Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #46

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #46
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Terörün felsefesini kavramadan terörle mücadele yapılamaz. Halkı sindirmek için uygulanan şiddet eylemleri bir yandan yılgınlık havası oluştururken, diğer yandan da örgüt mensuplarına moral vermek ister. Şiddet şiddeti doğurdukça terörü planlayanlar kıs kıs güler. Gayet iyi bilir ki terör, eylemler sadece vatandaşa umutsuzluk aşılamaz; aynı zamanda da devletin adalet ve hakkaniyet ilkelerini de yerle bir eder. Dengesi bozulmuş bir güvenlik sisteminin terörle mücadelede ölçüsü şaşabilir ve sıradan insanlar da mağdur duruma düşebilir...

Kuşkusuz, terör örgütlerinin en önemli kozlarından biri medya. O olmadan “ses getirici eylem” yapmak imkânsız hale gelmiştir artık. İşte tehlike burada! Dikkatsizce yapılan yayınlar, medyanın terör örgütlerine alet olmasına sebep olabilir. Terörün planlayıcıları medyaya böyle uğursuz bir rol biçmiştir. Medya, o rolü oynamadan da terör olaylarını haberleştirebilir; yeter ki hadiselere soğukkanlı yaklaşabilsin ve meslekî kuralları sorumluluk içinde işletebilsin. Son dönemde PKK, kanlı eylemlerle yeniden gündeme geldi. “Niçin” sorusunun cevabı meçhul. “Neden şimdi” sorusunun karşısında mide bulandıran kuşkular var. Terör ihalesinde halkı tahrik edecek her unsur tepe tepe kullanılıyor. Mesela hemen her gün bir asker şehit edilerek, al bayrağa sarılı tabutlar Anadolu’nun dört bir yanına gönderiliyor. Ortaya çıkan vahim manzara insanlık duygusunu yitirmemiş her ehl-i vicdanı derinden derine yaralıyor. Babasız kalmış yavrular, yiğidini kaybeden eşler, yüreğine kor düşen babalar, feryadıyla arş-ı azamı sarsmaya namzet analar... Meselenin bu yüzü çok vahim, çok üzücü. Ancak şu gerçeği de unutmamak gerekiyor: Yüreğimizi dağlayan o cenaze törenlerini olabildiğince duygu yüklü görüntülerle sunmak; bu yolla öfkeyi, nefreti, hatta şiddeti doğuracak infiale zemin hazırlıyor. Bu mahzun manzara karamsarlığa neden oluyor. Terör örgütlerinin de istediği bu değil mi? Bazı televizyon kanallarının bu konulardaki tutumunu -meslekî bakımdan- doğru bulmak imkânsız. Her terör eylemi haber değeri taşır; bunda kuşku yok. Ancak bunun veriliş biçimi sosyal sorumluluğu da yanında getirir; bunda da kuşku yok. Terör eylemlerinin tahrik edici bütün unsurlarıyla verilmesi ve bu yolla sosyal dokunun intikam duygusuna kilitlenmesi daha büyük felaketlere yol açacağı gibi; terör örgütlerinin işine gelecek bir gelişmeyi de tetikleyecektir. Çok dikkatli olmak gerekiyor; “terörle mücadele edelim” ya da “terörün çirkin yüzünü gösterelim” derken teröre alet olma durumuna düşmemek şart...

Amerika üzerinden Türkiye’yi dövmek
Bazı meslektaşlarımız için hükümeti Amerika üzerinden dövmek adeta alışkanlık haline geldi. Her fırsatta hükümetin kredisini tükettiği, itibarını kaybettiği, Amerika ile mesafenin açıldığı söyleniyor. Yapılan analizlere bakıldığında bir gerçeğin sırıttığını rahatlıkla görmek mümkün: Türkiye-ABD ilişkilerini bu kadar negatif ele alanların neredeyse tamamı, iç siyasetin amansız hesaplarına binaen “Türkiye’yi defterden silme” eğrisine kaptırıyor kendini.
Hatırlanacağı üzere tezkere krizinden sonra deniyordu ki: “Washington, Türkiye ile ilişkileri bitirdi. Kırmızı telefonlar artık hep meşgul çalacak ve ilk fırsatta ABD, AK Parti’den bunun hesabını soracak.” Bu tez o kadar çok işlendi ki, bir varsayım olmaktan çıkıp muhkem bir kaziye haline geldi. Ne zamana kadar? Dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve “Şahinler kanadının beyni” olarak bilinen Richard Perle’ün Türk televizyonlarına açıklama yaptığı ana kadar sürdü bu propaganda. “Amerika’yı desteklemek Türkiye’nin çıkarınadır” açıklaması yapmadığı için TSK’yı, hükümete destek vermediği için CHP’yi ve sonra AKP’yi suçluyordu Amerikalılar. Anlaşıldı ki tezkerenin faturası sadece AK Parti’ye kesilmemişti...
Hamas ziyareti de bir bakıma öyle oldu. Bizim medya yeri göğü inlete dursun, ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, “ABD için mesajlar önemli. Anladığım kadarıyla Türk yetkililer gerekli mesajları iletmiş.” deyiverdi. Günlerce sürdürülen “ABD rahatsız” tezine de açıklık getiren Büyükelçi, görüşmeden haberdar edildiklerini söyledi ve basına yansıyan tepkilerin Amerika hükümetinin resmî görüşü olmadığını ifade etti. Türkiye-ABD krizinin hiç de yazıldığı ya da söylendiği kadar derin bir hesaplaşmaya dayanmadığı anlaşılıyordu. Durum böyleyken medyadaki feryad u figan ne anlama geliyordu? İç siyasetin ringinde ***s dansı yapmak için dış politikanın aktörlerinden mi medet umuluyor? Bunu anlamak çok zor. Çok zor; çünkü dış politikanın kendine mahsus ağırlığı, ciddiyeti ve stratejisi vardır. Bunu görmezden gelenler, iktidarı sallayalım derken ülkelerine zarar verebilir.
Son günlerde de benzer bir telaş var. Bir think-tank (düşünce kuruluşu) toplantısında konuşulanlar üzerinden çok büyük laflar ediliyor. Adı üstünde “düşünce tankı”; “askerî tank” değil. Beyin fırtınası adına söylenen doğru-yanlış her sözü, resmî-gayri resmî her düşünceyi iki ülke ilişkisinin zembereği haline getirmek ne derece akıl kârı? Ya da bir Demokrat Parti milletvekilinin eleştirisini Washington’un resmî görüşüymüş gibi birinci sayfalara taşımak gerçekten de gazetecilik kriterlerine uygun mu? Tabii ki söylenen her söz, yapılan her yorum belli bir değer ifade ediyor; ancak her açıklamadan “iki ülke arasında baş gösteren kriz” beklentisi yanlıştır... Demek istiyorum ki; Türkiye-ABD ilişkileri öyle bir çırpıda silinip atılacak bir konu değildir. Tarihî gerçek şudur: Ne Amerika, Türkiye’yi bir kalemde gözden çıkarabilir; ne Türkiye, Amerika’yı. Bu sadece ABD için değil; diğer ülkeler ile olan ilişkiler için de geçerlidir. Hal böyleyken Türkiye’de görev yapan bir hükümeti (velev ki AK Parti yerine bir başkası olsun) diğer bir ülke üzerinden pataklamanın mantığı olamaz. Böyle bir tutum, millî bir duruşu, siyasî bir bakışı ifade etmiyor. Varsa bir eleştirin, yol gösteren analizlerle ufuk aç; ufuk aç ki, bu ülkenin bakış açısı dar kalıplara hapsolmasın. İç siyasetin dinamizmi başka gerçeklere bina edilmeli; dışarıdan preslenmeye değil.