Arama

Charles Darwin

Güncelleme: 18 Nisan 2013 Gösterim: 39.105 Cevap: 10
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
(1809 -1882) Düşünce tarihinde pek az bilim adamı Darwin ölçüsünde tepki çekmiştir. Evrim kuramını içine sindiremeyenler onu hiç bir zaman bağışlamamışlardır. Yaşadığı dönemde, "Maymunla akrabalık bağın annen tarafından mı, baban tarafından mı?" diye alaya alınmıştı. Günümüzde ise daha ileri giden, onu bir "şarlatan", dahası bir "şeytan" diye karalamak isteyen çevreler vardır.

Sponsorlu Bağlantılar
Bir bilim adamına gösterilen bu tepkinin nedeni neydi? Darwin kimdir, ne yapmıştı?

Darwin küçük yaşında iken de horlanmıştı, hem de babası tarafından: "Seni, anlaşılan, ava çıkma, köpeklerle eğlenme ve fare yakalama dışında hiç bir şey ilgilendirmiyor. Geleceğin, kendin ve ailen için yüz karası olacaktır!"

Geleceğinin yüz karası olacağı söylenen çocuk, biyolojinin anıt yapıtı Türlerin Kökeni'nin yazarı, tüm çağların sayılı bilim adamlarından biri olur.

Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Charles Darwin, sekiz yaşına geldiğinde annesini yitirir. Çocuğunun iyi yetişmesi yolunda hiç bir şey esirgemeyen babası başarılı ve saygın bir hekimdi. Dedesi Erasmus Darwin, evrim konusuyla ilgilenen tanınmış bir doğa bilginiydi.

Entellektüel bir çevrede büyüyen Charles okulda parlak bir öğrenci değildi. Öğretmenleri arasında ona "aptal" gözüyle bakanlar bile vardı. Oysa bu bakış, yüzeysel bir izlenimi yansıtmaktaydı; sıkıntı Charles'ın okul programıyla bağdaşmayan kendine özgü ilgilerinden kaynaklanıyordu. Hayvanlara, özellikle böceklere derin bir ilgisi vardı. Daha küçük yaşında onu saran bu ilgi, ilerde belirginlik kazanan üstün gözlemleme yeteneğinin itici gücüydü.

Üniversitede, ilk iki yılını alan tıp öğrenimi başarısız geçer. Dönemin tartışma konuları arasında onu yalnızca canlıların kökeni sorunu ilgilendirmekteydi. Ama babası umudunu tümüyle yitirmek istemiyordu; hekim olmak istemeyen oğlunu hiç değilse din adamı olmaya ikna eder.

Edinburg'dan Cambridge Üniversitesine geçen delikanlı burada da, teoloji öğreniminin yanı sıra böcek toplama etkinliğini sürdürür; oluşturduğu zengin koleksiyonla bilim çevrelerinin beğenisini kazanır. Bu arada botanik ve jeoloji derslerini de izlemekten geri kalmaz.

Yirmi iki yaşında üniversiteyi bitirir, ama kilisede görev almaya yönelik değildir. Bir rastlantı, aradığı olanak kapısını ona açar. Güney Amerika kıyılarından başlayarak uzun süreli bir araştırma gezisine çıkmaya hazırlanan kraliyet gemisi Beagle'e doğa araştırmacısı aranmaktaydı. Botanik profesörünün tavsiyesi üzerine Darwin'e, masraflarını kendisinin karşılaması koşuluyla, bu görev verilir. Ancak genç bilim adamının babasının desteğini sağlaması kolay olmaz.

1831'de başlayan geziye Darwin beş yıl süren yoğun ve çetin bir uğraşla, dünyanın henüz bilinmeyen pek çok kıyı ve adalarında türlere ilişkin fosil ve örnekler toplar; gözlemsel bilgiler edinir, notlar alır. Doğa onun için tükenmez bir laboratuvardı. Özellikle Gallapagus adalarındaki dev kaplumbağalar ile kuşlar üzerindeki gözlemleri, değişik çevre koşullarında türlerin nasıl oluştuğu konusunda ona önemli ipuçları sağlamıştı. Kimi türlerin çevreyle uyum kurarak sürdürdüğü, kimi türlerin ise değişen koşullarda uyumsuzluğa düşerek yok olduğu izlenimi kaçınılmazdı.

Ülkesine döndüğünde Darwin'in yapması gereken şey, topladığı bilgileri işlemek, evrim olgusuna kanıtlara dayalı açıklık getirmekti. Ne var ki, bu kolay olmayacaktı. Bir kez toplanan gözlem verilerinin düzenlenmesi bile yıllar alacak bir işti. Sonra, evrim konusu dikenli bir sorundu; yerleşik önyargılara ters düşmek kolayca göze alınamazdı.

Darwin incelemelerinden türlerin sabit olmadığını, uzun süreli de olsa, çevre koşullarına göre değiştiğini öğrenmişti. Ama "evrim" denen bu değişimin düzeneği neydi? Bu soruya yanıt arayışı içinde olan Darwin'e 1838'de okuduğu bir kitap ışık tutar. Thomas Malthus'un yazdığı Nüfus Üzerine Deneme adlı bu kitap ilginç bir tez ortaya koyuyordu: canlılar için yaşam bir var olma ya da yok olma savaşımıdır; çünkü, hemen her çevrede, nüfus artışı beslenme olanaklarını kat kat aşmaktadır. Bu savaşımda güçlüler karşısında zayıf kalanlar yok olup gider; çevresiyle uyumsuzluğa düşenler elenirken, uyum kuranlar çoğalır.

19. yüzyılın acımasız kapitalizminin "laissez faire et laissez passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganında da yansıyan bu düşünce, Darwin'in yirmi yıl sonra açıkladığı evrim kuramının özünü oluşturur: doğal seleksiyon evrimin itici gücü, ilerlemenin dayandığı düzenekti.

Evrim düşüncesi, insanın kendi varlık kökenini bilme merakım da içermektedir. İlkel topluluklarda bile kendini açığa vuran bu merakın özellikle mitoloji ve dinlerin oluşumundaki rolü yadsınamaz. Ancak bilim öncesi açıklamalar masalımsı birer öğreti niteliğindedir. Her şey gibi insan da Tanrısal gücün ürünüdür. Gelişmiş dinlerde bile evrim düşüncesi yer almamıştır.

Evrimden ilk söz edenler, M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan İyonya'lı filozoflar olmuştur. Thales tüm nesneler gibi canlıların da sudan oluştuğu savındaydı. Daha çarpıcı görüşü onu izleyen Anaximander'de bulmaktayız: "Canlıların kaynağı denizdir. Başlangıçta balık olan atalarımızdan bugünkü formumuza evrimleşerek ulaştık." Gene o dönemin bir başka filozofu, Herakleitus, canlıların gelişmesinde aralarındaki çatışmanın rolüne değinir. Bunlardan ikiyüz yıl sonra gelen antik çağın ünlü filozofu Aristoteles'te evrim düşüncesi daha belirgindir. Onun görüşünde aşağıdaki ilginç noktaları bulmaktayız:

(1) Canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğu,
(2) Organizmaların basitten daha karmaşık formlara doğru geliştiği,
(3) Canlıda organların ihtiyaca göre oluştuğu.

Ancak ortaçağ teolojisinde bu tür düşüncelere yer yoktu. Gerçek kutsal kitaplarda açıklanmıştı. Evrim düşüncesi bir sapıklıktı.

Evrime bilimsel yaklaşım, Aydınlık Çağı'nın sağladığı göreceli özgür düşünme ortamını bekler. Bu alanda ilk adımı Fransız doğa bilimcisi Buffon'un attığı söylenebilir. Buffon, canlıların sınıflanmasına ilişkin Aristoteles sistemini düzeltme ve geliştirme amacıyla çalışmaya koyulur. İlgilendiği konuların başında evrim geliyordu. Fosil ve diğer kanıtlara dayanarak canlı türlerin evrimle oluştuğu görüşüne ulaşmıştı. Ama kilisenin sert tepkisiyle karşılaşınca, Buffon, "Kutsal kitapta bildirilenlere ters düşen sözlerimi geri alıyorum" diyerek sessizliğe gömülür.

Ünlü isveç botanikçisi Linnaeus'un modern sınıflama yöntemine ilişkin çalışması evrim düşüncesine destek sağlayan başka bir girişimdir. Darwin'in dedesi Erasmus Darwin de, Buffon gibi, canlıların yaşam dönemlerinde edindikleri beceri veya özelliklerin yeni kuşaklara geçmesiyle evrimleştiği görüşündeydi.

Bu görüşü geliştiren Fransız doğa bilgini Lamarck ise evrim konusunda oldukça tutarlı ilk kuramı oluşturur. Kısaca, "canlıların yaşam dönemlerinde kazandıkları özelliklerin ya da uğradıkları değişikliklerin (bunlar çevre koşullarının etkisinde ortaya çıkabileceği gibi, organların kullanış veya kullanışsızlık nedeniylede olabilir) kalıtsal yoldan yeni kuşaklara geçtiği" diye özetleyebileceğimiz bu kuram, sağduyuya yatkın görünmesine karşın, bilim dünyasında beklenen ilgiyi bulmaz.

Kuramın olgusal içerik yönünden yetersizliği bir yana, bilinen kimi gözlemsel verilere ters düşmesi benimsenmesine olanak vermiyordu. Açıklama gücünü bugün de koruyan, daha kapsamlı ve tutarlı evrim kuramını Darwin'e borçluyuz. 1859'da yayımlanan Türlerin Kökeni adlı yapıtta ortaya konan bu kuramın benimsenmesine ortam hazırdı. Kısa sürede bir kaç yeni basım yapan kitap, insanlığın dünya anlayışında eşine pek rastlanmayan köklü bir devrime kapı açmaktaydı.

Dönemin seçkin bilginlerinden T. H. Huxley'in şu sözlerinin çağdaşı pek çok bilim adamının duygularını dile getirdiği söylenebilir: Biz türlerin oluşumuna ilişkin, doğruluğu olgusal olarak yoklanabilir bir açıklama arayışı içindeydik. Aradığımızı Türlerin Kökeni'nde bulduk. Kutsal kitabın masalımsı açıklaması geçerli olamazdı. Bilimsel görünen diğer açıklamaları da yeterli bulamıyorduk. Darwin kuramı her yönüyle bilimsel yeterlikte idi.

Kuramın dayandığı iki temel nokta vardır:

(1) Canlı dünyada, yeni türlerin oluşumuna yol açan sürekli ama yavaş giden değişim;

(2) "Doğal seleksiyon" dediğimiz evrim sürecini işler kılan düzenek.

Birinci nokta, türlerin sabitliği varsayımını içeren yerleşik öğretiye ters düşmekteydi. İkinci nokta, evrimin tüm ereksel görünümüne karşın salt mekanik terimlerle açıklanabileceğini göstermekteydi.

Darwin kuramının özünü oluşturan doğal seleksiyon, başlangıçtan günümüze değin, değişik eleştirilere uğramıştır. Bu nedenle, ilkenin öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Darwin'in evrim kuramı, gözlenebilir üç olgu ve iki ilke içerir.

İlk olgu, üreme biçimleri ne olursa olsun, canlıların geometrik diziyle çoğalma eğilimidir.

İkinci olgu, bu eğilime karşın türlerde nüfusun aşağı yukarı sabit kaldığıdır. Bu iki olgudan, Darwin 'yaşam savaşımı' ilkesine ulaşır.

Üçüncü olgu, canlıların (bir türü hatta bir aileyi oluşturan bireylerin bile) az ya da çok belirgin farklılıklar sergilemesidir. Yaşam savaşımı ilkesiyle birleşen bu olgu Darwin'i temel ilkesi olan doğal seleksiyon düşüncesine götürür. Belli bir çevrede farklı özellikler taşıyan bireyler arasında yaşam savaşımı varsa, doğal koşullara uyum bakımından, özellikleri üstünlük sağlayan bireylerin (veya türlerin) egemenlik kurması, diğerlerinin elenmesi kaçınılmazdır.

Evrim sürecinin dayandığı bu düzeneğe, tüm eleştiri ve uğraşlara karşın, daha geçerli diyebileceğimiz bir alternatif bulunamamıştır. Ayrıntılarında kimi değişikliklere uğramakla birlikte, kuramın sürgit Darwinci kalmayacağını gösteren herhangi bir belirti yoktur ortada!

Newton, yerçekimi ilkesiyle devinim yasalarının, yersel ya da göksel, tüm nesneler için geçerli genellemeler olduğunu göstermişti. Darwin de yaşam savaşımı, doğal seleksiyon, çevreye uyum gibi bir kaç ilke içeren kuramıyla evrim olgusuna bilimsel açıklama getirdi; insanın ottan çiçeğe, amipten maymuna uzanan canlı dünyanın bir parçası olduğunu gösterdi.

Biyografi Konusu: Charles Darwin nereli hayatı kimdir.
sedat sencan - avatarı
sedat sencan
VIP VIP Üye
11 Haziran 2007       Mesaj #2
sedat sencan - avatarı
VIP VIP Üye
BİLİMSEL BİR TOPLANTI
Herkes 30 haziran 1860 tarihini bekliyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
O gün Oxford’daki İngiliz Bilim Geliştirme Derneği’nin bir toplantısı yapılacaktı.
Bu tip etkinliklerde bilimsel konular ele alındığı için görüşmelerde ciddiyet ön plandadır.
Bilimle ilgili kişiler fikirlerini ağırbaşlı tavırlarla anlatır,izleyenler sessizce dinlerlerdi.
Ama o gün yapılacak toplantının her zamankinden farklı geçeceği tahmin ediliyordu.
Zihinlerde böyle bir kanı belirmesinin iki nedeni vardı:
Birincisi, Darwin’in evrim kuramı için görüşler ortaya konacaktı.
İkincisi,o günlerin iki ünlü bilim adamı arasındaki kişisel çekişme en üst seviyedeydi.
Richard Owen hayvan anatomisi alanında uzman bir kişidir.
Fosil kemiklerini,eksiklikleri tamamlayarak tam iskelet haline getirmede dünyaca ünlü idi.
Thomas Henry Huxley ise kendi alanında bir hayli başarılı olan biyologdu.
Bu iki kişi birbirinden hiç hoşlanmıyordu.Meslek hayatları boyunca bu böyle devam etti.
Özellikle Zooloji Derneği,Royal Society ve Doğa Tarihi Müzesi mücadele mekanları oldu.
Bu kurumların idari yapısı,buralara sunulan bilimsel bilgiler ve sonuçların değerlendirilmeleri…
Bunların tümü, ikisi için uzlaşamadıkları konulardan sadece birkaçıdır.
En önemlisi ise R.Owen ,Darwin’den ve onun kuramından nefret ediyordu.
Huxley ise Darwin’in en ateşli taraftarıydı.
Toplantıya katılacak olan bir diğer kişi ise herkesin dikkatini üzerinde toplamıştı.
Bu kişi Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce idi.
Tabii ki evrim kuramının tek kelimesine bile inanmıyordu.
İnanmamak bir tarafa elinden gelse bu tip görüşleri insanların zihninden silerdi.
Yaygın bir söylentiye göre R.Owen bir gece önce piskoposu evinde ziyaret etmişti.
Ona teori ile ilgili geniş açıklamalarda bulunmuştu.
Nihayet o gün geldi.
Bin kişiden fazla insan salonu olduğu gibi doldurdu.Bir o kadarı içeri girememişti.
Darwin toplantıya katılmıyordu.
Açılış konuşmasını New York Üniversite’sinden J.W.Draper yaptı.
Konu ‘Bay Darwin’in Görüşleri Işığında Avrupa’nın Entelektüel Gelişimi’ idi.
Konuşma açılış özelliğinde idi ama tam iki saat sürdü.
Büyük bir ihtimalle dinleyicilerin ezici çoğunluğu uyuklamıştır.
Nihayet kürsüye Piskopos S. Wilberforce çıktı.
O günlerde ses kayıt cihazları olmadığı için bundan sonrası rivayet şeklindedir.
Üstelik bu rivayetler konuya taraf olup olmama açısına göre yorumlanarak söylenir.
İfade edilen kelimeler harfi harfine olmasa da asıl düşünce olarak bugüne ulaşmıştır.
S. Wilberforce evrim teorisinin anlamsızlığından söz ederek konuşmasına başladı.
Bir müddet sonra Thomas Henry Huxley’in oturduğu bölüme döndü.
Bizzat ona,maymunlarla akrabalığının büyükanne tarafından mı,
Yoksa büyükbaba tarafından mı geldiğini sordu.
Huxley,şüphesiz Darwin’in insanların maymundan geldiğini iddia etmediğini biliyordu.
Söz konusu olan insan ve maymunun ortak bir atadan türeyişi idi.
Ama Piskopos S. Wilberforce’ın bu sorusu karşısında biraz sinirlendi.
Orada bulunanların bazısı bu sözlerin şaka yollu söylendiğini belirtmiştir.
Ama bazıları da bir meydan okuyuş olarak algıladı.
Huxley ayağa kalkarak cevabını şöyle verdi:
--‘Bilimsel gerçekleri baltalamak için diller döken bir adamın soyundan gelmektense,
Alçak gönüllü ve haddini bilen bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim.’
Huxley’in sözleri kelimesi kelimesine böyle miydi?Bunu tam olarak bilemeyiz.
Ama;orasının bilimsel tartışmaların yer aldığı bir mekan olduğunu,
Böyle bir yerde cahilce konuşan birinin akrabası olmaktansa,
Maymunla akrabalığı yeğleyeceği anlamında konuşmuştu.
Bu sözler üzerine ortalık bir anda karıştı.
Bağırıp çağıran insanların gürültüsü salonun her yanını kaplayıverdi.
İzleyicilerin bir kısmı bu sözlerin S. Wilberforce’ın makamına hakaret olduğunu söylüyordu.
İyi bir bilim takipçisi olan Lady Brewster yere düşüp bayıldı.
O tarihten 25 yıl önce Darwin’in yolculuk yaptığı geminin kaptanı Robert Fitzroy da oradaydı.
Elindeki Kutsal Kitap’ı havada sallayıp ‘Kitap.Kitap’ diye bağırıyordu.
Piskopos S. Wilberforce ve yanındakiler salonu terk etti.
Bunlardan sonra neler olduğu da çeşitli şekillerde anlatılır.
Bazıları bir-iki bilimadamının kürsüye çıkarak konuştuklarını ve toplantının devam ettiğini söylerler.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
29 Haziran 2007       Mesaj #3
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Charles Robert Darwin (12 Şubat 1809 – 19 Nisan 1882) İngiliz doğabilimci.

Ad:  Charles_Darwin_by_Julia_Margaret_Cameron.jpg
Gösterim: 410
Boyut:  118.9 KB

Ailesi
Çömlek endüstrisi kralı Josiah Wedgwood'un kızı Suzannah ve zengin bir doktor, özgür düşünceli şair ve evrim konusu üzerine de çalışmış bir bilim adamı olan Erasmus Darwin'in torunu, Robert Darwin'in oğlu olarak İngiltere, Shrewsbury'de dünyaya gelen Charles Darwin sekiz yaşına geldiğinde annesini yitirdi.

Öğrenim Hayatı
Shrewsburry School'da eğitimine başlayan Darwin'in de okulla arası, Einstein gibi pek iyi değildir. Öyle ki hocaları arasında ona aptal gözüyle bakanlar vardır. Oysa bu başarısızlık, Darwin'in okul müfredatıyla örtüşmeyen ilgi alanlarıyla ilgilidir.

Darwin daha sonra baba mesliğini devam ettirmek için Edinburg Üniversitesi'ne tıp öğrenimi için gider. Ancak başarısız iki yılın sonunda babası tıp eğitimini bıraktırır ve Darwin'i din adamı olmaya ikna eder. Edinburgh Üniversitesi'ni bırakıp, Cambridge Üniversitesi'ne teoloji öğrenimi için devam eder. Ama doğa tarihiyle olan ilişkisi gün geçtikce aşka dönüşür. Teoloji öğreniminin yanı sıra böcek toplama etkinliğini sürdürür ve oluşturduğu koleksiyonuyla bilim çevrelerinin takdirini kazanır. Bu arada botanik ve jeoloji derslerine katılır. Tüm bunların yanı sıra Edinburgh'da, öğrenciler tarafından kurulan Plian Societynin üyesi olur ve ilk kez bu maddeci toplulukta bilimsel tartışma içerisine girer. Burada botanik profesörü John Steven Henslow ile yakın dostluk kuran Darwin tüm ilgisini doğa tarihine verir. Henslow'un desteğiyle, 1831'de beş yıllık bir bilimsel araştırma gezisine çıkan Beagle adlı gemide doğa bilimci olarak görev alır. Bu Darwin'in yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. Yolculuk boyunca başta Patagonya olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden türlere ilişkin fosil ve örnekler toplar, gözlemsel bilgiler edinir, notlar alır. Özellikle Galapagos Adaları'ndaki dev kaplumbağalar ile kuşlar üzerindeki gözlemleri, türler arasındaki akrabalık ilişkilerini kavramasında etkili olmuş ve birçok canlının aynı atadan gelip evrim geçirerek farklılaştığını keşfetmiştir.

Eserleri
Görüşlerinin tepki toplayacağı ve bundan karısı ve çocuklarının zarar göreceği endişesiyle çalışmalarını yalnızca yakın çevresiyle paylaştı ve uzun süre yayımlamadı. Bu arada boş durmayan Darwin, yaklaşık yirmi yıl hiç durmadan kanıt toplamaya devam etti. 1858'de evrim konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan Alfred Russel Wallace'ın da mektuplarını eklediği bir bildirgeyle görüşlerini açıkladı. 1859'da da çalışmalarını Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı kitapta topladı.

Geniş yankılar uyandıran kuram bütün dünyada tepkiyle karşılandı. Darwin tüm saldırılara karşın 1871'de İnsanın Türeyişi kitabını da yayımladı. Bu eseri yazarken Darwin Thomas Malthus’un Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme adlı eserinden etkilenmişti. Malthus’a göre, bir insan veya hayvan topluluğu, bütün bireyleri yetişkin yaşa gelir ve ürerse çok büyük bir hızla iki katına çıkabilir. Teze göre; "Hayvan topluluklarının az çok kararlı bir nüfusu korumaları, çok sayıda bireyin üreme yaşına gelmeden ölmesine bağlıdır. Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir."

Ölümü
Hıristiyan inanışına olan bağlılığını yitiren ve bir agnostik (bilinemezci) olduğunu bildiğimiz Charles Darwin 19 Nisan 1882'de öldüğünde, ailesi onu bölgedeki bir kilise avlusuna, çocuklarının mezarlarının yanına gömmeyi düşünüyordu. Ne var ki, aynı düşünceyi paylaşmayan bazıları çarçabuk harekete geçerek, önde gelen bilim insanları ve hükümet üyelerini ikna çalışmasına girişti. Amaçları, bu kişileri biraraya getirip İngiltere'nin ünlü kilisesi Westminster Abbey'nin baş rahibinden Darwin'in buraya gömülmesini rica etmelerini sağlamaktı. Baş Rahip George Granville Bradley, “gerekli onayın canı gönülden verileceği”ni bildirdi. Böylece, agnostik olan Darwin 26 Nisan Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin'i kendi kuramını yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin “Bilginler Köşesi” olarak bilinen bölümünde, Sir Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel'in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için “gizemlerin gizemi” tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel'e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu. günü öğleden sonra Westminster Abbey'ye gömüldü. Tabutunu taşıyanlar arasında eski dostu botanikçi Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin'i kendi kuramını yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin “Bilginler Köşesi” olarak bilinen bölümünde, Sir Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel'in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için “gizemlerin gizemi” tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel'e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu.

Çalışmalarıyla İlgili
Bugün Darwin özdeşleşen evrim kuramı, aslında çok öncelere dayanır. Öyleki ilk kez MÖ 6. yüzyılda İyonya'lı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Aristotales, İbni Haldun gibi pek çok bilgin, canlılığın oluşumu ve gelişimi konusunda fikirler ortaya atmıştır. Ancak bu konu üzerine en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren ve olgusal olarak yoklanabilinicek bir kuram haline getiren Charles Darwin olmuştur. Bugün kuram paleontoloji, genetik ve embriyoloji gibi bilimler tarafınca sürekli yenilenmekte ve gelişmektedir.
BYAYD SPEOPLE - avatarı
BYAYD SPEOPLE
Ziyaretçi
30 Haziran 2007       Mesaj #4
BYAYD SPEOPLE - avatarı
Ziyaretçi
Darwin’in mektupları internete taşındı


Evrim teorisinin babası Charles Darwin’in hayatı boyunca yazdığı 9 bin mektup, Cambridge Üniversitesi’nin katkısıyla internet ortamına taşındı.LONDRA - “Darwin Mektupları” adlı projede, ünlü bilimadamının 12 yaşından ölümüne kadar yazdığı mektuplar yer alıyor. Darwin’in tüm hayatı boyunca 14 bini aşkın mektup yazdığı düşünülüyor. Dünyadaki en büyük arşiv ise Cambridge Üniversitesi’nde. Arşivi internetten kullanıma açan üniversite, bu şekilde meraklılarına Darwin’i daha yakından tanıma imkanı sağlamayı amaçlıyor. Sitede, kısa vadede 5 bin mektuba tam erişim sağlanacak.



peaceful - avatarı
peaceful
Ziyaretçi
16 Eylül 2008       Mesaj #5
peaceful - avatarı
Ziyaretçi
''gelişmiş bir göz bana soğuk bir titreme veriyor.ama aşamalarla gelişen diğer örnekleri düşündülçe,sağduyum bana bu soğuk titremeyi yenmem gerektiğini söylüyor.gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu.ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım.şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok rahatsız ediyor.örneğin tavus kuşunun tüylerini görmek beni nerdeyse hasta ediyor.''

CHALES DARWIN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Charles DARWIN (1809-1882)
MsXLabs.org & Temel Britannica

Canlıların bugünkü biçimlerine gelinceye kadar bir dizi değişiklik geçirdiğini saptayarak evrim kura­mını en açık biçimde ilk kez ortaya koyan, İngiliz doğa bilgini Charles Robert Darwin olmuştur (bak. Evrim).
İngiltere'deki Shrewsbury'de doğan Dar­win şair, doktor ve bilim adamı Erasmus Darwin'in torunuydu. Babası da oğlunun doktor ya da din adamı olmasını istiyordu. Ama derslerden çok doğayla ve sporla ilgilen­diği için başarısız bir öğrenci olan genç Darwin önce tıp, sonra din öğrenimini yarım bırakarak babasını düş kırıklığına uğrattı.
Cambridge'de din öğrenimi gördüğü yıllar­da botanik profesörü John Stevens Henslow ile yakın bir dostluk kuran Darwin artık yalnız doğa tarihiyle ilgileniyordu. Henslow'un desteğiyle, beş yıllık bir bilimsel araş­tırma gezisine çıkan Beagle adlı gemide doğa bilimci olarak görev aldı. Dünyanın hemen her yanındaki, özellikle Galâpagos Adaların­daki binlerce hayvan ve bitki türünü inceleme fırsatı bulduğu bu gezi Darwin'in yaşamında bir dönüm noktası oldu. Yolculuk boyunca yaptığı gözlem ve keşiflerle canlılar arasında­ki akrabalık ilişkilerini kavramaya başlamış, birçok canlının aynı atadan geldiğine ve evrim geçirerek farklılaştığına inanmıştı.
1858'de, evrim konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan Alfred Russel Wallace' ın gönderdiği notları da ekleyerek bu konuda­ki görüşlerini bir bildiriyle duyurdu. 1859'da da çalışmalarını derleyerek Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı ünlü yapıtını yayımladı. Bu yapıtında, "doğal seçme" ya da "doğal ayıklanma" yoluyla canlıların nasıl evrim geçirdiğini açıklayarak kuramının te­mel ilkelerini tanıttı. Bu kurama göre bütün canlılar arasında sürekli bir yaşam savaşı vardır. Doğanın koşullarına daha iyi uyum sağlayacak biçimde değişiklik geçiren canlıla­rın bu savaşı kazanarak ayakta kalma şansı daha fazladır. Besinini daha kolay sağlayan ve düşmanlarından korunma yollarını bulan can­lılar bu özellikleri kendi döllerine de aktara­rak soylarını sürdürürken, aynı ortamdaki öbür canlılar doğal seçimle ayıklanarak yok olur.
Geniş yankılar uyandıran bu kuram yalnız İngiltere'de değil bütün dünyada, özellikle din ve bilim çevrelerinde büyük bir tepkiyle karşılandı. Tanrı'nın yeryüzünü ve bütün canlıları bugünkü biçimleriyle yarattığına ina­nanlar, canlıların doğada kendiliğinden deği­şikliğe uğradığını öne sürmekle Darwin'in bu kutsal gerçeğe saldırdığını düşünüyorlardı. 1871'de yayımlanan İnsanın Türeyişi (The Descent of Man) daha da büyük tartışmalara yol açtı. Çünkü Darwin bu yapıtında insanın ve maymunların ortak bir atadan, büyük olasılıkla çok ilkel ve maymunsu bir canlıdan türemiş olabileceğini açıklıyordu.
Darwin, evrim konusundaki çalışmalarının yanı sıra, yaptığı yolculukları, mercan resifle­rini, çiçeklerin böcekler aracılığıyla döllenme­sini ve böcek yiyen bitkileri anlatan birçok makale yazdı. Beagle gemisiyle çıktığı yolcu­lukta yakalandığı hastalığın giderek ağırlaş­masına ve aldığı sert eleştirilere karşın canlı­lar üzerindeki araştırmalarına hiç ara verme­di. Bugün Darwin'in evrim kuramı bütün bilim adamlarınca benimsenmiş, doğal seçme ilkesi ise kalıtım konusundaki yeni bilgilerin ışığında daha bilimsel temellere oturtulmuş­tur (bak. Kalıtım ve Genetik).
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Materyalistler, fen adamı rolüne girip, (İnsanların maymundan türediğini Darwin söyledi) diyorlar. Halbuki Darwin böyle bir şey söylemedi. Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Türlerin Kökeni) ismindeki kitabında, canlıların çevreye uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. (Bir tür, başka türe döner) demedi. İngiliz İlim Birliğinin 1980’de Salford’daki toplantısında konuşan Prof. John Durant diyor ki:
(Darwin’in insanın kökeni ile ilgili görüşleri, modern bir efsane olup çıktı. Bu efsane, ilmi ve sosyal gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Evrim masalları, ilmi araştırmaları tahrip etti. Şimdi Darwin’in teorisi dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce yığını bırakmıştır.)

Evrimcilere göre, Neandertalar, ilk insandır, önce dört ayak üzerinde yürümüş, daha sonra da bugünkü hâle gelmiştir. Bu kadar ilkel olan bir mahlûkun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkün değildir. Bütün din kitapları, ilk insanın homo sapien [iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahlûk] olduğunu bildirmektedir. Dört ayakla yürüyen hayvanın bugünkü insana dönüşebileceğini hiç kimse iddia etmemiştir. Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini, canlılardaki değişmelerin, kendi türleri arasında olduğunu bildirirler.

Bütün din kitapları, ilk insan olan Hazret-i Âdem’in, buğday ektiğini, ev yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi ilk insanın, dünyanın oldukça tekamül ettiği bir zamanda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahlûklarla hiçbir ilgisinin olmadığı apaçıktır. [Zaten bütün din kitapları, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Havva ile Cennette yaşadığını, sonra dünyaya indirildiklerini bildirmektedir. Cennetten gelenlerin başka ilkel mahlûklarla ne alakası olabilir?]

Üçüncü zaman sonunda yaşayan “Antropoit” dedikleri maymun iskeleti bulununca, evrimciler tarafından, (İnsanın ceddi olan maymunun kemiği bulundu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) gibi yalanlar yazılıp, hayali resimler yapıldı.

1912’de İngiltere’de C. Dawson bir fosil bulduğunu söyledi. Sonradan (Piltdown adamı) denilen bu fosil, maymunla insan arasında bulunan fosiller içinde en güvenilir olarak meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri insanınkine, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğine benziyordu. Böylece ilk insanın maymun insan arası bir mahlûk olduğu yazılıp çizildi. Din ile alay edildi. Bu fosilin şüpheli taraflarının bulunduğunu, bu bakımdan yeniden incelenmesini isteyen bilim adamlarına izin verilmedi. Ama son yıllarda bir Alman heyeti, bu fosili inceler, şüpheli yerler bulur. Neticede Dawson’un, hile yaparak, insan kafatasına maymunun çene kemiğini yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı.

1922’de Pliosen devrine ait bir azı dişi bulundu. Hemen evrimciler, bunun ilkel bir insan olduğunu söylediler. Bir azı dişinden esinlenerek, (Nebraska adamı eşiyle beraber) diye hayali resimler çizdiler. Amerika ve İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza ait olduğu tespit edildi.

Yarım kafatası, uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş, bunların hepsi bir kafa kabul edilmiş ve adına Java adamı denilmiştir. Prof. Gish bu hususta diyor ki:
(Java adamı denilen varlık bir maymundur. Maymun kafatası ile insan uyluğu birleştirilmiş, adına Java adamı denilmiştir.)

Bu kemikleri bulan ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden önce, gerçeği itiraf etmiştir. (Java adamı dediğim kemikler, gerçekte bir gibbon maymunudur) demiştir.

Madem böyle şu adam, bu adam yaşamış da, niye bir tane de, binlerce değildir? Bu husus da bunların uydurma olduğunun başka bir delilidir.

Evrimciler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneş balçıkla sıvanmaz. Maymundan geldiğini söyleyenler olduğu gibi, ayıdan geldiklerini söyleyenleri de vardır. Bir İtalyan profesörü, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştır:

1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır.

2- Ayı, dişisi ile, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Halbuki maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, ilim adına uydurulmuş bir rezalettir.

Evrim ve tesadüfler
Prof. Dr. Cevat Babuna konuşmasına şöyle devam etti:
İnançsız evrimcilere göre, bir organizma veya bunun temsilcisi olan hücreler, bir işi yapa yapa öğrenirler ve sonunda ona göre uyum sağlarlar. Mesela zürafanın boynu yüksek dallardan gıda temin etmeye çalışa çalışa uzamıştır. Parmaklarımız sert cisimlere vura vura koruyucu olan tırnağı geliştirmiştir. Türler ve hücreler arasında bir hayat savaşı vardır. Bu savaşta kuvvetli olan zayıfı tasfiye eder.

Sadece hayatın başlama noktası, bütün bu iddiaların ne kadar geçersiz ve saçma olduğunu ortaya koymaktadır.

Dünya kurulalı beri hiçbir sperma hücresi, dölleme görevini yaptıktan sonra tekrar geri dönmek ve ana hücrelerine yaptığı işler hakkında bilgi vermek imkânını bulamamıştır.

Mademki, sperma ana hücresinin ve spermanın, kendisini ne gibi görevler beklediğini önceden bilmesine imkân yoktur. O zaman kendisine özel yapıyı veren ve bir sürü tedbirler aldıran nedir?

Spermanın başına koruyucu zırhı yerleştiren, birtakım hücreleri yok edecek eritici silahları taşıtan hangi kuvvettir?

Bilim dünyasının bile ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebildiği insan hücresinin kromozom sayısının 46 olduğunu sperma nereden biliyor?

46’dan daha fazla kromozomlu bir insanın sakat olacağını, hatta öleceğini ve bu sebepten kromozom sayısını yarıya indirmesi gerektiğini nasıl öğrenmiştir? Yola çıkmadan önce görevinin başka bir hücreyle birleşmek olduğunu da bilmeden, üstelik bu işlemi 20. asırda değil, onbinlerce yıldan beri kusursuz olarak yerine getirmektedir.

Bu bilgileri ne kendisini yapan ana hücreden, ne de dünyadaki antropologlardan veya jinekolog doktorlardan alması mümkün değildir. O halde bu tedbirler ve ince mühendislik hesapları hangi kuvvetin eseridir?

Kromozomlarını indirgeyen sperma hücresi, taşıdığı yüzbinlerce genin kontrolünü hangi bilgisayarlarla yapmakta ve bunların yeterli olmadığını görerek yarıştan niçin çekilmektedir?

Çocuğun cinsiyetini verecek kromozomlar X ve Y harfleriyle adlandırılır. Yumurtacıkta daima X kromozomu vardır. Sperma ise yarısı X, yarısı Y kromozomlarından oluşan bir kombinasyona sahiptir. Yumurtacık, X kromozomu taşıyan bir sperma tarafından döllenirse, döllenmiş hücrede XX kromozomları olur ve çocuk dişi olur. Y kromozomu taşıyan bir sperma döllerse, çocuk XY kromozomlu olur, yani erkek olur. Buradan da anlaşılabileceği gibi, cinsiyeti tayin edecek spermadır, yani babadır.

Bu bilgilere göre, doğacak çocukların % 50’sinin erkek ve % 50’sinin kız olması gerekir. Hâlbuki gerçekte bu böyle olmamaktadır.

Normal hayatta dış şartlara kadınlar erkeklere göre daha dayanıklıdır. Mesela düşük kilolu bebeklerin kuvözlerde erkek çocukların yaşama şansı, kız çocuklara oranla daha azdır.

Aynı şekilde büyüklerde de, çeşitli sebeplerle erkekler kadınlardan daha çok ölmektedir. Harpler, trafik kazaları vs. ele alındığında, dünya üzerindeki erkek sayısının gittikçe azalan bir çizgi izlemesi gerekirdi.

Bu şekilde, sonunda sadece kadınlardan ibaret bir dünya ortaya çıkardı. Hâlbuki herkes biliyor ki, dünyada kadın erkek sayısında belirli bir denge vardır ve bu denge değişmemektedir.

Bütün bunlara rağmen, aklı başında olmak kaydıyla, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilecek bir kişi çıkabilir mi?

Evrim ideolojisi
Bilim Araştırma Vakfı’nın davetlisi olarak ülkemize gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, konferansta özetle dedi ki:
Canlıların kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller, fosil kayıtlarıdır. Yani yaratılış veya evrimden, hangisinin doğru olduğunu saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin iddia ettikleri yüz milyonlarca yıl boyunca gerçekleşen evrim sürecinde, yüz milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun varlığını gerektirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.

Fosil kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi, maymunlar hep maymun ve insanlar hep insan kalmışlardır. Evrimciler çarpık değerlendirmeler yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalıştıkları zamanlama metotlarını sık sık değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin ışığında evrimi geçerli kılmaya çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız olduğunu da biliyorlar.

Başlangıçta umduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil kayıtları ve teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in bulduğu çözüm, yani fosil kayıtlarının çok eksik olduğu iddiası ileri sürüldü. Oysa şu anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları çok miktarda arttı. Bugün 250 bin farklı türün fosili mevcut. Ancak durum başlangıçtan farklı değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını umduğu fosillerden iz yoktur.

Karmaşık canlıların gelişmeleri için gereken milyonlarca yılda bırakmaları gereken fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi herhangi bir dayanaktan yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların birdenbire ve evrim açısından “dramatik” biçimde ortaya çıkışlarını açıklamak amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel, atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi çökmüştür. Bu kadar şüphe götürmez delillere rağmen, eğer bir kimse bu karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan evrimleştiğine inandığını söylerse, elbette bu modern bilime zıttır. Bu kişi, evrime, bilimsel gerçekler ışığında değil, bilimsel gerçeklere rağmen inandığını kabul ediyor demektir. Nitekim evrimi savunan çevrelerin, içinde bulunduğu durum da budur. Bu ise, evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir ideoloji haline sokmuştur.

Evrimciler insanın maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Ancak bu evrim süreci ve fosil kayıtları da yine en çok evrimciler tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak açıkladıkları Australapithecus aferensis, insan gibi iki ayağı üzerinde yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela bir daldan meyve koparmak] için kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu anlamına gelmiyordu. Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu tükenmiş bir maymun cinsi olduğunu söylüyorlar.

Eugene Dubois, insanın maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti. 1891’de önce bir kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu. Ardından buluntulara 3 adet diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ait olduğunu iddia etmekle kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından hareketle ilkel bir maymun ve uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen bir insan türü olduğunu ortaya attı. Buna Homo erectus [Dik yürüyen maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia, evrimcilerce sevinçle karşılandı.

Ne var ki, Dubois bile, bir süre sonra kendisinin de ikna olmadığını ve bunun bir maymuna ait olduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim adamı da bunun Pithecantropus türü bir maymuna ait bir kafatası olduğu konusunda birleştiler.

İkinci örnek Pekin Adamı da bundan farklı değildir. Evrimciler hiçbir tutarlı iddia ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı bulunamadı ve evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir çalışma” olduğu anlaşılmış oldu.

Evrim efsaneye dayanır
Bilim Araştırma Vakfı’nın düzenlediği, yerli yabancı ilim adamlarının katıldığı konferansta konuşan Amerikalı biyolog Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki:
Evrim efsaneye dayanır. Şöyle ki, Enuma Elish destanı Yunan filozoflarını çok etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini Sümerler’in destanından esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının doktrinleri ise Lamarck’a kadar uzandı. Lamarck ilk defa, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini söyleyerek konuyu güncelleştirdi. Lamarck, bugünkü zürafaların geçmişte boynunun kısa olduğunu, ancak ağaçların yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının da uzadığını iddia etmişti. Genetik biliminden habersizdi. Bugün böyle bir gelişimin, biyolojik olarak imkânsızlığı ispat edilmiştir. Lamarck’tan sonra, bu safsatayı Darwin tekrar gündeme getirdi.

Darwin’in fikirleri, temel olarak gözlemlere ve doğal seleksiyon, ayıklama adını verdiği bir mekanizmaya dayanır. Buna göre bütün canlılar, ortak bir ataya sahiptir ve türler bu ortak atadan zamanla, yavaş yavaş çeşitlenerek ortaya çıkmıştır.

Darwin’in zamanında genetik ve mikrobiyoloji gibi hücre ve üreme konularına bilimsel açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için iddialarına karşı, kesin bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya çıkması, Darwin’in teorisini temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de yeni yollar aramak durumunda kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması eklendi.

Bu iddiaya göre, mutasyonlar, yani canlının genetik şifresi DNA’da meydana gelen hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar oluşuyordu ve doğal seleksiyon bunları ayıklayarak güçlülerin hayatta kalmalarını sağlıyordu.

Oysa bu durum teoriyi kendi içinde bile çelişkili hale getirmişti. Çünkü mutasyonlar canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Zaten çok nadiren meydana gelen bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için ancak üreme hücrelerinde olması gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu. Tek bir faydalı mutasyonu tanımlamak bile çok zorken, türü değiştirebilecek bir mutasyonlar zincirini düşünmek imkânsızdı.

1953’de Miller bir deney gerçekleştirdi. Evrimcilerin iddialarındaki doğal seleksiyon mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını, çeşitli sebeplerden dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme yaşandığını, ancak hiçbir zaman bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye dönüşmediğini ispat etti. Moleküler düzeyindeki incelemelerinde, aminoasitlerin yapılarının evrimle açıklanamayacağı görüldü.

Bütün canlılarda, rastgele değil, çok muntazam bir dizayn vardır. Buna göre canlı organizmalar, bir makinenin parçaları gibi yüzlerce, binlerce parçanın, daha doğrusu sistemin birlikte çalışmasıyla hayatlarını devam ettirmektedirler.

Bu çok sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile mükemmel bir uyum içinde çalışmaktadır. Mesela vücudun savunma sistemleri, organizmanın korunması için antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi reaksiyon gibi karmaşık metotlar kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması gibi birçok döngü reaksiyonları meydana getirirler. Olayların kendine has oluşları ve kontrolün oluşumu üst düzey bir dizayna işaret etmektedir. Böyle üstün bir dizayn tesadüfler sonucu ve rastgele oluşmuş olamaz. Bu, bir sisteme ait olan ve birbiriyle uyumlu bütün parçaların, ancak o sistemi bütünüyle tanıyan bir Yaratıcı tarafından ortaya çıkarılmış olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu parçaların her birinin yapısı, iç mekanizması ve işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer delildir.
[Kur’an-ı kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı bildiriliyor. İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.]

Evrim ve yaratılış
Bilim Araştırma Vakfı yöneticileri, bir dergideki solcu bir yazara verdikleri cevabı, basına da dağıtmışlar. Bu uzun mesajda özetle [ve kısa ilavelerle] deniyor ki:
Dergideki yazıda, “Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmaktadır” denmiştir. Hâlbuki bahsedilen konferanslarda, Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmamış, çürütülmüştür. Evrim teorisi ele alınmış, ateist ideolojilerin ürünü olan bu dogmanın mesnetsizliği, bizzat bilim yoluyla ortaya konarak, teorinin çöpe atılması sağlanmıştır. Ayrıca Marksist felsefeyi savunanların yaratılış gerçeği karşısında ileri sürdükleri teori, her açıdan geçersiz kalmış ve savunucuları büyük bir hezimete uğramıştır.

Yazıda, “Evrim teorisi dinin en zayıf noktasıdır” deniyor. Evrim teorisi dinin değil, materyalist felsefenin en zayıf noktasıdır. Çünkü başta K. Marx ve F. Engels olmak üzere materyalist felsefenin ileri gelen fikir babalarınca defalarca ifade edildiği gibi, Evrim teorisi, materyalist felsefenin temel dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim K. Marx, Evrim teorisini ortaya atan Darwin’in kitabı için, “Bizim görüşlerimizin doğal tarihi temelini içeren kitap budur” demiştir.

Evrim teorisi, materyalist felsefenin temeli olduğu için, bu teorinin mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, materyalist felsefenin ve onunla bağlantılı bütün ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktır. İşte yazarın saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan asıl sebep budur.

Dergi, “İnsanlar, yaratılış için tanrısal bir masal uydurmuşlar. Kutsal kitaplar, bütün canlıların Hazret-i Âdem’den yaratıldığını söyler” derken, dergi, bütün canlıların değil, insanların türemesini kastetmiş olmalıdır. Çünkü bilindiği gibi, Kur’an-ı kerimde Hazret-i Âdem’in ilk canlı olduğu ve mikroorganizmalardan memelilere kadar bütün canlıların Hazret-i Âdem’den türediği gibi bir açıklama mevcut değildir. Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Âdem’in ilk insan olduğu ve insan neslinin Hazret-i Âdem’den türediği belirtilmektedir.

Yazar, “Doğal Seçme Yasası ile din asla bağdaşmaz” diyor. Yazar dini bilmediği gibi, Evrim teorisini ve bilimi de bilmiyor. Çünkü Doğal Seçme Yasası diye bir şey yoktur. Doğal seçme [seleksiyon] ise, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir kelime oyunundan ibarettir.

Yazar, “İnsanlar tercihlerini ya inançtan, ya bilimden yana yapacaklardır” diyor. Eğer, “İnanç”tan kastettiği “Yaratılış inancı” ise, iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim arasında hiçbir aykırılık mevcut değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışın doğruluğunu ortaya koymaktadır. Eğer “İnanç”tan kastettiği, Evrim teorisine olan körü körüne bağlılık ise, yalnız bu tespiti doğrudur. Bilim başka şey, Evrim teorisi başka şeydir. İnsanlar tercihlerini ya bilimden, ya Evrim teorisinden yana yapacaklardır. Hem bilim, hem Evrim teorisi savunulamaz.

Yazar, “Yaratılışa inananlar Evrim teorisini çürütseler bile, yine de bu, insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez” diyor.

Birincisi, yaratılış masal değil gerçektir. Esas masal olan, çeşitli türlerde atomların uzun bir zaman içerisinde, tesadüfler sonucu bir araya gelerek, elektron mikroskobu yapıp, kendi vücudunun hücre yapısını inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden Evrim teorisidir.

İkincisi, Evrim teorisinin yanlışlığı, elbette ki, yaratılışı ispatlayan delillerden biridir. Canlıların tesadüfle oluşmasının imkânsızlığı, şuurun varlığı, bu da yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle, yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla, hem de yaratılış dışındaki alternatiflerin imkânsızlığıyla kesinlik kazanmaktadır. Yazar, “Din ile bilim hiçbir zaman birbirleriyle uyuşmaz” diyor. Demek ki yazar, Evrim teorisini ilim ile karıştırıyor.
pesimist - avatarı
pesimist
Ziyaretçi
2 Nisan 2011       Mesaj #8
pesimist - avatarı
Ziyaretçi
Charles Darwin



Lamarck gibi türlerin değiştiğini kabul eden bir başka bilim adamı da Darwin'dir. Charles Darwin (1809-1882) Gallapagos Adaları'nda, evcil hayvanlar, özellikle güvercinler üzerinde yapmış olduğu araştırmaların sonuçlarını Türlerin Kökeni adlı eserinde sunmuştur.

Evrim teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre, koşulların değişmesine bağlı olarak canlı ya hemen değişir ya da uzun zaman içinde değişim gösterir. Eğer canlı değişmezse, yaşam şansını kaybeder. ‚ünkü yaşam ilkesi ekonomidir; her şeyin belli bir işlevi vardır ve o işlevi en iyi şekilde yapmak zorundadır; ona uymayan canlı kaybolur.

Eğer yaşam şartları değişmişse, canlının da buna bağlı olarak değişmesi gerekir; aksi taktirde mevcut fakat işe yaramayan bazı kısımlarını ya da organlarını beslemek ve kendi gücünü korumak için kullanacağı besinini gereksiz yere sarfetmek zorunda kalır.

Bu durumda yaşam savaşında başarılı olma şansını zorlar, hatta kaybedebilir. Bundan dolayıdır aynı görevi yapan organın sayısı fazlaysa, bunlar değişime uğrar ya da uzun süre değişmemiş organlar ve nisbeten az gelişmiş, basit canlılar, aynı şekilde, değişime geçirirler.

Canlı değişime konu olduğunda, kollar gibi benzer organları birlikte değişir. Genellikle, canlıdaki küçük gruplar, örneğin çeşitler türlere ve türler cinslere (genus) göre daha kolay değişmek-tedir.

Canlıda iki güç vardır: Doğa koşullarına uymak için en faydalı ve gerekli organları tutup diğerlerini atması, yani doğal eleme ve ataya geri dönme isteği. Genellikle, bu güçlerden birincisi hakim olur ve canlı doğa koşullarına göre değişir, ancak zaman zaman canlıda geriye dönüşler görülebilir. Bu geriye dönüşler bazen 20 nesil sonra bile görülebilmektedir.

Darwin'in canlıda değişimin ne kadar sürede oluştuğu gibi, evrim teorisiyle açıklayamadığı bazı sorular da vardı. Darwin bu soruya kesin bir yanıt vermez; ona göre bu, çok uzun bir zaman kesitini kapsayabilir.

Evrim teorisi zamanında ve daha sonra büyük tepkilere yol açmıştır. Bazı bilim adamları onu desteklerken, bazıları da şiddetle karşı çıkmıştır. Gerek karşı çıkanlar gerekse destekleyenler, teorinin lehinde ve aleyhinde deliller toplarken, biyolojinin gelişmesine de katkıda bulunmuşlar, özellikle embriyoloji, jeoloji, paleoantropoloji ve karşılaştırmalı anatomi konularındaki çalışmalardan delillerle görüşlerini desteklemişlerdir.

Darwin'e karşı olan bilim adamları canlının değişmediğini, türlerin sabit olduğunu kabul etmişlerdir. Onlara göre, değişme söz konusu olamaz; çünkü canlı yeni koşullara uymaya çalışırken, bunu başaramaz ve yok olur.

Örneğin, iklim değişip de ortalık bataklığa dönüştüğünde, canlı uyum sağlayamadan bataklıkta yok olup gider. Bunlar sönmüş türleri meydana getirir. Bunların en güzel delillerini fosiller bize sağlamaktadır.
Son düzenleyen Safi; 5 Aralık 2015 22:14
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
8 Haziran 2011       Mesaj #9
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Charles Darwin

Doğum: 1809, Shrewsbury
Ölüm: 1882, Down/Kent
İngiliz doğabilimcisi.

Önce Edinburgh'da hekimlik, ardından Cambridge'de dinbilim öğrenimi gördü. Doğa bilimlerine büyük ilgi duydu ve din adamı olmaktan vazgeçti. 1831'de Beagle gemisinin çıktığı bilimsel sefere doğabilimci olarak katıldı. 5 yıl süren bu yolculuk boyunca Güney Amerika'yı ve Pasifik adalarını dolaştı.

Edindiği gözlemlere dayanarak, 1859'da dev yapıtını yayımladı: "On the Origin of Species by Means of Natural Selection" (Doğal Ayıklanma Yoluyla Türlerin Oluşumu). Bunda ve öteki yapıtlarında, türlerin çeşitliliği üstüne ileri sürdüğü yeni görüşleriyle "Darwincilik" denen bir evrim kuramını geliştirdi. Özellikle Galapagos Adaları düzeyinin ve pampa toprakları tabakalarında rastlanan soyu tükenmiş hayvan türlerinin incelenmesinden sonra, türlerin değişmezliğinden kuşkulanan Darwin, ekonomici Thomas Malthus'un çalışmalarından da esinlenerek "yaşamak için savaşım" (struggle for life) ilkesini ortaya attı. Buna göre, yaşam boyunca, ortama en elverişli olanların yaşayacağı bir doğal ayıklanma sürüp gitmektedir. Darwin doğal ayıklanmanın, yeni türlerin oluşmasını ve çevreye uyum yoluyla sürekli evrimi sağladığı sonucuna vardı. Daha sonra buna, cinsel ayıklanma kavramını da katarak kuramını tamamladı: Buna göre erkekler dişileri elde etmek için mücadele ederler ve içlerinden en güçlü olanlar mücadeleyi kazanır, böylece soyu üretmeyi başarır. Dişiler de, erkeklerin en güçlü ve en yakışıklı olanını seçerler. Hayvancılık, tarımbilim, bitkibilim alanlarında incelemeler yapan

Darwin'in öteki başlıca yapıtları şunlardır:
  • "The Descent of Man and Selection in Relation to Sex" (İnsan Soyunun Kökeni ve Cinselliğe Bağlı Ayıklanma, 1871),
  • "The Expression of the Emotions in Man and Animals" (İnsanda ve Hayvanlarda Coşkuların Anlatımı, 1872).

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
wolfmann - avatarı
wolfmann
VIP VIP Üye
5 Kasım 2012       Mesaj #10
wolfmann - avatarı
VIP VIP Üye
[dkmb86g 880hs75kqhb b
ฬ๏lŦ๓@ภภ ®

Benzer Konular

24 Aralık 2015 / KisukE UraharA Siyaset ww
21 Kasım 2009 / KisukE UraharA Genel Mesajlar
21 Temmuz 2013 / _Yağmur_ Zooloji