Arama


uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
7 Mayıs 2008       Mesaj #6
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye, Avrupa ülkelerine kıyasla genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Nitekim adrese dayalı nüfus kayıt sistemi ile yapılan 2007 nüfus sayımı sonuçlarına göre, Türkiye nüfusunun yarısı 28,3 yaşından küçüktür. Nüfusun % 66,5’i 15 ile 64 yaşları arasındadır. Ülkemiz nüfusunun % 26,4’ü 0–14 yaş grubunda yer almaktadır. Bununla birlikte Türkiye’ye yönelik sosyo-demografik gelişmeleri dikkate alan senaryo analizleri, Türkiye’nin yaşlanma trendine girdiğini göstermektedir. 1935 yılında 65 ve daha yukarı yaş nüfusun oranı % 3,9 iken, bu oran 2005 yılında % 5,6’ya yükselmiştir. Bugün ise toplumumuzun % 7,1’i 65 ve daha yukarı yaş grubundadır. 65 yaş ve üzeri nüfus oranının, yalnızca 2 yılda % 2’lik bir artış göstermesi dikkat çekicidir. 2000–2050 arasında yaş gruplarının toplam nüfus içerisinde yüzdesel değişimi incelendiğinde, yaşlı nüfusun diğer yaş gruplarına nazaran belirgin bir artış göstereceği görülmektedir. 2050 yılında Türkiye nüfusunda 16 ile 18 milyon arasında yaşlının bulunacağı öngörülmektedir. Bu da nüfusun yaklaşık %18’ine denk düşmektedir. Ekonomi politikaları toplumun refahını artırmada ve insanlara kaliteli yaşam koşulları oluşturmada zorunlu olmakla birlikte, tek başına yetersiz kalmaktadır. Etkili sosyal politika uygulamaları ile birleşmeyen ekonomi politikaları, toplumdan destek alamadığı için başarısız olmaktadır.Son yıllarda, özellikle ekonomik krizlerin etkisiyle, kesimler arasındaki gelir dağılımı büyük oranda bozulmuş, ücretlerde meydana gelen reel kayıp ve artan işsizlik sonucu halkımızın refah düzeyinde önemli düşüşler meydana gelmiştir. Krize karşı dayanma gücü aşınan yoksul kesimlerde sosyal huzursuzluklar artmıştır.Özellikle kentlerde artan yoksulluk, geniş halk kitlelerinin ekonomik, siyasal ve sosyal hayattan dışlanması ve giderek marjinalleşmesine neden olmaktadır. Bu durum, kentlerde asayiş ve huzurun bozulmasına, zengin ve yoksullar arasındaki yaşam standardı farkının açılmasına, toplumsal kutuplaşmaya ve "umutsuzluk" duygusunun yaygınlaşmasına neden olmaktadır.Kişisel gelir dağılımındaki bozukluk yanında, bölgeler ve iller arasındaki gelişmişlik farkları da artarak devam etmektedir. Yıllardır süregelen enflasyonist ortam, başta tarım kesimi olmak üzere, yoksulların elindeki gelirin zengin kesimlere kaymasına ve orta gelir grubunun tamamen yok olmasına yol açmıştır. Zaten olumsuz şartlarda yaşayan tarım kesimi, sağlanan desteklerin azaltılmasıyla, çaresiz hale düşmüştür.Uygulanan yanlış ekonomik politikalar sonucu, çalışan kesimler üzerindeki vergi yükü önemli oranda artmış, üretici kesimler rant geliri elde eden kesimler karşısında mağdur edilmiştir. İş imkanları ciddi oranda daralmış, şirket iflasları hızlanmış ve nihayet, sürdürülemez noktaya gelen bu süreç sonunda ekonomik ve sosyal politikalar IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenmeye başlanmıştır.