Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #47

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #47
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir haftadır kamuoyu Cumhurbaşkanı Sezer’in Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmayı tartışıyor.

Aslında tartışmaya hiç gerek yok, aynı mekânda kısa bir süre önce Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün özgürlükçü konuşması ile Sezer’in yasaklayıcı laflarını yan yana koyun; aradaki farkı göreceksiniz. Hatta buna da gerek yok; Sezer’in yıllar önce söylediği özgürlükçü sözlerle bugün konuştuklarını karşılaştırın ve “hangi Sezer?” deyin; her şey ortaya çıkacaktır. Belki de cumhurbaşkanlığı insanları değiştiriyor. Yıllarca dindar kitleleri, Kur’an’dan ayetler ve Hz. Peygamber’den hadisler naklederek ikna eden Süleyman Demirel’i halk, Köşk’e çıktıktan sonra anlamakta zorluk çekti. Son olarak, Sezer’in irtica çıkışına destek veriyordu Süleyman Bey ve “dinî konularda kısıtlama” talep eden Sezer’in konuşması için “tamamı çok güzeldi” diyordu.
Özal’ın ‘değişim’ farkı burada ortaya çıkıyor. O, kendini sürekli yeniledi; ama değişim çarklarına boyun eğmedi. Yanlışlar da yaptı kuşkusuz; ancak kimse onun iyi niyetinden şüphe duymadı. O yüzden bağrına bastı, onu bayraklaştırdı adeta. Ekonomide attığı adımlar önemliydi; ancak o, her şeyi ekonomiden ibaret görmüyordu. Öyle olsaydı Turgut Bey’in adı “iyi bir teknokrat” olarak geçecekti tarihe. O sadece zeki bir teknokrat olmayı da kabul edemezdi, akıllı bir bürokrat kalmayı da. Siyasete nâm olsun diye girmemişti. Projeleri vardı, hayalleri vardı. Türkiye demokrasinin kıblesi, düşünce özgürlüğünün kalesi olmalıydı. Yasaklar, anti demokratik uygulamalar kalkmalıydı ortadan; zira despotizmin hiçbir şekli yakışmıyordu bu ülkeye.
Cesurdu Özal. Başbakanlık yaptığı dönem, askerî rejimin gölgesi altındaydı. Devletin başındaki insan darbeyle gelmişti. O bu duruma aldırmadı. Siyasî dehası, inanılmaz uyumu ve en önemlisi iradeye bağlı cesaretiyle Türkiye’yi yeni bir döneme taşıdı. Çatışmadı; ancak teslim de olmadı. Anti demokratik taleplere boyun eğmedi; ancak devlet yönetimini bir inatlaşmaya da kilitlemedi. Halkın tamamını kucakladı; kucaklayacağım derken kendi özünden de uzaklaşmadı. Kâbe’de namaz kılacak, hatta bakanların önüne geçip onlara imamlık yapacak kadar dindar; Cem Karaca’yı Türkiye’ye davet edecek ve siyasi yasakları ortadan kaldıracak yolu açacak kadar demokrattı. 141.-142 ve 163. maddeleri kaldırırken öyle bir toplumsal mutabakat sağladı ki en anti demokratik ittifaklar bile bu sosyal talebe boyun eğmek zorunda kaldı.
Pazar günkü mevlitte Kocatepe Camii tıklım tıklım dolmuş, vatandaş yer bulamayınca bahçeye taşmış. Şu muhteşem sevgiye bakın lütfen. Aynı coşku dün onun mezarı başındaydı. On binlerce insan akın akın Özal’ın kabri başına geldi ve dualar etti. Yaşlısıyla genciyle, işçisiyle patronuyla bir cemm-i gafir vardı Topkapı’daki anıt mezarda. Her partiden insan vardı aralarında. “Dört eğilim”in her biri, mahzun törende yeniden buluşmanın buruk sevincini yaşıyordu belki de. Birlik ve dirlik havası hâkimdi Özal’ın etrafında. Vefat ettiğinde de milletçe aynı manzaraya şahit olmuştuk. Gözyaşlarıyla uğurlanan 8. Cumhurbaşkanı halkın gönlünde taht kurmuştu. 13 yıl önceki pankartlar bugün gibi aklımızda. Cenazeye “Sivil Cumhurbaşkanı”, “Dindar Cumhurbaşkanı”, “Demokrat Cumhurbaşkanı” pankartlarıyla katılmıştı halk. Bu bir özlemdi. Aynı zamanda bir talep. Aradan bunca yıl geçmiş, halk aynı duygu ve düşünce ile Özal’ın kabrine koşuyor. Yine aynı özlem, yine aynı talep. Özal’ı doğru anlamak için halkın ona nazar ettiği pencereden bakmak gerekir. A. Necdet Sezer’in de, Süleyman Demirel’in de, Tayyip Erdoğan’ın da, Deniz Baykal’ın da Turgut Özal portresine halkın gözünden bakması şart. Milyonlarca insan niçin her geçen gün Turgut Bey’i daha bir derinden özlüyor? Herkes Çankaya’nın yeni sahibi üzerine konuşuyor. İsimler o kadar da önemli değil belki de. “Halk nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” sorusunu yöneltip; “sivil, demokrat, dindar, özgürlükçü” gibi vasıfları alt alta yazmak varken, isimler savaşına girmenin kime ne faydası var ki!