Arama

İnternet ve Düzenleme

Güncelleme: 19 Aralık 2011 Gösterim: 2.918 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Kasım 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"Topluluk (Community) ve iletişim (Communication) sözcükleri aynı köke sahiptir. Bir iletişim ağı kurduğunuz her yerde bir topluluk da kurarsınız ve ne zaman bu ağı yıkarsanız -yasadışı ilan ederseniz, çökertirseniz ya da erişilemeyecek kadar pahalı kılarsanız-, topluluğu da incitmiş olursunuz."
Bruce Strerling, The Hacker Crackdown1
Sponsorlu Bağlantılar

Mayıs - Haziran 2001 aylarında, tam da kamuoyunun Meclis'in yasa çıkartma performansına odaklandığı bir dönemde, yakın tarihimizin ilginç yasal kazalarından birini yaşadık. Kısaca hatırlatmak gerekirse, "RTÜK Yasası" adıyla bilinen "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"2 hazırlandı, T.B.M.M.'ne sunuldu, bir iki değişiklik yapılarak çoğunluk oyuyla Cumhurbaşkanlığı onayına gönderildi. Değiştirilen Meclis İçtüzüğü sayesinde, iktidar partilerinin oylarıyla hızla oylanan, bir çoğu da IMF Niyet Mektubu'nda söz verildiği için -içerikleri hakkında bilgi sahibi olunmadan- "kriz reçetesi" olarak genel kabul gören yasaların arasına karışıveren bu yasanın, kamusal iletişimin geleceğini doğrudan ilgilendiren ve ciddiye alınması gereken bir içeriği vardı. Dolayısıyla hayli tartışma çıktı. Yasanın ülkemize Berlisconi'ler hediye edebilecek yanlarından, medyada tekelleşmeyi yasallaştıracak ve kazanılan gücün devlet ihalelerinde kullanılmasına izin verecek, iktidar partilerinin RTÜK üzerinde belirleyicilik kazanmasına yol açacak niteliklerinden söz edildi. Yasanın getirdiklerinden öncelikle yararlanacak olan "bir kısım" medyada köşe yazarları ve manşet oyunlarıyla yasa savunuldu, RTÜK başkanından alternatif medya organlarına, sivil toplum kuruluşlarından bürokratlara kadar geniş bir çerçevede ise eleştirildi.

Tam bu sırada, yasaya alelacele ve üstünkörü bir şekilde dahil edildiği belli olan bir ek madde ortalığı karıştırdı. 27. madde ile 5680 sayılı Basın Kanunu hükümlerinin internet ortamına da uygulanması öngörülüyordu. Tartışmanın yönü yasanın medyayı ilgilendiren ekseninden, internetin yalnızca medya sayılıp sayılamayacağına ve medyaya uygulanan kurallarla düzenlenip düzenlenemeyeceğine kaydı. Komplo teorilerinden hoşlananlar, eklentinin hedefinin tam da bu şaşırtmaca olduğunu düşünebilir. Çünkü herkes bir anda tüm web sitelerinin 21 yaşın üstünde ve lise mezunu bir sorumlu müdüre sahip olması ve her gün iki adet basılı nüshanın savcılığa teslim edilmesinin yaratacağı sonuçlar üzerine bir tartışmaya daldı. Bu arada ya kamuoyu tepkilerine, ya da bazı siyasi parti liderleri ve milletvekillerinin "elektronik hakarete uğramalarına" ilişkin şikayetlerine de bağlanabilecek son dakika değişiklikleriyle, söz konusu maddenin kapsamı Basın Kanunu'nun yalnızca "yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlar" konusundaki hükümlerini internet ortamı için geçerli kılacak biçimde daraltıldı3.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kendisinden beklendiği gibi ifade özgürlüğünden ve hukuk devletinden yana tavrını koydu ve yasayı veto etti. Yasanın temel hak ve özgürlüklere vereceği zararı ve medyada tekelleşme tehlikesini açıklıkla ifade eden, iyi hazırlanmış bir gerekçe metniyle birlikte tasarıyı Meclis'e iade etti4. Cumhurbaşkanı Sezer'in RTÜK yasasını veto etme gerekçesinin internet ortamını bağlayan maddeleriyle ilgili bölümü şöyle: "İletişim teknolojisinde bir devrim niteliğindeki internet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı olmasıdır. İnternet ortamındaki yayıncılıkta; hukukun üstün kılınması, kişilik haklarının korunması ve bunun yanında da yayın yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğü gibi duyarlı alanların dengelenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar ancak, ifade özgürlüğü esas alınarak ve yayınlar üzerindeki denetim yargıya bırakılarak sağlanabilir. Dolayısıyla, internet yayıncılığına ilişkin ilkelerin ve öteki düzenlemelerin özel bir yasa ile yapılması en doğru yol olacaktır. Bu yola gidilmeyerek, yayınların düzenlenmesinin tümüyle kamu otoritelerinin takdirine bırakılması ve Basın Yasası'na bağlı kılınması internet yayıncılığının özelliği ile bağdaşmamaktadır. "

İnternet ortamının yasal düzenlenmesi konusunda gerek ulusal mevzuatların yapılanması gerekse uluslararası kuralların belirlenmesiyle ilgili karmaşık ve sorunlu süreç düşünüldüğünde demokratik bir tavır sergileyen bu yaklaşım, hukuksal bir ilkeyi temsil ediyor.

RTÜK Yasası'nın kamuoyunda tartışılması sırasında bilişimle ilgili bazı sivil toplum kuruluşları yeterince etkinlik göstermedikleri için eleştirilirken5, internet topluluğumuzun ender "online protesto" kampanyalarından biri de başlamış oldu6. Bütün bu tartışmalar sayesinde, hem sivil toplum iletişim ortamı ve bu ortamı kullanma hakkı konusunda söz aldı, hem de interneti düzenleme (ve denetleme) konusunda RTÜK yasasından çok daha geniş bir çerçeveye yayılan başka yasa tasarılarının da varlığını ve içeriğini öğrendi. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ın isteğiyle hazırlanan "İnternet Üst Kurulu Görevleri ve Teşkilat Yapısı Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı"nın, internet ve "düzenleme" kavramına getirdiği yorum gerçi beklenmedik değil, ama yurttaşların anayasal iletişim hakkı ve özgürlüğü konusunda biraz daha fazla inisiyatif kullanmaları bakımından uyarıcı olabilir. Çünkü bu taslak metinde bir "yasal kaza" ya da "panik tavrı"ndan daha derin ve kalıcı bir iktidar tavrıyla karşı karşıyayız. Benzerleri bir çok ülkede çeşitli düzeylerde iş başında olan ve yalnızca sınırlı sayıda internet kullanıcısını değil, tüm toplumu ilgilendiren genel bir tavır bu.

Yasanın amacını konumlayan 1. maddeyi buraya aynen almak yararlı olacak: "Madde 1- Bu Kanunun amacı; Ulusal sınırlarımız içerisinde kişiye ve kurumlara özgü elektronik ortamda saklı bilgi ve belgelerin korunması, güvenli bir şekilde transfer edilmesi, bilgi ve belgenin gerçek sahibinin izni olmadan satılamaması, Dünya ile entegrasyonun temelini oluşturan internet teknolojileri ile ticaret yapan kurumların ticari varlıklarını güvenli sürdürebilmesi, adli ve polis birimlerine elektronik belge sağlayarak suçluların yakalanmasında ve takibinde yardımcı olunması, Ülke güvenliği ve ulusal huzur ve barışın korunmasında her türlü etnik, dini ve ayrımcı yayın ve bilgi transferini engelleyici önlemleri almak, Globalleşen dünyada İMKB gibi uluslararası çalışma sistemine sahip kurum ve kuruluşların bilgi ve belgelerini izinsiz yaymama prensiplerinin benimsenmesi, Kişi hak ve özgürlüklerini etkileyici bilgi ve belgelerin izinsiz yayılmasını önleyici tedbirleri almak, Ahlaki ve etik kuralları göz önüne alarak kültürel dejenarasyonu önleyici yayınları, bilgi ve belgeleri kamu oyuna sunmak, vatandaşın dini duygularını çıkar amaçlı kullanmamak, İnternet servisi veren kurum ve kuruluşların maddi kazanç ve çalışma sistemini sekteye uğratacak girişimlerde bulunmamak, dünya standardında bu tür kurumların oluşması için maddi destekte bulunmak, Uluslararası kartellere karşı ISS'leri destekleyici tedbirler almak ve hükümete sunmak, Kişisel ve kurumsal bazda AR-GE faaliyetlerine destek vermek ve uluslararası pazarda tanıtım ve satışında destekte bulunmak, Uluslararası internet suç ihlallerine karşı işbirliği ve koordinasyon görevi yapmak, gelenek ve kültür mirasımızı kötüleyici haber, bilgi ve belgeyi temel dayanak olmadan yayımlamamayı amaç edinen bir çalışma yürütülecektir."7

İnternet ortamına RTÜK benzeri bir denetim mekanizmasını getirmeyi hedefleyen bu taslak, daha önce Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve yoğun tepkiler üzerine geri çekilen "Ulusal Bilgi Güvenliği" yasa tasarısının ağır yaptırımlar içeren çizgisini, daha geniş bir çerçeveye uyguluyor. Taslak, internetin temel nitelikleriyle çelişiyor, çünkü iletişim ağları üzerinde akan bireysel, ticari, enformatif vb. her türlü veri ve bilginin, devletin müdahale ve denetim alanında olduğunu iddia ediyor. A.B.D. ya da Avrupa Birliği'nde derin tartışmalar yaratmış olan, internet servis sağlayıcılara tüm kullanıcı bilgilerini saklama ve güvenlik gerekçesiyle otoritelere teslim etme zorunluluğu getirmeye çalışan bir çok düzenleme çabası halen ülke anayasalarındaki ifade özgürlüğü hükümlerine ya da Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırılık engeline takılmış durumda. Bazı Avrupa ülkeleri ancak çok özel ve hassas durumlar için bunu yasal bir zorunluluk haline getirmiş bulunuyor; ama hem bu "işbirliği" her zaman yasamanın izniyle gerçekleşiyor hem de bu izleme eylemleri bir çok güçlü sivil toplum örgütü tarafından yasal takibe alınmış durumda. Söz konusu tasarıda ise, hem bu konuda özel sektör kuruluşlarına çok ağır yaptırımlar getiriliyor, hem de veri sağlama istemi yasamadan tümüyle bağımsız bir biçimde İnternet Üst Kurulu'nun iradesine bırakılıyor. Ceza hukuku ile ticaret hukukunu ayrı ayrı ilgilendiren bir çok konuyu, örneğin devlete karşı işlenen "sanal terör" suçlarıyla, elektronik noterlik ya da dijital imza gibi son derece karmaşık konuları tek bir otoritenin yetkisine bağlayan, internet ve hukuk söz konusu olduğunda son derece kapsamlı ve her biri birbirinden çetin bir çok sorunu aynı kefeye koyan bu "özel yasa" Meclis gündemine gelir mi gelmez mi, bilinmez. Ancak içerdiği mantık, internet ve "düzenleme" kavramının kamuoyunda enine boyuna tartışılmasının ve bu konuda söz sahibi sivil toplum örgütlerinin, kamu kuruluşlarının, özel sektörün ve internet kullanıcısı bireylerin söz sahibi olacağı geniş bir platform yaratılmasının gerekliliğini açıkça ortaya koyuyor.

Hükümetler ve otoriteler, her zaman ve her yerde "düzenleme"den "denetleme"yi anlarlar ve "güvenlik" ile "hak ve özgürlükler" arasındaki dengenin teminatı ancak yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum girişimleri ile sağlanır. Bu inisiyatifin şu ya da bu nedenlerle engellendiği, baskı altına alındığı ve yıldırıldığı durumlar, Çin'de olduğu gibi, "devlet güvenliği" gerekçesiyle bir elektronik foruma mesaj yollamanın ölüm cezasıyla tehdit edildiği bir "düzenleyici mevzuat"la sonuçlanabilir. Bu aşırı bir örnek sayılabilir, ancak mantık her zaman sonucuna ulaşma eğilimindedir. Denetleme ABD ya da AB'de olduğu gibi "çocuk pornografisi" ve "ırkçı söylemler"in denetlenmesi maskesiyle başlar, giderek tüm iletişimin izlenmesi ve kaydedilmesi çabalarıyla sonuçlanır. Şu sıralar AB ülkeleri, tıpkı ABD'de bir kaç yıl önce "ECHELON" gözetim sistemi konusunda olduğu gibi, e-mail, faks, sms vb. tüm kişisel iletişim akışını izlemek üzere inşa edilmeye başlanan "ENFOPOL" sistemi hakkındaki tartışmalarla çalkalanıyor8.

Tümüyle düzenleme karşıtı mı olmak gerek? Kuşkusuz hayır, çünkü bireysel iletişim ve ifade özgürlüğü, elektronik ticaret ya da sağlık, eğitim gibi alanlarda gerçekleştirilen kamusal projeler de düzenlemeye, meşru ve hukuksal bir ortamda gelişmeye gerek duyar. Bu demokratik bir gerekliliktir. Ama söz konusu düzenleme, özel yasalarla, devlet ya da piyasa güvenliği adına, baskıcı bir denetim kurmaktan ibaret olamaz; tam tersine bir hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu temel hak ve özgürlükler doğrultusunda, sivil toplumun katılımıyla bu yeni iletişim ortamının kamu yararına sunduğu çok geniş olanakların geliştirilmesi ilke alınarak gerçekleştirilmelidir. Ne yazık ki, internetin düzenlenmesi adına bugüne dek gerçekleştirilen girişimlerin büyük bir çoğunluğu bu ilkeyi şu ya da bu düzeyde çiğnemektedir. Özellikle "internet ortamına özel" yasalar konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. ABD'de cumhuriyetçilerin baskısıyla 1996 yılında çıkarıldığında büyük gürültü koparan ve özellikle pornografik içeriği "duyarlı sözcükler" yoluyla filtreleme mantığını yerleştirmeyi hedefleyen "İletişim Edep Yasası" (Communication Decency Act), başta Elektronik Sınırlar Vakfı (EFF) olmak üzere bir çok sivil toplum örgütünün yoğun çabaları sonucu, 1997 yılında Birleşik devletler Yüksek Mahkemesi tarafından anayasaya aykırı bulunarak iptal edildi. Yargıç Dalzell'in gerekçesi, tıpkı Sezer'inki gibi, bu alanda bir ilke oluşturmaktadır: "Bir kitle iletişim aracı olarak İnternet'in, hükümetin müdahalesine karşı en büyük korumaya ihtiyacı vardır (...) İnternet içerikleriyle ilgili düzenlemenin bulunmaması, kuşkusuz bir kaos yaratmıştır. Ancak,(...) İnternet'in gücü bu kaostan kaynaklandığı gibi, Anayasa'nın koruduğu düşünceyi açıklama hürriyetimiz de bu kaosa dayanmaktadır"9.

Gerek gelişmiş ülke otoritelerinin, gerekse OECD, Avrupa Konseyi, Uluslararası Ticaret Odaları Birliği (ICC) ya da "İnternet Yasa ve Siyaset Forumu" (ILFP) gibi kuruluşların uluslararası ölçekte geliştirmeye çalıştıkları elektronik ticaret hukuku ile ilgili çabalar, hem enformasyon teknolojisi alanında faaliyet gösteren çokuluslu şirketler ve sektör kuruluşlarının gücü, hem de bu yeni ekonomik alanın sunduğu olanakların zenginliği sayesinde, doğal olarak daha uzlaşımsal ve liberal bir eksende gerçekleşmektedir10. Buna rağmen, özellikle elektronik ticaretin vergilendirilmesi ya da gümrükleme gibi hassas ve hükümetleri doğrudan ilgilendiren konularda uzlaşma bir hayli uzak görünmektedir. Şimdilik bu alanda zorlayıcı yaptırımlara gidilmekten kaçınılmakta, "bekle ve gör" politikası uygulanmaktadır. Bilişim endüstrisini hükümetlerden çok daha fazla ilgilendiren "veri güvenliği" ile ilgili cezai hukuk konusunda ise uzlaşma hemen hemen sağlanmıştır ve giderek ülkelerin gelişmişlik notu bu konuda ceza yasalarını güncelleme durumlarına göre verilmeye başlanmıştır11.

Ancak internet bir "endüstri"den, "sektör"den ibaret değildir. İnternet her şeyden önce, şimdiye dek olmadığı bir biçimde, bireylere tüm dünyaya seslenme ve başka bireylerle anında etkileşim kurma olanağı tanıyan dev bir iletişim ortamıdır; üzerine kurulduğu "ağ mantığı"ndan dolayı, temel özellikleri, "küresel", "merkeziyetçi-olmayan", "açık", "sınırsız", "etkileşimli", "kullanıcı-denetimli" ve "altyapıdan-bağımsız" nitelemeleriyle konumlanabilir. Her ne kadar bu özellikleri sayesinde, internet tümüyle denetlenemez gibi görünse de, denetim ve baskı altına alma müdahalesine her zaman maruz kalmaktadır. Öncelikle ifade özgürlüğünü tehdit eden "içerik denetimi" konusu, internetin düzenlenmesi sürecinin en can alıcı sorunudur. İnternetin kısa tarihi, bu en temel özgürlük alanında verilmiş savaşlarla doludur. İnternet tarihinin ifade özgürlüğü açısından okunması yakın geleceğimizi belirleme çabalarımız bakımından ve oluşturulması gereken sivil internet platformu için çok yararlı olabilir. Bu konuyu bir başka çalışmaya bırakıp, internet ve içerik denetimi konusundaki güncel durumu, bir kaç örnekle, kısa bir dünya turuyla özetleyelim12.

Halen dünyada internetin ulaşmadığı tek ülke olarak kalan Kuzey Kore, bu sorunu kökten çözmüştür: bağlantı yok, sorun yok. Ancak, çoğu Japonya'dan yayın yapan muhalif siteler ve çanak antenlerle, cep telefonlarıyla, dizüstü bilgisayarlarla gizlice bu sitelere ulaşmaya çalışan "vatan hainleri" Kim Jong-İl'in başını ağrıtmaya devam etmektedir. Dünyanın geri kalan hükümetlerinin hepsi interneti arzulamakta, olanakları ölçüsünde bu yeni zenginlikten pay almaya çalışmakta, ancak merkezinde kendilerinin yer aldığı, denetimleri altında bir ağın düşünü kurmaktadırlar. Suudi Arabistan, ekonomik durumunun sağladığı olanaklarla Jeddah'da devasa bir filtreleme ve blokaj sistemi (bir tür dev "proxy server") kurmayı ve interneti ülke çapında bir "intranet"e, yani "iç-ağ"a dönüştürmeyi tercih etmiştir. Özellikle "islama ve kraliyet ailesine karşı yayını" denetim altına alma çabaları, zengin olan uyrukların komşu ülkelerde, hatta ABD'de bulunan internet servis sağlayıcılarına abone olup dünya zevklerinin tadını çıkarmalarıyla belli ölçüde boşa çıkmıştır.

20 milyonu aşan internet kullanıcısı ve yaklaşık 60 000 siteyle dünya çapında bir pazar haline gelme yolunda olan Çin, bu konudaki en baskıcı ülkelerden biridir. Başka herhangi bir iletişim ortamını olduğu gibi, interneti de kullanarak "devlet ve sosyalizm" aleyhtarlığı yapmak, vatan hainliğiyle eş tutulmakta ve ölümle ya da 10 yıl ile ömür boyu arası hapisle cezalandırılmaktadır. Daha şimdiden bir çok muhalif hapistedir. Özel internet yasaları, ISS'lere, site yöneticilerine ve siber kafelere yönelik yıldırma ve oto-sansür politikaları (her İSS ve site yönetimi, işi sansürlemek ve ihbar etmek olan yüzlerce eleman çalıştırmakla yükümlüdür - farklı bir istihdam politikası!), kapsamlı izleme ve denetleme sistemleriyle dev bir denetim mekanizması oluşturulmuştur. Ancak, gerek veri trafiğinin yoğunluğu, gerekse bu ortamın sunduğu bir çok anonima olanağı sayesinde, özellikle yolsuzluk skandallarının patlak vermesinde internet baş rolü oynamakta ve en temel alternatif iletişim kanalı olma özelliğini korumaktadır.

Afganistan'da internet kullanıcı sayısı yaklaşık 100'dür ve ISS bulunmamaktadır. Bu yüz kişi de Taliban'ın üst düzey yöneticileri ya da yabancı gerilla şefleridir. Tümü Taliban'ı sonuna dek destekleyen Pakistan ISS'leri aracılığıyla internete bağlanmakta ve bu ortamı gerek kendi propagandaları gerekse özel şifreli haberleşmeleri için kullanmaktadır. Nüfusun geri kalanı için (gerek yoksulluktan gerekse savaşta tümüyle çökmüş telekomünikasyon altyapısından dolayı) böyle bir lüks yoktur ve dolayısıyla henüz herhangi bir yasal düzenlemeye gerek duyulmamaktadır. Singapur, bilişim sektörüne büyük yatırımlarda bulunan bir ülke olmasına rağmen, konu içerik denetimine geldiğinde olabildiğince baskıcı yasalarla donatılmıştır. Bizdeki RTÜK benzeri Singapur Yayın Ajansı (SBA), internete de el atmıştır ve ülkedeki üç ISS doğrudan hükümet denetimindedir. Bu servis sağlayıcılar o kadar ağır yaptırımlar altındadır ki, yalnızca e-mailleri okumakla kalmamakta, kullanıcıların sabit disklerini bile düzenli olarak tarayarak otoritelere rapor etmektedir.

Bu arada RTÜK yasası ile ilgili olarak kamuoyunda oluşmuş olan, internete medya muamelesi yaparak basın kanununu uygulama konusunda dünyada ilk ülke olduğumuz izlenimi doğru değildir. Singapur, Malezya, Suriye gibi bir çok ülke, hatta Avustralya ve bir ölçüde Fransa gibi "demokratik" ülkeler RTÜK benzeri medya düzenleyici "üst kurul"lara sahiptir ve bu kurullar internet alanına da farklı düzeylerde el atmışlardır. İçerik denetimi ve sansürü konusunda oldukça baskıcı olan Tunus ise, 1997'den beri basın yasasını internete uygulamaktadır. Fransa'da, basın yasasının belli hükümlerinin internet yayıncılığına uygulandığı davalar gerçekleşmiştir ve bunların örnek oluşturabileceği kaygısı bir çok karşı davaya neden olmuştur.

Yukarıdaki örneklerden hareketle, içerik denetimiyle ifade özgürlüğünün engellenmesinin yalnızca anti-demokratik ve totaliter rejimlerle sınırlı olduğu izlenimine kapılmak yanlıştır. Batı demokrasileri de bu tür bir çok girişime sahne olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Ulusötesi bir iradeyle yönlendirilen özgür internetten duyulan korku, bir çok yasa ve düzenlemenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların çoğu, sivil toplumun ve demokratik hukuk düzeneklerinin sayesinde anayasalara, uluslararası sözleşmelere aykırı oldukları için iptal edilmiş olsalar da, bazı yargıç ve savcıların mevcut mevzuatı özel bir tarzda yorumlamaları nedeniyle ciddi bir tehdit halen mevcuttur. Aslında oldukça marjinal olgulardan, özellikle de çocuk pornografisi ve ırkçı söylemler gibi kamuoyunun duyarlı olduğu vakalardan hareketle bir çok sansürleyici ya da denetleyici düzenleme getirilmeye devam ediliyor. Kişisel mahremiyet hakkı ve ifade özgürlüğüyle çelişen bir çok düzenleme şu anda Avrupa Konseyi'nin gündeminde bulunuyor. Bunlardan bazıları, özellikle "ENFOPOL serisi" adıyla anılan sözleşme taslakları düzenli olarak gündeme getirilmeye çalışılıyor13.

Tüm veri akışını (interneti olduğu kadar faks ve cep telefonu trafiğini de) sürekli izleme altına almayı hedefleyen bu düzenleme, daha önceki AB sözleşmelerinde kişisel mahremiyeti ve verileri koruma amaçlı olarak getirilen ISS'lerin ödemeyi takiben tüm kayıtları silmesi zorunluluğunu değiştirmeye çalışıyor. Bir yandan çok sayıda sivil toplum kuruluşunun sürekli baskısı, öte yandan hayli güçlü olan ISS sektörünün 7 yıl gibi uzun bir süre için bunca veriyi saklayacak teknolojik yatırımın altına girmekteki gönülsüzlüğü yüzünden, bu sözleşmeler henüz taslak halinde. Ancak, özellikle Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya ve İngiltere hükümetleri bu konuyu sürekli olarak gündeme getiriyorlar; ya kendi mevzuatları içinde çıkardıkları özel kararnameler ile ya da gizlice, mahremiyet ve kişisel veri güvenliğini düzenli olarak ihlal ediyorlar.

AB kapsamında gündeme gelen en son örnek ise, Siber-Uzayda İşlenen Suçlarla İlgili Uzmanlar Alt Komitesi'nin hazırladığı ve 18-22 Haziran 2001 tarihlerinde toplanan Avrupa Suç Sorunları Komitesi'ne (CDPC) sunduğu "Siber Suç Sözleşme Taslağı" oldu. Geniş bir çerçeveye yayılan ve ağır eleştirilere konu olan bu taslak, RTÜK yasası nedeniyle "duyarlı" hale gelen medyamız tarafından "siber suç" kavramı konusunda örnek almamız gereken yepyeni bir çalışma gibi sunulmasına rağmen, aslında sözünü ettiğimiz "Enfopol Serisi"nin yalnızca son halkası14. Ama yasalaşırsa bu konuda dünyadaki ilk uluslararası sözleşme olma sıfatını kazanacak ve büyük bir olasılıkla AB sınırlarını aşacak; çünkü gerek Enfopol serisinin, gerekse bu taslağın hazırlanmasında ABD'nin (FBI'ın) büyük katkıları var. Bu taslağı G8 ülkeleri hükümetleri ve onları izleyecek bir çok ülke de kendi bağlamlarına uyumlaştırarak uygulamaya hazır.

Bir yanda veri güvenliği ve düzenlenmesi istenen çok sayıda ticari sorun, öte yanda "şeffaflık", "siber-demokrasi", "teledemokrasi", "elektronik devlet" gibi kavramlarla belli bir denge oluşturmaya gereksinim duyan küresel ağ ekonomisinin liberal söyleminin ürettiği çözüm, bir tür özyönetim ve özdenetim ("self-regulation") mantığı. Ancak, bu mantık da, her ne kadar elektronik ticaretle ilgili bazı konularda akla yatkın çözümler getirse de, özellikle internet servis sağlayıcılarının kendi üretmedikleri içerikten sorumlu tutulmalarına yönelik düzenlemeler dikkate alındığında, bir tür "özelleştirilmiş sansür" mekanizması oluşturmaktan öteye geçmiyor ve bu da sansürün en başarılı ve kapsamlı biçimlerinden biri. Sektör lideri çokuluslu yazılım ve donanım şirketlerinin filtreleme yazılımları üreterek ya da internet erişim yazılımlarına özel bir takım işlevler ekleyerek otoritelere yardımcı olmaları pek de masum bir çaba değil.

İnternetin düzenlenmesi konusunu, liberal söylemin buyurduğu gibi, doğrudan endüstriye, sektöre bırakma fikri de internetle çelişiyor. Bu, öncelikle kullanıcıları, yani dünya çapında "internet topluluğu"nu ilgilendiren bir sorun ve ancak onların katılımı ve uzlaşımıyla sağlıklı bir çözüm üretilebilir. Endüstri devleri, etkileşimi ve kendi denetimlerinde olmayan, dolayısıyla satamayacakları içeriği giderek dışlayarak, internet kullanıcılarını "net-tv" seyircileri haline getirmeye çalışıyor. Ama canlı etkileşimin tadına varan topluluk, "kullanıcı" ve "yayıncı" olarak kalmakta direniyor. Çünkü kamusal alanın giderek ortadan kaybolduğu bir dünyada, internet yeni bir "agora" olanağı sunuyor, ama bunu devasa bir alışveriş merkezi haline gelerek sürdüremez. İnternet erişimini dünyanın büyük bir bölümü için erişilemeyecek kadar pahalı hale getirmek ile onu tümüyle yasaklamak arasında temel bir fark yoktur.

"Agora'nın en yeni enkarnasyonu ne alışveriş merkezidir ne de kapalı elektronik ortam, ama bu internet'in ta kendisi olabilir. Agora zorunlu olarak bir yer duyumu yaratmaz, daha çok bir geçiş, çeviri ve kişisel özgürlük duyumu sağlar. Eğer internet etkileşim, boş zaman ve ticareti doğru bir biçimde dengeleyebilirse, gerçek bir topluluk mekanına doğru evrilebilir. Kartezyen dünyanın alışveriş merkezlerini, tema parklarını ve ofis binalarını yansılamayı sürdürürse, asla Homeros'un İliada'da betimlediği efsanevi 'Toplanma Mekanı' haline gelemez." 15

İnternet başlangıcından beri bir konfederasyon gibi yapılandı. Hiçbir zaman gerçek anlamda bir merkezi, bir merkezi otoritesi olmadı. "Hiperlink" (http), yani internetin temel ağ mantığı hiyerarşiyi çürütüyor. İnternet, her zaman her noktadan bir başkasına neredeyse sonsuz olanaklar dahilinde farklı yolları kullanarak ulaşmanın mümkün olduğu bir labirent. Dolayısıyla yerel, bölgesel düzenleme çabalarının hangi amaçla olursa olsun DünyaÇapındaAğ'ı (www) tümüyle denetlemeleri söz konusu olamaz. Ama bu yasaların, iletişim kullanıcılarının, yani topluluğun sosyal ağlarını fiziki ya da psikolojik yollarla etkilemeleri olasıdır. İşte asıl bu tehlikeye karşı direnmek ve bir topluluk üyesi olarak iletişim hakkını, dolayısıyla onu düzenleyen kuralları belirleme hakkını kullanmak gerek... Sosyal bir ağ halinde etki ve gücünü artırarak kullanmak...


HANDSOME - avatarı
HANDSOME
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
19 Aralık 2011       Mesaj #2
HANDSOME - avatarı
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
Hackerlar Nasıl Çalışıyor?

Sponsorlu Bağlantılar
hacker fares 300x250

Bilişim suçları her geçen gün artıyor. Sanal suçların failleri ise hackerlar. Emniyet Genel Müdürlüğü de vatandaşları bilinçlendirmek için hackerların gizemli dünyalarını araladı, izledikleri yolları deşifre etti.

Teknoloji geliştikçe suçlar sanal aleme kayıyor. Sanal alemin gizemli suçluları ise hackerlar.
Emniyet Genel Müdürlüğü, hackerların düşünce yöntemleri ve izledikleri yolların öyküsünü açıkladı.
Buna göre hackerlar, sabırlı ve her adımlarını dikkatlice dökümanlayarak çalışıyor.
Hackerlar hedeflerine 7 adımda ulaşıyor.

Hacker önce hedefin izlerini analiz ediyor, ardından bilglerini sıralıyor.
Hedefin kullanıcı bilgilerine ulaşan hacker, ayrıcalıklarını artırarak şifre ve gizli bilgileri kopyalıyor.
Ve hacker son olarak sistemi deviriyor.

İşte bu adımlar hackerların sanal suçlarda izlediği kritik yöntem.
Kopyalanan bilgiler genellikle; şirket adları, alan adları, şubeleri, IP adresleri, telefon numaraları oluyor.
İşine yarayacak önemli bilgileri alan hacker bunları amacına uygun bir şekilde kullanıyor.
Hackerların amacı ise belirlediği hedefin ya da uygulamanın imajını zedelemek, prestijini düşürmek, güvenilirliğine zarar vermek.

Sanal saldırıların sıklıkla yaşandığı günümüzde hackerlarla mücadele etmek ise bir hayli zor.
Emniyet Genel Müdürlüğü de, kullanıcıların kendilerini koruyabilmesi için hackerların dünyasını gözler önüne serdi, yöntemlerini deşifre etti.

Kaynak: TRT
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Adam Olmak; Cinsiyet Meselesi DeğiL.! Şahsiyet Meselesidir!..

Benzer Konular

31 Ekim 2009 / RuffRyders Site ve Forum Hakkında
16 Aralık 2011 / ThinkerBeLL Bilgisayar
28 Nisan 2007 / Misafir Bilgisayar