
Bazen okyanuslara aşık oluyorum. Bunun beni derinliklere sürükleyip öldüreceğini bile bile, vazgeçmiyorum. Etrafıma bakıyorum ve derin ir nefes alıyorum gökyüzünden ödünç. Ardından gözlerimi kapatmaksızın bırakıyorum kendimi suyun kayboluşlarına. Dalgaların dansı ile batıyorum. Her bir dakika daha derine, daha derine ilerliyorum. Bir amacım yokmuş gibi yalnızca daha fazla okyanus istiyorum. Daha fazla derinlik. Gökyüzünden aldığım nefes her an bana ihanet edip bitecekmiş gibiyse de, aldırmıyorum. Sonsuza dek burada yaşayacakmış gibi bir his kaplamışken ruhumu, en derine ayak bastığımı hissediyorum. Bir adım ve ardından ikinci büyük adım. Gözlerimi daha da büyük açıyorum, önümü görebilmek adına.
Kimsenin tarifini yapamadığı sonsuzluğu, en derini bulabilmek adına ben görüyorum. Bir an zihnimde düşünceler beliriyor gökyüzünün sağladığı hayatım ile ilgili. Yalnızca bir an, fazla değil. İnsanları düşünüyorum, beni sevdiğini söyleyen fakat benim hiçbir zaman sonsuza dek yanımda olacaklarına inanmadığım insanları. Ardından bir toz bulut oluyor hepsi suyun dalgaları ile. Yalnızlığımın diyorum, yalnızlığımın tadını sonsuzluk ile taçlandırmalıyım belki.
Önce hafifçe kırıyorum dizlerimi ve ardından yere basan ayaklarım ile itiyorum kendimi karanlığa. Mutsuzluğa değil, sonsuzluğa. Parmaklarımdan dökülen her bir kelime oyununda bahsettiğim, Ütopya'ya. Gidiyorum. Gökyüzünün kıymetini bilmeyerek bulutlardan kendini yeryüzüne bırakan kuşlar gibi, gökyüzünden suyun en derinine bırakıyorum kendimi. Gökyüzünden aldığım ödünç nefes benim ihanetim ile terk ediyor ciğerlerimi. Okyanusa aşık olduğum için alıyor canımı. İnsan nefes almadığında hiçbir şey hissetmez, sonsuzluğa kavuşur diyorlardı. Sonsuzluğa kavuştuğum için hissediyorum şimdi, Ütopya'yı.




