Üye Ol
Giriş
Hoş geldiniz
Misafir
Son ziyaretiniz:
03:23, 1 Dakika Önce
MsXLabs Üye Girişi
Beni hatırla
Şifremi unuttum?
Giriş Yap
Ana Sayfa
Forumlar
Soru-Cevap
Tüm Sorular
Cevaplanmışlar
Yeni Soru Sor
Günlükler
Son Mesajlar
Kısayollar
Üye Listesi
Üye Arama
Üye Albümleri
Bugünün Mesajları
Forum BB Kodları
Your browser can not hear *giggles*...
Your browser can not hear *giggles*...
Sayfaya Git...
Salı, 09 Aralık 2025 - 03:23
Arama
MaviKaranlık Forum
Dini Bayramlar
-
Tek Mesaj #2
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2006
Mesaj
#2
Ziyaretçi
BAYRAM
Bir toplumun bir bütün halinde, şerefli, önemli ve kutsal bildikleri için, sevinç ve coşku içinde kutladıkları, bu kutlama çerçevesinde birtakım ayinler, pratikler, törenler ve gelenekler sergiledikleri günlere
bayram
denir. Bayramlar sevinç ve eğlence günleridir, yeme içme günleridir. ‘Bayram’ sözcüğünün kökeni biraz kapalıdır. Bu sözcüğün, Oğuz Türkleri’nin kullandığı
bazram
kelimesinden dönüşmüş olabileceği varsayılmaktadır. Arapçada ise “îd” kelimesi bayram demektir. Ramazan bayramına “
îdu’l-fıtr
”, kurban bayramına da “
îdu’l-adhâ
(veya
udhiye
)” denmektedir. Ramazan bayramının birden fazla ismi arasında
şeker bayramı
tabiri yoktur. Bu tabir bilinçli olarak kullanıldığında dînî değerlere karşı “mesafeli” duruşu yansıtmaktadır. Çünkü “şeker bayramı” ifadesi ramazan/oruç bayramının dînî içeriğini birden boşaltmaktadır. “
Îd
” kelimesi, avdet anlamındaki fiil kökünden türemiştir. Bayram her sene tekrarlandığı için bu ismin verilmiş olduğu kabul edilmektedir.
Her toplumun değişik biçimlerde bayramları olagelmiştir. Çok tanrılı ilk çağ toplumlarında ya ilkbahar yağmurlarının başlaması, ya yılın ilk ürünlerinin devşirilmesi, yani hasat mevsimi, yahut hükümdarın tahta çıktığı, evlendiği v.b. günler birer bayram vesilesi olmuştur. Bu günler tanrısal bir kisveye büründürülüp bayram olarak kutlanmıştır.
Pek çok kavim gibi İslam’dan önceki Türklerin de kendilerine göre bazı bayramları olduğu kabul edilmektedir. Mesela beşinci ayın yarısında Türklerin Gök Tanrı’ya kurban kesmek suretiyle büyük bir bayram yaptıkları bildirilmektedir. Türklerin diğer bir bayramı da, Ergenekon’dan çıkışlarını anmak için her yıl başında düzenledikleri, kızgın bir demiri döverek başladıkları bayramdır.
Eski İran Mecûsîleri’nin iki önemli bayramlarından biri nevruz’dur. “Yeni gün” anlamına gelen
nevruz
, 22 Mart gününe rastlamaktadır. Diğeri de Mihrican adındaki sonbahar bayramıdır. Nevruz bayramının Ortaasya Türklerinde de kutlandığı bilinmektedir. Son yıllarda bu bayram, Türkiye’de önce siyasi gerekçelerle karşı çıkılırken, sonraları resmiyet kazandırılıp sahiplenilmiştir.
Cahiliyye devri Arapları’nın bilindiği kadarıyla büyük bir bayramları yoktu. Ancak onların bilinen en önemli bayramları Hac idi. Hac mevsiminde Ukaz, Mecenne ve bilahare Zu’l-Mecaz panayırları kuruluyordu. Bu panayırlar tam bir bayram havasında geçmekteydi. Bu panayırlardan başka, yılda bir kez düzenledikleri Zatu’l-Envat şenlikleri ile, Zemzem kuyusu etrafında düzenledikleri şenliklerden bahsedilmektedir. İslam öncesi Medine (Yesrib) Arapları’nın, Mecusilerden aldıkları
nevruz
ve
mihrican
bayramlarını kutladıkları bilinmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği zaman, Medineliler’in Yahudiler’e ait olan ‘yedinci gün’ (yevmu’s-Seb’ / şabbath) bayramını kutlamakta oldukları, tarihi rivayetlere yer almaktadır.
Yahudiler belki de bayramı en çok olan kavimlerden biridir. Bunların yedi ünlü bayramı vardır. Bunlardan
Pesah
, Mısır’dan kurtuluşun anısına düzenledikleri, mayasız, tuzsuz ve yarı pişirilmiş ekmek yedikleri bir bayramdır.
Şavat
, Sina dağında Musa’nın on emri aldığı günün yıldönümü,
Roş-ha-şanah
, yıllık muhas****** yapıldığı mağfiret dileme günü,
Yom-kipur
büyük oruç, keffaret günü,
hog-ha-şukkat
, çölde dolaştıkları yılların anısına yedi gün çölde çadırda ve çardaklarda sefil günler geçirdikleri gün,
purim
(şeker bayramı), İranda katliamdan kurtuldukları günün anısı,
Hanuka
, kandil bayramı olup zafer yıllarını anımsatmaktadır.
Hristiyanlarda bayramların genelde İsa-merkezli olduğu görülmektedir. Mesela
Paskalya
bayramı, İsa’nın öldükten üç gün sonra mezarında dirildiğine inanılan günün yıldönümüdür.
Noel
, Aralık ayında İsa’nın doğum günü olarak kutlanmakta,
tecelli
bayramı İsa’nın dirildikten yüz gün sonra üç havarisine göründüğü (tecelli ettiği) gün olarak anılmaktadır.
İslam dininde bilindiği üzere iki bayram vardır. Bunlardan biri Ramazan bayramı, diğeri de kurban bayramıdır. Ramazan bayramına “
Îdu’l-fıtr
” denmektedir. Çünkü oruç bitmiş artık iftar edilmiştir. Kurban bayramı ise “
Îdu’l-adhâ
” (hayvan kesme/kurban bayramı) olarak adlandırılmıştır. Kur’an’da ‘bayram’ anlamındaki “
Îd
” kelimesi bir kez geçmekte (5/Maide, 114) orada da bugünkü ‘bayram’ anlamında kullanılmamaktadır. İsa (a.s) Allah’a, kendilerine bir sofra (maide) indirmesi için dua etmekte, bunun onlar için bir ziyafet, sevinç kaynağı olmasını talep etmektedir. Fakat bunun dışında Kur’an “
yevmu’z-zîneh
” (zînet günü) (20/Taha, 59) deyimiyle Mısırlılar’ın bir bayram, en azından bir şenlik günlerine işaret etmektedir.
Kısacası Kur’an müslümanlar için özellikle gerek Ramazan gerekse kurban bayramını tayin etmiş değildir. Bu iki bayram Hz. Peygamber’in uygulamasına dayanmaktadır. Ramazan bayramı, Ramazan ayında oruç tutan müslümanların, oruç bitiminde Şevval ayının ilk üç gününde kutladıkları bir bayramdır. Müslümanların islamın Mekke döneminde böyle bir bayramları yoktu. Çünkü bayramın sebebi olarak gözüken oruç henüz farz kılınmamıştı. Oruç, hicretten birbuçuk sene sonra Medine’de farz kılınmıştır. (2/Bakara, 183). Rivayetler Hz. Peygamber’in ramazan bayramını bu seneden itibaren kutladığını göstermektedir. Bu tarihin daha ileride olduğu şeklinde bir itiraz yapılabilirse bile, daha önce olması mümkün görünmemektedir. Çünkü müslümanların Mekke’de böyle bir bayram kutlamayı mümkün kılacak istiklalleri yoktu. Onlar zaten bir “terör örgütü” muamelesi görüyorlardı. Cum’a namazı, bayram ve bayram namazı gibi toplumsal ve açık katılıma dayanan uygulamaları yapmaları mümkün değildi.
Medine’de istiklalini elde eden, Peygamber önderliğindeki İslam toplumunun tabi ki yeni bayramlar ihdas etmeye hakkı vardı. Üstelik de bayramlar, toplumsal katılımın en önemli zaman ve zeminidirler. Bundan İslam ümmetinin de istifade etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Hz. Peygamber, vahyin ona öğrettiği tevhîdî anlayış doğrultusunda usta bir siyasetçi olarak adım adım ve sağlam zeminlere basarak kendi ümmetini yetiştirmiş, ümmeti diri tutacak birtakım dinamikleri de ihdas etmiştir. Medine’ye vardığı zamanlarda orada kutlanan nevruz ve mihrican gibi bayramları sorguladığı, bundan sonra bu bayramları kutlamamalarını öğütlediği, Allah’ın onlara bu ikisine karşılık iki bayram (ramazan ve kurban bayramı) verdiğini söylediği nakledilmektedir. Özellikle Hz. Peygamber’in Mecusî kökenli iki bayram geleneğini kendi ümmetine yasaklaması gayet doğaldır. Fakat rivayetlerdeki, aynı o tarihte iki bayramı müslümanlara önerdiği kısmı tartışmaya açıktır. Çünkü Hac müslümanlara hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır. Aslında kurban bayramının neye istinad ettiği çok açık olmamakla beraber, kurban bayramının haccın bitiminde icra edildiği malumdur. Genelde bu bayramı Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’i kurban etme sınavına bağlama eğilimi göze çarpmaktadır. Fakat müslümanların böyle bir bayramı hangi tarihten itibaren kutladıkları tam belli değildir. Eğer haccın farz olmasından sonra kutlandıysa bunun en fazla iki senelik bir geçmişi olması icabeder.
Hz. Peygamber’in müslümanları, bayrama katılmaya teşvik ettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Aslında bayram namazının musalla adı verilen açık alanda, kadın ve genç kızların da katılımıyla kılındığının bildirilmesi bu coşku hakkında ilk ipuçlarını vermektedir. Hem beş vakit namazda, hem cum’a ve bayramlarda halkı bilgilendirmekten geri durmayan Hz. Peygamber (a.s)ın musallasına (namazgah) kadın ve kızların da katılması gayet anlaşılır bir durumdur.
İslamî Yönetimin Hz. Peygamberden ve ilk dört halifeden sonra Muaviye ile birlikte saltanata dönüştürülmesinin akabinden İslam, Emevî sultanları tarafından zalim bir iktidarın hizmetine sunulmuştur. Abbasî iktidarı döneminde de “iktidarın hizmetinde din” süreci devam etmiş, dinin özünü kaybettirici bu süreç bayram gibi geleneklerde de kendini göstermiştir. Abbasîler döneminde bayramlar çok görkemli kutlanmaya başlanmıştır. Özellikle düşman ülkelere sınır yerleşim bölgelerinde bayramlar düşmana karşı bir gövde gösterisi mahiyetinde kutlanmıştır. Osmanlı devletinde de bayramlar çok görkemli, şatafatlı kutlamalara sahne olmuştur. Sultan II. Mehmet’den itibaren sarayda resmi bayram kutlama töreni icra edilirken, Sadrazam, vezirler ve Kazaskerler gibi kimi yüksek düzeyli makam sahiplerinin padişahın eteğini, Şeyhulislam’ın padişahın elini, diğer bazı görevlilerin de eşik öpmeleri resmî törenin kuralı haline gelmiştir El öpme adeti anadolu Türkleri’nin bayramlardaki en önemli geleneği olarak hala varlığını korumaktadır.
Her siyasi rejim tarafından olduğu gibi bugün de bayramlar, halkın siyasi/sosyal katılımı için kullanılmaktadır. Bayram namazlarında okunan hutbeler, rejim için genel övgüler ve uzun ömürlü olması için yapılan dualar mahiyetindedir. Sistemin, “irticaya olan öfkesi”ne rağmen, cum’a ve bayram namazlarının icrasından da, -bunu saklı tutuyorsa da- memnun ve razıdır. Halkın dînî rikkatinin inceldiği bayram sabahlarında camilerde, tıpkı cum’a namazlarında olduğu gibi, Ulu’l-Emr’e itaat telkinleri yapılmakta, halkın muhalefet duyguları teskin edilmektedir. Yani yine din siyasetin hizmetinde kullanılmakta, din siyasete alet edilmektedir.
Bunun da ötesinde bayramlar, ideolojik hatta dinî farklılığı bulunan, daha doğrusu bulunması gereken katmanlar arasında bir uzlaşma ve hoşgörü işlevi görmektedir. Toplumsal uzlaşının meşhur
gemi
temsili ile kotarılmasına en çok bayramlarda başvurulmaktadır. O güne kadar kendileri tarafından bizzat fırkalara ayrılan, bölünen, parçalara ayrılan, kimisi birinci, kimisi ikinci, bir diğeri üçüncü tehlike ilan edilen halk kesimleri bayramda birden bire batması istenmeyen(!) bir geminin yolcularına benzetilmekte, geminin batmaması için, başta birinci tehlike olarak görülenler olmak üzere fedakarlık istenmektedir. Dine en yakın duranından en uzak duranına kadar bütün siyasiler ve parti mensuplarınca yayınlanan bayram mesajlarında bu uzlaştırma çağrıları çok açıktır. Fakat bazılarının bu çağrıda safça kullanıldıkları her hallerinden bellidir. Aslında uzlaşan ve hoş gören sonuçta –her zaman olduğu gibi- dindar kesim olmaktadır. Yani burada da bir manipulasyon yaşanmakta, kendi dînî değerleri birinci tehlike olarak görülen dindar kesim, kendisini rahatsız eden “öteki” tehlikelerin üstüne bir sünger çekmektedir. Çünkü bayramdır; çünkü bayramda küslük, dargınlık, hor görmek olmaz!
Kısacası, “dînî bayram” denilen bayramlar artık neredeyse, müslümanların olmaktan çıkıp İslam karşıtı güçlerin olmuştur. Tercih ettiği dünya görüşü gereği oruç gibi, bayram gibi, namaz gibi dînî kavramları hiç terennüm etmemesi gerekenler, bayramları kendi hizmetlerine pekala kullanabiliyorlar. Halk kesimi de bu konuda resmî kanattan daha masum değildir. Günümüzde bayramlar da tıpkı namaz gibi, oruç gibi, Kur’an okumak gibi, Hac gibi, değiştirici-dönüştürücü (inkılapçı) özelliğini yitirmiştir. İlk başta anılanlar gibi bayramlar da sekuler bir toplum tarafından tüketilmektedir.
Her toplumun, dinden kaynaklanan bayram ve kutsallaştırılan birtakım günlerinin dışında, ulusal günleri olabilir. Bu günler ya bir zaferin tarihidir, ya da önemli bir atılımın, girişilen bir büyük hamlenin başlangıç tarihidir. Yani sonuçta ulusal bir sevinç ve mutluluk günüdür. Fakat, sekuler bir yapıya dayanan siyasi sistemler açısından “dînî bayram”, “millî bayram” gibi bir ayırım çok isabetli değildir. Çünkü “millî bayram” kabul edilen ulusal günler de sonuçta, temel referansları “gökten geldiğine inanılan dînî metinler” olmayan laik bir sistemin, dinsel bir anlam yüklediği günlerdir. Bu günlerin, halkın dini bayramlara yoğun bir şekilde yöneldiği, “değerlendirdiği”, “ihya ettiği” göz önüne alınarak, dini yegane referans olarak algılamasının, sekuler paradigmayla arasına mesafe koymasının önüne geçmek amacıyla ihdas edilmiş günler olduğu asla unutulmamalıdır. Adı öyle olmamasına, halkın da belki böyle bir isimlendirmeyi kolay benimsememesine rağmen, fiili durum budur. Dolayısıyla aslında ‘millî bayram’ derken, onun da bir başka açıdan dînî bayram olduğu hatırda tutulmalıdır.
Günümüzde gerek cum’a gerekse bayram namazları, -Rasulullah’ın kıldığı asıllarına uygun düşmediği, yani sahihliğini yitirdiği bir yana- tamamen erkeklere özgü, kadınlara kapalı bir hale gelmiştir. Kadınlar da bu “coşkuya” evde yemek pişirmekle ve “bayram hazırlıklarını” itmam etmekle katılmaktadırlar(!) Bunda şimdiki toplum herhangi bir beis görmemektedir. Çünkü gerek ramazan gerekse kurban bayramları, ne İbrahim Peygamber’in tevhid anlayışı, ne de Hz. Muhammed (a.s)ın din anlayışı paralelinde kutlanmaktadır. Bayramlar artık sadece folklorik bir fenomendir. Tıpkı “o eski ramazanlar...” cümlesiyle başlayan eskiye özlemin dile getirildiği duygusal söylem gibi, bayramlar da üzerine nostaljik ağıtların yakıldığı, bir sürü eğlendirici unsurun hikaye edildiği bir halk geleneğine indirgenmiştir.
Ayrıca yılda iki kez ve bir şölen havasında geçen, katılmanın psikolojik açıdan insanı rahatlattığı bayram namazlarındaki vaazlarda hurafelere dayalı din kültürü tekrar bir kez daha halkın üzerine boca edilmekte, bir sonraki bayrama kadar yetecek bir miktarda hurafeyle halk doldurulmuş vaziyette evlerine dağılmaktadır. İslam’ın gerektirdiği şekilde hayatını tanzim etmeyen insanlar, kadir gecesi, berat gecesi, arefe günü, bayram namazı gibi gün ve gecelerde kıldığı namazların onlara ne kadar büyük sevaplar kazandırdığı müjdesi(!) ile rahatlatılmış olmaktadır. Birileri kürsüsüne kurulup Allah adına hesaba kitaba gelmez sevaplar dağıtmaktadır. Kadir gecesinde aldığı hesaba gelmez sevapları duyan insanlar ramazan ayından sonra kolay kolay namaza yaklaşmamaktadırlar. Eğer bu kurban bayramı ise, keseceği kurbanın ahirette onu cennete götüreceği gibi oldukça abartılı vaadlerle bu rahatlatma daha ileri boyutlara varmaktadır.
Türk tipi dînî bayramlarda halkın vazgeçemediği önemli âdetlerden biri de mezar ziyaretleridir. Mezar ziyaretleri, ölümü düşünmek, ölmüş yakınının günahını, sevabını kendince ölçüp biçmek, İslam üzere yaşayıp yaşamadığının muhasebesini yapmak, ölümden sonrasını düşünmek, kendi akıbetini düşünmek, yani ölümden sonra hem ölen yakını hem de kendisini nasıl bir geleceğin beklediğini düşünmekten ziyade, ölenlere bir vefa borcu gibi algılanmaktadır. Bunun yanında, mezarın başında okudukları üç ihlas ve fatiha, azap içinde olması ihtimaline karşı, şefaat edeceği inancıyla ölenlerin ruhuna gönderilmektedir...
Bayramların müslümanlar için sevinç günleri olması elbette yadırganmamalıdır. Müslümanların kaynaşması, soğuklukların giderilmesi, birbirlerini ziyaret etmenin sağlanması, birbirlerinin sıkıntılarına muttali olunması, unutulanların hatırlanması ve nihayetinde hakkı ve sabrı tavsiye için iyi bir fırsattır. Meşru ölçüler içinde, bayram eğlencesine de müslümanların hakkı vardır. Nitekim Peygamberimiz bu tür eğlenceleri meşru görmüş, hatta teşvik etmiştir. Ancak müslümanlar bayramlarda da, şirk sayılacak âdet ve geleneklerin yaşamasına izin vermemelidirler. Artık müslümanlar dinlerine dayalı, yüzde yüz tevhîdî, kendi geleneklerini oluşturmalıdırlar. Bir gelenek bin senedir de varsa, eğer şirk kapsamına giriyorsa o terk edilmelidir. Bu konuda kınanmaktan korkulmamalıdır. Bayramlar hakla batılın karıştığı, uyuştuğu değil, ayrıştığı günler olmalıdır.
Eğer müslümanlar bir vücut gibilerse, vücutun bir uzvundaki rahatsızlık, diğer uzuvlar tarafından –bayramlarda- görmezlikten geliniyorsa o vücutun yekpareliğinden, dolayısıyla sıhhatinden bahsetmek mümkün değildir. Müslümanların, her türlü meşru/helal eğlenceye haklarının varlığını saklı tutmakla beraber, kardeşlerini unutmayı gerektiren herhangi bir “gün”leri olmamalıdır. Bayramlar, anlatmaya çalıştığımız kardeşlik dayanışmasının, diğergamlığın, paylaşma ve infak ahlakının en yoğun olduğu günler olmalıdır. “Tüketim köleliği” müslüman toplumları da kuşatmış vaziyettedir. Öyle ki bu durum bayramlarda müslümanların, kardeşlerini unutacak düzeye varmaktadır.
Eğer bayram bir sevinç, mutluluk ve eğlence günüyse, bu güne hak kazanmak gerekir...
BEĞEN
Paylaş
Paylaş
Bu mesajı
1
üye beğendi.
Cevapla
Kapat
Saat: 03:23
Hoş Geldiniz Ziyaretçi
Ücretsiz
üye olarak sohbete ve
forumlarımıza katılabilirsiniz.
Üye olmak için lütfen
tıklayınız
.
Son Mesajlar
Yenile
Yükleniyor...