Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
01:33, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Pazartesi, 08 Aralık 2025 - 01:34
Arama
MaviKaranlık Forum
Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv]
-
Tek Mesaj #534
Misafir
Ziyaretçi
20 Nisan 2006
Mesaj
#534
Ziyaretçi
DOKTOR KNÖLGE' NİN SONU
Bir lisede öğretmenlik yapan Bay Doktor Knölge, genç yaşta emekli olmuş, kendini dilbilime vermişti; eğer solunum darlığı ve romatizma gibi dertler gelip onu bulmasaydı, yalnız sebze ve meyveden oluşan bir rejime girmesine neden kalmayacak ve böylece ne vejetaryenlikle, ne de vejetaryenlerle uzaktan yakından bir ilgisi olacaktı. Rejim sağlığına o denli iyi geldi ki, alışık olmadığı değişik çevrelerden ve kişilerden ve bu kişilerin ülkelerine sık olmasa da gitmek zorunda kalmasından hiç hoşlanmadığı halde, yılın birkaç ayını genellikle güney ülkelerinden birinde, bir sağlık merkezinde ya da bir pansiyonda geçirmeye başladı.
Birçok yılın ilkbaharını, yaz başını ve arasıra sonbaharını bile Fransa'nın güney kıyılarındaki rahat pansiyonlarından birinde ya da Maggiore Gölünün kıyısında geçirdi. Oralarda değişik insanlarla, yalınayak dolaşan uzun saçlı havarilerle, oruç tutan fanatiklerle ve yemek düşkünü vejetaryenlerle tanıştı. Yemek düşkünü vejetaryenler içinde arkadaşlık kurdukları bile oldu, ama kendi midesi ağır yemekleri kaldırmadığı için yalnızca basit sebze yemekleri ve meyve türlerinden anlayan alçakgönüllü bir tat düşkünü olması ona yetiyordu. Önüne koyulan her yeşil salatayı yemezdi ve bir Kaliforniya portakalını bir İtalyan portakalı niyetine o güne dek yememişti.
Aslında vejetaryenlik onu pek ilgilendirmiyordu. Onun için yalnızca bir tedavi yöntemiydi. Onu asıl ilgilendiren onun gibi her dilbilimcinin ilgisini çekebilecek başka bir konuydu. Vejetaryenlik alanında üretilen, örneğin, vejetaryen, vejetancı, vejetabilist, çiğ beslenenler, frugiforlar ve karışık beslenenler gibi olağanüstü sözcüklerdi.
Bu yola kendini adamışların kullandığı dile göre, doktor karışık beslenenlerdendi, çünkü yalnız meyve ve çiğ sebze değil pişmiş sebze ve yumurta da yiyor, süt de içiyordu. Gerçek bir vejetaryenin, özellikle yalnız çiğ besinle beslenenlerin gözünde, bunun dehşet verici bir durum olduğundan da haberi yoktu. Yoldaşlarının, kendi savlarını savunmak için girdikleri fanatik tartışmalardan uzak dururdu. Bunların bazıları kendi inançlarıyla gurur duyuyorlardı, örneğin Avusturyalılar gibi kartvizit bastıranlar bile vardı. Oysa Knölge'ye, karışık beslenenlere yalnızca ağzının tadıyla katılmak yetiyordu.
Daha önce de değindiğimiz gibi Knölge, bu insanlarla pek uyuşamıyordu. Kırmızı yüzü, tombulca bedeni ve sakin görünümüyle onu kendilerine özgü fanatik inançları yolunda giden, genellikle bir deri bir kemik, uzun saçlı, garip giyimli ve münzevi bakışlı tam vejetaryen müritler, azizler ve aydınlanmışlar içinde ayrımsamak kolaydı. Knölge dilbilimci ve vatansever bir insandı. Birlikte olduğu vejetaryenlerin ne insanlıkla ilgili düşüncelerine ve toplumsal reform isteklerine ne de toplumdan kendilerini soyutlamalarına katılıyordu. Görünüşü öyle sıradandı ki, Locarno ya da Pallanzo İstasyonunda ya da iskelesinde, sebze azizlerinin kokusunu daha uzaktan alan batı tipi otellerin hizmetlileri, hiç kuşku duymadan ona yaklaşıyor ve böyle aklı başında görünen bir adam, bavulunu Thalsia, Ceres ya da Monte Verita gibi konaklama yerlerinin hizmetlilerine verip onların da bunu eşeğe yüklemelerine ses çıkarmayınca şaşırıp kalıyorlardı.
Her şeye karşın, Knölge, bir süre sonra, bu denli yabancı bir ortamda kendini rahat hissetmeye alıştı. İyimser bir insandı o, neredeyse bir yaşam sanatçısıydı. Dört bir yandan gelen bitki yiyenlerin arasında, taze salatasını ve şeftalisini, keskin bakışlarıyla hemen görüp karışık beslenmesine değinecek, kendi inancını savunmaya kalkan bir fanatik ya da pirinçlerini çiğnerken hiç kimseyi önemsemediğini vurgulayan dindar bir Budist'e aldırmadan, kırmızı yanaklı bir barışseverle, örneğin bir Fransızla beraber huzur içinde sohbet ederek yiyebiliyordu.
Günlerden bir gün, Doktor Knölge, ilk önce gazeteden, sonra da oraya giden tanıdık çevresinden, uluslararası büyük bir vejetaryen derneğinin Anadolu'da geniş bir arazisi olduğunu ve dünyadaki tüm vejetaryen yoldaşları uygun ücretler karşılığı orada kalmaya ya da yerleşmeye çağırdığını öğrendi. Bu dernek Alman, Fransız ve Avusturyalı bir bitki yiyici topluluğunca kurulmuştu ve amacı dünyanın herhangi bir yerinde onları destekleyenleri ve müritleri bir araya getirip kendi dini, ülkesi ve yönetimi olan bir devlet kurup kendi inançları doğrultusunda doğaya yakın yaşamalarını sağlamaktı. Bu amaç için de başlangıç yeri olarak Anadolu seçilmişti. Çağrılanda, 'Vejetaryenlik, vejetaryenler gibi yaşama, çıplak kültürü ve yaşam reformları' gibi deyimler kullanıyorlar, öyle çok propaganda yapıyorlar ve öyle çekici vaatlerde bulunuyorlardı ki, sonunda bu cennetten gelen özlem dolu sese Bay Knölge de karşı koyamadı ve ertesi sonbahar için başvurdu.
Bu yerde bol ve çok taze sebze ile meyve yetiştirilecek, büyük anabinanın mutfağı, 'Cennetin Yolu'nun kurallarını yazan kişilerce yönetilecek ve en güzeli de orada, dünyanın alaycı bakışlarından uzak bir yerde yaşama olanağı doğacaktı. Her tür vejetaryenlik ve giyim reformu özgürdü, tek yasak olan da et ve içki.
Dünyanın dört bucağından uyumsuzlar, Anadolu'daki bu yerde doğaya yakın bir yaşamla, sonunda biraz huzur bulmak, biraz da oraya akın akın gelen ve çözüm arayan insanlara inançlarını ve yöntemlerini öğretmek için geldiler. Bunların arasında kendi dinlerinden kaçan rahipler ve vaizler, sahte Hindular, gizbilimcileri, dil öğretmenleri vardı. Masaj yapanlar, hipnotizmacılar, sihirbazlar ve lokman hekimleri de. Bu olağandışı toplulukta zararsız küçük yalancıların dışında çok büyük üçkâğıtçılar ve kötü insanlar pek yoktu, çünkü burada büyük çıkarlar söz konusu olamazdı. Gelenlerin çoğunun, bitkiyle beslenenler için çok uygun bir yer olan güneyde kendi yaşamlarını sürdürmeden öte bir amaçları yoktu.
Asya ve Avrupa'da yoldan çıkmış gözüyle bakılan bu insanların çoğunun, birçok vejetaryene özgü bir kusurları vardı. Çalışmaktan pek hoşlanmıyorlardı. Altın, zevk, güç ve eğlence peşinde koşmuyorlar, yalnızca çok çalışma ve baskı olmadan alçakgönüllü bir yaşam sürmeyi arzuluyorlardı.
Bunlardan bazıları, vaaz veren kurtarıcılar, tansıklar yaratan lokman hekimler ve onlara hoşgörüyle bakan zengin yoldaşlarının kapı tokmaklarını parlatıp üç beş kuruş kazanan temizlikçiler olarak Avrupa'yı baştan başa yürüyerek buraya gelmişlerdi. Knölge, Ouisisana'ya varınca, arada sırada onu Leipzig'te ziyaret edip dilenenlerden bazılarıyla karşılaştı.
Ama en önemlisi de vejetaryenler dünyasının en büyük öncüleriyle tanışma olanağını buldu. Uzun, dalga dalga saçlı ve sakallı, yanık tenli, beyaz entarili ve sandaleti ya da açık renk ketenden spor giysiler içinde adamlardı bunlar. Tevrat'tan çıkmış gibi dolaşıyorlardı. Bazı saygıdeğer olanları da patiska bezleri kalçalarına dolamış, yarı çıplak, kendi işlerinin peşindeydiler. Gruplaşmalar, hatta topluluklar oluşmuştu. Frugiforların, açlık orucu tutan münzevilerin, Teosofistlerin ve ışığa tapanların ayrı yerleri vardı. Amerikalı peygamber Davis'in yandaşları, ona duydukları saygının bir simgesi olarak bir tapınak yapmışlar, Neo-Swedenborgcular da ayinlerini belirli bir salonda yapar olmuşlardı.
Doktor Knölge, ilk önceleri bu ilginç toplulukta sıkılganlıkla dolaşıyordu. Bad eyaletinden, Klauber adında, eski bir öğretmenin katıksız bir güney lehçesiyle dünya halklarına At-lantis'te olanı biteni anlatan konferanslarına katıldı, sonra da gerçek adı Beppo Cinari olan ve yıllarca uğraştıktan sonra kalp atışlarını, kendi gücüyle üçte bire indirebilen Yogi Vishinanda'yı şaşkınlıkla izledi.
Bu topluluk Avrupa'da bir yerde olsaydı, sanayi ve politik yaşamın ortasında bir akıl hastanesi ya da olağanüstü bir güldürü izlenimi verirdi. Oysa bunların tümü, bu Asya ülkesinde oldukça anlaşılabilir ve olası geliyordu insana. Yeni gelenlerin bazılarını, ellerinde çiçekler, karşılaştıkları kişileri barış öpücüğüyle selâmlarken ya da sevinç gözyaşları içinde dolaşırken görüyor; aydınlık, güleç yüzlerinde en büyük arzularının gerçekleşmesinden doğan mutluluğu okuyabiliyordunuz.
En ilginç grup tartışmasız Frugiforlardı. Bu grup, her türlü tapınak, barınak ve örgütü yadsımıştı. Tek amaçları olabildiğince doğaya yakın olabilmek, kendi deyimleriyle, toprakla bütünleşebilmekti. Gökyüzünün altında yaşıyorlar, ağaç ve fundalıktan topladıkları yemişler dışında bir şey yemiyorlar, öbür vejetaryenleri küçümsüyorlardı. Onlardan biri Doktor Knölge'nin yüzüne, pirinç ve ekmek yemenin, et yemek denli bir alçaklık olduğunu ve kendilerine vejetaryen diyen süt içenlerin, içki içen birinden ya da bir sarhoştan ayrımı olmadığını söyledi.
Frugiforların önde gelenleri içinde en saygıdeğer olanı, bu yolun en inançlı ve başarılı temsilcisi Jonas kardeşti. Kalçalarına, kıllı bedeninden pek ayırdedilemeyen bir bez dolamıştı. Ağaç tepesinde tahtadan yapma küçücük bir kulübede oturuyor ve bu çalı çırpı arasında büyük bir beceriyle dolaştığı görülüyordu. Ayak parmakları olağanüstü bir durumda geriye doğru kıvrılmıştı, tüm varlığı ve yaşantısıyla insanın hayâl edebileceği en üst ve başarılı doğaya dönüşü tamamlamıştı. Bazı alaycılar ona kendi aralarında 'Goril' adım takmışlardı, ama genelde tüm bölge halkı ondan hayranlık ve saygıyla söz ediyordu.
Bu ünlü çiğ beslenen, konuşmayı da yadsımıştı. Kadın erkek, tüm yoldaşları kulübesinin çevresinde sohbet ederken, o onlardan yüksekte bir dalda oturur, cesaretlerini kırarcasına sırıtır, ya da aşağılayıcı bir gülüşle güler, tek söz etmez, kendi dilinin doğanın tartışılmaz dili olduğunu, ilerde tüm vejetaryenlerin ve doğaya dönük insanların dünya dili olacağını davranışlarıyla anlatmaya çalışırdı. Her gün birlikte olduğu en yakın yoldaşları onun çiğneme ve ceviz soyma sanatı üstüne verdiği dersleri izleme zevkini tadarlar, giderek gelişen olağanüstü yöntemlerine hayran kalıp gurur duyarlar, ama öte yandan onu yakında kaybedecekleri için hüzünlenirlerdi, çünkü büyük bir olasılıkla, çok kısa bir süre sonra doğayla tam bütünleşecek ve öz vatanı olan dağların vahşi doğasına çekilecekti.
Bazı hayranları, yaşam evrelerini tamamlayıp insan olmanın çözümünü geriye dönmede bulmuş olan bu varlığa Tanrısal bir saygı gösterilmesini önerdiler. Bir sabah, güneş doğarken ağaçtaki kulübesine gidip mezheplerinin ayinine ilahilerle başladıklarında, kutsanan kişi, bir dalın üzerinde göründü, çıkardığı bezi alayla havaya fırlattı, sonra da dua edenleri sert kozalak yağmuruna tuttu.
Bizim doktorun alçakgönüllü ruhu, nedense bu kusursuz Jonas'a, yani gorile karşı çıkıyordu. Vejetaryen dünya görüşü ve bu fanatik olağanüstü yaratıklara karşı, içinde bastırdığı ne var ne yoksa, onu gördüğünde fena halde ortaya çıkıyor, kendi ılımlı vejetaryenliğini bile alayla düşünmesine neden oluyordu. Hiçbir iddiası olmayan öğretmenin yüreğinde, ansızın, insan olmanın gururu, hastalıklı bir biçimde kabarıyor, değişik düşünen birçok insana ses çıkarmadan sabırla dayanan bu insan, kusursuz yaratığın kulübesinin önünden nefret ve öfke duymadan geçemiyordu. Dalın üzerinde oturup yandaşlarının, saygı duyanların ve ona karşı olanların tümüne, aynı ilgisizlikle davranan goril de, nefretini içgüdüsel olarak algıladığı bu insana karşı giderek artan hayvansal bir öfke duymaya başlamıştı.
Knölge, bir ay sonra bu eyaletten ayrılıp artık evine dönmeye karar verdi. Işıl ışıl bir dolunay gecesinde, çevrede dolaşırken ayakları onu bilinçsizce ağaçtaki kulübenin olduğu yere sürükledi. Sağlığının yerinde olduğu ve sıradan, ama kendi gibi olan insanların arasında olduğu zamanları özlemle anımsadı, daha mutlu olduğu eski günleri düşünmenin etkisiyle öğrencilik yıllarında yine bilinçsizce öğrendiği bir şarkıyı ıslıkla çalmaya başladı.
O sırada, sesten sinirlenip çılgına dönen orman adamı çalıları çatırdatarak ortaya çıktı ve elinde sağa sola tehdit edercesine salladığı kalın bir sopayla, gezintiye çıkmış adamın karşısına dikildi. Şaşıran doktor o denli öfkelendi ki kaçmak yerine artık düşmanıyla hesaplaşma zamanının geldiğine karar verdi ve kötü kötü gülümseyerek eğildi, sesine olanca alay ve aşağılamayı katarak, "İzin verirseniz kendimi tanıtayım. Adım Doktor Knölge," dedi.
Der demez de, goril öfkeli bir çığlık atarak elindeki sopayı attı, pek de güçlü olmayan doktorun üzerine atıldı ve onu oracıkta o ürkünç elleriyle boğuverdi. Doktoru ertesi sabah buldular. Bazıları ne olup bittiğini anlar gibi oldu, ama hiç kimse, her şeye ilgisiz, dalında oturup ceviz soyan Jonas'a bir şey yapmaya cesaret edemedi. Yabancının cennette geçirdiği sürede arkadaş olduğu birkaç kişi, onu yakın bir yere gömdüler ve mezarının başına üzerinde 'Almanya'dan Dr. Knölge-Karışık Beslenenlerden' yazılı bir levha diktiler.
Masalın yazılış tarihi: 1910 civarında
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Kapat
Saat: 01:34
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...