Arama


GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #5
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

TARİH


ABD’nin üstünde yer aldığı topraklar kuşkusuz Kristof Kolomb’dan önce belki de birkaç kez bulunmuştu. Kolomb Yenidün- ya’da, Asya’dan gelmiş olabilecek insanlarla karşılaştı. Amerika’ya ilk yerleşenler büyük bir olasılıkla 10-30 bin yıl önce bir dizi göç dalgasıyla Bering Boğazını geçerek Asya’dan gelmişlerdi. Beyaz insan Amerika kıtası üzerinde belirdiğinde kıtanın yerlileri Yenidünya’nın her yanma yayılmış durumdaydılar. Tahminler birbirinden çok farklı olmakla birlikte, Kolomb Amerika’yı bulduğu sırada bugünkü ABD ana toprakları üzerinde kabaca 1,5 milyon Yerlinin yaşadığı sanılmaktadır.

1763’E KADAR KOLONİ AMERİKASI.


Kuzey Amerika’nın İngilizler tarafından kolonileştirilmesi, Avrupa’nın bütün dünyaya yayılmasının bir parçasını oluşturur. Portekizliler 1418’de Afrika’nın batı kıyılarına açılarak denizaşırı keşifleri ve sömürgeleştirmeyi başlatan ilk Avrupalı ulus olmuşlardı. Denizciliğe ve keşiflere Portekizlilerden daha geç başlayan İspanyollar, Kolomb’un yolculuğundan sonraki dönemde aradaki farkı hızla kapattılar. Önce Antiller, ardından Nueva Espana ve Peru İspanyolların eline geçti. Kendi toprak bütünlüğünü korumak için Avrupa’daki savaşlarla uğraşan Fransa, denizaşırı yayılmacılığa başlamakta oldukça geç kaldı. 16. yüzyıl başlarında Fransız balıkçıları Newfoundland’de bir üs kurdular. 1534’te Jacques Cartier, St. Lavvrence Körfezini keşfe başladı; 1543’te de Fransa Yenidünya’nın kuzeybatısını kolonileştirme çabalarına son verdi. 16. yüzyılın ikinci yarısında Florida ve Brezilya’da koloni kurmaya çalıştıysa da başarı sağlayamadı. 16. yüzyılın sonunda yalnızca iki Avrupa devleti, İspanya ve Portekiz Amerika’da başarılı koloniler kurmuş durumdaydı.

İspanyolların ve Portekizlilerin başarılarını tekrarlamak isteyen İngiltere de kolonileştirme çabalarında geri kalmıştı. John Ca- bot’ın 1497’de Nova Scotia’ya yapmış olduğu bir yolculuğa dayanarak İngiltere Kuzey Amerika üzerinde hak iddia ediyordu, ama 16. yüzyıl boyunca bu iddiasını destekleyecek olanağı ve isteği yoktu. Bu yüzden İngiltere, çıkarlarını koruyabilmek için, toprakları genişletmekten çok ticareti geliştirmeye ilgi duyan özel ticaret şirketlerine ağırlık verdi. Bu ticari girişimlerin ilki, 1554’te Moskova Kumpanyasının kurulmasıyla başlamıştı. 1576-78’de İngiliz denizci Martin Frobisher, doğuya açılan bir kuzeybatı geçidi bulabilmek için üç yolculuk yaptı. 1577’de Sir Francis Drake dünya çevresindeki ünlü yolculuğunu gerçekleştirdi. Dönüşünde Güney Amerika’nın batı kıyılarını yağmaladı. Elizabeth döneminin en başarılı emperyalistlerinden Sir Humphrey Gilbert 1578’de Kuzey Amerika’da sürekli koloniler kurmak amacıyla bir dizi girişimde bulundu, ama bütün çabalarının sonucu ancak sınırlı bir başarı oldu. Eylül 1583’teki son yolculuğunda Sir Gilbert 5 gemisi ve 260 adamıyla birlikte Atlas Okyanusunun kuzeyinde kayboldu. İngilizler, Gilbert’in bu başarısızlığının ardından Sir Walter Raleigh’ye ve Kuzey Amerika’ya okyanusun kuzeyinden değil, güneyinden bir yolla ulaşmak stratejisine ümit bağladılar. Raleigh’nin Virginia kıyısında süıekli bir koloni kurma çabası, 1587’de Roanoke Adası kolonisinin esrarengiz bir biçimde yıkılmasıyla başarısız kaldıysa da devamlı koloniler kurma konusunda halkın ilgisini uyandırdı.

Bu başarısızlıktan, 1607’de Jamestown’da bir İngiliz yerleşiminin kurulmasına değin geçen süre içinde İngiliz propagandacıları halkı, Amerika’daki kolonilerin kolay ve çabuk zenginlik getireceğine inandırmaya çalıştılar. Kolonileştirme hareketi başka etkenlere de dayanıyordu. Bazıları doğuya giden yolu Kuzey Amerika’da arıyor, bazıları ise, İspanya’nın yayılmasının durdurulması için Yenidünya’nın kolonileştirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Amerika’nın yerleşime uygun olduğu anlaşıldıktan sonra ise bazı İngilizler, kendilerini dinsel baskılardan kurtaracak kolonilere kaçmaya başlayacaklardı.

Virginia.


Jamestown kolonisinden sorumlu bir anonim şirket olan Londra Virginia Kumpanyasının yöneticilerinin çoğu yeni yatırım alanları peşinde koşan, ticari ve askeri alanda macera arayan insanlardı. 1607 tarihli bir beratla kurulan Virginia kolonisi, ilk iki yılında son derece kötü bir yatırım olduğunu kanıtlamıştı. Başarısızlığın ana nedenleri, koloniyi kuranların yeterince çalışmamaları ve koloninin gereksinimi olan sermayenin bir türlü sağlanamamasıydı. 1609’da verilen yeni berat Virginia Kumpanyasının ortaklarını artırarak yöneticilerin ellerindeki sermayenin de artmasına yol açtı. Koloni girişimi gene de başarılı olamadı; kâr getirmedi ve yatırımcı sayısı azaldı.

Krallık 1612’de üçüncü bir beratla kumpanyaya sermaye bulabilmesi için piyango düzenleme yetkisi verdi. Aynı yıl kolonide ilk kez John Rolfe tarafından iyi kalite tütün yetiştirildi. Sir Thomas Dale’in 1611’de vali olarak koloniye gelmesiyle birlikte koloniciler yaşamlarını sürdürmek için gerekli disiplini uygulamaya başladılar. Dale’in katı ve acımasız yasaları Virginia deneyimine bir düzen getirdiyse de buraya yeni insanları çekmeyi başaramadı. Kumpanya özendiriciliği artırmak amacıyla 1618’den itibaren gelenlere toprak dağıtmaya başladı. Bunun ardından, Virginia’nın yeni valisi Sir George Yeardley Temmuz 1619’da Jamestown’da toplanacak olan temsilcilerin seçilmesi için çağrıda bulundu. Kasaba temsilcilerinin meclisi ilk biçimiyle Virginia Kumpanyası yönetim kurulunun bir organından başka bir şey değildi, ama zamanla gücünü ve yetkilerini artırdı ve koloninin kendi kendini yönetimi için önemli bir güç oluşturdu.

Bu reformlara karşın, 1619-24 arası Virginia Kumpanyasının geleceği açısından pek iç açıcı olmadı. Salgın hastalıklar, 1622’deki Yerli katliamı ve iç çatışmalar çok sayıda insanın ölümüne yol açtı. Sonunda krallık 1624’te koloniyi yeniden kendi denetimine aldı. Yeniden krallığa bağlanma, uzun dönemde önemli sonuçlara yol açmasına karşın, koloninin niteliğini hemen değiştirmedi; ekonomik ve siyasal yaşam eskiden olduğu gibi bozuk biçimde sürdü. Temsilciler gayriresmî olarak toplanmaya devam ettiler. Meclis 1629’da resmen yeniden kuruldu. Virginialıların çabalarının çoğunu tütün yetiştirme ve ihracatına yöneltmek kararını, krallık istemeden kabul etti. Virginia kolonisi, 1630’a gelindiğinde krallığın mali desteği olmadan ayakta durabileceğini göstermişti.

Maryland

.
Virginia’nın kuzey komşusu olan Maryland, bir anonim şirket değil, tek bir mülk sahibi tarafından kontrol edilen ilk İngiliz kolonisidir. George Calvert (Lord Baltimore), 1632’de kendisine krallık tarafından toprak verilmeden önce bir dizi koloni tasarısına katılmış bir yatırımcıydı. Lord Baltimore’a arazisi ile birlikte ticareti ve siyasal sistemi denetlemek yetkileri de verilmişti. Maryland’ın kolonicileri, Virginia’nın yardımı ve yetiştirdikleri mısır sayesinde kısa sürede zenginleştiler. Kendisi Katolik olan Lord Baltimore, Katoliklerin barış içinde yaşayabilecekleri bir koloni kurmak, ama aynı zamanda, bu koloniyi kârlı bir yatırım haline getirmek istiyordu. Bununla birlikte Protestanlar hep Katoliklerden fazla oldu.
William ile Mary’nin İngiltere tahtına çıkmalarından sonra koloninin yönetimi Calvert ailesinden alınıp kraliyet hükümetine verildi. Daha sonra, Anglikanlık koloninin resmî dini ilan edildi. Calvert ailesinin de Anglikanlığı kabul etmesinden sonra Maryland 1715’te yeniden mülk biçimine dönüştü.

New England kolonileri.


Massachusetts’teki Plymouth yerleşiminin kurucuları, bir berata sahip olmamalarına karşın, kolonilerine mali kaynak bulabilmek için Virginialılar gibi, kâr amacı güden özel yatırımcılara dayanmak zorundaydılar. Bu yerleşimin çekirdeğini Hollanda’nın Leiden kentinden gelen Ingiliz göçmenler oluşturdu. Bu dinsel “ayrılıkçılar” gerçek kilisenin, müminlerin bir rahibin rehberliğinde gönüllü olarak bir araya gelmeleriyle oluşacağına inanıyorlardı. Kilise doktrinine ilişkin konularda aşırı bireyciydiler. Massachusettş Koyuna yerleşenlerin tersine Pilgrimler, İngiltere Kilisesi içinde reform gerçekleştirmek yerine bu kiliseden “ayrılmayı” seçtiler.

Yerleşimin ilk yılı olan 1620’de göçmenlerin yarısına yakın bölümü öldü. Ama bu tarihten sonra, İngiliz yatırımcıların azalan desteğine karşın, kolonicilerin sağlıkları ve ekonomik durumları düzeldi. Pilgrimler kısa süre içinde çevrelerindeki Yerlilerle barış anlaşmaları imzaladılar. Bu onlara, zaman alıcı ve pahalı savunma çabalarını bırakıp güçlü ve kararlı bir ekonomik altyapı kurma olanağı sağladı. Pilgrimler Plymouth’da azınlıkta olmalarına karşın ilk kırk yıl içinde koloninin bütün yönetsel yapısını denetimleri altında tuttular. William Bradford’un önderliğindeki kurucu Pilgrimler, 1620’de “Mayflower” gemisinden inmeden önce gemidekilere bir anlaşma imzalattılar. Kırk bir yetişkin yolcu bu anlaşmayla, liderlerinin koyacakları yasa ve kurallara uymaya söz verdi. Mayflower Anlaşması Amerika’da demokratik hükümetin evriminde önemli bir adım olarak yorumlanır. Oysa, yerleşmeye gelenler bu anlaşmayla yalnızca kurallara uyma sözü vermişler, Pilgrimler ise fazla bir şey vaat etmemişlerdi. Anlaşma tek yanlı bir düzenlemeydi. Hemen bütün erkekler yerel meclis ve valilik seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip oldular, ama koloni daha en az kırk yıl kadar az sayıda insanın denetiminde kaldı. Plymouth halkı ancak 1660’tan sonra, hem kilise işlerinde, hem de yurttaşlık sorunlarında yavaş yavaş etkili olmaya başladı.

Massachusetts Koyu Püritenleri de Pilgrimler gibi dinsel baskılardan kurtulmak için Amerika’ya geldiler. İngiltere Kilisesi’nden ayrılmayarak reform yoluyla kiliseyi değiştirmeyi umuyorlardı. Otoriter eğilimlere karşın Massachusetts Koyu Kolonisinde belki başka kolonilerde görülmeyen bir topluluk ruhu gelişti. Massachusetts sakinleri Püriten ahlakın gerçek ilkelerinden sapan komşularını ihbar eden, ama komşularının gereksinimleri karşısında son derece duyarlı olmayı gerektiren bir inanca sahiptiler. Massachusetts’te yaşam, egemen olan ortodoks anlayıştan ayrılanlar için son derece güçtü. Buna karşılık New England’da oturan pek çok kişi, Massachusetts’in yönetici seçkinlerinin zorla uyguladıkları ortodoks anlayışa uymayı reddediyordu. Hem Connecticut, hem Rhode Island bu hoşnutsuzluğun sonucu olarak kuruldu. Massachusetts Koyuna 1633’te gelmiş olan Rahip Thomas Hooker, koloninin kilise mensuplarının koloniye kabulü konusundaki sınırlayıcı politikasıyla ve koloni liderlerinin oligarşik iktidarıyla kısa sürede ters düştü. Hooker ve izleyicileri 1635’te Connecticut Vadisine taşınmaya başladılar. 1636’ya değin burada Hartford, Windsor ve Wethersford kentlerini kurdular. 1638’de New Haven’de ayrı bir koloni kuruldu. 1662’de Connecticut ve Rhode Island tek bir berat altında birleştirildi. Adı Rhode Island’ın kuruluşuyla özdeşleşmiş olan Roger Williams da Massachusetts yönetiminin keyfiliğine karşı çıktığı için bu koloniden kaçtı. Ama Williams, dinsel yönetim biçimine yaklaşımında, eleştirdiği Püritenlerden daha katıydı.

Görüşleri fazla yandaş bulmayan Williams, 1636’da Providence’a geldi. Massachusettsli bir başka muhalif, William Coddington da 1639’da kendi cemaatini Newport’a yerleştirdi. Dört yıl sonra, Massachusetts’ten atılan bir başka din adamı Samuel Gorton, Şhavvomet’e (bugün Warwick) yerleşti. 1644’te bu üç topluluk, Portsmouth’daki bir dördüncü koloniyle tek bir berat altında birleştirildi. Yeni koloni, Narragansett Körfezinde Providence Plantasyonu adını aldı. New Hampshire ve Maine’e gelmiş olan ilk göçmenler başlangıçta Massachusetts Koyu hükümeti tarafından yönetiliyordu. New Hampshire 1692’de, Maine ise 1820’de Massachusetts yönetiminden ayrıldı.

Orta Koloniler.


Yeni Hollanda 1624’te Hollanda Batı Hindistan Kumpanyası tarafından bugün Albany’nin bulunduğu yerde kuruldu. Bu, 17. yüzyılın ilk yarısındaki Hollanda yayılmacılığının yalnızca bir parçasıydı. 1664’te Yeni Hollanda’yı İngilizler ele geçirdiler ve Kral II. Charles’ın kardeşi York dükü James’in adına New York diye adlandırdılar. New York, dükün mülkü olarak onun yönetimine verildi. Koloni dükün yönetimine bırakılırken, bir temsilciler meclisinden söz edilmişti, ama dük yasal olarak bu meclisi toplamak zorunda değildi; 1683’e değin de toplamadı. Dükün kolonideki çıkarları temelde siyasal değil ekonomikti. Ne var ki, New York’tan ekonomik kazanç elde etme çabaları sonuç getirmedi. York dükü 1685’te İngiltere tahtına çıkınca New York’un statüsü de mülk kolonisinden krallık kolonisine dönüştü. Koloni 1688’de başarısız New England Dominyonu’nun bir parçası olunca krallık denetiminin güçlenme süreci hız kazandı. Long Island’da yaşayan bir Alman tüccarı, Jacob Leisler 1691’de vali yardımcısı Francis Nicholson’un yönetimine karşı ayaklandı. Küçük bir seçkinler grubunun yönetimine karşı duyulan hoşnutsuzluğun dışavurumu olan bu ayaklanma dominyon planının sonunu çabuklaştırdı.

Bir ölçüde, kurucusu William Penn’in liberal politikaları nedeniyle Pennsylvania Kuzey Amerika’daki kolonilerin en değişiği, en canlısı ve en zengini olmaya adaydı. Penn liberaldi ama kesinlikle bir İngiliz Whig’i, bir radikal değildi. Onun Ouaker inancı, zamanın bazı Ouaker liderlerinin dinsel aşırılıklarından uzaktı. Penn daha çok, bu inancın vicdan özgürlüğü, barışçılık gibi bazı temel ilkelerine ve Whig öğretisinin ana düşüncelerine bağlıydı. Bu idealleri, Yenidünya’daki “kutsal deney”le uygulamaya koymak istiyordu. Penn, Delaware Irmağı kıyısındaki arazi parçasını 1681’de II. Charles’tan aldı. Penn’in 1682’de önerdiği “hükümetin ilk çerçevesi”, koloninin özgür mülk sahipleri tarafından seçilecek bir konsey ve bir meclis kurulmasını öngörüyordu. Yalnız konsey yasa çıkarma yetkisine sahip olacaktı. Meclis konseyin sunacağı yasa tasarılarını yalnızca onaylayabilecek ya da veto edebilecekti. Bu yönetim biçiminin “oligarşik” özelliğine yöneltilen eleştiriler üzerine Penn 1682’de ikinci, 1696’da da üçüncü bir “hükümet çerçevesi” önerdi. Koloni halkını bunlar da tam olarak tatmin etmedi. Bütün yasama gücünü meclise bırakan ve konseyi danışma yetkisine sahip atanmış bir organa dönüştüren Ayrıcalıklar Beratı 1701’de yurttaşlar tarafından onaylandı. Ayrıcalıklar Beratı, daha önceki hükümet çerçeveleri gibi bütün Protestanlar için dinsel hoşgörü güvencesi getiriyordu.

Pennsylvania kuruluşundan itibaren zenginleşmeye başladı. En iyi araziyi almış ve önemli ticari ayrıcalıklar elde etmiş olan ilk yerleşimlerle sonradan kurulanlar arasında belirli bir rekabet vardı. Ama Pennsylvania’ daki ekonomik olanaklar genelde öbür kolonilerdekinden daha genişti. 1683’ten başlayarak Almanların Delaware Vadisine göç etmeleri ve 1720-30’larda İrlandalIlarla Iskoç-İrlandalıların akını Pennsylvania’nm nüfusunu artırdı ve farklılaştırdı. Kırsal alandaki verimli topraklar, hükümetin cömert toprak bağışlama politikasıyla birlikte 18. yüzyıl boyunca göçü yüksek düzeyde tuttu. William Penn’in oğulları John, Ric- hard ve Thomas Anglikanlığa dönmüş olmalarına karşın babalarının 1718’de ölümünden sonra dinsel hoşgörü politikasına bağlı kaldılar.

New Jersey, koloni döneminin büyük bir bölümünde New York ve Pennsylvania’nm gölgesinde kaldı. 1664’te York düküne bırakılmış olan toprakların bir bölümü, sonradan New Jersey kolonisi olacak arazide yer alıyordu. York dükü topraklarının bu bölümünü, kralın iki yakın dostu ve müttefiki John Berkeley ve George Carteret’e verdi; onlar da 1665’te kendi yönetimleri altında bir hükümet kurdular. Ama New Jersey ve New York’un mal sahipleri arasında New Jersey’nin asıl statüsünün ne olduğu konusunda anlaşmazlık çıktı. Berkeley kendi hissesinin yarısını iki Quaker’a satınca New Jersey’nin yasal statüsü daha da karışık hale geldi. Bunun üzerine bölge, Carteret’in denetimindeki Doğu Jersey, Penn ve öbür Ouaker mütevellilerin denetimindeki Batı Jersey olarak ikiye ayrıldı. Mal sahiplerinin fazlalığı ve yönetimdeki belirsizlik koloni halkı ve koloni yöneticileri arasında mülkiyet düzenlemelerine karşı hoşnutsuzluğa yol açtı. Krallık 1702’de iki Jersey’i tek bir krallık eyaleti olarak birleştirdi. Ouaker’lar Doğu Jersey’yi satın aldıklarında, Pennsylvania’nm suyolunu korumak amacıyla, sonradan Delavvare eyaleti olacak bir toprak parçasını da elde etmişlerdi. Bu arazi, 1704’te kendi meclisine sahip oluncaya değin, Pennsylvania kolonisinin bir parçası olarak kaldı; Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na değin de Pennsylvania valisi tarafından yönetildi.

Carolina’lar ve Georgia.


İngiltere Krallığı daha 1629’da Carolina arazisinde toprak bağışlamaya başlamıştı. Ama ancak 1663’te, her biri son derece zengin ve güçlü sekiz mal sahibinin oluşturduğu bir grup bölgeyi gerçekten kolonileştirmeye başladı. Mal sahipleri Carolina’ların sıcak ikliminde ipek üretmek istiyorlardı, ama bu yoldaki çabaları sonuç getirmedi. Ayrıca Carolina’lara yerleşecek insan çekmenin de güç olduğu anlaşıldı. 1718’de Yerlilerle yapılan bir dizi şiddetli savaşın ardından nüfus artmaya başladı. Yerleşim biçimi iki ayrı yolda gelişti. Elverişsiz kıyı şeridi nedeniyle Avrupa ve Antiller ticaretinden soyutlanmış olan Kuzey Carolina’da küçük ve orta ölçekli çiftliklerden oluşan bir koloni gelişti. Antiller ve Avrupa’yla yakın ilişkiler kuran Güney Carolina’da ise pirinç ve 1742’den sonra dünya pazarı için çivitağacı yetiştirilmeye başlandı. Her iki koloniye de ilk göçmenler daha çok Batı Hint Adaları kolonilerinden gelmişti. Ama bu göç kalıbı Kuzey Carolina’da o denli belirgin değildi. Çünkü bu bölgedekilerin çoğu, Virginialıların güneye doğru yayılması sonucu buraya gelmişti.

Carolina’lar için ilk hükümet çerçevesi olan Temel Anayasalar 1669’da düşünür John Locke’un yardımıyla Anthony Ashley Cooper (Lord Shaftesbury) tarafından hazırlandı. Bu çerçeve sınırlayıcı ve feodal niteliği nedeniyle pek etkili olamadı. Temel Anayasalar 1693’te bırakıldı ve mal sahiplerinin gücünü azaltan, eyalet meclisinin yetkilerini artıran yeni bir düzenleme kabul edildi. Temelde, mülk sahiplerinin acil savunma sorunlarının altından kalkamamaları yüzünden Carolina’lar 1729’da, Kuzey ve Güney olmak üzere iki ayrı krallık kolonisi haline getirildi.

Georgia’daki zengin ve yardımsever İngiliz mülk sahiplerinin liderliğini James Oglethorpe üstlenmişti. Oglethorpe, borçlan yüzünden hapsedilmiş kişileri Georgia’ya getirtip burada çalışan ve mülk sahiplerine para kazandıran bir işgücüne dönüştürmeyi tasarladı. Georgia’ya yerleşenler fazlasıyla sınırlayıcı bir ekonomik ve toplumsal sistemle karşılaştılar. Oglethorpe ve ortakları, bireylerin sahip olabilecekleri toprak miktarını sınırladılar, köleliği, rom içmeyi yasakladılar ve geniş mülklerin oluşmasını engelleyen bir miras sistemi getirdiler. Bu düzenlemeler, daha girişimci bir ruha sahip olan göçmenlerle mal sahipleri arasında gerginin ğe yol açtı. Ayrıca ekonomi, koloninin kurucularının beklentilerini karşılayamaz hale geldi. Carolina’lardaki gibi Georgia’daki ipek sanayisi de kârlı bir sonuç vermedi. Göçmenler koloninin siyasal yapısından da hoşnut değillerdi. Bu ütopyacı deney üzerinde sıkı denetimi sürdürmek isteyen mal sahipleri, kendi kendini yönetim için gerekli yerel kurumlan oluşturmadılar. Mal sahiplerinin bu tutumlarını sürdürmeleri üzerine krallık 1753’te koloninin denetimine el koydu. Daha sonra, göçmenlerin şikâyetçi oldukları sınırlamaların birçoğu, özellikle köleliği yasaklayan düzenlemeler kaldırıldı.

İmparatorluğun örgütlenmesi.

Ad:  abd1.JPG
Gösterim: 1803
Boyut:  77.8 KB

İngiltere’nin Amerika’daki kolonilerine karşı politikası, iç politikasından kaçınılmaz olarak etkileniyordu. 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere’de siyasal ortam istikrarlı değildi. Bu nedenle İngiltere’nin koloniler politikasının bu dönemde açık ve tutarlı bir çizgide gelişmesi beklenemezdi. Kolonileştirmenin ilk 50 yılında kolonilerin iç karışıklıkları, İngiltere’ nin akıllı bir politika oluşturmasını daha da güçleştiriyordu. Ama 1660’ta İngiltere, imparatorluğunu daha fazla kâr getirecek biçimde yeniden düzenleme yolunda ilk adımları attı. 1651’de kabul edilmiş bir dizi yasanın genişletilmiş ve değiştirilmiş biçimi olan 1660 tarihli Denizcilik Yasası İngiltere’ ye ve İngiliz kolonilerine giden malların, nereden gelirse gelsin, yalnızca İngiliz gemileriyle taşınmasını öngörüyordu. Bu gemilerin mürettebatının dörtte üçü İngiliz olmak zorundaydı. Şeker, pamuk, tütün gibi bazı maddeler de yalnızca İngiltere’ye gönderilebilecekti. Bu son düzenleme özellikle Virginia ve Maryland için zararlı oldu. Her iki koloniye de İngiltere tütün pazarı üzerinde tekel hakkı tanınmakla birlikte, tütünlerini başka yerlerde pazarlamaları da yasaklanmıştı. 1660 Yasası, İngiltere’nin ticaret imparatorluğunun tümünün korunmasına yeterli olmadı. Sonraki yıllarda sistemi güçlendiren yeni denizcilik yasaları kabul edildi. Parlamento 1696’da İngiltere’ nin ticaret imparatorluğunu denetlemek üzere bir Ticaret Kurulu oluşturdu ve ticaret düzenlemelerine uyulmasını sağlamak amacıyla da ek önlemler aldı. İngiltere’nin koloni politikasının etkisinin ne olduğu bugün de tam olarak anlaşılmış değildir. Son incelemeler, denizcilik yasalarının 17. yüzyılın sonunda başarıyla uygulanmakta olduğunu, ama bu yasaların Amerikan kolonileri için ciddi bir ekonomik yük oluşturduğunu ortaya koymuştur.

İngiltere’deki krallık denetim organlarına ek olarak Amerika’da hem İngiltere’nin ticaret imparatorluğunun düzenlenmesine yardımcı olan, hem de kolonilerin içişlerini denetleyen bir dizi krallık görevlisi bulunuyordu. Amerika’nın kırsal kesimindeki politika sürecinde krallık otoritesinin etkisi çok zayıftı. Bazı kolonilerde, özellikle 17. yüzyılda New England’ın şirket kolonilerinde ve mülk kolonilerinin bütün dönemlerinde krallığa karşı sorumlu bir vali yoktu. Bu kolonilerde krallık valilerinin bulunmayışı, özellikle ticaret düzenlemelerinin uygulanmasını olumsuz yönde etkiliyordu.

Yerel gücün gelişmesi.


İngiltere’yle Amerika’yı birbirinden ayıran uzaklık, Amerikalıların krallık görevlileri üzerindeki baskıları ve her geniş bürokrasinin kaçınılmaz olarak içine düştüğü etkisizlik, krallık iktidarının zayıflamasına ve yerel liderlerin kolonilerin işleri üzerindeki etkilerini artırmalarına katkıda bulundu. Koloni meclisleri 18. yüzyıl boyunca kendi yetkileri üzerindeki denetimini artırdı, vergi ve savunma'konularında yasama yetkisini ele geçirdi. Bu meclisler sonunda, krallık görevlilerine ödenen ücretleri de denetler duruma geldi. Yerel liderler, valinin atama yetkilerine de el attılar. 18. yüzyıl ortasında Amerika’da siyasal iktidarın büyük bölümü krallık görevlilerinden çok yerel liderlerin elinde toplanmıştı.

Amerikan kolonilerinin siyasal özerkliğinin artması, bunların İngiliz İmparatorluğu içinde genişleyen boyutlarının doğal bir sonucuydu. 1650’de kolonilerin nüfusu 52.000’di; 1700’de tahminen 250.000’e, 1760’ta ise 1.700.000’e yaklaşıyordu. Virgin- ia’mn nüfusu 1700’de 54.000 iken, 1760’ta yaklaşık 340.000’e ulaşmıştı. Pennsylvania’da 1681’deki 500 göçmene karşılık 1760’ta en az 250.000 kişi bulunuyordu. Amerika’daki kentler de gelişmeye başlamıştı. 1765’te Boston’un nüfusu 15.000’e, New York’unki 16-17.000’e, kolonilerdeki en büyük kent olan Philadelphia’mnki ise 20.000’e ulaşmıştı. Bu nüfus artışının bir bölümü, Amerika’ ya Afrikalı kölelerin getirilmesinden ileri geliyordu. 17. yüzyıl boyunca Siyah köleler nüfusun pek küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Güneyli kolonicilerin, plantasyonlardan büyük kârlar elde edebileceklerini görmelerinden sonra, 18. yüzyıl sonunda köle ticaretinin hacmi büyüdü. Köle nüfusu Virginia’da 1670’te 2.000 iken, 1715’te tahminen 23.000’e ve Bağımsızlık Savaşı öncesinde 150.000’e çıktı. Güney Carolina’da 1700’de yaklaşık 2.500 Siyah bulunmasına karşılık 1765’te Siyahların sayısı 80-90.000’e ulaştı. Bu dönemde Siyahların sayısı beyazların iki katıydı.

Göçmenlerin gönüllü olarak Amerika’ya gelmelerini sağlayan en temel etken ucuz ekilebilir toprakların varlığıydı. İngiliz Püri- tenleri 1629’dan başlayıp 1640’lar boyunca kalabalık gruplar halinde Amerika’ya gelen ilk topluluktu. 17. yüzyılda gelen göçmenlerin çoğu İngilizdi. Ancak 1820’lerden başlayarak kıtaya önemli sayıda Alman göçmen geldi. İskoç-İrlandalıların ve İrlandalIların 1713’te başlayan geniş boyutlu göçü bağımsızlık sonrasında da devam etti. Fransız Huguenot’lar ise öbür göçmen gruplarının tersine, becerili ve ülkeye geldikleri sırada bile varlıklıydılar.

Koloni Amerikası’nın geçimlik tarıma olan bağımlılığı azaldı ve birtakım ürünlerin dünya pazarları için yetiştirilmesi ya da imal edilmesine başlandı. Başlangıçta yalnızca bireysel gereksinimleri karşılayan toprak, ekonomik girişim için temel kaynak haline geldi. Bağımsız küçük çiftçi, özellikle New England’da ve Orta Koloniler’de varlığını sürdürdü, ama Kuzey Amerika’nın en kalabalık bölümleri 1750’de pazar için tarımsal üretime yönelmiş durumdaydı. Güney kolonilerinde pazar için üretim daha da önemliydi. İngiltere’nin özendirici önlemleriyle desteklenen Güney Carolina pirinç ve çivit üretimine yönelmişti. Kuzey Carolina, pazar ekonomisine Güney Carolina kadar girmiş olmamakla birlikte denizcilik malzemeleri alanında başlıca üreticilerden biriydi. Virginia ve Maryland’ın tütüne ve bu tütünü satın alan Londralı tüccarlara olan bağımlılığı düzenli olarak artıyordu. Dünya tütün fiyatına bu derece bağımlı olmak ve tek ürün sistemini sürdürmek sonunda yıkıma neden oldu.
Amerika geçimlik tarımdan ticari tarıma geçerken hemen hemen her kolonide etkili bir tüccar sınıfı gücünü artırdı. Boston, New England tüccar seçkinlerinin merkezi oldu. New Yorklu James De Lancey ve Philip Livingston, Philadelphialı Joseph Gallo- way, Robert Morris ve Thomas Wharton gibi tüccarların etkileri kendi uğraş alanlarının sınırlarını aşıyordu. Güçlü bir tüccar sınıfının bulunmadığı Virginia’da bile en çok ekonomik ve siyasal güce sahip olanlar, ticaretle çiftçiliği en iyi biçimde birleştirmiş olan ticari çiftçilerdi. Bu gelişmelere koşut olarak kolonilerin ticari önemi de artıyordu.

Kültürel ve dinsel gelişme.


Amerika’nın 17. ve 18. yüzyıllarda eriştiği düşünsel düzey Avrupa uluslarınınkinden aşağı olmamakla birlikte kesin olarak farklı bir niteliğe sahipti. Genellikle yabanıl olan bir araziye egemen olmaya çalışan Amerikalıları en çok heyecanlandıran, bilimsel tekniklerin uygulanmasıydı. Amerikalılar, kendilerini çevreleyen güçleri açıklamanın ve denetim altına almanın yolunu bilimde görüyorlardı. Ayrıca bilimsel düşünüş sivil toplumun sorunlarının çözümü için de kullanılabilirdi. Koloni dönemi Amerika’sında asıl ağırlık siyaset ya da metafizik üzerinde değil, bilim ve teknoloji üzerindeydi. Amerika’nın kendine özgü bilimsel dehasının en iyi örneği, Yenidünya’nın önemli botanik verilerini toplayıp sınıflandırmış olan Pennsylvanialı John Bartram’dır. 1744’te kurulan Amerikan Felsefe Derneği, Amerikan düşünsel yaşamının odak noktası olarak bilinir. Amerika’nın ilk planetaryumunu kuran astronom David Rittenhouse; botanik ve antropoloji alanındaki başarıları siyaset alanındaki başarılarını gölgede bırakan New York vali yardımcısı Cadwallader Çölden; Amerika’nın önde gelen hekimlerinden ve pek çok alanda toplumsal reformun öncülerinden Benjamin Rush gibi isimler bu derneğin etkin üyeleri arasındaydı. Amerikan Felsefe Derneği’nin en ünlü ismi, kurucularından Benjamin Franklin’di. Franklin, büyük bir kuramsal yenilik gerçekleştirmiş az sayıda Amerikalı bilim adamından biridir.

Amerika’nın bu dönemde öbür alanlardaki başarıları daha az önemlidir. Amerikan edebiyatı, geleneksel Avrupa türlerinde bile hemen hemen hiç gelişmemişti. Amerika’ nın edebiyata katkısı romanda, öyküde ya da metafizikte değil, tarih dalında olmuştur. Robert Beverley’nin History and Present State of Virginia'sı (1705 ; Virginia’nın Tarihi ve Şimdiki Durumu) ya da William Byrd’ün History of the Dividing Line’ı (1728- 29; Sınır Çizgisinin Tarihi) önemli tarih yapıtları arasında sayılabilir. Amerika’da en önemli kültür aracı kitap değil gazeteydi. Gazetelerin dışında almanaklar da yaygın bir şekilde okunuyordu. Benjamin Franklin’in Poor Richard’s Almanac’ı bu almanakların örneklerinden biridir.

Öbür sanat dalları ve tiyatronun Amerika’ da edebiyattan daha fazla gelişmesine karşın gerçek bir özgünlük kazanmaları yavaş oldu. Amerika, Benjamin West gibi iyi bir tarihsel ressam, John Copley ve Gilbert Stuart gibi iki yetkin portre ressamı yetiştirdi. Ama her üç sanatçının da yaşamlarının büyük bölümünü Londra’da geçirmiş olmaları, geçimlerini orada sağlayıp orada takdir görmeleri anlamlıdır. Güney kolonilerinde, özellikle Charleston’da iyi tiyatro kurma çabaları görülür. Ama hiçbir kolonide tiyatro Avrupa tiyatrosunun düzeyine yaklaşamadı. New England’da Püriten etkisi, Philadelphia’da da Guaker’lar tiyatronun gelişmesini engelledi.

New England kolonileri kamu eğitimi alanında öncülük etmişlerdir. New England dışında eğitim, çocuklarını özel okullara gönderebilecek kadar zengin olanların ayrıcalığı olarak kaldı. Özel kişilerin desteğindeki ücretsiz okullar ve bazı ucuz “akademi”ler orta sınıf çocuklarının belirli ölçüde eğitim görmesini sağladı. Başlıca yükseköğretim kurumlarmdan Harvard 1636’da, William ve Mary 1693’te, Yale 1701’de, Prince- ton 1747’de, Pennsylvania 1755’te, King’s College (bugün Columbia) 1754’te, Rhode Island College (bugün Brown) 1764’te, Queen’s College (bugün Rutgers) 1766’da ve Dartmouth 1769’da kuruldu. Bunlar hemen hemen tümüyle üst sınıfların hizmetindeydi.

Toplu olarak “Büyük Uyanış” diye bilinen bir dizi dinsel hareket 1730 ve 1740’larda kolonileri altüst etti. Büyük Uyanış, toplumun artan ölçüde laikleşmesine, Amerikan toplumunun bellibaşlı kiliselerinin maddeci özellikleri ağır basan kurumlara dönüşmesine karşı duyulan tepkiyi temsil ediyordu. Büyük Uyanış’ın din adamları, din değiştirmeyi selamet yolunda ilk adım sayarak ve din değiştirme olanağını kendi günahkarlıklarını kabul eden herkese tanıyarak Kalvenci ilahiyatı demokratikleştirdiler. Birçok Büyük Uyanış vaizinin tekniği, dinleyenlerin yüreklerine günahkâr yaşamlarının sonuçları hakkında korku salmaya ve Tanrı’ mn yüce gücüne saygı duymalarını sağlamaya yönelikti.

Amerika, İngiltere ve dış dünya. Birçok yönden Avrupa uluslarından soyutlanmış da olsa Amerikan kolonileri sürekli olarak dış diplomatik ve askeri baskılara hedef oluyordu. Özellikle İspanya ve Fransa, İngiltere’nin Amerika’da göstereceği herhangi bir zayıflıktan kendi ticaret ve toprak emellerini gerçekleştirmede yararlanmak üzere hazır beklemekteydi. Önce Kral William Savaşı’nda (1689-97), sonra Kraliçe Anne Savaşı (1702-13) ve Kral George Savaşı (1744-48; Avusturya Veraset Savaşları’nın Amerika’daki bölümü) sırasında İngilizler ve Fransızlar, Yerliler üzerinde denetim sağlamak, Kuzey Amerika kolonilerinin kuzeyindeki toprakları ele geçirmek, kuzeybatıda ticaret yapma fırsatı elde etmek ve Batı Hint Adalarında ticari üstünlük kurmak için birbiriyle mücadele ettiler. Bu olayların birçoğunda İspanya müttefiki Fransa’nın yanında yer aldı. Ingiliz kolonilerinin hemen güneyindeki ve batısındaki, ayrıca Antiller’deki sömürgeleri nedeniyle İspanya, çıkarını İngiltere’nin yayılmasını durdurmak için Fransa’yla birleşmekte gördü. Bu çatışmalar 1754’teki Fransız ve Yerli Savaşı’yla doruğa ulaştı.
Amerika’daki koloni nüfusu Fransızların 15 katıydı, ama Fransızlar da ellerinde tuttukları yerleri koruyacak kadar iyi donatılmışlardı. Fransızların Amerika’daki askeri örgütlenmesi İngilizlerinkinden daha genişti; askerleri daha iyi yetiştirilmişti. Ayrıca Fransızlar Yerlilerle askeri ittifak kurmakta İngilizlerden daha başarılıydılar. Savaşın başında Fransızlar peşpeşe zafer kazandılar.

Ama bu arada, İngiltere Amerika’daki asker ve malzeme varlığını artırmaktaydı. Sonunda, 1758’de Saint Lawren- ce’ın deniz ve kara kuvvetleri tarafından kontrolünü amaçlayan geniş bir strateji uygulamaya başladı. İngilizler 1759’da Quebec’i Fransızlardan aldı. Bu, savaşın dönüm noktası oldu. İngilizler 1760 sonbaharında Montreal’e girince bütün Kuzey Amerika fiilen İngiltere’nin denetimine geçmiş oldu. İngiltere 1763 Paris Antlaşmasıyla bütün Kanada’yı, Doğu ve Batı Florida’yı, Missis- sippi’nin doğusunda kalan bütün toprakları ve Antiller’deki St. Vincent, Tobago ve Dominika adalarını aldı. Ne var ki, İngiltere’nin bu kazancının maliyeti çok yüksekti. Savaş sırasında hükümetin harcamaları iyice artmıştı. Birçok İngiliz savaş giderlerine Amerika’daki kolonilerin katkıda bulunmaları gerektiğini düşünmeye başladı. Amerikan kolonileri, Fransız ve Yerli tehdidinden ilk kez 1763’te kurtulmuştu ve omuzlarına yük olan askeri örgütün harcamalarını karşılamak için vergi vermeye her zamankinden daha fazla karşı çıkıyordu. İngilizler ise Fransız ve Yerli Savaşı’nın giderlerinin hiç olmazsa bir bölümünü karşılamak için imparatorluğu yeniden düzenlemek ve bu yeniden düzenleme programını uygulayabilmek için de kolonilere yem vergiler koymak istiyordu. Amerikan kolonileri artık ekonomik olarak güçlü, kültürel bakımdan farklı ve siyasal olarak daha bağımsızdı. Sonunda İngiltere’nin imparatorluk planlarına karşı ayaklandılar.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 11 Ekim 2016 23:34