Arama


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
16 Nisan 2008       Mesaj #3
nünü - avatarı
Ziyaretçi
HAT SANATI
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Hat, İslâm yazılarına verilen genel ad­dır. Hat sanatı denince de, güzel ve estetik kurallarına uygun yazı yazmak anlaşılır, islâm dünyasında güzel ya­zı yazmak konusunda büyük ve tak­dire şayan gayretler gösterilmiştir: is­lam'da güzel yazı ile gözlere sunula­cak o kadar çok şey vardır ki bu durum ister istemez bazı kimseleri bu alana eğilmeye zoılamıştır. Hat sana­tının en büyük konusu Allah'ın kita­bı Kur'ân'dır. Kur'ân'ı güzel yazılar­la, yazıldığı sayfaları süslemek Müs­lümanlar arasında bir tutku olmuştur.

Hat Sanatı ve Türkler
Atalarımız Kur'ân'daki ilâhî me­sajın bütün muhataplarına ulaşması için yalnızca er meydamnda çaba har­camakla kalmamışlar, Kur'ân'ı oku­maya, ezberlemeye ve yazmaya da bü­yük önem vermişlerdir. Kur'ân'ı en sağlam ezberleyen hafızları, en güzel yazan hattatları Türkler yetiştirmişler­dir. Hat sanatının şaheserleriyle Kur'­ân'ı yazmaya adetâ kendini adamış hattatlar, denebilir ki yalnız Türkler­den çıkmıştır. Kur'an-ı Kerîm'i Türk­ler kadar san'atkârâne yazmaya öze­nen, bunda da gerçekten başarılı olan bir Müslüman millet daha yoktur. Bunun herkesçe kabul edilmesi, bu gerçeğin bütün Müslüman milletler­ce benimsenmesi sebebiyledir ki şu söz yaygınlık kazanmıştır: "Kur'an Mek­ke'de indi, Mısır'da okundu, İstan­bul'da yazıldı."

Kur'an, Peygamber (S.A.V.) ve Dört Halife devrinde "ma'kılî" de­nen bir yazı ile yazılmıştır. Sonra bu­na benzeyen fakat çok gelişmişi olan "kûfî" yazı ile yazılmıştır. Köşeli (bü-bik) bir yazı olan kûfı daha sonra do­ğan bütün yazılara kaynaklık etmiş­tir. Hicrî V. (M. II.) yüzyıldan itiba­ren de Kur'an "Desin" denen yazı ile yazılmaya başlanmıştır. Kur'an yazısı nesih ile kıvamını bulmuş ve o gün bugündür hep nesih ile yazılmıştır. Bundan dolayı nesih'e Kur'an yazısı da denir, Kur'ân'da sûre başlıkları ise nesinin biraz büyüğü olup kıvrak ve göz doldurucu bir yazı olan "sülüs" ile yazılmıştır.

Türkler başta nesih ve sülüs olmak üzere 1 slâm yazı türlerinin hemen hep­sinin yazımında olağanüstü bir başa­rı göstermişlerdir. Bu yazılar yalnız­ca Türklerin elinde güzelliklerinin do­ruğuna çıkabilmişler, gerçek bir san'-at ve sanatkârlık aracı olmuşlardır.
Şeyh Hamdullah (16. yy), Hafız Osman (ll yy), İsmail Zühdi (18. yy), Mustafa Rakım (18-19. yy), Mus­tafa İzzet (19. yy), Hasan Rıza (19-20. yy) başta olmak üzere, Türkler dün­ya çapında hattatlar yetiştirmişlerdir.

Bu saydığımız hattatların yazmış oldukları Kur'ân-ı Kerîm'ler, bütün İslâm ülkelerinde bilinmekte, beğenil­mekte, orijinalleri antika sayılıp, ast­ronomik rakamlara aha bulmaktadır.
Günümüz hat sanatkârlarından Uğur Derman, o büyük hattatların nasıl bir ortamda yetiştikleri konu­sunda bir fikir vermek üzere şu olayı anlatmaktadır: "Hat sanatının bir ka­idesi vardır. Üstad'ın hokkasını (mü­rekkep konan kab), meşk esnasında talebesi tutar. Hafız Osman Sultan İkinci Mustafa'nın hat hocasıdır. Pa­dişah, üstadının hokkasını tutar, o da hat meşkeder. Padişah, hocasının san'at heyecanını görünce gönlü ihtizaa gelir (alçakgönüllülük eder) ve der ki: * Artık bir Hafız Osman yetişmez' Hafız Osman bu takdir do­lu cümleye şöyle karşılık verir: 'Efen­dimiz gibi hocasının hokkasını tutan padişahlar bulundukça, daha çok Ha­fız Osmanlar yetişir."


HÜSN-İ HAT NEDİR?

Hat sözlükte ''ince, uzun doğru yol, birçok noktanın birleşerek sıralanmasından oluşan çizgi, satır veya yazı'' gibi anlamlara karşılık gelen Arapça kökenli bir sözcüktür. Bu kelime özellikle İslam kültüründe, yazı ve güzel yazı (hüsnü'lhat, elhattu'lhasen) anlamlarında da kullanılmıştır.

Hüsn-i hat; estetik ve geometrik kurallara bağlı kalarak, güzel yazı yazma sanatıdır. Ancak, genellikle İslam dinine has kutsal metinlerin yazımı için kullanılan bir tabirdir. Dinsel metinleri güzel yazma ve bunu öğretme yetkinliğine sahip sanatçıya hattat, bu sanata da hattatlık / Hüsn-i Hat denilmiştir.
Hat, sözün veya ruhta gelişen fikir ve duyguların yazı aracılığı ile resmedilmesidir. Büyük matematikçi Öklid'in bir sözü bu fikri çok net ifade etmektedir: ''Hat, her ne kadar maddi aletlerle meydana gelirse de o, ruha ait bir hendesedir."

Hat sanatı; İslam'ın ilk dönemlerinden beri sürekli bir gelişim göstermiştir. Modern çağda geldiği noktadaki soyut anlatım gücü öylesine bir sanat düzeyine yükselmiştir ki; ünlü ressam Pablo Picasso, bir gün usta bir hattatın bir istifi karşısında "işte resim" diyerek, hayranlığını ifade etmiştir. Çünkü karşısında özgün ve somut figür etkileşiminden uzak, salt estetiğin ipucunu görmüştür.
Hat sanatında temel olarak altı çeşit yazı stili vardır."Aklam-ı Sitte" veya "Şeşkalem" denen bu stiller; "Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhani, Tevki ve Rika"dır. Yazıda bazı anatomik kuralların çizdiği sınırlarla ortaya çıkan bu stillerin mimarı Abbasi veziri İbn-i Mukle (886 - 940) olarak bilinse de, kendisinden bir eser elimize ulaşmamıştır. Ali b. Hilal (ölümü 1031), Mukle'nin özellikle eliflerinden etkilenerek, daha canlı ve kıvrak bir stil geliştirmiş, kendisinden sonraki hattatları üçyüz yıl boyunca etkilemiştir. Genel kanıya göre, Şeşkalem veya Aklâm-ı Sitte’nin gerçek yaratıcısı olan 13. Yüzyıl hattatı ünlü Yakut el Mustasımi’dir (ölümü 1298).

O dönemlerde Anadolu’da kök salmaya başlamış olan Türk boylarında da sanat önemli yer tutmaya başlamış ve bu gelişimin meyveleri Fatih Sultan Mehmet devrinin büyük ustası Amasyalı Şeyh Hamdullah'ın çalışmalarıyla devşirilmiştir. Aklâm-ı Sitte’nin rötuşlanarak, yeni sanatsal prensipler edinmesini Şeyh Hamdullah’a ve tabii onu destekleyen Fatih liderliğindeki ve özellikle sonrasında II. Bayezid Osmanlı Sarayı’nın sanat politikasına borçluyuz. Fatih’ten sonra tahta geçen II.Bayezid, eskiden beri irtibatta olduğu, hatta meşk ettiği hocası Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a çağırarak, hazineden Yakut yazıları üzerinde çalışmasına olanak sağlamıştır. Yazıya Osmanlı karakterinin kazandırılmasında bu çalışmalar en büyük paya sahiptir.

Aklam-ı Sitte’de Şeyh Hamdullah’dan sonraki en büyük atılım Hafız Osman Efendi ile olmuştur. Derviş Ali (ölümü 1678) ve Suyolcuzade Mustafa Eyyubi’den yazı meşkeden Hafız Osman Efendi, Şeyh Hamdullah’ın üslubunu derinlemesine öğrenebilmek için Nefeszade İsmail Efendi’den (ölümü 1678) de dersler aldı. Hocalarının vefatından sonra kendi üslubunu ortaya koyarak sanatını gittikçe geliştirmiştir.

Hafız Osman'la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı sanatını benimsemişlerdir. Sultan III. Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasındadır. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur'an'larla Hafız Osman'ın şöhreti bugün Uzakdoğu ülkelerine kadar bütün İslam coğrafyasına yayılmıştır.

Sonrasında Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesari, Kadıasker (Kazasker) Mustafa İzzet Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer, Kâmill Akdik, Neyzen Emin Yazıcı, Necmeddin Okyay, Mustafa Halim Özyazıcı, Macit Ayral, Rakım Efendi, Sami Efendi, Kemal Batanay, Hamit Aytaç, Emin Barın, Sadi Belger gelmiş geçmiş en büyük hattatlarımız arasında sayılabilirler. Günümüz sanatçıları, bu isimlerden veya onların talebelerinden icazet alarak gelmişler ve bayrağı hakkıyla taşımaktadırlar.
Aklâm-ı Sitenin dışında kullanılan diğer yazı türleri "Kûfi, Rika, Divanî, Siyâkat" türleridir.