Arama

Hadisi Şerifler - Tek Mesaj #64

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #64
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İslamiyet'te helâl ve haramların sınırları bellidir. Bir helâl, harama yakın görünüyorsa o da şüpheli addedilir. Bu konu hiçbir kimsenin söz söylemesine fırsat vermeyecek ve ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır. Dinin hükümleri zamanla da değişmez. Bu arada zaruretler mevzuu istisna teşkil eder. Zaruretlere getirilen tarif de bellidir. Zarauret insanın muzdar kalmasıdır. Mutlaka yapılması gereken şeyin de hâciyat denilen kısımdan olması şartı vardır. Bunlar da miktarlarıyla mukadderdir yani çerçeveleri bellidir. Yani ne kadar zaruret varsa o zarureti giderecek kadar mahzurlu şeyler mübah kılınmıştır. İhtiyaç ölçüsünde, belki ölmeye ramak kaldığında ölmemek için bazı şeyler mübah kılınmıştır. Ama orada da sınırlar bellidir.
Bu açıdan zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya talip olmuş, dünya birinci derecede bir mesele haline gelmiş diye insanın haram olan şeylere girmesi tecviz edilmemiştir/edilemez de. Üstad hazretlerinin başka bir mülahazaya binaen dediği gibi haramları yeme, yutma, masiyete girme, gırtlağına kadar günahın içine saplanma hususunda başkalarıyla beraber olma bir teselliyse kabrin öbür tarafında bu beraber olma pek esassızdır. İnsan aldanmış olur.
Din insanın hayat tarzını belirlemiştir. İnsan dine uyma mecburiyetindedir. İnsan dinin kurallarını değiştiremez; hele şahsı adına hiç değiştiremez. Bir yerde de ifade edildiği gibi din, insanlar kendilerini ona göre bir kıvama soksunlar diye gönderilmiştir; yoksa, insanlar kendi heva ve heveslerine göre dini şekillendirsinler diye değil. Ancak az önce de geçtiği gibi zaruretler ve ciddi ihtiyaç olan şeylerin dinde husûsî bir yeri vardır. Zaruretlerle alakalı söylenen hükümlere göre, ne kullanılır ne kullanılmaz bellidir. Bunları değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Sadık Tüccar Nebîlerle Haşrolur
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; “Sadık tüccar nebilerle, sıddıklarla haşrolur ve Cennet'e girer.” buyurmaktadır. Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) burada aynı zamanda insanların yanılma noktalarından birine dikkat çekmektedir. Yani bazı kimseler vardır ki, bunlar cismanî hevesleri, arzuları ve şehevanî duygularıyla daha çok aldanırlar. Diğer bazıları rahatla, yurt-yuva, ev-barkla aldanır; o noktada zayıftırlar. O noktada mukavemet edecek kadar ciddi bir karakterleri yoktur. Bazılarının da dünyaya karşı meyl ü muhabbeti vardır.

Her insanın bünyesinde ortak virüsler olabileceği gibi değişik virüsler de olabilir. Başka bir ifade ile bazı virüsler bazı insanlarda daha fazla yerleşmişlerdir ve onları oradan söküp almak çok defa zordur. Bu virüslerin hepsine karşı insanın fizikî yapısında olduğu gibi ruhunda da manevî farklı farklı korunma sistemleri vardır. Mesela, ev-bark, mal-mülk hususunda bir insandaki bağışıklık sistemi onlarla başa çıkabilecek kadar güçlü olabilir fakat aynı sistem tûl-ü emeli, tevehhüm-ü ebediyeti, cismanî-bedenî ve şehevânî hisleri gemleyebilecek ve onları hep meşrû dairede tutabilecek ölçüde kuvvetli olmayabilir. İşte bütün bunların hepsinin karşısında durabilecek ve hepsinin üstesinden gelebilecek güç ve sağlamlıkta, İslamiyetin gösterdiği korunma sistemleri vardır. Bu virüslerin gücüne göre o silahlarla mücadele edilebilir. Tek bir korunma sistemi değil farklı farklı sistemler vardır. O farklı farklı virüslere, mikroplara, bakterilere karşı İslam'ın koyduğu sistemler onları hallederler.
Bazı kimselerin dünyada daha fazla gözleri vardır. “Bir yerde biraz param, yarınlar adına bir tane evim, daha başka şeylerim olsun” derler. Bunlar insanın zaaflarıdır. Aslında bu meseleyi bütün bütün kınanacak bir mevzu olarak ele almak doğru değil. İnsanda böyle bir duygu olabilir. Önemli olan bu duygunun dinin yasak ettiği alana taşmaması, yüce hakîkatlerin yerine konmaması hatta önüne geçirilmemesidir. Yani daima bir vasıta olarak düşünülmesi, amaç ve gaye yerine konulmamasıdır. Zira hedef her zaman ve sadece Allah, Allah'ın rızası olmalıdır.

Kuralarla ev çekilişlerine giren insanlara bazen ekranlarda gözümüz takılıyor. Sanki Cennet'i kazanmış gibi sevindiklerini görüyoruz. Halbuki insanın uhrevî hayatı adına ev ne ölçüde önemlidir?! Bu gibi şeyler insanın hayatını dengeli sürdürebilmesi için yan aksesuarlar ve besleyici, destekleyici faktörlerdir. İnsanın eşine, eşinin de ona ihtiyacı vardır. Çocukların, anne babaya, anne babanın da çocuklara ihtiyacı vardır. Bütün bunlar insanın hayatını dengeli yaşamasına matuf, ağyar düşüncesine kapılmamak için verilmiş şeylerdir. Bunların hiçbiri gaye değildir. Gaye Allah'tır. Allah'la insanın arasına giren ev de olsa, çoluk-çocuk da olsa anne-baba da olsa merduttur. Allah'la insanın arasına girecek şeyler mağmalara kadar yerin dibine batmayı fazlasıyla haketmektedir.

İnsanlardan kime; “çocuklarını mı yoksa Allah'ı mı tercih edersin?” diye sorulursa sorulsun hemencecik, “Elbette Allah'ı tercih ederim” der. Fakat Allah'la münasebetin, irtibatın sarsılması karşısında bir çocuğunun ölmesi halinde duyduğu üzüntü ve tasayı duymuyorsa o zaman bu cevap tam olarak bir hakîkati ifade etmemektedir. Unutmayalım ki, esas yetimlik Allahsızlık, peygambersizlik, dinsizlik ve diyanetsizliktir. Bu hazmı biraz zor fakat çok önemli bir meseledir.
Allah Rasûlü bu hadis-i şeriflerinde insanın zaafına işarette bulunuyor. Bu hadis-i şerifte hassas bir nokta var. Sadık, iffetli ve helalinden kazanan bir tüccar demek ki insanın ayağının kaydığı bir noktada kazanıyor. Yani hileye, hud'aya girilmesi, müşterinin kandırılması, her şeyin milimi milimine tartılmaması, fiyatın fazla söylenmesi mümkün iken bu zaaflara karşı yenik düşmüyor ve kazanıyor. Yani kaygan sayılabilecek bir zeminde ayaklarını yere sağlam basıyor ve kaybın muhtemel olduğu bir zeminde kazanıyor. İşte bu kayma noktalarında iradesinin hakkını verebilen bir tüccar nebilerle, sıddıklarla haşroluyor. Sadakati şiar edinmiş olduğundan Cennet'e giriyor.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:45