Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #56

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #56
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk medyasında yok yok. İyi yetişmiş entelektüeller, son model baskı makineleri, uydular, linkler... ‘Yağ var, un var, helva nerde?’ sorusunun cevabı bulunamıyor.

Çünkü her şey var, denge yok medyada. ‘Ya hep ya hiç’ mantığıyla yaklaşılıyor her meseleye ve bir türlü ölçü tutturulamıyor. Oysa medyanın kalitesi yayındaki kıvamından belli olur. Bu konuda sorumluluk taşıyorlar. “Ya olacak, ya ölecek” mantığıyla yaklaşılmaz olaylara. Her meselenin bütün seçenekleri hesaplanır, bilgiler, belgeler bir araya getirilir; ondan sonra duyarlı ve sorumlu yayıncılık, tutarlı ve mantıklı gazetecilik devreye girer. Şemdinli olayları ortaya çıktığı günden beri medya ölçüyü bir türlü tutturamadı. Daha ilk günden “2. Susurluk” başlığı atıldı; ancak Susurluk münasebetiyle ifade edilen hiçbir düşüncenin arkasında durulamadı. Hatırlanacağı gibi Susurluk olayı patlağında devrin siyasî iktidarı “fasa fiso” demiş ve ağır eleştiriler almıştı. Bugünkü hükümet “Ucu kime dokunursa dokunsun sonuna kadar gidilecek” dedi; umduğu basın desteğini bulamadı. Demek ki ya Susurluk için gösterilen tepkide ölçü tutturulamadı veya Şemdinli’de.
“Trafik suçuna idam cezası”
Bu arada iki ilginç olay daha yaşandı. Sauna çetesi diye anılan bir örgüt ortaya çıkarıldı. Ardından benzer bir örgüte Bursa’da rastlandı. Her ikisi de Şemdinli’ye benziyordu; yani örgüt üçlü sacayağı üzerinde duruyordu: Askerî bir yetkili (Jandarma komutanı, Özel Kuvvetler subayı vs.), Emniyet yetkilisi (eski Emniyet genel müdür vekili) ve PKK itirafçıları. Hal böyle olunca Şemdinli soruşturması daha bir önem kazanmış oldu; çünkü bu soruşturma benzer hadiseler için de bir ölçü olacaktı. Şemdinli’de suçüstü yakalanan kişiler vardı, televizyon görüntüleriyle sabit olan bir araç, aracın bagajında ağır silahlar ve bombalar bulunmuştu. Olayı soruşturmak için gelen devlet görevlilerine güpegündüz ateş edilmişti. Bugün herkes haklı olarak soruyor; “Van savcısı meslekten ihraç edilince Şemdinli olayı rafa kalkar mı?” Fatih Altaylı ve Haluk Şahin’in geçen hafta gündeme getirdiği bu soruyu kamuoyu da merak ediyor.
Hatırlanacağı üzere Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın hazırladığı iddianame ilginç bir şekilde basına sızınca ortalık karıştı. Savcıya karşı gösterilen öfke de, tepki de büyüktü. İddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın adı da geçiyordu. Büyükanıt Paşa bazı gazetelere hemen özel demeç verdi ve “Yargılanmaktan gurur duyarım.” dedi. Herkes Paşa kadar soğukkanlı duramadı galiba ve olay inanılmaz bir boyut kazandı. Savcı Sarıkaya’ya ağır eleştiriler yöneltildi. Hemen herkesin ortak kanaati iddianamede amacını aşan sözlerin sarf edilmiş olmasıydı. “Askere darbe” şeklinde yapılan yorumlar ise aşırı bir tepki olarak görüldü. Genel kanaat savcının uyarılması gerektiği şeklindeydi. Ne var ki hafta içinde sürpriz bir gelişme yaşandı ve beklenmedik bir karar çıktı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Savcı Sarıkaya’yı meslekten ihraç etme kararı aldı. Kararın ağır olduğu çok aşikar. Müfettiş raporları basına yansımıştı. Müfettişlerin talep ettiği ceza ile HSYK’nın verdiği ceza arasında korkunç bir uçurum var. Hukukî boyutlar çoktan aşılmış, HSYK âdeta meslektaşlarına gözdağı vermişti. Nerede kaldı yargı bağımsızlığı, nerede kaldı adalet mensuplarına tanınan güvence?..
Genç savcının hatasını herkes dile getiriyor. Buna rağmen cezanın ağır olduğunu da düşünüyor herkes. Meclis Komisyon üyeleri doğru söylüyor: “Trafik suçuna idam cezası verildi.” Kamuoyunda oluşan genel kanaat şudur: Savcıya bir ceza verilmesi makul olsa bile, bu ceza ölçüsüz ve dengesizdir. Yargı bağımsızlığını ayaklar altına aldığı gibi, bundan sonraki soruşturmalar konusunda yargıya gözdağı verilmiştir...
Ekşi: Böyle ne hukuk olur ne devlet
‘Medyada ölçü yok, denge yok’ derken böyle hassas konular için söylüyorum. Şemdinli olayları patladığında dengeli yayın yapamayan Türk basını, iddianamenin sızdırılması sonrasında da ölçüyü koruyamadı, kıvamı yakalayamadı. Öyle kışkırtıcı şeyler yazıldı, öyle tahrik edici şeyler söylendi ki HSYK’nın kurban adaması için sunaklar düzenlenmiş oldu. HSYK, verilebilecek en ağır cezayı seçti; ancak kamuoyu nezdinde Türk adalet sistemi çok ağır bir yara aldı. Sadece adalet değil, hükümet de, muhalefet de, askeriye de, bürokrasi de bu olaydan yara aldı maalesef. Belki en büyük hasar Türk medyasında. Zira, ölçüsüz tepkiler, rencide edici söylemler hadiseyi bu noktaya taşıdı. Belki farkında değildi medyamız; ancak neşredilenleri sıktığınızda karşınıza bir tek cümle çıkıyordu: “Sen kim oluyorsun da haddini aşarak bazı kişi ve kurumların gölgesine basıyorsun?” Böyle demek istemese bile böyle algılandı; en azından HSYK böyle algıladı ve emri yerine getirdi. Getirdi de ne oldu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç, “Bu, vicdanları yaralayan, adalet duygusunu zayıflatan, maalesef bazı mercileri yıpratacak olan bir karardır.” dedi. Doğru söylüyor Meclis Başkanı. Bu karar, Türk hukuk tarihinde benzerleriyle kıyaslandığında şaşırtıcı; hatta üzücü bir dengesizliği ortaya çıkarıyor. Cumartesi günkü Radikal Gazetesi tartışmalara neden olan savcıları ve onların çıngar çıkaran iddialarını listelemiş. Savcı Yüksel’in “çeteciyi ziyaret”i, Talat Şalk’ın Başbakan Mesut Yılmaz’a ağır suçlamalar yöneltmesi, Ünal Canpolat’ın cinayet ve çetecilikten suçlanan kişileri serbest bırakmasından sonra oğlu ile çetelerin ortak olduğunun ortaya çıkması... O kadar çok ürpertici örnek var ki! Hiçbirinde HSYK bu kadar “ağır ceza” vermemiş. Onlarca hadise yan yana dizildiğinde HSYK’nın keyfî kararı sırıtıyor; o karar sırıttıkça “vicdan yaralaması” daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Zaten Arınç, çarpıcı örnek de veriyor. O günkü savcı Vural Savaş’ın Refah Partisi’nin kapatılması davasında kendisi ve arkadaşlarını “habis urlar” diye suçladığını hatırlatıyor, başvurularına “ne var bunda” cevabını aldığını söylüyor...
Oktay Ekşi, HSYK kararı açıklandığı günden beri feryat ediyor; “Yargı işte böyle etkilenir.” diyor ve ekliyor: “Hangi yargıç artık sadece yasanın ve kendi vicdanının dediğine göre karar verebilir? Kendimizi aldatmayalım... Böyle ne hukuk olur ne de devlet.” Açık bir gerçek var: HSYK, askerlere şirin görüneyim derken kantarın topuzunu kaçırdı ve maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de yıpratabilecek yeni bir yol açtı. Buyurun size gazete yorumlarından derlediğim birkaç alıntı:
Hasan Cemal (22 Nisan / Milliyet): “Asker bağırdı. Sistem hizaya geldi. Bakanlık düğmeye bastı. Kurul kararı çıktı. Savcı meslekten men edildi. Ve darbe önlenmiş oldu. Kime karşı? Askere karşı darbe! Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın HSYK tarafından meslekten ihraç kararı yargının bağımsızlaşması mı, yoksa askerileşmesi mi?..”
Ergun Babahan (Sabah / 21 Nisan): “Bu, Türkiye’de kendisini hukukun üstünde görenlerin elini güçlendirecek bir gelişme olmuştur. Korkarım ki bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.”
Taha Akyol (21 Nisan / Milliyet): “HSYK ‘meslekten’ ihraç cezası vermekle ölçüyü kaçırmıştır!.. Bu işi maalesef iyi yönetemedik. Genelkurmay haklı iken, lüzumsuz sertlikte bir bildiri yayınlayarak “adaleti etkileme” şüphesine yol açtı! Bakın gazeteler “domino taşı gibi” Genelkurmay’ın zikrettiği isimlerin birer birer görevden uzaklaştırıldığını yazıyor!”
Derya Sazak (21 Nisan / Milliyet): “Şemdinli davasında ise “meslekten atılacak” ölçüde kusurlu bulunan savcının olayda “çete” ararken, “çeteden beter” duruma düşürülmesi çok ağırdır.” Mehmet Altan (22 Nisan / Sabah): “Belli ki gözlerimizin önünde cereyan eden Şemdinli olayı da Susurluk gibi kapatılacak. Meslekten atılmaya çalışılan savcının iddianamesinde öne sürülenlerin üstü örtülecek. Bomba atanları oraya kim gönderdi? Ast-üst ilişkisinde bu kimin sorumluluğuna girer? Bu sorular cevaplanmayacak. Tüm bunlar “nasıl olsa unutulur”, “unutmazlarsa zorla unuttururuz” refleksine tabi kılınacak. Ama “ya savcı haklıysa” sorusu hep zihinlerde canlı kalacak...”
İsmet Berkan (22 Nisan / Radikal), Yavuz Donat (22 Nisan / Sabah) ve Ali Bayramoğlu da (22 Nisan / Yeni Şafak) köşelerinde alınan karar sonrası duydukları kaygıyı dile getirdiler. Mümtaz’er Hoca’nın bizdeki Müddeiumumi yazısı da bilgi ve hikmet yüklüydü. A.Turan Alkan da kendine has hoş üslubuyla meseleye başka bir derinlik kattı...
Halk vicdanında bırakılan şüphe Aslında buraya alıntı yapılacak çok yazı var. Hemen hepsinin ortak görüşü HSYK ağır bir ceza vererek hem Türk adaletini zor durumda bıraktı hem de Türk demokrasisini. Bunda herkesin payı var. İddianameye eleştiriler normal; ancak unutmamak gerekiyor ki eleştiri oklarıyla delik deşik edilmeye çalışılan iddianameyi mahkeme kabul etti. Hâl böyleyken bütün faturanın bir savcıya çıkarılması hoş bir manzara oluşturmadı ve daha kötüsü savcıyı yerden yere vuranlar bile bu mağduriyeti kabullenemedi. “Ne yapalım yani; asmayıp da beslese miydik!” tarzını çağrıştıran bir mantıkla “Ne yapalım yani; böyle bir adam savcı olmaya devam mı etmeliydi” şeklindeki yaklaşım da yanlıştır. Konu bir devlet görevlisinin düştüğü trajik hâl ile sınırlı değildir. Meselenin demokrasiyle, yargıyla, sivil-asker ilişkisiyle irtibatı vardır. O yüzden yargının geleceğini tek yönlü ipotek altına alacak bir tehlike söz konusudur. Ve maalesef bugün eleştirilen son durumu, biraz da medya hazırlamıştır. Kelle istercesine yapılan yayınlar, kelle ile sonuçlanınca “Bu kadar da değil yani!” türünden bir tepkiye neden olmuştur; çünkü çifte standardın kurşunî gölgesi Arınç’ın dediği gibi “vicdanları yaralamıştır...” Yani, aynı sonla bitmiştir film ve medya gayr-ı nizami şarja destek verircesine yayın yaptı. Şimdi kendi kendine şu soruyu bir kez daha yöneltmek zorunda kalmıştır: Neye yaradı şimdi? Halk vicdanında bu kadar şüphe uyandırıldıktan sonra böyle bir sor(g)unun da pek anlamı kalmasa gerek...