Bundan başka sistemi kullanan kişilerin de bir dereceye kadar medyum olmaları gerektiği söylenir.
Astroloji'de durum çok farklıdır. Astroloji, gök cisimlerinin incelenmesine dayanan bir gözlem ve istatistik ilmidir. Herhangi bir insanın astroloji ile uğraşması için ne bazı esrarengiz inişlyasyoalâr, ne esoterik bilgiler, ne bazı bedensiz varlıklarla ilişki ve ne de medyumluk kabiliyeti gereklidir. Gereken tek şey bilgi ve zekâdır. Kişinin biraz kabiliyeti varsa, gerekli kitap ve dokümanları sağlıyabilirse, uzun sayılabilecek bir çalışma süresi için gereken sabrı varsa ve astroloji konusunda yazılmış binlerce kitap ve yüzbinlerce yazının içinden gerçekten kıymetli olanlarla, sadece ticari amaçlarla yazılmış olan uydumda şeyleri ayırabilecek kadar uyanıksa rahatlıkla astrolog olabilir.
ASTROLOJİ'Nİ GELİŞİMİ
İnsanların gököyüzüyle ve uzay cisimleriyle ilgilenip, bunlardaki bazı işaretlerden manalar çıkartmaya çalışmaları çok çok eskiye dayanır, ilk insanlar takvim veya saat gibi şeylere sahip değildiler. Günlerini gölgelerin uzayıp kısalmasına, mevsimleri havanın ısısına göre bölerlerdi. Zamanla bazı şeylerin periyodik olarak tekrarlandığım ve bazı şeylerin de, bazı özel fonksiyonlar gösterdiğini kavradılar. Farkettilerki, güneş her gün aynı noktadan doğmuyordu. Güneş'in gökteki yüksekliği ve ufuk üzerine kalma süresi de mevsimlere göre değişiyordu. Gökte bir çok yıldız vardı fakat bazı mevsimlerde, bazı yıldızlar hiç görünmüyordu. Böylece uzun süre görünmeyen bazı yıldızların görün-mesiyle mevsimlerin değiştiğini keşfettiler.
Güneş'in gökte çizdiği ve her gün daha farklı olan yolun her yıl periyodik olarak tekrarlandığını ve bazı takvim yıldızların içinden geçtiğini gördüler. Güneş'le birlikte o zamanlar bilinen diğer gezegenlerin de aynı daire içinde bulunduğunu ve aynı takım yıldızlarda veya burçlarda gezindiğini gördüler. Güneş ve gezegenlerin içinden geçtiği burçların oni-ki tane olduğunu buldular. Bu dolaşım dairesine sonraları 'ekliptik' ismi verilmiştir.
Güneş gündüzü, ay geceyi idare eder olarak kabul ediliyordu ve bunların bazı tesirleri olduğu kesin olarak anlaşılmıştı. Mesela güneş ışınlarının insan cildini yakması, ısı vermesi, Ay'ın denizlerdeki kabarma ve çekilmelere sebep olması gibi fiziki tesirlerin yanı sıra, Dolunay gecelerinin uyandırdığı romantik hisler gibi, hissi tesirlere de dikkat ettiler. Güneş ve Ay'ın tesirleri kabul edildikten sonra, zamanla ekliptik içinde gezinen diğer kürelerin de, Güneş ve Ay kadar açıkça görülmese bile bazı tesirleri olduğu fikri gelişti. Bundan sonra yapılan gözlemlerde her gezegenin, bulunduğu burca, gökteki yükseklik derecesine ve ufuk üzerinde görünüp, görünmemesine göre farklı tesirlere sahip olduğunu anladılar.
Tabiatla içice yaşayan ve zamanının çoğunu açık havada geçiren kimseler zamanla tabiatın en küçük belirtilerini yorumlamakta ustalaşırlar. Eski insanın, gökyüzünde gördüğü hareketleri yorumlamak için "altıncı hissini" geliştirdiği kabul edilir. Onun Tanrı olarak taptığı Güneş'in bir tutulma sırasında Ay tarafından yutulmasını ilk gördüğü an duyduğu korkuyu ve Güneş'in tekrar ortaya çıkmasıyla benliğini kaplayan inanılmaz huzuru gözlerimizin önünde canlandırabiliriz.
Eski insan, yiyecek elde etmek için tarlasıyla uğraşırken Güneş'in, mevsimler ve Ay'ın da gelgit üstündeki etkisini farrk etmiş olabilir. Bazen, geceleri parlak, "dolaşan" yıldızları görmüş ve bunların da özellikleri olduğunu anlamıştır. Böylece de astroloji ilim ve sanatı doğmuş oldu.
Tarihteki çeşitli kavimler, burçlar, yıldızlar ve gezegenlere farklı görüş açılarıyla baktılar. Bazıları yıldızları ilahlar ve bunlar arasında devamlı hareket eden gezegenleri de ilahların habercileri ve emirlerini yerine getiren memurları olarak kabul ederken, bazıları da gezegenleri ilahlar ve burçları da bu ilahların ev veya malikaneleri olarak kabul ettiler. Mesela Venüs Sümerler'de Tanrıca ıstar olarak kabul edilirken Romalılar için 'Lusifer'di. Lusifer, ışık taşıyıcısı veya ışığı getiren manasına gelir. Hıristiyan kilisesi daha sonraları Lusifer'i şeytan olarak kabul etti.
Dünya'nın değişik yerlerinden gezegenler farklı isimlerle, farklı ilahlara ithaf edilerek tanındıkları halde ana vasıflar hiç değişmiyordu. Mesela Mars (Merih) her yerde savaş tanrısına ithaf edilirken Venüs her yerde dişilik, aşk ve sexle ilgili tanrıçalarda ithaf edilmiştir. Bundan başka, gezegenlerin astrolojik tesirleri, yani insanlar üzerinde yaptıkları tesirlerde, dünyanın birbirinden çok uzak noktalarında bile şaşırtıcı benzerlikler gösterdiği tesbit edilmiştir. Aynı şekilde burçlara atfedilen vasıflar da Çin'den, Güney Amerika'ya kadar birbirlerine benzerler.
Batı'da Aztekler'de, Ortadoğu'da Mısır ve Babil uygarlıklarında ve Uzakdoğu'da, Çin, Hindistan ve Tibet'te astroloji çok gelişti ve saygınlık kazandı. Astrologlar da devletin bütün işlerinde söz ve kudret sahibi oldular. En ilkel gözlem cihazlarıyla ve çoğu zaman dahiç bir alet kullanmadan gök haritaları çizdiler. Gezegenlerin devir periyodunu buldular. Bazan sahtekârlıkla suçlandılar, bazan saraylarda baş tacı edildiler.
Daha Herki devirlerde astroloji ilmi Araplar arasında yayıldı ve Avrupa'ya sıçrayıp, Avrupa'daki mevcut astroloji bilgilerini zenginleştirdi. Bu sıralarda yani Müslümanlığın yayılma dönemlerinde astroloji'den doğan astronomi ilmi de gelişmeye başladı. Modern astronominin gelişmesiyle birlikte Astroloji konusunda bazı şüpheler doğdu. Mesela astronomi Güneş'in yerinde durduğunu, dünya ve diğergezegenlerin Güneş etrafında döndüğünü ispatlamıştı. Ayrıca dünyanın evrenin merkezi olmayıp, diğerleri gibi bir gezegen olduğu da ortaya çıkmıştı. Halbuki o günlere kadar astroloji merkez olarak Dünya'yı kabul edip, Güneş ve gezegenlerin Dünya üzerinde yol aldıkları fikrini benimsemişti. Bu gün dahi çizilen astrolojik haritalarda merkez olarak Dünya ve haritanın çizildiği bölge alınır. Bu yüzden bazı kişiler Astroloji'nin yıldızının söndüğünü düşündüler. Fakat bu çok sürmedi. Çünkü astrolojik tesirler açısından farkeden birşey yoktu. Güneş, dünyanın çevresinde dönsün veya Dünya Güneş'in çevresinde dönsün. Güneş'in bulunduğu burca göre yaptığı tesir hep aynı idi. Dolayısıyla Astronomi'nin ortaya koyduğu gerçekler astroloji ile asla çatışmıyordu.
Zaman daha da ilerledikten ve Uranüs, Neptün, Pluto gibi modern planetler ismiyle bilinen planetlerde keşfedildikten sonra astrologlar gözlem ve istatistiklerine bu gezegenleri de dahil ettiler, insanlar arasındaki iletişim vasıtaları geliştikçe Astroloji daha güçlü bir şekilde yayıldı ve daha kıymetli istatistik imkanları kazandı.
Yukardaki, Astroloji'nin doğuş ve gelişmesini anlatan kısım aslında Astroloji'nin kökenleri hakkında ileriye sürülen tezlerden sadece biridir. Bazıları dünya dışı bir uzay uygarlığının Astroloji'nin temelini attığını ileriye sürerken bazı kimseler de Astroloji'nin çok çok eski çağlardaki Atlantis ve Mu uygarlıklarından kalma bir ilim ve sanat olduğunu fakat günümüzde oldukça deforme olup, değiştiğini ileriye sürerler. Bu gibi tezlerin hepsi için de mümkündür demekten başka çaremiz yoktur. Çünkü hiçbirisinin geçerliliğini veya geçersizliğini ispatlayabilecek durumda değiliz.
Aşağı yukarı bütün büyük uygarlıklar Astrolojiyle ilgilendiklerini açıklayan belirtiler bırakmışlardır. Babil, Eski Mısır, Hint, Eski Çin, Maya, Eski Yunan, Roma ve Arap uygarlıkları bunlar arasındadır.
Böylece gökyüzünü inceleyen ilk astronomlar, ilk astrologlar yani gökyüzünü ilk yorumlayanlar olmuşlardır. Biz, ilk Astrolog'ların kimler olduğunu bilmiyoruz. Fakat bulduklarını ilk kaydedenler Kaidelilerdir.
Son yıllarda adı çok az duyulan yeni bir bilim veya araştırma konusu daha türemiştir. Astrobiyoloji adıyla bilinen bu ilim gök cisimlerini Astrolojik açıdan inceler fakat klasik Astroloji'deki gibi insanlar üzerindeki tesirleri değil, Dünya üzerindeki genel tesirleri araştırır.
Mesela bazı planeter konumlarda ekilen bitkilerden diğer zamanlarda ekilenlerden daha iyi sonuç vermesi gibi konuları araştırır. Astrobiyoloji alanında yeterli kadar araştırma yapılabildiğini sanmıyoruz. Çünkü adı çok seyrek olarak duyulmaktadır, olumlu veya olumsuz olarak herhangibir sonuca ulaştrğına dair bir bilgi yoktur.
Miladi ikinci yüzyıla gelindiğinde pek çok ülkede Astroloji, birbirine benzer şekilde gelişmiş durumdaydı. Bilinen bütün gezenge-ier, aşağı yukarı aynı şekilde yorumlanmış ve bunlara Tanrı rütbesi verilmişti. Böylece Eski Romalıların verdiği adı kullanarak "Venüs" dediğimiz gezegeni Eski Yunanlılar tanrıça Af rodit, Asurlu-lar, iştarve Fenikeliler Astarte olarak kabul etmişlerdi. Ama hepsi de onun güçlü, şehvetli bir kadın gibi etki yaptığını ve güzellik, lüks, cazibe tanrıçası olduğunu kabullenmişlerdi.
Tarih boyunca Roma imparatorlarından, Büyük İskender'e, İngiltere'deki Tudor hanedanından Bohemyalı Fred-rick'e kadar kral ve kraliçelerin saray astrologları bulunmaktaydı. Hatta bazı papalar ve kardinaller bile astrologlara danışmışlardır. Astroloji, üniversitelerde ders olarak okutulmuş ve astorolg saygı değer bilim adamı sayılmıştır. Yazarlar, eserlerinde Latince ve Grekçe kadar astrolojik bilgiye de yer vermişlerdir.
İslam dünyasında Doğu'da ise ilm-i nücum olarak gelişen Astroloji, başlangıçta olmasa bile, yıldızları ve Astroloji konusunda derin bilgi ve tecrübeye sahip Keldelilerin eski yurdu Mezopotamya havalisinin Müslümanların eline geçmesiyle yaygınlık kazandı.
Ileriki yıllarda yüzlerce eser yazıldı. Kısa sürede Astronomi Ülmil-Heyet'den ayrılan Astroloji sistematik bir hüviyet kazanarak saraylarda kendine yer buldu. Özellikle Abbasilerden itibaren bütün islam saraylarında "Müneccim" (Astrolog)ler bulundu.
ASTROLOJİYE DAİR İLK ŞÜPHELER
Astroloji'nin gözden düşeceğinin ilk belirtisi 16'ıncı yüzyılda evrenin merkezinin dünya değil Güneş olduğu tartışmasıyla ortaya çıkmıştır. Galileo'nun teleskopu icadetmesiyle, gökyüzünü inceleme yani Astronomi moda olmuştur. Astronomi kısa süre içinde saygı değer bir hal almış ve dolayısıyla Astroloji tamamiyle reddedilmiştir.
Bu kıvılcımın sönmemesini sağlayan düşünürler, çoğunlukla yaşamın bir bütün ve yery üzünde-kilerin sadece gökyüzündekilerin bir yansıması olduğu varsayımını kabul eden kimselerdi. Yani "evrende ne varsa dünyada da o vardır" varsayımıyda bu. Bu Astrolojinin niçin geçerli olduğunu belirten eskiden kalma açıklamaydı tabii ve bazı düşünürler, sadece eski astronomik inançların yanlış olduğunun kanıtlanması yüzünden, bu varsayımdan vazgeçmek için bir neden görmediler.
Kaynak: MsXLabs.org & Astroloji Ansiklopedisi